@hanifta_hanim
|
"Tatlım sana isminle sesleneceğim bir pozisyonun yok, alt tarafı basit bir kişisel asistansın. Hem senin ne gibi önemli işin olabilir ki?" Acaba kafasından aşağıya su mu döksem yoksa yemeğin gelmesini bekleyip, gelen yemeği mi döksem diye içimden geçirirken besmele çektim; çünkü şeytan bana çok pis gaz veriyordu. Çektiğim besmele ile içimdekileri bastırmam, karakterime yakışır şekilde davranmam gerektiğinin farkındaydım. "Toplantı benim için bitmiştir. Bu dakikadan itibaren, bünyemizdeki başka tasarımcı arkadaşların çizimleriyle ilgilenmeniz gerekiyor!" Arzu Dikmen'in yüzünü alan şaşkın ifade yerini korkulu ifadeye bıraktığı zaman masadan kalktım. Benimle beraber Demir'in de kalkması karşı tarafa giden mesajı çok daha güçlü bir hale getiriyor, daha dik görünmeme yardımcı oluyordu; ta ki Demir'in ağzından çıkan sözleri duyana kadar. "Büyük bir iş ortaklığından bahsediyoruz karıcığım, ortak noktada buluşulabilir." Demir'in sesiyle birleşen cümle, içimdeki öfkeyi beslediği halde kaşlarımın çatılmasına bile izin vermedim ve şu an, bu kadının karşısında verecekte değildim. Hissettiklerime inat yüzümü öfkeden uzak bir ifadeye getirdiğimde son sözü ikisinin değil, benim söyleyeceğimi bilmeleri gerekiyordu. "Sence benim, paraya ihtiyacım var gibi mi duruyor Demir?" Alaylı sesime eşlik eden gülümsemem Arzu Hanım'ın yüz ifadesinde gezinirken cümleme gözlerinin içine bakarak devam ediyordum. "Hadi diyelim ki paraya ihtiyacım var. Bir kuruş param olmasa bile, karakterden yoksun insanlarla çalışmam mümkün değil." "Beyza Hanım kusura bakmayın. Lütfen oturun, gerekirse sizden özür dilerim. Bu anlaşmaya kesin gözle baktığımız için bir çok yerle anlaşma sağlayıp da geldik." Arzu Hanım'ın gözünde ne çabuk Beyza Hanım olmuştum. İnsanları pozisyonuna göre değerlendiren ve en önemlisi de küçümseyen birisiyle benim çalışmam imkansızdı. Kadının dediğine cevap bile vermeden masadaki Melisa ve Bade Hanıma elimi uzattım. "Sizlerle tanıştığıma memnun oldum hanımlar." diyerek dik duruşumu bozmadan tokalaşıp, yanlarından ayrıldım. Bakış açılarından çıkan yüzümdeki sahte gülümseme oradan silinmiş, yerine içimdeki öfkeyi yansıtan bir aynaya dönüşmüştü. Yüz ifademle bir şeylerin yolunda gitmediğini anlayan Yağız, ayağa kalkıp beni karşıladı. O hiçbir şey sormadı ama yolunda gitmeyen şeylerin olduğunu kolaylıkla anladı. Masaya geçip oturduğumda Selin, ne olduğunu sordu. Gözüm o esnada Demir'e kaydı. Ayağa kalkmış, kadınla tokalaşır vaziyette bir şeyler söylüyordu. Kaşları çatık olsa da o pozisyonda uzun süre durması canımı daha fazla sıkmaya yetmişti. Söz konusu ben olunca bir erkek bana bakamazdı ama söz konusu oysa kur yapan kadınlarla bile uzun uzadıya tokalaşabilirdi. "Karakter yoksunu insanlara tahammülüm hiçbir zaman olmadı ve olmayacak. Ancak bu kadar dayanabildim Selin." Kafamı önüme çevirip, Selin'e cevap verdikten iki üç dakika sonra Demir geldi. O gelene kadar o tarafa bakmamak için kendimi zor tutmuş olsam da aynı pozisyonda konuştuklarını cama yansıyan görüntüden net bir şekilde görmüştüm ve bu gördüğüm daha fazla öfkelenmeme neden olmuştu. "Kadın özür dilediği halde ne diye masadan kalkıp, gidiyorsun Beyza?" Demir bu akşam beni sadece hareketleriyle değil, üstüne de sözleriyle çıldırtmaya kararlı görünüyordu. Duyduğum cümle ile beraber ona doğru dönüp baktığımda gözlerimle onu boğabilecek güçte hissediyor, gerginliğimin duyduğum sözlerden sonra daha fazla arttığını tüm damarlarımda hissedebiliyordum. "Şu toplantıya kocam olacak senle değil de Fatih Bey'le katılmayı çok isterdim. Neden, biliyor musun? Çünkü senin, kocam olarak yapamadığını Fatih Bey, kadının tatlım diye hitap ettiği ilk dakika yapardı. Üzgünüm ama benim iş ahlakımda karakter yoksunu insanlarla çalışmak yok." "Kim için çalıştığını unutma Beyza!" Öfkeli çıkan sesiyle söylediği cümle içimde kocaman bir yanardağ patlamasına sebep olmuştu. O sanırım bu işte çalışmamın tek nedeninin Fatih Bey'e olan gönül borcum olduğunu bilmeyecek kadar konudan uzak, ismimin sektördeki karşılığının tam olarak farkında değildi veya bunları biliyor olsa da kocam olmasına güveniyordu ama o, aşırı derecede yanılıyordu! "Bünyendeki tek tasarımcı ben değilim Demir ama yine de patron benim ve sen, bu anlaşmayı imzalamak zorundasın diyorsan eğer, senin şirket anlaşmalarının zerre umurumda olmadığını sana açık açık söyleyeyim! Gözümü kırpmadan işten istifa eder, kendi yoluma giderim ve bu konuda savuracağın hiçbir tehdite de boyun eğmem!" Demir, cümlemdeki ciddiyeti de öfkeyi de anlamış olacak ki beni sakinleştirmek ister gibi elini elimin üzerine koymaya çalıştı ama o elin, bana değmesine izin verecek değildim. "Dokunma bana." Demir derin nefesler alıp verirken kendini sakinleştirmeye çalışıyor gibiydi. Elini ensesine götürüp, ovaladıktan sonra elini çekti ve dikkatli bir şekilde konuşmaya başladı. "Güzel karım sinirlenmene hak veriyorum ama -" Susması için elimi yukarıya kaldırırken "Amadan sonraki hiç bir sözünü duymak istemiyorum." dedim. Tam ağzını açıp konuşmaya başlayacağı sırada araya girdim. "Konu benim için kapandı Demir. Şu an sana karşı hissettiğim öfkeyi tahmin bile edemezsin. Susuyorsam dışarda olduğumuz için susuyorum ama susma konusunda çok da becerikli olmadığımı bilmende fayda var!" "Sen beni tehdit mi ediyorsun?" "Hayır sana yapacağım şeylerden bahsediyorum!" Arkamı Demir' e doğru döndüğümde öfkem gözümü kör etmiş haldeydi. Nasıl o kadının elini uzun süre tutup, o şekilde sohbetine devam edebildiğini aklım almıyordu. Gözümün önünde dönen aynı sahnenin silinmeyeceğini anladığım an, Yağız'a doğru dönüp "Yağız şu an seninle sohbet eşliğinde yürümeye ihtiyacım var. Bana