Yeni Üyelik
42.
Bölüm

41🍓 "SENSİZLİK SONUM OLACAK"

@hanifta_hanim

 

2 Gün Sonra...

"İnatçı Hanım, bugün kendinizi nasıl hissediyorsunuz bakalım?"

Yataktan doğrulup, oturur pozisyona geçtim.

"Çok aç hissediyorum."

Doktorun kahkaha sesi odada yankılanırken, tok insanların daha fazla keyifli olduğuna karar verdim. Nihayetinde şu an gülmek için hiçbir neden yoktu ama o, söylediğime kahkaha atıyordu. Bari bugün karnımın doymasını umut ettiğim sırada doktor sandalyeyi yatağın kenarına çekip oturdu.

"Onu zaten biliyorum. Ne zaman odana girsem, açım deyip duruyorsun."

Bakışlarımı ellerime sabitleyip, söylenerek konuşmaya başladım.

"Yeter artık doktor bey, iki gündür sadece çorba içiyorum. Hayır lezzetli de değil. Ben daha 24 yaşında gencecik insanım, tuzsuz çorba nedir ya? Aklıma geldikçe mideme kramplar giriyor."

Doktor söylediğim cümleye karşılık vermek yerine meraklı bir sesle "Beyza bir şeyi çok merak ediyorum." dedi.

Bakışlarımı biraz yukarıya kaldırıp "Neyi?" diye cevapladım ve ardından odada yalnız olduğumuzu hatırlayıp konuşmama ekleme yaptım.

"Doktor bey sormadan önce Aysun hemşireyi de çağırır mısınız? Onu çok özledim böylelikle birazda olsa onu görmüş olurum."

Kaç kere yalnız gelmesini istemediğimi söylediysem de ara ara yalnız gelmesi beni geriyordu. Normal kontrolleri yapıp, çıktığı zamanlar gerilmiyordum ama uzun durduğu zamanlar tek olmasını ne kendi açımdan ne de Demir'in gerilmesi açısından istemiyordum.

"Yalancı Pinokyo! Yine sen ve senin doğruların değil mi?"

Cevabımı beklemeden, Aysun hemşireyi çağırınca hafiflemiş hissettim.

"Ben ve Allah'ın emirleri doktor bey." cümlemi öylece sonlandırırken içimden konuşmaya devam ediyordum.

Bir de kıskanç kocamın daha fazla kıskanmasını istemediğim için.

Aysun hemşire içeriye geldiğinde tebessüm ederek "Merhaba Beyza, nasılsın?" diye sordu ve ardından bakışlarını doktora çevirdi. Bu kızın yeşilleri doktorun üzerinde dolaşırken benim Demir'e baktığım gibi bakıyordu.

Kız sen sonunda kocana aşık oldun da aşık insanları bakışlarından bile tanır mı oldun?

İnsan iç sesinin söylediğiyle sıcacık olur mu? Ben oldum; çünkü Demir'e hissettiğim duygular benim için çok anlamlı ve çok farklıydı.

Aysun hemşire yönünü bana çevirdiği zaman sorduğu soru ancak aklıma gelmişti. Ona cevap vermek yerine elimi mideme götürüp, okşayarak dudak büktüm. Gerçekten artık açlığıma dayanamıyor, midemin doymaya çok ihtiyacı varmış gibi hissediyordum.

"Tamam tamam İnatçı Hanım, önce soruma cevap verin, sonra yavaş yavaş katı gıdalara geçiş yaptıracağım sizi zaten."

"Dinliyorum doktor bey. Zor yerden olmasın ama çok açım, bir an önce yemek yemek istiyorum."

Cümlemden sonra doktor meraklı bir sesle "Mert kim?" diye sordu.

Şimdi Mert'te nereden çıkmıştı. Aysun hemşiredeki gözlerimi kısa süreli doktora doğru götürdüğüm zaman, sesine yansıyan merakla cevabımı bekliyor gibi görünüyordu. Gözlerimi tekrar ellerime sabitlediğimde gözlerimi kısa süreli kapatıp, açtım.

"Üniversitede sınıf arkadaşımdı..." Derin bir nefes alarak yaşadıklarımı sindirmeye çalıştım ama bunun boşa bir çaba olduğunun farkındaydım. "Sanırım ben insanların sevgisine karşılık vermeyince onların öfkelenmelerine neden oluyorum."

Bu sefer derin bir nefes almak yerine yılgın bir nefes verdim ve geçmişte yaşadıklarım bir bir gözümde canlandı. Bazı kızlar annesinin kaderini yaşarmış ya sanırım ondan bana miras kalan güzelliğin ve merhametin bedelini ödemek artık beni yoruyordu. Bir de ben annem gibi şanslı değildim ki karşıma babam gibi naif seven biri çıkmamış, aksine bencilce beni sevenler tarafından kuşatılmıştım. Evet Demir'in beni, babamın annemi sevdiği kadar çok sevdiğini inkar edemezdim ama babamın annemi bir kere bile inciten bir söz söylediğini asla duymamıştım. Belki de bu yüzden ben, Demir'in bana olan aşkını sürekli sorgulamış ve bir türlü ona aşkı yakıştıramamıştım lakin sonra da aşkın her kişilikte farklı şekillendiğini anlamıştım.

Kafamı iki yana sallayıp düşüncelerden sıyrıldığımda konuşmaya başladım.

"Önce böyle konuları benimle konuşmasına izin vermediğim için birkaç kişiyle haber gönderdi. Kırmamak adına laflarımı çok özenli seçerek; bir tek onu değil, hayatıma erkek olarak kimseyi almayacağımı söyledim. Üzerinden biraz zaman geçince mesaj çekmeye başladı. Mesajlarını güzel bir dinle yanıtlayıp, olmayacağını söyledim. Bu sefer aramalara başladı. Niye aradığını çok iyi biliyordum ben de o yüzden telefon numarasını engelledim. Başka numaralardan mesaj göndermeye başladı. Telefon numaramı değiştirdiğim için bana ulaşamayınca bu sefer sınıfta hiç rahatsızlık vermeyen çocuk, önümü kesmeye başladı. Böyle yaparsa ailemin yanına gidip, okula ara vereceğimi söyleyince her şey bir anda değişti ve sonra bir daha rahatsızlık vermedi. Hatta bir yılın sonunda hislerimde yanılmışım dedi ama her şey okuluma ara vermemem, onun uzağına gitmemem içinmiş; çünkü üniversitenin son günü tekrar aynı şeyleri tekrarladı ama bu sefer söyledikleri çok daha ciddiydi. O benimle sadece evlenmek istemiyor, ikimiz için sıfırdan bir hayat inşaa etmekten bahsediyordu ve bu hayatın her alanına benim sevdiğim şeyleri ekliyordu. Onun adına üzgün olduğumu ve ona karşı hiçbir şey hissetmediğimi söylediğim zaman gülümsedi. "Şu merhamet sende olduğu sürece illaki şansım var demektir." dedi ve gitti. Bir yıl sonra arkadaşlarla toplandığımız zaman ise evlilik teklifini yineledi ama bu sefer tahammülsüzdü. O kadar tahammülsüzdü ki "5 yıl! 5 yıl bir umutla eşim olursun diye bekliyorum ama beni zorluyorsun Beyza, illa her şey farklı yollarla mı olmak zorunda!" diye bağırdı. İlk defa yüksek sesiyle birleşen cümleleri korkmama neden olduğu zaman ise üzülüp özür diledi ve ardından Fransa'ya yerleşti."

Yorgun bir nefesle beraber konuşmama devam ediyordum.

"Evlendiğim için bir daha üniversite arkadaşlarıyla yapılacak toplantılara katılmama kararı almıştım. Bu yıl toplantıya onun gelmeyeceğini öğrendiğim için gittim ama gitmez olaydım."

Sustuğumda ikisi pür dikkat beni dinliyordu. Aysun hemşire yanıma gelip elini koluma dokundurarak destek verdi. Doktor gergin bir şekilde "O gün tam olarak ne oldu?" diye sordu. Nemlenen gözlerime, titreyen sesim eşlik ediyordu.

"Başta her şey çok güzel gidiyordu. Onun kapıdan içeriye girdiğini görünce hemen yönümü değiştirdim. Ortanca çiçeklerini bilir misiniz? Her çiçeği çok severim ama ortancalara bakınca onlara doğru içimin aktığını hissederim. Kış mevsiminde bu çiçeği bulmak imkansızdır. Elinde bir buket pembe ortancayla gelip, karşıma geçti. 'Bir kere gözlerime bak 6 yıldır aşığım sana.' derken cümlesini yarıda kesip, evli olduğumu söyledim. Eşim o esnada masadan kalkıp, yanımıza doğru geliyordu. Evli olduğumu söylediğim an 'Saçmalama!' deyip, kolumu tutmaya çalışınca iki adım geriye gittim. Bu esnada Demir, onun kolunu tuttu ama o tehdit etmeye başladı. Demir susturmaya çalışsa da Mert hâlâ 'Suç beni sevmeni bekleyende! Seni zorla kolundan tutup, sürümem gerekiyordu' deyince Demir diziyle çenesi vurdu. Sonra ben korktuğum için Mert'i bırakıp, benim yanıma geldi. Tam rahatladım dediğim an Mert, '6 yıldır köpek gibi sevdim, onu sana mı bırakırım sandın. Gerekirse kaçırır yine de vazgeçmem ondan!' sözlerinden sonra Demir, beni bıraktı ve onu öldüreceğini söyledi. Sonrası hastaneye geliş süreci zaten biliyorsunuz."

