Yeni Üyelik
31.
Bölüm

31🍓 "ANTALYA"

@hanifta_hanim

Üçü de kafasını tamam anlamında sallayınca yüzünü göğsümden ayırıp onlara doğru çevirdim. Hayvanların hepsi bir ağızdan "Çok güzeeell!" diye bağırdı. Dişlerimi sıkıp ayağımla üçünü de itmeye çalışırken Beyza, söylenmeye başladı.

 

"Demir iki gündür uyumuyorum, lütfen beni rahat bırak."

 

Kafasını göğsüme doğru çevirip iyice kendime yasladım.

 

"Tamam hayatım sen uyumaya devam et."

 

Uykuda bile söyleniyorsa kalktığında gerçekten olacaklardan korkmaya başlamıştım.

 

"Bana hayatım deme!" derken gözlerini hafif araladı. Elimle diğerlerine sessiz olmaları için işaret ettim.

 

Kendini kucağımda doğrulturken "Bana dokunma demiştim." deyip kendini yana doğru dikledi. Birkaç kez gözlerini açmak için çabaladı ama bir türlü başaramadı. Sonunda gözlerini açamayacağını anlayınca diğer tarafa doğru kendini attı; fakat kafası kenara çarptı.

 

"Senin yüzünden acıdı işte, sana kızmam için bir sebep daha!" dedi ve elini başının acıyan yerine getirdi. Bir kaç saniye sonra başındaki eli uykuya daldığı için düştü. Önüne doğru gelip yüzünü diğerlerinin görüş alanından çıkardım. Onun bu tatlı hallerini sadece benim görmem gerekiyordu.

 

"Tamam annemin yatağında uyumuşsun, geç saate kadar burada yatarsan ayıp olur. Seni odamıza çıkarıp, işe gideceğim. Sen uyumana devam et."

 

Tekrar kucağıma alıp otururken başını göğsüme yasladım. Herkese susması için işaret ettiğimde zaten inmek üzereydik.

 

Eve gidip, onu yatağa yatırdığımda derin bir nefes çektim. O sürekli beni kendine çekiyordu ve buna dayanmak çok zordu. Uzun süre yüzünde dolaşan bakışlarım dudaklarımı dudaklarının yanına getirdiğimde son buluyordu. Bir kere olsun onu öpmeme kesinlikle izin vermiyordu. Dudaklarına değen dudaklarımla beraber bedenimde büyük bir savaş oluşuyordu. Aklım, kalbim, tüm duygularım ona doğru akıyor olsa da onu uykusunda öpersem her şeyin daha kötüye gideceğini biliyordum. Zor olsa da kendimi geriye çekip uykusunda çok daha fazla ışıldayan tenine baktım ve bu kadarını yaşamanın hakkım olduğu bahanesine sığınarak dudağının kenarını öptüm. O esnada alttan gelen yüksek sesle sinirli bir nefes verip onları susturmak için alta indim.

 

❤️⏳❤️

 

Uzaktan tanımadığım sesler geliyordu. Gözlerimi hafif aralayıp, tekrar uyumak için kapattım. Sesleri kısık sesle konuşan birisi bastırdığında tekrar gözlerimi açtım. Etrafıma biraz bakıp, gözlerimi tekrar kapattığımda bulunduğum odayı tanımadığım için korkarak yerimde doğruldum.

 

Önceden hiç görmediğim bir yatak odasındaydım. Üzerimde pijamalarım ve dizlere kadar montum vardı. Yataktan kendimi hızla atıp, pencereden dışarıya baktım. Bir tarafı orman, bir tarafı kumsal olan bir yerdeydik. Korkuyla odanın kapısını açıp merdivenlerden inmeye başladığımda kalbim yerinden çıkacak gibi hızlı şekilde atıyordu.

 

"Kimse var mı?"

 

Merdivenin arkasından gelen ayak sesiyle mümkünmüş gibi kalp atışımda daha fazla artma oluştu.

 

"Buradayım karıcığım uyandın mı?"

 

Demir'in sesini duymak kalp atışlarımın yavaşlamasına neden olacağına, sesin ona ait olduğunu korkudan geç ayırt ettiğim için daha fazla titrememe neden olmuştu. Elimi yerinden çıkacak gibi atan göğsümün üstüne koyup, gözlerimi kapatarak kalp atışlarımın yavaşlamasını bekledim.

 

"Korktun mu karıcığım?" diye sorunca korkudan kasılan bedenimin gerginliğini gözlerimi açıp ona karşı soludum.

 

"Hiç bilmediğim, tanımadığım bir odada gözlerimi açıyorum ve sen bana utanmadan bir de korktun mu diye mi soruyorsun? Bir de bu soruyu sorarken pişkin pişkin karıcığım mı diyorsun?.." Gözlerimi kısa süre etrafta gezdirip "Burası neresi ve ben, buraya nasıl geldim Demir?" diye sordum.

 

Merdivenlerden inmeye başladığım sırada Demir gözlerimin içine bakıyor, elleriyle sakin olmam için telkin veriyordu.

 

"Sen uyurken montunu giydirip, seni kucağıma aldım ve Antalya'daki yazlığa getirdim."

 

Bu adamın yapacaklarının asla bir sonu yoktu. Duyduklarım karşısında sinirden çığlık atıp, ayaklarımı vura vura merdivende zıpladım. Sinirimin geçmesini beklemenin aptallık olduğunu düşündüğüm an, dişlerimin arasından konuşarak, yanına doğru ilerledim.

 

"Şimdi sen hiçbir iznim olmadan beni, üzerimdeki pijamalarla İzmir'den, Antalya'ya mı getirdin?"

 

Ona doğru adımlarken o, arkaya doğru adım atıyordu. Masanın üzerinde duran anahtarı alıp "Ben senin yanında taşıdığın çanta değilim Demir! İznim olmadan beni buraya getiremezsin." diye bağırıp, anahtarı ona doğru savurdum. İki eliyle ustaca tuttuğunu görünce sinir katsayım arttı. Masanın üzerinde ki portakalı elime alıp, ona doğru kaldırdığım sırada Demir konuşmaya başladı.

 

"Tamam haklısın hayatım ama dün gece ben, yarının uzun bir gün olacağını sana söylemiştim."

 

"Ben senin emir erin değilim!.. Ben de sana evde kalacağım, hiçbir yere gitmeyeceğim demiştim. Bu hafta sonu benim üniversite arkadaşlarımla programım var. Eğer oraya vaktinde gidemezsem, bunun acısını senden çıkarırım. Sırf sana gelmeyeceksin dediğim için ben şu an Antalya'dayım değil mi? Kıskanç, bencil mahluk... "

 

Havada kalan elimdeki portakalı ona doğru savuracak iken, nimete saygısızlık olmaması için indirdim.

 

"Sırf nimete saygısızlık olmaması için bunu senin kafana fırlatmadım. Yoksa senin kalın kafana falan acıdığım yok." deyip ona doğru gittim. O benim geldiğim yöne dönerken diğer taraftaki vazoyu gördüm. Sağ elime almaya çalıştığım için canım yanınca sol elime alıp, ona doğru döndüm.

 

"Dünün acısını senden çıkaracağım Demir! Burada annenler de yok. Kimse üzülmesin diye susmayacağım ve bu evi, senin başına yıkacağım. Sen de bu esnada durmam için bana yalvaracaksın ama ben, yine de durmayacağım!"

