Yeni Üyelik
44.
Bölüm

43🍓 "DAĞ BAŞI"

@hanifta_hanim

Herkese merhaba Haniftam ailem, bölüme geçmeden önce @hak @prenses311 @okuyan_bir_insan @cicek34zeynep @nur.00 okurlarıma tüm bölümleri oylayıp bana destek oldukları için çok teşekkür ederim. Diğer okurlarıma da emeğimin karşılığını vermedikleri için teesüflerimi bildiririm.

​​​​​​.

​​​​​​.

​​​​​​.

 

Evin zilini çaldığımda Demir üzgün sesiyle konuşuyordu.

"Cuma namazından çıktığımızda eve dönmeliydik. Keşke sözüne uyup, işe gitmeseydik. Şu haline bak ayakta zor duruyorsun."

"Demir, ben evde kalınca işe uğradığın yok. Yeter ama çok uzun bir süre oldu. Hem yemekten sonra dinlenince hepsi geçer."

Kapıdan içeriye girerken Esra teyzeye selam verdiğimde Demir, "Esra, sen hemen servise başla, Beyza'nın ilaç saatine az kaldı." dedi ve sonra bana dönüp konuşmasına devam etti.

"Sandalye köşelerinde kaç kere uyuya kaldın? Kesinlikle iş senin sağlığından önemli değil, biraz daha toparlaman gerekiyor karıcığım."

Tebessüm ederek kabanının düğmelerini açıp, üzerinden çıkardım.

"Tamam Demir, sözünü dinleyeceğim. Belki yeni ilaçların yan etkisi de daha az olur. Ona göre bir yol çizeriz."

Gözlerimin içine merhametle bakarken, montumu çıkarıyordu.

"Çok solgun görünüyorsun ve bu, beni çok üzüyor."

Oysa çok daha halsiz ve güçsüz olduğum halde onlar üzülmesin diye elimden geleni yapıp, son gücümle ayakta duruyordum.

Yüzümü gülümseyen bir ifadeye getirip "Çok acıktım Demir, ondan böyleyim." dedim. Demir, söylediğime inanmasa da bir şey demeyip, montları askısına astı ve elimi tutup, gözlerimin içine baktı.

"Tüm yasaklar kalktığına göre, bu gece kollarımdasın karıcığım."

Salona doğru ilerlerken içime kaçan sesimle "Şu yasakları ilaçların bitimine kadar sürdürmeye ne dersin?" diye sordum fakat hiç beklemeden kararlı bir şekilde "Asla!" diyerek kestirip attı. Daha ona cevap veremeden odaya girdiğimizde Dolunay, bana doğru koşup "Sonunda Beyza geldi." diyerek hızla sarıldı. Bedenimden ayırıp dizlerimin üzerine çöktüm ve saçlarını okşamaya başladım.

"Çok özledim seni, bensiz neler yaptın bakalım?"

Dolunay bakışlarını etrafta dolaştırdıktan sonra "Sen yokken, annemi çok ağlatıyorlar Beyza. Ne olur bizi bu evde yalnız bırakma." dedi.

Dolunay'ın sözünü, Derin'in "Kızım yengeni rahat bırak ve hemen yanıma gel." sözü böldü.

Ayağa kalkarken Demir elini uzatıp, kalkmam için yardım etti. Gözlerine minnetle baktıktan sonra Dolunay'ın elini tuttum ve koltuğa gidip oturduk. Ortam çok gergindi, bundan ise en çok Derin ile çocukları etkileniyordu. Beraber aynı sofraya oturulmuyor, bir aradayken de çok bir şey konuşulmuyordu.

"Beyza, onlara söyle annemi ağlatmasınlar. Küçük dayım bile bugün annemi ağlattı."

Herkesten beklerdim ama ablasına bu şekilde davranmasını Yağız'dan asla beklemezdim. Dolunay'ın sözünden sonra hayal kırıklığıyla Yağız'a doğru dönüp baktım.

"Hangi küçük dayın? Yağız böyle bir şey yapmayacağına göre, senin başka dayın mı var Dolunay?"

Yağız, sırtını yasladığı yerden öne doğru eğilerek, dirseklerini dizlerine koydu ve ardından ellerini birbirine bağladı.

"Hiç öyle bakma yenge, benimde sindiremediklerim var. Onca yıldan sonra kollarımı açıp, kimseye sarılacak değilim. Bence bu kadar kaldıkları bile fazla, asıl ben, ağabeyime şaşkınım. Şu ortamda nasıl duruyor anlamış değilim."

Ben Demir'i frenlemek, ailece aldıkları yaraları kapatmak adına uğraş verirken Yağız, kolaylıkla verdiğim uğraşı ağabeyini sinirlendirerek yerle bir ediyordu. Demir, ona doğru dönüp bağırarak "Kendimi bir çok noktada zor tutuyorum Yağız! Sende ayağını denk al. Bu durumdan memnunmuşum gibi konuşup daha fazla sinirimi bozma!" dedi.