eşlik eder misin yengeciğim?" diye sordum. Sandalyesinden kalkıp, arkama doğru geçerken "Severek ederim yenge, benim de seninle konuşmak istediğim şeyler vardı." deyip sandalyemi geriye doğru çekti. Bakışlarım, Demir'in arkadaşlarına döndüğü zaman yaptığımın hoş bir davranış olmadığının farkındaydım ama burada biraz daha durursam kendimi frenleyemeyeceğimin de farkındaydım. Yüzümü kaplayan üzgün ifadeyle onlara bakıp konuşmaya başladığımda sesim beni anlamaya çalışmalarını istiyor gibiydi. "Lütfen kusura bakmayın. Şu an inanılmaz derecede gerginim ve bu gerginlikle burada kalırsam sakinliğimi koruyamayacağımı çok iyi biliyorum. Hem siz de biraz eski zamanları yad edersiniz." Kafalarını olumlu anlamda sallayıp hissettiklerimi anladıkları için onlara minnettardım ama bu anlayışı Demir tarafından göremiyordum. Zira sandalyesinden kalkıp, kolumdan tutmasının peşine kulağıma fısıldadığı sözlerin başka açıklaması olamazdı. "Şansını çok zorluyorsun, otur şuraya Beyza." O dişlerini sıkıp, sert bir sesle benimle konuşarak sineceğimi düşünüyor olamazdı değil mi? Hayır hayır, kesinlikle olamazdı; çünkü bu tavrının beni daha fazla sinirlendireceğini biliyor olmalıydı. Kulağımdaki sert sesi hâlâ varlığını korusa da başımı geriye doğru çekip gözlerinin içine ölümcül bakışlarla baktım. "O elini kolumdan çek Demir. Git sana kur yapan kadınların elini tut ama benden uzak dur!" Kolunu sinirle itip, Yağız'la dışarıya doğru çıktık. Sakinleşmem ve içimi ele geçiren bu duygudan kurtulmam şarttı. Uzun süre sessiz bir şekilde yürüdükten sonra Yağız'ın sorusuyla bakışlarımı ona doğru çevirdim. "Ağabeyime çok mu kızdın yengem?" "Kızmaktan ziyade hayal kırıklığına uğradım Yağız. Söz konusu ben olunca birinin uzun bakışlarını bile kaldıramıyor. Toplantıda kadının yaptığı kurlar yetmiyormuş gibi kadın, gözümün önünde kocama yürüdü. Buna bile katlandım ama beni asistan sanıp küçümsediği zaman, kadınla çalışmayı reddederek rest çektiğimde ağabeyin hâlâ ortak noktada buluşmaktan bahsetti. Hatta yetmiyormuş gibi benim net tavır sergileyerek gitmeme neden olan kadınla tokalaşır vaziyette uzun uzadıya konuştu. İşte bu yersiz ve uzun temas beni hayal kırıklığına uğrattı." Yağız'ın bakışları kısa süreli yüzümde dolaştıktan sonra cebindeki ellerini oradan çıkarmadan dirseğiyle koluma bir tane vurdu ve ardından neşeli bir sesle "Heyt be kimin yengesi, ne de güzel posta koyarmış!" dedi. Yağız'dan beklemediğim darbeyle bir iki adım sendeledikten hemen sonra "Seni bücür, yengene şiddet uygularsın ha! Buraya gel kafanı kıracağım." diye üzerine doğru bir adım attım. Sanki bu anı bekliyormuş gibi etrafımızdaki kimseye aldırış etmeden kaçmaya başladığında benimde kimseyi umursamadığım peşinden koşmamdan çok net belli oluyordu. Arkasını dönüp "Yenge kafamı kırman için bir yere çıkman gerek. Onu ne yapacağız?" dediğinde yüzümü alan ifadeyle daha fazla keyiflenerek kahkaha atmaya başladı. O değil de onun koca adımlarına benim yetişmem pekte imkan dahilinde değildi ve artık koşmaktan yorulmuştum. Dinlenmek için durduğum zaman yanımdan geçen baloncuya bakan kız çocuğuna gözüm daldı. Balonlar onun gözünde çok ulaşılmaz ve güzel görünüyordu. Anne ve babası arkada kavgaya tutuştuğu için çocuğun nereye baktığını bile umursamayacak durumdaydılar. Kızın büyülü gözlerle baktığı balonlar, beni harekete geçirmeye ve ardından iki tane kırmızı kalpli balon alarak kızın yanına gitmeme neden olmuştu. "Acaba siz, bunlara mı bakıyordunuz küçük hanım?" Kız kafasını evet anlamında sallayınca kıza balonların ikisini uzattım. Yüzündeki büyülü ifade, balonları eline aldığında mutluluk dolu bir ifadeye dönmüştü. "Bunların bir tanesini de anneciğin ile babacığının eline ver ve ikisine şöyle söyle. Sizi çok seviyorum anneciğim ve babacığım. Benim için varlığınız en büyük armağan." Küçük kız çocuğunu, annesi ve babasının yanına gönderdiğimde ne zaman akmaya başladığını bilmediğim gözyaşlarımı silip, annem ve babamı ne kadar çok özlediğimi fark ettim. Sanırım insan kaç yaşında olursa olsun, anne ve baba sevgisine her zaman açtı ve yokluklarındaki özlemi kolayına dindiremiyordu. "Yengem yokluklarına hâlâ alışamadın mı?" Çöktüğüm yerden doğrulurken "Ancak bu kadar alışabildim." dedim. Kızın annesi ve babası bana doğru bakıp, selam verince bende onlara selam verdim. Yağız' a doğru döndüğüm zaman baloncudaki tüm balonları alıp, bana uzattığını gördüm. "Seni çok seviyorum yengecim. Benim için de senin varlığın en büyük armağan." Bir Yağız'a bir de elindekileri balonlara baktım. O, beni hissettiğim yoğun duygudan kurtarmak için çaba veriyor ve sözleriyle de bunu destekliyordu. Yüzüme yayılan kocaman gülümseme ile küçük kardeşimin elinden balonları aldım. "Ben de seni çok seviyorum küçük kardeşim. Benim için de senin varlığın, en büyük armağan!" Mutlulukla balonlara bakarken kendi etrafımda dönüp, küçük kardeşime teşekkürlerimi sundum ve ardından konuşmaya devam ettim. "Hadi şimdi sıra sende, söyle bakalım yengenden ne istiyorsun?" "Şurada yeni bir mekan açılmış, herkesin dilinde hadi gidelim de kendimizi gösterelim. Duyduğuma göre tatlıları da harikaymış." Kafamı tamam anlamında sallayıp yürümeye başladık ve çok geçmeden mekana giriş yaptık. Gerçekten mekan herkesin dilinde dolaşmayı hak ediyordu; çünkü burası tatlılar ülkesine benziyordu. Kalabalıkta zorlanmış olsak da birkaç dakika sonra iki kişilik boş bir masaya oturup siparişimizi verdik. "Dökül bakalım Yağız efendi. Her gün okula gidiyorsun, illaki anlatacağın şeyler oluyordur." Masadan bir tane pipet alıp, elinde döndürmeye başladıktan sonra bakışlarını yüzüme çıkardı ve ardından yüzündeki gülümseme silindi. "Yenge bir haftadır bir kızla