Yeni Üyelik
40.
Bölüm

39🍓 "ÜNİVERSİTE ARKADAŞLARI"

@hanifta_hanim

 

Herkese hayırlı akşamlar🥰

Uzun, çok uzun bir bölümle geç olsa da karşınızdayım okur Haniftam ailesi, o yüzden bölümü size emanet ediyorum. Şimdiden beğenerek ve yorum yaparak destek olursanız mutlu olurum.

Keyifli okumalar...

 

Otoparka girdiğimde Demir, arabasına yaslanmış, dudağının kenarındaki meydan okuyan gülümsemesi ile bana bakıyordu. Çantalarımı alıp dışarıya çıktığım zaman Demir, yaslandığı yerden doğruldu ve bana doğru döndü.

"Özlemimi dindireceğim; çünkü çok uzun soluklu olacak. "

"Bende özlemimi dindireceğim." diye karşılık verdiğimde Demir'in gözlerinin içine baktım. Şaşkın bir şekilde bana bakıyordu. Ona doğru attığım adımları görünce şaşkınlığı yüz ifadesinden okunmaya devam etse de beklemeden kollarını iki yana açtığını gördüm.

"Hiç böyle düşünmemiştim. Bana direnirsin sanmıştım ama beni, fazlasıyla yanılttın güzel karım."

Duyduğum sözler karşısında gülümsememe engel olamadım ve yüzümü en sevecen şekle sokup, kollarını iki yana açmış olan adamın sağ kolunun altından eğilerek geçtim.

Demir'in arkasından gelen Tuğba'ya sarılırken "Seni çok özledim kuzum." cümleme Demir'in sert nefes alışverişi eşlik ediyordu. Tuğba da aynı şekilde karşılık verdikten sonra sessizce "Kızım şu an çok pis bakıyor. Adam, senin yüzünden beni düşmanı belleyecek." dedi.

"Başka çarem yoktu canım. Kusura bakma ama bugün 12'ye kadar beni idare etmen gerekiyor. Yapışık ikiz gibi olmak zorundayız."

Yanımdan geçen öfkeli ayak sesleri yutkunmama neden olsa da bakışlarımı ondan kaçırdım. Gözü dönmüş haline, ne kadar kafa tutmaya çalışsam da ondan içten içe korkuyordum.

Yukarıya çıktığımızda Demir, cam oda da görünmüyordu. Tuğba'nın çalışma malzemelerini alıp, beraber odaya doğru ilerledik. Kapıdan girerken Demir, beni kolumdan tutup kapının arkasına doğru hızla çekti.

"Burası çok daha uygun; çünkü dediğim gibi çok uzun sürecek."

Bu adam söylediklerinde çok ciddiydi ve ben, günü nasıl bitireceğimi düşündükçe geriliyordum. Utançtan kızaran yanaklarım, Tuğba'nın sesini duyunca varlığından dolayı hafiflemiş hissettirdi.

"Ne uzun sürecek Demir Bey? Beyza bileği rahatsız olduğu için benden yardım istedi."

Demir, gözlerimdeki gözlerini Tuğba'ya doğru çevirip, kasılan çenesiyle konuşmaya başladığında ciddi yüzü gerilme mi sağlıyordu.

"Tuğba, bize 20 dakika müsaade eder misin? İşle ilgili özel konuşmamız gereken konular var."

Demir'in kollarından kendimi itip, Tuğba'nın yanına giderken "Ama Demir Bey, ben bileğimden dolayı gerekli notları alamam. Biz konuşurken Tuğba da notları alıp, bugün için bana yardımcı olur diye burada. Gitmesine gerek yok." dedim.

Gözlerini derin nefes eşliğinde kapatıp, elini ensesine götürdü ve odasına geçti. Masama geçtiğimde ne zaman kafamı kaldırsam, bir çift öfkeli gözle karşılaşmanın verdiği gerginliği iliklerime kadar hissediyor, ne olursa olsun Tuğba ile yapışık ikiz gibi dolaşmam gerektiğini biliyordum.

"Evet doktor, karımın bileği ne zaman iyileşir?"

Doktor sonuçlara bakmaya devam ediyordu ama Demir, hem sabırsız hem de tahammülsüz görünüyordu. Bugün Tuğba'yı yanımdan biran olsun ayırmadığım için sürekli burnundan soluyor, kiminle görüşmeye giriyorsa herkese ateş püskürüyordu.

"Hadi cevap verin, bileği ne halde? Tam olarak ne zaman iyileşir?"

Doktor kafasını kaldırıp, Demir'e baktı.

"Bilek çatlakları zor iyileşir Demir Bey, hasta alçıyı da kabul etmemiş."

Demir oturduğu yerden kalkıp, ellerini cebine koydu. Odada sağa sola doğru birkaç adım attıktan hemen sonra tahammülsüz bir nefes ciğerlerine bahşetti ve bana doğru eğilerek, yüzlerimizi eşitledi.

"Çünkü hastamız çok inatçı, inatçı olduğu kadar da asi."

Aynı onun kullandığı ses tonuyla cevap verdiğim zaman aramızdaki gerginlik açık bir şekilde görünüyordu. Bana dokunmama sözünü o vermişti ve bunun yüzünden öfkelense bile bunun acısını benden çıkarmaya, sürekli bahanelerin altına sığınıp o sözü çiğnemeye hakkı yoktu.

"En azından verdiği sözleri tutacak kadar dürüst ve güvenilir."

Doktor aramızdaki gerilimi anlamak ister gibi "Mesele ne?" diye sordu.

Demir, doktora bakıp "Bir haftaya bile tahammülüm yok! Siz çok uzun bir süreden bahsediyorsunuz. Ne yapın edin, bir an önce bileğini iyileştirin. Size her türlü imkanı sunacağım." diye konuştu.

Şimdi bu ne demek oluyordu? Demir sürekli bana dokunamadığı için öfkelenen bedenine odaklıydı ama sanırım benim bileğimden dolayı çektiğim acıyı, kaybettiklerimi göremiyordu.

Doktorun cevabını beklemeden ayağa kalkıp, Demir'e baktım.

"Paranın düzeltemeyeceği şeylerde vardır Demir. Şimdi sende sorumluluğunu alacaksın ve verdiğin sözlerde duracaksın. Hem sen istiyorsun diye, kimsenin deney faresi olmayacağım. Bu acıya sabredip, sen üzülme diye susmaya çalışıyorum ama o kadar bencilsin ki bileğimden dolayı sadece kendi kaybettiklerine odaklanıyorsun. Ben yemek kaşığını bile kaldıramayacak durumdayım ve bil bakalım tasarımlarımı çizerken hangi elimi kullanıyorum."

Hayal kırıklığıyla ona sırtımı dönüp, çantamı koltuktan aldım. Dış kapıya doğru adımlarken hayal kırıklığının hakim olduğu sesim öfkeli bir hal almıştı.

"Paranla benim bileğimi iyileştirmeye çalışacağına, bana çok aşık olduğunu söyleyip, hayatımı talan eden bencilliğini iyileştirmeye çalış!"

Katlanamıyordum. Bana dokunamamanın acısını dönüp dolaşıp benden çıkarmasına kesinlikle katlanamıyordum. Kapıdan çıkmadan önce son kez gözlerinin içine bakarak ciddiyetimi anlamasını istediğim için "Bir daha hatırlatıyorum Demir. Ayağını denk al!" dedim ve kapıyı kapatıp çıktım.

💙💙💙

"Beyza."

Peşinden kaç kere seslendiğimi hatırlamıyorum. Söylediklerinde her zaman olduğu gibi çok haklıydı ama çok aşık olan, ona dokunmadığı zaman öfke nöbetine giren tarafta ne yazık ki bendim. Sözde bileğinde bıraktığım parmak izlerini gördüğüm zaman kendimi cezalandırmayı hedeflemiştim ama daha bileğindeki izlerim bile dururken ona dokunamamanın acısını bir şekilde yine ona yansıtıyordum.

Arabasının kapısını açarken kapıyı tuttum ve konuşmaya başladım.

"Çok özür dilerim. Söylediğin her şeyde haklıydın. Ben bencil adamın tekiyim. Sana verdiğim sözü tutmak için elimden geleni yapacağım ama ne olur, bana arkanı dönme güzel karım. Sana dokunamamak yeteri kadar zorken, bir de beni bununla cezalandırma lütfen."

Bakışlarını yerden kaldırdığında akan bir damla yaşını da elinin tersiyle sildi. Gözleri, gözlerimle buluştuktan çok değil birkaç saniye sonra merhameti tarafından kuşandı ve ardından suçlu bir nefes verdi.

"Ben de özür dilerim Demir, çok ağır konuştum."

Söylediği her şeyde haklı olmasına rağmen yine de özür diliyordu. Bu evliliğin zor olacağını elbette biliyordum ama bu kadarını tahmin etmiyordum. Helalim olan kadına sarılamamak yeteri kadar zor değilmiş gibi bir de verdiğim sözden dolayı ona dokunamıyordum bile.

"Önemli değil Haniftam, hepsini hak etmiştim. Hadi arabana bin ve atacağım konuma git. Bizim çocuklar ikimizi bekliyorlar."

Kafasını tamam anlamında sallayınca arabaya binip, mekana giriş yaptık. Hoş sohbet eşliğinde zaman akarken, gözlerimi ondan çekemiyordum. Onu gördüğüm ilk günden bu yana uzun bir zaman geçmesine rağmen, bir insan ancak bu kadar sevilebilir desem de içimi kaplayan sevgisi çok daha fazla artıyordu. Beyza bende eski Demir'e ait hiçbir şey bırakmıyor, beni iyi olanla değiştirmek için elinden geleni yapıyordu. Ona duyduğum aşk beni yutacakmış gibi hissettiğim zaman ise anlamsız bir şekilde onu kaybetme korkusuna çok daha fazla kapılıyordum.

Kafasını döndürüp bana baktığı zaman ona baktığımı fark edince gözlerinin içiyle gülümseyip, bakışlarıma karşılık verdi. Şu güzel kahvelerinin bana öfkeli değil de gülümsemeyle bakması bile bencil olmayan Demir'e yeterken, bencilce aşık olan Demir, onun her şeyini yaşamak, kollarından biran olsun ayırmamak istiyordu ama ben, razıydım. Güzel karımı yaşayamıyor olsam da onun benim için atmaya başlayan kalbine, bakışlarıma gülümseyerek karşılık veren bu haline, bir bir gözlerimizde kaybolan yansımamızın verdiği hazza razıydım.

