Yeni Üyelik
33.
Bölüm

33🍓"ARTIK SENİ ÖZGÜR BIRAKI-"

@hanifta_hanim


"Bileğinizdeki darbenin yanında morarmaya yüz tutmuş parmak izleri var, bu çok net belli oluyor."

Demir kalkıp bileğime tekrar baktı. Dudakları tek çizgi halini alırken, ellerini yumruk haline getirerek gözlerimin içine baktı. Yapacaklarından deli gibi korkuyordum.

Canı yanmışçasına "Beyza..." diye fısıldadı.

Bakışlarımı Demir'den çekip, doktora doğru döndüm. Aşırı derecede gerilmiştim, özellikle doktorun Sinan ağabeyimin arkadaşı çıkması daha fazla gerilmeme neden olmuştu.

"Eminim doktor bey, eşimi de boş yere telaşlandırıyorsunuz."

Yüzüme zoraki tebessüm kondururken, doktor gözlerime baktıktan kısa süre sonra masasına doğru ilerledi..

"Bileğinizde çatlaklar var. Böyle bir durumda hemen doktora gelmeniz gerekiyordu. Bu kadar ağrıya dayanmış olmanız acı eşiğinizin yüksek olduğunu gösterir veya kan sonuçlarınıza bakılırsa kendinizi önemsemediğinizi.

Sistemde kayıtlı son kan değerleriniz ile bugünkü değerleriniz arasında uçurum var. Tüm değerler sınırın çok çok altında, siz kendinize ne yapıyorsunuz böyle? 3 ayda insan bu hale nasıl gelebilir?"

Demir'in yüzünün rengi gitgide değişiyor, terleyen avuçlarını pantolonuna sürüp siliyordu. O cidden şu an gözümün önünde yok oluyor gibi görünüyordu. İçimi kaplayan hüzne inat konuşmaya başladığımda yüzümdeki gülümsemeyi daha fazla büyütmek için uğraş veriyordum.

"Doktor bey ölmüşüm de selam okunuyor gibi konuşuyorsunuz. Merak etmeyin, kendime dikkat eder hemen toparlarım. Hem ben göründüğümden çok daha güçlüyümdür."

Ben gerçekten güçlü müydüm? Yoksa bu ayakta durmak için sıklıkla kendime söylediğim ve sıkı sıkı tutunduğum bir yalan mıydı, bilmiyorum ama bileğimdeki hasara inat, kalbimdeki hüzün beni daha fazla yoruyordu.

"Güçlü olduğunuz o bilekle 1 günden uzun süre geçirmenizden belli oluyor Beyza Hanım. Peki bu gücü ne zaman kullanmayı bırakıp, kendinize bakmayı düşünüyorsunuz? Tam olarak gücünüz bittiğinde mi?"

Doktor önündeki bilgisayara tekrar bakıp bana döndükten sonra konuşmasına daha ciddi bir sesle devam ediyordu.

"Eğer öyle bir düşünceniz varsa hemen kendinize bakmaya başlayın; çünkü vücudunuzdaki her şeyi tükettiğiniz çok net görünüyor."

Demir karşımda iyice yok olmuştu sanki, bedeni yanımdaydı ama ruhu asla burada değildi. Gözleri dalmış, yüzü ise bembeyaz olmuş şekilde sabit duruyordu.

Doktor bileğimin alçıya alınması gerektiğini söyleyince karşı çıktığım için sargıyı birkaç gün deneyeceğimizi, eğer dikkatli olmayacak olursam mutlaka alçıya alınacağını söyledi. İlaçlarımı düzenli olarak kullanıp, tekrar muayene için gelmem gerektiğini söyleyince ayağa kalktım. Demir'e uzun süre baktım ama hâlâ beni görmüyordu.

"Demir hadi gidiyoruz."

Beni duymadığını anladığım an, omzuna dokundum fakat ona ulaşabildiğim söylenmezdi. Gözlerimi Demir'den çekip doktora doğru döndüğümde dikkatli şekilde bize baktığını gördüm. Sesimi neşeli bir tona getirerek işi şakaya vursam da Demir asla o taraflı olmuyor, ona bir türlü ulaşmayı başaramıyordum.

"Doktor bey, eşimin yüreğine indirdiniz. Bari biraz teselli verseydiniz."

Bir kere daha seslenince, daldığı alemden çıktı ve hastaneden arabaya doğru ilerledik.

Arabaya bindiğimizde uzun süre direksiyona tutunup, boşluğa baktı. Onu ilk defa bu şekilde görüyordum ve bu duygusunu okumakta zorlanıyordum. Evet şu an çektiği acıyı çok net okuyabiliyordum ama kesinlikle hiç görmediğim bir ifadeye daha şahitlik ediyordum. Birazcık kendine geldiğinde arabayı çalıştırdı ve hızlı bir şekilde sürmeye başladı. Sürekli öndeki arabaları solluyor, aşırı hız yapıyordu. Uzun bir süre ses çıkarmadan sadece sakinleşmesini bekledim ama hızı artık en üst seviyeye geldiğinde müdahale ettim.

"Demir artık sakinleşir misin?"

Kafasını çevirip, kısa bir an bana doğru baktığında her şey çok daha kötüye gitti. Sanki yanımdaki bedeniyle aramıza mesafeler giriyor, o bana vedasını yapmak için kendiyle savaş veriyordu. Sessizce söylediği "Benim yüzümden, benim yüzümden..." cümlesine, arabanın içini dolduran heybetli sesiyle devam ediyordu.

"Allah benim belamı versin! Sana bu kadar aşıkken, sende bıraktığım hasara bak."

Sağ elini yakasına doğru getirerek çekiştirmeye başladığında söylediği cümlenin ağırlığı nefes almasını engelliyor gibiydi. O hiç iyi görünmüyordu ama bu şekilde hızlı gitmeye devam ederse kaza yapmamız an meselesiydi. O yüzden onu bir kez daha uyarmak zorunda hissediyordum.

"Demir yeter artık. Lütfen sakinleşmeye çalış, yoksa bu hızla kaza yapmamız an meselesi."

Arabayı sağ şerite sürüp, deniz kenarına doğru çekti. Ani fren yaptıktan sonra bir saniye bile bana bakmadan kendini arabadan attı. Dışarıda hava buz gibiydi ve denizin hırçın dalgaları kayalıklara doğru vurdukça Demir'in geceyi yaran acılı çığlığı ile beraber gökyüzüne doğru savruluyordu.

Arabadan inerken kabanını alıp, onun acı çeken yüzüne baktım. İkimiz aynı anda birbirimize doğru adım atıyorduk ama ilk defa yakınlaşan mesafeye inat, söylediği cümlelerle aramıza kilometrelerce mesafe giriyor gibi hissediyordum.

