@hanifta_hanim
|
"Sakın beni durdurmaya kalkmayın! Bu it, bugün ölecek!" Korkudan titreyen vücudum, beni nefessiz bırakan hıçkırıklarla birleştiğinde başımdaki tüm damarlardaki ağrı hat safhaya çıktı ve zihnimde kaymalar olmaya başladı. Bunun sonucunda arkaya doğru dengemi kaybettim fakat Tuğba hemen müdahale edip ,destek vererek sandalyeye oturmamı sağladı. "Beyza lütfen nefesini toplayıp sakinleşmeye çalış, hiç iyi görünmüyorsun. Sana bir şey olacak diye korkuyorum." Kalbimi saran kaybetme korkusu tüm vücuduma sirayet etmiş gibiydi ve ben, bu korkuyla nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. Hissettiğim bu yoğun duygu aciz sesimle beraber "Bb- ben onu da kaybetmekten çok korkuyorum!" cümlesinin ağzımdan çıkmasına sebep oluyordu. Ağzımdan çıkan cümleyle daha da yoğunlaşan hiçbir ağrıma odaklanmadan kalkmam, Demir'i bir şekilde durdurmam gerektiğini biliyordum. Titreyen bedenimi kontrol altına almaya çalışıp, Tuğba'nın desteğiyle kalkmaya çalıştım. Beni nefessiz bırakan hıçkırıklarım, işimi zorlaştırıyordu. Esma da diğer koluma girince dışarıya doğru ilerledik. Ayaklarımın üzerinde zor duruyor, başımdaki damarları yoğun bir şekilde hissediyordum. Kapıdan çıktığım zaman gördüğüm manzara Demir'in iddia ettiği karanlık tarafta olduğunun en büyük kanıtı gibiydi. Ferit, Taner ve Musa, Mert'in üzerine çökmüş, defalarca kez yumruklar savuran Demir'i oradan zorla uzaklaştırmak için çaba verirken, Demir bu çabayı; onları hızla savurup, Mert'in yerden kalkmaya çalışan bedenine sert bir tekmeyle tekrar yere sererek görmezden geliyordu. "Benim karımı kaçıracaksın öyle mi! Benim sevdiğim kadını!" Mert, Demir'den aldığı darbeleri umursamadığını yerden kalkmaya çalışırken söylediği cümlelerle gözler önüne seriyor, bunu yaparken işaret parmağıyla da beni gösteriyordu. "Ant olsun ki ben, senin karını değil, kendi kalbimi ait olduğu yere koyacağım ve bunu yaptığımda sen, bizi bulamayacaksın!" Demir duyduğu cümleyle Mert'in beni gösterdiği sol kolunu tutup sert bir şekilde attığı diz darbesiyle kırarken duyduğum ses daha fazla damarlarımda yanmaya neden olmuştu. Durmayacaktı, Demir ne olursa olsun onu öldürmeden durmayacak, genç ömrünü parmaklıklar ardında heba edecekti. Demir'in Mert'in boğazına giden eli, oraya öyle büyük bir güç uyguluyordu ki Mert'in vücudu, Demir'in eliyle birlikte yukarıya doğru yükseliyordu. İşte bunu gördüğüm o an, her şeyin bittiğini hissettim ve nereden geldiğini tam olarak bilmediğim genizden akan sıcaklığa, kan kokusu da eşlik etti. Gözlerim yukarıya doğru kaydığı zaman mırıltı şeklinde "Kan akıyor." dedim. Tuğba dikkatle yüzümü incelerken ben artık bedenimin kontrolünü kaybetmiş, öne doğru düşen başıma engel olamamıştım ve genizden akan sıcaklığın burnumla beraber ağzıma doluştuğunu da hissetmiştim. İşte o an Tuğba'nın panikle attığı çığlığı, vücudumda yolunda gitmeyen şeylerin dışa yansımasını içinde barındırıyordu. "Ambulans! Birisi ambulansı arasın Beyza'nın burnundan ve ağzından kan geliyor!" Gözlerim yukarıya kaydığında artık tüm gücümü bitirmiş, yere yığılmıştım. Sadece çığlıklarla ona eşlik eden sesleri duyuyordum. "Sevgilim yanındayım. Çok kan var. Nasıl oldu bu?" Demir'in sesiyle beraber gözlerimi aralamaya çalıştım. Burnumdan akan kanları elleriyle temizlemeye çalışıyor, çaresiz bir şekilde benim için çabalıyordu. Ellerine bulaşan kanla beraber mekan, zaman, sesler hızlı bir şekilde değişiyordu ve bu sefer ben, babamın başında çaresizce yüzüne bulaşan kanları ellerimle temizliyordum. Bende büyük yaralara yol açan güne yine savrulurken bu sefer iki değil, üç korkuyu da aynı anda yaşıyordum. Aynıydı ve değişen hiçbir şey yoktu. Yine aynı o gün olduğu gibi titrek ellerimle babamın göz pınarına biriken kanı silmeye çalışıyordum ama babam ellerimi tutarak bu hareketimi engelliyordu. Bir kez daha amcama yalvarır şekilde bağırdığımda girdiği şoktan çıkmasını, beni burada yalnız bırakmamasını istiyordum. "Amca ne olur yardım et, tek başıma yetemiyorum! Daha anneciğimin yanına gidemedim, onu önemsemediğimi düşünecek diye korkuyorum!" Tekrar babamın alnından göz pınarına akan kanı temizlemek için çaba verirken, sanki babam son kez yüzümü ezberlemek ister gibi bakıyordu ve ardından sessizce oynattığı dudaklarıyla beraber gözleri de hareketsiz kalıyordu. İlk kaybım, yüreğimi yakan ilk korkumu çığlıklarla beraber iliklerime kadar hissettiğim vakit, gözüm anneme kaydı. Bulunduğu yerde çok kan vardı ve benim ilk acımı sindirebilecek bir saniyem bile yoktu. Babamın yerde yatan cansız bedeninin yanından titreyen vücudum, kanlar içinde kalan ellerimle beraber annemin yanına doğru koşturuyordum. "Hayır, hayırr olmaz... Anne! Anne bu çok ağır!.." Gözlerimi vücudunda oluşan koca yaradan çekip, yüzüne odaklandığımda akan kanı durdurmak için elimle çaresizce yaraya baskı uyguluyordum ama yara çok büyüktü ve akan kanı durdurmam imkansızdı. Ellerimin altında cılız bir şekilde aldığı nefesi hissetmem bana umut oluyordu. "Anneciğim çok özür dilerim, babam daha yakınımda olduğu için önce onunla ilgilendim yoksa sen kızını bilirsin seni burada yalnız bırakmazdı." Yüzünde dolaşan bakışlarım dudaklarına kaydığında onunda babam gibi sessiz bir şekilde Kelime-i Şahadet getirmeye çalıştığını anladım ve ardından elimin altındaki cılız nefesin söndüğünü hissettim. İşte o son nefesini verdiğini anladığım an, attığım çığlık arşa değiyor, ben ikinci kaybımı yüreğimi kana bulayan ikinci korkumla beraber iliklerime kadar hissediyordum. Hapsolduğum zaman diliminden kendimi kurtardığımda ise yeniden kaybetme korkusu üçüncü bir korkuyu daha besliyor ve ben, bu sefer de Demir'in parmaklıklar ardına gitmesiyle gerçekleşecek