Yeni Üyelik
32.
Bölüm

32🍓 "GİTTİĞİN HER YÖN BANA ÇIKACAK"

@hanifta_hanim

İşte geldim buradayım,

Çok uzun bölümle karşınızdayım. 🥰

 

O yüzden şimdiden pamuk elleriniz oylama butonuna gitsin ve bir daha ki bölümün erken gelmesi için beni motive etsin.

 

Şu motivasyonu bana vermediğinizde inanın bana çekilecek dert gibi değilim. Bölüm başına oturup bön bön bakıyorum ve amannn kalk kız, burada oturup gözlerini ağrıtacağına eğlenmene bak diyorum : )

 

Bakın çok eğlenirsem, burayı unutabilirim benden söylemesi jfjfjf

 

Hadi size keyifli okumalar diyeceğim ama kaldığımız yeri hatırlayınca bunu diyemiyorum 🥶

.

.

.

O konuşmaya devam ediyordu ama kulaklarımı kaplayan uğultu, duymama engel oluyordu. Elimi kalbimin üzerine götürdüğüm zaman, kırılma sesi kulaklarımdan bile duyuluyordu. Şu an canım o kadar çok yanıyordu ki nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Demir'e doğru kafamı çevirdiğimde öfkeli halde Ece'ye bağırdığını görüyordum ama ne dediğini bile duyamıyordum. Kafasını bana doğru çevirip, baktığında gözünde sadece acı vardı.

 

Ayağa kalkıp, sandalyemi geriye ittim. Kapıya doğru ilerleyip, kitabımı aldım ve kendimi bahçedeki masaya attım. İçim alev alev yanarken tenim buz kesiliyordu. Dizlerimi göğsüme kadar çekip kollarımla sıkı sıkı sarıldığım zaman, istediğim tek şey hissettiğim acıyı bastırmaya çalışmaktı.

 

"Beyza..."

 

Omzuma dokunan elinden de ondan da nefret etmek istiyordum.

 

"Beyza ne olur, yapma."

 

Acı dolu sesiyle kurduğu cümleye karşılık verdiğimde ses tonumun ondan geri kalır yanı yoktu.

 

"Demir, bu seninle ilgili değil. Ben bu evlilikten kurtulmak için direniyorum."

 

Yüzüne dönüp, gözlerinin içine baktığımda benim gözümde hiç olduğunu anlaması gerekiyordu.

 

"Konu, sizin 2 yıllık ilişkiniz ve ilişkiniz bitmiş olsa dahi yaptığınız iğrençliklerde değil. Şimdi tut onu kolundan, odaya çıkar ve tekrar özlem gider. Kalbimde zerre hareketlenme olmaz. Seni sevmiyorum ki bundan dolayı acı çekeyim."

 

Cümlelerim gökyüzünde asılı kalırken ikimizin üzerine de aynı çiğ taneleri dökülüyordu ve ikimizin gözlerindeki acı yerini koruyordu ama cümlelerimi devam ettirdikçe onun üzerine dökülen çiğ taneleri öfkeli gözleri tarafından yanıp, yok oluyordu.

 

"Ben sadece nefret ettiğim bir adamla evli kaldığım, onunla aynı havayı soluduğum için üzülüyorum. Senin soyadın yanında defalarca kez kirlenen ve kirlenmeye devam eden temiz ismime üzülüyorum. Sana yalvarıyorum Demir, şu boşanma akdini biran önce gerçekleştir de şu evlilikten kurtulayım."

 

Haksızlıktı...Tam ona alışmışken, tam ona bir şeyler hissetmeye başlamışken, bana söylediği onca söz haksızlıktı. Benden sıkılacağı günün gelmesini beklemek haksızlıktı... Akdi bozması için ona bu cümleleri söylerken yüreğimde hissettiğim ağrı haksızlıktı. Cümlelerimi duyduktan sonra gözlerinde gördüğüm acıyı, yaşadığım acının önüne koymam haksızlıktı.

 

"Ece'nin buraya gelmesi büyük bir nimet benim için... Benden gitmen için büyük bir fırsat."

 

Sözlerimi öfkeli sesi bölüyor, kalbimdeki acıyı tetikliyordu.

 

"Benden gitmeyi bu kadar çok istiyorsun öyle mi! Senin gözünün içine bakarak, onu kendime öyle yanaştırırım ki bana dokunduğu her an için kendini suçlarsın Beyza. Gerçekten bunu mu istiyorsun?"

 

Artık gözlerindeki bu ifadeyi tanıyordum. O, özü olarak kabul ettiği kalbinin karanlık tarafındayken en büyük acıları bana yaşatıyor, bunları yaşatırken gözlerine donuk bakışlar yerleşiyordu.

 

"Bu evliliğin bitmesini istiyorum..."

 

Dudakları tek çizgi halini aldığında alnının ortasındaki damar kendini belli ediyordu. Ne kadar acı çeksemde bunlara katlanmak zorundaydım; çünkü gün geçtikçe ona daha çok bağlanıyordum.

 

Kapı açılıp arkadaşları yanımıza geldi. Akın " Sözde Beyza'yı görmeye geldik ama hiç yanımızda durmuyor" deyince ona doğru bakıp, zoraki de olsa gülümsedim.

 

"Kusura bakma Akın, midem bulanınca nefes almak için dışarıya çıktım. Gelsenize biraz hava alır, sonra da içeriye gireriz."

 

Tamam anlamında başlarını salladılar. O sırada Ece'nin elindeki küçük valiziyle bahçenin çıkış kapısına doğru ilerlediğini gördüm. Hayır gidemezdi! Kalbimdeki o tohum varlığını hâlâ korumaya devam ederken Ece bu evden gidemezdi! Bu evliliği sonlandırmadan o buradan gidemezdi!

 

Tüm duygularım artık birbirine girmişti. Ben neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ayıramayacak kadar gururumun esiri olmuşken ağzımdan "Ece sende gel." cümlesi çıkıyordu.

 

Cümlemi duyan Demir'in gözlerindeki alev, beni kor ateşlere atıyordu ama bilmiyordu ki ben, kalbimden onu atana kadar o ateşlerde yanmaya razıydım.

 

Ece yerinde sabit dururken Demir, gömleğinin iki düğmesini açıp, gözlerime bakarak bana meydan okudu. Herkes masaya oturmuş, Selin ben üşümeyeyim diye montumu bana uzatmıştı. Kalkıp montumu giyindikten sonra tekrar yerime oturduğumda Demir de yerine oturdu. Gözlerimle buluşan gözleri, söylediğim onca sözün acısını çıkaracağının haberini veriyordu ve "Ece!" diye seslenerek bunu doğruluyordu. Bakışlarını benden çekip hâlâ yerinde sabit duran Ece'ye doğru çevirdi.

 

"Ece, sen her zaman olduğu gibi yanıma gel otur."

 

İçimde yaşadığım acıyı ölsem de ona belli etmeyecektim. Bu sefer söyleyeceği cümlede bakışlarını tekrar bana çevirerek, "Seni özledim." diyordu. Sanırım ona duyduğu özlemi, benim gözlerimin içine bakarak söylemesi, bende oluşan hasarı gözleriyle görmek istemesinden kaynaklanıyordu.

 

Herkes birbirine bakıp, bana doğru döndüğünde yüzüme kolaylıkla kondurduğum yalancı gülümsemeyi bu sefer koymakta zorlanıyordum ama ben, Beyza Akman'dım; o gülümsemeyi oraya kondurur, kalbimde şu an için yapamıyor olsam da gözlerimle ona hiç olduğunu iliklerine kadar hissettirebilirdim. Öylede yaptım. Yüzüme harika bir gülümseme yerleştirirken elimle de ondan bekleneni yaptığını gösterir tarzda 'harika' işareti yaptım. Ece, Demir'den duyduğu cümleyle gülümseyerek yanındaki sandalyeye oturduğunda gururdan yoksun bakışları şu an kullanıldığından haberinin olmadığını gösteriyordu veya o, bunu bildiği halde kullanılmaya razı geliyordu.

 

Selin gözlerimin içine bakarak başlattığı konuşmayı, Demir'e bakarak devam ettiriyordu.

 

"Demir saçmalıyorsun! Bu yaptıklarının elbette sonucu olacak. Eğer öfkene tutunup, böyle yapmaya devam edersen karını kaybedeceksin."

 

Selin'in çıkışı, Demir'in bana dönüp bakmasına neden oldu.

 

"O böyle şeyleri dert etmez. Sen kafana takma Selin. Dert etmezsin değil mi karıcığım?"