Derin bir iç çekerek baktığım güzel karımın yüzüne yansıyan ifade öyle güzeldi ki Beyza'yı sevmenin büyük bir nimetle beraber, büyük bir sınav olduğunu bir kez daha çok iyi anlıyor, ona dönen gözlerle nasıl baş edeceğimi bilmiyordum.

Saat 22:00 civarı canlı müzik yapan bir mekana girdik. Selin'le, Akın dans etmeye kalktığında tekrar gözlerimi alamadığım kadınıma baktım, çok yorulmuş görünüyordu.

"Çok mu yoruldun Haniftam?"

Gözlerini Selin ve Akın'dan çekip bana doğru baktı ve ardından sesinin içime işleyen tınısı kalbime aktı.

"Yorulmadım. Lütfen beni kafana takma Demir. Arkadaşlarınla son gecen olduğu için onlara odaklan ve eğlenmene bak."

Mekanın sesinden dolayı, konuştuklarını daha iyi anlamak için dudaklarına bakarak onu dinlemiştim ama bakmakla hata yaptığımı kalbimin değişen ritminden daha iyi anlamıştım. Gözlerimi tekrar güzel kahvelerine sabitlerken, kalbinde açtığım yaraları sarmak için daha fazla çabalamam gerektiğini kendime bir kez daha hatırlatıyordum.

Selin'ler masaya oturduktan sonra uzun süredir görmediğimiz 4 tane arkadaş masamıza yaklaşıp selam verdi. Beyza'yı hepsiyle uzaktan tanıştırdıktan sonra kendi masalarına geçmemiz için bizi çağırdılar. Selin'le Beyza'yı masada bırakıp, arka taraftaki masalarına geçtik. Ara ara dönüp masalarını kontrol ettiğim için erkekler arasında alay konusu olmuştum ama bu benim zerre umrumda değildi.

"Demir Erdem'e bak be! Kim derdi evlenecek, evlendiği yetmiyormuş gibi karısını gözünden ayırmamak için sürekli kontrol edecek diye."

"Siz dalganıza bakın oğlum. Benim gibi aşık olduğunuz zaman bunları tekrar konuşuruz."

Tunç, "Aşık olman için çokça neden olduğu gözle görünüyor. Duru bir güzelliği var." dediğinde vücudumun kasıldığını hissettim. İşte sürekli bu oluyordu. Onun dikkat çeken güzelliğiyle savrulduğum kıskançlık duygusundan çıkmak yeteri kadar zor değilmiş gibi bir de bunlara şahit olduğum için onu daha fazla gözümün önünde güvende tutmak istiyordum.

Akın gerildiğimi anladığı an, mimikleriyle beni işaret ederek "Yengemiz hakkında konuşmayalım Tunç." dedi.

"Yanlış bir şey söylediysem özür dilerim Demir, hadsizlik yapmak istemem."

Omzunu tutup "Seni anlıyorum ama yine de karım hakkında konuşulması beni geriyor Tunç. Onunla ilgili bir daha konuşma özellikle dış görünüşü hakkında tek bir kelime bile duymak istemiyorum." dedim.

Kafasını tamam anlamında sallayınca kafamı çevirip tekrar Beyza'nın olduğu masayı kontrol ettim. Masada kimse görünmüyordu ama iki erkek masanın başında duruyordu. Birisi fotoğraf çekerken, yanındaki de onu çekiştirip uzaklaştırmaya çalışıyordu. Ayağa kalkıp ne olduğunu anlamaya çalıştığımda adam masaya doğru yaklaşıyor, o yaklaştıkça arkadaşı daha fazla çekiştiriyordu.

Akın "Ne oldu Demir?" diye sorunca bir iki küfür savurup, "Kızlar yok, bunlar bir şeye bakıp fotoğraf çekiyor, neye baktıklarını gidip kontrol edeceğim." dedim.

Hızlı adımlarla yaklaştığımda Beyza'nın masaya başını koyup, uyuya kaldığını gördüm. Yaklaştıkça adamların konuşması da kulağıma çalınmaya başladı.

Fotoğraf çeken adam iç çekerek "Uyuyan güzel gibi lan, öpülüp uyandırılmayı bekliyor." derken diğeri "Yapma oğlum. Bırak uyuya kalmış işte yazık korkutma kızı." diyerek arkadaşını çekiştiriyordu. Adamı ensesinden tutup, ağzını elimle kapattığımda diğer adamın susması için işaret ettim.

"Akın, sen Beyza'nın yanında kal. Uyanırsa sakın hiçbir şey anlatma, boş yere korku yaşamasın."

Adamı dışarıya çıkardığımda söylediği sözler kulaklarımda çınlanıyor, öfkem dinene kadar yüzünü yumruklamaya devam ediyordum. Ben yumruklamaya devam ettikçe de Çınar ve Kağan araya girip "Biraz daha uzatırsan Beyza her şeyi öğrenecek Demir. Bırak kız için gece güzel bitsin, yoksa uyuya kaldığı için kendini suçlayacak." dediler.

Doğru söylüyorlardı. Beyza uyuya kaldığı için bunların olduğunu bilse kendini suçlayacak, arkadaşlarınla son geceni berbat ettim diye üzülecekti. Kontrol altına almaya çalıştığım öfkemle adamın cebinden telefonu çıkardığımda parmağını okutup ekran kilidini açtım. Çektiği fotoğrafları görünce onun o güzel haline şahit olduğu için öfkem daha da arttı. Tüm fotoğrafları silip, telefonu hırsla kırdığımda bir kez daha adamın üzerine çöktüm. Olmuyordu, içimi kaplayan öfkeyi atamıyor, birilerinin Beyza'ya benim gibi bakmasını kabul edemiyordum. Yumruklarım, Çınar'ın beni çekiştirerek tekrar Beyza konusunda uyarmasıyla son buluyordu.

Öfkeyle kendimi adamdan uzaklaştırıp, onun kanlar içinde kalan bedenine baktım ama bu cezanın bile onun için yetersiz bir ceza olduğuna karar verdim. Adamlarımı arayıp mekanın arkasından onu almasını ve hiçbir şekilde doktora götürmemelerini söyledim. Benim karımın fotoğraflarını çekip, onu öpmeyi düşünecek kadar cesareti varsa şimdi de bu cesaretle vücudunu kendi kendine iyileştirebilir, iyileştiremiyorsa da acı çekerek ölebilirdi. Eğer burada biraz daha durursam ölümünün benim elimden olacağını daha net anladığımda hızla mekanın arka kapısından içeriye girdim. Uzaktan Beyza'nın hâlâ uyuduğunu görünce ellerimi yıkayıp, arabaya gittim ve kanlanan gömleğimi değiştirdim. Tekrar içeriye girdiğim zaman diğerlerinin de masaya geçtiğini gördüm.

Selin'i görünce kendimi tutamayıp öfkeyle konuştum; çünkü bana haber vermeden onu bu şekilde bırakmasını sindiremiyordum.

"Onu bu şekilde uyurken nasıl olur da tek başına bırakabilirsin Selin!"

"Demir, ben gittiğimde uyumuyordu."

Beyza kafasını zorla masadan kaldırıp, gözlerini yarım açtı. Biraz daha yanına yanaşıp "Uyuya kalmışsın hayatım, burada böyle uyuma. Hadi kalk evimize gidelim." dedim.

Vücudunu dikleyerek, "Biraz daha dayanabilirim Demir. Arkadaşlarınla son geceni benim için yarıda kesmeni istemiyorum. Lütfen tadını çıkar." dedi ve daha fazla dayanamayıp kafasını göğsüme yasladı. Bulunduğu yere ait olan bedeni, kalbimin atışlarını değiştirmeye yetmişti bile. Birkaç dakika sonra gözlerini kapatıp, uyumaya devam ettiğinde dudaklarımı alnına doğru götürerek derin bir nefes aldım. Alnını öpmek bile şu an için bana yasaktı ve ben, verdiğim söze ne olursa olsun uymak zorundaydım. Dudaklarımı alnına değdirmeden kokusunu içime hapsettiğimde yüreğim ona duyduğum özlem ve aşkla kavruluyordu. Defalarca kez iliklerime kadar hissettiğim duygu tekrar kendini belli ediyordu ve bu kadına duyduğum sevdanın benim en büyük sınavım olduğuyla bir kez daha yüzleşiyordum.

"Güzel karım sen bu şekilde uyuyup rahat edemezsin."

Beyza montunu bile çıkarmadan kendini yatağa atmıştı ve şu hali uykuya olan düşkünlüğünü gözler önüne seriyordu.

"Demir üzerimi değiştirirsem uykum kaçar."

Yatağa çöküp yanında oturdum. Yönümü biraz daha ona çevirdiğim zaman montun kapüşonu ile kapanan yüzünü açtım.

"Sevgilim bari montunu çıkaralım, çok kalın olduğu için terleyip hasta olursun."

"Hiçte bile Mavi Gökyüzüm'ün aldığı mont beni terletmez sadece sıcacık tutar o kadar."

Yavuz Selim Bey yine yapacağını yapmış gönderdiği valizlerle Beyza'nın yüzünde güller açmasına sebep olmuştu. Dirseğimi yastığa koyduğum sırada tekrar Beyza'nın büyük kapüşonunun yüzünü örttüğünü gördüm. Elimi ona doğru uzattım ama Beyza benden önce başındaki kapüşonu atıp sağ gözünü açarak bana baktı.

"Demir..."

Bu ses tonunu tanıyordum. Canı bir şey çektiği zaman yutkunarak ismimi söylüyor, sonra da yüzünü çok daha sevecen bir şekle sokuyordu.

"Tabii şimdi senin canın, Mavi Gökyüzüm dediğin için onun gönderdiği çikolatalardan çekmiştir. Değil mi güzel karım?"

Derin bir nefes alarak gülümsedikten sonra diğer gözünü de açtı ve yönünü bana çevirip sol eliyle başına destek verdi.