olan yarım kalma korkusunu yaşıyordum. Demir, onu kaybetme korkusuyla kuşanan bedenimi kucağına alıp "Dayan ne olursun sevgilim. Yanındayım sakın karanlığa teslim olma." diye korkuyla bağırıyordu ama onu teselli edebilecek sesim bile kalmamıştı. Kafam yukarıda olacak şekilde beni, arka koltuğa Tuğba'nın göğsüne doğru yatırdı. Demir arabayı öyle hızlı sürüyordu ki motor sesi kulaklarımda tekrar tekrar yankılanıyordu. Tuğba ağlayarak "Demir çok kan akıyor, bu normal değil!" dedi. Ferit, Tuğba'ya dönüp, "Bu nasıl oldu, düşüp bir yere mi çarptı?" diye sordu. "Demir gittiğinde hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Çocukları Demir'i durdurması için gönderdikten sonra Demir'in söylediği cümleyi duydu. O kadar çok ağlıyordu ki hıçkırıklarından nefesini toplayamıyordu. Kekeleyerek 'Ben onu da kaybetmekten çok korkuyorum.' dedi ve Demir'i durdurmak için zorla ayağa kalkıp, dışarıya çıktık. O manzarayı gördükten sonra her şey daha da kötüye gitti. Nefesini toplayıp, kan akıyor deyince yüzünü inceledim ama hiçbir şey yoktu, sonra bir anda kafası öne düştü. Kafasını kaldırdığımda ise burnundan ve ağzından kanın boşaldığını gördüm." Tuğba'nın suçlu bir nefesle beraber söylediği cümle kendini suçladığını gösteriyordu. "Ona bir şey olacak diye çok korkuyorum. Hepsi benim yüzümden oldu! Beyza ne olur beni affet." Elimi zorla Tuğba'ya doğru uzatmaya çalıştığımda gücümü yettiremedim ve elim bulunduğu yere düştü. "Yorma kendini ne olur, sadece beni affet." diye hıçkırıklarıyla konuşurken, gözlerimi sorun olmadığını gösterir şekilde açıp kapatmak için çaba verdim ama artık vücudumda her şeyin sonuna geldiğimi hissediyordum. Demir direksiyonu yumruklarken, çıldırmış gibiydi. Ferit, Tuğba'ya "Senin yüzünden olan ne Tuğba? Ne demeye çalıştığını anlamıyorum." diye sordu. "Beyza bu yıl yapacağımız buluşmaya katılmayacak, bir kaç saat önceden herkesi bulundukları yerde görecekti. Mert'in buluşmaya gelmeyeceğini birçok kişiden duyunca onu gelmesi için ikna ettim. Hatta insanlardan emin olamadığım için sosyal medyadan da sürekli takip edip, nerede olduğundan emin oluyordum. En son yemek yerken paylaştığı fotoğrafta Fransa'da bir restoran etiketliydi. Keşke gelmesi için ikna etmeseydim. Olmasından korktuğu her şeyi, bu akşam bir bir yaşadı. Birde aptal gibi 'Sen de ne çok kocanı düşünüyor oldun, bunların hepsi senin kuruntun.' diye dalga geçtim." Demir uzun süreli korna çaldıktan sonra ani fren yaptı. Arabadan inerken "Yardım edin!" diye bağırıp, beni kollarına aldı. "Beyza, seni çok seviyorum, dayan ne olursun." Gözlerinde gördüğüm bu ifadeyi hiç sevmemiştim. Aşkla bakan gözleri yok olmuş, büyük bir korkunun esiri olmuştu. Son bir kez daha bana aşkla baksa olmuyor muydu? "Hepsi benim yüzümden! Bana korktuğunu da vücudunda yolunda gitmeyen şeyler olduğunu sezdiğini de söylemiştin. Önceliğim ilk olarak sen olmalıydın, öfkem değil!" Demir hüzünlü sesiyle bitirdiği cümleyi yüksek sesle istediği yardım ile sonlandırıyordu. Onu böyle üzgün görmek istemediğim için hüznünü ondan almak istiyordum ama artık heybemdeki yük öyle ağırdı ki ne onu kaldırabilecek gücüm kalmıştı, ne de nefesim. Beni kendine doğru çeken karanlık sona doğru geldiğimi bana fısıldarken ben, son gücümü de sesime harcadığımı çok iyi biliyordum., "Öldürmedim de." "Hayır öldürmedim, senin yanına koştum." Beni kendine çeken karanlık tüm bedenimi esir altına alırken, vücudumdaki her şeyi tükettiğimi daha iyi anlıyordum. ⌛❤️⌛ Gözlerimi aralamak için çabalıyor ama bu sandığımdan da zor oluyordu. Vücudumdaki tüm kan çekilmiş gibi hissediyordum. Üzerime sanki ölü toprağı atılmış da onun altında eziliyorum. Epey bir uğraş verdikten sonra gözlerimi kısa süreli aralamayı başardım. Tükenmiş hüznüyle karşımda duran Demir, gözlerinde gördüğüm acıya bulanmış pişmanlıklara eşlik eden keşkeler ile birlikte aşkına tutunmaya çalışıyordu. Heybetli sesi gitmiş, yerine kaybetme korkusunun sardığı sesi gelmişti ve bu ses, bir an önce toparlanmam gerektiğini tüm vücuduma hissettiriyordu. "Sevgilim, sonunda gözlerini açtın." Dudağımın kıvrılması için çaba harcarken, gücümün biran önce yerine gelmesi için dua ediyordum. Kaç saattir bu halde olduğumu bilmiyordum ama Demir'i çok fazla özlediğimi, iliklerime kadar hissediyordum. Uyandığımı haber vermek için ayağa kalkıp, hemşireyle beraber kapıda kim varsa onlara söyledi. Dışarıdaki sevinç sesleri kulağımda çınlayınca başımın çok daha fazla şekilde ağrıdığını hissettim ve bu his istemsizce kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Demir bana doğru geldiğinde üzerini değiştirdiğini fark ettim; çünkü onu en son gördüğümde üstü başı kan içindeydi. Yanaklarımı avuç içine alıp, alnıma titreyen dudaklarını mühürledi. Bu temas karşısında kalbimde hissettiğim sıcaklıkla kendimi sorgularken buluyordum. Sevdiğin adamın sıcak dudaklarından yayılan his, alından direk olarak kalbe doğru yol alır mı? Alırmış, bunu da Demir'in titrek dudaklarıyla alnıma mühürlediği sıcaklığıyla beraber yeni yeni öğreniyor, artık onun dudaklarının bıraktığı hisle yeniden hayat bulduğumu hissediyordum. "Evet hastamız sonunda uyanmış, kontrol etmeye geldim." Doktorun gelmesiyle Demir, alnımdaki dudaklarını geri çektiğinde onun sıcaklığı ile hayat bulan yanım çoktan isyan etmeye başlamıştı bile. Doktor yanıma yaklaştığında, Demir'in elinin üzerindeki sargı bezini görünce sertçe yutkundum. "Nasıl hissediyorsunuz Beyza Hanım?" Doktorun sorduğu soruyu sanki duymamışım gibi Demir'in elindeki hasarı merak eden yanım zor topladığım sesim ile soru sormama neden oluyordu. "Demir canın çok yanıyor mu?" Sağ elimi öpüp, yanaklarımı okşamaya başladığı zaman gözlerinde