karşılaşıyorum. Hiçbir muhabbetimiz olmadığı halde kız dikkatimi çekiyor. Kafamı başka yöne çevirsem de kendimi onu izlerken buluyorum. Sence de çok saçma değil mi?" Bu konularda insanlara akıl verecek son kişi kesinlikle ben olabilirdim. O yüzden Yağız'ın bile bu alanda daha iyi olabileceğini düşündüm ve onun sorusunu cevaplamak yerine başka bir soru sordum. "Daha önce hiç sevgilin oldu mu?" Yüzü ciddileşip "O işler bana göre değil. Birinin sevgilim olması için ondan emin olmam, ona gözüm kapalı güvenmem gerekiyor. Etrafımda gözümün içine bakan çok kız var ama emin olduğum bir tane bile kız yok." dedi. Duyduğum cümle, yüzümde güllerin açmasına sebep olduğu gibi aynı duyguları kalbimde de yaşatmıştı. "Yağız ne kadar mutlu olduğumu bilemezsin. Emin olmadan kimseyle bir bağ kurma yengeciğim. Sadece pişmanlık olarak, evleneceğin kızın omuzlarına yük olarak bırakırsın. Hele bir de..." Cümlem yere düşen omuzlarımla öylece son bulurken Yağız, "Hele bir de?" diye soru soran bir tonlamayla son kelimelerimi tekrar etti. Masaya tatlılarımız gelince sol elimle tatlıyı bölmeye çalıştım ama pekte başarılı olamadım. Yağız tabağımı kendi önüne alıp, bıçakla lokmalık dilimlere böldü ve tekrar bana uzattı. "Teşekkür ederim, cansın sen." Tatlıdan iki çatal alıp konuşmaya başladım. "Hele bir de ağabeyin gibi çok kadınla beraber olmuş bir adamla, hiçbir erkeğin elini tutmamış bir kız evleniyorsa kız, o yükün altında ezilmeye başlar." Masadaki hüzünlü bakışlarımı kaldırıp Yağız'a bakarak konuşmaya devam ettim ama sanki sesim ona yalvarır bir tonda çıkıyor, onun bu yükü ilerdeki eşinin omuzlarına bırakmamasını tüm kalbimle istiyordum. "Lütfen sen, evleneceğin kızı bu yükün altında ezme Yağız, aşkına güvense bile insanın sürekli acabaları oluyor. Sen, sakın acabalar içinde bırakma seveceğin kızı ve onu bu ağır yükün altında ezme." Yağız bana hüzünlü gözlerle bakarken, yüzümdeki ifadeyi oradan silip yerine mutlu bir ifade yerleştirdim. Sonuçta Yağız'ın benim için üzülmesi isteyeceğim en son şeydi. Bakışlarımı tekrar masaya sabitleyip tatlımdan bir çatal aldım. Çayımı dikkatli bir şekilde içmeye çalışıyordum ama şu sol kol kullanma işinde hiç iyi değildim. Sol koluma yanımdan geçen birisi çarpınca dengede zor tuttuğum bardak üzerime döküldü. Ayağa kalkıp kıyafetimi tenimden ayırarak sıcaklığı azaltmaya çalıştım. "Yandım!" Yağız bana doğru atılıp, korkulu sesiyle "Beyza çok mu canın yandı? Hemen hastaneye gidelim!" dedi. Daha cevap vermeye fırsat bulamadan, korkulu sesini öfkeli bir tona getirerek "Dikkatli olsanıza!" diye etrafındakilere bağırdı. Her şey o kadar hızlı ve gürültülü oluyordu ki bir kızın önüme geldiğini, benimle ilgilenmeye çalışırken özürlerini sunduğunu yeni fark ediyordum. "Kusura bakmayın hanımefendi. Garson bana çarpmasın diye yana çekilince anlamadan size çarptım." Acım hafifleyip, kendime geldiğimde bakışlarım kıza doğru kaydı. 20'li yaşlarında kapalı bir kız benim için gözyaşı döküyordu. Elinden tutup yanımdaki sandalyeye oturttum. Kız sürekli özrünü tazelerken kendi acımı bırakıp, elime aldığım peçeteyle kızın yanağından yağmur damlası gibi süzülen gözyaşlarını sildim. Yağız hâlâ çok sinirliydi. Garsona öfkeyle bağırmaya devam ederken yanıma çağırıp oturmasını söyledim. Yan masadan öfkeyle çektiği sandalyeye oturmayı başarmıştı ama burnundan solumaya devam ediyordu. "Ya sana bir şey olsaydı Beyza, kendimi asla affetmezdim. Seni buraya ben getirdim." "Tamam Yağız, ben iyiyim lütfen artık korkma." Yönümü hâlâ gözyaşı dökmeye devam eden kıza çevirdikten sonra bu sefer onu rahatlatmak için konuşuyordum. "Lütfen siz de ağlamayın, katlanamayacağım şekilde yanmıyor." "Gerçekten çok özür dilerim. Garsonun temasından kaçayım derken, size çarparak zarar verdim." Kıza tebessüm ederken Yağız'a doğru dönüp "Ben birde kendime sulu göz derdim." dedikten hemen sonra bakışlarımı kızın sevecen yüzünde dolaştırmaya devam ettim. "Benden sulu göz biriyle tanışmak kendime olan güvenimi arttırdı. Bence bu vesileyle kesinlikle tanışmalıyız." Elimi ona doğru uzatarak "Ben Beyza." dedim. Kız mahcup bir şekilde uzattığım elimi tutarken "Bende Mihrimah." diye karşılık verdi.
"İsminin anlamı, yüzüne yansımış Mihrimah." deyince kız tebessüm edip, teşekkür etti. O sırada Yağız'ın kafasını sallayarak ne anlama geldiğini sorduğunu görünce "Güneş ve ay." diye cevap verdim. Yağız benimle ilgilenmekten kıza bir kere bile dönüp bakmamıştı. İsminin anlamını öğrendikten sonra kıza doğru döndüğünde şaşkın ifadeyle bana baktı. Yağız'ın şaşkın ifadesinde gezinen bakışlarım, Mihrimah'ın mahcup sesiyle kurduğu cümleleri duyunca ona doğru döndü. "Sizin de isminizin anlamı çok güzel ve öyle olduğunuz ciddi anlamda çok net bir şekilde belli oluyor. İsimlerin insanlar üzerinde bıraktığı etkiye inanırım." "Ben de inanırım." Birkaç saniye birbirimize tebessüm ettikten sonra sol elime çatalı aldım ve "Mihrimah, ben tatlımı bitirmezsem çok mutsuz olurum. Sen de bize eşlik eder misin?" diye sordum. "Aslında kalksam çok iyi olur. Son otobüs kaçmak üzere eve geç kalırsam eğer ailem merak eder." Tebessüm ederek ayağa kalkınca birbirimizle tokalaşarak vedalaştık fakat birkaç adım attıktan sonra geriye döndü. "Numaranızı almamda sakınca var mı Beyza? Şimdi sürekli aklıma takılacaksınız. Nasıl olduğunuzu mutlaka öğrenmem gerekiyor." Tebessüm ederek numaramı verdiğimde tekrar özür dileyip, yanımızdan ayrıldı. Yağız'ın arkasından uzun süre baktığını gördüm. "Hayırdır Yağız Bey?" diye sordum. Yutkunarak bana baktı. "Beyza bu, o kız." Sessizce kıkırdarken "Yanan kişi sayısı ikiye çıktı desene." dedim. Biraz daha muhabbet edip, tatlımızı yedikten sonra hesabı ödedim ve balonlarımı elime