 

Sözlerinin aksine bakışları benden ufakta olsa bir itiraz duymayı bekliyor gibiydi ama ne olursa olsun o itirazı ona vermeyecek, gözü döndüğü vakit ne kadar ileriye gidiyor olabileceğini gözlerimle görecektim. Ece duyduğu cümleden aldığı cesaretle Demir'in elini tutmaya yeltendi, daha eline dokunamadan Demir dişlerinin arasından sessizce "Sakın!" diye çıkıştı. Bu çıkışma karşısında Ece elini ensesindeki saçlara doğru getirdi ve eliyle kenara alıp, sırtındaki dövmeyi adeta gözüme sokuyordu. Gördüğüm dövme karşısında çok daha fazla gerilmiştim ama gerildiğimi belli edemeyecek kadar da gururluydum.

 

"Aşk olsun Selin, tabii ki böyle şeyleri kafama takmam. Ben, sonuç odaklı bir insanım. Demir yapacak olduğu yanlışın bedelini, nasıl ödeyeceğini çok iyi biliyor. Gerçi bana ödül, ona bedel olacak ama bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yok."

 

Selin'deki bakışlarımı Demir'e çevirip "Söz verdin ama değil mi Demir, sonra sözünden dönmek yok." dediğimde onun çenesiyle beraber ellerinide sıktığını gördüm. Şu an ikimiz arasında büyük bir savaş veriliyordu ve bu savaşı durduran kişi asla ben olmayacaktım.

 

Demir masaya yumruk atıp, Ece'den içki getirmesini istedi. Ece yerinden kalkarken, uçuşan saçlarını tekrar ensesinden çekince mümkünmüş gibi daha fazla gerildim. Bir gün sonum olacaksa kesinlikle hissettiğim gibi davranmaktansa onların hak ettiği gibi davranmaya çalışmak olacaktı. Gerilmiş çeneme inat gülümserken alaylı sesimle konuşuyordum.

 

"Ece tamam sırtındaki Demir yazılı damgayı, ay pardon dövmeyi gördüm. Göstermek için bu kadar çabalamana gerek yok."

 

Sinirlenmiş şekilde dişlerini sıktı ve içeriye doğru gitti. Gülümseyerek masadakilere baktım.

 

"Gülmeden söyleseydim, çok iyi olurdu ama o hali gerçekten komik görünüyordu."

 

Kağan sandalyesini yakınlaştırıp, beni incelemeye başladı. Aramızda bayağı mesafe olsa da Demir sinirlenip, yerinden kalktı ve üzerinde ben yokmuşum gibi rahat bir şekilde sandalyemi biraz daha uzağa çekti. Sözde akdi bozmak için beyefendi atağa geçmişti ama arkadaşının bana birazcık dikkatli bakmasına bile katlanamıyordu.

 

"Karımdan uzak dur Kağan, bir daha uyarmam! Ona bu kadar dikkatli şekilde baktığını bir daha görmeyeceğim."

 

Kağan kafasını tamam anlamında sallarken "Okuduğun kitabın konusu ne Beyza?" diye sordu.

 

Demirin gözlerinin içine bakarken yanıtladım.

 

"Kocasından ayrılmak isteyen, bir kadını anlatıyor. Kocasının yaptığı her hatada, ondan bir adım uzaklaşıyor; ta ki kocasının yaptığı son hataya kadar. Son hatada kadın kocasından öyle bir gidiyor ki bir ömür kocası, onu arasada hiçbir yerde bulamıyor. Tabii bu gidiş kadının başlangıcı, adamın ise sonu oluyor."

 

Selin üzülerek "Adam şu an bunu görmemek için direniyor ama karısını kaybettiğinde her şey için çok geç olacak." diyerek iç geçirdi. Ece içki şişesini getirip, masadakilere "İçer misiniz?" diye sordu. Masadakiler de şu an masaya gelen içkiyle yapılmak istenenin farkındalardı. Akın bu farkındalık ile öfkelenerek cevap verdi.

 

"Demir gelmeden önce hepimizi Beyza'nın hassasiyeti noktasında tembih etmiş, onun yanında içki içmememiz gerektiğini birkaç kere hatırlatmıştı. O yüzden siz için, biz yine de ona yaptığınız bu saygısızlığa ortak olmayacağız."

 

Ece daha fazla keyiflenerek iki tane içki bardağı doldurdu ve bir tanesini Demir'e uzattı. Demir'in elinde gördüğüm içki bardağı baş edemediğim bir duyguya dönüştü. Sanırım dik durmayı beceremeyecek bundan önce söylediğim onca cümleye inat hüngür hüngür ağlarken "Yapma" diyecektim. Demir'in bakışları gözlerimle buluştuğu sırada orada ne gördü bilmiyorum ama gördüğü şey onun rahatlamış bir nefes vermesine neden oldu. O sırada telefona gelen görüntülü aramaya öyle minnettardım ki çünkü bu manzaraya daha fazla katlanamayacağımı yanan genzimden dolayı çok iyi biliyordum.

 

Telefonu uzaklaştırıp gelen aramayı açtığım zaman gülen gözleriyle Yavuz Selim'in bana baktığını görüyordum.

 

"Gökyüzüm..."

 

"Beyaz çikolatam, seni çok özledim."

 

Oradan uzaklaşmak için kalkarken Demir, elindeki bardağı yere atıp, duyduklarını doğrulamak ister tarzda masadaki arkadaşlarına sordu.

 

"O, benim karıma beyaz çikolatam, seni çok özledim mi dedi?"

 

Demir'deki bakışlarımı tekrar Yavuz Selim'e döndürdükten sonra zoraki de olsa sesimi toplamaya çalıştım ve "Bende... Bende çok özledim." diye karşılık verdim ama Yavuz'un yaptığı ani fren sesinin peşine alelacele kurduğu cümle eşlik etti.

 

"Beyza şu an acil kapatmam gerekiyor, önümde kaza oldu."

 

"Sen iyisin ama değil mi? Sende bir şey yok."

 

"Bende hiçbir şey yok korkma. Hadi gönder benimkileri gelsin."

 

Demirin ayak sesleri yaklaşırken, ben ona öpücüklerimi gönderiyor, o da hepsini topluyordu.

 

"Beyza!"

 

Demir'in sesi her yeri inletirken, ona doğru döndüm ve aramayı sonlandırıp telefonu cebime koydum.

 

Kısa sürede aramızdaki mesafeyi kapattığı sırada öfkeli sorusu masadaki herkesin daha dikkatli bize bakmasına neden oluyordu.

 

"Sen kiminle konuşuyordun?"

 

Ona doğru bakıp, gözlerimi devirdiğimde sorusuna cevap verecek değildim. Sessizce eve doğru gitmek için birkaç adım attım ama o, daha fazla ilerlememe izin vermeyip kolumdan tutarak beni kendine çevirdi.

 

"Sana soru sordum!"

 

Biz kavga ediyorduk ve artık rol yapıp gülümsememe gerek yoktu. Masada gülümseyerek içime attığım şeyleri artık öfkeli sesimle ondan rahatlıkla çıkarabilirdim.

 

"Sen kimsin de bana soru soruyorsun? Bana nasıl dokunursun sen, çek şu elini! "

 

Elini kolumdan silktim ve hızla evin yolunu tuttum. Önüme geçip gözlerimin içine baktı.

 

"Kocanım ulan, kocan! Sana dokunmayacağımda, kime dokunacağım"

 

"Artık değilsin!"

 

Kenarından dolanıp, geçerken beni kendine doğru çevirdi ve birkaç saniye gözlerimin içine baktıktan sonra bana sarıldı.

 

"Öyle bakmışken ölürümde seni bırakmam... 2 gündür yüzüme bakmadığın için ne haldeyim görmüyor musun?"

 

Kendimden uzaklaştırdım ve mesafeyi açtım.

 

"Ne haldeymişsin Demir, anlatta bileyim? Daha demin 'Ece yanıma gel otur, özledim' diyordun. Şimdi bu sözlerine mi inanacağım. "

 

Yüzüne keyifli bir ifade yayılırken cümleleri daha fazla sinirimi bozuyordu.

 

"Bir tek ona yanıma gel otur dedim ve ona asla dokunmadan aradaki mesafeyi kontrol ettim. Sözlerine öfkelenmiş olsam bile seni özledim derken özellikle senin gözlerinin içine bakarak söyledim; çünkü benim aşık olduğum da özlediğim de tek kadın sensin."

 

Gözlerimi sinirle yumup, derin bir nefes aldım. Bu adamın aşık olduğu tek kadın bensem, o zaman Ece ve onun gibi nicesi ne oluyordu?