"Böyle aşk olmaz olsun! Keşke şirketin camından senin o tatlı hallerini hiç görmeseydim. Keşke asansöre bineceğin zaman başını kitaptan kaldırırken gülüşüne şahit olmasaydım. Keşke beni kendine mühürleyen o kahvelerine hiç vurulmasaydım. Keşke bunlardan etkilenip seni takip etmeseydim. Keşke sana hiç aşık olmasaydım!"

Son cümlesiyle alev alan bedeninde büyük bir hasar oluşmuş gibi görünüyordu ve aldığı bu hasarla bana doğru attığı adımları sendeliyordu.

"O doktorun sözüyle kaç keşke daha birikti kalbimde biliyor musun?"

Heybetli sesiyle söylediği cümleler havada asılı kalırken o, bu cümlelere durmadan yenisini ekliyordu.

"Kaç keşke geçti aklımdan!"

Yanıma doğru gelirken o heybetli sesi çöküyor, yıkılmış bir enkaza dönüyordu.

"Bu kadar keşkelerin arasında nefessiz kalırken ben, sensizliği düşündükçe ölüyorum!"

Elini kalbine götürüp yumrukladığı sırada kanayan cümleleriyle sessizce fısıldıyordu.

"Burayı bilmiyorsun. Sana nasıl aşık olup kavrulduğunu bilmiyorsun... Sen her defasında gözünde hiç olduğumu, bana kanıtladığında nasıl tutuştuğunu, beni yok etmek için nasıl uğraştığını bilmiyorsun."

Duyduğum sözlerden sonra bana duyduğu aşkın büyüklüğü karşısında kalp atışlarım hızlanıyor, ben ona doğru dönülmez şekilde akıyordum. Herkesin bana söylediği ama benim görmemek için direndiğim aşkına artık inanıyordum.

"Sadece beni yok etseydi keşke, seni de kendimle beraber yok ediyorum. Bileğinde bıraktığım ikinci parmak izi bu Beyza! Benden sana koca olmayacağını bugün bir kere daha anladım."

Kendiyle verdiği büyük savaş çok net bir şekilde belli olurken, güçsüz kalan bedeniyle dizlerinin üzerine çöktü. Konuşmak için direniyor, söyleyeceği cümleler onu şimdiden yok etmişe benziyordu.

"Artık seni özgür..."

Yüreğimi yakan çığlıklarıyla kalbine vuruyor, beni özgür bırakması için kendiyle mücadele veriyordu. Tekrar nefesini topladı ve denedi.

"Artık seni özgür bıra..."

Ellerini saçlarına öfkeyle daldırırken bağırıyordu.

"Seni korkak adam, kendin için onu yakıyorsun. Bir cümleyi bile tamamlayamıyorsun."

Şimdi yarım bıraktığı cümleyi tamamlayacak olsa, sadece o değil, ben de yarım kalacaktım. Ne kadar asi yanıma tutunup, sürekli aksini iddia etmeye çalışsam da ona alışmış, kokusunu ve sıcaklığını sahiplenmiştim.

Aradaki mesafeyi kapattığımda ne olursa olsun o cümleyi tamamlayacağını ve beni kendinden kurtaracağını iliklerime kadar hissetmiştim. Acılı gözleriyle yüzüme bakarken sanki yüzümün her zerresini tekrar tekrar ezberleyip hafızasına hapsetmek istiyor gibiydi.

Elimdeki kabanını omuzlarının üzerine bıraktım. Dizlerimin üzerine çöküp gözlerinin acı dolu derin kahvelerine baktıktan kısa süre sonra kollarımı boynuna doladım. Boynuna doladığım kollarım nefes alışverişlerinin birkaç saniye kesilmesine ardından da ellerini bedenime sarmasına neden oluyordu.

Demir'le aramızda oluşan bu durumun ismini tam olarak koyamıyordum ama kendimi onun panzehiri gibi hissediyor, ne zaman öfkeye kapılacak olsa ona sarıldığım zaman bu öfkenin hızlı bir şekilde silindiğini görüyordum. Uzun bir süre boynundaki kokusunu içime çekerken, üşümüş burnumu boynunda ısıtmaya çalıştım. Şu an onu bulunduğu durumdan, yine bana duyduğu aşkı çıkaracaktı.

"Demir ben çok üşüyorum ve senin sıcaklığına ihtiyacım var. Beni birazcık ısıtsan, sonra yine bağırıp çağırmaya devam etsen olur mu?"

Boynundaki yüzümü geri çekip, yüzüne baktım. Aslında Demir'i idare etmek benim için çok kolaydı. Ne kadar sinirli, öfkeli olsa da ona birazcık sığınıp, kendimi açacak olsam, sinirinin ve öfkesinin aynı şimdi olduğu gibi hızla silindiğini görüyordum. Öfkeli bağırışları son bulmuş, hızlı kalkan göğüs kafesi durulmuştu. Burnumu dudaklarına götürüp "Bak burası bile çok üşüdü, kocamın önceliği ben olmalıyım. Önce beni ısıt, sonra kaldığın yerden devam edersin." diye fısıldadım.

Burnumdaki dudakları orayı öpüyor, beni kendine çekiyordu. Dudaklarındaki burnumu sürterek çenesine doğru indirdim ve alnımı öpmesine müsaade ettim.

Bedenimdeki kollarını biraz daha sararken durulan sesiyle "Isınmaya başladın mı?" diye sordu.

"Hava çok rüzgarlı, burada ısınmamız imkansız gibi. "

Beni omuzlarımdan kavrayıp ayağa kaldırdı. Arabanın yanına gittiğimizde ön kapı yerine arka kapıyı açtı ve beni dikkatli bir şekilde arabaya oturttu. Kapıyı kapattıktan sonra diğer tarafa geçip, arabaya bindi. Onun öfkesini geçirmek için üşümemi bahane etmiş olsam da gerçekten çok üşüdüğüm titreyen bedenimden çok net belli oluyordu. Sol eliyle omuzundaki kabanı alıp, sağ eliyle beni kendine çekerek kucağına alıyor, başımı boynuna saklıyordu.

Bu nasıl mümkün oluyordu bilmiyorum ama onun bedeni sürekli sıcacık oluyordu. Karşılaştığım bu sıcaklık ise dizlerimi kendime çekip, bedenimi ona doğru dönmüş şekilde sıcaklığına hapsetmeye neden oluyordu.

Üzerime kabanını örterken bir yandan da üşüyen yanağımı eliyle ısıtmaya başladı.

"Sen hep sıcacıksın kocacığım."

Başını öne eğip, duyduğundan emin olmak ister gibi bakıyordu. Tekrar ettiğim cümleden sonra derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.

"Üşüdüğünde, canın yandığında, bana ihtiyaç duyduğunda ne olur söyle karıcığım. Aramızdaki güç farkı çok üst düzeyde ve ben, ne kadar dikkat etmeye çalışsam da bazen farkında olmayabiliyorum. Bileğini ne hale getirmişim görmüyor musun?"

Tekrar derin bir nefes alıp gözlerini kapattığı sırada "Düşündükçe çıldırıyorum." dedi ve gözlerini açıp bana bakarak konuşmasına devam etti.