gördüğüm hüzün beni yaralıyordu. Şu an gözlerinin sadece bana duyduğu aşka bürünmesini mümkün değil miydi? "Sen beni merak etme güzel karım, ben çok iyiyim." Doktor, Bora ÇETİN Doktor bir iki kere öksürünce ikimizde kafamızı ona doğru çevirdik. Karşımdaki doktorun erkek olduğunu görünce korkuyla elimi başıma götürüp, kontrol ettim. "Merak etme sevgilim, başın kapalı. Kimsenin saçlarını görmesine müsaade etmem. Onlar sadece bana ait." Gözlerim onun gözlerine akarken, mekandan ve zamandan uzaklaşmış gibiydik. Onun gözleri artık benim evimdi. Ne zaman kahvelerini görsem derinliklerine dalıyor, bana ait olan yerde uzun süre soluklanıyordum. Yukarıya kıvrılmasına çaba verdiğim dudaklarımla onun söylediğini onaylama ihtiyacı duyuyordum. "Sadece sana ait." "Tamam anladık çok aşıksınız ama burada ağaç olup, kök saldık. Hayır biraz daha konuşmasam, meyve vermeye başlayacağız." Doktorun cümlesiyle yanındaki hemşire kıkırdamaya başlarken, bakışlarım onlara doğru kaydı ve zaten tebessümün hakim olduğu dudaklarımla "Sanırım hangi meyveyi vereceğinizi merak ettim." diye sordum. Sorduğum soruya doktor gülerek "Daha önce hiç meyve vermediğim için bende bilmiyorum. Bir dahaki gelişimde konuşmam, hep beraber görmüş oluruz." diye cevap verdi. Doktordaki bakışlarımı Demir'e çevirdiğim zaman ciddi bir ifadeyle "Bence artık gülmemelisin." dedi. Demir'i artık tanıyordum, bu cümlesiyle 'Seni zaten aşırı derecede kıskanıyorum, gülümseyip daha fazla kıskanmamı sağlama.' diyordu. Aldığım mesajla gülümsememi soldurup, yüzümü ifadesiz bir şekle soktum. Doktor kontrollerini yapmaya başlarken "Size böyle yakışan bir gülüşünüz varken, bence hep gülümsemelisiniz." dedi. Demir'in kasılan çehresi sinyaller vermeye başlıyordu. Bugün başka bir olayı daha kaldırabilecek durumda değildim. Demir doktorun cümlesine hiçbir karşılık vermeden yüzündeki ifadeyi silmek için çaba verdi ve çok geçmeden yüzündeki o sert ifade değişti. Doktor ise tüm kontrollerini yaptıktan sonra konuşmaya başladı. "Gelmeden önce ne yaşadınız Beyza Hanım?" "Çok korkuyordum." "Tansiyonunuz çok yüksekti. Arka burundan gelen kan çok geç durdu. Yapılan tetkiklerde beyin kanaması tespit edemedik. Kan değerleriniz çok düşük olduğu ve aşırı kan kaybettiğiniz için kan takviyesi yaptık. Demir Bey kullandığınız ilaçların isimlerini söyledi. Onlara da yakın zamanda başlamışsınız. Beslenmenize dikkat edecek, sizi korkutan, strese sokan her ne ise hayatınızdan çıkaracaksınız. Tansiyon geçmişi olmayan birinin, bir anda tansiyonunun bu kadar yükselmesi normal değil." Doktorun cümlesine dışarıdan gelen sesler eklendiğinde kulağıma tanıdık ses çalındı. "Niye doktor hâlâ dışarı çıkmadı? Yoksa küçük pisuk kötü de siz bana yalan mı söylüyorsunuz?" Yatakta heyecanla doğrulduğum an gelen sesin hayal mi, gerçek mi olduğunu anlamaya çalışıyordum ama bir anda yaptığım hareket başımda büyük bir ağrıya neden olmuştu. "Pamuğum mu o?" Demir gözlerini, evet anlamında kısa süreli kapatıp açınca ne olursa olsun dedemin beni yatakta görmemesi gerektiğini biliyordum; çünkü zamanında ben, anne ve babamı kaybettiğimde o kotayı doldurmuştum. Hatta doldurmakla kalmayıp oğluyla gelinini aynı gün kaybeden dedeme çok daha büyük bir sınav olmuştum. Ayaklarımı yataktan sarkıtırken Demir'in "Daha iyileşmedin, sakın kalkayım deme." ihtarını, doktorun "Ayağa kalkmak için çok erken." ihtarı destekliyordu. Kolumdaki serumu çekiştirirken "Pamuğum beni ayakta görmezse çok üzülür. Ben iyiyim ve sandığınızdan daha güçlüyüm." dedim. "O yüzden mi, bu haldesiniz Beyza Hanım?" "Konu tartışmaya açık değil doktor bey. Gerekirse imza atar, çıkış işlemlerini başlatırım." Demir, doktora söylediğim sözleri duymamış gibi önüme gelerek beni durdurmaya çalışıyordu. "Demir, pamuğuma ne kadar çok düşkün olduğumu en iyi sen biliyorsun. Beni hastane yatağında görmenin ona iyi gelmeyeceğini çok iyi biliyorum. Ben bu uğurda Trabzon'a veda edip, İzmir'e okumaya gelmiş bir kızım. Onun gözlerinde gördüğüm o ifadenin anlamını yaşadığım tecrübelerden dolayı çok iyi biliyordum. Ne olur yanımda olup bana destek ol. Eğer yanımda olmazsan, bu hastanede bir dakika bile durmam. Beni tanıyorsun Demir, durmam diyorsam durmam." Demir, üzerimde olan bakışlarını doktor ve hemşireye doğru çevirip, serumu çıkarmaları için işaret etti. "Sen var ya inatçı, asi, hırçın, geveze ve henüz büyümeyen bir çocuksun Beyza. Beni fazlasıyla çıldırtıyorsun!" Demir'in cümleleri içtenlikle tebessüm etmeme neden olmuştu ve ben bakışlarımı yakışıklı kocamın yüz hatlarında dolaştırırken gözlerinde gördüğüm şu ifadenin eski aşk dolu ifadeye dönmesini istiyordum. "Bu kadar şikayetçiysen evlenmeseydin Demir. Hatta ailem hazır buraya kadar gelmişken onlarla döneyim de daha fazla çıldırma." Cümlelerim Demir'in gözlerindeki hüznü oradan silerken eski aşk dolu ifadeye dönüşmesini sağlamıştı ama sanki yeteri kadar fazla değildi. "Evet evet, kesinlikle giderken beni de yanlarına alıp götürmeleri gerekiyor." "Hadi bir dene bakalım Haniftam, seni benden alabiliyorlar mı hep beraber görelim." Demir önüme gelerek söylediği sözleri iç çekerek devam ettiriyordu ve böylece gözlerini sevdiğim haline büründürmeyi başarıyordum. "Sana böylesi aşıkken, bir adım bile uzağa gidemezsin." Çok güzeldi; onun gözlerinin derin kahvelerine bakmak çok güzel ve ayrıca anlam doluydu. Gözlerinin derinliklerindeki bakışlarımı oradan çekip Demir'in tutmam için uzattığı koca ellerine doğru götürdüğümde şimdiden yorulmuş hissediyordum. Derin bir nefes alarak gücümü toplayıp ayağa kalktığım an, gözlerimin kararmasına ve ardından vücudumun arkaya doğru çekmesine engel olamamış, kalktığım yere tekrar oturmuştum. "Çok