 

"Yalancı sahtekar, senin bu sözlerine inanır mıyım ben? Şu arkadaşınızı alın, yoksa elimden bir kaza çıkacak!"

 

Selin gülerek "Hiç kimse yerinden kalkmasın, Demir bunları fazlasıyla hak etti. Karısını sinir etmek için masaya içki bile getirtti." dedi.

 

"Birde o vardı değil mi? Ben onu unutmuştum." deyip masaya doğru gideceğim sırada Demir, Selin'e doğru döndü ve çenesini sıkarak konuştu.

 

"Zaten öfkesi dinene kadar ona dokunmamı engelleyecek ve beni kendine hasret bırakacak, ne diye hatırlatıp daha fazla sinirlendiriyorsun!"

 

Selin sırıtarak güldü ve eliyle oh işareti yaptıktan sonra "Seni böyle görmek inanılmaz derecede keyifli Demir, hele birazdan olacakları izlemek inanıyorum ki daha keyifli hissettirecek." dedi.

 

Masadan içki şişesini alırken sağ bileğimin ağrısıyla inleyip, yerimde kıvrandım. O esnada Demir, elime bakmak istedi ama müsaade etmeden şişeyi sol elimle alıp yukarı kaldırdım.

 

"Sen hangi elinle, o bardağa dokundun?"

 

"Ağzıma sürmedim, sürmem de. O günden sonra tövbe ettiğimi sana söylemiştim."

 

"Sana, hangi elinle dokundun dedim. "

 

Bir kaç adım geri gidip gösterdi. Şişeyi o koluna doğru savurduğum zaman tam koluna çarpacakken kendini kenara attığı için şişe kolunu sıyırdı.

 

"Gerçekten senden nişan alma dersleri almalıyım. Hareket etmeseydi, tam gösterdiği yerden vuracaktın."

 

Selin'e doğru bakıp öpücük attım. Demir o esnada yanıma doğru gelirken mızmızlanan çocuktan farksız bir şekilde "Senin kocan benim. Beni öpeceksin, başka kimseyi değil" diye bağırıyordu.

 

Kendimi sandalyeye atarken "Bu önceden de böyle miydi? Nasıl katlandınız, ne olur anlatın?" dedim. Çınar kafasını iki yana salladı.

 

"İlk defa böyle görüyoruz Beyza. Biz Demir'in kimseyi kıskandığını görmedik. Bizi geçtim, Selin'den bile kıskanıyor."

 

Demir sandalyesini yanıma çekip, özlem dolu gözlerle bana bakıyordu.

 

"Çok özledim Beyza, birazcık kokunu içime çekerek sarılayım. İki gün oldu, koca iki gün... Sen hiç özlemedin mi?"

 

Gerçekten şu iki günde onu çok özlemiştim ama onca şeyden sonra, bende seni çok özledim diyemezdim. Gözlerimi özlem dolu gözlerinden çekip yere eğdiğimde "Ben çok üşüdüm, artık içeri girelim mi?" diye sordum.

 

"Nasıl ısınacağını sana öğretmiştim, ısıtmamı ister misin?"

 

Etkilemeye çalıştığı sesle sorduğu soru içten içe tebessüm etmeme neden olmuştu. Herhalde o, beni kolaylıkla kandırabileceğini düşünüyordu. Ona doğru bakıp, ayağa kalktım. Ellerimle saçını karıştırırken alaylı sesimle konuştum.

 

"Sen çekici olduğunu mu sanıyorsun? Denizin soğuğunda ısınmayı tercih ederim Demir."

 

Ona öyle söylüyordum ama ciddi anlamda tüm vücudum buz kesmişti. O yüzden eve doğru adım atmaya başlarken ayrıca Demir'i şimdiden uyarmakta fayda görüyordum.

 

"Seni şimdiden uyarıyorum Demir. Sakın odamın civarında dolaşmaya kalkma, kapımı kilitleyip uyuyacağım."

 

Benimle beraber herkes içeriye girerken, montumun fermuarını açtım. Demir beni kendine çekip, gözlerimin içine baktı.

 

"Gel burayada, kocan görevini yerine getirsin."

 

Montumu çıkarıp eline aldı. Gözlerimin içine bakarak aradaki yarım adımlık mesafeyi kapattığı sırada alnımdan öpmek için eğildi ama öpmesine izin vermeden iki adım geriye gidip mesafeyi açtım.

 

"Sen, benden uzaklaştıkça hırçın adamın teki oluyorum."

 

Gerçekten bu böyle oluyordu. Ne zaman ondan uzaklaşıyor olsam o, özü olarak kabul ettiği karanlık tarafa geçiyordu ve geçtiği bu karanlık tarafla bende büyük hasara neden oluyordu. Bunu biliyor olsam bile söylediği sözleri ve davranışlarını hazmedemiyordum. Karakterime emrivaki, yüksek perdeden söylenen cümleler ters düşüyor, bu sefer kendimi, ondan uzaklaşmış şekilde buluyordum.

 

"Uzaklaşmak için haklı nedenlerim var Demir. Beni, bu kadar uzağa sen, kendi ellerinle ittin. Şimdi suçu bana atamazsın."

 

Yanından ayrılıp Selin'in yanına oturdum. Biraz muhabbet etmeye başladığımız sırada Sevda Teyze tatlı servisine başladığı için kalkıp ona yardım ettim.

 

Sanırım benim zaaflarımın başında çikolatalının bol olduğu tatlılar geliyordu veya ben, her türlü tatlıya bayılıyordum ama çikolatalı olanları yedikçe kendimden geçiyordum. Derin bir nefes alırken mutlulukla kapattığım gözlerimi gülümseyerek açtım.

 

"Sevda Teyze, bu efsane bir şey. Lütfen bir dilim daha verir misin? Bu arada bunun tarifini mutlaka senden almalıyım, eve gidince yapar bol bol yerim."

 

"Bunu ben yapmadım kızım, Demir Bey senin için aldığını söylemişti."

 

Beklemediğim yanıt karşısında kafamı döndürüp Demir'e baktım ama ağzımdaki çatal öylece yerinde duruyordu.

 

"Dün sana anlattığım tatlı buydu. Yiyemeyince içime dert oldu. Senin çok seveceğini düşündüğüm için aldım."

 

Demir'in cümlesiyle ağzımdan çatalı çıkarıp bakışlarımı ondan çektim. Bir dilim daha pasta getiren Sevda Teyze'nin elinden tatlı tabağını alırken bildiğin savaş veriyordum. Sanırım dayanamayacak pastayı yemeye devam edecektim. Hem onun aldığı pastadan iki dilim yesem hiçbir şeycikler olmazdı.

 

"Normalde yemezdim Demir ama çikolatalı olduğu için dayanamıyorum. Yine de sen yemedi farz etsen ve görmezden gelsen olur mu?"

 

Demir daha cevap vermeden Selin koluyla itip gülmeye başladı. Kulağıma doğru sessizce fısıldadığı zaman tabağımdaki tatlıdan yiyerek onu dinliyordum.

 

"Eminim şu an Demir, çikolatalı pasta olmak istiyordur."

 

"Neden?"

 

"Çünkü senin zaafının çikolatalı tatlılar olduğu çok belli, baksana yerken kendinden geçiyorsun."

 

Kendimi geriye çekip önce Selin'in gözlerine daha sonra da Demir'e doğru baktım. Arkadaşları bir şeyler anlatırken o, ciddi ifadeyle onları dinliyordu.

 

"Allah aşkına Selin, Demirden çikolatalı tatlı mı olur? Ondan olsa olsa çikolata ile kaplanmış acı biber olur."

 

Selin cümleme ayarsız bir kahkaha attığında gülmemek için dudağımın kenarını ısırıyor olsam da yine de dayanamış, tebessüm ederek ona eşlik etmiştim. Tebessümüm tabağıma kayan bakışlarımla son bulurken, tatlıyı ne ara bitirdiğimi sorguluyordum. Sanırım tatlı yemenin en kötü yanı çabuk bitiyor olmasıydı.

 

Bakışlarım bu seferde Selin'in tabağında hâlâ varlığını korumaya devam eden tatlıya kaydığında dayanamayıp tatlısından bir çatal aldım ama Selin, sanki canını almışım gibi bağırıyordu.

 

"Tatlımdan uzak dur Beyza!"

 

"Demir'in arkadaşı olduğun o kadar belli ki...Hem ben, senin tatlına mı kaldım."