"Canın o kadar yandığı halde neden sustun, neden canının yandığını söylemedin? Hani korktuğun zaman bana söyleyecektin Beyza, neden söylemedin?"

Gerçekleri söylemekle, etrafında dolaşmak arasında sıkıştığımı hissediyordum ama yaşadıklarımı ona söylemem gerektiğini de biliyordum.

"Senden duyduklarım karşısında yerle bir olmuştum Demir ama kalbimde sana ait oluşan yer, duyduklarına inat varlığını sürdürmeye devam ediyordu ve ilk defa yaşadığım bu duygu canımı daha fazla yakıyordu. Kalbim akıllansın istedim... Sırf bu evliliği canının istediği için yaptığını, sıkılacağın gün geldiğinde ise bitireceğini söylediğin zaman içimdeki seni büyümeden yok etmek istedim. İşte bu yüzden canım çok yansa da sesimi çıkarmadım ve kalbimin kim için benimle savaştığını ona göstermek istedim Demir."

Beni göğsünden uzaklaştırıp, iki eliyle yanaklarımı kavradı ve gözlerimin içine baktı. Neden gözlerinin içinin böylesi umutla dolduğunu anlayamamıştım. Derin bir nefes çekip, gözlerini şükürle kapattı. Tekrar gözlerini açtığında alınlarımızı birbirine yasladı.

"Artık kalbinde az da olsa bana ait bir yerin olduğunu bilmek, şu çaresizliğime o kadar iyi geldi ki bilemezsin. Zamanı gelip tüm kalbini kapladığında, bendeki yerini çok daha iyi anlayacaksın. Sana çok aşığım Hanifta Hanım, seninde bana aşık olacağın günü sabırsızlıkla bekliyorum."

Bu kadar yakın mesafeden duyduğum cümlelerle kalbimin atışları hızlanıyordu. Bu gibi durumlarda, nasıl davranacağımı bilemeyecek kadar tecrübesizdim. Sadece ondan biraz uzaklaşmam gerektiğini biliyordum.

Alnımı alnından çekerken sessizce "Sanırım görevinizi başarıyla tamamladınız Demir Bey, artık ısındığımı hissediyorum. Beni kucağınızdan gönül rahatlığıyla indirebilirsiniz" diye fısıldarken, kendimi yan koltuğa doğru kaydırdım.

Bedeninin sıcaklığı yerine koltuğun soğukluğuna bıraktığım bedenim, çoktan isyana geçmişti bile. Şimdi ne olmuştu da sadece onun sıcaklığına teslim olmak istiyordum? Bu yanıma hayret ederken erken olduğunu düşündüğüm duyguyu bertaraf ederek, kendimdeki bu değişime tebessüm ettim.

Demir'e doğru baktığım zaman bakışlarını benden hiç ayırmadan her hareketimi incelediğini gördüm. Artık onun iç geçirdiği bu bakışlarını tanıyor, beni yaşamak istediği için biraz daha böyle bakmaya devam ederse isteklerinin yönünün değişeceğini biliyordum.

Şimdi tutamadığım haylaz tarafımla Demir'in isteklerinin yönü değişmeden ona engel olmakla kalmayacak, onun kıvranan hallerini neşeyle izlemekten zevk alacaktım.

"Artık ısındığıma göre kaldığın yerden devam edebilirsin Demir. En son artık seni özgür bırakıyorum gibi bir şey söylüyordun sanırım. Sözünü bitirmeni heyecanla bekliyorum."

Gülümseyen dudağımı ciddileştirmek için oldukça çaba veriyordum; çünkü şu an karşımda bildiğin kıvranıyordu. Gözlerini benden bir an olsun ayırmıyordu ama elini, kolunu nereye koyacağını bilemiyor, tam konuşmak için ağzını açıp, tekrar tekrar yutkunarak susuyordu.

Yukarıya kıvrılan dudaklarımı engellemek için ısırıyor, ciddi ifademi bozmak istemiyordum.

"Evet Demir seni bekliyorum. Artık seni özgür bırakıyorum mu diyordun? Ona göre bir yol izlemem gerekiyor."

"Şu an o cümleyi tamamlayamam Beyza, hele ki kalbinde ufacık bile olsa yer edindiğini öğrenmişken asla tamamlayamam. Sen izleyeceğin tüm yolları bana çıkacak şekilde planla, başka türlüsü olacak gibi değil."

Yanıma doğru yanaşıp parmağını dudağımda gezdirirken kıvranarak konuştu, sanırım erkekler ve kadınlar birbirinden çok farklı duygular yaşıyordu.

"Şurayı da ısırmayı bırak, kendimi kontrol altına almakta zorluk çekiyorum."

"Demir sen hiç akıllanmayacak mısın? Utandığımı bildiğin halde neden böyle konuşmaya devam ediyorsun?"

Yoğun bakan gözleri yüzümü dizlerim ve kollarımın arasına saklamama neden oluyordu ama sona doğru söylediği cümleleri duyunca ona doğru tebessüm ederek baktım.

"Merak etme Beyza kendimi nasıl akıllandıracağımı biliyorum. Bileğindeki hasar tam anlamıyla iyileşene kadar sana dokunmayacak, aynı yatağa girmeyeceğim. Bana verilebilecek en büyük ceza bu, şimdi seni incitmenin cezasını, sensizlikle çekeceğim."

Bu ceza benim için eğlenceli bile olabilirdi. Yüzümü kaplayan kocaman gülümsemeyle yönümü biraz daha ona çevirip baktım ve tekrar emin olmak ister gibi sorularımı art arda sıraladım.

"Bileğim iyileşene kadar bana dokunmak yok mu?"

Kafasını iki yana sallayıp "Yok." dedi.

"Elimi tutmak, yanağımdan öpmek de mi yok? "

Zor çıkan sesiyle iç çekerek "Yok." diyordu ama verdiği cevabı sindiremeyen gözleri şimdiden özlem dolu bakıyordu. Bu bakışlar karşısında daha fazla mutlu olmuştum; sonuç olarak özlemek sevdaya dairdi ve Demir, beni sürekli özleyebilirdi.

"Aynı yatağa girmek, aynı odada uyumak da mı yok? "

"Seni görmeden o kadar uzun süre dayanamam Beyza. Sadece aynı yatakta uyumak yok. "

Verdiği cevap kahkaha atıp, gülmeme neden olmuştu; çünkü onu tanıdığım günden beri sürekli bana dokunmaya çalışan adam, artık kendi isteğiyle bana dokunmaya çalışmayacaktı. Bu onun şimdiden kıvranmasına neden olsa da ben işin sadece eğlence kısmıyla ilgileniyordum.

"Çok eğlenceli bir ay, belki de daha uzun bir süre bizi bekliyor desene!"

Neşeli sesimle kurduğum cümleye Demir, gözlerini şaşkınlıkla açıp, yutkunarak konuşuyordu.

"Ne bir ayı Beyza, sen ne diyorsun?"