Tekrar yüzleştiğim gerçekler aslında korkularımı tetikliyor, Demir'in Mert konusunda ne yaptığını bilmiyordum. Böyle olunca da tüm duygularım birbirine karışıyordu.

Aysun hemşire yatağın diğer tarafına oturup, elimi tuttu ve ardından konuşmaya başladı.

"Kıyamam sana, çok korkmuş olmalısın ama eşin, adama saldırmakta haklıymış Beyza. Bunun için onu cezalandırma."

Tebessüm ederek "Bunun için onu cezalandırmıyorum ki Aysun hemşire. O adamın peşini bırakmaları için böyle davranıyorum yoksa başıma gelecekleri biliyorum." dedim.

Gözümden akan yaşı, hızla silerken "Ben dışarıdan zorla yola gelecek, birine mi benziyorum? Neden insanlar isteklerini bana, zorla kabul ettirmek istiyorlar anlamıyorum?" diye sordum.

Aysun hemşire başını yere eğerek, ayağa kalktı ve bir iki adım attı. Kapıya doğru gittiğinde "Kendilerini senden mahrum bırakmak istemedikleri için bencilce seçim yapıyorlar. Üzgünüm ama insanın kaybetmek istemeyeceği birisin Beyza. Onlara asla hak vermiyorum ama ne hissettiklerini anlayabiliyorum." dedi.

Duyduklarım karşısında şaşırırken yutkunarak "Aysun hemşire onlara hak vermiş olsaydın, bu hastaneden çıkmamam için elinden geleni yaparmış gibi konuşuyorsun. Şu an çok tırsıyorum. Öyle bir şey yok değil mi?" deyip işi şakaya vurdum.

Kapıyı açıp arkasına döndüğünde kahkaha atarak "Sanırım artık onlara hak vermeye başlıyorum Beyza." dedi ve kapıyı kapatıp, dışarı çıktı.

Doktorda yerinden kalkıp son kez kontrollerini yaptıktan sonra "Akşam yavaş yavaş normal yemek yemeye başlayacaksın." dedi.

"Ben artık evime gitmek istiyorum. Birde şu yasakların hepsini kaldırsanız artık, çok az ailemi görmeme izin veriyorsunuz. Trabzon'dan benim için buraya geldiler ve yanımda olmalarına rağmen onları çok özlüyorum."

"Tamam sorun yok, yasakları da kaldıralım. Zaten kapının önünden ayrıldıkları yok ama hastaneden çıkman şu an için söz konusu değil Beyza. Biraz daha güç kazanman gerekiyor."

Doktor kapıdan çıkarken ailemin girmesine izin verdiğini söylediğinde canlarım teker teker içeriye girdi. Benim şansım, böylesi güzel ve kalabalık bir ailemin olmasıydı. Hepsi etrafımda pervane olup, bana bir şey olmaması için çırpınıyorlardı. İki ağabeyim yanıma gelip otururken, bana sarılarak halimi vaktimi soruyorlar, yetmezmiş gibi her geldiğinde yaptıkları gibi ne kadar güç kazandığımı kontrol ediyorlardı.

Meryem yengem araya girip "İyidir iyi, kızı bunaltmayın bakayım." diyerek bana göz kırptı ve ailemin tüm üyeleriyle aynı eski günlerde olduğu gibi şakalaşmaya başladık ama Demir ve Yavuz Selim ortalarda görünmediği için gerilmeye başladım. Acaba yanımdan uzaklaştırmakla daha mı kötü yaptım diye düşünürken Ali Asaf ağabeyim konuşmaya başladı.

"Korkma ufaklık, hiçbir yere gittikleri yok. Kapının önünden bir dakika bile ayrılmadılar."

Kerim ağabeyim "Mert işi bende, sakın kafana takayım falan deme abim, her şey kanuna uygun bir şekilde ilerleyecek." dedi.

Kerim ağabeyimin cümleleri içime su bile serpmiyordu; çünkü ben, ailemi de dışardakileri de çok iyi tanıyordum. Yorgun bir nefesle beraber konuşmaya başladığımda yüzleşmekten korktuğum cümleler dilimden dökülüyordu.

"Kerim ağabey, mesele bunu dışardakilere kabul ettirmek. Ben Mert'in bana zarar vereceğini düşünmüyorum ama ağabeylerim dahil, dışarıdakilerin rahat duracağına inanmıyorum."

Hüseyin ağabeyim "İçin rahat olsun abim, ben işi Kerim'e bıraktım. Evet yine araştırmalarımı yapıyorum ama her şeyi Kerim'e aktarıyorum o kadar." dedi.

Hüseyin ağabeyime sarılırken, Ali Asaf ağabeyim "Ana yadigarım kocan dahil hepimiz araştırıyoruz ama iş gerçekten Kerim ağabeyimde, kimsenin harekete geçtiği yok. Sen bizi kafana takma, hatta hiçbir şeyi kafana takma. Yeteri kadar bizi korkuttun, bir korkuyu daha kaldıramayız." dedi.

İçim artık rahatlamış şekilde hissediyordum. Ebru yengem yanıma gelip "Beyza'm cidden dışarıdakiler iyi değiller. Hele kocan ne uyuyor, ne dinleniyor. Hastaneden bir dakika bile ayrıldığı yok. Burada yıkanıp, burada üzerini değiştiriyor. Hali hal değil yengem, yine senin işine karışmıyorum ama bilmeni istediğim için söylüyorum." dedi.

Demir'in varlığına o kadar çok alışmıştım ve onu o kadar çok özlemiştim ki kendimden uzaklaştırarak aslında sadece ona değil, ikimize de bu cezayı vermiştim. Onun kokusunu, sıcaklığını, güzel bakan gözlerini fazlasıyla özlemiştim.

"Tamam Ebru yenge, siz çıktıktan sonra gelirler."

Uzun bir süre hep beraber muhabbet ettik. Gücümü tam olarak toplayabilmiş değildim. Çok çabuk uykum geliyor, bir anda uyuyabiliyordum. Kullandığım ilaçların yan etkisi de buna neden oluyordu. Amcamlar ve eşleri benimle vedalaşıp, çok uzun süre kaldıkları için dönmeleri gerektiğini söylediler. Gerçekten ben hâlâ burada ne kadar süre geçirdiğimi bilmiyordum. Amcamlar odadan çıkınca bir kere daha sordum.

"Neden kimse benim hastanede ne kadar süre kaldığımı söylemiyor? Benim bildiğim 3, 4 gündür hastanedeyim ama herkes uzun bir süreden bahsediyor. Doktor bile geçiştiriyor. Ben ne zamandan beri buradayım?"

Herkes sorduğum sorudan sonra göz temasını kesip, başını önüne indirdi. Onların bu hali, ruhumun daha çok gerilmesine neden oluyordu. Birde bileğimdeki ağrının, eskisi kadar canımı yakmadığını düşününce daha çok korkuyordum.

"Hadi ama yapmayın. 4 gün mü?"

Hiç kimseden çıt çıkmıyordu. Kenan kapıya doğru giderken "Ben artık çıkıyorum, sende dinlen." dedi. Arkasından herkes, tek tek odadan çıkmaya başladı.

"Ali Asaf ağabey, sende mi söylemeyeceksin?"

Zehra ağabeyime dikkatli bir şekilde bakarken, gözleri ona doğru kaydı. Çatılan kaşlarıyla derin nefes alıp "Bunun cevabını ben söylersem çıkar, kapıdaki o iki hayvanı döverim." dedi.

Zehra yanına gidip, gözlerinin içine baktı. Ağabeyim bendeki bakışlarını, Zehra'nın mavilerine götürdüğünde Zehra konuşmaya başladı.

"Ali Asaf, böyle konuşarak onu üzüyorsun."

Ağabeyim duyduğu cümleden sonra kaşlarını kaldırıp, ciddi bir sesle "Ağabey diyeceksin bana duydun mu?" diye sordu.

Zehra'nın bakışları yere düşerken, "Özür dilerim Ali ağabey, dalgınlığıma gelmiş." dedi.

Sesi bildiğin titriyordu. Ağabeyim ciddi ses tonunu koruyup "Ali ağabey değil, Ali Asaf ağabey diyeceksin. İsmimi tam söyle, bir daha kısalttığını duymayacağım." dedi.

Bu çocuğun derdi neydi acaba? Kızın onu sevdiğini bildiği halde, resmen kendinden uzaklaştırmak için uğraşıyordu.

"Tamam bir daha kısaltmam, Ali Asaf ağabey."