 

Vazoyu atmak için elimi kaldırdığımda Demir'in arkasında 3 erkek, 1 kadının film izler gibi keyifle bizi izlediğini gördüm. Elim öylece şaşkınlıkla havada kaldı. Demir yanıma gelip vazoyu elimden alarak bana sarıldı.

 

"Tanıştırayım karıcığım, Amerika'daki arkadaşlarım seninle tanışmak için Türkiye'ye geldiler."

 

Şaşkınlıkla Demir'e bakarken ne yapacağımı şaşırmış haldeydim. Tekrar kafamı arkadaşlarına çevirip öylece bakakaldım. Demir beni elimden tutup, onların yanına götürdü. Sonra beni kendine çekip sarılarak konuşmasına devam etti.

 

"Tanıştırayım, işte benim asi ve hırçın karım Beyza. Size uçakta sessiz olun, uyanmaması lazım diye boşuna demediğimi görüyorsunuz."

 

Dördü kahkaha atarak oturdukları yerden kalkarken, yutkunarak Demir'e baktım.

 

"Bana onların da uçakta olduğunu sakın söyleme Demir. Bu kadar utanç benim için çok fazla."

 

Elimi alnıma götürüp, yüzümü kapattım. Demir elimi alnımdan indirdi. Yüzümü göğsüne saklayıp, kollarıyla başımı sardı.

 

"Çok utandığın zamanlarda yaptığın gibi yüzünü burada saklayabilirsin karıcığım. Merak etme kimse seni görmüyor."

 

Diğerlerinin kahkaha sesi odada yankılanırken kafamı göğsünden çekip "Bana karıcığım, karıcığım deyip durma. Ne kadar evlilik meraklısı çıktın sen ya! Birde utanmadan bana sarılıyor musun?.. Dokunmayacaksın diyorum sana, dokunmayacaksın!" diyerek kendimi onun kollarından geriye doğru ittim.

 

Ne buradaki arkadaşları benim için önemliydi ne de onun hissettikleri. Dün benim canımdan can koparken, ailesi üzülmesin diye gözyaşlarımı kahkahalarımın arkasına saklamıştım; çünkü onları seviyor ve beni sevdiklerini biliyordum. Şimdi Demir'in arkadaşları için hiçbir duygumu frenlemeyecektim. Biliyordum, bu onu dünkü gibi öfkesini kusan bir adama dönüştürecekti ama kalbimin ders almaya, kimin tohumunu büyütmek için benimle savaştığını görmesine ihtiyacı vardı.

 

Gözlerine öfkeli bir ifadeyle bakarken, öfkeme karşılık verip dişlerinin arasından öfkesini soludu.

 

"Sen var ya adamı çıldırtırsın!"

 

Ellerimi birbirine bağlayıp, ayağımla yerde ritim tutarken burnumun dikine konuşuyordum.

 

"Bunu çok sık tekrar ediyorsun, başka bir şey bul artık. Bozuk plak gibi tekrar tekrar aynı cümleleri söyleme bana."

 

Öfkeyle arkasını döndü. Elini ensesine götürüp, hızla masaya doğru gitti ve sandalyeye bir tane tekme attı. O tekme attığında kalbim, ayağının acısı için üzülse de iki gündür bana yaşattıklarını düşündükçe aklım, beter olsun diyordu. Şimdi rahatlıkla arkadaşlarına dönüp onlarla tanışa bilirdim.

 

"Demir'i çıldırttığıma göre, şu an hafiflemiş şekilde sizinle tanışabilirim. Hepiniz hoş geldiniz. Sizi bu kıyafetlerle karşılamayı istemezdim ama hiçbir şeyden haberim yoktu. Ben Beyza AKMAN."

 

Akman kısmını söylerken üzerine basa basa söyledim. Ne de olsa bu evlilik sırf beyefendi öyle istediği için olmuştu ve benden sıkıldığı gün de bitecekti. Kendime hatırlattığım gerçek, kalbimde bir yerlerin acımasına sebep olmuştu. Demir'in öfkeli sesi "Beyza ERDEM!" diye odayı doldursa da umursamadım.

 

"Merhaba ben Selin. Demir'in arkadaşı, Akın'ın ise eşiyim."

 

Kısa sarı saçlı, benimle aynı boylarda, ela gözlüydü Selin. Giydiği yüksek bel kot pantolonun içine soktuğu füme rengi boğazlı kazağıyla sade ve şık görünüyordu. Bana gelip tebessümle sarılınca aynı şekilde karşılık verdim. Demir'e duyduğum öfkeyi onlardan çıkaracak değildim. Gerçi istesem de bu benim karakterime ters bir davranıştı.

 

Yine sarı saçlı, mavi gözlü normal bir boya sahip olan adam konuşmaya başladı.

 

"Ben de Akın. Bu güzel kadının kocasıyım, Demir'in ise bu saatten sonra hiçbir şeyiyim."

 

Göz kırparak bitirdiği sözünü Demir'in öfkeli solukları böldü. Yüzümü büyük bir tebessüm kaplarken "Size bundan sonra ağabey diyebilir miyim?" diyerek göz kırptım. Kahkaha atarak kafasını olur anlamında salladı.

 

Akın'ın yanındaki kahverengi gözlü, uzun boylu, esmer adam tanışmak için elini uzattığında yanındaki adam, elini aşağıya doğru indirdi. Adam tebessümle konuşmaya başladı.

 

"Demir, karıma kimse dokunmaya kalkmasın diye bizi tembihlemişti ama unutmuşum. Ben de Çınar."

 

Dizlerimi kırıp, başımı öne eğdim ve kaldırdığımda tebessüm ettim. Son olarak mavi gözleri, uzun boyu ve kirli kumral sakallarıyla kendini tanıtan çocuğa baktım.

 

"Merhaba yenge, ben de Kağan."

 

Ona bakarken Yavuz Selim gözümün önüne geldi. Aynı dış görünüşe sahipti. Tabii benim mavişin gözlerinin tonu biraz daha koyu maviydi. Yüzümü sıcak gülümseme kaplarken, ona doğru baktığım sırada daldığımı fark ettim.

 

"Sen, benim Mavi Gökyüzüme çok benziyorsun." diyerek şaşkınlığımı bildirdim. Demir'in sert ayak sesleri yaklaştığında beni, kendine doğru çevirdi. Kaşları çatık bir şekilde dişlerinin arasından konuşmaya başladı.

 

"Senin Mavi Gökyüzün kimmiş? Söyle de aynı dünkü adama yaptığım gibi yüzünü kana bulayayım!"

 

"Dikkat et de senin yüzün kana bulanmasın Demir. Boyunun, posunun senden aşağı kalır yanı yok. Boks geçmişini düşünecek olursak seni yere serebilme ihtimali bile yüksek."

 

Gözümün önüne Demir'in, Yavuz Selim tarafından yumruklandığı hali gelince öne doğru katlanıp, kahkaha attım. Sonra tekrar gülüp gözlerinin içine baktım.

 

"Biraz daha düşününce seni kolaylıkla yere serebileceğini anladım. Bir ara hatırlat sizi tanıştırayım. Kendisi önemli bir şahsiyet olur. Öyle sen istiyorsun diye gelmez, ancak ben çağırırsam gelir."

 

Keyifle kendimi koltuğa atarken, millet yürek yemişim gibi bakıyor, Demir ise öfkeli şekilde önüme geliyordu. Akın elini sakallarına koyup "Demir çok aşık, hiç kimseyi böyle kıskanırken görmedim. Siz gördünüz mü? Yoksa ben mi kaçırdım?" diye sordu.

