Yeni Üyelik
35.
Bölüm

35🍓 "MAVİ GÖKYÜZÜM"

@hanifta_hanim

Heyooo yazarınız geldiii.

 

Hem de halis muhlis yeni bölümle geldi.

 

Arada bir yorum yaparsanız kitapla ilgili neler hissettiğinizi anlamış olur, nerelerde tam olarak sinirlendiğinizi bilir, ona göre daha fazla o tarz sahne yazarım : ) Biliyorum, biliyorum söylemenize gerek yok her zaman ki gibi merhamet dolu bir kalbe sahibim, canım kalbimin merhametiyle bazen ben bile baş edemiyorum : ))

 

Şaka bir yana sadece size takılmayı seviyorum.

 

 

 

Keyifli okumalar ❤️

 

.

 

.

 

.

 

 

Mavi Gökyüzü Bey; Yavuz Selim AKMAN

 

Öfkeyle yerimden ayrıldığım zaman çocuklar, beni durdurmaya çalışıyorlardı ama öyle büyük bir öfkeydi ki bu, o adamın ağzını burnunu kırmadan içimden atabileceğimi sanmıyordum ve Beyza'nın benim bile kollarıma böyle atılmamışken, yabancı bir adama bu şekilde sarılmasına anlam veremiyordum.

 

Selin, "Demir dur!" diye bağırınca ikisi de birbirlerine sarılıp, bana doğru baktılar. Beyza'nın gözlerinin içi adama bakarken gülüyor, beni gördüğü halde sarılmaya devam ediyordu.

 

Sol elini bana doğru uzatırken "Bu da benim kıskanç kocam, büyük bir ihtimalle seni dövmeye geliyor." dediğinde yanındaki adam gülmeye başladı.

 

Yanına gidip uzattığı elini tuttum ve onu hızla kendime doğru çektim.

 

"Benden başka hiç kimse sana dokunamaz. Sen sadece benimsin!"

 

Gözlerinin içine bakarken öfkeyle söylediğim cümleye karşılık olarak tebessüm etmeye devam ediyordu.

 

"Sen öyle san damat bey, onunla arama sen bile giremezsin. Buna asla müsaade etmem."

 

Duyduğum cümle vücudumdaki öfkenin daha fazla alevlenmesine neden olduğunda adama saldırmak için Beyza'yı kollarımdan ayırdım ama Beyza, hızla beni durdurup, araya girdi.

 

"Sakin ol Demir. Yavuz Selim, Halit amcamın oğlu."

 

Beyza kuzenleriyle bile arasına mesafe koyuyor, yakın temastan kaçınıyordu. Trabzon'da kaldığım sürece buna çok dikkat etmiştim ve küçücükte olsa bir temasta bulunmadıklarını görmüştüm.

 

"Diğer kuzenlerinin kollarına bu şekilde atıldığını görmedim Beyza. Neden şimdi bu adamla olan mesafene dikkat etmiyorsun?"

 

Yanımdan ayrılıp, Yavuz Selim' e sarılırken "Çünkü o, benim sadece kuzenim değil, ayrıca süt kardeşimde oluyor. Annemin tüm sütlerini emmiş obur, onun yüzünden ben böyle küçük kaldım" deyip Yavuz'un yapılı göğsüne vurdu. Hayvan herifin spor yapıp kendine baktığı çok belli oluyordu.

 

Birinin Beyza'ya bakmasına bile tahammül edemiyorken, kurdukları temas kıskançlık damarımın kabarmasına neden oluyordu ve Yavuz, Beyza'nın göğsüne vurduğu eli alıp öperek daha fazla çıldırmamı sağlıyordu.

 

Bu hareket karşısında hızla Beyza'yı Yavuz'dan ayırıp, kendi kollarıma doğru sardığım sırada dişlerimin arasından konuşarak, ona durması gereken yeri bildiriyordum.

 

"Başlarım sizin süt kardeşliğinize! Ulan benim karım o, benim! Elini melini öpemez, ona bu şekilde sarılamazsın!"

 

"Öyle bir öperim ki sen de sadece izlemekle kalırsın. Hem sen, kaç günlüksün lan! Kaç günlük adamsın da 24 senedir benim canım olanı, benden sakınıyorsun!"

 

İkimizin gözlerinde yanan alev kesinlikle durmayacağımızın kanıtı gibiydi ve benim, tahammül sınırlarım çoktan aşılmıştı. İkimiz de aynı anda birbirimize doğru yürüyüp, yakalarımıza yapıştık. Beyza'nın öfkeli sesi, aynı anda havaya kalkan yumruklarımızın sabit durmasını sağladı.

 

"O yumrukları bir bir yüzünüze indirdiğiniz an, ikinizin de yüzüne bakmam. Beni tanıyorsanız, dediğimde ne kadar ciddi olduğumu da biliyorsunuzdur."

 

Bakışlarını tekrar ikimizin üzerinde gezdirdikten sonra kararlı sesiyle konuşmasına devam etti.

 

"Ben şimdi kitap okumaya gidiyorum, anlaşmadan yanıma geleni silerim."

 

Arkasını dönüp gittiğinde, Yavuz'la bir bir yüzlerimize baktık. Gerçekten karımı tanıyor olmalı ki Beyza'nın cümlesine yutkunarak cevap veriyordu.

 

"Çok inatçı, 24 yıldır hiçbir inadından döndüğünü görmedim. Gerçekten silerim diyorsa siler, ben elimi indiriyorum. Böyle aptal bir neden için Beyza'yı kaybedemem."

 

"Çok asi oğlum, tanıştığım günden beri burnunun dikine gidiyor. Asıl ben, onu kaybedemem. Hadi sen neyse de ben, onun kocasıyım."

 

Beyza'nın yanına gittiğimizde kitaptan kafasını kaldırıp, bize bakmadığını gördük.

 

"Hayatım biz kavga etmedik."

 

Söylediğim cümleden sonra bakışlarını kısa süreli üzerimizde gezdirip, yüzünü sevecen bir ifadeye getirdi.

 

"O halde sarılında bir göreyim."