Zehra'nın titreyen sesine içim gitmişti ama ben, bunun acısını ağabeyimden çıkarmasını bilirdim. Ağabeyim tam kapıdan çıkarken, "Zehra'cım dursana, seninle konuşmak istediğim bir konu var. Daha doğrusu bir tane sana uygun birisi var. Ne zamandan beri sana ondan bahsetmek aklımda ama bir türlü fırsat bulamıyorum." dedim.

Ağabeyim öfkeyle arkasını dönerken, Zehra bana şaşkın bir şekilde bakıyordu. Ben ise ağabeyimin öfkeli bakışlarına kıkırdamamak için kendimi zor tutuyor ve sesimi düz bir tonda tutarak konuşmaya devam ediyordum.

"Ağabey sen çıkıyordun, hadi kapıyı kapatta bizde şu konuyu etraflıca konuşalım."

Zehra yapmak istediğimi anlayınca hafif tebessüm ederek yanıma doğru gelirken "Sen öyle diyorsan, kesin benim beğeneceğim birisidir kuzencan." dedi.

Ağabeyimin öfkeyle kalkan göğsü, düğmelerini patlatacak sandığımda alnında kabaran damarları selamızı okuyordu.

"Zehra adamı çok beğenirse, birde bana gönderin bakalım, onayımdan geçebilecek mi?"

Cümlesini bitirince kapıyı hızla kapatıp, dışarıya çıktı. Kaşlarımla ağabeyimin çıktığı kapıyı işaret ederek "Gördün mü kıskanç, nasıl sinirlendi?" diye sordum.

Zehra yanıma gelip oturduğunda tebessüm etmeye çalışarak "Beyza'm kardeşi olarak kıskanıyor da olabilir." dedi.

Zehra'nın cümlesiyle ikisi arasında olanları analiz etmeye çalıştım. Bu benim hüsnükuruntum muydu, yoksa gerçekten ağabeyim Zehra'ya karşı bir şeyler mi hissetmeye başlamıştı? Ona zorla ağabey dedirtmeye başlayıp, Zehra'ya gibi görünse de aslında kendisine olan tahammülsüz nefes alışverişleri bana ikinci seçeneğin daha yüksek bir ihtimal olduğunu düşündürüyordu. Hem öyle olmasaydı ağabeyim aynı beni nazlandırdığı gibi Zehra'yı nazlandırmaya devam ederdi.

Dudaklarımı büzüp "Sanmıyorum, hareketleri Demir'in hareketlerine çok benziyor. Demir de aramızdaki uçurumları gördükçe böyle öfkeli davranıyordu." dedim.

Zehra ile konuştuğumuz esnada kapının önünde duran ayak seslerini duydum. Zehra ayağa kalkıp "Beyza gerçekten iyi değiller, yine seni kontrol etmek için gelmişlerdir." dedi. Gözlerimi kapatarak gelmelerini onayladığım için kapıyı açtı. Demir öylece kapının yan duvarına sırtını yaslamış, halsiz bir şekilde duruyordu. Onu gördüğüm zaman, çok daha fazla özlemiş olduğumu fark ettim. O sırada Yavuz da yanına gelince Zehra ikisini yanıma gönderdi.

Demir sadece gözlerimin içine uzun uzun bakıyor, hiçbir şey konuşmuyordu. Onu çok özleyen gözlerim bir şekilde onunla hasret gideriyordu ama sesine duyduğum hasret yerini korumaya devam ediyordu. Demir'deki bakışlarım Yavuz Selim'in üzgün sesiyle kurduğu cümleleri duyduğunda ona doğru kayıyordu.

"Beyaz çikolatam çok özür dilerim. Sende nelere yol açacağını düşünemedim. Affet ne olursun, gerçekten çok pişmanım."

Bana sarılıp başımdan öperken "Tamam ama bir daha tekrarı olmasın. Kimseyi kaybetmek istemiyorum." dedim.

Dudaklarını başımdan çekip, yüzüme sevinçle baktı. Onun gökyüzü gözlerine eşlik eden ışıltılı bakışları yüzümü tebessümün hakim olduğu bir ifadeye sokmaya yetiyordu.

"Asla tekrarı olmayacak, resmen öldüm ben kızım! Hele Demir, benden beter durumdaydı. Ne olur bir daha bizi sensizlikle cezalandırma."

Tekrar Demir'e doğru dönüp baktığımda sessiz bir şekilde beni izlemeye devam ettiğini fark ediyordum ama ağzından tek bir kelime bile çıkmıyordu. Yavuz tekrar başımdan öpüp "Sizin konuşacaklarınız vardır." deyip çıktı.

Hiç iyi görünmüyordu. Uykusuz, solgun, dağılmış bir haldeydi. En önemlisi de gözlerinin içinde ki acı, beni yakıyordu. Uzun süre gözlerimiz birbirine akınca Demir, derin bir nefes çekti.

"Bir gün sensizlik, benim sonum olacak kadın."

Sesi hasret doluydu ama bilmediği şey, benim de onu çok özlediğimdi. Kalbimin atışları tatlı tatlı kendini hissettiriyor, onu çok özlediğini fısıldıyordu ve bu fısıltı cümleme yansıyordu.

"Sadece senin değil, ikimizin de sonu olacak adam."

Duyduğu cümleden sonra göğsü şişerken hızla yanıma oturup, beni kendi bedenine hapsetti. Özlemiştim, onu da sıcaklığını da kokusunu da çok özlemiştim ama en çokta benim için hızla çarpan kalbinin bu ritmini hissetmeyi özlemiştim. Demir burnunu boynuma dayayıp kokumu içine hapsettiğinde onun yansıması olduğumu fark ettim; çünkü yaptığı her hareketi ben de yapıyor, bunu yaparken bir de sıcaklığına teslim oluyordum.

"Çok özledim ama gerçekten bu özlemin acısını senden çıkaracağım güzel karım. Bundan sonra bensiz bir dakika bile geçirmek yok."

Beni bedeninden ayırıp gözlerimin içine bakarak söylediği cümleye tebessüm ettim.

"Zaten beni yanından bir an olsun ayırmıyordun ki Demir."

Ellerini yanağıma getirip okşarken o çok güzel bakıyor, onun güzel bakan gözleriyle hayat buluyordum.

"O halde bile seni çok özlüyordum Haniftam. Sanırım yanımdayken bile seni özlemek benim kaderim."

Kalbimde rengarenk ortanca çiçekleri açtıran adam, kalp atış hızımın değişmesine neden oluyordu ve böylece bakışlarım onun yakışıklı yüz hattında dolaşıyordu ama dolaştıkça da tekrar şahit olduklarımdan dolayı üzülmeye başlıyordum.

"Demir çok kötü görünüyorsun. Neden kendine dikkat etmiyorsun?"

Sorduğum sorudan sonra Demir dudaklarını alnıma mühürlerdi, çok geçmeden de alnımdaki dudaklarını burun ucuma doğru kaydırdı. Gözlerimi kapatıp, sıcaklığına teslim olan burun ucum, Demir'in bıraktığı öpücükle hasret ile kuşanırken kalp atış hızım daha fazla artıyordu.

"Çok uzun süredir, uykusuzum karıcığım."

"Ne kadar uzun bir süre?"

"Bunların önemi yok, şimdi sen yanımdasın ve sana bakıp, doya doya uyuyacağım."

Yine kaç gün uyuduğumla ilgili bir şey demiyorlardı ve böylece kendimi daha fazla gergin hissediyordum. Derin bir nefes çekip, gözlerimin içine baktı. Kahverengi gözlerine hasretle bakarken, evime kavuşmuş gibi hissediyordum.

Alnını alnıma yaslarken, burunlarımızı birbirine değdiriyordu.

"Sevgilim..."

"Efendim."

"Seni çok seviyorum."

Tam ağzımı açıp ona karşılık vereceğim sırada kapının açılma sesine doğru ikimizde döndük. Doktor elinde tuttuğu dosyadan kafasını kaldırdı ve çok geçmeden konuşmaya başladı.

"Yanlış zamanda geldim sanırım."

Demir dişlerinin arasından "Senin zamanlamanı -" diye küfür savururken elimle ağzını kapatıp, gözlerinin içine bakarak kızgınlığımı gösterdim. Ben sussun diye ağzını kapatmış olsam da o, fırsattan istifade avucumun içini peş peşe öpüyor ve böylece istesem de kıkırdamama engel olamıyordum. Sanırım ben, kocamı da onun bu halini de çok özlemiştim ama buna bir son vermem gerektiğinin de farkındaydım. Demir'in ağzından elimi çekip doktora doğru döndüm.

"Buyurun doktor bey, önemli bir şey yoktur inşallah."

Doktor biraz daha yanımıza gelip "Önemli bir şey yok, sadece bugün çok yorulduğunu düşündüğüm için seni görmek istedim. Nasıl hissediyorsun?" diye sordu.

Yine benle dalga geçecekti ama ben, gerçekten aç ve yorgun hissediyor, artık midemin doymasına ihtiyaç duyuyordum.

"Doktor bey ben-"

Daha cümlemi tamamlayamadan ne söyleyeceğimi anlamış olmalı ki kahkaha atıp, konuşmaya başladı.