"Sen doktorun yanında kendinden geçtiğin için söylediği hiçbir şeyi duymadın herhalde. Uzun bir süre bizi bekliyor Demir. O kadar uzun süre bana dokunmadan duran hallerini izlemek aşırı derecede keyifli olacak."

Gözlerini kaparken derin nefesler alıyor, büyük bir ihtimalle içinden kendine küfürler savuruyordu.

"Seni hemen iyileştirmemiz gerekiyor Beyza. Bir haftada iyileşir diye düşünmüştüm, o kadar uzun süre sana dokunmadan duramam ben, hayır hayır kesinlikle imkansız! İki gün sana dokunamadığım için deliye döndüğümü düşünürsek, o kadar uzun sürede neler olabileceğini bile düşünemiyorum."

Sesimi üzgün bir tona götürerek yüzümü düşürdüğümde "Yani sözünü tutmayacak mısın Demir?" diye sordum. Hemen aradaki mesafeyi azaltıp elini yanağıma doğru götürdü. Eli yanağıma değmiyordu ama onun sıcaklığını hissedebiliyordum.

"Üzülme güzel karım, çok zor olsa da sözümü tutmak için elimden geleni yapacağım."

Evet evet o gerçekten sözünü tutmak için elinden geleni yapacağa benziyordu ve bu durum benim keyfime keyif katıyordu. Gülümseyerek parmağımı öpmeyi çok istediği yanağımla dudağımın arasına götürdüm.

"Sanırım çok şanssız birisiyim Demir. Şu öpmeyi çok istediğin yer var ya, nedense şu an inanılmaz derecede öpülmek istiyor."

Gözlerini kapatıp, derin nefes alan hali kesinlikle onunda benim kadar eğlendiğini gösteriyordu veya o eğlenmiyordu ama ben, eğlencemi bozmak istemediğim için bahanelerin ardına sığınıyordum.

"Sen var ya gerçekten çok fenasın. Benimle resmen oynuyorsun ama elbet bileğin iyileşecek Hanifta Hanım. O zaman beni nasıl durduracaksın acaba?"

İşin bir de o kısmı vardı değil mi? Eninde sonunda bileğim iyileşecek, o bu söylediklerimin karşılığını benden alacaktı.

Amaaan sen eğlencene odaklan Beyza, ne de olsa bileğinin iyileşmesi zaman alacak."

"Şu an öpülmek istiyor Demir. Hem merak etme bileğim iyileşene kadar o istek geçer; sonuçta onunda bir gururu var, bir ay boyunca senin tarafından öpülmeyi bekleyecek değil ya."

Konuştuktan sonra ona bakıp kahkaha attım. Onun bu kıvranan hallerini izlemek çok keyifliydi. Tam ona arkamı dönüp, kapının koluna elimi attığımda gülerek tekrar ona doğru döndüm.

"Bak Demir, bana dokunmanı istediğim halde sırf sen dokunmuyorsun diye 'karınım ulan, senin karınım' diyerek senin gibi ortalığı birbirine katmıyorum. Biraz bana bak da saf sevgi nasıl olurmuş öğren."

"Birde benimle dalga mı geçiyorsun sen!"

Yüzüme ciddi bir ifade katmak için çabalasam da kahkahalarıma engel olamıyordum. Uzun bir süre güldükten sonra yüzüme ciddi bir ifade katıp, işaret parmağımı dudaklarına dokundurmadan yanaştırdım.

"Şşş korkma kocacığım, seni sabırla bekleyeceğim. "

Kaşlarını kaldırıp, onunla dalga geçtiğim için ciddi duruşunu korumaya çalışıyordu ama başarılı olamadığı, içimi ısıtan sıcacık gülümsemesinden belli oluyordu.

"Bakıyorum da sen bu işten, çok keyif aldın karıcığım ama unuttuğun bir şey var, o da sözlerimle seni utandırabiliyor olmam. Biraz daha uzatırsan, senin önümde renkten renge girişini severek izleyeceğim."

Arsızca konuşarak beni utandırmayı çok iyi biliyordu. Ona kafa tutup, önünde renkten renge girmeyi göze alamazdım. Normal konuşmaları bile beni utandırıyorsa, özellikle benim utanmam için konuştuğunda yanında nasıl durabileceğimi bilmiyordum.

"Aaa ne kadar ayıp Demir, şu an resmen bana iftira atıyorsun. Bu söylediklerini duymamış olayım."

Arkamı dönüp, kapıyı açtım ve ön koltuğa geçtim. Yanıma geldiğinde gözlerimin içine uzun süre baktı. Gözlerimi ondan kaçırmadan, derin kahvelerine doğru bakmam tuhaf duygulara neden oluyordu. Birbirimizin gözlerinde kaybolurken Demir'in hızla çarpan kalp atışları arabanın içini dolduruyor, benim minik kalp atışlarımda ona eşlik ediyordu.

Onun kalp atışları gibi güçlü olmasada, artık onun için atan bir kalbim vardı. Bana helal kılınmış, değerli nasibimin Demir olduğunu kabul ettiğimde üzerimden kalkan yükten arınmıştım. Kalbimdeki filizin kökünü daha da güçlendiren, içli sesi iliklerime kadar işliyordu.

"Seni çok seviyorum karıcığım."

İçime işleyen bu sese teslim olup, kalbimdekileri ona döktüğüm zaman rahatlamış hissediyordum.

"Beni sevmekten hiç vazgeçme Demir. İstediğin şeyler zaman alsada beni sabırla bekle ve her şeyinle ilkim olmaya devam et. Bende sana aşık olup, senin sonun olacağımdan emin olduğum gün hiçbir şüphem kalmayacak şekilde sana geleceğim... Sadece zamana ve sana çokça güvenmeye ihtiyacım var. "

"Seni sabırla bekleyeceğim karıcığım."

Tebessüm ederek, ondan gözlerimi ayırdım ve cama doğru döndüm.

Beni sabırla beklemesi için içimden usulca Rabbime dualarımı gönderdim. Ona güvenmeyi tüm kalbimle istiyor, aradaki uçurumların kapanmasını bekliyordum. Artık aşkına inanıyordum ama beni sabırla bekleyeceği konusunda duyduğum kuşku içimi kemiriyordu ve buna Ece'nin söyledikleri eklenerek, kulaklarımda çınlıyordu. Ayrılmış olsalar da Amerika'da ara ara onunla olduğunu bilmek, kalbimin daha fazla yorulmasına neden oluyordu.

Evet bunlar onun geçmişiydi fakat benim karakterimde olan bir insan için de bu geçmiş çok fazlaydı. Her ne kadar düşünmemeye çalışsam da acabaların beni bırakmayacağını biliyordum. Onun çok değişmesi, bu yaptıklarının haram olduğu bilincine varması gerekiyordu.

Bundan sonraki süreçte bildiğim her şeyi ona öğretmek için uğraşıp, uzun bir yolculuğun sonunda hakikatleri artık biliyor olması gerekiyordu.