 

Normalde Beyza'ya dokunduğu için ağzını burnunu kırmam gereken adama dönüp baktığımda o da halinden pek memnun gibi görünmüyordu ama ikimizde bunu yapmak zorunda olduğumuzu biliyorduk. Birbirimize sarılıp, sırtımıza erkekçe bir iki tane geçirdikten sonra Beyza, iki elini bize doğru uzattı. İkimizde beklemeden Beyza'nın elini tuttuğumuzda bir yanına beni, diğer yanına da Yavuz Selim'i oturtturdu. Bu çocuk gerçekten kaşınıyordu; çünkü şu an Beyza'ya sarıldığı yetmiyormuş gibi bir de özlem dolu şekilde başından öpüyor ve cümleleriyle kaşınmaya devam ettiğini gösteriyordu.

 

"Gerçekten seni çok özledim çocukluğum. İlk kez bu kadar ayrı kaldığımız için mi bilmiyorum ama senin tatlı suratını görmezsem boğulacakmışım gibi hissettim. O yüzden her şeyi erteleyip yanına koştum."

 

Beyza'nın arkasından Yavuz Selim'in kafasını itip, gözlerinin içine bakarak konuştum.

 

"Lan anladım süt kardeşin ama öpüp durma! Cidden kendimi tutamıyorum!"

 

Hayvan herif sanki Beyza benim değilmiş gibi rahatlıkla onu, benden kıskandığını söylüyordu.

 

"Sen sarılınca, ona dokununca sanki ben kıskanmıyorum. Sende dokunma o zaman!"

 

Kolumu Beyza'nın belinden geçirip onu kendime doğru çekerken, "Benim karım lan, istediğim her şeyi yaparım." diye kükredim. Yüksek çıkan sesime karşılık olarak Yavuz dişlerini sıkıp, Beyza'nın sağ elini tutmak için uzandı ama bileğindeki sargıyı görünce yutkundu. Yüzüne yayılan endişeli ifadeyle Beyza'nın sağ elini kaldırıp, dikkatle sargıya baktı. Şu an sesine yayılan hüznün ardında büyük bir öfke perdelediği çok net şekilde görünüyordu

 

"Ne oldu senin bileğine?"

 

Beyza tebessüm ederek konuşmaya başladığında Yavuz'un kaşları daha fazla çatıldı.

 

"Anlatacağım ama Kenan'a anlatmak yok. Dilinden kurtulamam sonra biliyorsun."

 

"Beyza, şu an aşırı derecede gerginim. O yüzden başlatma beni Kenan'ına da bileğine ne olduğunu söyle?"

 

"Deniz kenarında ayağım takılıp, denize düştüm. O esnada sert bir şekilde taşa çarpınca çatladı."

 

Oysa bileğinin bu hale gelmesindeki nedenler arasında o gün benim yaptıklarım da vardı ama Beyza, bunlara hiç değinmeden anlatmaya çaba gösteriyordu. Onun çırpınan halleri içimi yangın yerine çevirmeye yetiyordu.

 

Yavuz Selim dişlerinin arasından "Sen neredeydinlan?" diye sorduktan sonra sesini daha ciddi bir tona götürerek konuşmasına devam ediyordu.

 

"Böyle mi kocalık yapıyorsun? Eğer ben koruyamayacağım diyorsan, söyle biz koruyalım."

 

Verdiği tepki de haklıydı. Birde bileğinde bıraktığım parmak izlerini bilseler, onu ne olursa olsun bende bırakmazlardı. Hiçbir şey demeden yutkundum; çünkü suçumu biliyordum.

 

Beyza, Yavuz'a dönüp kaşlarını çatarak konuştu.

 

"Şimdi Gökyüzüm falan demeyeceğim yiyeceksin paparayı ha. Çocuk muyum ben? Zaten evlendiğimden beri burnumun dibinden ayrılmıyor, şimdi böyle dediğin için hiç rahat bırakmayacak."

 

Yavuz Selim derin bir nefes alıp, Beyza'nın çatlayan bileğini öptü.

 

"Ne yapayım kızım, bizim için çok değerlisin. Herkesi geçtim bendeki yerini biliyorsun. Lütfen, kendine dikkat et."

 

Beyza, Yavuz Selim'in yüzünü alan üzgün hali silmek ister gibi yüzünü sevecen bir ifadeye getirdi ve Yavuz Selim'e bakmaya devam etti. Yavuz, bu ifade karşısında elini Beyza'nın yanağına getirip tebessüm etti.

 

"Tipe bak, nasıl da sevimli sevimli bakıyor."

 

Bu cümleden sonra mümkünmüş gibi Beyza'nın yüzü daha sevimli bir ifadeye döndükten kısa süre sonra tebessüm ederek çocukları Yavuz Selim'le tanıştırdı.

 

"Kağan bak, benim Mavi Gökyüzüm bu. Biraz benziyorsunuz değil mi?"

 

Kağan yanımıza gelip, Yavuz'a elini uzatırken "Evet benziyormuşuz ama dediğin gibi onun gözleri daha koyu maviymiş" dedi.

 

Sırasıyla diğerleriyle tanıştıktan sonra hep beraber yemek yemeğe çıktık. Karımın neden onu çok sevdiği anlaşılıyordu. Yediği yemek, içtiği su, sevdiği tatlıya kadar her şeye hakimdi. O geldiğinden beri Beyza'nın yüzünden kahkahası hiç eksik olmadı. Kendi aralarında konuşmaya devam ederken Yavuz, parmağını Beyza'nın elmacık kemiğinde gezdirdi.

 

"Çok zayıflamışsın, gözlerinin altı bile çökmüş. Seni böyle görmek, beni çok üzdü Çikolata Hanım."

 

Beyza burnunu kıvırarak "Hepsi senin yüzünden. Sende, kendini bu kadar özletmeseydin Gökyüzü Bey." dedi.

 

Tatlısından bir çatal daha Beyza'ya uzattığım sırada artık ikisinin bu hallerine dayanamıyordum. Bana hiç böyle davranmadığını düşündükçe çok daha fazla geriliyordum. Tatlısını yerken gözlerinin içine baktım. Artık gözlerinin içine nasıl baktıysam ne olduğunu sorar gibi kafasını salladı. Dudağının kenarına bulaşan çikolatayı baş parmağımla sildim ve kulağına eğilip "Süt kardeşinde olsa artık sana dokunmasına dayanamıyorum. Senin kocan olduğum halde, ona davrandığın gibi bana davranmadığını bilmek, beni sinirli bir adama çeviriyor." diye fısıldadım. Başını geriye doğru çekip, gözlerimin içine baktıktan sonra kulağıma eğildi.