Yağız ağabeyinin cümlesiyle dişlerini sıktı ve ardından öfkeli bir sesle konuşmaya başladı.

"Beni tehdit edip, sürekli otoriteni benim üzerimde deneyeceğine, git onun varlığına en çok ihtiyaç duyduğumuz da bizi arkasında bırakan kız kardeşinin üzerinde dene!"

Duyduklarım karşısında gerçekten hayal kırıklığına uğramıştım. Ben, Demir'i yatıştırmaya çalışırken Yağız, bu şekilde onu tetikleyen tarzda konuşarak onu, Derin'e karşı daha fazla dolduruyor veya öfkesinin alevlenmesine neden oluyordu.

Demir'in elleri yumruk halini almış şekilde kalkarken elini tutup, gözlerinin içine baktım. Öfkesi üst seviyedeydi ve gözlerine donuk bakışlar yerleşmiş gibiydi. Elim yokmuşçasına kalkıp, Derin'e doğru öfkeli adımlarla ilerledi. Dolunay annesine doğru gittiğini görünce korkuyla ağlamaya başladı. Demir, Derin'in önüne geldiğinde sağ yumruğunu açıp, elini boğazına doğru götürdü. O hareketini görünce yerimden kalkıp, yanına gittim. Onun boğazını sıkmamak için mesafesini koruyarak kendiyle savaşıyordu ama o, çok öfkeli görünüyordu.

Derin'in gözyaşları sessizce akarken, kucağındaki bebeği koltuğa yatırdı ve ayağa kalktı.

"Beni affedeceksen istediğini yap ağabey. Asla sesimi çıkarmayacağım."

Demir'in öfkeli eli, Derin'in boğazına gittiğinde Dolunay'ın çığlığı ile ona eşlik eden bebeğin ağlaması, odada yankılanıyordu. Demir'in eli, Derin'in boynuna değmiyordu ama öfkeli nefes alış verişleri her an sıkacakmış gibi hissettiriyordu.

"Demir kendine gel!"

Bebeğin rengi ağlamaktan kıpkırmızı olunca önce onu kucağıma alıp, Demir'in yanına gittim. Derin'in boğazına değmek üzere olan elini indirmek için uzandığımda Derin elimi tutup, buna müsaade etmedi.

"Yenge ne olur bırak. İki gündür kimsenin yüzüme baktığı yok zaten. Ne olacaksa olsun. Sinirini beni boğarak çıkaracaksa çıkarsın. Yeter ki bu acabalar artık bitsin."

Derin'in sözlerinden sonra Demir'in alnındaki damarlar daha çok belirginleşti ve parmaklarını sıkmak üzere harekete geçirdi. Elini boğazına götürmesine fırsat vermeden tutup, sertçe gözlerinin içine bakarken "Ne o affetmek, yapılanı sineye çekmek çok mu zor?" diye sordum. Sadece sustu ve gözlerimin içine acıyla baktı.

Elini indirip Derin ile arasına geçtim. Gözlerinin içine bakarak "Bende mi affetmeseydim?" diye sorduğumda acıyla iki adım geriye gitti. O da öğrenecekti! Yapılanı affetmenin ne kadar zor olduğunu, kalbinde ruhunda yara açana şans verirken ne kadar çok canının yandığını o da öğrenecek, yaralarıyla beraber kardeşine şans verecekti. Ondan sonra ki süreçte de birbirlerine merhem olmayı, aile olmanın önemini hep birlikte öğreneceklerdi.

Dolunay ağlayarak ayağıma sarıldığında iyice gerildim ve odadaki herkese doğru dönüp konuşmaya başladım.

"Bu iki çocuğun ne halde olduğunu görmüyor musunuz?" Bakışlarımı Deren anne ve babaannenin üzerinde kısa süre gezdirdikten sonra "Birde benden çocuk yapmamı istiyorsunuz. Siz önce dünyaya gelenleri sevin, kıymetini bilin de ondan sonra benden çocuk isteyin." dedim ve bakışlarımı onlardan çekip diğerlerine bakarak konuşmaya devam ettim.

"Bu akşam konuşup, bu konuyu bir karara bağlayın. Hadi bebek küçük, bir şeyleri anlamıyor ama Dolunay, her şeyi anlayacak yaşta. Onun psikolojisini bozmanıza izin vermeyeceğim. Şimdi ben, çocukları alıp odama çıkıyorum. Eğer Derin'i affetmeyecekseniz boş yere burada durdurup, ona da ümit vermeyin."

Sinirle odadan çıkacakken Dolunay, ayağıma yapışıp gitmeme izin vermedi.

"Hayır yenge, biz gidersek anneme çok bağırırlar. Lütfen annemi de alıp evimize gidelim."