 

Tekrar bir dilim tatlı almak için kalkarken Demir, hiç dokunmadığı tatlı tabağını uzattı. Şu an hiçbir şey yokmuş gibi onun tabağındaki tatlıyı yiyemezdim. Yüzümü döküp, kafamı çevirdim. Odaya şöyle bir bakınca Ece'nin olmadığını fark ettim. Kendi kendime acaba nerede diye sorarken tatlı tabağını masanın üzerine bıraktım ve dış kapının yanındaki büyük camdan dışarıya baktım.

 

Kafasını iki elinin arasına almış öylece boşluğa doğru bakıyordu. Ona hissettiğim duygular pekte iç açıcı değildi ama böylesi soğukta tek başına durması onun için üzülmeme neden oluyordu. Yine kendimi merhametime yenilmiş şekilde buluyordum. Askıdan montumu alıp yanına gittiğimde derin bir nefes aldım.

 

"Ece, neden içeriye gelmedin?"

 

"Hak ettiğim yerdeyim. Beni boş ver Beyza, içeriye gir."

 

Hüzünlü çıkan sesi üzerine montumu örtüp, önünü birleştirmeme neden oluyordu ama ayrıca kendimi; mini eteği, göğüs ve sırt dekolteli ince trikosu ile nasıl üşümediğini sorgularken buluyordum. Düşüncelerimi bertaraf edip sandalyeye oturdum ve "Bu soğukta yalnız kalmayı kimse hak etmez. Hadi içeriye girelim, hem sıcak çayın iyi gelmeyeceği hiçbir şey yoktur." dedim.

 

Eliyle elimi tutup, gözlerimin içine baktı. Elime hakim olan hisle duyduklarım birleştiğinde midemin bulanmasına neden oluyordu. İstemiyordum. Elimi tutmasını da Demir'in geçmişi tarafından yaftalanmak da kesinlikle istemiyordum.

 

"Demir'in aşık olup, evlenebileceği ihtimalini hiç düşünmemiştim Beyza. Evlendiği kişi hamile olduğu için zorunlu evlenmiş olabileceğini düşündüm. O yüzden kendi gözlerimle görmek istedim ama sana bakışlarını görünce öyle olmadığını anladım."

 

"Neden herkes Demir'in bana çok aşık olduğunu söylüyor Ece? Demir bana nasıl davranıyor ki bunları söylüyorsunuz?"

 

"Senin şu yaptıklarının bir tanesini, ona yapabilecek bir kişi tanımıyorum Beyza. Onu açık açık istemediğini söylediğin halde, hâlâ sana aşık olduğunu söylüyor duymuyor musun? Gözlerinin içine bakıyor, sen olmadan yemeğe başlayamıyor, sen yanında olmadığın için gelip seni koluna alıyor, o da yetmezmiş gibi birde senin için çorbanı taşıyor. Her yerin kapalı olduğu halde, seni nasıl kıskandığını gerçekten görmüyor musun? Ben bunca yıl hayatındaydım, bir kere beni kıskandığını, ne giydiğime dikkat ettiğini bile görmedim. "

 

Demir'in kalbimde hasara neden olan sözleri, tam anlamıyla emin olma mı engelliyordu.

 

"Ben, emin olamıyorum Ece."

 

Ece cümlemi cevaplarken ayağa kalktı ve valizine doğru ilerledi.

 

"Çünkü hep sana aşık olan Demir'i tanıyorsun. Eski Demir'i görseydin, gerçeği bilirdin."

 

Küçük valizini eline alıp bahçe kapısından çıkacağı sırada adımlarını durdurdu.

 

"Sen çok iyi birisin Beyza ama yine de ben, bekliyor olacağım."

 

Bana bakmadan söylediği sözler bittiğinde gidişini yüzümü buruşturarak izledim. Kimi kastettiği ortadaydı ve ben, yine de o cümleyi söylemesini ona yakıştıramamıştım. Sıkkın bir nefes verip montumu yanında götürdüğünü hatırladım.

 

Montumu bıraksaydın bari!

 

Montun Mavi Gökyüzüm'ün hediyesi olduğunu hatırladığımda daha çok üzüldüm ve telefonumu elime alıp Yavuz Selim'e mesaj çektim.

 

(Yazışma ekranı👇🏻👇🏻)

 

 

 

Elimdeki telefonu eteğimin cebine atıp, hızlı adımlarla eve doğru ilerledim. Vücudum buz tutmuştu ve bir an önce ısınmam gerekiyordu. Zile bastıktan birkaç saniye sonra Demir kapıyı açtı. Özlem dolu gözleriyle baş etmeye çalışmak yeteri kadar zor değilmiş gibi birde kapıyı kapatıp aradaki mesafeyi minimuma indiriyordu. Derin bir iç çekerek yüzümü iki elinin arasına aldığında "Çok üşümüşsün, seni ısıtmamız lazım" dedi. Onun endişeli sesi ellerimi, yanağımdaki ellerinin üzerine koymama ve sonrada gözlerinin içine bakarak sessizce konuşmama neden oluyordu.

 

"Evet gerçekten ısınmam lazım Demir. Önceden olsaydı beni ısıtan, sıcacık bir kocam vardı. Onun kollarına sığınıp, sıcaklığına teslim olabilirdim ama ona bunlar yeterli gelmedi. Benim düşüncelerimi hiçe sayıp, onu kocam olarak görmek için verdiğim savaşı görmedi ve ne yaptı biliyor musun? Bana aşık olup tamamen beni yaşamak istediğini, bu yaptıklarımın onun için yetersiz olduğunu söyledi. İnanabiliyor musun?

 

Tehdidiyle girdiğim bu evlilikte onun kocam olduğu gerçeğini kabul etmeye çalışırken ben, o çok daha fazlasını istedi. Hatta arsızca cümlelerine devam etti ve şu an dışarı çıksa onunla beraber olacak, onca kadının olduğunu söyledi. Hem de bunu gözlerimin içine bakarak söyledi.

 

Ama ona bu da yeterli gelmedi. Bu söylediklerinden bir gün sonra beni omuzlarımdan tutup silkelerken, bana çok yüz verdiğini, bu evliliği sırf onun canı istediği için yaptığını, benden sıkıldığı gün de bitireceğini söyledi ve bunları bana diyen adam, ondan önceki gün bana duyduğu aşkı görmediğim için kör olduğumu haykıran adamın ta kendisiydi.

 

İşte o yüzden, ben kocamın sıcak kolları yerine şu an peteğin yanına gidip, ısınmak zorundayım Demir. O sıcaklığa ne kadar çok alışsamda bir daha beni ısıtmasına izin vermeyeceğim."

 

Gözlerinin derin kahveliklerine bir kere daha kalbim düşerken, dilimden çıkanlarla ona veda ediyordum.

 

Ellerimle beraber ellerini, yanaklarımdan indirdiğimde önce yanaklarım, sonra da kalbimde büyümesine engel olmaya çalışsam da hâlâ yerini koruyan cılız köklü filiz isyan ediyordu.

 

Demir'in bakışlarındaki acı, yönümü şaşırmama neden olsada yanından dolandım ve arkadaşlarının bulunduğu yere doğru ilerledim.

 

"Ben iki gündür neleri kaybettiğimin farkındayım Hanifta Hanım. Sen benden gitsende ben, hep senin karşında olacağım için gittiğin her yön yine bana çıkacak."

 

Kararlı sesiyle kurduğu cümleler önüme gelip durmasıyla son buluyordu. Ayak ucumdaki bakışlarımı kaldırıp Demirin gözlerine baktım.

 

"İşte böyle. "

 

Kendinden emin cümlesini net sesi, kararlı bakışlarıyla gösteriyordu. Kendimi geriye çekip yana doğru ilerledim; fakat bu sefer aradaki mesafeyi açmama fırsat vermeden yine önümde durdu. Elini yanağıma koyup gözlerimin içine baktığında "İşte aynen böyle olacak." diye fısıldadı.

 

Gözleri bana kurulan bir tuzaktı ve ben, o tuzağa öylece düşmeye niyetli değildim. Önce gözlerimi ondan kaçırdım sonra da ondan uzaklaşıp, yönümü değiştirdim ama attığı bir adımla yine önümü kesti. İki eliyle yüzümü kavrarken yüzünü yüzüme yanaştırıp burunlarımızı birbirine dokundurdu ve gözlerimin içine bakarak konuşmaya devam etti.

 

"İstediğin kadar benden git Beyza, her gidişinde sana çok daha yakın olacağım."

 

Gitgide kurduğu teması arttırıyordu. Ona direnmek benim için artık zor olsada pes edemezdim. Sessizce ellerini yüzümden geri indirdim ve bir adım daha uzaklaştım. Yanından geçerken bu sefer kolumdan tuttu ve beni kendine çevirdi.