"Dur sen yorulma cümleni ben tamamlayayım. Aç hissediyorsun değil mi, İnatçı Hanım?"

Elimi karnıma götürüp ovarken açlıktan büzülen dudaklarıma engel olamıyordum. Resmen tuzsuz, su gibi sıvıyı çorba diye kaktırıyorlardı. Midemin doymaya ihtiyacı vardı.

"Doktor bey dalga geçmeyin ne olur, gerçekten çok acıktım ve aşırı derecede halsizim. Neden bu kadar çabuk yorulup, uykum geliyor anlamış değilim."

Doktor sandalyeyi yanımıza doğru çekerken, Demir her hareketini dikkatle izliyordu.

"Zor zamanlardan geçiyorsun Beyza, kullandığın ilaçlarda ağır. Belli bir süre uyku yapar. Hem öyle dudağını büzüp üzülme, birazdan senin için yemek getirecekler."

Duyduklarım mutlu olmama yetmişti bile. Sonunda yemek yiyebilecek, karnımın doyduğunu hissedebilecektim. Tam o esnada kapı açılıp, yemeğimi getirdiklerini görünce umutla yemeğime baktım ama gördüğüm şey karşısında düşen yüzümle beraber hayal kırıklığına uğradım.

"Şaka mı yapıyorsunuz? Bebek miyim ben de ek gıdaya geçiyormuş gibi davranıyorsunuz?"

Benim hissettiğim hayal kırıklığına inat doktor gülümseyerek ayağa kalktı ve yüzümde gözlerini gezdirdi, sonra da çok geçmeden alaylı sesiyle konuşmaya başladı ama bu esnada kulağıma Demir'in aldığı derin nefes alış verişler takıldı.

"Şöyle bir baktım da bebekten farksızsın Beyza, istiyorsan yemene yardımcı olabilirim."

Tüm ayarsız insanların beni bulmaları benim sınavım gibiydi ve ya bu sınav sadece benim değil, Demir'le ikimizin sınavıydı; çünkü duyduğum sözle Demir'e kayan bakışlarım şu an onun sınandığını ve bu sınav karşısında pekte sakin kalamadığını gösteriyordu.

"Benim kadınımla konuşurken dikkat et ve bir daha yüzüne, uzun bir şekilde bakma! Şimdi ikile... "

Demir sert sesiyle konuşurken çoktan ayağa kalkmış, doktorun yanına gitmişti bile. Hatta bunlarla yetinmeyip doktoru kolundan tutarak kapıya doğru ilerlemişti.

"Çabuk çık, karıma sarılıp uyuyacağım."

Bu adamın hiç arlanması yoktu. Bu doktora söylenecek şey miydi? Doktor yüzüne bakarken "Uyumak istiyorsan başka odaya git! Hastanın yatağında uyuyamazsın." dedi.

Demir doktoru kapıdan dışarıya çıkardığı sırada sessizce bir şeyler söyledi ve odanın kapısını kilitleyip, yanıma doğru geldi. Bakışları pekte iyi görünmüyordu. Hayır şimdi benim ne suçum vardı da böyle bakarak, zavallı kalbimin teklemesine neden oluyordu. Yanıma gelip, yatağa oturduğu zaman elleriyle yanaklarımı kavradı. Gözleri dudaklarım ve gözlerimin arasında gezerken, tavizsiz bir sesle konuşmaya başladı.

"Bir daha o dudakların, benden başka bir erkeğin yanında büzülürse, onları ısırarak terbiye ederim."

Demir'in yoğun sesiyle birleşen cümleler kalbimin hızla çarpmasına neden oluyordu, oysa bu cümleler karşısında en azından kaşlarımın çatılarak gözlerine ciddi bir ifadeyle bakıyor olmam gerekiyordu. Şimdi bu değişime neden olan duygu aşk mıydı? Eğer öyleyse bu pekte zavallı kalbime göre bir duygu değildi.

Demir, derin bir nefes alarak dudaklarını alnıma getirip orayı öptü. Uzun bir süre sonra nefesleri normal haline döndüğü zaman alnımdaki dudaklarını oradan çekti ve dudaklarının yerine alnıma alnını dayadı. Kocaman sıcak elleriyle yanaklarımı kavradığı zaman sakin bir sesle konuşmaya başladı.

"Seni çok seviyorum karıcığım, şimdi bileğin ve sen iyileşene kadar verdiğim sözlerde duracağım ama sonrasında her şey söylediğim gibi olacak."

Belirlediğim kuralları yıkmak için durmayacağını, bir kez daha belli edercesine konuşuyordu. Yükselen kalp atışlarım beni yoruyordu.

Kafasını geriye doğru çekip, gözlerimin içine baktı, sonra elini kalbimin üzerine koydu. Çok daha anlamlı ve derin bakmaya başladığında gözlerimi kahvelerinden kaçırıp, bakışlarımı yere sabitledim. Sanırım gerçekten kalbimin bu ritmine yabancıydım ama Demir, yanımda olduğu sürece bu şekilde atmaya devam edeceğinin de artık farkındaydım.

Yataktan kalkıp, sandalyeyi yatağın kenarına getirdi. Oturduktan sonra bedenini arkaya doğru yasladığında beni uzun süre izlemeye başladı. Onun güzel kahvelerini içerken, uyumamak için dirensem de ilaçların etkisiyle kapanan göz kapaklarıma engel olamadım.

⌛6 GÜN SONRA...

Allah'ım şu an benden mutlu kimse olamazdı; çünkü sevdiklerim ve dedemle beraber aynı masanın etrafında oturuyorduk. Tabii yanımda amcamlar ve eşleri olmasa bile ağabeylerim, kuzenlerim, yengelerim ve en önemlisi de pamuğum yanımda bulunuyordu.

"Yanık yanık bakaysun bana ama artık yeter evime gideceğim Haniftam."

Dedemin hem sevimli hem de pamuk sakallarının hakim olduğu yüzüne iç çekerek bakarken yine hasta kartını kullanıyordum.

"Oysa doktor, bu kızı sakın üzmeyin demi-"

Cümlemi Mehmet'in "İyi izle Kenan, yine Oscar'lık oyun sergilemeye başlıyor." sesi bölüyor bir de üstüne üstlük yüzünü getirdiği keyifli ifadeyle bana bakması için Kenan'ın koluna vuruyordu.

"Hiçte bile rol falan yapmıyorum, sadece evlendiğimden beri sizi görmediğim için bu sefer özlem gidermek işi uzun sürdü o kadar."

Yüzümü sırıtan bir ifadeye getirip Kenan ve Mehmet'i işaret ederek konuşmaya devam ediyordum.

"Yani siz harici herkesle özlem gidermek işi uzun sürdü, yoksa sizi özledim desem yalaa-"

Cümlemi tamamlayamadan öylece son verdiğimde Mehmet ile Kenan şaşırmış şekilde bana bakıyordu. Onlarla birbirimizi çok sevdiğimiz halde iyi geçinme dilimiz buydu ama onlara duyduğum özlem, o kadar fazlaydı ki sırf gıcıklık olsun diye böyle konuştuğumu bilseler dahi bu cümleleri tamamlayamıyordum.

"Ahaa psikopat manyağımın gözleri doldu." Kenan cümlesinden sonra çocukla konuşur gibi yüzünü sevimli ama bir o kadar da alay dolu bir ifadeye getirip konuşmasına devam etti.

"Aman da aman sonunda çeeennn insan mı oldun?"

Kenan'ın cümlesine Mehmet, ayarsız bir kahkahayla destek olurken yönümü yanımda oturan kocama çevirdim.

"Bunların hepsi senin yüzünden Demir. Trabzon'daki evime o kadar hasret kaldım ki bu hasretle hiç özlememem gereken şu iki sevimsizi bile özledim. Bu benim için ne demek biliyor musun?"

Demir ona çocuk gibi söylenen yüz ifadelerimde gözünü gezdirdikten sonra "Yeter ki sen biran önce kendini toparla güzel karım, bu uğurda her hafta sonu seni Trabzon'a götürmeye bile razıyım." dedi.

Onun güzel bakan kahverengi gözlerine tebessüm ederken "O zaman ben hemen iyileşeyim." diye karşılık verdim ama bu ilaçları kullandığım sürece hiçbir yere gidemeyeceğimin de farkındaydım. Hastaneden 2 gün önce çıkmıştım fakat çok çabuk yoruluyor, sürekli uykuya teslim oluyordum.

Demir telefonunun çalan alarmıyla ilaçlarımı içmem için bana uzattığı zaman bende uykuya yenilmeden önceki birkaç dakikamı daha ailemle geçirmek istiyordum. Masadaki muhabbet çok güzeldi ve iki ailede birbiriyle çok güzel anlaşıyordu. Özellikle Demir'in ailemi daha fazla benimsediğine şahit olmak çok daha fazla mutlu olmama neden oluyordu. Dirseğimi masaya dayayıp Demir'in ailemle olan muhabbetini ne kadar süre izledim bilmiyorum ama öne düşen başımla beraber dedemin "Haniftam hadi seni odana çıkarayım." sesini duydum.