Ne yapacağımı şaşırmış bir halde ortada kalakaldım. Bir yandan da gelen sinirimi yatıştırmak için çabaladım ama tutmam gereken çenemi tutamayıp, konuşmaya başladım.

"Aaa başlayacağım sizin aile meselenize! Yağız hemen kalk, buraya gel!"

O taraflı olmayınca gözlerine uzun süre baktım ve böylece ayağa kalkıp yanımıza doğru geldi. Demir'in kucağına elimdeki bebeği verdiğimde ellerini geri götürecekken elini tutup, bebeği zorla kucağına verdim. Sonra Yağız'a döndüm ve onunda kucağına Dolunay'ı verdim.

"İster kabul edin, isterseniz kabul etmeyin, Derin sizin kız kardeşiniz, bu çocuklarda yeğeniniz. Benim kız kardeşim ve yeğenim yok deyip, kendinizi kandırmayın. Evet yaşadıklarınız çok ağır ama yedi yıl da bedel ödemek için küçümsenemeyecek kadar uzun bir zaman. Ne olur artık ortak bir noktada buluşun."

Derin, ikisinin elini tutup, "Lütfen artık beni affedin. 7 yıl siz olmadan yaşamak benim için cezaların en büyüğüydü zaten." dedi.

Demir elini çekip, bebeği Derin'e uzattı.

"Gözlerimle şahit olduğum şeyler varken, her şeyin hemen eskiye dönmesini bekleme. Seni, bu eve sokmakla ben, en büyük adımı attım. Bana kalsa onu bile yapmazdım."

Demir birkaç adım attıktan sonra arkasını dönmeden "Bir daha çocukların yanında kimse bu konulara girmesin. Şimdi herkes eksiksiz bir şekilde sofraya otursun." dedi.

Demir'in peşinden annesi ve babaannesi gidince Yağız bana doğru baktı. Onun yanına doğru giderken "Bana bak Yağız efendi! Bir daha ağabeyinle o tarzda konuşup, ablanın üzerine salarsan senle bir daha asla konuşmam. İki gündür olmayan gücümü kullanıp, ağabeyini sakinleştirmek için çabalıyorum. Destek olmuyorsan, köstekte olma! Ablanla derdini de git baş başa konuş." diye öfkeyle konuştum.

Yağız hiçbir şey demeden öylece yüzüme baktı. Dolunay'ı kucağından almak için yeltendiğimde "Sen kendin Dolunay kadarsın. Bu hasta halinle onu taşımayı düşünmüyorsun değil mi?" diye sordu.

Gözlerinin içine sertçe bakınca "Tamam tamam kızma. Ben yeğenimi seveceğim o yüzden vermiyorum." dedi.

Sonra Dolunay'ı öpüp ablasına baktı. Onunda alnından öptükten sonra "Abla şu an için ancak bu kadar yapabiliyorum. Belki zamanla her şey düzelir." dedi ve yeğeniyle beraber masaya doğru ilerledi.

Derin önüme geçip, gözlerimin içine minnetle baktıktan sonra bir koluyla sıkıca sarıldı.

"Beyza, benim için çok uğraştın ve şu an geldiğim noktayı hayal bile edemezdim. Çok çok teşekkür ederim."

Sarılmasına karşılık verirken "Gönlüm her şey tam anlamıyla yoluna girsin, ailece birbirinize sıkı sıkı sarılın isterdi ama ben, ancak Demir'i bu kadar ikna edebildim Derin. Tabii yine sizin için elimden geleni yapmaya devam edeceğim." dedim.

Bir adım geriye gidip "Ağabeyimi o kadar iyi bir adama çevirmişsin ki şu iki gün içinde yaşadığım her şey benim için ulaşılmaz bir hayaldi." dedi.

Herkes aynı şeyi söylüyor, bu söyledikleri ise beni sürekli düşündürüyordu ve kimse de açık açık geçmişte nasıl biri olduğunu söylemiyordu. Masaya doğru ilerlediğimiz sırada belki Derin anlatır diye umut ettiğim için "Demir önceden nasıl bir adamdı?" diye sordum.

"Boş ver yenge, inşallah o halini hiç görmezsin. Sadece ağabeyime çok iyi geldiğini ve sana çok aşık olduğunu bil yeter."

Yine aynı şey olmuş, Derin de üstü kapalı bir şekilde konuşmuştu. Masaya vardığımız için başka hiçbir şey demeden yerime oturdum. Demir bana doğru uzun uzun bakınca önüme döndüm ve yemek yemeye başladık. Bu eve geldim geleli, en sessiz yemeklerden bir tanesi olduğu kesindi. Deren annenin yüzü çok düşüktü. Belki de söylediğim sözler, onu yaralamıştı. Yönümü ona doğru çevirip "Anne." diye seslendim.

"Efendim." diye cevap verdi ama sesi çok üzgün çıkıyordu.