 

"Benim kocam sensin Demir. O, sadece benim kardeşim. Aradaki farkı anlatmama gerek var mı?"

 

"Keşke bu farkı anlatmak yerine, artık bana göstersen Beyza."

 

Tahammülsüz sesimden çıkan cümle ile kaşlarını çatarak konuşmaya başlasa da sesinde kırgınlık vardı.

 

"Bunun için elimden geleni yapıyorum ama her defasında sana yetersiz geliyor Demir." Derin bir nefes alıp konuşmasına devam etmek için ağzını açtı ama ne söyleyecekse içine attı. "Şimdi konuyu kapatıyorum Demir. Eğer konuşmalarımıza dikkat etmeyip, Yavuz'un yanında kavga etmeye başlarsak, iş dönülmez noktalara varacak ve sen, özür dilesen bile bu sefer hiçbir şey değişmeyecek."

 

Duyduğum söz karşısında bedenim gerilmişti. O bunları söylerken beni tehdit mi etmişti, yoksa gözdağı mı vermişti? Sinirden çenem kasılırken, gözlerine baktım.

 

"Sen, beni tehdit mi ediyorsun?"

 

Hiçbir şey demeden bakışlarını benden çekip, Yavuz'a baktı. Yavuz, sandalyesini biraz daha Beyza'ya doğru çevirip, garsona el işareti yaptı. Garson yanına geldiğinde ise konuşmaya başladı.

 

"Çay istiyorum, özellikle iki tanesi duble olsun."

 

"Efendim üzgünüm, çay servisimiz yok."

 

Yavuz duyduğu açıklama karşısında kaşlarını çatarak, garsona baktı.

 

"Ne demek yok. Size çay getirin dedim."

 

Beyza araya girerek ,Yavuz'a doğru döndü ve yumuşak bir sesle "Gerek yok Yavuz, kalkıp başka yerde içeriz. Çalışanı zor durumda bırakmaya gerek yok." dedi.

 

"Sen çaysız, tatlı yemeyi sevmezsin ki baksana ancak 3 çatal alabildin."

 

Çenem çok daha fazla kasılmaya başlamıştı. Her şeyi biliyor, tatlıyı yutamadığını bile o fark ediyordu. Yavuz tekrar adama doğru döndüğünde öfkeyle ağzını açacakken garsonun yanına mekanın sahibi geldi.

 

"Yavuz Selim Bey, sizi tekrar burada görmek büyük bir şeref. Geçen hafta gelen konuklarınızı memnun edebildik mi?"

 

Adamın koluna dokunurken, "Evet, mekandan severek ayrıldık, şimdi de aynı şekilde ayrılmak istiyoruz. Acil çay istiyorum. Beyaz Çikolatam tatlıyı çaysız yiyemiyor, biraz hızlı olursa seviniriz." dedi.

 

Mekan sahibi, garsona kaş göz işareti yaparak, hemen gönderdi. Beyza'ya doğru dönüp, baktığında "Evli olduğunuzu bilmiyordum. Eşiniz mi?" diye sordu.

 

Duyduğum cümle karşısında Beyza'nın dudaklarına yapışıp, kimin karısı olduğunu herkesin gözüne sokmak istesem de kendimi frenlemem gerektiğinin farkındaydım ama bu isteğime engel olamıyordum. Beyza'nın belinden kavrayıp, onu iyice kendime yakınlaştırdığımda artık gözümü karartmıştım.

 

"Demir Bey, arkanız dönük olduğu için sizi şimdi fark ettim. Hoş geldiniz."

 

Sınavımdı. Kesinlikle ona akan tüm duygularımı frenlemeye çalışmak en büyük sınavımdı ve bu sınav sadece bana aitti. Gözlerimi birkaç saniye kapatıp derin bir nefes alarak açtım. Bakışlarımı konuşan müdüre doğru döndürdüğüm zaman başımı hoş bulduk anlamında salladım. Tekrar yönümü Beyza'ya çevirdim ama onunda birkaç saniyelik fırsatı değerlendirerek arayı açtığını gördüm.

 

O sırada çaylar gelince Beyza mutlulukla çayını yudumladı ve gözlerini kapatıp, derin nefesle beraber tebessümünü sundu.

 

"İşte şöyle kendine gel. Sana kalsa gerek yok diyordun ama senin ruhunu biliyorum, ruhunu..."

 

Beyza yüzünü alaylı bir ifade getirerek "Yavuz Selim, bunu Kenan ve Mehmet bile biliyor, ne demek istediğimi anladığını düşünüyorum." dedi.

 

Yavuz gülerek Beyza'nın omzundan dökülen şalın uç kısmını çekti. Sesine yalandan bir öfke katıp, "Bana bak bana, şimdi kapalısın diye şalını çekmekle yetiniyorum, önceden olsa saçların şu an elimdeydi." dedi.

 

Gerginliğimi Beyza'nın tatlı bir sesle söylediği cümle arttırıyordu.

 

"Sen, bana kıyamazsın ki..."

 

Öfkeden dişlerimi sıkıp, parmaklarımı sertçe masanın üzerine sırasıyla vuruyor, bu hallerine katlanmak için direniyordum. Selin halimi anlamış olacak ki "Beyza, canım makyajımı tazelemem gerekiyor ama yalnız gitmek istemiyorum. Benimle gelir misin?" diye sordu. Beyza kafasını olur anlamında salladıktan sonra kalktılar. İkisinin gözden kaybolmasını bekliyordum ve sonrasında Yavuz'a karşı tüm öfkemi kusacaktım ama daha gözden kaybolmadan Yavuz'un telefonu çalmaya başladı. Ayağa kalktığı sırada "Önemli olduğu için bakmam gerekiyor." deyip dışarıya çıktı.