 

Selin ellerini birbirine dolayıp, bize doğru gelirken "Uçakta Beyza'yı sizden bile kıskandı. Siz, uyurken görmeyin diye nasıl göğsüne sokup, sakladı görmediniz mi? Bundan önce, kim için böyle yaptı ki? Yok yok, kesinlikle ben ilk kez görüyorum." dedi.

 

Çınar ve Kağan'da yanımıza gelip sanki biz orada yokmuşçasına bizi inceliyordu. Çınar kollarını birbirine dolamışken, bir elini dudağının kenarına getirdi.

 

"Demir'in sakın onunla tokalaşayım bile demeyin, ona kimsenin dokunmasına izin vermem. O sadece bana ait dediğini hatırlamıyor musunuz? Hem ilk defa aşık olmuş hem de bugüne kadar hiç görmediğim kıskançlık duygusuna kapılmış."

 

Kağan, Çınar'ın omzuna doğrular bir şekilde vurdu.

 

"Dün aldığım bir habere göre, Beyza ile konuşmaya çalışan bir adamın çenesini dağıtmış. Sonra yetmemiş, otelin sahibini de içeriye böyle birini nasıl alırsınız diye fırçalamış."

 

Kağan'ın lafını Demir'in dişlerinin arasından sinirle çıkan sözleri böldü.

 

"Sadece konuşmaya çalışmadı it! Uzun süre karımı araştırıp, onu aramış. Hatırladıkça onu öldürmediğime bin pişman oluyorum!"

 

Bunlar şu an neyin kafasını yaşıyordu bilmiyordum ama ben yokmuşum gibi konuşmaları beni daha fazla şaşırtıyordu. Ellerimi yukarıya kaldırıp, beni görmeleri için salladım.

 

"Ben hâlâ buradayım, farkındasınız değil mi?"

 

Beşi oturduğum tekli koltuğu çevirmiş halde kafalarını eğip bana bakıyor, sonra da birbirlerine bakıp gülüyorlardı. Çınar elini kafama doğru uzatırken "Bu tam sevilmelik! Oyuncak bebek gibi gözlere bak kocaman." dedi. Demir, Çınar'ın elini tutup, "O elin rahat dursun, dokunacak olursan gerçekten kırarım." diyerek indirdi. Birbirlerine bakıp tekrar gülmeye başladıklarında kendimi dünkü zombi oyunun içinde gibi hissettim. Bunlar beni çiğ çiğ yer, arkamda kanıt da bırakmazlardı. Sindiğim yerden kalkarken, söylenmeye başladım.

 

"Bu ne ya beşiniz bir olmuş, etrafımı çevirmişsiniz. Çıkın önümden kalkıp, namaz kılmam gerekiyor."

 

Birbirlerine bakıp tekrar gülümsedikten sonra kalkmam için bana yol verdiler. Ayağa kalktığım sırada Demir'in gözlerinin içi gülümseyerek aradaki mesafeyi kapattığını gördüm. Şu an gülümseyen gözlerine odaklanmamam gerektiğinin farkındaydım. Onun gülen gözlerine doğru çekilmemek için "Bavulum nerede Demir?" diye sorup, dikkatimi başka yöne verdim.

 

"Senin bavulun yok, bir tek kendime kıyafet aldım."

 

Nasıl olur da beni buraya pijamayla getirip bir de üzerine bana kıyafet almadığını söylerdi? Nefesi içime öfkeyle çektim. "Demiiir!" diye çığlık attığımda kendime engel olmaya çalışsam da sinirden yerimde zıplıyordum.

 

"Gerçekten sinir bozucu adamın tekisin. Peki telefonum nerede? Eğer onu da almadığını söyleyecek olursan, önce senin telefonunu alıp kırar, sonra da eşyalarını parça pincik hale getiririm. Böylece eşitlenmiş oluruz."

 

Cebinden telefonumu çıkartarak bana gösterdi. Biraz daha yanıma gelirken aradaki mesafeyi kapatıp, işaret parmağının arkasını yüzümde gezdirdi.

 

"Son iki gün sensiz olmak ölüm gibiydi. Seni çok özledim..."

 

Söylediği sözler onun varlığına alışan yanımın artmasını sağlıyordu; ama kırgın benliğim, dün yaşadıklarını da duyduklarını da unutturmuyor, onunla bir geleceğim olmayacağını unutturmadığı sözlerle ortaya seriyordu. Bir adım geriye gidip, yüzümdeki eliyle arayı açtım.

 

"Gerçekten son iki gün bana yaşattıklarını, iki güzel cümle ile affettirebileceğini mi sanıyorsun? Özellikle dün ormanda bana söylediğin her bir cümle, burayı kanatmışken." derken işaret parmağımla kalbimi gösteriyordum. "Ben ne o cümleleri unuturum ne de bende açtığı hasarı."

 

Elindeki telefonu alıp, üst kata uyandığım odaya gittim. Ne kadar ağlamak yok desem de süzülen yaşlarıma engel olamamıştım. Sağ bileğimin telefonu bile taşıyamadığını fark ettiğimde kolumu yukarıya çekip baktım. Düştüğüm zaman taşa vuran yerdeki morarmanın biraz üzerindeki parmak izlerini gördüm. O, bileğimi sıkıp canımı acıtırken bunun farkında değildi ve en ufak bir "acıdı" kelimesi dökülseydi dudaklarımdan yaptığının farkına varabilirdi. Kesinlikle bu aptallıktı ama ben, o tohumu kalbimde öldürene dek farkına varmasın istedim. Bile bile canımı yakmasına izin verdiğimde düşündüğüm tek şey; onun tohumunu beslemeye devam eden kalbimin akıllanması ve o tohumu beslemek yerine yok etmesini istemekti.

 

Dün bana nasıl davrandığını tekrar hatırladığımda canımdan çok kalbimin sancısını hissetmeye başladım. Hemen bileğimi tekrar kapattım. Sanki görmeyince acısı da yaşadıklarımın ağırlığı da geçecekmiş gibi.

 

5 DAKİKA SONRA...

 

Telefonla İzmir'de alışveriş yaptığım butiğin sahibini aradım. Durumu anlatınca Antalya şubesini arayacaklarını, beğendiğim ürünleri seçtiğim takdirde en hızlı şekilde ulaştıracaklarını söylediler. Telefonu kapatıp bulunduğum yerin konumu attım ve namazımı kılıp, duamı ettim.

 

Demir, dün annesine karşı "Bu evde saçma değişiklikler istemiyorum." diye bağırmış olsa da burada kimsenin ayağında ayakkabı yoktu. Kıbleye doğru serilmiş seccade, kapının dışında çıkarılan ayakkabı ile beni düşündüğünü, isteklerime önem verdiğini söylemeye çalışıyordu. İki incelik yaptı diye onu affedecek değildim, yani affetmemeliydim.

 

Kendimi yatağa atarak ayaklarımın altına bakıp, hasar kontrolü yaptım. Bunca yaraya bereye iyi dayanıp ayakta duruyordum. Dayanıklı olan yanıma dua ederken, yine aklıma Yavuz Selim ile yaylada yalın ayak koşturmalarımız geliyordu. İkimizde de yalın ayak dolaşma sevdası, çocukluğumuzdan beri devam ediyordu. Evde, gittiğimiz tatillerde, gördüğümüz çimenlerde ve bir çok yerde hâlâ devam ediyordu.