Allah'ım dilim döndüğünce Demir'e senin yolunu öğretmem için beni vesile kıl ve onu iddia ettiği karanlıktan kurtar. Onun gözlerinde gördüm Allah'ım, o karanlık tarafa geçtiğinde hem kendi acı çekiyor, hem de etrafındakilere acı çektiriyor. Böyle olmasını istemiyorum Allah'ım. Ben onun da ailesinin de benim ailem gibi sevgi dolu olmasını, birbirleri için sıcacık yuva olmalarını istiyorum. Bir de ikimizin küçük yuvası için senden güzel olan her şeyi istiyorum. Biliyorum dönüp dolaşıp her şeyi senden istiyorum ama ne yapabilirim ki aciz bir kulum ve yaptığım dualarla şekillenmeye başlıyor, sonra da daha fazla çabalamak için elimden geleni yapıyorum.

Dua edip kalbimdekileri Rabbime açtığım zaman inanılmaz derecede iyi hissediyordum. Biliyordum, Rabbim beni duyuyor ve sıkıntılarımı birbir biliyordu. İnsanın yaratıcısına içini boşaltabilmesi kadar iyi hissettiren bir diğer şey ise kıldığı namazlarla onun huzuruna çıkmasından başka bir şey olamazdı. Aklıma gelen şey ile içimde çiçek açarken tekrar duama devam ettim.

Allah'ım yine ben geldim. Demir'e namaz kılmak, senin huzuruna çıkmak çok yakışır, ne olur bunların ona nasip olacağı günler çabucak gelsin ve bunları senin emrin olduğu bilinciyle severek yapsın. Çok çok çokkkkk amin Allah'ım.

İçimde sürekli tekrarlanan dualar aleminden kapımın açılmasıyla çıktığımda zamanın çok çabuk geçtiği için şaşkındım.

"Geldik Hanifta Hanım. Uzun bir süre daldığınıza göre, önemli bir şeyler düşünüyor olmalısınız. Ne size doğru bakışlarımı gördünüz, ne de gözünüzü bir dakika camdan ayırdınız."

Arabadan tebessümle inerken, kapıya doğru ilerliyorduk. Bugün yaptığımız konuşmada fevri bir şekilde cevap verdiğim cümle aklıma gelince Demir'e doğru baktım.

"Demir, bu akşamki konuşmamız için özür dilerim."

Kafasını neden dermiş gibi salladığında konuşmama devam ettim.

"Sırf sinir krizi geçirmeme neden olduğu için içki içmeyi bıraktığını söylediğinde fevri bir cevap vermiştim. Aslında bu benim için çok anlamlı bir vazgeçiş Demir, verdiğin çabanın beni mutlu ettiğini bilmeni istiyorum."

Her bir cümlem Demir'in mutlu bir şekilde aradaki mesafeyi kapatmasına neden olmuştu. Gözleriyle gözlerim arasında gerçekleşen bu bakışma çok anlamlıydı.

"Çok mu mutlu oldun?"

Tebessüm ederek "Çok mutlu oldum ama birkaç cümlesini değiştirirsek daha fazla mutlu olabilirim." dediğimde "Ne gibi?" diye sordu. Gözlerindeki gözlerimi sol elimle oynadığım kabanının düğmesine götürdükten kısa bir süre sonra tekrar gözlerine getirdim.

"Aslında bunu Allah'ın emrini yerine getirmek için yaparsan çok daha fazla mutlu olurum. Sonuçta bu bilinçle bırakmış olursan karşılığında bir emri yerine getirdiğin için sevap bile kazanırsın."

Gözlerimi tekrar sol elimle oynadığım düğmeye götürürken Demir'in kalp atışlarını elimin altında hissediyordum ve bu beni mutlu ediyordu. Sesimi daha sevecen bir tona getirerek "Bu bilince ulaşmış olsak olur mu kocacığım?" diye sordum.

Aldığı derin nefesle beraber göğsünün üstündeki elim bile hareket etmiş, bakışlarımı tekrar Demir'e çevirmiştim. Onun gözleri şu an beni çok çok sevmek istiyor gibi bakıyordu.

"Sen ne güzel kocacığım diyorsun, bir daha söylesene güzel karım."

Duyduğum cümle kıkırdamama neden olmuş olsa da "Ama şu an konuyu sabote edip dağıtıyorsun Demir." dedim fakat o, hiç akıllanmışa benzemiyordu.

"Sen ne güzel Demir diyorsun, bir daha söylesene güzel karım."

"Demir."

Aslında konuyu dağıttığı için mızmızlanarak ismini söylüyordum ama o, buna "Beyza." diye karşılık veriyordu ve sürekli eklemeye devam ediyordu.

"Beyza'm"

"Benim Allah'tan istediğim ilk duam."

"Benim için çabalayıp elinden geleni yapan güzel karım. O halde bu bilince ulaşmak için elimizden geleni yapalım."

Duyduğum cümle gözlerimi şükür ile kapatmama neden olmuştu. O hazır bu bilince ulaşmak istiyorken arayı açmadan elimden geleni yapmam gerektiğini biliyordum.

"O halde izin verirsen bundan sonra ki süreçte, bildiğim her şeyi sana dilim döndüğünce anlatacağım Demir. Önce imanın şartlarının üzerinden geçip, islamın şartlarını hayatına geçirmemiz gerekiyor. Yarın sabah namazından sonra başlarız ama olur mu? Lütfen hiçbir mızmızlanma ve itirazda bulunma. Hazır bana dokunamıyorken, konuyu dağıtıp dikkatini bölmeden bu süreyi değerlendirmemiz gerekiyor."

Bakışlarım yüzünün haylaz ifadesinde gezinirken ne düşündüğünü az çok tahmin edebiliyordum. O yüzden cümlelerime daha ciddi bir ses tonuyla devam ettim.

"Öğretmenin ben olacağım için çokta mutlu hissetme Demir. Dersi astığını, konuyu cıvıttığını hissettiğim an, cezalar devreye girecek ve sen, bu cezaları yapana kadar burnundan getirmeye devam edeceğim. Bilirsin bende en çok sevdiğin huyum, çok konuşuyor olmam Demir. Seni, en çok sevdiğin bu huyumdan, sabaha kadar mahrum bırakmam emin ol."

Kapının ziline basarken, çapkın gülüşüyle göz kırparak konuşmaya başladığında onun asla akıllanmayacağı ortadaydı.

"Derslerde başarılı olduğumdaki ödüllerden de bahsetmelisin bence, böyle konularda teşvik önemli biliyorsun."

Yaptığı imayı görmezden gelerek tebessüm ettim ve hemen ekledim.

"O iş bende merak etme, bende elimden geleni yapacağım."

Kapı açıldığında ayakkabılarımızı çıkarıp içeriye girdik. Arkadaşları başımıza toplanıp neler olduğunu öğrenmek için sorular sordu. Demir'in gülüşü solarken, ona doğru bakıp göz kırptım ve konuşmaya başladım.