aldım. Yağız'a tekrar balonlar için teşekkür ederken beraber dışarıya çıkıp, dönüş yoluna doğru ilerledik. Yağız saate bakıp "Oo kanka saat çok geç olmuş." dedi. Birbirimizle şakalaşırken, kendimi Yavuz Selim'in yanındaymış gibi huzurlu hissediyordum. Mutlulukla Yağız'a doğru dönüp "İyi ki benim canım kardeşimsin!" dedim. Söylediğim cümleden sonra triplere girip, saçını havalı şekilde düzelti. "Beni çok sevdiğinin farkındayım kanka. Zaten benim gibi birini sevmeyen de bir zahmet ölü versin." Yağız'ın cümlesinden sonra yüzümü korkulu bir ifadeye getirip "Öyle deme, öyle deme bu genç yaşta pattananak diye ölmek istemiyorum." dediğimde yüzündeki havalı ifadenin yerini yalancı kızgınlığına bıraktığını görmek kıkırdamama neden olmuştu. "Bak şimdi nasıl da güzel yalan söylüyor." Yağız'ın cümlesine cevap vermeden ona arkamı döndüm ve yürümeye devam ettim ama bu sırada içten içe kıkırdamama engel olamıyordum. "Kız cevap versene şimdi durduk yere ne diye benim içime kuşku düşürüyorsun." Yağız'ın cümlesine omzuma aldığım darbe sonucu öne doğru attığım iki adım eşlik ediyordu. "Seviyon mu, dövüyon mu belli değil Yağız. Seninle cidden küstüm artık, konuşmuyorum." Hemen yanıma iki adım yaklaşıp "Aa ben, sana nasıl kıyarım, minnak olduğun için sevsem de uçuyorsun." dedi. Ay Allah'ım bu çocuğun sürekli bana kısa olduğumla ilgili yaptığı şakalar, sinirden yerimde zıplamama neden oluyordu. "Eğil o saçlarını bozacağım ve senden bana minnak deyip durmanın acısını çıkaracağım!" Yağız gülümseyerek ona biçtiğim cezayı kabul ettiğini, elini cebine sokup başını öne doğru eğerek gösteriyordu. Sol elimi kabanımın içine doğru çekip saçlarına doğru uzattım ve keyifle bozduğum saçlarını izledim. "Böyle daha yakışıklı oluyorsun, hiç bozma." diyerek dalga geçtiğimde vücudunu dikleyip, göz kırptı. "Kıymetini bil Minnak Hanım, saçlarıma dokunan tek kişi sizsiniz." Birbirimizle gülüşürken, yan taraftan gelen kıkırdama sesine döndük. Mihrimah otobüs durağında oturmuş şekilde bizi izleyip, kıkırdarken konuşmaya başladı. "İkinizde çok tatlı görünüyorsunuz." Şaşırmış bir şekilde ona doğru ilerlerken aynı şaşkınlık sesime de yansıyordu. "Sen hâlâ gitmedin mi Mihrimah? Ama yanımızdan ayrılalı uzun süre geçti." Sıkkın bir nefes verip "Sanırım otobüsü kaçırdım." dediğinde hemen Yağız'a döndüm. "Benim arabamı alıp gelir misin Yağız?" Yağız kafasını tamam anlamında salladığında ise konuşmama devam ettim. "Anahtarı valeye bırakmıştım Yağız. Biraz çabuk olursan çok iyi olur, şimdi boş yere Mihrimah'ı ailesi merak etmesin." Mihrimah size zahmet olmasın dese de çekindiği için söylediği çok belliydi. Bu saatte tek başına eve gitmesi imkansızdı. Yağız gelene kadar onunla sohbet edip, havadan sudan konuştuk. Muhabbeti çok sıcak bir kızdı ve sanki aylardır tanışıyormuşuz gibi bir his veriyordu. Muhabbetimiz Yağız'ın gelmesiyle son bulurken ikimizde arabaya gidip oturduk. Mihrimah, Yağız'a yolu tarif ettiği sırada çantamdan telefonu çıkardım ve gördüklerimle alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. Telefonda çok sayıda Demir tarafından gönderilen mesaj ve arama kaydı vardı. Toplantıdan sonra telefonu sessizde unuttuğum için kendime fırça atarken bir de Demir'le aramızın bundan dolayı gerileceğini çok iyi biliyordum. "Yağız, ben toplantıya girerken telefonu sessize almıştım öylece unutmuşum. Senin telefonun nerede?" "Benim telefonumun şarjı yoktu, boş yere yanımda taşımadım. Hayırdır ne oldu?" "Demir, çok sayıda aramış ve mesaj çekmiş. Mesajların içeriğine değinmek istemiyorum ama sanırım bana azıcık kızmış olabilir ama az yani öyle ürkütecek kadar değil." Söylediğim cümle Yağız'ın yoldaki bakışlarını kısa süreli bana çevirip, sonra da ayarsız bir kahkaha atarak konuşmasına neden oluyordu. "Selan okundu desene... Son arzunu söyle de öldükten sonra hepsini yerine getireyim." "Sen bir de dalga mı geçiyorsun?.." Üfleyerek Yağız'daki bakışlarımı telefona çevirdiğim zaman mızmızlanarak konuşmama engel olamıyordum. "Ay ne güzel eğleniyorduk, şimdi eve gider gitmez kesin kavga etmeye başlayacağız. Aslında bileğim rahatsız olmasaydı Trabzon'a gider, biraz kafa dinlerdim ama bileğimi bizimkiler görürse çok üzülür. Onları üzmeyi göze alamam." Mihrimah'a doğru dönüp ona bakmaya çalıştım ama balonlardan görünmüyordu. "Mihrimah balonlardan görünmüyorsun canım, biraz ortaya gel de güzel yüzünü göreyim." İki koltuğun arasına tebessüm ederek geldi. Yolu Yağız' a tekrar tarif ederken, telefonum çalmaya başladı. Telefonun ekranını Yağız'a gösterdiğimde sırıtarak "Kurtuluşun yok, bence hemen aç." dedi. Mihrimah arabadayken telefonu açmak hiç istemiyordum; çünkü Demir'in sesinin arabada yankılanacağını çok iyi biliyordum. Telefonu sıkkın bir nefes verip açtığımda içime kaçan sesimle "Efendim Demir." dedim. Sesi telaşlı geliyordu. "Ohh Allah'ıma şükür! Korkudan yerimde duramadım, iyisin değil mi?" "İyiyim Demir, toplantıya girerken telefonu sessize almıştım öylece unutmuşum. Sessizde kaldığını ben de şimdi gördüm." "Siz beni çıldırtmak mı istiyorsunuz! İnsan bir kere telefonuna bakmaz mı?" Sanki normal bir gün geçirmişiz gibi konuşması canımı sıkıyordu. Sonuçta o toplantıyı da kadını da Demir'in yaptıklarını da unutmuş değildim. İşte bu sindiremediğim dakikalar tekrar öfkelenmemi sağlıyordu. "Çok mutluysam demek ki..." "Sen, beni sınıyor musun kadın? Neredesiniz söyle yanınıza geleceğim." "Gelmene gerek yok Demir, biz böyle gayet mutluyuz. Sen git o kıymetli zamanını bize harcayacağına Arzu Hanımı diğer tasarımcıların ile çalışması için ikna etmeye harca." "Başlatma beni Arzu Hanım'ına! Konum at, yola çıktım geliyorum." Yağız' a doğru döndüğümde "At bence şimdi seni göremediği