 

"Sen var ya inatçısın hem de çok inatçı... Ama sen inatçıysan bende sana körkütük aşığım. Hadi gitte göreyim."

 

Ani bir şekilde dizlerini büküp beni omzuna attığında beklemediğim hamlesi karşısında ağzımdan ufak bir çığlık kaçtı. Hızlı adımlarla merdivene doğru ilerledi. Ciddi anlamda bu adamın arsız ve rahat tavırları sinirlerimi alt üst ediyordu.

 

"İndir beni Demir! Kafana estiği gibi beni omzuna atıp, istediğin yere götüremezsin."

 

"Öyle bir götürürüm ki karımsın ulan, benim karım!"

 

Mutfak kapısından Sevda Teyzenin çıktığını görünce ona seslendim.

 

"Sevda Teyze ağabeylerimi ara ve onlara beni zorla omzuna aldığını söyle. İstemiyorum bana dokunmasını, istemiyorum işte... "

 

"Arasın bakalım seni benden alabilecekler mi? Karıma dokunurken, kimseden izin alacak değilim. 2 gün sensizlik beni çıldırttı zaten şimdi ciğerlerim patlayana kadar kokunu içime çekeceğim. Buna sen bile engel olamayacaksın inatçı keçi!"

 

"Sen bana inatçı keçi mi dedin? Mağara adamı, gün görmemiş kibarlıktan yoksun fasulye sırığı!.. Selin bari sen yardım et."

 

Sevda Teyze bile kahkaha atıp gülüyor, hiçbir Allah'ın kulu, beni şu adamın elinden almıyordu.

 

"Rahat durda adam birazcık karısını öpüp koklasın Beyza. Karısından uzak kaldıkça çekilecek gibi değil, sürekli yüzü asık dolaşıyor."

 

"Selin! Beni oraya getirtme, karısı dediğin ben oluyorum. Başka birinden bahsediyormuş gibi konuşma!"

 

Selin'in ne dediğini bile duymadan Demir odaya girip, kapıyı kilitledi ve anahtarı cebine koydu. Yatağın ucuna gelip, beni yavaşça yere bıraktı. Burnunu boynuma dayarken "3 gün olacak neredeyse Beyza, ne kadar çok özlediğimi bilmiyorsun." dedi.

 

Kırgındım. Ona karşı çok kırgındım ve söylediği hiçbir sözü de unutmamıştım. Kendimi kollarından geriye doğru çekip, yatağın diğer tarafına doğru dolandım.

 

"Dün Allah'ın cezası diyordun. Ne güzel işte, seni en büyük cezandan kurtarıyorum."

 

Söylediğim sözler onun canını daha çok acıtmış gibi bakıyordu ama hayır benim canımı çok daha fazla acıtmıştı ve bunu söylerken omuzlarımdan tutup beni silkeleyerek söylemesi daha fazla sözlerin içime işlemesine neden olmuştu.

 

"Beyza, seni o adamdan nasıl kıskandığımı bilmiyorsun. Aklıma geldikçe onu öldürmediğime pişman oluyorum. Onca zaman seni unutamadığı yetmezmiş gibi seni aramış, söylediklerini duymadın mı? Hepsini geçtim sana nasıl hayran hayran baktığını görmedin mi?" Elleri yumruk halini alırken gözleriyle beraber çenesini de sıkıyor, öfkeli yüz hatlarında dolaşan gözlerim sıkmaktan bembeyaz olmuş ellerine doğru kayıyordu.

 

Kafasını iki yana sallayıp girdiği öfke krizinden çıkmaya çalıştığında gözlerini açtı. Çok geçmeden gözlerimle buluşan gözleri acı bir ifadeye büründüğünde "Beyza..." diye fısıldadı.

 

"Onların hepsini öfkeyle söylediğimi inkar etsen de biliyorsun Beyza."

 

"Hayır bilmiyorum Demir... Hem sen nasıl tuttuğun elimi iterek bırakırsın."

 

Ellerimi ona doğru gösterirken "Şimdi yalvarsanda ellerimi de beni de rüyanda görürsün Demir." dedim. Ellerimi indirmeye fırsat bulamadan yanıma doğru gelip, tutmaya çalışmış olsa da izin vermedim.

 

"Ben, sana kıyabilir miyim güzel karıcığım. Gel affet ne olur, çok özledim bak. En azından birazcık sarılmama izin ver."

 

"Gerçekten farkında değil misin Demir? Öfken gözünü her kör ettiğinde en çok bana kıyıyor, bedenimde de ruhumda da hasara neden oluyorsun."

 

Üzgün sesimden çıkan cümleler kulağına iliştiğinde kafasını olumsuz anlamda sallayıp iki adım geriye doğru gitti.

 

"Bunun olmaması için elimden geleni yapıyorum Beyza. Yemin ediyorum elimden geleni yapıyor, seni kendimden korumaya çalışıyorum ama günün sonunda sen, benden gidince tanıdık karanlık tarafından yutuluyorum."

 

Neden böyle oluyordu? Neden ona gözümde hiç olduğunu gösterdiğim zamanlarda gözlerine aynı donuk bakışlar yerleşiyor ve iddia ettiği karanlık tarafa geçiyordu.

 

"Demir ne olur şu yutulduğunu iddia ettiğin karanlık tarafı artık benimle paylaş. Geçen konuştuğumuzda da bazılarımız çocukluğunda zifiri karanlık tarafından yutuluyor demiştin. Lütfen karanlık tarafa geçtiğinde bana ne yaşadığını, hangi günde esir kaldığını anlat."

 

Ona doğru bir adım attığımda kafasını hayır anlamında sallıyordu. Neden benimle hiçbir şey paylaşmıyor, onun ne yaşadığını öğrenmeme izin vermiyordu?

 

"Sana bilmen gereken her şeyi söyledim Beyza. Sen yanımda olduğun, gözlerimin içine baktığın sürece ben aydınlık taraftayım. Sadece bunu bilmen ikimiz için yeterli."

 

Donuk bakışlarının ardında yaşadıklarını bana anlatmamakta kararlı görünüyordu. Peki ona acıyacağımı düşündüğü için mi anlatmıyordu, yoksa kendiyle mi yüzleşmek istemiyordu.

 

Yanından uzaklaşıp balkon kapısına doğru ilerledim. Kollarımı birbirine geçirdikten sonra uzun uzun denize baktım. Denizde benim gibiydi işte; yeri geldiğinde sakin, yeri geldiğinde hırçın ve asi...

 

Babamı gördüğüm rüyadan sonra asi ve gururlu tarafımı çok bastırmaya çalışmış, Demir'e şans vermek için çaba göstermiştim. Elimden geleni yaptığım halde, içten içe ona teslim olmayacağımı, onu kocam olarak kabul etmeyeceğimi her düşündüğümde sürekli değişik olsa da aynı anlamı barındıran rüyalar görmüştüm. Artık Demir'e karşı içimde verdiğim savaşla, hayalini kurduğum her şeyin kilitli kaldığım bu karanlık odada saklı olduğu anlamına gelen onlarca rüya arasında kalmak beni çok yoruyordu.

 

Yorucu olan bu süre boyunca onunla aynı yatağı paylaşmış, üşüdüğümde ara ara onun sıcaklığına sığınmıştım ama bu süre boyunca değişmeyen tek şey her gün beni güzel sözleriyle uyandırdığı sabah namazıydı. Namaz odasında günün sadece o vaktini birlikte geçiriyorduk ve bu dakikalarda ben namazımı kılarken, o secdede ettiği dualarla bana eşlik ediyordu. Güzel geçen 47 gün sonunda biz, yine eski halimize dönmüştük. Rüyalarımda gördüğüm onca şey aklımdayken, Demir'in iki gün önce söylediği sözler arasında sıkışıp kalmıştım.

 

Daldığım düşüncelerden beni, camdaki yansımada gördüklerim çıkarmıştı. Demir arkamdan bana sarılmış, burnunu boynuma saklamış şekilde kokumu içine çekiyordu. Birbirine bağlı olan kollarımı açıp, Demir'in bedenime doladığı kollarının üzerine koydum. Onu bedenimden uzaklaştırmak için kollarına değen ellerim "Beyza, lütfen ışığa çekilmem için bana fırsat ver" cümlesiyle olduğu yerde öylece sabit kalıyordu.

 

Demir, ben onun yanında olduğum sürece ışığa çekildiğini sanıyordu ama bu geçici bir süreçti. Sonuçta hepimiz bu dünyaya kaç gün süreceğini bilmediğimiz bir sınav için gönderilmiştik. Bize düşen tek şey dünya hayatımızı olabildiğince hayırlı bir şekilde geçirmek, son nefesimi verirken yanımızda götürdüğümüz amel defterimizi güzel olan şeylerle doldurmaktı.