"Sen artık güzel karını tanımaya mı başladın?"

Kusursuz ve sevimli yüz hatlarına iç çekerek baktım.

"Evet, eğer ismimi yüzünü getirdiği sevimli halle beraber yutkunarak söylüyorsa canı bir şeyler çekiyor demektir."

Gülümsedi. O gözlerimin içine bakarak öyle güzel gülümsedi ki kalbimden taşan sevgisi tüm benliğimi sardı ve mümkünmüş gibi kalbimin daha hızlı atmasına sebep oldu.

Beyza'nın gözlerimde olan bakışları kalbime doğru indikten sonra çok geçmeden sağ elini kalbimin üzerine koydu. Gözlerini kapatarak dinlediği her ritim biraz daha yüzünün mutlu bir hal almasına neden olmuştu. Bu kız farkında olmadan sürekli beni kendine çağırıyordu ve bu, tüm vücudumun yanmasına sebep oluyordu.

"Duyuyor musun Demir? Kalbin Beyza diye atıyor ve iyi ki de benim ismimle atıyor."

İlk defa bu cümleleri ağzından duyan kalbim duracak gibi hissettiğim zaman Beyza gözlerini açtı ve yüzündeki tebessümü soldurarak ciddi bir ifadeye getirdi.

"Sanırım gün geçtikçe kalbimdeki sevgin çoğalmaya başlıyor Demir!"

Bunu öyle heyecan dolu bir sesle söylemişti ki halinden memnun görünüyordu. Sol elim bağımsız bir şekilde kalbinin üzerine doğru ilerlerken arada az mesafe kaldığını gördüm ve bakışlarımı izin vermesi için Beyza'ya çevirdim. Gözlerini kısa süreli kapatıp izin verdiğinde elim benim için atmaya başlayan kalbinin üzerindeydi ve bu kalp atışlarının ardında benim ilk duam gizliydi.

"Haniftam..."

O benim minik dağ çileğimdi.

"Sevgilim..."

O benim aşık olduğum ilk kadındı.

"Güzel karım..."

O kalbinin güzelliğini yüzüne de yansıtan helalimdi. Aslında söylemek gerekirse o benim her şeyimdi...

Söylediğim her seslenişten sonra elimin altındaki kalp atışları kendini çok daha fazla şekilde belli ederken tüm duyguların ele geçirdiği sesim ile "Seni çok seviyorum." diyordum ve ardından dudaklarına doğru yakınlaşan dudaklarıma engel olamıyordum. Aramızda bu kadar büyük bir çekim varken ben kendimi sürekli onun büyüsü altında hissediyordum.

Beyza kendini geriye doğru atarken "Böyle yapman kalbime büyük bir haksızlık Demir. Yazık değil mi benim kalbime?" diye sordu.

Nasıl oluyor da bu çekimden ben bir türlü çıkamıyorken o, kolaylıkla çıkabiliyordu? Sanırım Beyza'yı gördükten sonra yok olan iradem, onun bedeninde can bulmuştu.

"Güzel karım kalbinin biraz egzersize ihtiyacı var. Senden uzak durduğum için bu kadar hızlı atıyor, biraz izin versen kalbin ritmini bu kadar değiştirmeyecek."

Beyza'nın kaşları çatılırken söylediğimi anlamaya çalışıyordu.

"Ne yani alıştıktan sonra kalbim bu kadar hızlı atmayacak mı?"

"Baş edemeyeceğin kadar hızlı atmayacak."

"Peki senin kalbinde de durumlar aynı böyle mi olacak?"

Kafamı evet anlamında sallamam Beyza'nın hoşuna gitmemiş, yataktan kalkıp Yavuz'un gönderdiği valizin yanına gitmesine sebep olmuştu.

"Bunu hiç sevmedim Demir. Ben, kalbinin sürekli böyle hızlı atacağını sanıyordum."

Hızla yataktan kalkıp Beyza'nın yanına gittim. Üzerindeki montu çıkarır çıkarmaz Yavuz'un gönderdiği çikolata dolu valizi açtı ve eline gelen ilk çikolatayı yemeye başladı.

"Sevgilim düşündüm de sen yanımda olduğun sürece benim kalbim aynı şimdi olduğu gibi hızla atar."

"Kandırıkçı! Daha demin kafanı sallarken öyle demiyordun ama."

Yanına oturduğum zaman duyduğum cümle kendime savurduğum küfre neden olurken Beyza, kaşlarını çatarak elindeki çikolatayı zorla ağzıma sokuyordu.

"En iyisi sen hiç konuşma Demir!"

"Güzel karım, ben bu saatte bir şey yemiyorum neden böyle yapıyorsun?"

Sorduğum sorunun peşine ağzımdaki çikolatayı çıkarmak için hamle yaptığımda "Yut onu Demir." emrini duydum. Evet, o bildiğin boyuna posuna bakmadan bana emir veriyordu ve bunu yaparken kaşlarınıda çatıyordu. O sanırım şu an korkutucu göründüğünü sanıyordu. Bu hali gülümsememe neden olurken boş olan çikolata kaplarından bir tanesini aldım ve onun beni korkutmadığını göstermek adına tekrar çikolatayı çıkarmak için hamle yaptım.

"Sana o çikolatayı yut dedim! Bir daha tekrar edersem kendini yan odada bulursun!"

İşte söylediği bu cümleye eşlik eden ateş dolu gözleri, onu ciddiye almazsam dediğini hayata geçirecek şekilde bakıyordu ve ben, ufak karımın tehditine bile isteye boyun eğiyordum.

"Bundan sonra küfür ettiğin her an ağzına kalorisi çok yüksek şeyler tıkayacağım. Ona göre belki akıllanır, ağzından çıkan kelimelere dikkat edersin."

Söylediği cümleye çapkın bir iç çekip "O halde bir an önce kendinden başla güzel karım. Bu tatlılığın üzerine kalorisi daha yüksek bir besin olduğunu sanmıyorum." dedim ama bu cümleye Beyza'nın bakışları donuklaştı ve ardından korku dolu bir hal aldı.

"Hayır, hayır, hayırr!.."

Neden bir anda böyle tepki verdiğini daha anlayamadan elini sağ elime doğru uzattı.

"Ben uyuduğumda oldu! Bunun başka bir açıklaması olamaz; çünkü tüm gün beraberdik."

Sağ yumruğumun üzerindeki yaralarda gezinen parmakları pamuk hafifliğindeydi ve canımı yakmamak adına çok dikkatliydi. Elimde dolaşan parmaklarındaki bakışlarımı Beyza'nın hüzün dolu yüz hatlarına getirdiğim zaman gözünden akan yaşı gördüm.

"Güzel karım benim canım yanmıyor, lütfen gözyaşı akıtmayı bırakır mısın?"

"Buna tam olarak ne sebep oldu Demir?"

Ona olanları anlatıp yine aynı öfke girdabında savrulacak değildim. Duygusuz bir sesle "Hiçbir şey." diye cevap verdiğimde istesemde çenemin kasılmasına engel olamamıştım.

"Sürekli benden bir şeyler sakladığının farkında mısın Demir? Hayatınla ilgili neyi, ne kadar bilmemi istiyorsan o kadarını biliyorum."

"Olması gereken zaten bu Beyza, bunlarla yetinmek zorundasın."

Duyduğu cümleyi daha iyi sindirmek adına kaşlarını yukarıya kaldırarak gözlerimin içine baktı ve ardından "Öyle mi?" diye sordu. Kafamı onayladığımı gösteren tarzda salladığım zaman elimin üzerindeki elini çekip, akan son damla yaşını da hızla sildi.

Yönünü tekrar çikolatalara çevirdiği zaman birkaç tane çikolata eline aldı. İçlerinden aradığını bulmuş olmalı ki hınçla yemeye başladı. Şu an sinirlendiği hareketlerinden net bir şekilde belli olurken, kendine yeni mutluluk kapıları arıyor gibi görünüyordu. Birkaç dakikanın peşine elindeki çikolatadan son lokmayı da ağzından içeriye gönderdikten hemen sonra "Aslında düşündümde böylesi çok daha iyi." dedi ve yeni bir çikolata açarak konuşmasına devam etti.

"Ben evliliğimizde bazı konularda hakkına girdiğimi düşündüğüm için kötü hissediyor, ara ara kendimi suçluyordum ama şu an olaya yanlış pencereden baktığımı farkettim. Olaya doğru pencereden bakmamı sağladığın için teşekkür ederim. Meğer evliliğimizdeki anahtar kelime tam da senin söylediğin gibi yetinmekmiş."

Çok zordu. Beyza ile her şeye sıfırdan başlamak aşırı derecede zordu; çünkü o bundan önce tanıdıklarımdan çok farklıydı. İşte bu fark kimden kaynaklıydı bilmiyordum ama sürekli bu farklar karşısında tökezleyip sert bir duvara çarptığımı hissediyordum.

"Benim için yetinemez misin Beyza?"

"Her konuda yetinemem Demir. Açıkça söylemek gerekirse bunu yapmakta istemem. Evet senin için bir çok konuda yetineceğim onca şey var ve ben, zaten onlarla yetiniyorum ama söz konusu bazı temel taşlarsa ben bunlarla yetinecek bir kız değilim. Mesela şu an iflas bayrağını çektim de yiyeceğimiz bir lokma ekmekle yetinir, sesimi bile çıkarmam ama sana hissettiğim aşkta azalma oldu de bu azalan aşkla yetinmem. Hem de bunu yaparken o an kendi hissettiklerime bile acımam Demir. İşte benim için bu temel taşlardan bir tanesi de bu konularda beni yetinmek zorunda görmen. Aslında olay, hayatında olanları benden saklaman değil, olay benim bunlarla yetinmek zorunda olduğumu hissettirmen. Neden, 'Bende seninle bunları paylaşmak istiyorum ama buna hazır değilim ve ya şu an sinirlerime hakim olamamaktan korkuyorum' demek yerine olması gerekenin bu olduğunu, yetinmek zorunda olduğumu söylüyorsun ki?"

Yüzünü bana çevirip gözlerimin içine baktığında konuşmasına devam ediyordu.

"Kelimeler sihirlidir Demir, karşı tarafa söylerken seçtiğin kelimeler düşüncelerini tam olarak yansıtmıyor olsa bile karşı taraf kullandığın kelime kadar seni anlar."