için çıldırmıştır." dedi. "İyi tamam. Hareketli konum attım Demir. Şimdi kapıyorum." "Sakın o telefonu kapatayım deme, sakın!" "Sözünden asla çıkmayacağımı biliyorsun, tamam kapattım." Telefonu kapattığımda Yağız, bana doğru baktı. "Sen yürek mi yedin? Hiç korkmuyorsun galiba." Fısıldayarak "Aramızda kalsın, aslında çok korkuyorum ama içimdeki asi kıza engel olamıyorum." dedim. Mihrimah arkadan tatlı tatlı gülerek "Beyza, Demir kim? Sesi çok telaşlı geliyordu." diye sordu. Yönümü biraz daha Mihrimah'a döndürüp konuşmaya başladığımda Mihrimah'ın yüzündeki ifade şaşkın bir hal alıyordu. "Ah Mihrimah ah... Benim kıskanç kocam, illa gözünün önünde olacağım." "Aa öyle mi? Ben sizi Yağız'la yakın sanmıştım." Yağız'la birbirimize bakıp gülümsedik. Sanki ikimiz sözleşmiş gibi, aynı anda "Yakınız zaten." deyip, kahkaha attık. Koltukta tamamen yana doğru döndüğümde Mihrimah'a bakıp, "Yağız benim kardeşim. Ay pardon çok sahiplenmişim, eşimin kardeşi." dedim. Mihrimah duyduklarından sonra gülümseyerek "İkiniz de çok iyi anlaşıyorsunuz, böyle iyi anlaştığınız için gerçekten çok şanslısınız." dedi. "Evet gerçekten öyleyiz..." Muhabbet son bulunca yeni bir konu açmak için soru sordum.
"Hangi üniversiteye gidiyorsun Mihrimah?" "Dokuz Eylül Üniversitesi." Sanki bunu Yağız'dan daha önce duymamışım gibi şaşkın bir tepki vererek ona doğru döndüm. "Yağız bak seninle aynı üniversiteye gidiyormuş. Daha önce birbirinizi hiç görmediniz mi?" Sorumu Yağız'dan önce tebessüm ederek Mihrimah yanıtladı. "Ben elimden geldiği kadar, erkeklerle göz teması kurmuyorum Beyza. Karşılaşmış olsak da görmemişimdir." "Allah daim etsin Mihrimah, seninle çok ortak yönümüz var. İrtibatı koparmayalım, arada bir mutlaka görüşelim." Mihrimah, elini omzuma koyup "Aynı düşünce yapısına sahip insan bulmak çok zor, ben de çok isterim. Bu arada evim sokağın sonunda." dedi. Yan taraftan korna sesi gelince Yağız, "Seninki delirmiş görünüyor. Bu kadar hızlı geldiğine göre, gazı köklemiş demektir. Gerçekten son arzunu söylesen iyi olacak." dedi. Yağız, Demir'in camı indir hareketini görünce camı indirdi ve ardından Demir'in öfkeli sesi, arabanın içini doldurdu. "Çek lan arabayı sağa!" Yağız'ın cevap vermesini beklemeden önüne geçti ve ani fren yaptı. Arabadan öyle bir inişi vardı ki sertçe yutkundum. Alelacele evden çıktığı, bağrına kadar açık gömleğinin üzerine bir şey giymediğinden çok açık bir şekilde belli oluyordu. Yanıma gelip, kapıyı açtı. "Sen, beni öldürmek mi istiyorsun kadın? Sana bir şey oldu sandım!" Sesi içime akarken, ona karşı gelmek benim için daha fazla zorlaşıyordu ama zorlaşıyor diye de ona teslim olup, bu akşam ki hareketlerini unutacak değildim. İki elimi birbirine dolayıp Yağız'a doğru döndüm. "Ben, sana hâlâ kızgınım Demir, seninle konuşmak istemiyorum." "Gözlerime bakarak konuş Beyza, kahvelerini çok özledim." İyice kendimi Yağız' a doğru çevirip "Git kim için kalbimi kırdıysan onun gözlerinin içine bak Demir. Bundan sonra da seninle iş toplantısına girmemi bekleme, sadece Fatih Bey'le toplantılara gireceğim. Ne de olsa çalışanı olmuş olsam da kocamdan çok daha iyi sahip çıkıyor." dedim. "Başlatma beni kadınına! Gözümün senden başka birini gördüğü mü var? Ama illa asilik yapacak, beni cezalandıracaksın değil mi? Sana gözüme bak diyende kabahat!" Emniyet kemerimi açmak için uzandığında bile isteye boynunu burnumun yakınlarında gezdiriyordu. Şimdi durduk yere neden zavallı burnumu, güzel kokusuyla doldurup kokusunu daha fazla içine çekmek istediği için benim irademle savaşa sokuyordu ki? Bunu yapmaya, burnumla bile irademi savaşa sokmasına ne gerek vardı? Başımı iki yana sallayıp girdiğim ruh halinden hızlıca çıktım ve nefesimi içime hapsettim. Tabii ben zavallı burnumla savaşırken Demir, beni kendine doğru çevirerek oyuncak bebekle oynar gibi rahat hareketlerle arabadan çıkardı. "Bıraksana Demir. Bana dokunma diye kaç kere söyleyeceğim." Karşımda duran adam boynunu büküp gözlerime bakmaya çalışıyor olsa da her kırgınlığımda yaptığım gibi gözlerine bakmıyordum. "Artık gözlerime bakman gerektiğini düşünüyorum güzel karım." Yumuşacık çıkan sesiyle kurduğu cümle birleştiğinde yerdeki bakışlarım göğsüne doğru çıktı. Bari üzerine kabanını alıp çıksaydı ve bu şekilde soğuğa maruz kalmasaydı diye düşündüğüm sırada Demir, yarım adım daha atarak aramızdaki mesafeyi iyice azalttı. Elini yukarıya doğru kaldırırken "Hiç söz dinlemediğin için ben sözlerimi tutamıyorum biliyorsun değil mi?" diye sordu ve ardından havaya kaldırdığı elini çeneme götürüp, ona bakmamı sağladı. Gözleriyle buluşan gözlerime, çektiği özlem duygusu rahat bir şekilde akarken çenemdeki sıcacık eli bu sıcaklığın benim için yaratıldığını hissettiriyordu. "Sana çok aşık olduğumu, sensiz duramadığımı bildiğin halde benden uzaklaşarak bana cezaların en büyüğünü veriyorsun Beyza ve bu beni, öfke dolu bir adama çeviriyor." Çenemden çektiği elini yere indirdiğinde gözlerimin içine kararlılıkla baktı. "Şimdi rahat dur artık. Sana dokunmadan kokunu içime çekeceğim." Burnunu boynuma değdirmeden kokumu içine çekmeye başladı. Tamam onun burnu, benim boynuma değmiyordu ama benim burnum, açık bıraktığı göğsüne değiyordu ve kokusu içime içime işliyordu. Ne zaman kapandığını bilmediğim gözlerimle kalp atış hızım değişiyordu ve bu durum karşısında kendimi sorgularken buluyordum. Bir adamın kokusunu içine çekiyor diye insanın kalbi hızla atmaya başlar mı? Başlarmış, bunu Demir'in kokusunda yeni yeni öğreniyor, ona karşı direncimin giderek kırıldığını hissediyorum. Kokusundan, sıcaklığından ayrı kalmak istemediğim gibi bir de onun kollarını evim bellediğimi de fark ediyordum. Nefesim göğsüne vururken "Demir hava