"Dün denizde ayağım kayıp düştüğüm zaman bileğim taşa sert bir şekilde çarpınca sıkıntıdan çat diye çatlamış."

Selin bana doğru atılırken, bileğime bakıyordu.

"Sen çatlak bilekle bir günden fazla süre nasıl geçirirsin Beyza? Bilek çatlağı hem insanın canını çok yakar, hem de iyileşmesi zaman alır. Bu acıya nasıl dayanacaksın."

Bakışlarımı tekrar Demir'e çevirdiğimde yutkunarak baktığını gördüm.

"Ben dayanırım da Demir, nasıl dayanacak orasını bilemiyorum ?"

Akın, Demir'e bakıp gülerken, "Sanki senin değil de onun bileği çatlamış gibi. Bunun hali ne böyle?" diye söylendi.

Montumun fermuarını açarken Demir, önüme gelip, gözlerimin içine uzun bir ah çekişle baktı. Sonra özenle montumu çıkardı. Bende sol elimle kabanının düğmelerini açıp, kabanını çıkarttım. Kıyafetleri koluna tutuştururken, ciddi bir ifade takınarak konuşmaya başladım ama her an dayanamayıp kahkaha atmaktan korkuyordum; çünkü konuştukça Demir'in yüz ifadesi değişiyordu.

"Evliliğimizde sözü geçenin ben olduğunu Demir'e kanıtladım. Bileğim iyileşene kadar bana dokunmasını ona yasakladım. Oda benim azabımdan korktuğu için 'tamam karıcığım, sen ne dersen o olur karıcığım, senin sözünün üstüne söz söylemem karıcığım' diyerek beni onayladı. Demir'in üzerinde hakimiyet kurmak benim için çok kolaydı ama o, hâlâ üzerinde kurduğum hakimiyeti sindirmeye çalıştığı için bu halde."

Demir kaşlarını şaşkınlıkla kaldırırken, arkadaşları kahkaha atıyordu. Çınar yanımıza doğru gelip, Demir'e baktı.

"Demir bize gelince aslan gibi kükrüyorsun, karının yanında süt dökmüş kediye dönüyorsun. "

Kağan, Çınar konuşurken diğer tarafımıza gelip, "Buna inanmam imkansız Beyza, Demir asla böyle bir adam değil. Tamam sana çok aşık ama hayır, bu kadar değişeceğini aklım almıyor." dedi.

Kağan'a doğru bakarken tebessüm edip, burnumun dikine konuşmaya devam ettim. Ne de olsa Demir'in bana verdiği sözleri buradaki kimse bilmiyordu. Öyleyse bu kısmın eğlencesiyle ilgilenebilirdim.

"Kağan, şimdi sana bunu kanıtlayacağım."

Demir elindeki montları askıya astıktan sonra, ya sabır dileyerek yanıma doğru geldi. Ona doğru elimi uzatıp, konuşmaya başladım.

"Demir arkadaşların söylediklerime inanmıyor. Onlara hakimiyetin bende olduğunu ve sözümden çıkmadığını göstermemiz için bana yardımcı olur musun? Eğer elimi tutarsan söylediklerimin doğru olmadığını anlarlar ama elimi tutmazsan hakimiyetin bende olduğunu onlara kanıtlayabiliriz. Hadi şimdi onlara hakimiyetin kimde olduğunu gösterelim."

Uzattığı elime kısa süreli bakarak gözlerini derin nefesler eşliğinde kapattı. Sözlerimi sindirmeye çalışan hali sevimli mi görünüyordu yoksa bana mı öyle geliyordu bilmiyorum ama ben aşırı derecede eğleniyordum.

"Gördüğünüz gibi şu an hakimiyetimi sindirmeye çalışıyor. Adamı mum ederim, mum!"

Kahkaha atarak söylediğim sözler Demir'i daha da kızdırdı. Selin kolunu boynumdan geçirirken "Aferin kız, senden öğreneceğim çok şey var." diyerek Demir'i daha fazla sinirlendiriyor ve kahkahalarıma eşlik ediyordu.

Demir, Selin'e uzaklaşması için mimikleriyle işaret edince Selin birkaç adım bizden uzaklaştı, Demir ise aramızda azıcık boşluk kalana kadar yanıma gelip, parmağını yanağımda dokunmadan gezdirdi. Gözleriyle dudaklarımı işaret ederek konuşmaya başladı.

"Bileğin iyileşene kadar evet sana dokunmayacağım karıcığım. Sana 2 gün dokunamamak beni fazlasıyla çıldırtmışken, uzun süre dokunamamanın acısını senden fena çıkaracağımı bilmen gerekiyor. O zaman ki kuralları ben belirleyeceğim ve senin buna itiraz etme hakkın asla olmayacak. Ne dediğimi anladığını umuyorum."

Yüzüm kızarırken, söylediklerinde kararlı olduğunu anlamıştım. Bir adım geriye giderek utanan yüzümü şu an onun göğsünde saklayıp, bulunduğum ortamdan yok olmak istedim. Demir'in sessizce söylediği cümleleri arkadaşlarının duymaması için dua ederken bakışlarımla onları yokladım ama hiçbiri duymuşa benzemiyordu.

İçime kaçan sesimle "Şeyy ben sözlerimi geri alsam, sende kuralları belirlemesen olur mu Demir?" diye sordum. Kafasını hayır anlamında sallarken, bu halimden haz aldığı gülümseyen bakışlarından belli oluyordu. Geri adım atmayacağını anladığım an burnumu diklerek içime kaçan sesi düz bir tona getirmeye çalıştım. O halde bende şu an ki durumdan geri adım atmayacak, keyif almaya devam edecektim..

"Gördünüz işte arkadaşınız sözümden çıkamadığını size kanıtladı. Zamanı gelince tüm kuralları benim koyacağımı da kabul edip, uslu bir kedicik olacak."

Çınar yanıma gelirken, "Heybetli aslan gitmiş yerine zaten bir kedicik gelmiş Beyza, daha fazlasını düşünemiyorum" dedi ve kendini karşı koltuğa attıktan sonra bakmaya devam etti.

Demir yanımıza doğru geldiğinde Çınar'ın önünde durup dişlerinin arasından sinirini sundu.

"Karıma uzun süre bakmanı istemiyorum Çınar. Seni defalarca kez uyarmaktan bıktım, artık ayağını denk al."

Çınar kahkaha atarak "Bize gelince yakıp, yıkıyorsun beyefendi ama daha demin ki halini de gördük" deyince Demir bana doğru bakıp kafasını sağa sola doğru 'sen yok musun, sen' der gibi salladı. Omuzlarımı yukarıya doğru kaldırıp indirdikten sonra yüzüme umursamaz bir ifade taktım.

"Sen böyle yapmaya devam et Hanifta Hanım. Birazdan mutfağa geçip, sana ellerimle yemek yedireceğim ve bil bakalım kim yeter diyene kadar yiyeceksin."