"Anneciğim kalbini kırdıysam özür dilerim. Biraz ağır konuşmuş olabilirim."

"Önemli değil kızım."

Hâlâ sesi üzgün çıktığı için masadan kalkıp, yanına doğru gittim. Sesimi daha sevecen bir tona getirerek içtenlikle konuşmaya başladım.

"Ama annecim, sen böyle üzgün sesle konuşunca benim içim rahat etmiyor. Seni kırdığım için tekrar özür dilerim. Seni çok seviyorum."

Yanağını peş peşe öpmeye başlarken gülümseyip iki eliyle yanağımı tuttu.

"Senin bu sevimli hallerine nasıl dayanacağım ki hemen içimi eritiyorsun. Ben de seni çok seviyorum güzel kızım."

Beni öptükten sonra babaannenin de yanına gidip, onunda gönlünü aldım ve yerime oturdum. Önümdeki suya uzanırken Deren anne "Yalnız o bebeği kucağıma hemen istiyorum. Artık korunmayı bırakın." dedi. Duyduklarım karşısında gözlerim utançla açılırken, içime kaçan nefesimi toplayamadım ve öksürmeye başladım.

Demir'in bakışlarını üzerimde hissettiğim halde ona doğru dönüp bakamazdım. Elimdeki suyu içtiğim esnada babaannede "Anneniz haklı, bu geceden itibaren korunmayı bırakın. Bu işi size bırakırsak biz, o torunu sevemeyiz." deyince öksürükle beraber, bardakta elimden kaydı ve su üzerime döküldü.

Allah'ım ben nasıl bir muhabbetin içine düşmüştüm böyle? Neden sadece benim yüzüm kızarıp yanarken kimsede utanma belirtisi yoktu? Düşünceleri aklımdan silmek için çaba verirken Demir telaşla "Sevgilim iyi misin?" diye sordu. Ona bakmadan kafamı evet anlamında salladım. Sanki sofradaki herkes bir olmuş, beni utançtan öldürmek için anlaşma yapmış gibiydi.

Dolunay meraklı sesiyle "Anne, korunmayı bırakmak ne demek?" diye sorduğunda elimle yüzümü kapattım. Bu sofrada kesinlikle bu konunun kapanmayacağını anladığım an, masadan ya sabır eşliğinde kalktım.

Odamdan içeriye girdiğim zaman bile yüzümdeki yanma hissi varlığını korumaya devam ediyordu. Üzerimi değiştirip, abdest alarak namaz odasına gittim. Namazımı kıldıktan sonra Demir'in iyi yönde değişip, kıldığı ilk cuma namazı için bolca şükrümü yaptım. Kitaplıktan Kur'an-ı Kerim'i alıp, mutlulukla okumaya başladım. Birkaç sayfa okuduktan sonra göz kapaklarım ağırlaştığı için yerine koyup, odama gittim. Yine saat çok erken olmasına rağmen, uykuya teslim olmamak için dirensem de bir türlü başarılı olamıyordum. Pijamalarımı giyip, ışığı söndürdüğümde telefonumu alarak Demir'e, açmakta zorlandığım göz kapaklarım eşliğinde mesaj çektim.

"Demir çok uykum geldi."

Telefonu yanıma bırakır bırakmaz, gelen bildirime baktım.

"Hemen geliyorum, beni bekle!"

Zor okuduğum mesaja "Tmm" diye kısa cevap yazabilmiştim fakat sonrası benim için kocaman bir boşluktu.

💙💙💙

Önemli telefon görüşmesi yaparken, gelen bildirimle ekrana baktım. Bildirimin Beyza'dan geldiğini görünce hemen mesajı açtım.

"Demir çok uykum geldi."

Bugün yasakların kalktığı gündü ve ben, onu daha öpememiştim bile. Ekrandaki tuşlarda elimi hızla kaydırıp, cevap olarak "Hemen geliyorum, beni bekle!" diye yazdım ve telefonunun ucundaki David'i umursamazca acil işimin çıktığını söyleyip kapattım. Oysa bu görüşme Amerika'daki şirketim için çok önemliydi ama Beyza hayatıma girdikten sonra tüm önceliklerimin başına o geçmişti.

Amerika'da kurduğum şirket, benim en değer verdiğim ve başında en çok durduğum şirket olmasına rağmen, 7 aydır bırak şirketi, yurt dışına bile çıktığım yoktu. Oysa Beyza ile evlenirken planlarım arasında bir ay sonra onunla oraya gitmek vardı ama Beyza, çok asiydi ve onun bu asi yanını ancak insanlara duyduğu merhametle bastırabilirdim. Öyle de oldu, çoğu şeyi ailem için yuttu ve sustu ama sonraki dönemlerde düşüncelerim tamamen değişti. Onun yıkılmasına bir yenisini daha ekleyemez, onu çevresinden koparamazdım. Böylece Amerika konusunu Beyza'yı üzmemek adına kapattım ve ona teklif olarak bile sunmadım.