 

Çınar sessizce "Tamam Demir, karını fazlasıyla düşünüyor ve tanıyor. Hatta çokta ilgili ama konudan uzaklaşma kardeşiymiş işte. Beyza kendini koruyan birisi, kime nasıl davranacağını biliyor. Bizimle konuşurken bile, göz temasından kaçınıyor kız. Sakinleş artık." dedi.

 

Onlar için konuşmak çok kolaydı, nihayetinde Beyza benim karımdı ve benim yanımda olmadığı kadar o adamın yanında mutluydu. Sertçe elimi masaya vurup, hiçbir şey demeden kalktım ve lavabolara doğru gittim. Tam o esnada Beyza'nın çıktığını görünce kolundan tutup, malzeme odasına soktum. Ardından Selin de çıkmış olmalı ki Beyza, diye bir iki kez seslendi. Tam Beyza ağzını açıp Selin'e cevap verecekken elimle ağzını kapatarak, onu duvarla kendi arama hapsettim.

 

"Onunla mesafeni koru. Süt kardeşin falan demem, gider öfkemi yüzüne yumruklarla sunarım. Sen sadece benimsin, anlıyor musun? Sadece benim! Benim olana, kimsenin dokunmasına izin vermem. Beni anladın mı?"

 

Elimi ağzından çektiğimde hiçbir şey demeden uzun süre bana baktı ve ardından duvarla aramda sıkışmış bedenini kurtarmak için beni arkaya itmeye çalıştı. Onu daha fazla bedenime hapsedip, bir elimle belinden, bir elimle de sırtından iterek göğsüme bastırdım.

 

"Demir bırak!"

 

"Bırakmam için hiçbir neden yok. Canım ne istiyorsa onu yaparım. Senin de dediğin gibi senin kocan benim."

 

Kafasını arkaya doğru itip, yüzüme baktı. O küçük boyuna bakmadan benimle göz teması kurarak üzerimde nasıl hakimiyet kuracağını biliyordu; çünkü gözleriyle bana hayat verirken, aynı gözlerle ateşlerde yanmamı sağlıyordu.

 

Onun arkaya doğru ittiği kafasına inat, boynumu eğerek, yüzüne doğru yaklaştım. Ona bu kadar yakın olup, öpememek artık ağır geliyordu. Aradan aylar geçse de dudakları bile yasaktı. Gözlerim istemsizce dudaklarına kaydığında tüm vücudumda yanma hissediyordum. Zor olacağını elbette biliyordum ama bana bu kadar direnebileceğini, aramızda oluşan bu çekimi bir türlü görmeyeceğini, hiçbir zaman düşünmemiştim. Aramızda oluşan bu çekimin farkında olan kalbim, kanı öyle hızlı pompalıyordu ki atış hareketleri göğsümden belli oluyordu.

 

"Evet, kocam olduğunun farkındayım Demir. Hiçbir zaman varlığını unutturmuyorsun, merak etme! Ama kocam olacak adama, söylemek istediğim birkaç şey var. Bileğim iyileşene kadar bana dokunmayacak, benimle aynı yatağa girmeyecekti. Şimdi kocam mı sözünde durmuyor, yoksa sen mi kocam değilsin?"

 

Sinirle gözlerimi yumarken, kendimi ondan çekmeye çalışsam da kokusuna müptela olduğum için ona daha fazla çekiliyordum. Engel olamadığım hisle boynuna doğru eğildim. Burnumu şalına dayayıp, kokusunu derin soluklarla içime çektikçe ona doğru savruluyordum ve bunu yaparken, o sözü verdiğim güne giderek, kendime birkaç küfür savurmaktan geri kalmıyordum.

 

Bu bir bahane değildi ama biraz da benim yaşadıklarımı anlamasını istiyordum. Bu yaşıma kadar her türlü haramın içinde yaşamıştım ve onu gördüğüm ilk günden bu yana sadece onu yaşamak istiyordum. Bana helal kılınmış olsa da onu öpmeme bile izin vermeyen tavrı aklıma gelince sanki o sözleri ben vermemişim gibi onu biraz daha bedenime bastırıyordum.

 

"Demir şu an gerçekten rahatsız oldum. Bu kadarı benim için çok fazla."

 

Sanki onu duymuyordum. Öyle kendi içimdeki hislere odaklanmıştım ki aylardır süren özlemimin giderilmesini, helalim olan kadından şimdi bekliyordum. Onu gördüğüm ilk günden bu yana, beni saran özlemin giderilmesini beklerken çok da sağlıklı düşünemediğimin farkındaydım. Tekrar sessizce fısıldamaya başladığında nefesi boynuma değdikçe ben daha fazla ona akıyordum.

 

"Demir, ben ancak bu kadar açık konuşabiliyorum. Lütfen ne demek istediğime odaklanır mısın? Bu benim için çok fazla ve bu durum beni rahatsız edip, utandırıyor."

 

 

 

"Gördüğüm ilk günden beri seni istiyorum. Sana dokunmamak için ne kadar çok savaştığımı bilmiyorsun, benim masum karıcığım. Şu an gönlüme laf geçiremiyorum, aklında sadece sana duyduğu özlem var. Direnip yine savaş veriyorum ama şu kokun yok mu? Müptelası olup, zihnimi bulandıran kokun... Sen, bana git dedikçe o, beni arsızca kendine davet ediyor. Tıpkı şu an olduğu gibi. "

 

 

 

"Tamam birazcık kollarını serbest bırakırsan söz veriyorum seni, bu ızdıraptan kurtaracağım Demir."

 

Gözlerinin içine bakarken, kollarımı gevşettim. Hafif yana doğru uzanıp, raftan çamaşır suyunu aldı ve kapağını açtı. Bu kız gerçekten beni deli ediyordu. Çamaşır suyunu burnuma dayayıp, "Kokla." dedi. Şu halimin çamaşır suyu koklayarak, geçeceğini düşünecek kadar saf ve tecrübesizdi.

 

"Ciddi misin sen?"

 

Yaptığı şeyin çok doğru olduğundan emin şekilde kaşlarını çatarak konuşmaya başladı.

 

"Kokun zihnimi bulandırıyor demedin mi be adam!"

