@hanifta_hanim
|
⏳ 20 gün sonra… Asistanlık işiyle, kendi mesleğimi aynı anda yapmaya adapte olmaya başladım. Artık telefonları 2. kez çaldırmadan açıyor, Demir Bey'i programına göre yönlendiriyordum. Bugünkü program listesi için yanına gittiğimde masasında ciddi bir şekilde çalışıyordu. Adımlarım sağ çaprazında son bulduğu sırada sandalyesini bana doğru çevirip, arkasına yaslandı. İki elinin arasında kalemini tutarak gözlerini bana sabitlerken, derin bir nefes aldı. Gün içindeki görüşmeleri, toplantıları yemekleri vesaire hepsinin üzerinden geçtim. Bu kısmı yaparken kendimi diken üstünde, yüreğimde de ağrı hissediyordum. Sanki hata yapmamı beklermiş gibi gözleri hep üzerimdeydi ve ben, o gözlerin üzerimde olmasını istemiyordum. Tam arkamı dönmüş çıkıyordum ki "Şekersiz filtre kahve, büyük boy olsun." dedi. Sinirle arkamı dönüp yüzüne baktığımda gördüğüm ifadeyle daha fazla hırçınlaştım. Bu adam beni sınamakta ısrarlıydı ve konuşmasında tek bir rica kırıntısı yoktu. "Oradan bakınca görevim olmadığı halde, emrivaki isteklerle iş yapan birine mi benziyorum?" Yüzünde oluşan yalancı kızgınlıkla "Çok konuşuyorsun, sadece tamam diyeceksin." dedi. Söylediklerinden sonra derin bir nefes aldım. Bir kaşık suda insan nasıl boğulurmuş, bu adamın üzerinde gösterebilirdim. Gözlerimi kısa süreli kapatıp, bu duygudan arınmaya çalıştım ama bu adamın yanında pekte mümkün görünmüyordu. Aldığım nefesi sakin bir şekilde vererek, hiçbir şey demeden yerime oturdum. Tüm işlerimi bitirdiğim için kitabımı alıp, okumaya başladım. Dalgınlığımı "Beyza Hanım, kahve." diye böldüğünde duymamazlıktan geldim. Geçen 20 günde değişmeyen tek şey üzerimde kurmaya çalıştığı hakimiyetti. Bu uğurda sınırlarını aşmaya çalıştıkça ben daha yüksek duvarlar örerek sınır hattımı ona gösteriyordum ama yine de bıkmadan sınırlarını aşmaya çalışıyordu. Daha yüksek ve sert bir sesle "Kahve!" diye bağırırken, başımı kitaptan kaldırıp ona baktım. Bana doğru bakıyordu. Gerçi ikimizin de masaları birbirine baktığından dolayı, kafasını kaldırması bunun için yeterliydi. Bir yandan yüzüne sinirle bakarken, bir yandan da çekmeceden kulaklığımı çıkarıyordum. Onun bana bu şekilde davranamayacağını, yüksek ve emrivaki kullandığı cümlelerin üzerimde hiçbir etki bırakmadığını göstermek istiyordum. Kulaklığı takıp bir müzik açtığımda yüzüme ona meydan okuduğumu gösteren kocaman bir gülücük kondurmayı ihmal etmiyordum. Sandalyemi yavaşça duvara karşı döndürdüm ve beni sinir eden adamın bakış açısından çıktım. Aradan geçen birkaç huzur dolu dakikadan sonra sandalyem sert bir şekilde döndürüldüğünde o karşımdaydı. Oysa birkaç dakikada olsa ben mutluydum ama o, bu mutluluğun uzun sürmeyeceğini vurgulamak istiyordu. Hafif bana doğru eğilip, kulaklığımı çıkarırken gözlerime baktı ve peşine sessiz ama tehditkâr şekilde konuşmaktan geri kalmadı. "Kahvemi hemen istiyorum. Bir dahaki tekrarımda dediğimi anlaman için biraz daha yakınlaşıp söyleyeceğim. Bence şimdi kahvemi getirme ve bir dahaki tekrarımı bekle." Bu manyak herif, sınırlarını aşmayı seviyordu. Aramızdaki mesafe bu kadar az olmasa, yine kalkıp getireceğim yoktu ama bana yakınlaşmasını istemediğim için sandalyemi ayağımla geriye itip, masanın diğer tarafından dolaştım ve kaçar adımlarla oradan uzaklaştım. Ahşap kapıyı açıp, diğer çalışanların masalarının olduğu kısma geçince içimin ferahladığını hissettim. Ne güzel huzurla çalışıyorlardı. Bundan önce bende huzurla çalışıyor, işyerimi çokça seviyordum ama şimdiki durumumu düşünce içimi öfke kaplıyordu. Hemen iki tane filtre kahve alıp, odama geçtim. Masamın üzerine kendi kahvemi bıraktıktan sonra diğer kahveyi de Demir Bey'in yanına götürdüm. Kahveyi masanın üzerine bırakırken "Buyurun kahveniz, sevdiğinizi düşündüğüm gibi" dedim. Bana doğru dönüp kahveye uzandı. Yüzüne bana söylediği şeyi yaptırmış olmanın hazzı yayılırken "Biraz geç anlayıp uyguluyorsun ama sonrasında mükemmel iş çıkarıyorsun" dedi. Meydan okuyan cümleleri, sinirimi bozmak yerine bana keyif veriyordu; çünkü biraz sonra yüzünün alacağı