erken Beyza Hanım. Kesinlikle kalkmanıza izin vermiyorum, hemen yatağa yatın!" Doktorun sesi net bir şekilde ikaz doluydu. Ona doğru kafamı çevirdiğimde "Siz, beni kesinlikle tanımıyorsunuz." deyip, tekrar Demir'in kolundan destek aldım. Yolunda gitmeyen çok şey vardı ama yolunda gitmeyen her şeyi derin bir nefes alarak görmezden gelebilirdim. "Çok asisin Beyza, şu an sesimi kontrol altında tutmak için kendimi zor tutuyorum ama o pis inadının da farkındayım. Eğer sesimi kontrol altında tutamazsam bu sefer bana da kızıp elimden alacağın desteği sonlandıracağını biliyorum." Demir'in cümlesine cevap vermeden kapıya doğru ilerledim. Bir an önce dedemi görecek, onun boynuna sarıldıktan sonra uykum var bahanesine sığınıp yatacaktım, yoksa yeri boylamam an meselesiydi. Demir kapının kulpunu tutarken doktor ve hemşirenin her hareketimi temkinli şekilde izlediğini gördüm ama ben, yüzüme yaydığım tebessümün ne kadar gerçekçi göründüğü ile ilgileniyordum. "Nasıl görünüyorum Demir?" "Her zaman olduğu gibi çok güzelsin Haniftam." Demir'in cümlesine doktorun kahkaha sesi eşlik ederken bu sese bir de cümleleri ekleniyordu. "Aşkın gözü kördür derlerdi de inanmazdım. Bir anda karşıma çıksa hortlak var diye bağıracağım yüze her zamanki gibi güzelsin diyor." Doktora doğru bakarken yanındaki hemşire gülmemek için kendini zor tutuyordu. Hemşirenin kendini zor tutan ifadesiyle doktorun söylediği cümle birleştiğinde ciddi ifadem tebessüme dönüp, bu halde bile içimden gelen kahkahayı durduramamıştım. Bende kahkaha atınca hemşire de bize eşlik etti ama bu kahkahanın bedelini hissettiğim yoğun ağrıyla ikiye doğru katlanarak ödedim. Demir öne doğru katlanan bedenime destek verip, tekrar eski haline döndürmeyi başardıktan sonra uyarı niteliğindeki sesiyle konuşmaya başladı. "Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Ayakta durmaman gerekirken sen buna kulak asmayıp bir de kahkaha mı atıyorsun ve bu kahkahaya da doktorun olacak adam mı neden oluyor?" "İtiraf et Demir, kesinlikle komikti." Demir kapıyı açarken "Sizin komiklik anlayışınız çocuklar için sanırım." dedi. Kapı açıldığında gözlerime inanamadım. Tüm Akmanlar karşımdaydı. Dedem oturmuş bastonuna başını dayarken, amcalarım sırtını sıvazlıyordu. İki ağabeyim, Kenan, Mehmet, Yavuz Selim koridorda deli gibi sağa sola volta atıyor, yengelerim ise sessiz sessiz ağlıyordu. Dedemin güçsüz sesi ise boğazımda yumru oluşmasına neden oluyordu. "Neredeyse sabah olacak, benim Haniftam iyi olsaydı çoktan ayağa kalkardı. Allah'ım karımı, uşağımı, gelinimi benden aldın, hepsine dayandım ama Delibaşımın gidişine dayanamam. Sana yalvarıyorum ondan önce benim canı-" Dedemin cümlesinin bitmesini beklemeden böldüm. "Oo pamuğum sende beni erkek torunların gibi kibarcık yaptın. Sen, Delibaşının ne kadar güçlü olduğunu bilmiyor musun?" Hepsi aynı anda bana döndüğünde koridorda mutluluk sesleri yankılanıyordu. Ağabeylerim yanıma koşup alnımdan öperken iki taraftan sarıldılar. Demir de kenara çekilip, yorulan bedenini duvara yaslayarak dinlendirdi. Dedem yanıma doğru gelirken yaşlı gözleri, acılı ve ıslak görünüyordu. Yaşlı da olsa benim dedem heybetli bir adamdı ama şu an heybetinden eser kalmamış, sanki bedeni yaşadığım zor günlerde olduğu gibi küçülmüştü. Şahit olduğum tanıdık görsel, ayağa kalkarak onu karşılamamın doğru karar olduğunu gözler önüne seriyordu. "Delibaşım sen nereyesin ya, bu kadar uyuklamak olur mu?" Dedeme doğru bir iki adım daha attığımda gücümü iyice tükenmiş hissediyordum ama ben, dedemin gözlerindeki o ifadenin biran önce oradan silinmesini istediğim için yüzüme daha fazla gülümseyen bir ifade yayıyordum. "Pamuğum sen gelirsinde ben uyuklar mıyım? Hep içerideki doktorun yüzünden bunlar oldu. Daha genç olduğu için acemi midir nedir, serum yerine yanlışlıkla uyumam için bir şeyler vermiş." Söylediğim cümleye herkes gülerken doktorun öksürme sesi geliyordu. Kafamı ona doğru çevirdiğimde "Hortlak esprisinin karşılığı olarak sayarsınız." dedim. Kenan yanıma doğru gelirken "Emicemin psikopat manyağına hiçbir şey olmaz, size korkmayın demiştim. Bakın doktorunu bile sinir ediyor." dedi. Mehmet omzuna bir tane vurup "Hadi len oradan, hastaneye kaldırıldı haberini alınca kırıp, dökmediğin yer kalmadı. Asıl ben size, sırf bizi özlediği için oyun yapıyor, Oscarlık oyuncudur o, siz bilmezsiniz demedim mi?" dedi ve karşıma geçti. Dağılan saçını düzeltirken gözüm, elinin üzerine gitti. Elinin üzerinde kurumayan kanları görünce tebessüm ederek "Herhalde hastaneye kaldırıldı haberimi alınca benden kurtulduğun için sevinip, duvarı yumrukladın kuzen." dedim. "Allah korusun kuzen, şakası bile kötü." Amcamlar ve yengemlerde gelip sıkıca sarıldıklarında artık iyice güçten düştüğümü hissediyor, ara ara sendeliyordum. Dedem ilaçlarını içmediği için amcamlar yemek yemeye götürdüklerinde Zehra bana sarılıp hıçkırıklarla ağlıyordu. "Sana bir şey olacak diye çok korktum! İşten güçten fırsat bulup, gelemediğim için çok üzgünüm." "Ağlama kuzum, ben iyiyim." Zehra'nın sırtına elimi götürüp sıvazlamaya çalıştığımda artık gücümün son sınırındaydım. Biran önce dinlenmem gerekiyordu ama Yavuz Selim'e kayan gözlerim, yine odak noktamı değiştiriyordu. O benim yanıma gelmek yerine kızaran nemli gözleriyle sadece bana uzaktan bakıyor, dağılmış saçları, çökmüş çehresi ile çok şey anlatsa da o, sadece susuyordu. "Mavi Gökyüzümü gören oldu mu beyler? Hava sağanak yağışlı ve ben, bu havada üşüyorum." Cümleme karşılık olarak Yavuz Selim kafasını iki yana salladı. Bulunduğu yerden bir adım bile atıp, yanıma gelmedi. Gözlerinde gördüğüm öfke, Demir'in gözlerinde gördüğüm öfkeyle aynıydı. Benim bu hale gelmemi sağlayan