 

Dudağımın kenarını ısırıp, gülmemek için direndim. Ben çok daha farklı şeyler söylemiştim ama o, anladığı kadarını düzeltmeye çalışıyordu. Ciddi bir şekilde, çamaşır suyunu koklamamı bekliyor, arayı açabilecekmiş gibi kendini daha da duvara yaslıyordu.

 

"Cümlelerimden bunu mu anladın karıcığım. Sence beni, bir tek kokun mu baştan çıkarıyor? Senden ne istediğimi gerçekten de anlamıyor musun?"

 

 

 

"Demir beni çıldırtma! Açık bir şekilde bu kadar yakın olmanın beni rahatsız edip, utandırdığını söylüyorken ne istediğini anlamamış olabilir miyim? 24 yaşındayım ben, çocuk değilim. Çek şu bedenini artık, seni bu kadar yakınımda hissetmek istemiyorum."

 

 

 

Yanakları o kadar çok kızarmıştı ki bedenimi ilk defa böylesi yakın hissediyor, onun beni getirdiği durumu ilk defa ondan saklamıyordum. Ona doğru bakıp, çapkın gülüş attığımda utancından iyice sinirlenip, elindeki çamaşır suyunu sıktı ve ikimizin de üstüne başına geldi. Burnumun ucuna gelen çamaşır suyunu elimle silerken bir iki adım geriye gittim.

 

"Sen ne yaptığını sanıyorsun?"

 

Çamaşır suyuyla üstüme doğru gelip, tekrar bana doğru savurdu.

 

"Dua et, şunu sana içirmiyorum. Eceline susadığın açık bir şekilde ortada senin, dikkat et de sonun benim elimden olmasın adam! Sana, çok yakınsın geri çekil dediğim halde nasıl çekilmez, bedenini daha fazla hissetmeme neden olursun? Bu gece odama sakın gireyim deme! Asla sana güvenip, aynı odada uyumam. Arsız, sapık, ırz düşmanı, gözü dönmüş manyak adam! Benden uzak dur!"

 

Duyduklarım karşısında bugüne kadar hiç yapmadığım bir şeyi yapmış, kahkaha atarak öne doğru eğilmiştim. Kendimi toplayıp, doğrulduğum zaman dudağımı ısırsam da kahkahama engel olamıyordum.

 

"Demir, sen utanmadan bir de kahkaha mı atıyorsun!"

 

Ona doğru bakıp ciddileşmeye çalışsam da tekrar gülmeye başladığımda kızgın ifadesinin silinerek yerini çok güzel bakışlara çevirdiğini gördüm. Elindeki çamaşır suyunun kapağını yalancı sinirle kapatıp yerine koyarken "Bir daha bu kadar güzel gülme, gülüşün yüzünden öfkemi kaybediyorum" deyip kapıyı açtı ve hızla yanımdan ayrıldı. Duyduklarım karşısında bulunduğum yerde öylece kalakaldım.

 

Asi karımın sonunda kalbindeki yerim büyümeye başlıyordu!..

 

❤️❤️❤️

 

Odadan çıkarken kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Kapıyı kapatıp, elimi kalbime götürdüm ve atışlarının dinmesini bekledim. Sanırım zavallı kalbim bu adamın yakın temasına dayanamayacak, beni yarı yolda bırakacaktı. Burnuma dolan çamaşır suyu kokusuyla, aklım başıma geldi ve girişte duran büyük boy aynaya baktım. Yanaklarım kıpkırmızı olmuş, siyah eşofman elbisem ise çamaşır suyu döküldüğü için renk değiştirmişti. Şimdi bu üstümün başımın halini ben, nasıl açıklayacaktım? Ne masaya gidebiliyordum, ne de burada durabiliyordum. Demir'in odadan çıkıp, benimle karşılaşmasını istemediğim için ayaklarımı sürüye süreye, masaya doğru ilerledim. Herkes önüne bakarken, bir tek ne halde olduğumu Kağan görmüştü. O da sağ olsun kahkahasıyla beraber herkese duyurmuştu.

 

"Ne oldu yenge? Bir anda rengin solmuş."

 

Gözlerimi devirip "Seni komik çocuk, sen espri yaptığını mı sanıyorsun?" desem de yaptığı güzel esprinin farkındaydım ama aşırı derecede de gergindim.

 

Sandalyeyi çekip, yerime otururken benimle beraber çamaşır suyu kokusu da etrafa yayıldı. Gözlerimi kısa süreli kapatıp, bulunduğum ruh halinden kurtulmam gerekiyordu. Bu adam sözde bileğim iyileşene kadar bana dokunmayacaktı. Dokunmasını geçtim artık teması da arsızca arttırıyor, uzaklaş dediğim halde daha da yakınlaşıp, ne istediğini açık bir şekilde dile getiriyordu.

 

Selin etrafı bir iki kere kokladıktan sonra "Üzerine çamaşır suyu mu döküldü?" diye sordu.

 

Cevaplayacağım esnada Demir sandalyesini çekip, dibime oturdu. Onun üstü başı benimkinden daha beter durumdaydı. Çapkın gülüşüyle beraber göz kırptığını görünce rahatlığı karşısında öfkem büyüdü. Nasıl böyle rahat davrandığını kesinlikle anlayamıyordum. Yetmezmiş gibi belimden kavrayıp, beni kendine doğru çekmekten de geri kalmıyordu. Kaşlarımı çatarak ona sinirli olduğumu göstereceğim sırada Selin tekrar konuşmaya başladı.

 

"Eee Demir'in üstü başı, daha beter durumda. Size ne oldu, anlatacak mısınız?"

 

Yavuz'da yanıma gelip, oturduğunda gözleriyle ne olduğunu sordu.

 

"Arkadaşınız canına susamış şekilde davranıyordu. Bende çamaşır suyu dökerek, onu ızdırabından kısa yoldan kurtardım. Gerçi üzerine değil, ağzına döküp içirmem gerekiyordu ama bunu bir ihtar olarak algılasın. Bir daha, bu şekilde canına susayan hareketler sergilemeye devam ederse o çamaşır suyunu ona, kana kana içireceğim. Bu da açıkça uyarım olsun!"

 

Masadaki herkes kahkahayla gülerken Demir gülmek yerine kulağıma eğilip, yakan sesiyle fısıldıyordu.