 

Çalan kapının zili düşüncelerimi bertaraf edip ayağa kalkmamı sağlıyordu. İstediğim ürünlerin geldiğini düşündüğüm için odadan çıkıp merdivenlerden zıplayarak indim..

 

"Ben açarım, istediğim kıyafetler gelmiştir."

 

Kapıya doğru koşarken, Demir ayaklarımın çıplak olduğunu gördü. Yanıma doğru gelip "Hasta olacaksın bari çorap giyin." dediğinde kapıyı açtım.

 

Elinde valiziyle kış günü olmasına rağmen mini etekli, sarışın, uzun boylu hatta bayağı uzun boylu bir kadın duruyordu.

 

"Demek bensiz burada toplanırsınız öyle mi? " diyerek ayakkabısıyla içeriye girerken durdurdum.

 

"Bir dakika! Ayakkabılarınızı çıkarmadan içeriye giremezsiniz."

 

Kadın bana doğru dönüp kahkaha atarak "Nedenmiş o?" diye sordu.

 

Kaşlarımı kaldırıp şaşkınlıkla rahatlığına bakarken, hafif hafif gelen öfkemi görmezden gelerek geçiştirmeye çalıştım.

 

"Açıklama yapmak zorunda olmadığım halde yine de sizin için açıklama yapacağım. Ayakkabıyla giremezsiniz; çünkü benim narin ve minnak ayaklarım özgürlüğüne düşkün, yerin zeminini hissetmeden rahat edemiyor. Bilin bakalım siz ayakkabılarınızı çıkarmadığınız zaman ne olacak?.."

 

Allah aşkına bu soruya ne gibi bir cevap vermeyi düşünüyordu da gözlerini yukarı sol çaprazına doğru sabit tutuyordu? İçimi afakanlar basarken konuşmaya devam ettim.

 

"Ben sabırsız bir insanım, hemen cevap vermeniz gerekiyordu. En iyisi anlamanız için sizin yerinize ben cevap vereyim. Sizin eve getirdiğiniz pislik, benim tertemiz ayaklarımda lekelenmelere yol açacak..."

 

Kadın tuhaf tuhaf bakmaya devam ederken "Tekrar etmemi ister misiniz?" diye sordum. Cevap vermeden ayakkabılarını ulu orta çıkarıp hiçbir şey yokmuş gibi giderken arkasından seslendim.

 

"Hanımefendi girişin ortasında ayakkabı öyle çıkarılmaz, gelin şunları kapının önüne koyun."

 

Kadın bir iki adım atıp, beni duymamazlıktan gelince öfkemi soludum.

 

"Hanımefendi bir daha ki tekrarımda o ayakkabıları kafanıza geçirmekten mutluluk duyarım!"

 

Odadaki herkes yutkunarak bana bakıyordu. Normalde insanlar kırılmasın diye etraflarında pervane olan biriyken bu şekilde hadsizce davranan ve uyarılara kulak asmayan kişiler karşısında çok net olabiliyordum. Demir bile şaşkınlıkla beni izliyordu. Kadın arkasını dönüp, bana baktı. Ciddi olduğumu anlaması adına olabildiğince net bir şekilde gözlerine baktım.

 

"İstiyorsanız mutlulukla tekrar edebilirim. Bunu gerçekten de istiyor musunuz?"

 

Ciddi olduğumu anladığı an, bana doğru geldi ve ayakkabıları dışarı çıkardı. Sonra Demir'e doğru giderken, işveli sesiyle konuşmaya başladı.

 

"Aşkım seni çok özledim..."

 

Demir'e sarılmak için kollarını yukarıya doğru kaldırdığı sırada elimi sancıyan kalbime getirip, öylece onlara baktım.

 

Okuduğum hiçbir afili aşk cümlesinde mideme taş oturdu, hatta sanki öküzün biri orayı kendine yer etmişte beni nefessiz bırakana kadar oturup, canımı çıkarmaya devam ediyor diye yazmıyordu. Hep midemde kelebekler uçuşuyor gibi aşka özendiren afili sözlerle aşktan bahsediyorlardı. Kesinlikle bu konu hakkında bir kitap yazıp insanlara; aşkın kalpte minik bir atışla başlayıp, yüreğe öküz oturması ile sonlanan bir duygu olduğunu anlatmam gerekiyordu. Yapılacaklar listesine eklediğim madde kalbimdeki sancının boyutunu değiştirmeye başlamış, onu yok etmek için beni kamçılamıştı.

 

Bunun gibi kaç kadın bu tende sabahladı Beyza, bu tek sanıyorsan sanma! İyice belle evli olduğun adamın kim olduğunu, iyice belle kimi temiz topraklarına kabul ettiğini, belledikten sonra da bugüne kadar kondurabildiğin en sahte gülücüğü yüzüne kondur ve şu evden içinde onu öldürerek çık!

 

Demir'in arkadaşları vereceğim tepkiyi merak ediyormuşçasına bakıyor, ne yapacaklarını şaşırmış halde öylece bekliyorlardı.

 

Demir ona sarılmak için hamle yapan kadını engellerken öfkeyle bağırıyordu.

 

"Sen buraya hangi cesaretle geliyorsun Ece! Çabuk dışarı çık!"

 

İsminin Ece olduğunu öğrendiğim kadın kahkaha atarak "Yoksa karından mı korkuyorsun?" dedi. Demir duyduğu cümleden sonra çenesini sıkarak "Haddini aşıyorsun, sana çık git dedim. Yoksa seni sürükleyerek bu evden dışarıya ben atarım." deyince kadın sesini daha işveli bir tona getirip, elini omzuna koydu.

 

"Bu kadar tepki verdiğine göre kesinlikle beni unutamamış olmalısın."

 

Omzundaki elini sürterek eline doğru indirdiğinde, Demir elini silkeleyerek onu uzaklaştırdı.

 

Bu replikten sonra midemin gerçek anlamda bulandığını hissettim, Dik durmak için elimden geleni yapıyordum ama daha fazla bu manzaraya dayanacak güçte değildim. Biran önce yukarıya odama çıkmam gerekiyordu. Kapıyı kapatmadan önce tebessüm ederek, konuşmaya başladığımda sesim buzdan yanığa dönüyordu.

 

"Demir gelecek başka sevgilin yoksa, kapıyı kapatıyorum. İçerisi soğudu."

 

Kapıyı kapatıp, bir iki adım attığımda herkes olay karşısındaki sakinliğime şaşırıyordu. Tabii içimde acıyan yanımı bastırdığımı, kalbimdeki onu yok etmek için çabaladığımı, kimse bilmiyordu. Demir'in dün söylediği tüm sözler aklımdaydı. Ondaki yerimi bir kez daha anlamışken, bu evliliğin biran önce bitmesi için şu an canım çok yansa da ne yapmam gerekiyorsa yapacaktım ve bu uğurda gerekiyorsa en çok kendimi yakacaktım.

 

Tekrar kapı çalınca adımlarımı sonlandırıp onlara doğru döndüm. Ne ara yüzümden silindiğini bilmediğim gülümsemeyi tekrar oraya yerleştirip "Bir iki tane daha sevgilin gelmiş olmalı Demir, hemen kapıyı açayım da soğuktan üşümesinler." dedim.