Kafamı olumlu anlamda sallayıp ayağa kalktığım sırada yine gözlerim kararmıştı. Bu hâlime Demir, müdahale etmek istese de Ali Asaf ağabeyim "Sen konuşmana devam et, ben kardeşimle ilgilenirim." deyip ona engel olmuştu.

"Yok ağabey, ben karımla ilgilenirim."

Hüseyin ağabeyim, tebessümle Demir'in omzuna dokunup "Ula anladık senin karın, karıcığın, güzel karın, sevgilin, hatta dedemin seslendiği gibi Haniftan" cümlesini masadakilere sorarak devam ettiriyordu.

"Unuttuğum bir şey kaldı mı?"

Ağabeyimin sorusuna birisi hayatım diye eklerken, birisi de ömrüm diye eklemeleri devam ettiriyordu. Eklemeler bitince Hüseyin ağabeyim Demir'e dönüp "Tamam anladık, anladık da bizim de kardeşimiz, bi' dur daa." dedi. Masadakilerin gülüşmesine inat Demir "Tamam seni odaya ağabeyin çıkarsın ben de birazdan geliyorum Haniftam." deyip konuşmasına kaldığı yerden devam etti ama bakışlarını biran olsun benden ayırmıyordu.

Ali Asaf ağabeyim koluma girdikten sonra üçümüz merdivenlere doğru ilerledik. Merdivenlere geldiğimizde ise ağabeyim "Fındığım şimdi ağabeyinin kollarına gelsin bakalım." deyip beni kollarına aldı.

"Ağabey ben kendim çıkabilirim. Lütfen kendini yorma."

"Sen, beni hiçbir zaman yormazsın ana yadigarım."

Ağabeyimin cevabından sonra şükür ile başımı ağabeyimin göğsüne dayadım. Nihayetinde insanın sevgi dolu bir ailede yaşıyor olması büyük bir şükür kapısını aralıyordu ve durmadan o kapıdan içeriye giren kalbim bu sevginin sonsuz olmasını istiyordu.

Ağabeyim yatak odasının kapısında beni kollarından indirip alnımdan öptü ve ardından gitti. Biz de dedemle yatak odasından içeriye girdiğimizde dedem "Kızım soracam soracam soramadım. Sen açık renklerin hakim olduğu odaları seversin ha bu oda neden senin sevdiğin gibi değil?" diye sordu.

Bakışlarımı kısa süre siyah rengin hakim olduğu odada gezdirdikten sonra sorusunu cevapladım.

"Geldiğimde bu şekildeydi dede, demek ki Demir böyle seviyor diye düşündüğüm için ses çıkarmadım."

Dedem hiçbir şey söylemeden yatağın ucuna oturdu ve elini dizine vurarak beni yanına çağırdı. Bunun ne demek olduğunu biliyordum. Saçlarımı okşayarak beni uyutacaktı ve uyuyana kadar aynı eskiden olduğu gibi birbirimizle dertleşecektik. Başımdaki şalla beraber tokayı çıkarıp başımı dedemin dizlerine koydum. Pamuk ve sıcak elleri saçlarımda dolaştıkça mayışmaya başladım.

"Anlat bakalım, kocan da baban gibi şiirler okuyor mu sana?"

Sorusuna tebessüm ettiğimde gözümün önüne babamın anneme bıkmadan okuduğu şiirler, ardından da bana okuduğu şiirlerin peşine verdiği nasihat kulağıma çalındı.

Benim kızıma ilk şiirini babası okusun, okusun ki ona ilgi gösteren ilk erkeğe gönlünü kaptırıp hayal dünyasında gezinmesin.

"Okumuyor dede."

"Uuu benim pisuk hayallerinden çok uzakta biriyle evlenmiş desene. Zamanında kapımı aşındıranlar için bahane bulup 'Bunlarda babam gibi şiir okuyacak tip yok.' diye geri çeviriyordun. Haa şimdi ne oldu sana pisuk?"

Dedemin cümlesi kıkırdamama neden oluyordu; çünkü kriterlerime uyan herkes için geriye kalan tek bahane bu kalıyordu ve ben de bu bahaneye sıkı sıkıya tutunuyordum ama dedemde altta kalmıyor, "Yeter ki evlen ben, sana şiir okurum." diye tutturuyordu. Tabii gelen teklifleri kabul etmedikçe de şiir okumakla kalmayıp bir de üstüne söylene söylene şiir uyduruyordu.

Evlenmedi gitti ha bu

Kurusun bunun huyu

Biran önce evlen de

Seveyim o torunu

Dedemin benim için uydurduğu onca şiirden biri aklıma gelince daha fazla kıkırdadım. Dedem de o halimi görünce saçımdaki elini yüzüme getirerek "Ha buna bak, ha buna yine aklına bir şeyler gelmiş kıkırdıyor. Cevap ver bakayım bana, hani şiir okumayan adamla senin işin olmazdı?" diye tekrar sordu. Gülümsememi sonlandırıp Demir'in aşkla bakan kahverengi gözlerini hatırladım.

"Şiir okumuyor ama gözleriyle öyle bir bakıyor ki okumadığı tüm şiirler kalbimde hayat buluyor pamuğum. O yüzden şiir okumamasının eksikliğini çekmiyorum."

Dedem verdiğim cevaptan sonra "Zaten yanık bakışlarından belli oluyor." dedi ve kolundaki saate bakıp konuşmasını devam ettirdi.

"Hayret çoktan gelmiş olması gerekiyordu. Nasıl oldu da gelmedi?" dediği an odanın kapısı açıldı ve Demir içeriye girdi. Demir'in biran olsun gözünün önünden beni ayırmayan halleri, ailemin tüm üyeleri tarafından dalga konusu olsa da Demir, söylenenlere hiç aldırış etmeden yanımdan ayrılmamaya devam ediyordu.

"Uyumadan yetiştim değil mi?"

Sorduğu sorudan sonra Demir'in bakışları dedemin eline, oradan da saçlarıma kaydı ve ardından iç çekerek "Keşke daha erken gelseymişim." dedi.

Onun bakışlarındaki hasret o kadar üst seviyede görünüyordu ki verdiği sözde durmak için direndikçe gözlerindeki hasret oranın meskenliğini yapıyordu ve bunu sürekli bana hissettiriyordu.

"Uşağım zaten geleli birkaç dakika oldu."

Demir hiçbir cevap vermeden yanımıza doğru geldi. Tamam o çok güzel bakıyordu ama böyle bakmaya devam ederse dedemin yanında yüzüm kıpkırmızı olacaktı.

"Şimdi güzel karımın saçları hem çok yumuşak, hem de mis gibi kokuyordur değil mi dede?"

Şu an dedemin yüz ifadesini göremiyordum ama saçımdaki elleri yumuşakça orayı okşamaya devam ediyordu.

"Ula duyanda saçını okşamaya hasretsin sanır."

Demir dedeme hiçbir şey söylemeyip iç çektiği zaman dedem "Delibaşım söz konusu sen olunca da bir şüphelenmedim desem yalan olur. Yoksa kocanın, saçlarını okşamasına izin vermiyor musun?" diye sordu.

Şimdi ne diye iş bana dönmüştü ki? Dedeme yalan söylemek istemiyordum ama doğruyu söyleyemeyeceğimin de farkındaydım.

"Şimdi her zaman saçlarımı okşatacakta değilim pamuğum. Sonuçta onun elleri senin ellerin gibi pamuktan değil baksana kürek gibi."

Hem işi espriye vurarak, hem de dedemin gönlünü alarak sorusuna cevap verdiğim için mutluydum ve bu mutluluk dedemin cevabıyla daha çok üst seviyelere çıkıyordu.

"Uuu habu kız, sözleriyle eritecek beni haa."

Dedem saçlarımdaki ellerini nazikçe hareket ettirmeye devam ederken "Gel uşağum biraz da sen saçlarını okşa, yoksa bakışların içimde kalacak." dedi.

Dedem yerinden doğrulurken Demir'in bakışları gözlerimle buluştu. Sanırım verdiği sözde durmak için çabalayan yanıyla saçlarımı okşamak isteyen yanı büyük bir savaş veriyordu.

"Dede, sen zaten kısa süreli buradasın. Bırak Beyza senle hasret gidersin."

Dedem, Demir'in cümlesini duysa da ayağa kalkıp yerine Demir'i oturtuyor ve üstüne konuşmaya başlıyordu.

"Zaten gözleri birazdan kapanır, uyandığında hasret gideririz."

Dedem sandalyeye oturduktan sonra gözlerim Demir'in gözleriyle buluştu. O bildiğin gözleriyle saçlarıma dokunmak için izin istiyor, şu an nasıl davranacağını bilemiyor gibi görünüyordu. Onun sözünde durmak için çabalayan hali başımı dizlerine koymama neden oluyordu. Bu hareketimin ona verdiğim izin olduğunu bilen Demir hemen ellerini saçlarımda dolaştırmaya başlıyordu.

Onun elleri de dedemin elleri gibi saçlarımda pamuk hafifliğinde dolaşıyordu ve onun sıcaklığını özleyen yanım ona da uykuya da teslim oluyordu.