Merdivenlerden hızla çıkarken telefonu tekrar kontrol ettiğimde gelen bildirim olmadığını gördüm. Odanın kapısını telaşla açtığım sırada her yer karanlık olmasına rağmen bir tek yatakta telefonun ışığı yanıyordu. Ona doğru yaklaştığımda elindeki telefonu aldım "tmm" diye yazdığı mesajı gönderemeden uyuya kalmıştı. Telefonu komodinin üzerine koyup, gece lambasını açtım ve onu izlemeye başladım.

Pijamasının üzerine yine sabahlığını giymiş, başındaki tülbenti de sıkı sıkıya iğneyle tutturmuştu. Uykusunda bile güçsüz ve yorgun görünüyordu. Onu izlerken dudaklarım dudaklarına doğru giderken, artık sözümü geçiremediğim iradem beni çok zorluyordu. Kalbim "Uykusundan uyandırma, daha iyileşmedi, ne halde olduğunu görüyorsun. Yapma..." diye fısıldarken, bedenimi ondan çekmek işkence gibi geliyordu. Hızla ayağa kalktıktan sonra eşofmanlarımı giyip, kendimi spor odasına attım. Çok yorulmam, bu duygu geçene kadar burada canıma okumam gerekiyordu.

Yumruklarımı kum torbasına geçirirken, iç dünyama aklımdan biran silemediğim dudakları eşlik ediyordu. Tam yedi aydır onu yaşamak için deliriyordum ama bu ilerleyen zamanlarda da mümkün görünmüyordu. Bu iş uzadıkça da içimi korku kaplıyordu.

Onu başka bir kadınla aldatacak değildim. Aklımda, fikrimde, kalbimde sadece o vardı. Sanki dünyadan herkes silinmişte bir tek o varmış gibi bana geliyordu ama artık tutmakta zorlandığım irademle, onun yanında daha fazla ne kadar kalabilirdim işte bunu asla tahmin edemiyordum.

O benden gelecek bir yıkımı daha kaldıramayacak kadar güçsüzleşmişti. Ona duyduğum açlığı kenara atıp, onu sabırla beklemek zorundaydım.

"Zorundasın hayvan herif! Zorunda!"

Öfkeli sesim, yumruklarıma eşlik ettiğinde artık savaşacak gücüm kalmamıştı. Eldivenleri çıkarıp, öfkeyle yere attıktan sonra öylece yere çöktüm.

Dizlerimi yukarıya doğru büküp, dirseklerimi oraya dayadım ve başımı ellerimin arasına aldım. Kendime dönüp bakıyordum da onunla bambaşka bir adama dönüşüyordum. Abdest bile almayı bilmeyen, haramın içinde yüzen Demir, bugün aşık olduğu kadının öğrettikleri sayesinde ilk cuma namazını kılmıştı. Oysa ben, sadece onu istemiştim ama şu an geldiğim nokta bambaşkaydı. İçimdeki karaların, grileştiğini hissediyor ve bundan dolayı çok fazla mutlu oluyordum.

Yine kalbim aşkından patlayacak gibi hissettiğimde yerden kalkıp, hızlı adımlarla odaya gittim. Yanına doğru yaklaştığım sırada ona akan yanımı durdurmak zor olacağı için duş almaya banyoya gittim. Kış ayında olmamıza rağmen, uzun süre soğuk suyun altında kalmak, birazda olsa rahatlamamı sağlamıştı. Üzerimi giyinip, banyodan çıktığımda cama doğru olan yönünü değiştirip, bana doğru döndü. Havluyla saçlarımın suyunu alırken, yatağa oturdum. Gözlerini bir iki kere açıp kapadıktan sonra "Demir." diye fısıldadı.

"Efendim sevgilim."

"Neden uyumadın?"

Kendi güzelliği yetmiyormuş gibi şimdi de verdiğim sınava uyku mahmuru sesi ekleniyordu.

"Saat daha erken, birazdan ben de uyurum. Sen uyumana devam et karıcığım."

Aslında uyumasını hiç istemiyordum. Çok uzun süredir onunla aynı yatağa girmiyor, ona istediğim gibi sarılamıyordum. 'Bugün yasaklar bitti, hasret gidereceğim' derken ona yetişememiş sonra da uykusunu bozmak istememiştim.

Gözlerini ovuşturup, yatakta kendini dikleştirmeye çalıştı. Sırtını yatak başlığına dayadığı sırada "Sevgilim saat daha erken, sen uyumana devam et." dedim. Gözlerini zorda olsa aralayıp bana baktı.

"Ben uyumak istemiyorum."

Sözleriyle, bedeni birbirinin tersi bir tablo sergiliyordu. Elini ağzına götürüp, esnemesini savuşturmaya çalıştı.

"Ama bedenin hiç öyle demiyor Haniftam."