 

Kapıyı açtığımda istediğim ürünlerin gelmiş olduğunu gördüm.

 

"Beyza Akman..."

 

"Evet benim."

 

"Ürünlerinizi getirdim."

 

Teşekkür ederek ürünlerin bir kısmını elinden almaya çalışırken sağ bileğime ağırlığı verdiğim için acıdan inleyip, kutuları yere düşürdüm. Sol elimle bileğimi kavrayıp, destek verdim ve hemen peşine hafifçe okşadım. Bileğimdeki hasar umduğumdan da kötüydü. Demir, hızla yanıma gelip, "Bileğin mi acıdı, ne oldu bileğine?" diye sorarken bileğime bakmak için elini uzattı.

 

"Bana dokunma diye seni bundan önce de uyarmıştım Demir."

 

Ürünleri getiren adama nazikçe "Size zahmet olacak ama bileğim rahatsız olduğu için ürünleri üst kata taşıyabilir misiniz?" diye sordum.

 

Adam ürünleri üst kata çıkarırken Demir'e dönüp, "Şansına küs, bugün tek sevgilinle idare edeceksin ama lütfen üzülme, bir dahaki sefer bana listesini verdiğin takdirde hepsini tek tek arar, senin için çağırırım." dedim. Merdivenleri çıkarken yüzümdeki tebessümle eş zamanlı, kalbimde sağanak yağış vardı. Bu sağanak yağış, gözyaşlarımdan oluk oluk boşalmazsa beni boğacaktı.

 

Adam ürünleri gösterdiğim odaya koyunca tekrar teşekkür ettim ve ardından kapımı kapatıp kalbimdeki sağanak yağışın, gözlerimden taşmasına müsaade ettim.

 

💙💙💙

 

Beyza'nın yer edinmeyi beceremediğim kalbinde öyle yoktum, öyle değersizdim ki bir türlü kendimi ona sevdirmeyi başaramamıştım. Karşılaştığım gerçekle elim yumruk haline dönerken ben yine unutmayı beceremediğim karanlık içinde tek başına kalıyordum..

 

"Söz veriyorum baba daha çok çalışacağım. Yeter ki beni artık buradan al!"

 

"Sana her şeyi iki kez tekrarlamaktan bıktım. Sözlerimi ikiletme Demir!"

 

Babamın tahammülsüz bakışları karşısında sadece kafamı olumsuz anlamda iki yana sallamanın cezasını; okulda herkesin önünde sürüklenerek, bodrum katına götürülmekle ödüyordum ama o an, bunun başlangıç olduğunu bilmiyordum. Her yer karanlıktı ve ışığı açmaya tenezzül bile etmeden acımasızca beni yere savuruyordu.

 

"Demek bir kere söylemekten anlamıyorsun! O zaman anlayana kadar sana tekrar edeceğim."

 

Cümlesini belinden çıkardığı kemerin bedenimde oluşturduğu ses ile sonlandırıyordu.

 

"Bir daha sizi özledim diye evi aramalarını istemeyeceksin!"

 

Tekrar cümlesini bedenimden çıkardığı ses ile sonlandırıyordu ve küçük bedenimin de kalbimin de canı çok yanıyordu. Sanırım sevmekte, özlemekte büyük bir suç olmalıydı; çünkü ben, bu hisse ne zaman yenik düşsem daha ağır cezaya maruz kalıyordum.

 

"Bir daha izin günleri dışında duyduğun özlemi bahane edip bizi buraya çağırmayacaksın!"

 

"Sizi çok sevdiğim için özlüyorum baba!"

 

Akıllanmayan kalbimden dilime dökülenlerle vücuduma inen darbeler daha fazla sertleşiyordu ve artık hep aynı cümleleri söyleyerek vurmaya devam ediyordu.

 

"Bizi sevmeyeceksin! Bizi özlemeyeceksin! Sadece derslerine çalışacaksın ve günü geldiğinde şirketlerimi yöneteceksin. Senin görevin bu! Senin yaşama amacın sevmek değil, sadece şirketlerimi yönetmek!"

 

Sevmenin de özlemenin de suç olduğunu işte tam olarak şimdi öğreniyordum ve o, öğrettiği şeyi kulaklarıyla duymak istiyordu.

 

"Bir daha bizi özleyecek misin?"

 

"Artık özlemeyeceğim ve artık kimseyi sevmeyeceğim!"

 

Duyduklarından tatmin olduğunu, vücuduma indirmeyi sonlandırdığı kemeri pantolonuna takarken çıkardığı sesten anlıyordum. O artık susmuştu ve ben, sanki beni döven o değilmiş gibi yerden kaldırmasını bekliyordum. O kaldırmadıkça da vücudumdaki ağrı ile kalbimdeki ağrı yer değiştiriyordu ve ben, kalbimdeki bu ağrıyı yaşamaktansa vücudumdaki ağrıyı yaşamayı istiyordum ama o, benden uzaklaştıkça kalbimdeki ağrı ve zemine akan gözyaşım artıyordu. 10 yaşında yüzleştiğim gerçeği kalbime akıllanana kadar tekrar ediyordum.

 

"Bir daha onları özlemeyeceksin!"

 

Zemine göl olan duygularımı "Kimseyi bir daha sevmeyeceksin!" sözleriyle yakarken sabahın ilk ışığına kadar çıkan yangını izliyordum ama yerdeki göl yerine kalbim yanıyordu.

 

Kafamı iki yana sallayıp yerden kalkmaya çalışan küçük Demir'i "Sen artık büyüdün, bodrum katında sevilmeyi bekleyen zavallı çocuk değilsin" diye ayağa kaldırmaya çalışırken "Seni çok özledim Demir, hasret gidermeme izin ver." cümlesiyle bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirdim.

 

Öfkeli bakışlarım, bana doğru gelen Ece'nin korkuyla geriye doğru ufak bir adım atmasını sağlıyordu.

 

"Tekrar söyle!"

 

Bağırarak söylediğim cümle ile Ece kafasını olumsuz anlamda sallıyordu ama bana itaat etmeye devam ediyordu.

 

"Seni çok özledim Demir, hasret gidermeme izin ver."

 

"Sana, beni özle diyen mi oldu? Buraya gelmendeki amaç ne?"

 

Üzerine yürümeye devam ederken buraya gelerek her şeyi daha fazla zorlaştırdığı için ona karşı öfkem gözümü kör etmişti.

 

"Karını merak ettim. Benim vermediğim neyi sana verdi ki ona soyadını verdin?"

 

Söylediği cümledeki ima çok açıktı ve yine Beyza, benim kirli geçmişim tarafından yaftalanıyordu. Şu an bu cümleyi duyup daha fazla üzülmediği için kendimi şanslı hissediyordum ama Ece canına susamış gibi konuşmaya devam ediyordu.

 

"Zamanında Sarah'ta aynı yöntemi denemişti ama ona soyadını vermek yerine onun yöntemini elinden almıştın. Şimdi ne değişti Demir?"

 

Ne zaman boynuna gittiğini bilmediğim ellerim orayı sıkarken "Karıma bir daha dil uzatmaya kalkarsan seni öldürürüm Ece! Çabuk bu evden defol." dedim. Parmaklarım yeteri kadar güç uygulamamış olacak ki o konuşmaya devam ediyordu.

 

"Hangi karına? Rahatlıkla seni, bana bırakıp üst kata çıkan karına mı?"