 

"Susuzluğum sen tarafından dindirilecekse her şeye razıyım. Hatta eve gidince direk odamıza geçip, biran önce başlayalım."

 

 

 

"Çikolatam benim işim çıktı. Acil ayrılmam gerekiyor."

 

Tam Demir'e cevap vereceğim sırada Yavuz Selim'in söylediği cümleyi duydum. Ben daha ona doyamadan kalkıp, gideceğinden bahsediyordu. Kafamı hızla ona doğru çevirirken yutkunarak ona bakıyor, sanki Trabzon'daki evime tekrar veda ediyormuş gibi hissediyordum.

 

Demir hayatıma girmeden önce sık sık gittiğim evime artık gidemiyor olmak yetmezmiş gibi onların gelmek için attığı her adımda Demir'in işleri bahane etmesi haksızlıktı ama Demir'in bahanesine, ailemin saygı duyması çok daha büyük bir haksızlıktı. Kalbimin ağrısına dayanamayacak gibi olunca elimi özlem dolu kalbime götürdüm. Titreyen dudaklarıma engel olmak istesem de gözlerime hücum eden gözyaşlarım işimi oldukça zorlaştırıyordu.

 

Yavuz Selim'den "Sakın" ihtarı geldiğinde gözlerimdeki yaşlar çoktan akmaya başlamıştı bile.

 

"Ama ben, sana doyamadım ki..."

 

Cümlem hıçkırığımla bölünmüştü. Sanırım aileme duyduğum özlemi artık bastıramıyor, Yavuz Selim'in gidiyor olmasına farklı anlamlar yüklüyordum. Gökyüzüm, yüzümü ellerinin arasına alırken, gözlerindeki acı çok net şekilde görünüyordu.

 

"Ne olur böyle yapma Çikolatam. Gözünden akan yaşın bendeki karşılığını çok iyi biliyorsun. Bu yanakların ıslandığında kalbim hiç iyi hissetmiyor, hani kalbimin iyi hissetmesi için elinden geleni yapacaktın?"

 

Yine hissettiğim gibi değil de karşı tarafın üzülmemesi için duygularımı kalbimin arkalarına saklamak için çabalarken gözyaşlarımı elimin tersiyle silip, titreyen dudaklarımla tebessüm etmeye çalıştım.

 

"Kandırdım ki..."

 

Hayır, seni kandırmadım Gökyüzüm. Varlığınla beraber içimdeki özlem duygusu iyice kendini gün yüzüne çıkardı ve ben, şu an istesem de bu bilekle ailemin yanına gidemeyeceğimin farkındayım. O yüzden kendimi iyi hissetmiyorum.

 

Derin bir nefes alarak iç dünyamdaki yoğun duyguları geçiştirmek için bahanelerin ardına saklandım.

 

"Sadece gözlerim çamaşır suyu kokusundan yandı. Bende fırsattan istifade biraz duygu sömürüsü yapıp, gitmeni engellemeye çalışayım dedim o kadarcık. Yoksa neden ağlayayım ki?"

 

Yüzümde titreyen gülümsememle beraber, kalbimdeki sağanak yağış devam ediyordu. Ağzını açıp, tek bir laf söylemeden uzun süre gözlerimin içine baktı. Gözlerinin içinde çocukluğumu görüyordum. Şu an çimlerde oturup kitabımı okurken, zorla beni yerimden kaldırıyor, "Bırak şimdi kitap okumayı, sana anlatacaklarım var." diyerek yürümeye başlayıp, soluk soluğa nefessiz kalana kadar koşuyorduk. Sonra da ağaç tepesine çıkıp, hem meyve yiyor, hem de çekirdeğiyle birbirimize nişan alıp, kahkahayla gülüyorduk

 

"Seni çok seviyorum çocukluğum. Uçak kalkış için beni bekliyor. Senin için en az üç gün ayırmıştım ama terslikler üst üste geldi. Şimdi tekrar yurtdışına çıkmam gerekiyor."

 

"İyi git bakalım, nereye gideceksin?"

 

"Önce Belçika'ya, oradan Almanya'ya, sonra da her zamanki gibi İsveç'e geçeceğim."

 

Dudaklarımı kıvırıp "Bari benim için bol bol çikolata alda, gittiğine değsin." dedim.

 

Beni kandırmak ister gibi sesini heyecanlı bir tona getirerek "Hem de bir valiz dolusu!" dedi. Burnumu sıkıp gözlerimin içine biraz daha baktıktan sonra derin bir nefes alarak sıkıca sarıldı.

 

"Seni çok seviyorum Beyaz Çikolatam, ne olur kendine dikkat et."

 

"Bende seni çok seviyorum Mavi Gökyüzüm."

 

Yavuz kollarından beni ayırdıktan sonra tekrar burnumun ucunu sıktı ve ardından yerinden kalkıp, Demir'e doğru gitti.

 

"Onu önce Allah'a, sonra sana emanet ediyorum. Ne olur ona gözün gibi bak, ağlamasına müsaade etme. Benim, onun kardeşi olduğum gerçeğini unutup, kıskançlığına teslim olma. Beyza için Ali Asaf ve Hüseyin ağabeylerim neyse, bende onun için oyum, inan bana hiçbir farkım yok. Sadece onlardan daha genç ve karizmatiğim o kadar. O detaya da çok takılma."

 

Yavuz Selim'in cümleleri Demir'i biraz daha yumuşatmış gibi görünüyordu. Gülümseyerek bir bir sırtlarına erkekçe bir iki tane geçirdikten sonra sarıldılar. Çok geçmeden beni de aralarına aldıklarında Yavuz Selim'le dalga geçmeden duramıyordum.

 

"Seni ağabeylerime söyleyeceğim Gökyüzüm. Özellikle Ali Asaf ağabeyim, hava durumunu parçalı bulutluya çevirmeden yakanı bırakmaz."

 

Yavuz Selim neşeli şekilde güldükten sonra "Ali Asaf ağabeyim karizmanın önde gideni canım, ona hiç laf söyler miyim?" dedi.

 

Gülüşerek Yavuz'u arabasına doğru uğurladık. Birbirimize son kez baktığımızda her zaman söylediğim sözleri tekrar ediyordum.