şekil beni mutlu etmeye yetecekti. Tam kahvesinden bir yudum alıyorken, ses tonumu düz bir tonda tutarak "Bir kahvenin lafı mı olur? Siz isteyin, ben hep yaparım" dedim. Yüzüne kazandığını sandığı galibiyet yayılırken, kahvesinden bir yudum aldı. "Beyza, gerçekten adamı çıldırtırsın! " "Demir Bey, size hiçbir şekilde yaranamıyorum. Yine, neyi eksik yaptım? Tam istediğiniz gibi bol şekerli, büyük boy filtre kahve. " Geri geri adımlar atarak, cevap vermesini beklemeden odadan çıktığımda kahvenin içine kaç kaşık şeker bocalamışsam, o kadar sırıtacağımla ilgili kendime sözler veriyordum. Bu da çokça sırıtacağım anlamına geliyordu. Masama oturup, büyük bir huzurla kahvemi yudumladığımda asla gözlerimi oraya çevirmeden, tebessüm etmeye devam ediyordum . ⏳ Öğle molasına 5 dakika kala, yanıma Tuğba ve Ayaz geldi. Ayaz'ın elinde piknik sepeti vardı. Gözlerinin içi gülerken, sepeti yukarıya kaldırıp "Bil bakalım, Meryem teyzen sana ne gönderdi? " diye sordu. "Siz var ya, kesinlikle bir tanesiniz! Hele Meryem teyzem, o elleri öpülesi kadın... Harika dolmalarından, sarmalarından gönderdi değil mi?" derken elindeki piknik sepetine sevinçle atıldım. 💙💙💙 Onu izlemek, her an gözümün önünde tutmak, bana yetmiyordu. Günün 10 saati onunla geçiyorsa, diğer 14 saatine düşman oluyordum. Beni ona bağlayanın ne olduğunu anlamıyor, sadece onun yanında nefes aldığımı hissediyordum. İçim ise yanında huzurla doluyordu. Bu yaşta neden kapalı olduğunu, aklım almıyordu. Bir Ferit, bir de kapalı annesi dışında benim çevremde, ailemde böyle insanlar yoktu. Hayatıma giren tüm kadınlar vücutlarını teşhir edercesine açıkken, bende bir damla kıskançlık hissi uyandırmıyor iken, bu kızın bir tek elleri ve yüzü göründüğü halde onu deli gibi kıskanıyor; kimse ona bakmasın, kimse onu görmesin istiyordum. Az bir zaman geçmesine rağmen, ne kadar çok değiştiğimi fark ediyordum. Sabaha karşı mekanlardan çıkış yapar, kendimi eve zor atar, birkaç saat uykuyla yetinirdim. Şimdi ise eve kapanmış, kendimi onunla bir gelecek kurmuş şekilde hayal dünyasında buluyordum ve böylece 33 gün önce onu ilk defa gördüğüm güne iyi kiler ekliyordum. 33 GÜN ÖNCE… "Bu işler böyle olmaz Fatih bey! Eğer oğlunuzun borcunu ödeyecek paranız yoksa sizde neyiniz varsa satın ve biran önce borcunuzu kapatın. Kapatmadığınız takdirde neler yapabileceğimi tahmin bile edemezsiniz!" Hiç uğraşmayacağım işlerle uğraşmak canımı sıkıyordu ve daha fazla öfkelenmeme neden oluyordu. Karşımda yüzü kızaran adamın kravatını genişletmeye çalışması beni hiç etkilemiyor, aksine aptal oğlunu bu kadar beceriksiz yetiştirdiği için kızmama neden oluyordu! Öfkeli bakışlarımı aciz görünen yüzünden çekip, gerilen sinirimi yatıştırmak için cama yöneldim. Camdan çevreyi izlediğim sırada yürürken kitap okuyan bir kız gördüm. Kitap okumaya o kadar dalmıştı ki önündeki direği görmediği için bodoslama şekilde direğe çarptı. Onun o halini görünce yüzümü kaplayan aptal gülümsemeyle beraber cama biraz daha yaklaşıp izlemeye devam ettim. Canı çok yanmış olmalı ki elini alnına götürüp, birazcık ovdu. Asıl elini alnından çektikten sonraki kısım onu daha çok incelememe neden oluyordu. Direğe çarptığını görünce yüzünü kaplayan kocaman gülümsemesiyle aramızda bu kadar mesafe olmasına rağmen beni kendine hayran bıraktı. "Demir bey, beni duyuyor musunuz? Hiçbir söylediğime tepki vermediniz. Bu konuda elimden geleni yapacağım." Fatih Bey'in sesiyle kendime geldiğimde başımı sağa sola doğru sallayıp, beni büyüsü altına alan kızdan bakışlarımı çektim ve Fatih Beyin sözünü öfkeyle böldüm. "Bence de yapmalısınız! Çünkü bu iş çok uzadı ve canım fazlasıyla sıkıldı. Eminim, benim sıkılan halimi görmek istemezsiniz!" Ona doğru adımlarımı atarken, gözlerine sert sert baktım ve arkamı dönüp, odanın kapısını çarparak, oradan uzaklaştım. Adamlarımla birlikte asansöre bindiğimde içlerinden bir tanesi giriş kat düğmesine bastı. Asansör birinci kata yaklaşırken, telefonu yukarıda unuttuğumu fark ettim. Zaten patlamaya yer arıyordum. Tam küfür etmeye başladığım sırada