adamı bulup, onu bu dünyadan silmeden yanıma gelmeyecekti. Yaşadığım korkular tekrar bedenimde alevlenirken, titremeye başladım. "Yavuz Selim sakın! Ölümüm olursun!" Yine beynimdeki tüm damarlarla beraber ensemde hissettiğim yoğun ağrıya kan kokusu eşlik ediyordu ve bu sefer vücudumda çok daha fazla tuhaflık seziyordum. Zor kontrol altında tuttuğum bakışlarım Yavuz'un öfke dolu ifadesinde gezinirken onun başını iki yana sallayıp kurduğu cümleyi duyuyordum. "Demir'in yarım bıraktığı işi bitirmeden asla durmayacağım!" Ben ailemden kimseyi kaybetmeyeyim diye bunca acıyı çekerken, onlar birer birer savrulup, benden gitmek için yarışa giriyor gibiydiler. Bir kaybı daha kaldıracak gücüm yok dedikçe onlar kaybım olmak için uğraşıyorlardı. Oysa ben, ayakta durmak için olmayan gücümü tüketiyor ve artık bu duruma katlanamıyordum. "Peki şimdi de sen ölümüm ol..." Dünyanın yaratıldığı ilk günden bu yana, her insanın kendince verdiği bir sınavı vardı. İşte benim sınavım da tam olarak buydu. Beni çok seven insanları kaybetmemek için uğraşıyor, onlar için elimden gelen fedakarlığı yapıyordum. Sırf bu uğurda ben, ailemden kayıp vermemek adına sevmediğim bir adama boyun eğip evlenmiş, onu asla kocam olarak görmeyi kabul etmezken; rüyalarında babası tarafından azarlandığı için ona şans vermiş, onu sevmek için gururunu hiçe saymış biriydim. Kimse ruhumdaki yangınları görmüyordu. Herkes beni sevdiğini iddia edip, bunun bedelini yine benden çıkarıyordu. Aynı şu an olduğu gibi. Kaybetme korkusundan kalbim yerinden çıkacak gibi hızla çalkalanarak atarken, genzimden akan sıcaklıkla son gücümü de bitirmiştim. Ağabeylerim öne doğru yığılan bedenimi tuttukları sırada beyaz zemine karışan kırmızılığa Zehra'nın attığı titrek çığlık da eşlik etmişti. "Çok kan var! Beyzaa, Beyza sakın gitme! Benim hiçbir suçum yok, bunlar yüzünden beni cezalandırma!.." Doktor önüme eğilip, hızla kontrol ederken "Sedye!" diye bağırdı. Gözlerim yukarıya doğru kaydığında ise yanındaki hemşirenin "Bilinci kapanmak üzere!" dediğini duydum. Şahit olduğum her detay benim sona yaklaştığımı hissettirirken şahit olduklarıma bir de Zehra'nın hızla yere çarpan bedeniyle kesilen çığlığı ekleniyordu. Doktorla kısa süreli gözlerimiz buluştuğunda ağzımın içinde dolaşan kelimeleri dökmek için çaba veriyordum "Dedem bilme-" Doktor gözlerini tamam anlamında kapattığında ben karanlığa teslim oluyordum ve bu teslim olduğum karanlıktan bir daha çıkmak istemiyordum; çünkü ne kadar tedavi görsem de yaşadığım kaybetme korkusuyla bir türlü baş edemiyor, bu yoğun duyguyu bir daha yaşamak istemiyordum. O yüzden çekildiğim karanlıkla artık ebedi hayata göç etmeyi tüm kalbimle istiyordum ama tüm seslerin içinden sıyrılarak kulağıma çalınan Demir'in sesi, isteklerimi yerle bir ediyordu ve ben tuhaf bir şekilde en çok onun için üzülüyordum. "Sakın beni bırakayım deme Beyza, yoksa benim ölümümde sen olursun! " ⏳ ⌛ Kulağımda başlayan uğultular anlam kazanmaya başladığında Demir'in inilti şeklinde çıkardığı ses, ruhumu sarıyordu. "Yemin ederim ona bir şey olursa, yaşayamam..." ⌛💙⌛ "Şerefsiz hiçbir yerde yok Demir. Tüm hastaneleri uçaktan inmeden önce aramaya başladım. Yurt dışı çıkışlarını kontrol ettirdim. Yer yarılmış içine girmiş sanki yok!" Beyza'nın yüzünün kanlı hali gözümün önüne geldikçe çıldırıyordum. Yetmezmiş gibi Yavuz Selim ile aramaları sürdürdüğümüz halde, hiçbir sonuç vermiyordu. "Yavuz, o iti bulmamız gerekiyor. Söylediği laflar, aklımdan çıkmıyor. Sanki vurduğum her darbede keyif alıyordu ve gözleri, söylediği cümleleri hayata geçirmek için durmayacağını gösteriyordu." Yavuz Selim, güç vermek için omzumu sıktı ama o da tükenmiş görünüyordu. Kendini arkaya doğru atıp, ellerini yüzünde gezdirdikten sonra öfkeyle saçlarını karıştırdı. "Beyza aklımdan çıkmıyor Demir. Ona hiç belli etmemem gerekiyordu. Seni kaybetme korkusu yetmezmiş gibi bir de üstüne ben eklendim. Allah benim belamı versin! Nasıl öfkeden gözüm döndü de ona bir şey olacağını hesaplayamadım." Odanın kapısı sert şekilde açıldığında içeriye Ali Asaf, Mehmet ve Kenan girdi. Ali Asaf alev saçan gözleri, kendini sıkmaktan alnında beliren damarları ile Yavuz'un ve benim boğazıma yapışıp, dişlerinin arasından konuştu. "Bugün de uyanmadı! Ona bir şey olursa, ikinizi de öldürsem içim soğumaz, üstüne o atmayan kalbinizi ellerimle sökerim!" Boğazımızdaki eli git gide sıkılaşıyordu ama bu benim zerre umrumda değildi. Kalbimdeki yangın öyle büyüktü ki öldürse hissetmeyecek durumdaydım. "Lan hele sen Yavuz Selim, sen nasıl zorluklardan geçtiğini bilmiyor musun? Annemle babamı kaybettikten sonra onların kanlar içindeki bedenini unutamadığını, yıllarca çığlık çığlığa geceleri uyandığını, 3 senemin İzmir, Trabzon arasında mekik dokuyarak geçtiğini bilmiyor musun? Hadi bu yeni evli Beyza'nın geçmişini de yaralarını da bilmiyor. Benim kardeşim sana, ölümüm olursun dediği halde o lanet çeneni nasıl kapalı tutmadın!" Ellerini bir kez daha sıkıp, öfkeyle arkasını döndü ve önüne ne geliyorsa talan etti. "Lan güçsüz işte, neyini görmüyorsunuz? Ayakta durmak için çabalayıp, işi sürekli espriye vuruyor. Asi tarafıyla hayata bizim için tutunmaya çalışıyor, neyini görmüyorsunuz hayvan herifler? Neyini! Lan kardeşimi gerçekten bu kadar az mı tanıyorsunuz? Birimizi dahil kaybetmeye gücünün olmadığını göremeyecek kadar kör müsünüz? Eminim orada yatarken gözlerini kendi için değil, yine bizim için açmaya çalışıyordur!" Ali Asaf'ın cümleleri çalan telefonla son buldu. Mehmet gelen telefonu açtığında öfkeyle "Bekliyorum gönder!" dedi. Gelen mesajla, "İşler sandığımızdan kötü, takıntı haline getirmiş it. Hepinizin telefonuna görüntüleri