Aklıma bana zorla yemek yedirdiği gün gelirken, ardından yaşadıklarımız gözümün önüne geldi. Demir'e ilk defa o gün şans vermiş, sıcaklığına yine o gün kendi isteğimle sığınmıştım.

Göz kırpmasına eşlik eden, çapkın gülüşü onunda yaşadıklarımızı unutmadığını ve bana hatırlatmak istediğini gösteriyordu ama o, yüzüne taktığı ifadeyle üzerine düştükten sonraki kısmı ima ediyordu.

Sürekli onu öptüğünle ilgili dalga geçtiğini hatırlıyorsun değil mi Beyza? Yine aynı şey olursa bu sefer onun dilinden kurtulamazsın.

İç sesimin verdiği ayarsız düşüncelerde gezinirken ağzımdan çıkan yüksek sesle verdiğim cevaba şaşırıyordum.

"Hayır öyle bir şey asla olmayacak!"

Demir söylediklerimi duymamış gibi davranarak mutfağa doğru seslendi.

"Eşime yiyecek bir şeyler hazırlayın. Sofrayı da mutfağa kurun birazdan gelip, kendi ellerimle yedireceğim."

"Hemen hazırlıyorum efendim."

Selin, ne olduğunu anlayamadığı için kafasını sallayarak soru sorunca Demir cevap verdi.

"Hanımefendinin tüm kan değerleri sınırın çok çok altında, bundan sonra kendi ellerimle besleyip, eski sağlığına kavuşana kadar zorla yemek yedirip, ilaçlarını içireceğim."

Selin şaşkınlıkla gözlerini açarken, bana doğru döndü ve "Beyza neden kendine dikkat etmiyorsun?" diye sordu.

"Bu arkadaşın insanda iştah mı bırakır Selin? Önceden her şeyi yerken, büyük bir keyifle yerdim, şimdi yiyemiyorsam bu onun suçu, benim değil."

Demir oturduğu yerden kalkıp, önümde durdu. Kalkmam için göz işareti yaptığında gerçekten onun istediği kadar yemek yiyeceğim konusunda kararlı görünüyordu ve bu kararlı görüntüsü gerilmeme neden oluyordu. Şimdi bu arsız adama karşı çıkacak olsam kimseyi umursamadan beni omuzuna atıp mutfağa götürebilir, üstüne de bacağına oturtup, zorla yemek yedirmeye çalışabilirdi.

Hayır hayır bir utanç daha yaşayamam ama bir dakika bana dokunması yasak olduğu için istese de bunları yapamaz ki...

Kızım sen saf mısın? Sırf sana dokunmak için bu bahanenin ardına saklanır ve tüm yemeği yakın temas kurarak yedirir.

Farkına vardığım gerçekle yerimden kalkıp, dudaklarımı sıktım. Mutfağa giderken hem sinirden ayağımı yere vuruyor, hem de konuşuyordum.

"Gerçekten her şeyime karışan bu halinden bıktım Demir. Sen yeter diyene kadar yemek yemek istemiyorum . Bana karışmanı istemiyorum, sürekli bana küçük çocukmuşum gibi davranıp, ne yapmam gerektiğini söylemeni hiç hiç istemiyorum. Hem insanda iştah bırakmıyorsun ki seve seve yemek yiyeyim."

Yaptıkları bir bir aklıma geldikçe söylenmeme devam ediyordum.

"Hayır sevdiğim yemeği yerken de yine karışıyorsun. Tam iştahla yemek yiyeceğim diyorum, sofradan omzuna atıp odaya götürüyorsun, sonra da utanmadan kan değerlerin çok düşük diyorsun ya çıldırıyorum."

Evet cidden o istediği zaman rahatlıkla beni omzuna atıp, istediği yere götürüyordu ve buna yemek yemem bile engel olmuyordu.

"Aaa şu an beni çok sinirlendirdin Demir, bunun acısını senden çıkarmadan asla rahat durmayacağım."

Konuşmaktan yorulduğumu hissederken, arkadan bilmiş bilmiş konuşma sesleri geliyordu.

"Az konuş, az! Suçu bana atma, sen çok konuştuğun için yemek yiyemiyorsun."

Arkamı dönüp, gözlerine bakarken iki elini arkasına götürüp birleştirdi ve yüzüme doğru eğildi.

"Demir yanlış sularda yüzüyorsun, dikkat et başına bir şeyler gelmesin."

"Şu an korkmam mı gerekiyor?"

Tebessüm ederek yüzümü sevimli bir hale getirdiğim zaman tek amacım kurduğum cümlelerle az konuşmamı isteyen adamın başını ağrıtmaktı.

"Yoo, birazdan başının ağrıması gerekiyor. Sana çocukluk anılarımı anlatmamı ister misin? Özellikle Kenan ve Mehmet'in çenemden neler çektiklerini, saçlarını başlarını nasıl yolduklarını sana anlattığım zaman susmam için bana yalvaracaksın."

"Hadi bakalım göreceğiz Haniftam."

Mutfağa gidip sandalyeye oturdum. Demir yedirmek için ısrar etsede izin vermeyip kendim yemeye çalıştım ama sol elimle yemek konusunda hiçte becerikli olmadığımı gördüm.

Demir elimden kaşığı alırken "Bir kerede itiraz etme Hanifta Hanım, kocanın sözünü dinlemeyi yavaş yavaş öğrenmeye başla" diye söylendi ve çorbayı içirmeye başladı.