 

Ece'nin boğazındaki ellerim, daha fazla güç uygularken yine aynı karanlığa çekiliyordum ve şu an aydınlığa çekilmek için hiçbir neden bulamıyordum.

 

❤️❤️❤️

 

Bu odaya benden önce, bir kaç kişinin daha gelmiş olabileceğini düşününce şu yatakta uyuduğum için kendimden tiksindim ve hâlâ akmaya devam eden gözyaşlarımı öfkeyle sildim. Hemen ayağa kalkıp, abdest almak için banyoya gittiğimde aynadaki yansımam pekte iç açıcı değildi. Kalbimdeki duyguları yok etmek isterken sanırım bende de durumlar iyiye gitmiyordu. Aynadaki yansımama biraz daha bakmaya devam ederken Demir'in yüreğimde yer etmiş sözlerinin peşine Ece'nin "Aşkım seni çok özledim." sözleri kalbimdeki ağrıyı arttırıyordu. Artan bu ağrının beni yönetmesine izin verecek değildim. Gerekirse yüreğimi küle çevirir, o küllerden tekrar doğmasını da bilirdim.

 

Bir gün dik durayım derken ölüp gideceksin Beyza!

 

Omurgamı dikleyip aynaya bakmaya devam ettiğimde kendimden emin sesim bir savaşçı netliğinde çıkıyordu.

 

O halde bu uğurda ölmeye değer!

 

Bugüne kadar eğilip bükülmediğim gibi yine dik duracak, ne yapmam gerekirse yapmaktan vazgeçmeyecektim. Besmele ile abdestimi aldım ve tekrar odaya döndüm. Gelen kıyafetlerden kombin oluşturup, üzerime giydim. Vaktin namazıyla beraber uzun bir dua sonrası derin nefes alarak secdeden kalkıp, odadan çıktım. Karşımda gördüğüm kitaplıktan herhangi bir kitap aldım. Tekrar derin bir nefes aldığımda yüzümdeki ruhsuz ifadeyi silerek yerine kocaman bir gülümseme yerleştirdim. Kişiliğimde sevdiğim kadar, beni en çok yoran yanım tam olarak buydu. Beni dışardan gören herkes gerçek anlamda mutlu sanabilecek kadar inandırıcı bir performans sergilerken merdivenlerden sekerek indim.

 

Kapıya ilerlediğim sırada onlara doğru hiç bakmadan "Ben sahile kitap okumaya gidiyorum. Geç dönerim, lütfen beni yemeğe beklemeyin." diye seslendim. Kapıyı açıp, elimdeki ayakkabıları yere attım ve hemen ayağıma geçirdim. Demir arkamdan bir şeyler söylemeye başladığında kapıyı kapatarak oradan uzaklaştım.

 

Denize doğru ilerlerken kumda yürümek, son zamanlarda yaşadıklarımın kısa özeti gibiydi. Ayağımla hiç batmayacak gibi kuma basıyor, sonra bir anda kumun altına gömülüyordum... Veya tam tersi oluyordu; artık bu kumun altından kurtulamam dediğim an, çok daha güçlü şekilde battığım yerden çıkıyordum.

 

Kendime ait hissettiğim bir yer bulduğumda oturdum ve kitabı açıp okumaya başladım. Düşüncelerden uzaklaşıp kitaba dalmayı başardığım zaman artık her şeyden soyutlanmış, kitapta sevdiğim bir karaktere dönüşmüştüm bile. Havanın kararmasıyla harfleri görmem imkansızlaşmıştı ama ona da çözüm bulmam uzun sürmemiş, telefonun ışığını açarak okumaya devam etmiştim.

 

"Beyza."

 

Selin, bana seslenerek yanıma doğru geliyordu.

 

"Efendim."

 

Kendini yanıma atarken, omuzuyla bana vurup göz kırptı.

 

"Nasıl orada öyle dik durmayı başardın? Ben bile çıldırmışken sen nasıl dayandın?"

 

Kitabı kapatıp, ona doğru döndüm. Gerçekleri anlatmakla sulandırmak arasında git gel yapsam da samimi bir şekilde sorduğu için gerçekleri anlatmayı tercih ettim.

 

"Gözlerini kapatıp, en sinir bozan gülüşünü yüzüne konduruyorsun. İçinde yaşadıklarını karşı tarafa hissettirmeyeceksin ama bu en önemli kural. Birde onların senin için bir önem teşkil etmediğine dair bir iki cümle sallıyorsun ortaya ki ben, bu cümlelerde çok iyiyimdir. Sonra onlar kendini değersiz hissedip, sinirimi bozamadıkları için mutsuz oluyorlar. İşte bu kadar basit."

 

"Peki içinde yaşadıkların, onların altından nasıl kalkıyorsun?"

 

Dizlerimi göğsüme doğru çekip, alnımı dizlerimin üzerine bıraktım. İç çekerek konuşmaya başladım.

 

"Orası çokta iç açıcı değil Selin... Anlatırsam yine ve yeniden ağlamaktan korkuyorum, o yüzden o kısımları sana anlatmasam olur mu?"

 

Elini sırtıma koyup sıvazlarken "Olur." dedi ve derin bir nefes çekip ekledi.

 

"Hadi gel, sen olmayınca kocanın yüzü gülmüyor. Gittiğinden beri ayakta gözünü ayırmadan seni izliyor. Ben Demir'i böyle görmeye alışık değilim Beyza."

 

"Biraz daha kitap okusam size ayıp olur mu?"

 

Yerden kalkarken, elini bana doğru uzattı.

 

"Amerika'dan buraya sırf seninle tanışmak için geldiğimizi düşünürsen ayıp değil, çok çok ayıp olur."

 

Elini tutup yerden kalkarken "Düşündüm de küfür etmek gibi bir şey bile olabilir." deyip gülüşmeye başladık. Eve yaklaştığımızda Demir, hâlâ ayakta pencerenin başında bekliyordu. Kapıyı daha çalmadan açtığında hiçbir şey demeden sadece bakıyordu. İçeriye girip montlarımızı çıkarmaya başladığımız sırada Demir önümde durdu. Gözlerimin içine bakarak, montumu çıkarmak için elini fermuara uzattı.

 

"Artık kendi montumu kendim çıkaracağım Demir, lütfen mesafeni koru."

 

"Evliliğimizin kurallarından birini, kafana göre bozamazsın Beyza. Ömrümüzün sonuna kadar bu kural geçerli."

 

Cevap vermeden, montumu çıkarmasını bekledim. Gözleri çok şey anlatıyordu ama ben dinlemek istemiyordum; çünkü o, bazen öyle çaresiz bakıyordu ki çaresiz bakışlarının silinmesi için kendimi ona sarılırken buluyordum. Göz temasını kestiğim sırada o da montumu çıkarmıştı. Hiç zaman kaybetmeden içeriye doğru yürürken "Sen bir dursana." dedi ama dinlemedim. Arkadaşlarının yanına gittiğimde Ece'nin uzak bir köşede oturduğunu ve dikkatle beni izlediğini gördüm.

 

"Oo Beyza çok güzel görünüyorsun."

 

Selin' e öpücüklerimi yollarken, Çınar'la, Kağan da "Harika görünüyorsun." dediler.

 

Teşekkürler dememe kalmadan Demir yanıma geldi. Beni kendine doğru çevirip baştan aşağıya süzdüğünde tahammülsüz bir nefes verdi.