"Ama kalbim de bugün kocanı yalnız bırakma, sana çok ihtiyacı var diyor. Onu ne yapacağız peki?"

Ona gerçekten çok ihtiyacım vardı. Sözünü duyduktan sonra yanına gidip, bana helal olan kadınımın yüzünde işaret parmağımın tersini gezdirirken, gözlerini açık tutmak için direniyordu.

"Sen uyu Haniftam, kalbine de söyle benim için üzülmesin."

Yüzünde gezdirdiğim elimi tuttu ve "Seni çok özledim kocacığım." dedi.

Ondan bu cümleyi duymak kalbimin hızlı bir şekilde atmasına sebebiyet verirken aynı anda da kabul olan ilk duamın güzelliğiyle gözlerimi şenlendiriyordum ve bu, diğer elimi de yanağına götürüp kavramama neden oluyordu. Gözleri bugüne kadar yaşayamadığım tüm bayram sevinçlerinin karşılığı gibiydi. O gözlerimin içine öyle güzel, öyle anlamlı bakıyordu ki bu bakışlarıyla ciğerlerime derin bir nefes hapsediyor ve ardından gözlerim dudaklarına takılı kalmış olsa da alnını öpüyordum.

Allah'ım ne olur bana dayanma gücü ver. İrademi kontrol altına almakta güçlük çekiyor ve onu yaralamaktan çok korkuyorum.

Tekrar derin bir nefes çekip, düşüncelerimi toplamaya çalıştım.

"Ben de seni çok özledim karıcığım."

Yüzünü boynuma gömdüğünde derin bir nefes alıp "Sanırım en çokta burayı özledim." dedi. Ondan bu cümleleri duymaya alışık olmayan yanım şaşkın, bir o kadar da mutluydu. Onu boynumdan geriye çekip, gözlerinin içine baktım.

"Bunları senden duymak için çok bekledim."

Burnunu, burnuma sürterken beni ikna etmeye çalışan sevimli bir sesle "Çok dediğin 5 ay Demir." dedi.

Ellerimle yanağını kavrayıp, sorgulan bakışlarla gözlerinin içine baktım. Tabii onun için söylemesi çok kolaydı, yanında sevdiği kadın olduğu halde ona istediği gibi dokunamayan bendim.

"Benim için öncesi de var Haniftam. 7 ay çok uzun bir süre."

Cevap vermeden öylece bakıyordu ama ben, benimle uğraşmaktan zevk alan bu bakışları çok iyi tanıyordum.

"Ne yani kısa bir süre mi?"

Gülmemek için dudağının içini ısırmaya başladı. Başarılı olamayacağını anladığında alt dudağını da dişlerinin arasına aldı ve kafasını ciddiyetini korumaya çalışır şekilde sağa sola salladı.

"Kısacık hem de..."

"Öyle mi hanımefendi? Sana 7 ayın ne kadar uzun bir süre olduğunu şimdi göstereceğim."

Onu yatağa sırt üstü yatırıp, bedenini dizlerimin arasına hapsettim. İki elini, tek elimle kavrayıp başının üstünde sabitledim. Beklemediği hamlem karşısında bakışları şaşkın bir şekilde yüzümde dolaşıyor olsa da konuşmasına fırsat vermeden tekrar konuşmaya devam ettim.

"Çok uzun bir süreymiş, bırak diye yalvaracaksın ama ben, bırakmayacağım karıcığım."

Koltuk altını gıdıklamaya başladığımda önce gülmemek için kendini tutmaya çalışsa da birkaç saniye sonra kahkaha atmaya başladı. Şen kahkahaları odada yankılanırken, kalbimin derinliklerine işliyordu.

" Demir... Yeter... N'olur... "

Her kelimesinde daha çok kıvranıp, kahkaha atmaya devam ederken bir zamanlar beni yansıtan odamın siyah rengi hâlâ aynı olmasına rağmen Beyza'nın neşeli kahkahalarıyla aydınlandığına şahit oluyordum.

"Dur daha yeni başladım karıcığım, birkaç dakika bile olmadı."

Kahkahasını durdurmaya çalıştığında gülmesini durdurmak için alt dudağını dişlediği an, irademin içine edildi. Elimi koltuk altından çekip "Dudağını ısırma!" diye emrivaki konuştum ama sesimin sert çıktığını ancak fark edebilmiştim.

Kırılmış sesiyle "Neden kızdığını anlayamıyorum?" diye sordu. Zaten problem de tam olarak buydu. Benim bedenimde nelere yol açtığını asla bilmiyordu. Elimi tekrar koltuk altına götürüp, gıdıklamaya başladığımda konuyu farklı yöne çekip, hem kendi dikkatimi hem de onunkini dağıtmak için konuşmaya başladım.

"Kızmadım karıcığım, gülmeni engelleme diye söyledim."