"Sanırım haklısın Beyza yetinmek kelimesi hoş olmadı."

Beyza'nın elindeki çikolatayı alıp valizin içine bıraktığım zaman gözlerime bakan kadın çok sevilesi görünüyordu.

"Birinin yanlış hareketini gördüm ve ben de o yanlışı yumruklarımla düzelttim güzel karım. Şimdi oldu mu?"

Duyduğu cümleyle yönünü tamamen bana doğru çevirdi ve meraklı bir sesle "Peki bu yanlış görmezden gelinemeyecek kadar büyük bir yanlış mıydı?" diye sordu.

"Yaşamına son verecek kadar büyük bir yanlıştı."

Öfkeyle bir anda ağzımdan çıkan kelime Beyza'nın korkusunu saklamaya çalışsa da bunu beceremediği bir soruya neden oluyordu.

"Ama sen, kimsenin yaşamına son vermedin değil mi?"

Kafamı hayır anlamında salladıktan sonra Beyza'nın susmayacağını anladığım için "Yeteri kadar anlattığımı düşünüyorum." dedim.

Beyza bu cümleyle ona verdiğim mesajın farkındaydı. Kafasını olumlu anlamda sallayıp elini bıraktırdığım çikolataya doğru uzattı.

"Güzel karım elindeki çikolatayı artık yemeyi bırak ve yatağa gir."

Çikolatadan bir ısırık daha alırken "Sanırım sana söylediğim şey oldu Demir." dedi. Son 5 gündür uyku düzenimiz alt üst olmuştu, birkaç saatlik uykuyla ayakta kalmaya çalışıyor, her gün bir önceki günden daha az uyuyorduk. Neyse ki yarın bizimkiler Amerika'ya döneceği için eski düzenimize kaldığımız yerden devam edebilecektik.

"Beyza lütfen yatağa geç ve uyumak için çabala sonra olup olmadık yerlerde uyuya kalıyorsun."

"Ama bu ilk defa oldu Demir ve günlerce nasıl uykusuz olduğumu en iyi sen biliyorsun. Hem ben şimdi uyumak için çabalasam da uyuyamam ki..."

Çikolata dolu valizden birkaç tane daha çikolata altıktan sonra fermuarını kapatıp yönünü bana çevirdi.

"Tabii bu seni rahatsız edeceğim anlamına gelmiyor."

Cümlesini ayağa kalkıp yatağın başucunda duran kitabı alarak devam ettiriyordu.

"Ben şimdi kitabımı alıp odadan çıkarım Demir. Sende rahat bir şekilde uyursun hatta bugün sen, yatakta uyu; çünkü benim ne zaman uyuyacağım belli değil."

Onu izlemeden uyuyamadığımı bu kıza her defasında hatırlatmak zorunda mıydım?

Ayağa kalkıp arkasından giderken onun kapıyı açarak tatlı bir sesle söylediği "Allah rahatlık versin." cümlesine, açtığı kapıyı kapatarak karşılık veriyordum. Beyza, ona dokunmasam da arkasında olan bedenimle arasını açmak adına biraz daha kapıya doğru ilerledi ve ardından yönünü bana çevirdi.

"Bir şey unutmuyor musun güzel karım?"

Sorduğum soruyla bakışları sol koluyla göğsü arasına sıkıştırdığı kitaba doğru gitti ve ardından unutmuş olduğu hiçbir şey bulamadığı sözlerine yansıdı.

"Kitabım, çikolatalarım ve ben..." Kitap ve çikolatadaki bakışlarını tekrar gözlerime çıkardığı zaman "Sence de her şey eksiksiz değil mi? Ben unuttuğum bir şey göremiyorum Demir." dedi.

"Sevgilim."

Ona söylediğim hitaba, farkında olmadan ona doğru attığım yarım adım mesafede eşlik ettiğinde Beyza'nın kapıya daha fazla yaslandığını gördüm ve ardından konuşmama devam ettim.

"Seni izlemeden uyuyamadığımı biliyorsun."

"Neden, sen çocuk musun?" diye sorduğunda bakışları çatılan kaşlarıma kaydı ve ardından "Kocacığım!" diye yüksek sesle ekledi. Kocası olduğumu söylediği her hitaba bayıldığımı bildiği için beni kolaylıkla parmağında oynatan kadına iç çekerek baktım. Kucağında tuttuğu çikolataları işaret ederek "Uykusundan çikolata yemek için kalkan sen değilmiş gibi bir de bana çocuk olduğumu mu ima ediyorsun sen?" diye sordum.

"Ama bu çok farklı Demir. Aslında Mavi Gökyüzüm'ün ismini anınca olanlar oldu ve böylece onunla özdeşleşmiş çikolatalar aklıma geldi."

"Benimle de özdeştirdiğin bir şeyler vardır umarım güzel karım."

Cümleme sırıtarak baktıktan kısa süre sonra gülümsemesini bastırmak adına alt dudağını ısırdı. Kesinlikle şu an aklından pekte güzel benzetmeler geçmiyordu.

"Olmaz olur mu? Senden çikolataya batırılmış acı biber enerjisi alıyorum."

Kaşlarımı kaldırıp yüzüne baktığım zaman "Tamam tamam kızma." dedi ve bakışlarını üzerimde gezdirdi.

"Aslında senden kakaonun ve çikolatanın yoğun olduğu bir tatlı harika olur."

Cümlesini yutkunarak bitirdiği zaman "Demir..." dedi. Yine aynı ses tonuyla yutkunarak ismimi söylüyordu ve bunu yaparken mümkünmüş gibi yüzünü alan ifade çok daha güzel bir tabloya dönüşüyordu.

"Senden kesinlikle çikolata soslu ıslak kek olur!"

"Bu saatte her yer kapalıdır güzel karım, o yüzden hiç yutkunarak konuşma."

Beyza normalde de tatlıya düşkün birisiydi ama bu düşkünlük özel günlerinde çok daha üst seviye çıkıyordu. Daha demin heyecanlı yüz ifadesi düz bir ifadeye döndüğü zaman kafasını olumlu anlamda salladı. Sanırım ona en çok ışıldayan gözlerle bana bakması yakışıyordu. Gözlerinin aynı ışıltıyla bakması için "Yüzünü düşürme güzel karım, canın çok çektiyse şimdi Esra'yı uyandırırım kalkıp yapar." dedim.

Cebimden telefonu çıkardığım an, telefonu tutup beni durdurdu ve "İkimiz mutfağa gidip, beraber yapsak olmaz mı?" diye sordu.

Söylediği şeye alaylı bir ifadeyle gülümsedim; çünkü mutfağa gidip kek yapacak değildim.

"Sence ben, mutfağa gidip kek yapacak birisine benziyor muyum Beyza?"

Beyza sorduğum soruyu cevaplamak yerine yüzünü sorgulayan bir ifade soktu ve ard arda sorular sordu.

"Benzemiyor musun? Bence gayet güzel benziyorsun. Hem mutfağa gidip kek yapan erkekler nasıl görünüyor ki?"

"Benim gibi görünmedikleri kesin."

Verdiğim cevaptan sonra kaşlarını yukarı kaldırarak "Yani sen, şimdi benimle mutfağa gelip tatlı yapmaya yardım etmeyecek misin?" diye sordu.

"Kesinlikle yardım etmeyeceğim. Hatta sen de gitmeyecek, yatağa geçip uyuyacaksın güzel karım."

"Bana bırak güzel karım."

"Bu kısmı sol elimle rahatlıkla yapabilirim."

Beyza bana tebessümlü gözlerle baktıktan sonra kekin sosunu döktü ve ardından yönünü bana çevirdi.

"Sence de iştah açıcı görünmüyor mu Demir?"

Derin bir iç çekerek bakışlarımı karımın kusursuz yüz hatlarında gezdirdim. İkimizin bakış açısı çok farklıydı. O masum gözleriyle yaptığımız keke bakarken, benim bakışlarımın keke uğradığı falan yoktu; çünkü güzel karım yanımda olduğu sürece gözlerim ona meftundu.

"Sorun da tam olarak bu zaten güzel karım. Bu kadar iştah açıcı göründüğü halde asla yememe izin vermiyor."

Cümlemden sonra Beyza tepsinin kenarından biraz kaldırarak kekin sosu çekip çekmediğini kontrol etti. Çekmeceden bıçağı çıkardığı sırada "Sosunu çektiğine göre şu an yemende hiçbir engel kalmadı Demir." dedi. Verdiği cevapla kafamı iki yana salladım, sanırım bu kızla benim bakış açım arasında dağlar vardı. Dilimlediği tatlıdan tabaklara koyduktan sonra sandalyeye oturdu ve elindeki çatalı bana doğru uzattı.

"Hani sen belli bir saatten sonra hiçbir şey yemiyor, baklove kaslarına bakıyordun demir adam?"

Gülümseyerek sorduğu soruya kendinden emin sesiyle devam ediyordu.

"Tabii daha demin söylediğin gibi iştah açan görüntüsü seni bile yoldan çıkardı değil mi?"

Gözlerinin içine bakarak uzattığı çatalı elinden aldım. Tabağımdaki tatlıdan çatala alıp Beyza'ya uzattığımda ben kendim yerim dese de izin vermedim ve çataldaki tatlıyı yemesini sağlarken konuşmaya başladım.

"Karıcığım benim gözümde iştah açıcı görünen tek tatlı sensin ve evet bu tatlı görüntün beni yoldan çıkarıp seni yeme isteğimi tetikliyor."

Söylediğim cümleyle Beyza'nın gözleri kocaman açılırken, yanakları pembenin açık bir tonuyla sanat eserine dönüşüyordu.

"Boğazında kalsın emi Demir!"

Onun o haline içten içe gülümsesem bile, bunu yüzüme yansıtmak yerine çapkın bir ifadeyle ona doğru eğildim.

"Boğazımda kalan sen olduktan sonra ona bile razıyım güzel karım."

Bu cümlemle Beyza'nın yanaklarındaki pembelik artarken içine çektiği derin nefesi hiç susmadan konuşacağının habercisi gibiydi. Dirseğimi masaya yaslayıp, nefes almadan konuşmaya başlayan karımın sevimli yüz ifadelerinde dolaşmak, yüzümün daha fazla gülümsemesine sebep oluyor, Beyza ise utandığını gösteren her cümlesiyle gülümsememi daha fazla büyütüyordu..