 

"Ben sana böyle giyinmeyeceksin demedim mi? Oysa ne kadar kararlı olduğumu anlaman için dünkü kıyafetlerini çöpe bile atmıştım!"

 

"Evet dün gelip çöpe attın. Bende içinde komut barındıran sözleri dinleyen bir robot olduğum için bugün tüm renklerinden aldım."

 

Derin nefesler alıp, söylediklerimi sindirmeye çalışırken Kağan araya girdi.

 

"Oğlum nesini beğenmedin, fıstık gibi olmuş işte."

 

Demir ona doğru dönüp, dişlerinin arasından soluyorken cevap verdi.

 

"Sorun da o zaten, biri ona benim baktığım gibi bakacak diye ödüm kopuyor."

 

Kağan "Yenge bu sana çok aşık! Baksana aşk bunu tuhaf bir adama döndürmüş." dedi ve arkadaşları bu cümleye kahkaha atıp eşlik etti.

 

Tekli koltuğa oturduğumda dizlerimi göğsüme doğru çekip, ellerimi dizlerimde birleştirdim. Böyle konuştuğu zaman ona doğru akan yüreğimin, önünü kesmek zorunda olduğumu bildiğim için Ece'ye baktım. Kalbimi bir el sıkıyor, bu işin altından kalkamayacakmışım gibi hissettiriyordu. Başarabileceğim bahanesine sığınıp derin bir nefes aldım.

 

"Hoş geldin Ece. "

 

Bana doğru kafasını çevirip, gülümseyerek "Hoş bulduk." dedi.

 

"Seninle de ilgilenemedim, gerçi sen ev sahibi sayılırsın. Bari Demir, ilgilenip odana yerleşmene yardımcı oldu mu?"

 

Herkes bana bakıp yutkunuyordu. Demir ise ayakta kalmış, ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyordu. Ben ise kalbimdeki yangını harlıyor, içimdeki onu yok etmek için çaba veriyordum.

 

"Evet, bu evin her karışını avucumun içi gibi bilirim."

 

Meydan okuyordu bana ama bu benim canımı yakmıyordu. Benim amacıma hizmet ettiğinden bihaber, böyle davranmaya devam etmesi gerekiyordu. Ben kendimi Demir'den kurtarana kadar asla durmayacak, gerekirse kalbimi de gözden çıkaracaktım.

 

"Ben uyandığımda üst katta kitaplığın karşısındaki odadaydım. Senin odan ise söylemen yeterli hemen başka bir odaya geçebilirim."

 

Derin bir nefes alıp yüzüme umursamaz bir gülümseme yerleştirmeye çabalasam da artan mide bulantım ile "Şimdi senin mazin çoktur bu evde, belki tazelemek istersin." dedim.

 

"Yatmadığım tek oda orası Beyza. İçin rahat uyuyabilirsin."

 

Ece'nin cevabından sonra Selin kızarıp öksürmeye başladı. Konuyu dağıtmak istediği çok açık görülüyordu. Tebessüm ederek, omzuna dokundum ve devam ettim.

 

"Aklında kalmış olacak ki buraya kadar gelmişsin. Ben en iyisi eşyalarımı toplayıp, o odadan çıkayım ve sen de karakterine yakıştığı gibi davranmaya devam et."

 

Ece'nin gülen yüzü solmaya başlayıp, bir iki kez öksürdü. İçerden bir kadın gelip sofranın hazır olduğunu söyleyince herkes ayaklanıp sofraya geçti. Yine eski iştahsızlığıma dönmüş, yemek yiyememeye başlamıştım.

 

Demir elini uzatıp "Hadi gel." dedi.

 

"Aç değilim Demir, midem sizin ki gibi geniş değil biliyorsun."

 

Öfkeyle önüme doğru eğilip, dişlerinin arasından konuştu.

 

"Şu sofraya geç otur, seni pişman ederim yoksa!"

 

"Mesela ne yaparsın Demir, sevgilin ile aynı eve tatile mi getirirsin?"

 

Ormanda söylediği gibi illa benden sıkılacak ve böylece bu evliliği bitirecekti. Öfkeli bakan gözlerine verdiğim karşılık onun gözlerindeki öfkeden çok daha büyüktü ama kısa süre sonra onun gözlerindeki öfke oradan silinmiş, farklı bir duyguya geçiş yapmıştı. Koltuğun yanına oturup, aramızdaki mesafeyi minimuma indirdi ve kulağıma eğilip fısıldamaya başladı.

 

"Çok zorsun Beyza. Böyle davranınca senden vazgeçeceğimi düşünüyorsun ama tam tersi oluyor, beni kendine daha çok çekiyorsun."

 

Başımı ona doğru çevirip, gözlerinin içine baktım. Bunca çabayı ben bunun için veriyor olamazdım.

 

"Peki gidip onu kolundan dışarı atsam o zaman vazgeçer misin benden?"

 

Kafasını hayır anlamında iki yana sallayınca sinirle yerimden kalktım. "Nerede yanlış yaptığımı mutlaka öğreneceğim ve senden kurtulacağım Demir!" diye sessizce bağırdım. Kurtulacağım kelimesinden sonra kalbimin üstüne vazifeymiş gibi sancımasına da iyice ayar olmaya başlamıştım.

 

Benim kalbim olduğundan haberdarsındır inşallah!

 

Oflayarak Demir'e arkamı dönüp elimi yıkamaya gitmiştim ama asıl bu oflamanın bana olduğunu biliyordum. Ellerimi yıkadıktan sonra masaya doğru ilerledim. Sofra ciddi anlamda harika görünüyordu ve çok emek verdikleri her detayında kendini gösteriyordu. Sandalyeye oturduktan birkaç saniye sonra Demir yanıma oturdu ve çalışanlar servise başladı.

 

"Ellerinize sağlık, masa iştah açıcı görünüyor." Yönümü biraz daha çalışanlara çevirdiğimde mahcup bir şekilde gülümsedim.

 

"Sizinle daha tanışamadık değil mi? Lütfen kusura bakmayın. Ben Beyza, nasılsınız?"

 

Kadınların ikisi hemen hemen aynı yaşlarda görünüyordu. İçlerinden servis yapan kadın "Teşekkür ederim hanımım, beğenmenize sevindik. Bizler iyiyiz, siz nasılsınız efendim." dedi.

 

"Aşk olsun hanımım mı? Ben olsam olsam Beyza veya kızım olurum. Lütfen böyle konuşmayın. Bu arada siz Karadenizlisiniz sanırım, birazcık şiveniz var. İsminizi öğrenebilir miyim?"

 

Kadın yanıma doğru gelirken gülümsüyordu. "Evet, ben Sevda. Hatta kuzenim Emine sizin evde çalışıyor." deyince mutlulukla yönümü tamamen kadına doğru döndürdüm.

 

"Emine teyze sizin kuzeniniz mi?.. Ama ben dayanamam verin elinizi öpeceğim." deyip kadının elini öpmeye yeltendim. Her ne kadar itiraz ediyor olsa da elini öpmem ve sarılmam için aramızda hiçbir engel yoktu ve olamazdı da... Sevda Teyze'nin elini öpüp sarıldığım zaman sanki memleketime gitmiş gibi mutlu olmuştum.

 

"Beyza yeter artık yemeğin soğuyor. Sana hatırlatmasam ağzına lokma sürdüğün yok."