⌛5 gün sonra...

Islak saçlarımı havluya hapsederken, aynadaki yansımam biraz toparlanmış görünüyordu. Vücudumun gücü tam olarak yerine gelmemiş olsa da çok iyi durumdaydım.

Banyodan dışarıya çıktığımda Demir, sağ elini ensesine koyup başına destek verir şekilde yatağın başlığına dayamış, bana bakıyordu. Hastaneden çıktıktan sonra Demir çabucak kendini toparlamış, bedenen eski haline dönmeyi başarmıştı. Yatağa doğru ilerlediğim zaman Demir adeta bakışlarıyla beni yakıyordu.

Yataktan ağır hareketlerle kalkarak, yanıma geldi.

"Sonunda yalnız kalabildik. Nasıl hissediyorsun sevgilim, biraz daha iyi misin?"

Hastaneden çıktıktan birkaç gün sonra büyük ailem, yavaş yavaş yanımdan ayrılmıştı. En son Zehra, Meryem yengem ve Hüseyin ağabeyimi de bu akşam yolcu etmiştik. Herkes biran önce toparlanmam için elinden geleni yapıyor, büyük yengelerim en sağlıklı ürünleri bulup, eve kargoyla gönderiyorlardı. İnsanın sevgi dolu bir ailesinin olması, büyük bir mutluluğu da beraberinde getiriyordu.

"İyiyim Demir, banyodan yeni çıktığım için biraz üşüyorum o kadarcık."

Demir'in gözlerinde özlem ve dokunamıyor olmasının öfkesi aynı anda barınıyordu ama bunu asla sesine yansıtmıyordu

"Hadi hemen yatağa gir güzel karım, daha fazla üşüme."

Ben yatağa girerken, o da yere serdiği yorganın üstüne yattı. Uzun süre en azından gözlerine bakarak hasret gideririm diye düşünüyordum ama durumumda hiçbir değişiklik yoktu. Çok çabuk yoruluyor, uyuyan beynimi uyandırmakta zorlanıyordum ve bu göz yansıyordu.

Kapının açılma sesiyle gözlerimi araladığımda Demir'in odaya girdiğini gördüm.

"Saat kaç Demir? Sen daha uyumadın mı?"

Yanıma gelip yatağın kenarına oturdu ve bana baktı. Bakışlarında ki hasret ve hüzün uykulu olmama rağmen içime ılık ılık aktı.

"Yine uyuyamadım Beyza, uzaktan seni izlemek canımı yakıyor. Kendimi kontrol altına alıp, verdiğim sözü tutmak için yine spor odasına gittim. Sen yat daha saat üç, bende duş alıp hemen uyuyacağım."

"Demir, seni böyle görünce çok üzülüyorum."

Yatakta bana doğru eğilirken "Sakın bu halim için üzülme Haniftam; çünkü ben bu cezayı fazlasıyla hak ettim. Şimdi sana dokunmadan, bir kere kokunu içime çekeyim hemen kalkacağım." dedi.

Kokumu ciğerlerine çektikten sonra ayağa kalktı ve yalvarır şekilde konuşmaya başladı.

"Karıcığım ne olursun, iyileştikten sonra söylediklerimi yapmam için izin ver. Ben artık gerçekten dayanamıyorum."

Kullandığım ilaçların üzerimde bıraktığı bu etkiden artık yorulmuştum ama buna kesinlikle karşı koyamıyordum. Ağırlaşan göz kapaklarımla "Elimden geleni yapacağım." dedim ve bir zamanlar çok sevsem de şimdilerde nefret ettiğim uykunun yine bedenimi ele geçirdiğine şahit oldum.

Gözlerimi araladığımda Demir yatağın kenarına oturmuş beni izliyordu.

"Günaydın karıcığım."

"Günaydın kocacığım."

Tebessüm ederek yataktan doğruldum ve ona doğru yönümü çevirdim. Elini elimin yanına koyup, dokunmadan kenarında gezdirdi. Onun bu haline artık çok üzülüyordum ama verdiği sözü tutmak için kıvrandıkça kalbimdeki yeri de sevgisi de inanılmaz derecede büyüyordu.

"Hadi sevgilim ilaç vaktin geliyor, o yüzden hemen kahvaltı yapman gerekiyor."

"Tamam Demir, üzerimi değiştirip geliyorum."

Yataktan kalktığımda Demir, ne olur olmaz başımda bekliyordu. Gözlerim hafif kararsa da çabucak toparlayıp, üzerimi değiştirdim ve kahvaltıya indik.

Yağız her ne kadar gülümseyerek konuşmaya çalışsa da sesinin tınısında hüzün vardı.

"Minnak yengem, bugün daha iyi görünüyorsun."

"Daha iyi mi? Bomba gibiyim ben."

Deren anne kaygılı sesiyle "Yeter ki iyi ol yavrum. Sen, o haldeyken ömrümüzden ömür gitti. Bir daha üzülüp, korkmak yok. Eğer birisi senin üzülmene ve korkmana neden oluyorsa gel annene söyle. Annen onları ayakkabısının topuğuyla döver ve ben, ince topuklu ayakkabı kullanıyorum. Yani merak etme hepsi hastanelik olur." deyip tebessüm etmeye çalıştı.

Bende tebessüm edip, öpücük atarak "Teşekkür ederim anneciğim, beni koruduğunu bilmek çok güzel bir duygu." dedim.

Kahvaltımı yapmak için çatala uzandığımda Demir, uzun süredir beni yedirdiğinden dolayı, alışkanlık halini alan hareketlerini sürdürüyordu. Çatalım onun elindeydi ve kestiği börekten bana uzatıyordu.

"Hayatım, ben artık kendim yiyebiliyorum. Yine mi unuttun?"

Çataldaki lokmayı yedirirken "Sanırım alışkanlık haline dönüştü." deyip, göz kırptı.

Babaannesi çayından bir yudum alıp "Kızım çocuk yapmanın tam zamanı, hazır Demir yemek yedirmeye alışmışken, sana da kolaylık olur. Ek gıdaya geçtiğinde mamalarını babası yedirir." dedi.

Allah'ım bu büyüklerin torun sevdası, olup olmadık zamanlarda hortlamak zorunda mıydı? Hele ki bekar kayınımla aynı ortamdayken hiç hortlamasa olmuyor muydu?

Ağzımdaki lokmayı zorla yutarken, Demir'le gözlerimiz buluştu. O, öyle bir bakıyordu ki bakışları içime işlerken, ayrıca beni yakıyordu.

Deren anne iç çekerek "Çocuklar size karışmak istemiyorum ama neredeyse 5 ay bitmek üzere ben artık torun sevmek istiyorum. Birde Demir oğlum, hadi Beyza daha 24 yaşında ama sen 30 yaşındasın. Bugün bebek düşünseniz en erken 9 bilemedin 10 ay sonra doğacak. Yaşın ilerliyor bu detayı sakın unutma." dedi.

Demir'in bakışlarına ve derin iç çekişlerine Deren annenin sözleri de eklenince yutkunmakta zorlandığım lokma beni boğmaya başladı. Bir iki kere öksürüp, kızaran yüzümle su içmeye başladım.

"Benim yaşım geçiyor diye Beyza'ya bu konuda baskı yapamam anne. Zaten Beyza hayatıma girmeseydi, o bebeği hiçbir zaman sevemeyecektin. Baba olmayı bırak, evlenmeyi bile düşünmüyordum."

Duyduklarım karşısında şaşırmıştım. Normalde şu an Demir'in de onlarla birlikte bana baskı yapması gerekiyordu ama görüyordum ki o, bu konuda da değişmek içinde çaba veriyor, bir şeylere zorunluymuşum gibi hissetmemi istemiyordu.

Babaannesi "Ama Beyza hayatında, hâlâ baba olmayı istemiyor musun?" diye sordu.

Demir çay içerken duyduğu soru karşısında önce sakince durdu ama düşünceler arasında dolaştıkça sakinliğini, öfkeli nefes alışverişlerine bıraktı. "Ben karıma evlendiğim günden beri dokuna-" cümlesini yarıda kesip, gözlerini kapattı. Öfkesinden kurtulmak istiyordu fakat elindeki bardağı biraz daha sıkarsa öfkesinden kurtulamadan bardak elinde parçalanacaktı.

Eline doğru uzanıp, bardağı elinden almaya çalıştığımda hâlâ elleri sıkı sıkıya kapalıydı.

Yağız, aramızdaki durumu fark etmiş olmalı ki ayağa kalkıp "İkisini yalnız bırakalım." dedi ve diğerleriyle beraber masadan kalktı.

"Demir, elini gevşetir misin?"

Gözlerini açıp, bana baktığında tahammülsüz görünüyordu ve bu tahammülsüz görüntü fısıldayarak "Demir, o kadar zor mu?" diye sormama neden oluyordu.

"Hem de çok..."

Onun çaresiz görünen buğulu gözleri beni üzüyor, süzülen göz yaşlarıma engel olamıyordum; ama böyle bir durumla da nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. İkimiz için umutla çıkış kapısı aramaya başladığımda ise, bu çıkış kapısının Demir'e yeterli gelmemesinden çok korkuyordum.