⌛❤️⌛

Pazar günü...

"Alo canım ne yaptın, hazırlandın mı?"

"Hazırlanmak üzereyim, tam zamanında yetişiriz. Bu arada için ferah olsun Mert gelmiyor. Milletin sözüne güvenmediğim gibi instagram fotoğraflarına baktım. Bugün paylaştığı fotoğrafta Fransa'da bir restoranı etiketlemişti. "

"Çok teşekkür ederim Tuğbişim, içimi ferahlattın. Ben şimdi evden çıkıyorum. Hazır Demir spor odasında kendinden geçiyorken, yakalanmadan evden çıkayım. Acele etme, evin önüne gelince seni ararım o zaman güvenliğin oraya inersin."

"Tamam kuzum öpüyorum."

Telefonu kapattıktan sonra aynaya son kez baktım. Beyaz kabartma kollu, katlanmış yaka gömleğin üzerine siyah kaşkorse elbisemle hem abartıdan uzak, hem de şık görünüyordum. Üzerine taktığım siyah şalı düzeltirken, morluğu hafiflemiş olsa da hâlâ tam olarak geçmeyen dudağıma kapatıcıyı sürüp, hızlı adımlarla merdivenden indim.

Salonun kapısında sessizce "Ben gidiyorum." dedim.

Deren anne ve babaanne yanlarına gidip, ne giyindiğimi göstermemi istediler. Yanlarına gidip kendi etrafımda bir tur attığımda Deren anne "Kızım çok güzel olmuşsun, bir içim su gibisin." dedi.

Deren anneye öpücüğümü atarken, "Abartıdan uzak olsun istedim anne. Bu arada biran önce gitmem gerekiyor, yoksa Demir peşime takılacak." deyip, kahkahaları eşliğinde hızla kapıya koştum. Ayakkabılıktan kendi tasarımım olan bootieleri çıkarıp, montumla beraber kendimi dışarıya attım. Bugün bu evden çıkışın, bu kadar kolay olacağını asla düşünmemiştim; çünkü Demir, bana dokunamadıkça çok daha öfkeli bir adama dönmüş, bana belli etmemeye çalışsada sürekli burnundan solumaya başlamıştı. Geceleri bile spor odasına girip, kum torbasını deli gibi yumrukluyor, sonra duşunu alıp tekrar uyumaya çalışıyordu. Özellikle ben ona sarılıp, dokunmadığım için daha öfkeli bir şekilde burnundan soluyordu.

Arabaya binip, Tuğba'nın evinine doğru sürmeye başladım. Yılda bir kere görüşüyor olsakta üniversite arkadaşlarımı çok seviyordum. Her yıl buluşmamız eğlenceli geçiyor olsa da okulun ilk günlerinden itibaren, Mert'in takıntılı bir şekilde sürekli şansını denemesi canımı sıkıyordu.

Apartmanın önüne gelince Tuğba'yı aradım, çok bekletmeden hemen aşağıya inip, arabaya bindi.

"Hoş geldin canım."

"Hoş bulduk kuzum."

Arabayı çalıştırıp, Ferit'in restoranına doğru sürmeye başladım. Tuğba yerine yerleştiğinde "Hayret kocan nasıl oldu da seni tek başına gönderdi." deyip gülmeye başladı.

"Bende evden bu kadar rahat çıkabileceğimi düşünmüyordum. En son spor odasına girmişti. Ben de fırsattan istifade ona görünmeden kendimi hızla evden dışarıya attım."

Kendi aramızda gülüşmeye başladığımız zaman hâlâ şaşkınlığım yerini koruyor olsa da Demir'in bugün için sergilediği anlayışına minnettardım.

Restorana geldiğimizde arabayı valeye bırakıp içeriye girdik. Kabanlarımızı görevliye teslim ettiğimiz sırada Ferit'in sesine doğru döndük.

"Hoş geldiniz. Sizi ağırlamak bizler için büyük bir mutluluk efenim."

Kafa selamı verdikten sonra "Hoş bulduk. Sizin mekanınızda bulunmakta büyük bir ayrıcalık efenim." diye karşılık verip, tebessüm ettim.

Tuğba, saçlarını düzeltirken "Geldiler mi Ferit?" diye sordu.

Ferit yüzünü sorgulayan bir hale getirdikten hemen sonra aynı sorguyu barındıran sesi cümlelerine yansıttı.

"Hayırdır, pek bir heyecanlısın, özel birisi mi gelecek yoksa?"

Tuğba, Ferit'in sorusuna aynadaki yansımasından ayrılırken "Yok be ne özel birisi, merak ettiğim için sordum" diye cevap verdi.

Ferit, masaya doğru bize eşlik ederken, "Bilmem hiç bakmadım Tuğba." dedi ve sonra bana dönüp "Senin kıskanç kocan nerede kız? Seni yalnız bırakmaz o. " diye sordu.

"Şükür evde. En son bıraktığımda kum torbasını yumrukluyordu."

"Merak etme milletin toplanmasını bekliyordur, birazdan damlar."

"Ferit! Ağzını hayra açsana, niye böyle şom ağızlısın sen ya?"

Ferit'in şen kahkaha sesi mekanı çınlattığında zor da olsa kendini toparlayıp "Kız sen saf mısın? Ona şom ağızlı olmak denmez, öngörülü olmak denir." dedi.

Masaya vardığımız sırada bizimle selamlaşmak için herkes ayaklandı. Başımı tekrar Ferit'e çevirip "Boş yere benimle uğraşma Ferit, kesinlikle keyfimi kaçıramayacaksın." dedim ve hemen bakışlarımı tekrar arkadaşlarıma doğru çevirdim.

Arkadaşlarla tek tek selamlaşıp uzunca bir süre hal hatır sorduğumuzda Bircan'ın yanındaki bebek pusetini yeni fark ediyordum.

"Bircan bu pusetteki yakışıklı senin mi?"

Bircan tebessümle bebeğine dönüp "Evet Beyza teyzesi, onu da getirip size sürpriz yapmak istedim" dedi.

Pusete doğru eğilip, masum güzelliğini izlediğimde yüzüme yayılan sıcak tebessümle konuşmaya başladım.

"Uyandığında bunu yiyelim biz, sende biraz dinlenirsin."

"Ah ne iyi olur, gerçekten buna çok ihtiyacım var Beyza."

Yerlerimize oturup, sırayla herkes hayatındaki değişikliklerden bahsetti. Onların hayatının olumlu anlamda değiştiğini duymak mutlu olmama sebep olmuş, her birinin başarısıyla gurur duymuştum. Sıra bana geldiğinde evlendiğimi bile söyleyemeden, Taner konuştuğu için ona döndük.

"Sektördeki ismin git gide büyüyor Beyza, neredeyse her firmada tasarımların konuşuluyor."

"Oo ne söylediklerini anlatsana Taner, rakip firmaların görüşleri benim için her zaman önemlidir."

Bir yudum su içtikten sonra tekrar bana doğru döndüğünde gülümseyerek konuşmaya başladı .

"Sanki hepsini bilmiyormuş gibi konuşuyorsun Beyza. Firmalar sana ortaklık teklifi bile sunmuşlar. Kabul etmemene şaşırmadım ama sen hep aynısın, hiç değişmedin."

"Yok be Taner, para gibisi var mı? Kimsenin ortaklık falan teklif ettiği yok, onların hepsi şehir efsanesi. Firmana söyle eğer ortaklık düşünüyorsa hemen gelirim. Hayat zor be yiğido, ekmek aslanın ağzında bile değil artık midesinde."

Masadaki herkes gülmeye başlayınca Bircan sessiz olmamız için bizi kalayladı. Tuğba, masadakilere dönüp, "Bunun şimdi böyle söylediğine bakmayın. Geçen Amerika'dan teklif geldi. Sadece Beyza'nın tasarımlarından oluşacak mağaza açma planları vardı. Hem Beyza için, hemde şirket için çok karlı bir işti. Peki ne oldu biliyor musunuz? Kadın, Beyza'yı asistan sandığı için tatlım diye hitap etmiş. Bu deli durur mu? Tatlım değil, Beyza Hanım diyeceksiniz diye karşılık verince kadında alt tarafı asistansın isminle hitap edebileceğim bir konumda değilsin demiş. Beyza da bu toplantı benim için bitmiştir deyip, ayağa kalkmış. Kadın özür dilesede bizimki burnunun dikine gidip kabul etmemiş." dedi ve bakışlarını masadaki herkesin üzerinde kısa süre dolaştırıp "Peki buna şaşırdınız mı?" diye sordu.

Masadakiler "Hayır." diye karşılık verince Tuğba, "Bizim deli kız, aynı deli kız... Şirket için büyük bir kayıp olsa da hiç o taraflı olup, umursamadı bile." dedi.

Bir tane dirseğimle koluna vurunca "Şuna bak övüyor mu, yeriyor mu belli değil? Ben, kadının insanları konumlarına göre değerlendirmesine kızdım. Şirket için üzülme kısmına gelirsek gerçekten de hiç üzülmedim. O tarz insanlarla çalışacağıma bir lokmada olsa, ekmeğimi huzurla yerim." dedim.

Masaya yemek servisi geldiği esnada Musa, Tuğba'ya bakıp, "Sen ne yapıyorsun Tuğba hâlâ hayatında birisi yok mu?" diye sordu.

Tuğba bakışlarını tabağına sabitlerken masanın altından ayağını türtüp sessiz bir şekilde "Bu hâlâ bıraktığımız yerde kalmış." dedim.

Tuğba sessizce bana doğru dönüp, yüzündeki tebessümü silmeye çalışarak fısıldadı.

"Kızım sussana! Şimdi sana güleceğim, üzerine alınacak. Zaten yeni yeni aramalarını bıraktı."

Tuğba yutkunarak "Aslında tam net olmasa da birisi var ama tam adını koyamadık." dedi.