Tekrar kahkahaları odayı inletirken zor topladığı sesiyle "Tamam kabul ediyorum... 7 ay çok uzun bir süreymiş..." dedi. Biraz daha devam ettiğimde ise ekledi. "Çok çok uzunmuş hem de..."

Elimi koltuk altından çekip, sağ işaret parmağımı yanağında gezdirmeye başladığım sırada "Bugün yasakların bitmesine rağmen yine tülbentin ve sabahlığın üzerinde karıcığım. Bu konuda söylemek istediğin bir şey var mı?" diye sordum.

Sesini sevimli bir hale getirip gözlerini benden kaçırdıktan sonra "Şeyyyy..." dedi ve ardından tekrar gözlerime baktı.

"Sanırım unutmuş olabilirim."

Sona doğru yüzü acı çeken bir ifade aldığında aynı acı sesine de yansıyordu.

"Demir bileklerim acımaya başladı."

Gözlerimi bileklerine götürdüğüm an, iki elimle kavrayıp şu an dik durmak için onlardan destek aldığımı gördüm. Hemen kendimi yana atıp, bileklerine baktım.

"Hâlâ acıyor mu?" Sorumu kızaran bileklerini öperek sonlandırıyorum. "Çok kızarmışlar."

"Hayır şimdi acımıyor. Beyaz tenin eksilerinden bir tanesi de çok hassas olması, ufak bir darbede bile hemen morara biliyor." Yüzüne tebessüm yaymaya özen göstererek "Şimdi bunu boş ver." dedi ve ardından gözlerimin içine bakıp konuşmaya devam etti. "Ne yapalım, beraber film izleyelim mi? Veya onu da boş ver, ben kocamı tanımak istiyorum. Bana kendinden bahsetsene, seninle ilgili hiçbir şey bilmiyorum."

Biraz daha yönünü bana çevirip gözlerimin içine meraklı bir ifadeyle baktı. Beni tanımak istediği için mutlu olsam da ona anlatabileceğim pekte bir şey yoktu. Evet hareketli bir geçmişim vardı ama o, bunları duyduğunda üzülecek ve yeri geldiğinde yine benden uzağa savrulacaktı. Sanki düşüncelerimi anlamış gibi elini sakallarımda gezdirip "Hadi ama seni tanımama izin ver." dedi.

"Sevgilim nereden başlayacağımı bilmiyorum. Ailenin ilk çocuğu olmak benim için çok zordu. Babam sert, otoriter ve zor bir adamdı. Onun benim geleceğim için yaptığı planlar uğruna yatılı okullarda büyüdüm sonra da Harvard Üniversitesi İşletme bölümünü okudum."

Beyza tebessüm ederek "Öğrettiklerimi hemen kavramanı şimdi anlıyorum. Demek Harvard'da okudun zeki kocam. Ne güzel, kesin baban seninle gurur duymuştur." dedi.

Sorduğu soruyla yüzüme yayılan acı gülümsemeyi engellemeye çalışsam da eminim o oradaydı.

"Harvard'da okuyorum diye babam benimle gurur mu duyacakmış? Aksine Massachusetts'te ekonomi okumadığım için cezalandırıldım. Cezamda okul bitene kadar eve adım atmamaktı. Sanki eve adım atmak isteyen varmış, ailenin sıcaklığını o güne kadar bana hissettirmişler gibi..." Sadece bu kadarından bahsetmek bile Beyza'nın gözlerinin acıyla şekillenmesine neden olmuştu. Onun gözlerindeki acıya inat konuşmama tebessüm etmeye özen göstererek devam ettim. "Okulumun bitmesine yakın babam öldüğünde asıl zor zamanlardan geçmiştim. Amerika - Türkiye arası git geller beni fazla yormuştu. Evin en büyük oğlu Demir, her işin üstesinden gelmek zorundaydı. Zaten beni bu uğurda babam, aile sıcaklığını bile hissetmeden okul köşelerine bırakmamış mıydı? Her şeyin üstesinden geldim gelmesine ama bazı kavramlar bende önemini tamamen yitirmişti. Türkiye'de yaşadığım dönemler bu eve çok nadir uğrar, onda da duvarlar üstüme geldiği için genel olarak burnumdan solurdum. Bana aile ile ne konuşulur, ne paylaşılır onu mu öğretmişlerdi ki bilecektim?.."

Beyza üzgün bir şekilde anlattıklarımı hiç ses çıkarmadan dinliyordu ama buğulanan gözleri duygularını ayna gibi yansıtıyordu. Derin bir nefes alıp "Aman öyle işte karıcığım, pekte anlatacağım bir şeyler yok." diyerek konuşmamı sonlandırdım. Cümlem bittikten sonra Beyza, hızla boynuma atılınca sırtüstü döndüm. Yanağımı peş peşe öpüp kafasını kaldırdı ve gözlerimin içine baktı.