attım. Fransa da ve Türkiye deki evinde bulduğumuz görüntüler." dedi. Gelen bildirimle, telefonun ekranını açtım. Çikolata saçlarıyla masumca uyuyan, ekran fotoğrafına kalbimi bıraktım. Gelen mesajlara girdiğimde göğüs kafesim sıkıştı. Okul yıllarından başlayan, düzenli çekilmiş fotoğraflar vardı ve habersiz çekildikleri çok belliydi. Fotoğraflarda ve notlarda benimle ilgili hiçbir şey olmadığına göre en son yazın çekilmiş olmalıydı. Onunla ilgili tutulmuş notları okumaya başladığımda artık gerilen sinirlerimi kontrol altına almakta zorluk çekiyordum. Yerimden öfkeyle kalkıp, küfürle beraber yumruklarımı duvara geçirdiğimde hissizleşen bedenimde varlığını koruyan tek yer; ona ait olan kalbimin sancıyan yanıydı. "Araştırmaya devam edin! Ben Amerika'daki eli kolu uzun tanıdıklara da haber vereceğim. Belki de yurtdışına çıkmadı şerefsiz, buralarda saklanıyor." ⌛❤️⌛ "Küçüğüm, sana bir şey olursa bu dünyaya sığamam, benden sakın bunu bekleme. Ne olur dön abim, dön ki Zeynep'im babasız, Meryem'im kocasız kalmasın." Alnımdaki sıcaklığa Ali Asaf ağabeyimin sözleri eşlik ediyor, yüzümü ıslatan yaşlarla bana duyduğu merhameti harmanlıyordu. " Hüseyin abi kıza öyle deme. Söylediklerini duyar o, birde onlar için üzülür. Ana yadigarım, bizi zaten bırakmaz. Bırakmazsın değil mi abim? Bizi sensiz bırakıp, yakmazsın." Ağabeylerimin titreyen sesleriyle, yüzüme ve elime damlayan yaşları birleşiyor, dönmem için nedenlerimi tek tek hatırlatıyordu ama ben, dönüp gözümü açamayacak kadar tükenmiş ve bir başka acıyı kaldıramayacak kadar yara almıştım. ⏳ ⌛ Yavuz Selim'in dişlerinin arasından soluduğu acılı sesini duyuyordum. "Siz ne işe yarıyorsunuz, neden uyanmıyor?" Demir'in sesi Yavuz Selim'i destekliyordu. "En iyileri olduğunuz için sizi buraya getirdik, hâlâ hiçbir sonuç yok. Hani uyanmaması için nedenler azalıyordu?" Doktorun sinirli sesi bölüyordu. "Size korkudan, stresten uzak dursun dediğimde beni ciddiye almamıştınız. Hastayı tekrar bu hale getiren sizsiniz! Sizin onu korumak adına yaptığınızı düşündüğünüz şey, onda korkunun ve stresin tetiklediği yüksek tansiyona bağlı yoğun kanamaya neden oluyor. 24 yaşında gencecik daha, siz bu kıza ne yaşatıyorsunuz? Şimdi çıkın odadan, kontrollerini yapacağım!" Odada oluşan hengame kalp atışlarımı hızlandırıyor, beni daha fazla karanlığa hapsediyordu. ⏳ ⌛ "Kuzen canım, sen hep benim en yakın dostum oldun. Sana açamadığım dertlerimi bile hep anladın. Seni çok özledim. Beni duyduğunu biliyorum. Dedemi merak etme sakın. O, Demir'lerin evinde, en son seni ayakta gördüğü için bir şekilde idare ediyoruz. Bizimkilerde sahtekarlık çok, bazen photoshop yapıp atıyorlar, bazen videoda oynamalar yapıyorlar dedemde böylece kuşkulanmıyor. Bir tek bugünde mi eve gelmeyecek diye soruyor? Olsun sen iyi ol benim can kuzenim, biz seni sabırla bekleriz." Zehra'nın narin sesi içimi huzurla doldururken, elimdeki elini tutup, onu duyduğumu hissettirmek istedim. Var gücümle sıkmaya çalıştım fakat vücudum yorgundu. Gözlerimi aralamayı denediğimde, azda olsa içeriye ışık girmişti ama bu çok kısa sürmüştü. ⏳ ⌛ "Aysun hemşire, siz bunun böyle masum göründüğüne sakın aldanmayın. Bir uyansa hastaneyi birbirine katar." Tuğba'nın sesi herkese göre neşe dolu olsa da öyle olmadığını çok net bir şekilde hissedebiliyordum. "Ama aynı zamanda da varlığı herkese şifa olur. Yani genelde öyle oluyor. Beyza'ya ne zaman sıkıntımı açsam o sıkıntı uçup gidiyor." Tuğba'nın sesi uzun süre kesildikten sonra kulağımın yakınlarında sıcaklık hissettim ve peşine de Tuğba'nın fısıltılı çıkan sesini. "Beyza, babam ilk defa ağız ucuyla da olsa beni özlediğini söyledi." Yine sessizlik olduktan sonra sesini neşeli bir hale getirip konuşmasına devam etti. "Üff kızım uyan işte, sen olmadığın için bu hisle nasıl baş edeceğimi bilmiyorum. Uyanman ve iki saat konuşup başımın etini yiyerek bana yol göstermen gerekiyor." O benim can dostumdu ve söyledikleri içimin bir yerlerini sıcacık etmiş, onunla ilgili nice güzel anıyı bana hatırlatmıştı. "Aysun hemşire! Aysun hemşire onun dudakları hareket etti!" ⌛ Etrafımda tıkırtı seslerinden başka ses yoktu. Gözlerimi aralamayı kısa sürede olsa başarmıştım. Bir kaç kere denedikten sonra gözümü ışık acıtsa da açabilmiştim. Başımın ucundaki adımlar, yanıma doğru geldi. "Sonunda uyandınız mı, İnatçı Hanım?" Konuşmaya gücüm yoktu. Zor olsa da gözlerimi evet anlamında açıp kapattım. "O gün yataktan kalkmanıza asla izin vermemem gerekiyordu, daha kendinizi toparlamadan tekrar aynı şeyleri yaşadınız ve bu sefer uyanmanız uzun sürdü." Sanki tüm beynim uyuşmuştu ve ben, konuşmayı bile unutmuş gibi hissediyordum. ⌛ Bitmiyordu, ne içeriye girip çıkan doktorlar ne de yaptıkları testler hiçbir şey bitmiyordu ve bir zamanlar ruhumda yer edinmiş hastane kokusunda hiçbir değişiklik yoktu. "Nasıl hissediyorsunuz İnatçı Hanım?" Kendimi aşırı derecede yorgun hissediyordum ama en çokta kalbimdeki yorgun duygular yerini koruyor bir de buna özlem duygusu ekleniyordu. "Yorgun ama en çokta burası yorgun." derken, elimi bu kadar güçsüzlükte kalbime götürüyordum. Sanırım hâlâ kalbimdeki korkular yerini koruduğu için yüzleşeceğim hiçbir gerçekliğe hazır değildim. Gözümden sızan bir damla yaşla beraber, doktor yatağın kenarına oturdu. Elini gözyaşımı silmek için uzatırken "Lütfen durun." dedim. "Tamam dokunmuyorum. İnsanları çok düşündüğün ve önceliği onlara verdiğin için o yorgunluk. Artık dur ve önceliklerini kontrol et." Kafamı iki yana salladım. Onun için bunları konuşmak kolay olabilirdi ama benim için ne yazık ki kolay değildi. Yüreğimdeki yük gözlerimden dışarıya damlalar halinde taşarken ben sanki anlatırsam yüklerimden kurtulurmuş