çok soğuk, hasta olmandan korkuyorum." diye fısıldadım. "Sen yanımda olduktan sonra soğuk bile işlemiyor karıcığım. Yeter ki benden gitme, sıcaklığın bana yetiyor." Demir'in güzel sesiyle birleşen cümle tüm öfkemi alıp süpürüyordu. Arkadan öksürme sesi gelince ikimizde sese doğru baktık. Yağız ile Mihrimah arabadan inmiş bize bakıyorlardı. "Beyza her şey için teşekkür ederim. Bu arada hâlâ canın yanıyor mu? Canını yaktığım için tekrar özür dilerim." Mihrimah'ın cümlesinden sonra Demir, beni kendine doğru çevirip, endişeli gözlerle hasar tespiti yapmaya başladı. Şimdi verilen tüm sözleri bırakıp onun endişeyle içine çöken yanağını öpsem olmaz mıydı? "Lütfen sakin olur musun Demir? Önemli bir şey değil, eve gidince ben sana anlatırım." Mihrimah'a dönüp "Canım yanmıyor merak etme Mihrimah. Hadi sen de biran önce evine git ki annen ve baban daha fazla merak etmesinler." dediğim esnada arkadan bir adamın sesi geldi. "Mihrimah kızım nerede kaldın? Telefonunu aradık ama kapalı olduğu için ulaşamadık. Öyle olunca da iyice gerildik ve eve sığamadık." Demir'in cep telefonu çalınca bana bakıp önemli bir görüşme olduğunu ve açması gerektiğini söyledi. Bizden uzaklaştığı sırada Mihrimah da annesiyle babasına sarılıp, onlara olanları anlattı. Birkaç dakika sonra annesi yanıma yaklaşıp "Hâlâ canın acıyor mu güzel kızım? O halinle bile bizim kızı düşünüp, buraya kadar getirmişsin. Allah senden razı olsun." dedi. "İyiyim iyiyim teyze." Endişe dolu bakışlarının üzerimde dolaşmaya devam ettiğini görünce gülümseyerek konuşmama devam ettim. "Merak etme teyzeciğim, ben görüldüğünden güçlüyümdür. Benim gibi Karadenizkızının canını, böyle küçük şeyler yakamaz." Mihrimah'ın babası yanımıza doğru geldi ve meraklı sesiyle soru sordu. "Nerelisin kızım sen? " "Trabzonluyum amca." Verdiğim cevap amcanın yüzünün gülmesine neden olurken bu durum aynı şekilde sesine de yansıyordu. "Uu bende diyorum ha bu kız çok sıcak kanlı meğer kan çekiyormuş. Ben de Trabzonluyum." İçime mutlulukla derin bir nefes çektiğimde yine memleket sevdam uç noktaya yükselmişti. Bu sırada Demir yaptığı görüşmeyi bitirmiş olmalı ki yanımıza gelmiş, o esnada amca yeniden konuşmaya başlamıştı. "De bakayım kimlerdensin?" Demir'le Yağız'a dönüp baktığımda gözlerimden mutluluk akıyordu; çünkü bizim oralardan konuşmaya başlayacağımızı biliyordum "Akmanlardanım emice." Verdiğim cevaptan sonra amca bizi çaya çağırıp, kalmamız için ısrar ettiğinde Demir, "Müsait bir zamanda geliriz." dedi ama bu cümleyi bile geçiştirmek için söylediği ve hiçbir zaman müsait olmayı düşünmediği çok net anlaşılıyordu. Onun cevabından sonra üzüldüğümü hissettiğinde benim memleket sevdamı ve hemşerilerimle muhabbet etmekten keyif aldığımı hatırlamış olacak ki evlerine gidip, çay içmeyi kabul etti Çaylarımız önümüze geldiğinde amca "Demek Akmanlardansın, Trabzon'da yardımına koşmadıkları bir Allah'ın kulu var mı acaba? Ha bu evi alırken zora düştüğümde holdingin kapısında öylece bekliyordum. Sadece isimlerini ve yardımsever olduklarını duymuştum. İçeri girsem ne derim diye kapıda kara kara düşünürken bir uşak gelip, öylece yanıma çöküverdi. 'Emice ne olmuş sana, kara kara düşünüyorsun?' diye sordu. Olanı biteni anlatınca omzumdan tutup, beni holdinge soktu ve dedesinin yanına götürdü. O an olanlara inanamadım, sanki 40 yıllık ahbaplarıymışım gibi beni karşıladılar. Ne senet imzalattılar ne de herhangi bir şey. Çıkardılar parayı hemen verdiler. Hâlâ iki Hüseyin için çok dua ederim ama beni yerden kaldırıp, derdimi anlayan genç Hüseyin'e her namazdan sonra dua etmeyi asla ihmal etmem." dedi. Ailem için duyduğum cümleler gururumu okşarken, gözlerimden yaşların dökülmesine sebep oluyordu. Canım ağabeyim ve dedem yine birilerin yaralarına derman olmuş, ellerinden tutmuşlardı. Böyle güzel kalpli oldukları ve herkese yardıma koştukları için Rabbim servetimize servet katıyor, çok daha fazla kişiye ulaşmayı tüm Akmanlar olarak bize nasip ediyordu. "Akmanların asi kızı Beyza, sensin da." Gözyaşlarımı elimin tersiyle silip, "Evet amca benim, nereden anladın? " diye sordum. "Her yıl olduğu gibi geçen yılda ziyaretlerine gittiğimde içeri tanınmış ailenin uşağı girdi. Anladığım kadarıyla uzun zamandır seni istiyorlarmış. Büyükleri dedenle konuşup, tekrar uşağı dinlemeleri için göndermişler. Deden uşağın yanında bir daha seni arayıp, sana sorduğunda, 'Bir daha o uşak karşıma çıkarsa onu alnının ortasından vururum! Yeter da kalbi kırılmasın diye güzel şekilde reddettikçe üsteleyip duruyor. Bir daha söylüyorum zenginliği de makamı, mevkisi de benim için önemli değil.' dediğini hepimiz duyduk. Deden telefonu kapattığında 'Uşağum ben Delibaşımı tanıyorum. Dediğini yapar, ha alnının ortasından vurmasa bile, lafı yerde kalmaması için o mermiyi senin bir tarafına kesin sıkar.' dediğinde çocuk çıkıp gitti. Sonra deden uzun uzun seni ve diğer kuzenin Zehra'yı anlattı. Kim derdi Akmanların asi kızı benim evime gelecek, kaderi görüyor musun sen?" Kafamı tebessümle salladığımda amca Demir ile Yağız'a baktı. "Ha bu senin kocan, yanık bakışlarından belli. Peki ha bu uşak kim? " Demir'e doğru kafamı çevirdiğim zaman dudaklarım kendiliğinden gevşeyip, yanık bakışlarına karşılık verdim. Sonra gözlerimi Yağız'a çevirerek, "Amca sorsan o, kocamın kardeşi ama bana kalsa benim kardeşim." dedim. Yağız gözlerimin içine gülerek bakarken, göz kırpıp karşılık verdim. Biraz daha sohbet ettikten sonra Demir, kalkmamız gerektiğini söyleyince müsaadelerini isteyip, evden ayrıldık. "Arabaya geç bakalım, kimmiş seni uzun süredir isteyen adam." "Saçmalama Demir." Yağız'a doğru dönüp baktığımda onların evine doğru dönüp bakıyor, bir şeyleri tartıyor gibi