asansörün kapısı açıldı. İşte o, uzaktan bile kendine hayran bırakan kız, kapının tam da önünde duruyordu. Asansörün kapısında onu yakından gördüğüm o an, gülüşü nasıl da sıcak, nasıl da güzeldi. Uzak mesafeden gördüğüm gülümsemesi bile içimi ısıtmışken, şimdi aramızda bir metre varken şahit olduğum gülümsemesi bakışlarımı ona sabitlemeye yetmişdi bile. Orta boylu, zayıf bir kızdı. En fazla yirmili yaşlarında olmalıydı. Beyaz teninde kocaman kahve gözleri, kalın pembe dudakları, gülünce kısılan gözleri ile büyüleyici görünüyordu. Saçları kapalı olduğu halde bu güzelliğini gölgelemiyor, aksine tüm odağı yüzünün kusursuz hatlarına toplayıp, fazla dikkat çekiyordu. "İnmeyecek misiniz?" Sorduğu soruyla adamlarım itiraz etse de onları asansörden indirdim ama birkaç saniye içinde bunlara dikkat etmiş olduğum için şaşkındım. Üzerimden atamadığım tuhaf hisle asansör düğmesine basmak için parmağımı uzattım. O sırada parmak uçlarımız birbirine değdi. Bir saniye bile sürmeyen teması hızlı şekilde sonlandıran hareketi, tekrar bakışlarımı ona çevirmeme neden oluyordu ve içimi kaplayan tuhaf his, bu temasın günlerce aylarca sürmesini istiyordu. Saçmaydı! Bedenime yayılan bu histe, sürekli üzerinde unuttuğum bakışlarımda çok saçmaydı. Kaç kadının elini tuttun, kaç kadınla beraber oldun! Sana ne oluyor da bir gülüşten, saniyelik bir temastan kendini alamıyor, ondan bu kadar kolay etkileniyorsun? Kendime kim olduğumu hatırlatıyordum ama yine de gözlerimi ondan alamıyor, her hareketini izlemeye devam ediyordum. Yüzünde ve ruhunda başkalarında görmediğim, hissetmediğim bir temizlik vardı. Gözlerini bir kaldırsa, bir baksa dediğim an bakışlarımı hissetmiş olmalı ki gözleri gözlerimle buluşdu. Saçmaydı! Bugün yaşadığım her şeyin saçma olduğu kadar ona böyle anlamlı ve derin bakarken gözlerini gözlerimden kolayca kaçırması da saçmaydı. Oysa etrafımda benimle olmak için yarışan, kadınlar olurdu. Tam da şuan içeriye girip, bakışlarıyla beni süzen hatta düşüncelerini rahatlıkla ifade eden, bu üç kadın gibi. Onların gözleri bana, benim gözlerim ise ismini bile bilmediğim bir güzelliğe takılıydı. Kadınların söylediği sözleri duyunca, şaşkınlıkla kafasını elindeki kitaptan kaldırdı. Onların bu rahat ve komik görünen haline bakarken, gülmemek için dudağını ısırdı ama başarılı olamamış olacak ki içimi eriten o gülüşünü yine gösterdi. Nasıl olurda bir gülüş, sadece benim olmalı diye hissettirebilirdi? Bu duyguma anlam veremez halde, asansör varacağım kata geldi. Tam asansörden inerken, kollarımız birbirine değdi. Aslında kolum, omzuna değdi desem daha doğru olurdu; çünkü boyu ancak göğsüme gelecek kadardı. Ona doğru döndüğümde başını kaldırmış, bana doğru bakıyordu. Bu kadar yakından ona bakmak muhteşem bir duyguydu. Engel olamadığım şekilde gözlerim yüzünün kusursuz hatlarında dolaşırken, yabancısı olduğum hissi anlamlandırmaya çalışıyordum. O ise aradaki mesafeyi açması yetmezmiş gibi hızlı adımlarla yanımdan uzaklaşarak masalara doğru ilerliyor ve neşeli bir sesle “Ben geldim millet!” diye sesleniyordu. Başımı iki yana sallayıp üzerimde bıraktığı etkiyi silmeye çalıştım. Telefonumu almak üzere Fatih beyin odasına girdiğimde almak için benim gelmeme çok şaşırmıştı. Benim için gerçekten tuhaf bir durumdu. Sırf ismini bile bilmediğim, gülüşüyle beni ısıtan bir kız için bunu yapmam çok şaşırtıcıydı. Bana bakmadığını, dikkatini bile çekemediğimi düşününce sinirim bozulup bu duruma düştüğüm için kendimi azarlıyordum. O da diğerleri gibi baksaydı, bu şekilde dikkatimi çeker miydi bilmiyorum ama o her açıdan çok farklı görünüyordu. Görünüşü, duruşu, gözlerini sakınması, ah birde gülüşü benim dikkatimi fazlasıyla çekmişti. Düşüncelerimi bertaraf edip, 'Kendine gel oğlum, sen Demir Erdem’sin! Seni kim etkiledi ki o etkilesin' diye telkinde bulundum. Telefonu alıp, hiçbir şey demeden sözde oradan uzaklaştım ama birkaç saat üstüne yine de kendimi işyerinin önünde buldum. GÜNÜMÜZ… Yine sandalyesini döndürmüş, güzel yüzünü saklamıştı benden. Bu odayı dizayn ederken, her ayrıntıyı