gibi hissediyordum. "İnsan beklenmedik anda, anne ve babasını bir kazada kaybediyorsa ve o kazada savrulan bedenlerini görüp, yardımlarına tek başına koşuyorsa bir anda her şey değişiyor. Ne yüzlerinden sildiğiniz kanın sıcaklığı gidiyor elinizden, ne de gözlerinize son kez baktıktan sonra ebediyete kapanan gözlerinin görüntüsü. Yıkık dökük, uzun yıllar süren tedavilerle beraber, içinizden sürekli bir daha kimseyi kaybetmemeliyim diyorsunuz. Sonra bir bakıyorsunuz, mutsuzluğunuza rağmen önceliğiniz onlar olmuş. Birde onlar için seçtiğiniz mutsuzluğu bilseler, sizi asla affetmeyeceklerini de biliyorsunuz?" Cümlelerimi öylece susturup derin bir nefes aldım ama aldığım nefes omuzlarımın düşmesine neden olmuştu. "Yani içinde ne yaşarsan yaşa ama seni seven kimseye bunu belli edip, onları asla üzme... Son zamanlarda yaşadıklarımın kısa özeti bu cümle." Gözyaşlarımı silerken, kendimi çok daha yorgun hissediyordum. Sanırım biraz uyuyup bu duygulardan sıyrılmam gerekiyordu ve ya ben, kendime yeni bir kaçış kapısı aralıyordum. "Ben biraz uyumak istiyorum. Aslında arkamdan kahrolmayacaklarını bilsem, hiç uyanmamak istiyorum. " " Sağlığınla ilgili her şey yoluna girdikten sonra, neden günlerdir gözlerini açmadığın, şu cümlenden çok belli oluyor İnatçı Hanım." Yataktan kalkıp doğrulduktan sonra yatağın kenarlığını tutarak, hafif yüzüme doğru eğildiğinde bakışlarımı ellerime sabitledim. "Uyandığını şimdi onlara söyleyeceğim ama içeriye kimseyi asla almayacağım. Odanın anahtarı bende olacak. İstiyorsan beni imza atıp, çıkmakla tehdit et ama kesinlikle buna kendini toparlamadan müsaade etmeyeceğim." Allah'ım hayatımda değişen neydi de artık doktorun bile akıllısı beni bulmuyor, bir de üstüne üstlük bunlarla uğraşıyordum? Hayır bir zamanlar gayet aklı başında insanlarla çevrili olan hayatımda ne değişmiş olabilirdi? Kendimi sorgulamaya devam ederken doktora "Neye üzülüyorum doktor bey biliyor musunuz?" diye sordum. "Neye üzülüyorsunuz İnatçı Hanım?" "Doktorun bile akıllısı beni bulmuyor, öyle de bahtsız bir insanım." Ayağa kalkıp, uzaklaştığında ellerimde ki gözlerimi ona doğru çevirdim. Kahkaha atıp, güllerken kapıya doğru gidiyordu. "İnatçı olduğu kadar da uzun dilli hanımefendi." Kapıyı açmadan arkasından seslendim. "Doktor bey bir dahaki gelişinizde, yanınızda hemşirede olsun." "Başka bir arzunuz var mı İnatçı Hanım? Çekinmeden söyleyin." Hafif sırıtarak " Artık karnım aşırı derecede acıktı, birde size zahmet olmazsa eşime, canımın çikolata çektiğini söyler misiniz?" dedim. Kapıyı açarken "Yemek yemene izin verdim de sanki, çikolata yemen eksik kaldı. Mamalara devam edeceksin." diye söylenerek çıktı. Aradan bir kaç dakika geçtikten sonra kapının önünde mutluluk naralarıyla beraber, büyük bir hengame yaşandı. "Sen kimsin de benim karımın kapısını kilitliyorsun, aç kapıyı karımı göreceğim!" Demir'in sesi her yeri inletiyor, Yavuz Selim de Demir'i destekleyen cümlesini haykırıyordu. "O kapıyı kırmasını da biliriz. Doktorsan yerini bil." Sinan ağabeyim, Yavuz'a " Seni şurada boğarım hayvan herif. O kız, orada yatıyorsa bu senin yüzünden. Ölümüm olursun dediği halde kapatamadığın o lanet çenen yüzünden, kız hâlâ orada yatıyor!" diye bağırdı. Yavuz Selim titreyen sesiyle "Ağabey kardeşim, canım, her şeyim o benim, onu görmem lazım. Benim yüzümden orada yattığını biliyorum ama yine de görmem lazım... " dedi. Doktorun kararlı sesi karışıklık haline dönen konuşmaları bölüyordu. "Özellikle ikiniz uzak duracaksınız. İkinizde bencil adamların tekisiniz. Buradaki kimsenin sesi çıkmamışken, bir tek ikiniz bağırıp çağırıyorsunuz. Odada sizin bağırmalarınızı duyduğu zaman, üzüleceğini bile düşünmüyorsunuz değil mi? Hasta daha 24 yaşında, tansiyon geçmişi olmadığı halde siz bu kızda nelere neden oluyorsunuz da bu hale getiriyorsunuz, gidin onu bir düşünün." Değişen hiçbir şeyin olmadığına şahit olmak kalbime iyi gelmemişti ve ben, daha fazla hiçbir şey duymak istemediğim için örtüyü başıma çekip, uyumaya çalıştım. ⏳ ⌛ Burada zaman kavramımı kaybetmiştim ve ne kadar zaman geçtiğini tam olarak bilmiyordum. Kapı açılma sesinin peşine doktorun sesini duydum. "Hemşire hanım, galiba hasta saklanıp, görülmediğini sanıyor. Gidin örtüyü indirin de onu gördüğümüzü anlasın." Örtüyü başımdan indirip, onlara doğru döndüm. Tek başıma burada canım aşırı derecede sıkılmıştı. "Doktorun, esprisiyle soğuk duş aldıranı bile beni buluyor, öyle de bahtsızım." Hemşire kıkırdamaya başlarken, doktorun kaşları yukarıya kalktı. "Hastanın da en inatçısı, en gevezesi beni buluyor, ben ses çıkarıyor muyum?" Yerimden doğrulmaya çalışırken, hafif tebessüm ettim ama vücudum aşırı derecede güçten düşmüştü ve bu kadar basit bir hareket bile beni yoruyordu. Hemşire zorlandığımı anlamış olmalı ki doğrulmam için yardımcı oldu, ben de o sırada yakınımdaki yüzünü inceleyip gözlerimi şenlendiriyordum. Yeşil gözleri, siyah kirpiklerinin arasından ışıldıyor, harika yüz hatları dalgalı siyah saçlarıyla tablolaşıyordu. Yardım ettikten sonra biraz gözlerini üzerimde gezdirdi ve ardından geriye doğru gitti. "Teşekkür ederim hemşire hanım çok naziksiniz. Bu arada maşallah çok ama çok güzelsiniz." Söylediklerim hemşirenin gülümsemesine neden olduğunda göz ucuyla doktora doğru baktı ve ardından bakışlarını tekrar bana çevirdi. "Sizde öylesiniz Beyza Hanım. Hatta bir şey itiraf edeyim mi?" "Hımm bayılırım itiraflara, bir şey değil çok şey itiraf edebilirsiniz." Yatakda biraz daha doğrulup, gülmeye başladım. Hemşire önüne düşen saçını arkaya doğru atarken yüzünde ki gülümseme büyüdü. Doktor da ne diyeceğini merak ettiği için o da hemşirenin yanına geldi. "Genelde bu odaya gelmek için