görünüyordu. "Hayırdır yengem?" Kafasını bana doğru çevirip, iç çekti. Ellerini ceplerine koyarak yanıma doğru geldi. "Bir şey yok yenge bu kız bana, seni hatırlatıyor. Sana baktığımda da içini görebiliyorum, bu kıza baktığımda da. Çayı uzatırken özellikle bakışlarıma karşılık verecek mi diye gözlerine baktım ama bakışları tepsideydi. Bilmem, çok tuhaf bir his..." Mihrimah ile gerçekten çok benziyorduk. Kahverengi gözleri, sulu göz halleri, kendini koruma çabası ile neredeyse aynıydık. Bu benzerlik karşısında titreyen yüreğimle sessizce duamı fısıldadım. Rabbim onun kaderini, benimkinden güzel eylesin ve çektiğim hiçbir sınavla onu imtihan etmesin. Kendimi topladıktan sonra Yağız'a "Rabbim hissini hayra çıkarsın kardeşim." dedim. Cümlemden sonra birbirimize tebessüm ederken Demir'in kükremesiyle ikimizde ona baktık. "Ulan defol git, kendi evinde kal artık. Evlendiğimden beri, evine uğramıyorsun! Karımla da benden iyi geçinme!" Duyduklarımdan sonra çok şaşırmıştım. Evlenmeden önce sadece Demir kendi evinde yaşıyor diye biliyordum. Yağız'ın da kendi evinde yaşadığını bilmiyordum. Yavaş yavaş Yağız'ın söylediği "Aile olduğumuzu sen gelince anladım yenge." sözünü anlayabiliyordum. Enteresan bir aile yapıları vardı. Ailede sözü geçen kişinin kesinlikle Demir olduğu ve herkesin ondan çekindiği çok net belli oluyordu. "Nerede kalacağımı sana mı soracağım?" "Beni arabadan indirme Yağız! Evlendikten sonra hepinizin dili çok uzadı. Yemin ederim hepinizi pişman ederim!" Yağız, Demir'in öfkeli bakışlarına maruz kalırken elleri yumruk halini aldı fakat hiçbir cevapta vermedi. İkisinin arasındaki bakışmanın arasına girip, Yağız'a doğru döndüm. Yüzümü şekilden şekile sokup 'Ee boşver söylediklerini kafana takma.' der gibi hareketler yaptım. Yağız öfkesini korumaya çalıştı ama başaramadığı için gülmeye başladı. "Sen var ya şu adamın bana yaptığı tek iyiliksin." Kalbime dönüp soruyorum; Toprakların ne kadar büyük? Herkesi oraya sığdırıyor, gelenlere de sürekli yeni yerler açıyorsun diye, tek cevabı şükür oluyordu. Düşüncelerimi Demir'in geceyi yaran "Bin şu arabaya yoksa arabadan inip, onun kafasını kıracağım." sesi bölüyordu. Arabama geçip, balonlarımı aldım ve tekrar Yağız'a teşekkürlerimi sundum. Arabanın arka koltuğuna balonları zorbela sığdırdığımda, sinirli bakan bir çift gözle karşılaşıyordum. Koltuğa yerleşip, kemerimi taktığımda Demir, hareket etmeye başladı. Yağız yanımızdan geçerken, gazı kökleyerek geçti ve bu hareketi Demir'in çenesini sıkarak konuşmasına neden oldu. "Hayvan herif! Ben sana bu yaptığını ödetmeyi bilirim." Demir'in neden bu kadar öfkeli olduğunu anlamam mümkün değildi. "Senin kardeşinle derdin ne Demir?" Normal bir tonda sorduğum soruya Demir, kükreyecek cevap veriyordu ve bu hali kırılmama neden oluyordu. "Sen, benim karımsın! Onu, bana karşı savunmaya kalkma!" "Tamam öyle olsun Demir. Şu an benimle konuşurken bağırdığını unutma; çünkü ben unutmayacağım." "Yapma ama sana bağırmadım karıcığım, ona bağırdığımı çok iyi biliyorsun." Sessizliğe bürünüp, camdan dışarıya doğru baktım. Bu aileyi bu hale neyin getirip, dağıttığını bilmiyordum. Demir'e soracak olsam sert bir duvara çarpacağımı çok iyi biliyordum. Yağız'a soracak olsam her şeyi anlatırdı ama onu, dolaylı yollardan da olsa üzmüş olurdum. Düşünceler arasında dolaşırken kapının kapanma sesiyle, kendime geldim. Demir arabanın önünden dolaşıp, kapımı açtı. "Yine daldın, hayırdır?" Arabadan inip, arka kapıyı açtım ve balonlarımı aldım. "Yok bir şey, öylece dalmışım işte." Kapıya doğru giderken, yanıma doğru geldi ve önümde durdu. Gözleri kısa sürede balonlarda dolaştıktan sonra "Bu balonları sana Yağız mı aldı?" diye sorarken evin zilini çaldı. "Evet." "At şunları, bir daha benden başka kimsenin sana bir şey vermesini kabul etme." Kaşlarımı kaldırıp, gözlerine şaşkın bir şekilde bakarken yavaş yavaş gelen öfkeme selam vererek, el sallamaya başlıyordum. Kapı açılınca ayakkabılarımı çıkarıp içeriye girdim. Kabanımı çıkarmaya başladığım zaman Demir, önüme geçip çıkarmama engel oldu. "Bırak kocan olarak görevimi yerine getireyim Haniftam." Kabanımı çıkarmasına müsaade ettiğimde gözlerimin içine akıyordu ama ona kırgın olduğum için başka yöne bakarak, aradaki akışı hızlı bir şekilde kestim. Kabanı kollarımdan indirmeden önce elimdeki balonları tutmak için aldı. Kollarımdaki kabanı sıyırıp yerine astıktan sonra "Balonları tuttuğun için teşekkür ederim Demir, artık verebilirsin." dedim. Gözlerimin içine bakarken balonları tuttuğu elini yukarıya doğru kaldırdı. "Çok mu sevdin bunları?" Yukarıya kaldırdığı balonlara hayran hayran baktığım sırada "Sevilmeyecek gibi değiller ki baksana hepsi birbirinden güzel." dedim. Söylediğim cümleden sonra Demir, ellerini gevşetmeye ardından da konuşmaya başladı. "Sana kapıda dediğim gibi benden başka kimsenin sana bir şey vermesini kabul etme. Balonları çok seviyorsan bile bunları sadece sana, ben alabilirim. Benden başkası değil." "Demir bırakma sakın!" Elini gevşetip, balonların yukarıya uçmasına izin verdiğinde hayal kırıklığıyla balonlara baktım. Sanırım olmayacaktı. Demir ne kadar çabalasa da bencil yanını bırakamayacak ve bu nedenle sürekli bende yeni yaralar açmaya devam edecekti. Farkına vardığım gerçekle dolan gözlerime eşlik eden titrek dudaklarıma engel olamadım. Arkadan gelen ayak sesine bir de Selin'in sesi eşlik ediyordu. "Sonunda geldiniz. Bizde sizi bekliyorduk." Demir, "Saçmalama bunun için çocuk gibi ağlamayacaksın değil mi?" diye alaylı sesiyle sorduğunda akan göz yaşlarımı silip, ona doğru baktım. "Hayır Demir, bunun için ağlamayacağım ama bencilce aşık olduğu için sürekli kalbimde yaralar açan adamın karısı olduğum