"Yanında olmam, seni sevmeye başlamam, sana yetersiz mi geliyor?"

Allah'ım ne olur yeterli geliyor desin, diğer türlü isteğine karşı ben, ne ruhen ne de kalben hazır değilim.

Kaşları çatılıp, elindeki bardağı bıraktı. Gözümden akan yaşı silmek için elini uzattığında gözünü kapatıp elini öylece havada sabit tuttu. "Yemin ederim yeterli geliyor Beyza, ne olur üzülüp bunun için gözyaşı akıtma." dedi ve havadaki elini indirip dizine koydu.

Duyduğum cümleyle üzerimden büyük bir yük kalkmış gibi hissettiğim sırada yönümü biraz daha Demir'e çevirip gözlerinin içine baktım.

"Demir seni seviyorum. Bana dokunmanı, sıcaklığını, kokunu bende özlüyorum ama sözünde durup dokunmadığın için de ayrıca mutlu oluyorum."

Derin bir nefesle beraber güçsüzlüğün hakim olduğu bedenim beni zorluyordu.

"Ben artık çok güçsüzüm Demir. Kafa tutmayı bırak konuşmaya bile güç yettiremiyorum."

"Tamam sevgilim şimdi bunları konuşup, kendini yorma. Beni sevmen bana yeterli geliyor, sen diğer şeyleri lütfen kafana takma. Hepsi zamanla düzelir. Hadi ilaç saatin geçiyor biran önce kahvaltını yap."

Demir'in bu şekilde değiştiğini görmek beni mutlu ediyor, evim olan gözlerine baktığımda ise kalbimde fethedilmeyen toprak bırakmamaya kararlı görünüyordu; ama bilmiyordu ki ben razıydım. Kalbime ektiği çam ağacının kökleriyle tüm kalbimi kuşatmasına da oraya daha güçlü şekilde yerleşmesine de tüm benliğimle razıydım.

Demir son bir kez yüzüme bakıp "Böyle güzel baktığın zaman seninle baş etmek daha da zor." dedi ve başını iki yana sallayarak büyülenmiş ifadesini silmeye çalıştı. Ardından içeriye doğru seslenip, kahvaltıya gelmelerini söyledi. Kahvaltımızı tekrar keyifle yapıp muhabbet ettiğimiz esnada telefonum çaldı.

"Efendim Mihrimah."

"Selamün aleyküm Beyza, nasılsın?"

"Aleyküm selam canım iyiyim çok şükür, sen nasılsın?"

"Bende iyiyim şükür. Müsaitseniz annemle beraber size geçmiş olsuna gelmek istiyoruz."

"Müsaitiz canım, buyurun gelin çok mutlu oluruz."

"Tamam canım. Sen, bize adresi at, biz taksiye binip geliriz."

"Adrese gerek yok. Burayı taksiciler karıştırıp başka yere götürüyorlar. O yüzden ben, sizi kapıdan aldıracağım."

"Beyza lütfen ama kesinlikle öyle olmaz."

"Mihrimah doktor üzülmeyeceksin dedi ve ben şu an üzülmeye başladığımı hissediyorum."

"Tamam tamam üzülme, uygunsa 12 gibi gelmek istiyoruz."

"Uygunuz canım, gelince görüşürüz."

Telefonu kapattığımda Demir, bana doğru bakıp "Dinlenmen gerekiyor Beyza, daha sonra ağırlardık." dedi.

"Demir, zaten bir şey yapmayacağım. Düşünüp gelmek istemişler, gelmeyin denir mi hiç, çok ayıp."

Yağız börekten kocaman bir ısırık aldığında "Burayı taksiciler rahat bir şekilde buluyor, neden bulamıyor dedin?" diye sordu.

"Gerçekten bu soruyu sorduğuna inanamıyorum Yağız. Siz hiç yaşadığınız çevreden çıkıp, insanların ne şartlarda hayat mücadelesi verdiğini görmüyor musunuz? Burayla onların evinin uzaklığına taksimetre kaç para yazar ve bu para onlar için ne ifade eder düşünmüyor musunuz? "

Deren anne gülerek "Bunlarda ince düşünce ne arar, yokluk gördükleri mi var?" dedi ama bunu öyle bir tonda söylemişti ki sanki kendi yokluk nedir biliyor gibiydi. Deren annenin yüzündeki bakışlarım, sanki dünyanın yükü binmiş gibi çöken omuzlarına kaydığında çok tuhaf bir hisle beraber kuşanıyordum; çünkü o, çöken omuzlarına eşlik eden hüzünlü gözleriyle özlem dolu görünüyordu. Deren annedeki dikkatli bakışlarım Yağız'ın sorusuyla ona doğru dönüyordu.

"Yenge siz de zenginsiniz, peki sen bunları nasıl oluyor da biliyorsun?"

"Bu yaz planımız belli oldu. Bizim fındıklığı toplarken ikinizi de alıp, Trabzon'a götüreceğim. Para ne zor şartlarda kazanılıyormuş öğrenin de aklınız başınıza gelsin."

Hepimiz hep beraber gülüşürken gözlerim tekrar Deren anneye doğru kaydı ama daha demin ki hüzün dolu ifadesinden geriye hiçbir şey kalmamıştı.

Kahvaltı masasından kalkıp odaya gittiğimizde onlar istedikleri kahveleri içerken ben, yorgun düşen bedenimi dinlendirmek için yan oturup, kafamı koltuğa yaslıyordum. Yine çok çabuk yorulmam içten içe üzülmeme neden olmuştu; çünkü gün geçtikçe vücudum toparlanmaya başlasa da bu kısa süreli bana yansıyordu.

Demir, Kader'e seslenip, üzerime örtü getirmesini söylediği zaman ona doğru baktım. Oysa ben üşüdüğümü o söyledikten sonra ancak şimdi fark edebilmiştim. Biraz daha onun güzel gözlerine bakarken aklıma Mihrimah'lar geldi.

"Hayatım, Mihramah'ları sen alır mısın?"

"Şaka yapıyor olmalısın. Senin yanından ayrılmayacağım diye neredeyse işi eve taşıdım. Bir tek çok önemli toplantılar için gidiyorum sonrası eve nasıl döndüğümü de en iyi sen biliyorsun."

Evet Demir neredeyse her işini çalışma odasından halletmeye çalışıyor, işe gittiğinde ise soluğu benim yanımda alıyordu. Bunları bilmeme rağmen ağzımdan dökülecek cümleye ben engel olamasam da Demir yarıda keserek engel oluyordu.

"Ama-"

"Aması yok karıcığım, ben şoförü gönderirim."

Yağız ayaklanıp "Sen üzülme, ben şimdi gidip alırım yenge, zaten evi de biliyorum." dedi.

Kader örtüyü getirdiğinde Demir, elinden alıp üzerimi örtmeye başladı. Benimle ilgilenen kocama uzaktan öpücük atınca onun alt dudağını ısırıp, çapkın bir ifadeyle güldüğünü gördüm ve bu hali sessizce kıkırdamama neden oldu. Demir son bir kez göz kırparak yerine oturduğunda Yağız'a dönüp "Bugün senin dersin yok muydu?" diye sordum.

Yağız ağabeyine karşılık olarak "Önemli dersim yok." deyince Demir, dişlerinin arasından "Yeter artık, şu okulunu bitir de sorumluluk almaya başla." dedi. Yağız ise, Demir'in söylediklerini duymazdan gelip, hiçbir şey demeden odadan çıktı.

⌛Birkaç saat sonra...

Çaylar içiliyor, sohbet güzel bir şekilde ilerliyordu. Deren anne Mihrimah'a nerede okuduğunu sordu. Mihrimah tebessümle "Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Moda Aksesuar Tasarım okuyorum." diye yanıt verince Yağız bana bakıp, gülümsemeye başladı.

Demir, duyduklarından sonra şaşkın bir şekilde Mihrimah'a dönüp "Sakın bana ayakkabı bölümünde ilerleyeceğini söyleme." dedi.

"Şu an için düşüncelerim o yönde Demir ağabey ama neden böyle bir tepki verdiğini anlamadım."

Demir, kulağıma eğilip "Bu hayvanın gözünün bunda olduğu çok belli, yoksa hayatta kalkıp almaya gitmez, sonra da gelip burada oturmazdı. Hayvan herif, resmen karımın kopyasını bulmuş." dedi. Demir bunu öyle bir ses tonunda söylüyordu ki mızmızlanan bir çocuktan farksız görünüyordu.

Kıkırdamama engel olamayıp sessizce "Demir tevafuka bakar mısın? İnan bana, şu an ben bile şaşkınım." dedim. Demir çok geçmeden vücudunu dikleyip, tekrar Mihrimah'a baktı.

"Karımla çok ortak yönünüz var da ondan dolayı sordum."

Mihrimah da en az bizim şaşırdığımız kadar şaşkın bir ifade ile birlikte "Aa Beyza sen ayakkabı sektöründe misin? Peki hangi üniversitede okudun?" diye sordu.