Tuğba'nın cümlesine sessiz sessiz sırıtmaya devam ederken yediğim tekmeyle kendime gelmeye çalıştım. İnşallah şu muhabbet bitene kadar ayarsız bir kahkaha atıp Tuğba'nın öfkesinin hedefi haline dönmem diye dua ederken yüzümdeki ifadeyi toparlamak adına dikkatimi önümdeki yemeğe verdim. Sol elimle çatalı güzel bir şekilde kullanabiliyordum ama bölme kısmını beceremiyordum. Tuğba'dan yardım isteyeceğim esnada başımın üstünde öpücük, omuzlarımda tanıdık sıcaklık hissettim.

"Sevgilim yemek yemene, yardımcı olmaya geldim."

Masadaki herkes şaşırmış bir halde bana bakarken sertçe yutkunarak bakışlarımı yukarıya çevirdim.

Bende saf gibi kavga etmeden, buraya gelmiş olmama şaşırıyordum. Adam planını çoktan yapmış, hiçbir söylediğimi umursamadığını gözler önüne sermişti.

Herkes ayağa kalkarken Demir, "Rahatsız olmayın lütfen, sonra selamlaşırız." dedi. Demek ki istediği zamanlar millete karşı çokta kibar olabiliyordu. Ben şaşkınlıktan dolayı yerimde sabit dururken arkadaşlarım biraz kenara kayıp, Demir'in yanıma sandalye çekmesi için alan oluşturdular.

Tülin suyundan içerken "Beyza sevgilin olduğunu bilmiyorduk, şu an çok şaşırdım." dedi.

Demir baştan aşağı beni süzerken sorgulayan tarzda hafif kaşlarını çatarak bana baktı. Kime bakacağımı şaşırmış şekilde kala kaldım. Hayır ne diye konu bana geldiği zaman Taner, direk olaya müdahale edip meseleyi ortaklık tekliflerine getirmişti ki?

Daha Tülin'in sorusunu cevaplamadan, Fuat söze girdi.

"Beyza'yı hepimiz tanıyoruz arkadaşlar, sevgilisi olması imkansız. Ya nişanlısı, ya da kocasıdır. Yoksa gelip, bu şekilde rahat öperek yanına oturamaz. Hadi o oturdu diyelim bizim deli kız, masayı başına yıkar." dedi.

Derya elindeki çatalı tabağına koyarken konuya hakim bir şekilde konuşmaya başladı.

"Magazin gündeminden düşmeyen, ünlü iş adamıyken bir anda gündemden yok olan ve tekrar gündeme bizim kızla yaptığı nikahtan sonra bomba etkisi yaparak geri dönen Demir Erdem."

Derya'nın kırgın bir şekilde çıkan sesi neden onlara haber vermediğimi öğrenmek istiyor gibiydi ama her şey o kadar hızlı ilerliyordu ki bu sefer Derya'nın kırgın yüzündeki bakışlarımı Bircan'ın ellerimi kontrol ederek sorduğu soruyla ona çeviriyordum.

"Ama Beyza'nın parmağında yüzük yok Derya. Bundan emin misin?"

Sıra kesinlikle bana gelmiyordu. Herkes kendi görüşünü söylemeye devam ederken aynı zamanda beni soru yağmuruna da tutuyordu ama kimse de cevap vermem için fırsat vermiyordu.

"Ne olur durun! Nefes almadan soru soruyorsunuz ama cevap vermemi asla beklemiyorsunuz." Masadaki sesler sonunda durulduğunda "Evet ben evlendim. Sıra bana geldiğinde Taner işle ilgili konulara girdiği için fırsat bulup söyleyemedim." dedim.

Bircan şaşırarak "Ee neden o zaman parmağında yüzük yok?" diye sordu.

"Takmayı sevmiyorum. Sizler beni saat dışında herhangi bir takıyla bugüne kadar gördünüz mü?"

Tülin, Demir'e doğru bakıp "Peki siz yüzük takmadığı için bir şey demiyor musunuz?" diye sordu.

Evet gerçekten Demir, bugüne kadar yüzük takmadığım için hiçbir şey söylememişti. Aslında bu Demir'in karakterine ters bir durum diye düşünürken evlendiğimizden beri sürekli dip dibe olduğumuz aklıma geldi. Adam yüzük diye resmen kendini bana dolamıştı. Düşüncelerim Demir'in uzun süre iç çekerek yüzüme baktığı cümle ile son buluyordu.

"Güzel karım istemiyorsa yapacak bir şey yok."

Demir'in cümlesi yüzümü sevecen bir şekle sokup ona bakmama neden oluyor, geçen birkaç günde aramızın çok daha iyiye gittiğine şahit oluyordum.

Eline çatalı ve bıçağı alıp, küçük lokmaya ayırdığı lazanyadan bir lokma uzattı ve dudaklarımın yanına götürdü. Gözleri, dudaklarım ile gözlerim arasında git gel yaparken sessiz bir şekilde "Zaten dudakların dikkat çekiyordu, şu zımbırtı sinirlerimi bozuyor." dedi.

"Dikkat çekiyorsa da senin yüzünden Demir ama yine de sinirlerine söyle bozulmasınlar; çünkü bugünden sonra sürmeyeceğim."

Verdiğim cevaptan sonra sol elimi, elindeki çatalı almak için uzattım. Parmaklarına değen parmaklarım Demir'in bakışlarının ellerimize kaymasına neden oluyordu.

"Böldüğün için teşekkür ederim Demir. Sol elle çatal kullanma konusunda iyi olduğumu biliyorsun. O yüzden kendim yiyebilirim."

"Güzel karım bileğin iyileşene kadar bu böyle devam edecek, o yüzden her defasında şansını denemene gerek yok."

Ona göre bunu demek çok kolaydı; nihayetinde yoğun bakışlarına maruz kalıp, onun uzattığı yemekleri yiyen bendim ve bu hiçte kolay olmuyordu. Bazen yemek yerken boğulmaktan bile korkuyordum. Elindeki çatalı vermeyeceğini anladığım an, elimi eski konumuna indirdim. Zor da olsa çataldan lazanyayı alıp, yemeye başladım. Her bir lokmayı uzattığında yoğun bakışlarının yaydığı enerji daha fazla artıyordu.

"Şöyle bakmayı keser misin?"

Bir lokma daha uzatırken, kulağıma doğru eğildi.

"Dua et sadece bakıyorum fakat merak etme aklımdan geçenleri bileğin iyileşir iyileşmez yapacağım. Korkma ama bu sefer, çok dikkatli olacağım. Bir daha şunu dudaklarına sürmene katlanamam."

Neden bakışlarının bu kadar yoğun bir enerji yaydığı, duyduğum cümlelerle daha anlaşılır bir hal alıyordu. Hızla gözlerimi Demir'den çekip masaya doğru çevirdim. Bircan'ın bebeği ağlamaya başlayınca pusetten çıkarıp, ilgilenmeye başladı. Bu esnada Esma "Nasıl tanıştınız Beyza? Neden bizi düğününe bile çağırmadın? Aşk olsun gerçekten bu kadar mı kıymetsiz kişileriz senin gözünde." diye sitem etti.

Kalbimin için için sızladığını hissettim. Bakışlarım hüzünlü bir şekilde masaya kaydığı sırada bardağı elime alıp, suyumu içtim. Onları üzmek istemiyordum ama o günleri hatırlamak içimin acımasına neden oluyordu. Masadaki bakışlarım bir ara Demir'e kaydığında o da ne diyeceğimi merak ediyor gibi görünüyordu.

"Sizi çağırabileceğim bir düğünüm olmadı Esma'cığım. Biliyorsunuz anne ve babamı kaybettiğimde zorlu süreçler yaşarken sizlerle tanışmıştık. Ben zaten onları kaybettiğim gün, bir çok şeyi onlarla beraber toprağın altına gömdüm. Sade bir nikahla evleniriz dedik ama o günde; stres, ses, korku vesaire hepsi üst üste gelince yine sinir krizi geçirdim."

Esma'nın gözünden yaş süzülürken "Ama sen iyileşmiş, üç sene kriz geçirmeden yaşamayı başarmıştın. Hangi duyguyla baş edemedin de bu krizi tetikledi?" diye sordu.

"Çaresizlik..."

Derin bir nefes alıp cümleme daha dikkatli şekilde devam ettim.

"Yani tam olarak açıklayamıyorum ama annem ve babamın yanımda olamaması bunu tetikledi diye düşünüyorum; çünkü o gün, yine kaza gününü yaşamıştım. Anlayacağınız iyikide sizi çağırmadım, güzel anıların olduğu bir nikah değildi."

Demir'e göz ucuyla bile olsa bakmıyordum. Çatalı elime alıp, boş tabakla oynamaya başladığımda bu sefer Derya'nın meraklı sesiyle sorduğu soruyu duyuyordum.

"Ee nasıl tanıştınız peki?"

Derya'ya bakarken omuzlarımı silkip "Herkes gibi sıradan işte." diye cevapladım.

Derya aldığı cevaptan tatmin olmadığını Demir'e çevirdiği bakışların peşine sorduğu soruyla belli ediyordu.

"Demir Bey, bunun ağzından laf alacağımız yok, bari siz anlatın."

Derya'nın cümlesinden sonra Demir'e bakmıyor olsam da bakışlarını üzerimde hissettim, çok geçmeden de kendinden emin sesiyle kurduğu cümleleri dinledim.

"Fatih Bey'le yani Beyza'nın patronuyla bir görüşmem vardı. Hararetli bir şekilde geçtiği için öfkeyle camdan dışarıya bakmaya başladım. O sırada yürürken kitap okuyan bir kız gördüm ve tuhaf bir hisle beraber bakışlarımı üzerinde unuttum. Fatih Bey'in sesiyle kendime geldiğim zaman, aramızda o kadar mesafe olmasına rağmen beni büyüsü altına alan kızdan bakışlarımı çekmeyi başarmıştım ama asansöre doğru adımlarımı atarken kalbimin onun sevdasına bulanacağını bilmiyordum." Demir, bakışlarını bana doğru çevirip gözlerimin derinliklerine bakarken sanki yine o günü yaşıyor gibi konuşmasına devam ediyordu. "Sadece biraz uzağımdaydı ve kitaptan kaldırdığı güzel kahveleri ona vurulma mı sağlıyor, ardından gülüşünü buna ekliyordu." Cümlesini derin bir iç çekerek bitirdikten hemen sonra bakışlarını üzerimden çekti ve tekrar masadakilere döndü.