 

"Demir öldükten sonra yaptığımız tüm davranışlardan hesaba çekileceğimizi biliyorsun değil mi?"

 

"Hayır bilmiyorum ve bu konulara ilgi duymuyorum Beyza."

 

Yine aynı şeyi yapıyor ve önümü net bir şekilde kapatıyordu ama ben, istemiyordum; bu dünyayı bu kadar boş şekilde heba etmesini, gerçekliğe gözünü kapatmasını, hiç hesap vermeyecek gibi yaşamasını istemiyordum.

 

"Neden ağlıyorsun Beyza?"

 

Ne zaman akmaya başladığını bilmediğim gözyaşlarımı hızlıca sildiğim sırada Demir, beni kendine doğru çevirdi. Gözlerine bakmamaya özen gösteriyor, duygularımı ondan saklamaya çalışıyordum ama o, elini çeneme koyarak göz teması kurmak için harekete geçiyordu.

 

"Sıkı sarılıp, anlamadan canını mı yaktım?"

 

Kafamı hayır anlamında salladım. Sağ gözümden süzülen yaşı sildikten sonra orayı öptü ve konuşmasına devam etti.

 

"Ne için üzüldüğünü anladım fakat senden çok farklıyım Beyza. Beni, sana bağlayan tek şey sana duyduğum büyük aşk."

 

"Sence bu büyük aşk benim için yeterli bir faktör mü Demir? Peki bu büyük aşk karşılığında neden hayalleri elinden alınan, bu büyük aşka boyun eğecek olan kişi benim. Lütfen söyler misin, sen bu büyük aşk için ne yapıyorsun?"

 

Gözlerini gözlerimden bir saniye olsun ayırmadan "Bu büyük aşk, sana yeterli gelmek zorunda Beyza." dedi ve bakışlarını yüzümün her bir miliminde gezdirdikten sonra konuşmasına devam etti.

 

"Gerçekten senin gözünde yaptıklarım bu kadar yetersiz mi Beyza? Sırf gözümün önünde sinir krizi geçirmene neden oldu diye ben, o günden sonra içkiyi hayatımdan çıkarıp attım. Benim varlığımdan haberdar olmadığın zamanlarda bile ben, sana sadık kaldım ve hâlâ sadık kalmaya devam ediyorum. Sürekli seni isteyen yanımı bastırmak için savaş veriyor, sen benden yana bir korku daha yaşama diye sürekli kendimi frenliyorum. Şu dudaklarını bile yaşamama izin vermiyorsun!"

 

Söylediği sözler şaşırmama ve ardından alaylı sesimle konuşmama neden oluyordu.

 

"Hadi Demir Bey'imizi tebrik edelim o halde. Hatta tebrik etmekte yetmez, onu bir de alkışlayalım."

 

Bedeninden kendimi uzaklaştırıp, gözlerinin içine baktım ama biliyordum bu bakışlarım pekte hayra alamet değildi.

 

"İlk alkışımız bana sadık kaldığı, beni aldatmadığı için gelsin."

 

Ellerimi birbirine vurup, alkışlarken onu tebrik mi ediyordum yoksa ağzını burnunu kırmamak için kendimi mi tutuyordum bilmiyorum ama konuşmaya devam ediyordum.

 

"İkinci alkışımız, sırf aşık olduğu için tesettürlü bir kızla evlenip, içki içmeyi bırakan paşamıza gelsin."

 

Tekrar alkışlarken gözlerine öyle bir öfkeyle bakıyordum ki bu öfke son cümlelerimi söylerken, ona doğru bir adım atmama neden oluyordu.

 

"Şimdi en büyük üçüncü alkışımız da beni istediği halde duygularını frenleyip, bana dokunmayan, libidosu Everest Dağı'nın zirvesinde dolaşan demir adamımıza gelsin!"

 

Son cümlemi alkışlayarak bitirmek yerine aradaki mesafeyi tamamen kapatıp sol işaret parmağımı göğsüne koyarak bitiriyordum ve konuşmama çok daha ciddi bir sesle devam ediyordum.

 

"Bana bak! Beni yoldan çıkarıp, içime hakim olan dövme isteğini dışarıya çıkarttırma bana. Bunların hepsini zaten yapmak zorundasın, bir de bunları yapmadığın için seni tebrik mi edeceğim? Beni bu evliliğe, sen zorunlu kıldın! Bana sadık kalıp, sabırla beklemek zorundasın ama yok, ben bekleyemem diyorsan bak kapı orada Demir. Kolundan tutup seni kapıdan atmam için beni hiç yorma ve kendin şimdi o kapıdan çık!"

 

Öfkeli sözlerim Demir'in bakışlarının üzerimde dolaşmasına ardından da eğilerek yüzlerimizi eşitlemesine neden oluyordu.

 

"Sence diğer kadınlar umurumda mı Beyza? Gerçekten gözümün senden başka herkese kör olduğunu görmüyor musun?"

 

Yoğun sesiyle kurduğu cümleleri devam ettirirken elini bel boşluğuma götürüp kavrıyordu. Zaman kaybetmeden ellerimi ellerinin üzerine koyup, uzaklaştırmak istedim ama beyefendi hiç o taraflı olmuyordu.

 

"Şu azarlayan halin var ya..."

 

Cümlesini yarıda kesip çapkın gülüşünü takındığında bana gelen hey heyler gözlerime yansıyordu. Kaşlarımı tavizsiz şekilde yukarıya kaldırdığımda "Eee ne olmuş o halime Demir!" diye sordum ama ses tonum sıkıyorsa o cümleni devam ettir demekle eşdeğer çıkıyordu.

 

Dudağındaki çapkın gülüşü silip birbirine bastırdıktan kısa süre sonra ellerini bel boşluğumdan geri çekerek "Korkutucu" dedi ve tekrar ekledi.

 

"Şu azarlayan halin diyorum, inanılmaz derecede korkutucu."

 

"Bence de öyle Demir. Şimdi sana aynı soruyu bir kere daha soracağım ve vereceğin cevap yine aynı olacak olursa ömrüm boyunca tekrar sormayacağım."

 

Buna da bir şeyleri güzellikle anlatmak istedikçe iyice tüm yolları kapıyor, anlatmama bile izin vermiyordu.

 

"Demir öldükten sonra yaptığımız tüm davranışlardan hesaba çekileceğimizi biliyorsun değil mi?"

 

"Tamam cevap vereceğim ama önce soracağım soruya cevap ver Beyza, neden bunları öğrenme mi istiyorsun? Peki bunları öğrendiğimde ne değişecek? Beni ben olduğum için sevmeyecek, sadece dönüşürsem mi seveceksin?"

 

Son cümlesindeki acı o kadar üst seviyedeydi ki şimdi neden önümü kapattığını daha iyi anlayabiliyordum. O olduğu gibi sevilmek istiyordu. Elinin üzerinde olan sol elimi çekip onun göğsüne koyduğum zaman bakışlarımdaki öfke çoktan silinmiş, yine gözlerinde gördüğüm acı ile şekillenmiştim. Gözlerimi kısa süreli kapatıp elimin altında atan kalbine odaklandım, daha sonra kendi kalbimin üzerine koyduğum parmaklarımla, onu beslememek için 2 gündür uğraş veriyor olsam da varlığını korumaya devam eden filizi hissetmeye çalıştım. Oradaydı ve Demir'in kalbi gibi güçlü atmıyor olsa da hâlâ yerini korumaya devam ediyordu.

 

"Çünkü dünya bir sınav yeri Demir, burada yaptıklarımız bizim sınavımızın sonucunu belirliyor. Ben istiyorum ki bu sınavı kazanmak için birbirimizi hayra teşvik edelim ve güzel olanda buluşup birbirimize yardımcı olalım. Lütfen benim bu çabamı başka bir yere çekme."

 

"Yani sen, benim de o sınavı kazanmamı mı istiyorsun?"

 

Onun sorusuyla gülümsedim. Sanki ben sınavı kazanmışım gibi konuşuyordu.

 

"Hayır şaşkın sadece senin değil, ikimizinde o sınavı kazanmamızı istiyorum."

 

Derin bir nefes çektikten sonra rahatlamış görünüyordu. Sanki bir şeylerden emin olmuşçasına çıkan sesi ile "Peki tüm davranışlarımızdan mı hesaba çekileceğiz Haniftam?" diye sordu. Sorduğu soruyla içim sıcacık olmuştu çünkü o, sorduğu bu soruyla önüme koyduğu engeli kaldırmıştı.