düşünerek dizayn etmiştim. Gözümün önünden bir an ayrılmasın diye, aramızdaki duvarı camla kapatıp, masalarımızı bir bir yüzümüze bakacak şekilde planlamıştım. Rahat durmuyordu ki meydan okumaları bir türlü bitmiyordu ancak ona yaklaşıp, mesafeyi minimuma indirdiğim zaman, sırf yanından uzaklaşmam için dediğimi yapıyordu. Başını yana doğru döndürüp, yüzünü kocaman gülümsemesi kapladı. Yine o adam gelmişti. Beyza bana böyle sıcak davranmaz iken, bu çocuğa çok sıcak ama yine mesafeliydi. Siz bir tanesiniz mi dedi o? Sözü duyduktan sonra omuzlarım gerildi, ellerim ise yumruk şeklini aldı. Nasıl öfkeyle soludum bilmiyorum ama "Beyza Hanım acil yanıma gelin!" derken çıkardığım yüksek sesten dolayı bir anda yerinde korkuyla sıçradı. Arkadaşlarına dönüp "Hemen geliyorum." dedikten sonra odama girerken kapıyı kapatması için elimle işaret yaptım. "Buyurun Demir Bey, bir şey mi istemiştiniz?" "Acil çizimlerini getir, inceleyip birkaç konuda seninle konuşacağım." Sanki bu sektörden de çizimlerden de anlarmış gibi... Benim işim sadece yönetmek olduğu halde düştüğüm bu hal, gerçekten benim için çok acınasıydı. "Ama Demir Bey, öğle molasına girmiştik..." diye cevap verdiği sırada sesli nefes alışverişlerimden ve sert bakışlarımdan rahatsız oldu. Cümlesine öylece son verirken, tavrımla verdiğim cevabı anlayıp hemen çizimleri almak için dışarı çıktı. Çizimlerini alırken, arkadaşlarına bir şeyler söyledi. Ayaz'ın sinirli bir şekilde bana doğru dönüp, baktığını gördüm. O an yanıma gelip, bana bir şeyler söylemesini istedim. Ne güzel ağzını, burnunu kırmak için bana bahane sunmuş olurdu ve ben, o bahaneye tutunarak tüm öfkemi ondan çıkarana kadar yumruklarımı ona indirebilirdim. Beyza dosyasıyla içeriye girdi. "Buyurun Demir Bey, istediklerinizi getirdim. Şimdi çıkabilir miyim? " "Çok mu gitmek istiyorsun, onun yanına?" derken, öfkeme yenildiğimi fark ettim. Önce ne ima ettiğimi anlamadı. Sonra kafasını arkadaşlarının bulunduğu yere çevirip, sert bir sesle "Onun değil, onların..." diye yanıtladı. "Şimdi çizimlerini aç, detaylı bir şekilde bana anlat. " Maksat o itten uzak dursun da nasıl durursa dursun. Hayvan herif, Beyza için biçilmiş kaftandı sanki. O da Beyza gibiydi. Bazen beraber namaz kılmaya gittiklerine şahit oluyordum, bazen de dini bir konuda birbirlerinden fikir aldıklarına. Mutlaka okumaktan keyif aldığı kitapları, birbirlerine veriyorlardı ve her şeyden önemlisi Beyza'nın yediğine, içtiğine, sevdiği her şeye hakimdi! "Demir Bey, çizimler arasında tam olarak karar vermedim. Kimisinde değiştireceğim detaylar var. Bunu daha sonra yapsak olmaz mı?" Elimi dudağımın kenarına götürdüğümde cevap bile vermeden uzun uzun ona baktım. Gözlerini kapatıp, derin bir nefes alarak başını öne eğdi ve anlatmaya başladı. Bu kız kimi zaman, boyuna posuna bakmadan dikleşip meydan okurken, kimi zamanda uysal davranıyordu. Hatta arada bir, hiç çekinmeden beni tehdit bile ediyordu. Ben ona dalmış bunları düşünürken, o sorusuyla düşüncelerimi bölüyordu. "Demir Bey, beni dinliyor musunuz?" Ciddiyetle "Dalmışım, bir daha üzerinden geçer misiniz?" dedim. Sabırla anlattıklarını tekrarladı. "Şu an bu çizimlere bakmak için çok erken, geçen hafta size sunduğum dosyadan çok farklılar. Tam oturtup, bir konsept belirlemem gerekiyor." Yanımda belki daha çok kalır, fikir alışverişi yapar diye söze atıldım. "Belli oluyor. Tüm çizimleriniz birbirinin tekrarı olmuş. " Meraklı sesle "Peki hangi çizimlerim birbirinin tekrarı olmuş, gösterebilir misiniz?" diye sordu. Oysa tüm çizimleri, harika görünüyordu. Elime o an geçen herhangi iki kağıdı aldım. Kağıtları önüne doğru iterken "Mesela bunlar." dedim. O an kendime birkaç küfür savurmamak için zor tuttum; çünkü birbirinden alakasız, iki çizimi göstermiştim. Beğenmediğim kağıtlardan birini, gözlerimin içine bakıp sinirle yırtarken, ciddi bir ifadeyle konuşmaya başladı. "Hımm ben de gerçekten çizimlerimde tekrara gittiğimi düşünmüştüm. Bana açıkça öğle molanı zehir edeceğim deseydiniz, bu kadar oyuna gerek kalmazdı. " Diğer kağıda uzanırken devam