"İlk kez gördüğünüz birinin gözlerini ve gülüşünü sahiplenir misiniz? Ben sahiplendim. 10 gün boyunca aralıksız takip ettim. Bu da yetmezmiş gibi belki bir kere daha görürüm bahanesine sığınıp kapısında sabahladım." Demir tekrar bakışlarını bana çevirip konuşmasına devam etti. "Ben Demir ERDEM, benim varlığımdan bile haberdar olmayan, bir kıza yandım."

Bir zamanlar rengarenk ortanca çiçeklerinden oluşan bahçem, Demir tarafından tarumar edilmişken, şimdilerde o bahçe yine onun tarafından bakıma alınıyor ve yara alan ne kadar ortanca çiçeği varsa hepsi iyileşmeye başlıyordu. İyileşmeye başlayan her ortanca çiçeği ise; köklerini daha kuvvetli şekilde toprağın derinliklerine gönderiyordu. Sadece göndermekle de kalmıyor, kalbimin Demir yanını besleyerek ona hissettiğim duyguları üst seviyeye çıkarıyordu.

Demir'in yoğun bakışları gülümseyen bir hale döndüğü zaman beni göstererek konuşmasına devam ediyordu.

"Hanımefendiye yakın olmak için hiç bilmediğim bir sektöre %55 ortaklıkla girdim. Sonra ki süreç çok daha zordu. İnanın bana o kadar inatçı ve asiydi ki ona doğru attığım her adımı burnumdan getiriyordu ama pes edecek, ondan vazgeçecek değildim. Çok zorlu süreçten geçmiş olsakta sonuç olarak o benim karım ve şu an benim yanımda..."

Demir'e baktığımda yaptığı hiçbir şeyden pişman olmadığını çok net görebiliyordum. Gerçi bunu Antalya'da da açık bir şekilde dile getirmişti. O kadar zorlu süreç yaşadığım halde kalbim bu adamın yanında hızlı atıyor, bu adamın sıcaklığı ve kokusunu evim belliyordum.

Gözlerimin kahvelerine, derin kahveleriyle bakan adam, yüzümün gülümseyen bir hal almasına sebep oluyordu.

"Çok fenasın Beyza! Birde herkes gibi sıradan demen yok mu? Ne diyeyim böyle sıradan bir aşk, bana da nasip olur inşallah."

Derya'nın lafına herkes tebessüm edip gülerken, Bircan'ın tabağına gözüm kaydı. Bebeği ile ilgilenmekten neredeyse yemeğini hiç yememişti.

"Demir, sen Bircan'ın tabağını ısınmaya göndersen, ben de biraz bebekle ilgilensem olur mu? Baksana kızcağız hiçbir şey yememiş."

Demir kafasıyla onayladığını gösterdikten sonra garsonu çağırıp, tabağı gönderdi, ben de Bircan'ın yanına gittim.

"Kuzum niye zahmet ettiniz? Hem benim oğlan yabancılar sende durmaz ki... "

Yüzümü alaylı bir ifadeye getirip Bircan'a bakarken "Demir'in söylediklerini duymadın herhalde? Şimdi nasıl onu bir gülüşümle etkim altına aldıysam, senin oğlunuda alacağım ve o da bensiz duramayacak." dedim. Bircan söylediklerime kıkırdarken "Alıyorum bak sonra bu çocuk sensiz durmuyor diye bana ağlama." diye dalga geçmeye devam ettim.

"Al, al. Ben de biraz dinlenmiş olurum."

Kıyamam, Bircan'ın gözleri gerçekten çok yorgun bakıyor, bu sevimli bıdık onun enerjisini fazlasıyla alıyor gibi görünüyordu.

Sesimi değiştirip, bebeğin dikkatini çekmeyi başardığımda sağ bileğime yük vermeden kucağıma alarak şebeklik yapmaya başladım. Nihayetinde şebeklik yapmak benim uzmanlık alanımdı ve kucağımdaki bebek te bu uzmanlık alanımdan nasibini alıyordu. Yaptığım şebekliklerden sonra çıkardığı agu seslerine karşılık olarak "Asıl sensin agu." diye söylendim. Ben burnumu karnına götürüp, gıdıkladıkça o kahkahayla karşılık vermeye başladı. Bir iki kez masanın etrafında turladıktan sonra artık onun bana alıştığından emin oldum ve sandalyeme oturdum. Yüzünü bana doğru çevirip, sanki muhabbet ediyor gibi konuşmaya başladık. Her ses değiştirmeme ayrı tepki veriyor, burnumu karnına sürttükçe kahkaha atıyordu.

"Demir baksana bu çok tatlı."

"Gözlerimi sizden alamıyorum ki kesinlikle annelik sana çok yakışacak Beyza."

Kafamı Demir'e doğru çevirip, gözlerinin içine bakarken biraz ona doğru yakınlaşarak bebekle temas kurmasını sağladım.

"Annelik tek başına yeterli olmuyor. Peki sen, babalığa hazır mısın?"

Sorduğum soruyla beraber bebeği ona doğru uzattım ama Demir "Hayır hayır çok küçük. Tutamam ben onu, kesin zarar veririm." diye karşılık verdi.

"Sen bilirsin Demir. Ben daha 24 yaşındayım yani benim için çok erken."

"Sen beni tehdit mi ediyorsun, Haniftam?"

"Aşk olsun ne tehdit etmesi, sadece ikimizde hazır değiliz diyorum."

Cümlem, Demir'in bakışlarının üzerimde dolaşmasına ardından da ellerini bebeğe doğru uzatmasına neden oluyordu. Kısa bir şekilde bebeği nasıl tutması gerektiğini anlattıktan sonra bebeği kucağımdan aldı. Bebek kucağında o kadar emanet duruyordu ki o hali sessizce gülümsememe sebep oldu. Bebek biraz mızmızlanmaya başlayınca ayağa kalktı ve biraz gezdirmeyi denedi ama yine de bebeğin mızmızlanması, kısa sürede ağlamaya döndü.

"Beyza kesin canını yaktım, lütfen kucağımdan al."

Demir'in sesi gerçekten canını yaktığını düşündüğü için gergin çıkıyordu. Yanlarına doğru ilerlediğim zaman "Hayır Demir canını yakmadın. Ben zaten sizi izliyordum öyle olsaydı farkına varırdım." dedim. Bebeği kucağından alırken konuşarak bebeği sakinleştirip, başını omzuma koydum. Sağ kolumun iç kısmıyla hafif hafif sırtını okşayıp yerime oturdum. Demir de yanıma oturduktan hemen sonra Taner konuşmaya başladı.

"Beyza sende az değilsin. Yoksa gelen ortaklık tekliflerini kocanın şirketinde çalıştığın için mi kabul etmiyordun?"

Demir, sandalyeye sırtını yaslarken "Ne teklifi? Benim hiçbir tekliften haberim yok?" diye sordu.

"Ben de ayakkabı sektöründeyim. Her girdiğim ortamda Beyza'nın başarısı konuşuluyor. Birçok şirketin teklifini geri çevirdiği için artık şirketler ortaklık bile teklif etmişler. Beyza alçak gönüllülüğe vurup, yok öyle bir şey onların hepsi şehir efsanesi dese de ben bizzat kendi kulaklarımla duyup hepsine şahit oldum."

Tuğba konuşulanları dinledikçe yüzüne keyif dolu bir ifade yayıldı. Yayılan bu keyif dolu ifadenin nedenini bildiğim için sessizce "Sakın!" ihtarında bulundum ama o bu ihtarımı yok saydı.

"Yok içimde tutamayacağım, zaten yakında o da duyulur, merak etme." dediği zaman kafamı yine de olumsuz anlamda salladım ama o, yine görmezden geldi.

"Asıl beni dinleyin gençler, şu malum ayakkabıda çığır açan marka var ya, Beyza'yı bünyesine almak için dudak uçuklatan bir fiyat ve onun yanında bir sürü imkan sundu ama benim vatanına bağlı arkadaşım hiç düşünmeden reddetti." İnsanlar üzerindeki bakışlarını bana çevirdikten sonra gözlerinin içi gülerek konuşmaya devam etti. "Seviyorum kız seni. Delisin melisin ama bizim delimizsin."

Sessiz bir şekilde söylenmeye başladığım zaman sürekli benimle ilgili konuşulduğu için yüzüm kızarmıştı bile.

"Allah aşkına, sizin benimle derdiniz ne? Ne deliliğimi gördünüz de böyle konuşuyorsunuz?"

Masadaki herkes kahkaha atıp,"Şimdi bizi konuşturma." dediler. Hayır, bari eşimin yanında beni rezil etmeseler olmuyor muydu?

"Size soru soranda kabahat!"

Garsonlar masadaki tabakları toplayıp, tatlı servisine başladılar. Demir o esnada kulağıma doğru eğilerek "Benim bunlardan neden haberim yok güzel karım?" diye sordu.

Ona doğru dönüp, tebessüm ederek "Çünkü hiç birini kabul etmiyorum kocacığım. Zaten onlara da benim yerim, kocamın yanı lütfen bir daha böyle tekliflerde bulunmayın dedim. O yüzden de bunları söyleyip, senin üzülmeni istemedim." dedim.

"Senin kocacığım diyen tatlı dillerini severim kadın! Demek senin yerin, kocanın yanı öyle mi?"

Şakasına söylediğim sözleri ciddiye aldığında içten içe çok üzülmüştüm. En iyisi onu kırmadan devam ettirmek diye düşünüp "Evet aynen öyle." dedim.

"Sevgilim bir hafta sonra tekrar doktora gidip kolunu göstereceğiz. Ne kadar iyileşmiş, tekrar bir bakalım." Hasret dolu gözleriyle söylemeye başladığı cümleleri içimin ona doğru akmasına sebep oluyordu. "Gerçekten artık dayanamıyorum güzel karım. Sana sarılamadığım için içimdeki öfke beni yiyip, bitiriyor."