"Demir, lise çıkışı Kenan'ı bir kızla konuşurken görünce hemen yakın markajıma aldım. Kızın ağabeyini tanıdığım için Mehmet'i arayıp, çocuğun telefon numarasını aldım. Telefonda olanları ballandıra ballandıra anlatırken, "Hayır kız kardeşine üzülüyorum, Kenan hercai adamın teki, niyeti ciddi değil, gönül eğlendiriyor" diye çocuğu bir güzel doldurdum. Tabii ki bunları yaparken takibi asla bırakmıyordum. Bir kafeye gidip oturduklarında çocuğa konumu atıp, onu beklediğimi söylediğim esnada Kenan efendi kızın saçlarıyla oynuyor, gülümseyerek bir şeyler söylüyordu. Bir iki tanede öyle fotoğraf çekip, çocuğun telefonuna mesaj olarak attığımda, Kenan'a yedireceğim dayağı düşünmek, bana o dakikadan itibaren haz vermeye başlamıştı. Çocuk yanıma geldiğinde ona bulundukları yeri gösterdim. Çocuğun 'Ulaa kardeşime dokunma! ' diye Kenan'a uçuşunu videoya kahkahayla aldıktan sonra, keyifle birbirlerine girmelerini izledim. Kenan'da başta çocuğa okkalı geçiriyor, güzel karşılık veriyordu. Sonra çocuğun bir arkadaşı daha kavgaya girip, Kenan'ı aralarına aldığında ortada adaletsizlik olduğu için sinirlendim ve kafeye doğru gittim. "Tek kişiye, iki kişinin saldırdığı nerede görülmüş, bu çocuğu size yedirir miyim ben? " diye aralarına girdim. Kızın ağabeyi ses etmedi ama sonradan kavgaya giren çocuk, üzerime doğru geldi. Ben 8 erkeğin içinde, sürekli olası durumlarda nasıl davranmam gerektiği öğretilerek büyütülmüş bir kızdım. Canım acısa da ses çıkarmaz, öğrettikleri her şeyi tekrar tekrar ederdim. Tabii ben, o çocuğun gözünde güçsüz görünen bir kız olarak görünüyordum. Beni omzumdan itmek için uzattığı elini tutup, tamda ağabeylerimin gösterdiği gibi ters çevirince çocuk acıdan dizlerinin üzerine çöktü. "Sen kimsin de bana el uzatıyorsun!" diye bağırıp masadaki şişeyi kırdım ve çocuğun boğazına doğru getirdim. Aslında hiçbir şey yapmayacaktım maksat gözdağı verip, bana istediği gibi dokunamayacağını ona kanıtlamaktı. Kenan patlamış dudağıyla kahkaha atıp, 'Dua et o şişeyi boğazına saplasın. Bu yaptıklarını Hüseyin ve Ali Asaf ağabeyleri öğrenecek olursa, sana yapacakları yanında bu hiç kalır' dediği an, çocuk özür dilemeye başladı. Şişeyi elimden atıp, Kenan'ı düştüğü yerden kaldırdım ve kafeden çıktık. Kenan eve gidene kadar bana sürekli teşekkürlerini sunuyor, onu kurtarmamın kral hareket olduğunu söylüyordu. Ta ki durumu herkese anlatırken, çenesi düşük Mehmet bana dönüp, 'Bugün sen, o çocuğun numarasını benden istememiş miydin?' diye sorana kadar. Kenan'ın şaşkın bakışları arasında "O ayrı konu, bu çapkın adamın kızların ahını almasına tabii ki engel olacağım. Bir daha görecek olsam, bir daha ararım" diye gülerek cevap verirken ayağa kalktım. "

Demir yemeği bana çoktan yedirmiş arkadaşlarının yanına odaya gitmiştik. Demir'in yanına oturup susmadan, anlatmaya devam ediyordum.

"Ben ayağa kalkınca Kenan da söylenerek, zorla ayağa kalktı. 'Şimdi ben, senin yüzünden mi bugün dayak yedim?' diye söylenince "Dur kuzen senin için video kaydına aldım. Yalnız çocuğun sana attığı uçan tekmeye saygı duydum. Ağabeylerim bu tekmeyi bana öğretmediği için her ne kadar üzülsemde bu videoyu izleyip, tekme üzerinde çalışacağım" deyip videoyu açtım ve herkese izlettim. Kenan gözlerini kapatıp, saçlarına ellerini daldırdı."

Demir bana doğru dönüp, dirseğini koltuğun arka tarafına doğru koydu. Söylediklerimi dikkatle dinliyor, işaret parmağını dokunmadan yüzümde gezdiriyordu.

"Demir dur şimdi dikkatimi dağıtma lütfen. Kenan saçlarını sinirle yolarken 'Birde video kaydına almış vicdansız! Sen benim başıma bela olarak mı gönderildin?' diye söylenmeye başladı. Kahkaha attıkça çıldırıyordu. Sonra yüzümü ciddileştirip, Kerem ağabeyimin yanına gittim. "Ağabey ben ne yapsam kardeşine yaranamıyorum. Senin de kız kardeşin var, ne yapsaydım kızı bu hercai adama mı bıraksaydım. Niyetinde ciddi olsa, saygı duyacağım ama her gün yanında başka bir kız görüyorum. Bu uyuz Kenan'dan geçtim, amcamın ve sizin başınızı öne eğecek diye korkuyorum" diye acıklı konuşunca Kerem ağabeyim yerinden kalkıp 'Kenan!' diye bağırdı. Kenan hem ağabeyinden kaçıyor, hem de bana 'Seninle görüşürüz!' diye gözdağı veriyordu. O gün bugün hâlâ benimle görüşecek zavallı çocuk. "

Demir'in arkadaşları kahkaha atıp, Demir'e sabır diledi ve odalarına çekildiler. Bizde kendi odamıza giderken, ben hâlâ konuşuyor asla susmuyordum. Odanın kapısından içeriye girdiğimizde Demir kapıyı kilitledi ve üzerime doğru yürümeye başladı.

"Hiç susmayacaksın değil mi?"

Kafamı iki yana sallayıp, tebessüm ettim.

"Hayır hiç susmayacağım. Şimdi pijamalarımı giyip geleceğim ve birazda Mehmet'ten bahsedeceğim."

💙💙💙

Beyza pijamalarını banyoda giyerken, bende odada üzerimi değiştirip eşofmanımı giyiyordum. Gömleğimi çıkarıp, tişörtümü giyeceğim an, banyonun kapısı açıldı ve Beyza konuşarak elindeki kıyafetlerle çıktı. Pijamasının paça kısmının yukarıya katlandığını görünce ayağını kaldırıp, hafif öne doğru eğilerek paça kısmını düzeltti. Kafasını yerden kaldırıp yüzüne takındığı sevimli ifadeyle cümlesine başladı ama üst kısmımı daha giyemediğim için cümlesi yarıda kaldı.

"Şimdi sana, sabaha kadar Mehmet'i anlata-"

Gözleri şaşkınlıkla açılırken elindeki kıyafetleri yere atıp, yüzünü kapattı ve bana arkasını döndü.

"Demir üzerini değiştirdiğini bilmiyordum. Çok özür dilerim, çok özür dilerim. İstemeden oldu, bilseydim asla gelmezdim."

Her bir sözünden masumluk akarken, onun o utanan tatlı hallerini izlemek benim için çok keyifliydi. Ben onun kocasıydım ve artık bu gibi durumlara yavaş yavaş alışması gerekiyordu. Bu durumu aşmanın uzun bir zaman alacağı, şu an verdiği tepkiden anlaşılıyordu. Tişörtü yatağın üzerine bırakırken "Tamam artık gözünü açabilirsin." deyip sessizce arkasına gittim ve orada bekledim. Eğer Beyza'yı azıcık tanıdıysam gözlerini açmadan kendini yatağa atacak, yorganın altında saklanıp uyuyacaktı. Tamda tahmin ettiğim gibi oldu. Arkasını dönüp gözlerini açmadan, hızla yatağa doğru adım atarken, çıplak göğsüme çarptı ve tutunmak için ellerini bedenime getirdi. Gözlerini açtığında yanakları pembeleşmiş, ne yapacağını bilemez haldeydi.

.

.

.

Cidden bu kadar yeter diye düşünüyorum.

O halde gelecek bölüm görüşmek üzere, hepiniz Allah'a emanet olunuz...

Loading...
0%