etti. "Bazen sizin öfkenizi üzerime çekmek için ne yapmış olabilirim diye ara ara düşünmekten kendimi alamıyorum fakat düşüncelerim hep aynı kapıya çıkıyor. Siz bencil, soğuk ve sert adamın tekisiniz, aynı isminiz gibi demirsiniz işte! İnsanlar sizin istediğiniz bir şeyi kabul etmiyorsa ve size rest çekiyorsa, karşılığında hemen başkalarıyla tehdit ediyorsunuz ki sizin sözünüzden çıkmamış olsun." derken kağıdı tam yırtıyordu ki elini tutup, "Dur yapma." dedim. Tuttuğum sol elini hızla arkaya doğru çekti. Ona dokunmama tahammülünün olmaması beni ona karşı öfkelendiriyordu. O, ne çok yakışıklı olmam ile ilgileniyordu ne de servetimle. Beni ısrarla görmeyen gözleri sonum olacakmış gibi hissettiriyordu. Gözleri dolmuş şekilde yönünü bana çevirdi ama o, baktığı yerde ona aşık bir adam olduğunu göremeyecek masumluktaydı. Sert ve dik çıkardığı sesiyle "Bana istediğiniz gibi dokunamazsınız! Sizi bundan önce de bu konuda uyardım. Yaptığınız her şeyi sineye çekiyorum ama çizgilerimi aşmaya sakın çalışmayın." dedi. Bendim ona istediği gibi dokunan öyle mi? O, ona dokunmak için çıldırdığımı, kendimi frenlemek için çabaladığımı göremeyecek kadar kördü ve bu körlüğüne artık tahammülüm yoktu! ❤️❤️❤️ Ruhum bedenimde alevlenirken, Ayaz ve Tuğba için her şeyi kafamdan uzaklaştırmam gerekiyordu. Duygularımı yok sayarak odadan hafif tebessümle çıktım. "Hadi çok acıktım, hemen yemeye başlayalım. " Arkamdan Demir Bey’in bir hışımla çıktığını hissettiğimde onun bu sinirini umursamayıp, masadan bir tane sarma kaptım. "Of Meryem teyzem, neler döktürmüş böyle. " Tuğba en sevecen sesiyle "Ayaz biz bunu beklemeden yiyecektik. Şimdi bize koklatmayacak bile" dedi. "Olsun annem bir daha yapar, ikinizin yeri onda çok ayrı. Yaptığınız iyilikleri hiç unutmuyor. " Oysa yaptığımız çokta bir iyilik yoktu. Ayaz'ın annesi rahatsız olduğu için birkaç kere Tuğba ile evlerini temizlemeye gitmiştik o kadar. "O gün en çok temizliği ben yapmıştım. Bunların %70'i benim. Tuğba anca bir odayı temizlemişti, ben anlamam. " Söylediğim cümle sonrası Tuğba alaylı bir tavırla "Kızım ben baştan savma iş yapmıyorum, senin gibi yapacak olsam kapıdan girmeden evin temizliğini bitirirdim." dedi. Alaylı tavrına, biber dolmasını yemeyi ihmal etmeden cevap veriyordum. "Ona baştan savma iş denmez canım, eli çabukluk denir. Karadeniz kızıyım ben, köye gittiğimde işleri kısa zamanda nasıl yaptığımı sanıyorsun. " Ayaz, söze "Hadi çabuk olalım, mesai başlamadan öğle namazını kılalım" diye girince hemen yemeğimizi yiyip, masayı toparladık ve asansörün - 1 katına indik. Namazımı kılıp, dua ettikten sonra içimdeki sıkıntının hafiflediğini hissettim. Ayakkabılarımı giymek için eğildim. Ayaz'ın gitmeyip beni beklediğini fark ettiğimde ona tebessüm ettim. Birlikte asansöre doğru giderken, sohbet etmeye başladık. "Ayaz buradan öğlen korkmuyorum ama bazen ikindi namazımı işlerden dolayı geç vakte bırakınca çok korkuyorum. İş yerinde küçükte olsa bir mescit olduğu için çok şanslıyız fakat neden mescitler hep köhne yerlerde olur, anlamış değilim. İnsanlar Allah'ın vermiş olduğu tüm nimetlerden faydalanırken, karşılığında şükrünü neden hep erteler, bu şükrü yapacak olanlara da neden en ücra köşeleri layık görürler? Sence amaçları ne olabilir?" Ayaz derin bir iç çekti. "Bana göre insanlar dünyanın tüm güzelliklerine öyle bir dalmışlar ki Allah'a ayırmak için 5 dakikalarının olmadığını düşünüyorlar. Su içmek, yemek yemek için zaman bulup bedenlerini beslerken, ruhlarının açlıklarını görmüyorlar. Belki de ruhlarının açlıklarını görmek istemedikleri için bizi ücra köşede bırakıp, gözlerden uzakta Allah'ın emrini yerine getirmemizi istiyorlardır." Bu çocuğun düşünce yapısı, bana çok yakındı ve onunla muhabbet etmek, beni çok mutlu ediyordu. Asansör giriş kata geldiğinde Demir Bey asansöre bindi. Ayaz kafasıyla selam verirken, ben selam vermeden bile isteye ona sırtımı döndüm. Yüzüm düşmüş olmalı ki Ayaz bana gülümseyip "Ne o, yine yüzün düştü, yoksa sorularının cevabını beğenmedin mi?" diye sordu. "Bugün aynı soruları