için ağlayacağım. Bana böyle davranarak mı, sana aşık olmamı sağlayacaksın? Böyle yaparak kalbimdekileri de beni de öldürmekten başka yaptığın bir şey yok." Yanıma gelip elimi tutmaya çalıştığında elimi ondan çektim ve bir kaç adım uzaklaştım. "Ne olursun öyle konuşma güzel karım. Bu kadar üzüleceğini tahmin edemedim. Şimdi hemen gider, senin için yenilerini alıp getiririm." Arkamı ona doğru dönüp giderken "Onları Yağız, annem ve babamı çok özlediğim için gözümden akan yaşlar son bulsun diye almıştı Demir. Şimdi sen gidip, yenisini alsan yerini tutacak mı sanıyorsun?" dedim. Selin'in önünden geçerken "Hadi gel canım, biz seninle içeriye geçelim." diye konuşmaya devam ettim. Selin, Demir'e ters ters bakıp, koluma girdi. "Kesinlikle bu çocuk önceden böyle değildi, aşk bunu çok kıskanç bir öküze çevirmiş. Senin adına çok üzgünüm bebeğim." diye fısıldarken, onun yüzü ve cümleleri karşısında gevşeyen dudaklarıma engel olamadım. "Benim şansıma da kıskanç bir öküz düştü. Öylede şanssızım Selin." Cümlemden sonra Selin ayarsız bir kahkaha atarak kıkırdamama neden olmuştu. Birbirimize sarılarak gittiğimiz salonda herkesle selamlaştıktan sonra Deren anne "Kızım üzerine ne döküldü?" diye sordu. Yağız'la gözlerimiz kısa süreli buluşunca sırıtarak konuşmaya başladım. "Çok güzel bir kız tarafından üzerime çay döküldü Deren anne." Cümleme Yağız kafasını iki yana sallayıp gülümseyerek karşılık verirken, Deren annenin sesi endişe dolu çıkıyordu. "Aa sana bir şey oldu mu kızım?" "Canım çok yanmıştı ama hiç kontrol etmedim. En iyisi üzerimi değiştirip, kontrol edeyim Deren anne." Sözlerimden sonra Deren annenin yüzünü büyük bir acı kapladı ve dolan gözleriyle "Ah güzel kızım, canın çok acımıştır. Hadi kalk direk doktora gidelim." dedi. Beni evladı gibi sahiplenip derdimle dertleniyor, birazcık canım yansa dayanamıyordu. Bu dolan gözleri, yüzünü kaplayan acı da beni ne kadar çok sevdiğini gösteriyordu. Bu eve geldiğim günden beri asla birbirimizle ters düşmemiş, karşılıklı fedakarlıklarda bulunarak ortak noktada buluşmayı başarabilmiştik. İşte birbirimize karşı sergilediğimiz bu güzel davranışlar neticesinde onları kendi ailem gibi benimsemiştim. Yanına gidip içtenlikle Deren anneyi öperken onun gözlerindeki acının oradan silinmesini istiyordum. "Önce bir kontrol edeyim anne, sonra duruma göre hareket ederiz. Sen, beni düşünüp sakın kendini üzme lütfen." Yerimden doğrulduğum zaman onun da benimle birlikte ayağa kalktığını ve gözlerine eşlik eden acının yerini mutluluk duygusuna bıraktığını gördüm. "Anne dedin! Yağız sen de duydun değil mi? Güzel kızım bana anne dedi." Anne dediğim için verdiği tepki ruhumu okşamıştı. Ona sarılıp başımı göğsüne yaslarken Yağız, "Biz anne dediğimizde böyle tepki vermiyorsun, kıskanıyorum ama..." diye söylenmeye başladı. Deren anne, onu da yanımıza çağırıp sarıldığı sırada Demir'in "Ne oluyor burada?" sorusunu duydum ama kafamı döndürüp de bakmadım. "Güzel kızım sonunda bana anne dedi. Onu kutluyoruz oğlum, hadi sen de gel." Yağız'la kısa süreli birbirimize bakıp kırgın sesimle "O gelmesin anne, ben onunla konuşmuyorum." dedim. "Zaten gelip de size sarılan yok!" Demir'in sesi öfkeli çıkıyordu. Bu akşamdan beri yaptıklarını düşünürsek benim sesimin öfke dolu olması gerekirken, yüzsüzce onun sesi öfkeli çıkıyordu. Aynı onun kullandığı ses tonunda cevap verdim. "Zaten sarılmak için gelsen de seni kabul eden yok!" Cümlemi bitirdikten sonra Yağız'ın fısıltılı "Yürek mi yedin?" sesini duyunca alt dudağımı ısırıp, omuzlarımı silktim. Deren anne sessiz bir şekilde "Kızım bu tarafa geliyor." deyince yutkundum. Kafamı arkaya doğru çevirip baktığımda gözlerinden alev çıkıyordu. Şimdi ne olmuştu da beni yiyecek gibi bakıyor, bir de zavallı kalbimin korkmasına neden oluyordu? Çınar ve Kağan'ın attığı kahkahalar daha fazla gerilmeme neden olduğu için hemen geriye doğru adımladım. "Benim üzerimi değiştirip krem sürmem gerekiyor." Cümlem hızla merdivenlere doğru koşturmam ile son buluyordu ama arkamdan Demir de sert adımlarıyla beni takip ediyordu. Ben koşturduğum halde o, yürür şekilde basamakları ikişer, üçer çıkıyor, hızla mesafeyi kapatıyordu. Korkudan kendimi odaya atıp, kapıyı kapattığım sırada Demir, elini kapının arasına koydu. Onun canını yakmaktan korktuğum için "Çek elini Demir, yoksa canın yanacak!" dedim ama Demir'in verdiği cevap hem üzülmeme hem de öfkelenmeme neden olmuştu. "Bana zarar verebileceğini mi düşünüyorsun? Komik olma Beyza, sen küçük bir kız çocuğundan farksızsın." Var gücümle ittirmeme rağmen tek eliyle kapıyı açıp gözlerimin içine baktı. Onun yanında bu kadar güçsüz kalmak, sinirlerimi aşırı derecede bozuyordu. Üstelik sadece güçsüz de değildim, yanında ufak tefekte kalıyordum. Tekrar farkına vardığım gerçekle Demir'in söylediği cümle birleşince gözümün önüne bu akşam toplantıda yaşadıklarım geliyordu ve Arzu Dikmen'in Demir'e sergilediği kadınsı tavır beni farklı düşüncelere doğru savuruyordu. "Neden küçük bir kız çocuğuyla evlendin o zaman Demir? Seninle evlenmeye meraklı değildim. Gidip yaşına ve boyuna, posuna uygun birini alsaydın ya! Yoksa aklın toplantıdaki Arzu Hanım'da mı kaldı? Tabii ya ne de olsa seni ateşli bir şekilde istediğini gayet kadınsı bir şekilde belli etmişti." Bakışlarım Demir'in yüz ifadesinde dolaştığında çok daha büyük bir öfkeyle beraber cümlemi devam ettirdim. "Tam da senin istediğin gibiydi değil mi!" Hiç kurmayacağım cümlelerin hem kırgınlıkla hem de öfkeyle ağzımdan dökülmesine şaşırmıştım. Her bir cümlemde Demir'in kaşları daha da çatılarak üzerime doğru gelmiş, duvara yaslanan bedenimle kaçacak yerimin olmadığını fark etmiştim. . . . . Bu kadar yetoo : )) |
0% |