 

Demir, beni kolumdan tutup kendine doğru çekerken "Sevda teyze yemekten sonra mutlaka yanına geleceğim. Biraz bizim oralardan konuşur, hasret gideririz. " dedim ve yerime gerçekten mutlu olarak oturdum.

 

Selin, bana bakarken gözlerinin içi gülüyordu. Dilini çıkarıp, elindeki peçeteyi buruşturdu.

 

"Bize gelince ancak yüzünü düşür hanımefendi, memleketlini görünce de git öpüp kokla." derken elindeki peçeteyi bana doğru attı ama peçete çorbamın içine düştü.

 

Gözlerimi çorbamdaki peçeteden kaldırdığımda önce Selin'e, sonra sofradaki herkese tek tek baktım. Selin mahcup olmuş bir şekilde "Özür dilerim Beyza, sadece şaka yapmak istemiştim." dedi.

 

Kahkaha atıp ayağa kalkarken "Beceriksiz alt tarafı bana atacaktın, onu bile beceremedin. Karadenizli olmadığın o kadar belli ki..." dedim. Çorbamı alıp, mutfağa doğru giderken söylediği cümleye kıyamadım için Selin'in yanağını öptüm.

 

"Sen iste ben, seni de öperim. "

 

Bana doğru dönüp, o da beni öptü ve hemen peşine boştaki elimi kavradı. Gözlerimin içine gülen gözlerle bakmaya devam ederken kısa süre bakışlarını Demir'e çevirip sonra tekrar bana baktı.

 

"Demir'in sana neden aşık olduğunu artık anlıyorum."

 

Vücudumu dikleştirip doğruldum. Herkes bana Demir'in çok aşık olduğunu söylerken, nedense benim kulaklarımda dünkü sözleri yankılanıyordu. İçeride Sevda Teyze olduğu için uzatıp, Demir'e laf sokmayacaktım. Sadece tebessüm ederek yanlarından ayrılıp, mutfağa gittim.

 

"Beyza 10 dakika oldu. Sofraya gel artık, hâlâ seni bekliyorum."

 

Attığım kahkahayı Demir'in sesi bölerken sadece tamam diyebilmiştim ama çene çalmaya devam ediyordum. 10 dakika içinde bizim girmediğimiz konu kalmadığı için bir türlü içinden çıkamıyorduk. Tezgaha doğru katlanmış halde kahkaha atarken Demir, elini belimden geçirip beni kendine yasladı ve havaya kaldırdı. Bir eline de çorbayı alıp, masaya doğru getirirken ben hâlâ kahkaha atıyor, olaydan çıkamıyordum.

 

Masadaki herkes o halime gülerken sakince masaya oturmayı denedim ama yüzümdeki gülümseyen ifade devam ediyordu. Kafamı kaldırdığım sırada Demir'in, çorbasından bir kaşık bile almadığını gördüm. Zorla gülümsememi bastırmaya çalışırken, Demir'e baktım.

 

"Senin çorban buz gibi olmuştur. Ben sana yeniden getireyim de sıcak sıcak iç."

 

"Gerek yok, gittiğinde bir türlü gelmediğini gördük. Ben böyle de içerim. "

 

"Ama sen, soğuk çorba içmeyi sevmezsin ki..."

 

Dudağımdan dökülen cümle Demir'in şaşırmış bir ifadeyle bana bakmasına neden olurken ayrıca soru sormasını da sağlıyordu.

 

"Bunu sana söylediğimi hatırlamıyorum."

 

"Söylemedin zaten Demir, ben fark ettim. Bir de kısa süre önce neyi fark ettim biliyor musun? Sen tatlı yemeyi sevmiyorsun sadece ben, tatlı yemeyi çok sevdiğim için bana eşlik ediyorsun ve sonrasında keyifle senin tabağındaki tatlıyı yememi izliyorsun. Hatta bunu yaparken 2 kere iç çekiyorsun."

 

"Çünkü tatlı yerken mümkünmüş gibi daha fazla sevimli görünüyorsun Beyza."

 

Şimdi neden böyle güzel güzel konuşup, onunla kavga etmeden konuşmayı çok özleyen yanımı besliyordu ki?.. Bakışlarım önümdeki çorbaya kaydığı sırada Demir de önündeki çorbayı içmek için kaşığı eline aldı. Yapmamam gereken bir şeyi yaptığımın farkında olmama rağmen yapıyor ve kendime çokça kızıyordum. Çorba kasemi ortamıza getirip "Sıcak çorbamı seninle paylaşabilirim." dedim. Dudakları yukarıya doğru kıvrılırken bana göz kırparak çorbayı içmeye başladık. Kaşığı kaldırmakta bile zorluk çekiyor, kimsenin dikkatini çekmeden sol elimle bileğime destek veriyordum.

 

"Bakayım bileğine, kaşığı kaldırırken bile zorluk çekiyorsun."

 

Demir bileğime doğru uzandı. Elimi geriye çekerken aynı anda "Gerek yok Demir, yanlışlıkla bir yere vurdum galiba sonra krem sürerim." dedim..

 

Buradaki herkesi geçtim, eğer bileğimdeki hasar anlaşılırsa Trabzon'a kadar bunun haberi giderdi. Bizimkileri üzmeyi asla ama asla göze alamazdım.

 

"Siz kaç ay çıktıktan sonra evlendiniz?"

 

Varlığını unutturmamak için çabalayan Ece'nin, meraklı sesine doğru kafamı çevirip tebessüm ettim.

 

"Şöyle bir düşüneyim." derken Demir'e doğru baktım. Sonra gözlerimi şaşkınlıkla açıp, elimi ağzıma götürerek kapattım.

 

"Aaa Demir, biz seninle hiç çıkmadan evlenmişiz ya."

 

Ece "Şaka mı yapıyorsun?" diye kahkaha atarak güldü. Bunlar Demir'le ne kadar uzun süre çıkmışlardı da bu şekilde kahkaha atarak konuşuyordu.

 

"Peki siz, ne kadar süre çıktınız?"

 

Elindeki çatalı masaya bıraktı. İç çekerek Demir'in yüzüne bakıp konuşmaya başladı.

 

"Harika geçen 2 yıl kadar."

 

"Ee peki ben, hatayı nerede yaptım da bu adam seninle değil, benimle evlendi?"

 

Millet kahkaha atıp gülerken ben merak duyguma yenildiğim için gayet ciddi bir şekilde sormaya devam ediyordum. Tabii Ece'nin vereceği cevaptan sonra kalbimdeki hasarın bu kadar artacağını ve artan bu hasardan sonra Demir'e akdi bozup benden gitmesi için yalvarır şekilde konuşacağımı bilmiyordum.

 

"Cidden merak ediyorum. Niye evlenmediniz Ece? Boyunuz, yaşantınız, birbirine uyumunuz dışardan harika görünüyor. En azından bizim gibi zıt kutuplar değilsiniz. Neden evlenmediniz? 2 yıl bunun için uzun bir süre..."

 

Dirseklerini masanın üzerine koyup, ellerini birbirine bağladı ve bu sefer benim gözlerimin içine baktı.

 

" Evet uzun bir süre... Hatta 2 yılın sonunda ayrılmış olsak bile ara ara Amerika'da bana uğrar, sabahlayana kadar özlem giderirdik... "

.

 

.

 

.

 

Bu sözlerden sonra Beyza'nın canı çok yanacak olsa da hedefine kilitlenip ne yapması gerekiyorsa yapar yalnız benden söylemesi...

Loading...
0%