 

"Kendine dikkat et Gökyüzüm, namazlarını ihmal edeyim deme. Tesettürün olan göz kapaklarına sahip çıkmaya devam et. Ben kendimi korumayı başardım. Kocamdan başkası elime dokunmadı. Bakalım sen başarabilecek misin?"

 

Göz kırpıp "Merak etme kimseye baktığım yok. Senin gibi birisi karşıma çıktığı gün, ilk onun elini tutup, doğru nikah masasına götüreceğim. Dua et ben de senin gibi başarayım. Şimdi gönder benimkileri gelsin" dedi.

 

Öpücüklerimi peş peşe gönderirken, hepsini toplayıp kalbine koydu. Sonlara doğru yüreğimde hissettiğim yoğun duygu boğazımda oluşan kocaman bir yumruya neden olmuş olsa da Yavuz'a bu şekilde veda etmemem gerektiğini biliyordum. Arabasını çalıştırıp, uzaklaştığında gözden kaybolmasını bekledim ve hemen peşine yönümü Demire doğru çevirdim. Birbiriyle buluşan gözlerimiz koşarak onun göğsüne sarılmama, ardından da gözyaşlarımı akıtmama neden oluyordu.

 

"Şşş ağlama karıcığım, ben her zaman yanında olacağım."

 

"Demir ben ailemi çok özledim ama bu bilekle oraya gitmem imkansız. Sargıyı açıp bakmak isteyecekler, baktıkları zaman uzun süredir çektiğim çile hiçe sayılıp, korktuğum sonu yaşayacağım. Onları çok iyi tanıyorum, bu yaptığının bedelini senin canınla ödetirler. Koca dört ay ben, bu son için karanlığa teslim olmadım. Küçük Zeynep'im benim gibi babasız kalıp, küçük yaşta boynu bükülsün istemedim."

 

Göğsünde ki ellerim yumruk olup, montunu kavradığında alnımı göğsüne yasladım. İçimde yaşadığım duygularla baş edemediğimi hissediyordum.

 

"Neden senin yaptıklarının cezasını sürekli ben çekiyorum be adam? Neden bunları sana söylediğimde kalbimin bir yanı senin için yanıp tutuşuyor? Neden sürekli merhametim ve gururum arasında sıkışıp kalıyorum? Merhametimle sana koştuğumda, benim ayaklarımın altı kanıyor; gururumla senden uzaklaştığımda ise senin için üzülmeye başlıyorum. Ben yapamıyorum Demir, zorla girdiğim bu evlilikte bir türlü yerimi bulamıyorum ve sürekli başa dönmüş halde kendimi buluyorum."

 

Düşüncelerim hıçkırıklarımla beraber ağzımdan dökülürken ben, yine bunları söylediğim için kendime kızıyor, Demir için üzülmeye başlıyordum. Nihayetinde sürekli başladığım noktaya dönmekten fazlasıyla yorulmuş olsam da yine de kendimi o başlangıç noktasında buluyordum. Tabii benimle beraber Demir de bu başlangıç noktasına savruluyordu.

 

Her bir cümle ile Demir'in bedenimdeki kollarını daha fazla hissediyordum. O kollarıyla beni öyle sarıyordu ki sanki birazcık gevşetse, ellerinden kayıp gideceğimi biliyor gibiydi.

 

"Zorla girdiğin bu evlilikte yerinin, kalbim olduğu gerçeğini kabul etmiyorsun Beyza. Seni, bana mecbur bırakmanın başka yolu yoktu. Sana aşık oldum dediğimde bana şans vermeyeceğini çok iyi biliyordum. Ne bakışlarıma karşılık veriyordun, ne de duygularıma. Bugün yine o güne gitsek, seni tehdidimlebu evliliğe mahkum ederdim. Kabul etmediğin takdirde de gözünün yaşına bakmaz, gerekirse ülke değiştirir yine de seni kaçırırdım. Sana aşık oldum diyorum, aşık! Bunun nesini anlamıyorsun. Süt kardeşin olduğu halde sana sarılması, yanağını okşamasının bendeki karşılığını biliyor musun? Kıskanıyorum seni, kimsenin sana uzun süre bakmasına bile tahammül edemiyorum. Sana o zaman da söyledim şunu kafana sok, sen sadece benimsin! İster bana aşık ol, ister olma seni asla bırakmayacağım. Şu bileğin iyileşene kadar, verdiğim sözü tutmak için elimden geleni yapacağım ama iyileştikten sonra beni durdurmaya kalkma Beyza. O zaman bu evlilikte senin koyduğun sınırları kaldırmak için elimden geleni yapacağım."

 

Kafamı göğsünden kaldırıp, iki adım geriye gittim ve gözlerinin içine baktım. Kahverengi gözleri daha da koyulaşmış, siyah rengine çalmıştı. Yüzü gergin ve söylediklerini hayata geçirecek şekilde kararlıydı.

 

"Hangi sınırları kaldırmaktan bahsediyorsun sen Demir?"

 

"Arabaya geç geliyorum!"

 

"Ne arabası Demir, sana soru sordum?"

 

Çenesi iyice kasılıp, aradaki mesafeyi kapattı. Şimdi yine ne olmuştu da böylesi sinirlenmiş, gözleri siyaha çalmıştı. Yüzüme doğru eğilip, konuşmaya başladığında fazlasıyla tahammülsüz görünüyordu.

 

"Bir kerede sana ne diyorsam onu yap Beyza. Sözümü asla dinlemediğin için verdiğim sözleri tutamıyorum. Biraz daha uzatırsan, seni kucağıma alıp öyle götüreceğim."

 

Kararlı bakan gözleri beni kollarına alacağının en büyük kanıtıydı, o yüzden hiçbir şey demeden arabaya doğru gittim. Üşüyen ellerimi birbirine sürtüp, ısıtmaya çalıştım. Arkadaşları diğer arabaya binerken Demir, kapıyı açıp koltuğa oturdu. Arabanın içini dolduran nefesleri tavizsiz ayrıca kararlı cümleler sıralayacağını gösteriyordu ama değişen neydi de o, bu şekilde net kararlar almıştı.