 

"Evet aklına gelebilecek her şeyden..."

 

Umut dolu gözlerine bakarken konuşmama devam ediyordum ama kurduğum hayallerin bu şekilde ağzımdan dökülmesini de beklemiyordum.

 

"Senin yavaş yavaş bu gerçeklerle yüzleşmen gerekiyor Demir. Hiç ölüp, hesap vermeyecekmiş gibi yaşıyorsun...

 

Bak bana sürekli 'kocanım ulan, senin kocanım' diyorsun ama karıcığının hayallerindeki imamı sen olmuyorsun. Ee benim iki kişilik cemaatimin imamı, kocam olmayacaksa o zaman kim olacak?"

 

Tebessüm ederek "Kim olacak?" diye sordu.

 

"Tabii ki kocan olacak diye cevap vereceksin Demir. Baştan alıyorum soruyu. Benim iki kişilik cemaatimin imamı, kocam olmayacaksa o zaman kim olacak?"

 

Burnunu burnuma dokundurduğu sırada "Tabii ki kocan olacak" dedi.

 

Sağ elimi sakallarında gezdirirken, başımı geriye doğru götürüp, gözlerinin içine baktım.

 

"Bu evlilik için kendimle verdiğim mücadele bu kadar üst seviyedeyken, lütfen bu mücadeleyi bir de sen zorlaştırma Demir. Bu benim sana verdiğim son fırsat, eğer bunu da ilki gibi batıracak olursan, aşkının da bensiz nefes alamadığının da benim için hiçbir önemi olmayacak.

 

Senin beni yaşaman için benim sana çokça aşık olup, tam anlamıyla güvenmem, değiştiğini bilmem gerekiyor. Bu sandığın gibi kolay olmayacak. Bak adam sırf beni aradığı için ona ne kadar çok öfke duydun. Bugün o kadının, bana dediklerini hatırlıyorsun değil mi? Sadece o da değil, onun gibi nice kişi.

 

Benim elimi bile senden başka hiç bir erkek tutmamışken, senin yaşadıklarını önce benim sindirmem gerekiyor. Bunu ancak, değiştiğinden tam anlamıyla emin olunca yapabilirim Demir. Eğer yine birkaç gün sonunda bu kadar dokunmak sana az geldiği için işi kavgaya, kırıp dökmeye çevireceksen, bu konuşmaların hepsini unut Demir, beni uğraştırma ve şimdi hemen hayatımdan ve benden uzaklaş. Özellikle öfkeyle dahi olsa, bir daha vücudunun ne kadar çok talep gördüğüyle ilgili, tek bir cümle daha duyarsam her şey biter. Dediklerimi anladın mı?"

 

İşaret parmağının arkasını yüzümde gezdirirken, "Anladım, yalnız bu duygulara alışman için seni istediğimi, bende nelere yol açtığını bıkmadan söyleyeceğim. Buna da engel olma Beyza; çünkü çok utangaçsın, bu yönünü bir şekilde aşmamız gerekiyor. Birde senden bir şey istiyorum " dedi. Kafamla ne istediğini sorduğumda yüzümdeki eli dudağımda gezindi.

 

"Ben artık burayı istiyorum."

 

Yüzüm utançtan yanarken, kafamı hayır olmaz anlamında salladım; çünkü Demir'in iradesini koruyamamasından inanılmaz derecede korkuyordum.

 

"Ama çok istiyorum, o kadarına izin ver. "

 

Kafamı yine hayır olmaz diye sallarken, bu seferde parmağını dudağımın kenarına getirdi.

 

"Burası olsun bari."

 

Sanki ikimiz yerine utanma görevi sadece benim omuzlarıma yüklenmiş, onda bu duyguya ait hiçbir şey yok gibiydi. Hızla yüzümü bakış açısından çıkarıp göğsüne sakladım; çünkü ancak orada konuşabilirdim.

 

"Demir bunlar sana az gibi geliyor olabilir ama benim için büyük adımlar. Evet sen benim kocamsın ama buna izin verirsem daha fazlasını isteyeceksin veya kendini frenlemen çok daha zor olacak. Hem ben bir yere kaçmıyorum ki sana tam anlamıyla güvendikten sonra onlar hep senin olacak... Ne kadar bekleyeceğinde tamamen sana kalmış."

 

İçine çektiği derin nefesi bırakırken sıkı sıkı kollarına sarıyordu.

 

"Sadece benim..." Tekrar konuşmaya başladığında sanki söylediklerini kendine hatırlatmak istiyor ve hatırlattıkça da daha mutlu oluyordu.

 

"Sadece benim, sadece benim!"

 

Heybetli sesiyle tekrarladığı cümleden sonra yüzümü göğsünden ayırdım. "Şimdi benim namaz kılmam gerekiyor" deyip yanından ayrıldım. Abdest alıp, yanına geldikten sonra Demir inanılmaz derecede hafiflemiş ve mutlu görünüyordu.

 

Namazımı kılıp, uzun süre dua ettikten sonra seccademi katlayıp kaldırdım. O sırada Demir'in elini uzatmış şekilde beni yanına çağırdığını gördüm. Elini tutmadım ama yanına oturduğumda gözlerinin içine bakarak onun içini boşaltmasına fırsat verdim.

 

"Sana duyduğum aşk beni yutacakmış gibi hissediyorum Beyza. Bir gün bir şeyler ters gidecek ve ben, seni kaybedeceğim diye aklım çıkıyor. Bu duyguyla nasıl baş edeceğimi bilmiyorum. Özellikle sen, benden gitmek için direndikçe gözüm kararıyor, kendimi canını yakmak için uğraşırken buluyorum. Senin için ne kadar değişmeye çalışsamda senin yanında o kadar ekside kalıyorum ki boşa kürek çekiyormuş gibi hissediyorum. Neye, nereden başlayacağımı bile bilmiyorum."

 

Elimi yatağa yaslayıp, bedenimi ona doğru döndürdüm. O bunları söylerken bile her an beni kaybedecek gibi endişeli sesiyle konuşuyordu.

 

"Öncelikle benim için değil, Allah'ın emirleri için değişmen gerekiyor Demir. Mesela sırf ben istiyorum diye namaz kılarsan, boş yere eğilip kalkmış olursun. Öncelikle namazın islamın şartlarından biri olduğunu, her müslümana farz olduğunu bilmen gerekiyor. Farzda, Allah'ın kesin olarak yapılmasını ve yerine getirilmesini istediği emirlerdir. Yani Demir Bey, ben istiyorum diye değil, Rabbimin sana vermiş olduğu emri yerine getirmek için farz ibadetlerine başla... Ve sen, bunları yaptıktan sonra boşuna kürek çekmemiş olacaksın. Yaptığın her ibadette Rabbim, sana karşılığını fazlasıyla verecek.

 

Beni kaybetmeye gelecek olursak, seni kabul etmek için elimden geleni yapıyorum Demir. Benim gibi asi birisi için bunun ne kadar zor olduğunu bir bilsen..." Derin bir nefes alıp sürekli verdiğim mücadelenin büyüklüğünü tekrar hatırladım ve konuşmaya devam ettim. "Resmen sürekli kendi içimde savaş veriyorum. Bir yanım artık kabul et, o senin kocan derken, diğer yanım da seni tehdit ederek bu evliliğin olduğunu unutup, o sert ve soğuk adama mı yenileceksin diye soruyor. "

 

Demir elini yanağıma getirirken, aynı zamanda sessizce konuşuyordu.

 

"Çok mu sertim Beyza? Beni, o kadar çok mu soğuk buluyorsun? Sana göre hiç yakışıklı değil miyim?"

 

"Demir, bana o kadar çok bağırıp duruyorsun ki bazen korkudan bayılacak gibi hissediyordum. Bakma dik durmaya çalıştığıma, yanında küçücük kalıyorum. Tabii öfkelendiğimde seni boğabilecek kadar güçlü hissediyorum ama hiç bir şey yapamayacağımın da farkındayım. Yani yağmasam da gürlediğimi ben de biliyorum."

 

Demir'e göz kırparken, ufacıcık şekilde dil çıkarmayı da ihmal etmiyordum. Bu hareketim Demir'in gülümseyerek burnumu parmaklarının arasına alıp, hafif sıkmasına neden oluyordu.

 

"Ee peki sana göre hiç yakışıklı değil miyim?"

 

Ayaklarımı yatağa çekip bağdaş kurunca o da bana doğru döndü ve aynı şekilde bağdaş kurdu. Sol dirseğimi dizime koyarken, elimle de yüzüme destek verip, uzunca bir süre yüzünü inceledim. Sürekli kendini yakışıklı bulan hali gözümün önüne geldiğinde tebessüm ederek konuşmaya başladım.