biz, hemşire arkadaşlarla yarışıyorduk." Şaşırarak hemşireye baktım. "Neden? Yoksa uyurken konuşuyor muydum? Doktor bey bu mümkün mü?" Korkuyla sorduğum soruya bir cevap alamadığımda daha fazla gerildim ve teslim olmuş şekilde konuşmaya devam ettim. "Ay konuşuyorsam eğer, kesinlikle susmuyorumdur da." İkisi bir anda gülmeye başladığında, ben onlara eşlik edemedim. Nihayetinde rezil olan da ne dediğini bilmeyen de bendim, onlar değil. "Hayır Beyza Hanım konuşmuyordunuz. Bu odaya girdiğimde içimi ayrı bir huzur kaplıyordu. İşlerim bittiği halde, eğer odada kimse yoksa sizi izleyip, uyurken böyle sevimli görünüyorsa, uyandığında nasıldır acaba diye düşünüyordum. Tabii bu kadar uzun süredir, kapınızın önündeki kalabalık da hiç eksilmedi. Yanınızda kim varsa sizinle olan muhabbetleri, size bakışları öylesine güzeldi ki insan ister istemez çok sevildiğiniz için sizin karakterinizi merak ediyor. " "Allah Allah insanlar genelde sevimli olduğumu düşünmez; aksine asi, inatçı, geveze, onları çıldırtan bir çocuk olduğumu düşünürler- " Kapının aralığından gelen ses, konuşmamı böldü. "Evet, zaten öylesin güzel karım." Demir'e, Kenan'ın "Lütfen psikopat bir manyak olduğunu düşünenlerde var." sözü eşlik etti. Mehmet sırıtarak "Cadı olduğun gerçeğini unutmayalım." dedi. Son olarak Yavuz Selim "İnsanı yola getirmek için ona acı çektirmekten zevk alan birisi olduğunu da ekleyelim." dedi. Herkes tebessümle gülerken, onlarla bu şekilde sürtüşmekten ne çok keyif aldığımı hatırladım ve ardından çatık kaşlarımla konuşmaya başladım. "Bu sahtekarlar siz varsınız diye benimle tatlı tatlı muhabbet etmiştir. Arada bir uyurken, nefes alamadığımı hissediyordum. Demek ki bu caniler, yastıkla beni boğmaya çalışıyorlarmış. Hepsinden şikayetçiyim, melek görünen şeytan bunlar. Gerçek yüzlerini bir tek ben görüyorum." Kahkaha atarak içeriye girdikleri sırada hepsini çok özlediğimi hissettim ama Demir'e duyduğum özlem çok daha derin ve uç noktadaydı. Onunla buluşan gözlerim, onun gözleri tarafından kuşanmak istiyordu fakat bu kuşanmanın önüne geçmem gerektiğini biliyordum. "Doktor bey, hani odaya girmek yasaktı. Bunları yanımda istemiyorum." Ağzımdan savaş vererek çıkardığım cümle hepsinin yüzünün düşmesine neden olurken, doktor onların yanına doğru gitti. Mehmet ve Kenan bulunduğu yerde dururken Demir, doktorun söylediğini umursamadığını omzuna çarpıp yanıma gelerek gösterdi ve buna Yavuz Selim de katıldı. İkisinin bakışları karşısında gözlerimi onlardan kaçırarak, tırnak kenarıyla oynadığım ellerime sabitledim. "Size bu odaya girmeniz yasak dedim. Özellikle de ikiniz için ama görüyorum ki yine siz söz dinlemiyorsunuz!" Doktorun sert sesiyle söylediği cümleye Demir "Karımı görürken senden mi izin alacağım, sen kendi işine bak!" diye karşılık verdi ve Yavuz Selim, Demir'i destekler tarzda "Aynen öyle." dedi. Doktor öfkeyle solurken, yanıma doğru geldi. Üçü arasında gerçekleşen gergin bakışlar çok yoğundu ve yine kimsenin beni umursadığı tam olarak söylenemezdi. "Doktor bey lütfen, benim için sıkıntı yapmayın. İkisinin de niyetinin ne olduğunu artık çok iyi biliyorum. Yarım bıraktıkları işi, bitirmeye geldiler." Ortamda buz etkisine sebep olan cümlelerimi devam ettirirken önce Demir'e ardından da Yavuz Selim'e doğru bakarak konuşuyordum. "Birine sana ihtiyacım var, çok korkuyorum dediğimde duymamazlıktan geldi. Bir diğerine de ölümüm olursun dediğim halde, kulaklarını tıkadı." İkisinin üzerindeki bakışlarımı çekip doktora bakarak konuşmamı hayal kırıklığının yansıdığı sesimle devam ettiriyordum. "Sizin sözünüzü dinleyip, benim iyiliğim için bu odaya girmeyeceklerini mi sanıyorsunuz? İkisinin bencil olduklarını o gün, çok iyi öğrendim. Sorsanız en çok beni, ikisi seviyor! Öylede mangalda kül bırakmazlar ama yanılıyorlar. Asıl beni şu kapıda bekleyen iki çocukla beraber, ailemin diğer üyeleri seviyor. Şimdi izin verin doktor bey de yarım bıraktıkları işi bitirsinler." Gözümden süzülen yaşı elimin tersiyle silerken, kırgınlıkla onlara arkamı döndüm. Küçücük bedenimde savaşacak güç kalmamıştı ve kendimi hiç olmadığı kadar yorgun hissediyordum. Bu yorgun kalple onlara sarılıp şifa bulacağıma Mert'in peşine düşmemeleri için onlara arkamı dönmek zorunda hissediyordum. "Haniftam, seni görmeden nefes alamadığımı biliyorsun." "Beyaz çikolatam, senin gözünden akan yaşın kalbimi yaraladığını biliyorsun. Hani bir daha hiç ağlamayacaktın?" "Yeter artık! Biriniz nefessiz kalmasın, birinizin de kalbinde yara olmasın diye çabalarken, beni korktuğum yerden acımasızca vurdunuz. Özelliklede sen Yavuz Selim... Annem ve babamı kaybettikten sonra nasıl bir süreçten geçtiğime sen şahittin, bu adam değil. Peki Demir sen, ailemin bir tek üyesini bile kaybetmemek adına kendimi nasıl yangınlara atıp, kül olduğumu bilmiyor muydun? En çok canımı ne yakıyor, biliyor musunuz? Bu duruma keşke beni, siz değil de Mert getirseydi. En azından canım bu kadar yanmaz, sizin gözünüzdeki değersizliğime şahit olmazdım." Bu cümlelerin onlarda bırakacağı hasarı çok iyi bilen kalbim için için ağlıyordu ve ben, yorgun bedenimle onlara sığınıp iyileşmek yerine sırf onlar başını belaya sokmasın diye kendimi onlardan mahrum bırakıyordum. Gözümden akan gözyaşları hıçkırıklara dönüştüğünde "Doktor bey ne olur, bu ikisini yanımda istemiyorum." dedim. Cümlelerimden sonra yüzlerine bile bakmadım. Eğer bakarsam dayanamaz, hemen onlara merhamet ederdim ve onlarda bundan cesaret alıp, Mert'in peşini bırakmaz, gidebildikleri yere kadar giderlerdi. Şimdi çok zorlansam da bunu yapmak zorunda olduğumu biliyordum bilmesine ama özlem duygumla nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum. ... |
0% |