"Evet canım ayakkabı sektörü üzerine ilerledim. Çok nadir benim için önemli insanlara takı tasarlayıp, hediye ettiğimde oluyor ama bölümü seçmemdeki amaç ayakkabı üzerinde ilerlemekti. Ben de Dokuz Eylül Üniversitesinden 2 yıl önce mezun oldum."

Mihrimah iyice şaşırıp, bir anda işaret parmağını yukarıya kaldırdığında yeni bir şey hatırlamış gibi görünüyordu.

"O Beyza sensin! Her hocadan ismini duyduğum için hatta sana sinir bile olmuştum."

Mihrimah'ın cümlesiyle Yağız yönünü biraz daha ona doğru çevirdi ve meraklı bir sesle "Niye sinir oluyordun, ne diyorlardı ki?" diye sordu.

"Öznur hanım, 'Başarılı tasarımcılar olup sektörde isminizden söz ettirmek istiyorsanız çok çalışıp, azimli olmak zorundasınız. Bunun için ne yapıyorsunuz?' diye sorduğunda kimseden cevap alamamıştı. Bunun üzerine 'Size sevdiğim bir öğrencimden bahsedeceğim; Beyza, varlıklı bir ailenin kızı olmasına rağmen okula başladıktan 1 yıl sonra düzenli olarak sektörde çalışmaya başladı. Yeri geldi hafta sonu, yeri geldi okul çıkışı çalıştı. Tabii çalışmak ona başarıyı da beraberinde getirdi. Okulun son 3 yılında girdiği tüm yarışmaları derecelerle bitirdi. Mezun olalı iki yıl olmasına rağmen sektörde ismi her yerde karşıma çıkıyor. İşte sizde başarılı olmak istiyorsanız çabalayıp, azimle ilerlemek zorundasınız' diyordu. İster istemez birkaç hocadan Beyza ismini duyunca yeter artık, ne Beyza'ymış arkadaş diyor, sonra da sinirleniyorsun Yağız. Yani tamamen kıskançlık... "

Mihrimah cümlesini bitirdikten sonra tekrar merakla bana döndü.

"Hocalara merak ettiğim halde soramamıştım Beyza. Neden son 3 yılından bahsediliyor da ilk yılından hiç bahsedilmiyor?"

Tebessümlü dudaklarım tek çizgi olunca omuzlarımı yukarıya kaldırıp, hüzünle tekrar bulunduğu konuma indirdim.

"İlk yılım, yıkık dökük bir yıldı. Yaralarım çok tazeydi. O yılım; okul, doktor, sinir krizleri, kaza gününü sürekli yaşadığım rüyalar arasında savrulurken geçmişti." Derin bir nefes aldığım zaman yine Ali Asaf ağabeyimin benim için durmadan koşturan hali gözümün önüne gelince konuşmaya daha üzgün bir sesle devam ediyordum. "Ali Asaf ağabeyimin hakkı üzerimde çok fazladır, bazen haftanın üç dört günü yanımda olur, bazen gittiği günün akşamı tekrar yanıma koşardı. Yani bir yıl yaşayan bir ruh gibiydim."

Gözyaşlarımı elimin tersiyle sildiğim zaman onlarında benimle beraber acı çektiğini hatta kadınların ağladığını gördüm. Bu yüz ifadeleriyle zamanında o kadar çok karşılaşmıştım ki artık insanları bu duygudan çıkarmaya bağışıklık kazanmış gibiydim. Bulunduğum ruh halinden çıkıp yüzüme kocaman bir gülümseme hakim kıldım.

"Acaba size ne oluyor da benimle beraber gözyaşı döküyorsunuz? Belki şurada tek başına ağlayıp, ilgiyi üzerime çekmek gibi bir niyetim vardı, olamaz mı yani? Ayıp ama hepinize..."

Babaanne gözyaşlarını silerken, yüzünü kaplayan sıcak gülümsemesi ile "Seni deli kız, sen çok yaşa emi." deyince ben de "Hep beraber yaşayalım." diyerek karşılık verdim.

⌛Bir kaç gün sonra...

"Demir benim canım, o çikolatalı pastadan çekiyor."

Resmen cümleyi kurarken bile ağzımın suyu akıyor, ben tatlı diye çıldırıyordum. Özel günüm resmen ben geliyorum diye bağırıyordu.

"Sen yeter ki iste karıcığım, hemen şimdi arıyorum."

Demir cebinden telefonu çıkarıp 3 tane büyük boy pastadan isteyip, acil getirmelerini söyledi. Telefonu kapattıktan sonra telefonu yatağa atıp, gözlerimin içine baktı.

"Yarım saat içinde getireceklerini söylediler sevgilim."

Duyduklarımdan sonra içtenlikle gözlerimi kapatıp, bir kaç tane uzaktan öpücük attım.

"Bileğin iyileştiğinde onların hepsini tenimde istiyorum. Anlaştık mı?"

Gözlerimi açıp, yatağa oturduğumda gözlerinin içine tebessümle baktım. Benim canım kocam bildiğin sözünde duruyor, evde geçirdiğimiz bu süre içinde değişmek için elinden gelen çabayı da veriyordu.

"Önce ver bakalım ezberlediğin son iki sûreyi."

Yerinde dik pozisyon aldıktan sonra "Şaşırmaz isem söylediğimi yapacaksın ama tamam mı?" diye sordu.

Onun o haline neşeli bir kahkaha atıp konuşmaya başladığımda değişen yüz ifadesi bile onun iyi yönde değiştiğinin kanıtlarından birisiydi ve o böyle çok sevilesi görünüyordu.

"Demir Allah aşkına, şurada Allah'ın ayetini okuyacak olduğun halde bana söylediğin sözlere bak."

Yutkunarak "Doğru söylüyorsun." dedi ve çok geçmeden besmelesini çekip, Felak - Nas surelerini ezbere verdi.

"Hata yaptığım yeri düzeltmişim değil mi?"

Sorduğu soruya içten bir şekilde tebessüm ettim. "Evet düzeltmişsin Demir, senden bu kadarını beklemiyordum. Gerçekten beni her geçen gün daha fazla şaşırtıyorsun."

Elini, elimin yanına koyup, "Karım hasta ve halsiz zamanlarında bile dersleri aksatmıyordu, çalışmasam ona haksızlık olurdu." dedi.

Gözlerindeki gözlerim yan yana bulunan ellerimize kaydı. Sol işaret parmağımı biraz hareket ettirip, uzun süre sonraki ilk teması gerçekleştirdiğim zaman gerçekten onu çok özlediğimi, küçük bir yer temas ettiği halde artan kalp atışlarımla beraber, içime sızan sıcaklığını hissettim ama Demir, parmaklarımızdaki bakışlarını gözlerime getirdiğinde, ondaki özlemin çok daha büyük olduğunu daha net bir şekilde hissettim.

"Beni alev alev yakıyorsun kadın."

Demir'in cümlesinden sonra kırgın bir şekilde teması kesip ayağa kalktım ve kapıya doğru ilerledim. Sesimi yalandan üzgün hale getirip "Tamam bir daha yakmam Demir, kendime engel olamadığım için çok üzgünüm." dedim.

Peşimden o da ayağa kalkıp yanıma doğru geldi. "Saçmala bunun için sevinmen gerekiyor." diye açıklama yapan hali girdiğim rolü alt üst etmiş, ben daha fazla dayanamadığım için o haline kahkaha atı vermiştim..

"Sen benimle oyun mu oynuyorsun Haniftam?"

Kapıyı açıp koşmaya başladığımda "Evet kocacığım hem de bu aşırı derecede eğlenceli oluyor." dedim.

Merdivenlerden inerken arkamdan "Lütfen dikkatli ol ve koşturmayı bırak güzel karım, zaten yeni yeni kendine geliyorsun." dedi.

"Tamam, merak etme dikkat ediyorum."

Tam merdivenlerin sonuna geldiğim sırada kapının zilini duydum. "Büyük bir ihtimalle pasta gelmiştir, o yüzden kapıya ben bakıyorum." dedim ve oraya doğru yöneldim. Kapıyı açtığımda bir tane kadın ve yanında 5-6 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim sevimli bir kız çocuğu gördüm. Kadının yüzü bembeyaz olmuş, sanki bir şeyden korkuyor gibi görünüyordu. Onun korku dolu ifadesini görünce çevreye baktım ama kadının korkulu ifadesine sebep olabilecek birini görmedim.

Korkusunun geçmesi için kadına tebessümlü bir ifadeye bakmaya çalışırken kadın, titrek bir ses ile konuşmak için çaba veriyordu.

"Şey..."

.........................................................................

Tövbeler olsun kadınla, çocuk kim?

Demir'le aralarındaki bağı düşündükçe geriliyor musunuz?

Gerilin gerilmek bazen güzeldir :) Hatta cilde botoks etkisi bile verebilir.

Allah'ım yine iyilik dolu bir günümdeyim ve canım okurlarımı ciltlerine kadar düşünmekteyim. bdgdhgd

Öyleyse yeni bölümde görüşmek üzere : ))

Loading...
0%