 

"Hımm alıcı gözle tekrar sizi süzdüm Demir Bey. Aslında yakışıklısınız ama ben, mavi gözü, sarı saçları olan bir eşim olsun isterdim."

 

Demir'in yüzündeki tebessüm solunca elimi yüzüne götürdüm. Gözlerinin içine bakarken kalbimdeki cılız kalp atışı kendini daha çok hissettirmeye başlamıştı.

 

"Gözlerinin kahverengi öyle derin ki Demir, bazen oraya düşüp çıkamayacak mışım gibi geliyor. O yüzden gözlerinin içine çokta bakmak istemiyorum.

Kirli sakalların bazen canımı yaksada, sana o kadar çok yakışıyor ki onlardan bir türlü vazgeçemiyorum. Birde sana çok yakışan ama nadir gösterdiğin gülüşün vardı değil mi? İçimi fazlasıyla ısıtıp, huzurla dolduran..."

 

Her bir cümlem Demir'in daha fazla mutlu olmasına sebep olmuş gibiydi.

 

"Bu kadarı yeterli olmuştur sanırım."

 

Yüzünü kocaman gülümsemesi kaplarken "Şimdi bu sözleri senden duymuşken, sana dokunamamak beni öldürüyor." diye sessizce fısıldadı.

 

Elimi yanağından indirip, gözlerimi gözlerinden kaçırdım. Söylediklerim benim için çok fazlaydı, birde onun söylediklerini duymak utanmam için yeterliydi.

 

"Bu kadar yeter Demir. Hadi arkadaşlarının yanına gidelim yoksa ayıp olacak."

 

Sol elimden destek alıp, kalkmak için yönümü değiştirdiğimde Demir elimi tuttu ve beni durdurdu.

 

"Hiç kimse umurumda değil Beyza. Seni çok özledim. Birazcık sana sarılıp, kokunu içime çekmeme izin ver. Sabah seni öpüp koklamış olsam bile bana yetmedi, üstünden onca saat geçti."

 

"Ne demek sabah seni öpüp, koklamış olsam da Demir, neden bahsediyorsun?"

 

"Kızma ne olursun. O kadarı bırak hakkım olsun. Bırak doyana kadar seni öpeyim, bırak doyana kadar kokunu içime çekeyim. Hâlâ yanımda dururken pijamalarının üzerine ya kimono ya da sabahlık giyiyorsun. Sabah annemin yatağından seni alırken, ne tülbent vardı başında, ne de sabahlık vardı üstünde. İzin ver bu kadarına hakkım olsun Beyza."

 

Elimi çekip ayağa kalkarken sağ bileğimi kavradı ve kendine çekti. Acıdan kıvranıp "Bırak Demir." diye inleyince gözlerime baktı. Bluzumun düğmesini açmak istediğinde onu durdurdum ve konuyu dağıtmak ister gibi konuştum.

 

"Bırak Demir, benim karnım çok acıktı. Mutfağa gidip bir şeyler atıştıracağım."

 

"Önce bir bakayım sonra gidersin, çorba içerken kaşığı bile tutmakta zorlanıyordun."

 

Bileğimde taş izine eşlik eden parmak izleri vardı ve onları gördüğünde vereceği yüksek tepkiden çok korkuyordum. Sadece bundan da korkmuyor bunun haberi bizimkilere gittiğinde kimseyi durduramayacağımı biliyordum. O yüzden hızla elimi çekip kapıya yöneldim. Açılmadığını görünce aklıma Demir'in anahtarı cebine koyduğu geldi.

 

"Demir anahtarı verir misin?"

 

Yanıma doğru gelip durdu.

 

"Veremem; çünkü yine konuşmamız bitmeden kaçıyorsun Beyza. Zaten kuş kadar yiyorsun, sırf benden kaçmak için gittiğini biliyorum."

 

Sırtımı kapıya yaslarken, kaşlarımı kaldırıp ona baktım.

 

"Peki biraz daha burada durursam, seninle kavga edeceğimi de biliyor musun bay bilmiş?"

 

"Neden Beyza, sen uyurken seni öpüp, kokladığım için mi? Yoksa buraya gelene kadar seni bir saniye olsun kollarımdan ayırmadığım için mi?"

 

Yanıma doğru gelip, önümde durdu.

 

"Demir ben sana öpme, koklama, dokunma, uzak dur diyorsam bunların hepsi uyuduğumda da geçerli oluyor. Bilincimin kapalı olduğu zamanlarda bana istediğin gibi davranamazsın."

 

"Zaten davranmıyorum Beyza eğer istediğim gibi sana davranıyor olsaydım..." Yutkundu ve cümlesini öylece yarıda bıraktı. Birkaç saniye sonra "Artık şu bileğini kontrol etmeme izin ver." dediğinde vereceği tepkiden korktuğum için hızla bileğimi arkama doğru kaçırmaya çalıştım ama son anda bileğimi kavradı.

 

Bileğimde üst seviyeye çıkan ağrı acı bir şekilde inlememe ardından da gözyaşlarımın akmasına sebep olduğunda Demir bileğimi açıp, yutkundu.

 

"Bu çarpmaya benzemiyor..."

 

Hiçbir şey demiyor, sadece ağlıyordum. Kendi ağrımı geçtim, eğer bileğimin halini ailem öğrenecek olursa iş dönülmez noktalara gider, Demir'i dedem dahil kimsenin elinden alamazdım. Kime, neye üzüleceğimi şaşırmış haldeydim.

 

"O gün denize düştüğümde, taşla aramda ezilmişti."

 

"Bunu şimdi mi söylüyorsun? Kalk doktora gideceğiz. "

 

Karşı koyacak halde değildim. Bileğim şişmişti ve artık hareket ettiremiyordum. Sol bileğimden tutup, kapının kilidini açtı. Arkadaşlarına bileğimi doktora göstermemiz gerektiğini söyleyip, oradan ayrıldık ve hastaneye gittik. Hastaneye girmişken sadece bileğime değil, Demir'in isteği üzerine tüm kan değerlerime de bakıldı. Sonuçlar çıktığında doktorun yanına girdik.

 

"Beyza Hanım hoş geldiniz. Sonuçlarınız çıktı, buyurun oturun."

 

Koltuğa otururken "Teşekkürler doktor bey." dedim.

 

Demir ayakta başımda bekliyor, bileğimdeki hasarın durumunu düşündükçe yerinde duramıyordu. Ara arada korkulu sesiyle "Nasıl dikkat etmezsin?" diye söyleniyordu.

 

"Beyza Hanım, Akman soyadını görmüşken merak ettim. Sinan Akman'la bir akrabalığınız var mı? Kendisi askerden arkadaşım olur. Trabzonlu kendisi hâlâ ara ara görüşürüz."

 

Demir tam ağzını açıp cevap verecekken, konuşmaya başladım.

 

"Soyadı benzerliği, Sinan adında bir akrabam yok doktor bey."

 

Demir neden öyle dediğimi anlamaz halde bana baktı. Gözlerimi ondan kaçırınca konuşup araya girmedi. Böylesi acınası bir durumda, Antalya'da hiç olmadığı kadar uzaktanda olsa tanıdık insanla karşılaşmam beni fazla germişti. Doktor "Demek ki..." dedikten sonra bileğime çekilen filmleri inceledi ve tekrar yanıma geldi.

 

"Beyza Hanım bir daha soruyorum. Siz sadece düştüğünüzden emin misiniz?"

 

Bu soruyu ilk sorduğunda Demir işlemleri yaptırmak için yanımda değilken, Demir' e söylediğim yalanı söylemiştim.

 

"Evet doktor bey eminim."

 

"Bileğinizdeki darbenin yanında morarmaya yüz tutmuş parmak izleri var, bu çok net belli oluyor."

 

Demir kalkıp bileğime tekrar baktı. Dudakları tek çizgi halini alırken, ellerini yumruk ederek gözlerimin içine baktı. Yapacaklarından deli gibi korkuyordum.

 

Canı yanmışcasına "Beyza." diye fısıldadı.

 

.

 

.

 

.

 

Bölümü hayalini kurduğum yerde bitiremedim çünkü inanılmaz derecede yoruldum.

 

Lütfen bölümü oylamayı unutmayın.

 

 

 

Takip edip, kitabımı kütüphanenize eklerseniz de tadından yenmez.

Söylemek istediğiniz bir şeyler varsa buraya yazabilirsiniz.

 

Hepiniz Allah'a emanet olun.

Loading...
0%