 

Arkadaşları yanımızdan gittikten sonra yönünü bana doğru çevirdi.

 

"Söylediğim hiçbir şeye itiraz etmeden sus ve beni dinle. Bileğin iyileştikten sonra saçlarını, kokunu, bedenini benden saklamayacaksın..."

 

Tam araya girip, itiraz edeceğim sırada işaret parmağını uzatarak kesin bir dille "Sana sus dedim. " dedi. Cümlesinin bitmesine müsaade edip, konuşmasının devamını dinledim.

 

"Seninle aynı yatakta uyuyup, sana sarılmama, öpmeme izin vereceksin. Benden artık utanmayacaksın. O dudaklarında benim olacak! Sakın itiraz etmeye kalkışma yeter artık. Hele seni bir daha pijamanın üzerine giydiğin, kimono veya sabahlıkla görürsem, gelir üzerinden ben çıkarırım. Bundan sonra senin yanında üzerimi değiştireceğim... "

 

Gözlerimi açıp "Yok ya!" diyemeden "Sana sus dedim. Bir daha ki tekrarımda dudaklarına yapışır, seni öyle sustururum. Anladın mı beni?" diye sordu.

 

Bu adamın neden böyle davranmaya başladığını anlamıyordum. Dün bunları konuşmuştuk ama şimdi resmen emir verir şekilde konuşuyor, söyledikleri kalp atışlarımı hızlandırıp, beni utandırıyordu ama şu an konuşacak olsam, beni nefessiz bırakarak susturacağı çok açık bir şekilde ortadaydı. Sessizce gözümü ondan kaçırıp, ellerime götürdüm. Konuşmasına kararlı bir şekilde devam etmeye başladı.

 

"Senin yanında üzerimi değiştireceğim, bundan sonra bana alışacaksın. Senin kocan olduğum gerçeğini, bir saniye bile aklından çıkarma. Zorunlu veya değil, benimle evlendin ve kabul ettim dedin. Şimdi büyü ve evli bir kadın olduğun gerçeğiyle yüzleş. O kalbine de söyle minik kalp atışlarını büyütüp, güçlü atışlara döndürsün. Benim beklemeye tahammülüm kalmadı."

 

Aslında söylediği sözler sinirlenmeme neden olması gerekirken, saçma bir şekilde kalp atışlarımın hızlanmasına neden olmuştu. Kalbim hızlansa bile, dediği hiçbir şeyi kabul etmeyecektim.

 

Sen kabul etmesen ne değişecek Beyza, resmen adamın gözünü açlık bürümüş.

 

Canım iç sesim öyle söyleyipte benim daha fazla gerilmemi sağlama, sonuçta açlık çektiği kişi benim ve bugün bunu hissetmem için arsızca elinden gelen her şeyi yaptı.

 

"Ne yap et, bir an önce aşık ol bana! Sözümden de çıkayım deme. Anladın mı?"

 

Demir'in kararlı sesiyle söylediği cümle düşüncelerimi bölüyor, aşık olmam için emir veren hali cidden sinirimi bozmaya yetiyordu. Şimdi konuşacak olsam, gözü dönmüş gibi göründüğü için ne yapacağı belli olmazdı. Cep telefonundan mesaj olarak ona cevap yazdım.

 

"Hayır, hiçbir dediğini anlamadım!"

 

Telefonuna giden bildirim sesini duyunca cebinden çıkardı ve mesaja baktı. Okuduktan sonra tekrar bana doğru döndü. Kaşlarını kaldırıp, taviz vermeyen sesiyle konuşmaya başladı.

 

"Sen zeki birisin karıcığım, her şeyi anladığını biliyorum. Aynen şimdi olduğu gibi bu şekilde susmaya devam et. Söylediklerimi tek tek yapmaya başlayınca beni daha da iyi anlayacaksın."

 

"Rüyanda görürsün, hiçbir dediğini kabul etmiyorum!"

 

Gönderdiğim mesajı okuduktan sonra çapkın gülüşünü takınıp, gözlerimin içine baktı.

 

"Rüyamda gördüklerimi bir bilsen, onları sana yapmak için nasıl delirdiğimi anlarsın. Şimdi uslu bir kız olmaya devam et ve sus."

 

"Sen tam bir sapıksın! Benden uzak dur! Bana sus diye, emir vermeyi de bırak!"

 

Arabayı çalıştırıp giderken, mesajı okuyup "Sussan da başımın etini yemeye devam edeceksin değil mi? Susmak istemiyorsan konuşabilirsin. Tabii karşılığında ne yapacağımı artık biliyorsun. Hadi asi karım, her zaman olduğu gibi bana karşı gel ve özlemini çektiğim dudaklarını bana kendi isteğin ile sun" dedi.

 

Duyduklarım karşısında telefonu elimden bırakıp, sinirle ona doğru baktım. Şu an susuyordum ama acısını ondan çıkartmadan bırakmayacaktım ve aldığı bu yeni kararların hepsini ortadan kaldırmak için elimden gelen her şeyi yapacaktım. Tabii gözüm elinde tuttuğu telefondaki ekran fotoğrafına kaymasaydı. O fotoğraftaki ben miydim, yoksa yanlış mı görüyordum? Hiçbir şey söylemeden, ani hareketle telefonu çektim.

 

Ekran resminde yeğenim Zeynep ile benim, beşikte uyurken ki halimiz vardı. Zeynep'le yüzlerimiz birbirine dönük şekildeki halimizi görünce şaşırdım.

 

"Demir, benim açık saçlı fotoğrafımın, telefon ekranında ne işi var?"

 

Demir kısa süreli bana döndükten sonra arabayı ani frenle yol kenarına çekti. Bedenini bana çevirdiğinde kararlı sesi kulaklarımda yankılandı.

 

"Derin bir nefes al, çünkü buna ihtiyacın olacak."

......................................................

 

Wuhuuu bölüm bitti.

 

Hemde en bi' güzel yerinde bitti : )

 

Yeni bölümün ne zaman yayınlanacağına gelecek olursak tamamen sizin oylarınıza ve yorumlarınıza endeksli olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim ❤️

 

O halde Allah'a emanet olunuz😊

Loading...
0%