Demir'i dinlerken aynı zamanda ara ara bebeğin sırtını da okşuyordum. Bebeğin boynunun kokusunu içime çekerken tebessüm ederek gördüğüm rüya aklıma geldi. Demir'e o rüyayı anlatmadığımı hatırlayınca burnumu bebeğin boynundan çektim ve ona doğru döndüm. O, öyle güzel bizi izliyordu ki ona karşı hissettiğim duyguların daha fazla arttığına şahit oluyordum.

"Sevgilim biliyor mu-"

Sözümü Bircan "Kuzum, sen çok yoruldun artık oğlumu alayım." diyerek bölünce ona doğru baktım.

"Sen tatlını bitir canım, ben de şimdi getiriyorum."

Demir sandalyesini biraz daha bana çekip, kulağıma eğildi.

"Sevgilim mi dedin sen? Bir daha söylesene güzel karım."

Kalp atışlarım hızlanırken farkında olmadan ağzımdan çıkan kelime hem beni, hem de Demir' i fazlasıyla heyecanlandırmıştı; çünkü ona çok nadir kocacığım desem de genel olarak hep ismiyle sesleniyordum.

"Öyle mi dedim?"

Kafasını evet anlamında salladı. İşaret parmağının arka kısmını yanağıma getirip, değdirmeden hayali olarak gezdirdi.

"Sonunda kalbindeki yerim büyümeye başlıyor."

"Sanırım öyle oluyor... "

Utanıyor da olsa duygularının karşılıklı olduğunu bilmesi gerektiğini düşündüğüm için sorusuna içtenlikle karşılık verdiğimde bakışları gözlerimin derinliklerine daldı.

"Aylarca beklediğim kelimeleri söylediğin halde, şu dudaklarını da geçtim, sana dokunamamak canımı çok yakıyor ama akıllanmam için bunun şart olduğunun da farkındayım. Belki bileğin iyileştiğinde tam anlamıyla seni yaşamama da izin verirsin karıcığım. Hı ne dersin?"

"Arsızsın derim, ne diyeceğim. Bu, kalabalıkta konuşulacak konu mu?"

Çapkın gülüşünü takınıp, göz kırpınca bu adamın kesinlikle akıllanmayacağı ortadaydı. Bunu anladığım için beklemeden ayağa kalktım ve Bircan'ın yanına gidip, bebeği pusetine yerleştirdim.

"Çok teşekkür ederim Beyza İlk defa birisinde, bu kadar uzun durduğuna şahit oldum. Seni de yordum, kusura bakma."

"Saçmalama Bircan, severek ilgilendim."

Yerime gitmek için Bircan'ın yanından ayrıldığım zaman kapıdan içeriye Mert'in girdiğini gördüm. Hayal kırıklığıyla arkamı döndüğümde, güzel bir gecenin sonunun hiç hak etmediği şekilde biteceğini anladım.

"Beyza beni gördüğünü biliyorum."

Masadakiler Mert'in sesini duyarken, Tuğba ile göz göze geldik. Ağzını sessizce oynatarak "İmkansız." diye fısıldadı. Sanki bulunduğum yere, çivilenmiş gibiydim. İstemiyordum; onu da ismimin onun dudaklarından dökülmesini de bu güzel gecenin hiç hak etmeyeceği şekilde bitmesini de istemiyordum. Olacaklardan korkar şekilde bir adım daha atınca "Yapma ama Beyza, bari görmemezlikten gelme." dedi.

Tuğba ayağa kalkıp hemen Mert'in yanına doğru gittiği zaman sessiz bir şekilde konuşmaya başladı. Arada az mesafe olduğu için ikisinin konuşmalarını rahatlıkla duyuyordum ve bu daha fazla gerilmeme neden oluyordu.

"Hadi Mert biraz dışarıya çıkalım, seninle konuşacağım önemli şeyler var."

"Biraz bekle Tuğba, önce Beyza'yı göreyim. O, beni görmek istemiyor olsa da ben yine ondan vazgeçmeyeceğim."

Hızla Demir'in yanına gidip, bir şeyleri farketmeden buradan çıkmam gerektiğini biliyordum, yoksa Mert'i Demir'in elinden kimse alamayacaktı. Demir sandalyedeki yönünü bana çevirdiği sırada şükür ki tam olarak ne olduğunu anlamamış görünüyordu. Demir'e doğru İki adım daha atınca Mert, önüme geçip beni durdurdu. Kış ayında olduğumuz halde elinde pembe ortanca buketi bulunuyordu. Bu detay biraz gerilmeme neden olmuştu; çünkü bu detay hakkımda çok şey bildiğini gösteriyordu. Gözlerimi hızla ortanca çiçeği buketinden çektim ve Demir'e doğru çevirdim. Sanırım o, şu an bir şeylerin farkına varmaya başlamış, farkına vardıkça da kaşları çatılmaya başlamıştı.

"Beyza bir kere gözlerime bak, 6 yıl sana duyduğum aşk-"

Mert'in sessizce söylediği cümle susması için elimi yukarıya kaldırdığım zaman son buluyordu ve gözlerimi Demir'in gözlerinden bir an olsun ayırmadan konuşmaya başlıyordum ama tam da o an, Demir'in hızla sandalyeden kalktığını görüyordum.

"Ben evlendim Mert, lütfen susar mısın?"

"Saçmalama!"

Ona söyleyebileceğim hiçbir kelime yoktu. Yönümü değiştirip, yanından geçerken kolumu tutmak için elini uzattı. Bu hamlesi karşısında geriye doğru bir adım atarken Demir, bana uzatılan eli sıkıca tuttu ama Mert, bu detayı umursamadan konuşmaya devam etti.

"6 yıl bir umut seversin diye bekleyende kabahat! Seni zorla kolundan tutup, sürüye sürüye-"

Demir'in eli öfkeyle adamın kolunu sıkarken, heybetli sesi mekanda yankılanıyordu.

"O cümleni tamamlayacak olursan, ölümün benim elimden olur!"

Demir'in ağzından çıkan cümle vücudumun titremesine sebep olmuştu; çünkü gözlerindeki karanlık ve donuk bakışları çok iyi tanıyordum.

"Senden mi korkacağım lan!.. Beyzaaa hani bugüne kadar gözlerime bir an olsun bakmayan gözlerin var ya, bundan sonra sadece bana-"

Demir adamın bileğini arkaya doğru sertçe çevirdiğinde cümlesi yarıda kaldı. Biraz daha bileğini arkaya doğru çevirdiğinde ise dizlerinin üzerine çöktü. Mert'in sessiz kıvranması, Demir'e haz veriyordu ve bu karanlık bakışlar bu hazzın çok uzun süreceğini gösteriyordu.

"Benim olana, dil uzatıp birde tehdit mi ediyorsun!"

Demir sorduğu sorunun cevabıyla ilgilenmediğini, Mert'in çenesine sert bir şekilde vurduğu diz darbesiyle gözler önüne seriyordu. Bu darbe sonucunda Mert sadece arkaya doğru düşmekle kalmıyor, birde burnundan akan kanla beyaz zeminin kan kırmızısına boyanmasına da sebep oluyordu. Şahit olduğum her detay daha fazla titrememe neden olurken gözlerim tekrar Demir'in gözlerine doğru kaydı. O ne olursa olsun durmayacak, bu söylediklerinin bedelini Mert'e canıyla ödetecekti. Farkına vardığım gerçekle başımın sağ arka damarında yoğun bir ağrı hissettiğimde kaybetme korkusu tüm vücuduma yayılmış, gözlerimden akan yaşları birbir peşine tetiklemişti.

"Demir lütfen dur! Kendi korkularımı geçtim, bebek korkacak."

Demir'in gözü dönmüş karanlık bakışları beni bulunca merhametli şekline dönüştü ve bana gelip sarıldı.

"Tamam sevgilim, sen de korkma. Şimdi sen otur, ben hemen geleceğim."

"Demir gitmeni istemiyorum. Ne olursun gitme! Sana ihtiyacım var, çok korkuyorum ve bedenimde yolunda gitmeyen şeyler olduğunu seziyorum."

Demir vücudumdaki ellerini daha fazla bedenime doğru sardığı sırada Ferit'le beraber kapıdaki güvenlikten iki adam, Mert'i dışarıya çıkarmak için yerden kaldırdı. Mert'in canına susayan sesi, Demir'in kollarımdan öfkeyle ayrılmasına neden olmuştu.

"6 yıldır köpek gibi sevdim ulan! Onu sana bırakır mıyım sandın? Gerekirse kaçırır, yine de vazgeçmem ondan!"

Demir öfkeyle ona doğru giderken, güvenlik Mert'i restorandan çıkarmıştı. Ferit, Demir'in önüne geçip ona engel olmaya çalıştı ama Demir, gözü dönmüş şekilde Ferit'i hızla arkaya doğru savurdu.

"O itin kırılmamış kemiğini bırakmayacağım, sonra da son nefesini ellerimde verecek!"

Hayatımdaki tüm duygular yarım kalmak için anlaşma sağlamış gibiydi. Anne ve babama doyamadan onları hazin bir sonla kaybetmiş, aldığım yaraları uzun tedaviler sonucu ara ara kanasa da sarmayı başarmıştım. Hayatıma zorla kocam olarak giren adama evet dediğim için şans vermiş, en sonunda onu sevmeye başlamıştım. Tam tüm sıkıntılar bitiyor derken sevmeye başladığım adamın, birini öldürmek için beni arkasında bırakıp gitmesiyle ben, kocam tarafından da yarım bırakılıyordum. Sanki arkada kalan olmak için bilinmeyen bir yere imza atmış gibi hissediyordum.

Demir'in cümlesi başımdaki damarların daha fazla ağrımasına sebep olduğunda vücudumda bir şeylerin anormal derecede farklılaştığını daha çok anladım ama pes edip bu yoğun ağrıya odaklanamazdım. Demir, öfkeyle kapıdan çıktı. Hıçkırıklara teslim olduğum halde masada ki erkeklere dönüp "Yalvarırım onu durdurun." dedim fakat nefesimi kesen hıçkırıklar işimi zorlaştırıyor, daha fazla başımdaki damarlarda yanmaya neden oluyordu.

Hepsi kalkıp dışarıya doğru koştuğunda Demir'in sesi kulaklarımda uğultuya dönüyordu.

"Sakın beni durdurmaya kalkmayın! Bu it, bugün ölecek!"

Loading...
0%