sen soracak olsaydın, aynı cevapları sana verirdim." Ayazla görüşlerimiz fazlasıyla uyuyordu, hatta ara ara soruları ben cevaplıyormuş gibi hissediyordum. Fark ettiğim bu detayla tebessüm ederken konuşmama devam ettim. "Biliyor musun? Sana soru sormak, içimdeki cevapları senin sesinden duymak gibi bir şey." "Senin en büyük sadakan gülümsemen olmalı bence. Bir daha yüzünü hiç düşürme tamam mı?" Hiçbir cevap vermeden bakışlarımı ayak ucuma indirdim. O sırada 5. kata geldik. Biz ağır adımlarla ilerlerken, Demir Bey sanki yeri delercesine sert adımlarla, odasına doğru ilerledi. Odamın kapısını açarken, tebessümle Ayaz'a güzel sohbeti için teşekkür edip odaya girdim. Ahşap kapının arkasında sinirden kızaran gözleri ile sert bir şekilde kapıyı kapatan Demir Bey'in varlığıyla yüzümdeki tebessümün solması çok ani oldu. Dişlerinin arasından "Sen, bana gülümsemez iken, o ite mi gülümsüyorsun?" diye soludu. Neden bilmiyorum ama çok korktuğumu hissettim. Normalde sana ne be adam der, üstüne de bir kaç cümle kurardım ama gözlerinde anlam veremediğim kızgınlıkla beraber bir acıda görüyordum. "Cevap ver bana, cevap!" Öfkesi üst seviyeye çıkmıştı. Üzerime doğru bir adım atarken, sorusunu yineledi. "Asansör, - 1'den geliyordu. Ne yapıyordunuz orada? Bana cevap ver, yoksa o adama gider milletin içinde sorarım. Sonra da cevap vermesine fırsat bile vermeden, ağzını burnunu kırarım!" Öfkeli bağırmaları içimde baş edemediğim korkuyu besliyordu. "Şş- şey biz na- namaza gitmiştik. " İlk defa bir adamın karşısında korkudan kekelediğimi fark ettim. Ben, bu adamın karşısında korkudan kekeliyordum öyle mi? Ben! Ağabeylerine kafa tutan ben! Farkına vardığım duygudan çıkıp, kendimi toparladım. "Hem size ne oluyor da bunun hesabını bana soruyorsunuz? İstediğim kişiyle, istediğim yere giderim. Bunun hesabını da size vermem!" derken gözlerimi gözlerine sabitleyip, sinirden ona doğru bir adım attım. "İzin vermem! O aklına bunu kazıyacaksın. Ben hayatta olduğum sürece, hiç kimseyle bir yere gidemezsin." Öfke dolu sesiyle söylediği cümlelere cevap verirken, bildiğin kükrüyordum. Sınırlarım vardı benim ve o sınırlar geçildiğinde her şeyi yerle bir edecek asi hırçınlığım. "O izni sizden isteyen yok zaten! Siz benim bilmediğim, hangi hakkı kendinizde görüyorsunuz da bu şekilde konuşuyorsunuz?" Dişlerinin arasından "Beyza!" derken, elini yüzüme doğru uzattı. "Çizgilerimi aşma diyorsun ya, aşarım ve sen öylece izlersin! Şu an gerçekten kendimi zor tutuyorum. " Aramızdaki soğuk savaş işte şimdi gerçek bir sıcak çatışmaya dönüyordu. Bu uğurda yapmam gereken ne varsa gözümü kırpmadan yapacak, gerekirse bu adama haddini ben bildirecektim. "Bir dene istersen, senin o elini kırarım!" Önce dudağının yanında tebessüm oluştu. Dudağının kenarını ısırıp, durdurmaya çalıştı ama durduramamış olacak ki gülmeye başladı. Şimdi durduk yere ne diye gülüyordu? Kızgınlık ifademi korumaya çalışarak, konuşmamı sürdürdüm. "Ben ciddiyim!" Gülmeye devam ederken, sinirlerimi zıplatır şekilde konuşuyordu. "Yapma ama boyuna posuna bakmadan meydan okuyorsun. Peki sen elimi kırarken, ben ne yapacağım öylece sana mı bakacağım?" Aslında elini kırmam, gerçekten imkansızdı. Ah ben ve sinirlenince hayal dünyamda yaptıklarım... Bunun farkına varınca sinirden yerimde bir kaç kere tepindim. O an aklıma gelen gerçekle onu da yüzleştirmek istedim. "Bak ben Karadenizliyim ve nişanım ağabeylerimden, erkek kuzenlerimden bile iyi! Elini kıramıyor olsam bile, o elinde kara bir delik açarım. O zaman anlarsın! " Alaylı yüz ifadesiyle iki elini yukarıya doğru kaldırdığında benimle dalga geçtiğini gösteriyordu. "İşte bundan çok korktum. Neden daha önce söylemedin?" İçimden geçen cümleleri dışımdan söylediğim zaman bu işin patron asistan işinden çıktığını daha iyi anlıyordum. "Birde gülüp dalga geçiyor, gıcık adam!" Birkaç saniye yüzümdeki ifadeyi ezberlemeye çalışır gibi baktıktan sonra yüzüne ciddi bir ifade kattı. "Tamam Karadeniz kızı, senden ve senin hayal dünyandan çok korktum. " Cümlesini bitirip arkasına döndüğünde konuşmasına devam ediyordu "Finans departmanıyla görüşme ayarla, bugün uzun bir gün olacak. " Şimdi bu da neydi? Hiçbir şey olmamış gibi ne ara konuyu finans departmanıyla yapacağı toplantıya getirdiğini anlamadan masasına oturdu. ⏳⌛ Finans departmanından 2 kişi geldi. Karşılayıp Demir beyin odasına yönlendirdiğimde toplantıya başladılar. Kafamı her kaldırdığımda onu görüp, bugün yaptıklarını düşündükçe sinirlerim geriliyordu. Ona her sinirlendiğimde yaptığım gibi, sandalyemi duvara karşı döndürdüm. Ne de olsa içeride adamlarla hararetli bir şekilde konuşuyordu. Beni görecek, rahatsız edecek durumda olmadığı için rahatça bir şeyler karalamaya başladım. 5 dakika ya, 5 dakika bir insan huzur vermez mi? Sandalyemi döndürüp, çizimimi masanın üzerine koydu ve sessiz bir şekilde konuşmaya başladı. "Kafamı her döndürdüğümde seni görecek şekilde dur." "Emredersiniz başka bir isteğiniz var mı?" "Sadece biraz huzur." dedi ve içeriye gitti. Ceketini çıkarıp gömleğinin kollarını iki kere katladı. Masaya eğilmeden son bir kez kafasını kaldırarak, beni kontrol etti ve toplantıya devam etti. Üzerinden bir kaç saniye geçince çizimimi aldım ve sandalyemi tekrar duvara doğru çevirdim. Her şeyi onun istediği gibi yapacak kişi asla ben değildim. Ayak sesleriyle beraber Numan Beyin "Gözümüzden kaçmış Demir bey, hemen kontrol edip tekrar geleceğiz. " sesi duyuldu. Sandalyemi çevirip, ayağa kalktım ve başımla selam verdim. Kapıdan çıktıkları gibi Demir Bey yanıma geldi. "Sana dediklerimi neden yapmayıp, beni yoruyorsun? " "Manzaramı sevmiyorum. Onu her gördüğümde aklıma üzerimde kurmaya çalıştığı hakimiyet ve tehditler geliyor." Duyduklarından sonra yukarıya kalkan kaşlarıyla "Demek öyle..." dedikten sonra cebinden telefonu çıkarıp birisini aradı. "Hemen adamını gönder..." Kapıyı kapattığı için konuşmanın devamını duyamadım. Aradan biraz zaman geçmişti ki içeriye bir adam girdi. Demir bey, benim duvarımı işaret edince adam arkamda ki duvarın ölçüsünü alıp gitti. Ne dolaplar çevirdiğini çok merak etsem de ona soru sormadım. ⏳⌛ İçeriye bir anda, dört adam girdi. Üçünün ellerinde malzemeler vardı. Demir bey geleceklerinden haberdar olmalı ki hemen odasından çıkıp öndeki adama "Hoş geldin Sedat." deyip tokalaştı. Ne olduğunu anlamaz şekilde, öylece kalakaldım. Sedat Bey bu halimi görmüş olacak ki elini uzattı. "Merhaba ben Sedat, Demir'in mimar arkadaşıyım. " Ellerimi arkaya götürüp, kafamı tebessümle eğip kaldırdım. "Merhaba Sedat Bey, ben Beyza. Ayakkabı tasarımcısıyım, bir de zoraki asistan. " Anlayışla elini indirdi. "Sizi kimin zorla asistan yaptığını sormak isterdim fakat cevabını bildiğim soruları sormuyorum" derken Demir'e doğru baktı. Demir bey, "Yarım saat içinde buranın toparlanması gerek Sedat. Şu an çeneye yer yok." diye söze girdi. Duyduklarımdan sonra çok mutlu olmuştum çünkü buradaki koşturma bitene kadar çalışma arkadaşlarımın yanına gidebilecektim. Halimden memnun bir şekilde konuşmaya başladığımda gözlerimden ışık çıktığına emindim. "Ben çıkıyorum o zaman... " "Hayır sen odama geç ve beni bekle. " Öyle cevap verince tüm keyfim kaçtı. Ne güzel yarım saat arkadaşlarımın tarafına geçecek, birazcıkta olsa onlarla zaman geçirebilecektim. Kesinlikle son bir kere daha şansımı denemem gerektiğini düşündüm. . "Ne olur yarım saatçik Demir Bey. Siz çağırınca hemen gelirim. " Derin bir nefes alıp, teslim olmuşçasına "Adamı deli edersin Beyza, hemen düşen yüzünle gerçekten çocuktan farksızsın!" dediğinde ona arkamı mutlulukla döndüm. Hemen buradan kaybolmazsam fikrini değiştirmesinden korktuğum için "Siz çağırınca söz geleceğim" dedim ve özgürlüğüme doğru mutlulukla adım attım. Tuğba'nın arkasına geçip, ona kocaman sarılırken, kedi gibi kafamı ona sürüp sadece onun duyacağı sessizlikte bir kez miyavladım. Şaşkın bir halde bana dönerek sarıldı. "Biri deseydi ki iş yerindeyken Beyza'yı, onun sana sarılmalarını, kedi gibi miyavlamasını çok özleyeceksin, hadi be oradan derdim! Ama çok özlemişim kuzucum." "Bende, bende! " diye heyecanlı sesimle karşılık verdikten sonra bitmek bilmeyen konuşmalarımıza başladık. Muhabbetimize çok sevdiğimiz, bir kaç arkadaşlarımızda katıldı. "Ya nasıl özledim sizi, aramızda bir kaç metre olduğu halde sanki çok uzaktaymış gibi gelmiyorsunuz. Arada bir yanıma gelin ne olur. Ben ne zaman yanınıza kaçacak olsam, bir sesle durduruluyorum. Bari siz, yalnız bırakmayın beni. " "Bizde seni çok özledik ama nasıl gelelim canım? Büyük patronun tam dibindesin. Ne gözünden kaçabiliriz, ne de kulağından. O yüzden biz de gelmiyoruz." Söylediklerinde haklıydılar, ben bile direniyor olsam da asla bakış açısından çıkamıyordum. Tabii canım duvarım sağ olsun, sandalyemi duvara çevirdiğimde mutlu olmamı sağlıyordu. "Sizde haklısınız, ne diyeyim. " Yavaş yavaş işçiler içeriden çıkarken, zamanın nasıl geçtiğini anlamaz bir halde öylece kalakaldım. Özgürce geçen son dakikalarımı yaşadığımın farkındalığıyla elimdeki kahveden bir yudum aldım. Yüzüme yayılan haylaz gülümseme ile çalışma arkadaşlarıma doğru döndüm. Yine ben eski Beyza'ydım ve onların yanında kendim olabiliyordum. "Şimdi siz, burada mutlu mesut çalışırken, ben sizden ayrılıp esaretime doğru ayaklarımı sürüye sürüye gideceğim... Şimdi siz, birbirinizin gülen gözlerinize bakarken ben, o soğuk adamın sert bakışlarına maruz kalacağım... " Girdiğim ruh halini dışarıya yansıtmam kesinlikle Oscar ödülüne layık bir yansıtmaydı ama Tuğba evde sürekli şahit olduğu Oscar'lık oyunculuğumdan sıkılmış olmalı ki beni susturmaya çalışıyordu. "Tamam tamam anladık. Şimdi hemen arkanı dönüp git, sonra oyunculuğunu sergilersin. " Kendimi öyle çok kaptırmıştım ki konuşmama alayla devam edip, ellerimi Tuğba'nın dudaklarına götürdüm. "Şşşş tabii sana git demek çok kolay. Sen hiç yaz günü sıcakta, demir bakışlı bir adamın karşısında üşüdün mü?" Tuğba'nın dudaklarından ellerimi indirdiğim zaman Tuğba gözleriyle arkamı işaret etti. "Vallahi ben arkanı dönüp, git diye açıkça uyardım, beni dinlemedi." Bakışlarını yanımızdaki kişilere çevirip söylediklerini doğrulatmak ister şekilde konuşmasına devam etti. "Siz de uyardığımı duydunuz. Yani Beyza'cığım benden günah gitti " deyince ne demek istediğini anladım ama anlamakta çok geç kalmıştım. "Şey aslında benim kahvem çok soğumuş. Kendime kahve alırken, patroncuğuma da alayım da mutlu olsun." der demez, hızlı adımlarla ilerlemeye çalıştım ama yerimde saydım. Elbisemin arka kuşağından tutmuş, beni odaya doğru çekerken söyleniyordu. "Demek demir bakışlarımın karşısında çok üşüyorsun. " Odanın kapısını kaparken Tuğba'nın "Seni uyarmıştım" sesi yankılandı, birkaç tanıdık gülme sesiyle beraber. Demir bey karşıma geçerek konuşmasına devam etti. "Seni bakışlarımla ısıtmamı istiyorsan, daha açık söylemen yeterliydi. Merak etme seve seve ısıtırım." Bu söz karşısında, yanaklarıma kanın hücum ettiğini hissettim. Ellerimi yanaklarıma götürüp, pembeliklerini kapatmaya çalıştım. Utanmış bir halde arkamı döndüğümde gördüğüme inanamadım. Duvar komple ayna ile kaplıydı. Şaşkınlıkla aynayı incelerken, sol arka yanıma yaklaştığını gördüm. Ona aynadan baktığım sırada konuşmaya başladı. "Sana bakış açımdan çıkma demiştim ve sen dinlememiştin. Şimdi istesen de çıkamayacaksın. " Bu adam sözünden çıkılmasına gerçekten katlanamıyordu ve her dediğini ciddi anlamda yapmamı bekliyordu. Gün geçtikçe yüzleştiğim bu gerçekle girdiğim bu yükün altında daha fazla ezilmeye başladığımı hissediyordum. Cümlesinden sonra bir süre aynada ikimizi inceledi ve "Bugün çift gibi giyinmişiz. Fark ettin mi?" diye sordu. Duyduklarımdan sonra yapmamam gerektiğini bilsem de aynadaki yansımamızı incelemeye başladım. Lacivert takımıyla, uzun lacivert elbisemin tonları bile aynıydı. Yapılı omuzlarını kavrayan ceketi, üzerinde kusursuz duruyordu. Bugün topuklu ayakkabı giydiğim için boyumun çene hizasına yaklaştığı fark ettiğimde bu kadar inceliyor olmama şaşkın, bir o kadar da utanmıştım ve bu kadar incelemek benim için gerçekten çok fazlaydı. Bakışlarımı aynadaki yansımadan kaçırdım. Alt tarafı basit bir tesadüftü işte, şimdi ne olmuştu da bu kadar çok utanmıştım? |
0% |