"Seni çok seviyorum Demir... Çok yalnızlık çekip, erken yaşta büyük yüklerin altına girmişsin ama görüyorum ki bu başarıyı da yanında getirmiş. Yine de..." dedi ve gözlerini gözlerimden çekerek bakışlarını kalbime doğru götürdü. "Burada görmezden geldiğin ne varsa..." Cümlesini yarıda kestikten sonra dudaklarını kalbimin üzerine götürüp öptü. "Hepsini iyileştirmek istiyorum."

Cümlesinden sonra hem kalbimi öpüyor, hem de konuşmaya devam ediyordu.

"Keşke kalbinden öptüğüm zaman tüm yaralarını iyileştirebilecek bir gücüm olsa Demir."

Ellerimle Beyza'nın yanaklarını kavrayıp bana şifa olan gözlerine baktım. O yanımda olduğu sürece zaten hiçbir yaram canımı acıtmıyordu, aksine hepsinde iyileşme bile söz konusu oluyordu.

"Sen, beni sevdikçe tüm yaralarım iyileşiyor zaten karıcığım. Sanırım öpücüklerin şifalı..."

Beyza mutlulukla gülümsemeye başladıktan sonra sağ işaret parmağını göğsüme doğru götürdü.

"O zaman yaralarının çoktan iyileşmesi gerekiyor sevgilim; çünkü kalbimdeki sevgin sınır tanımadan genişlemeye devam ediyor."

Bu cümlesi gözlerinin güzel kahvelerinde kaybolmama neden olmuştu. O sevgi dolu gözleriyle öyle içten bakıyordu ki bana duyduğu hisler kalbimi sıcak ve aydınlık bir yere çeviriyordu.

"Ee peki Amerika'daki hayatın nasıldı?"

Gözlerinde esir kalan gözlerimi, Beyza'nın meraklı sesiyle sorduğu sorudan sonra yüzünde gezdirdim ve ardından tülbentini açıp, saçlarındaki tokasından kurtuldum. Hiçbir şey demeden gözlerimin içine bakıyor, anlatacaklarımı merakla bekliyordu. Saçlarını okşarken konuşmaya başladım.

"Gündüz iş, akşamdan sabaha kadar eğlenceyle geçti. Selin, Akın, Kağan, Çınar ve ben orası senin burası benim takılırdık. Onlar yoksa da ben çıkardım. Bu alışkanlık halini almıştı."

Beyza söylediklerimden sonra şaşırarak "Yani sen, bizim şirkete başlamadan önce Amerika'da mı yaşıyordun?" diye sordu.

"Evet, buradaki işleri halletmek için gelmiştim."

Beyza düşünceli bir şekilde bağdaş kurup oturdu. Sessizliğe bürünüp, elini yanağına dayarken, dirseğini de bacağına sabitledi. Düşüncelerden kurtulmak ister gibi başını iki yana salladı.

"Ne düşünüyorsun?"

"Hiç..."

Karşısına geçip, bende bağdaş kurdum ve yüzünü yüzüme doğru çevirdim.

"Merak ettim, lütfen söyler misin?"

Acı bir tebessüm yayılırken yüzüne "Bir an acaba o gün karşılaşmasaydık, şimdi nasıl bir hayatımız olurdu? Başka bir zaman karşıma çıkar mıydın? Hadi çıktın diyelim yine beni bu evliliğe zorlar mıydın diye düşündüm." dedi.

"Karşıma çıkar mıydın bilmem ama çıktığında seni yine bırakmazdım. Zor olacak olsa da yine seninle evlenirdim."

"Peki ama neden? Biz seninle çok farklıydık. Hayatına onca kadın girmişken ve biz böylesi birbirimize uzakken neden başkaları değil de ben Demir?"

Yüzünü iki elimle kavrayıp, yüzüme yanaştırdım. İlk defa tattığım bu duyguya ben bile yabancıyken bunu Beyza'ya doğru şekilde nasıl ifade edeceğimi bile bilmiyordum.

"Sen hiç ilk kez gördüğün birini sahiplendin mi? Veya o senin kayıp parçanmış diye düşündün mü?"

Kafasını iki yana sallayınca konuşmama devam ettim.

"İşte ilk kez ben öyle hissettim. Sen, benim kayıp parçamdın ve ancak sen olursan ben, tam olacaktım."

Fısıltıyla "Anladım." dedi.

Gözlerinin kahvelerine uzun süre baktıktan sonra alnımı alnına dayayıp "Seni çok seviyorum Haniftam." dedim ve çok geçmeden aynı karşılığı onun tatlı sesiyle aldım.

"Ben de seni çok seviyorum."

Biraz daha muhabbet etmeye devam ettiğimizde saçlarını okşayarak göğsümde yatırdığım kadının sıcaklığına da tenine de kavuştuğum için benden mutlusu yoktu. Burnumu saçlarına dayayıp, ciğerlerimi kokusuyla şenlendirirken Beyza, göğsümdeki yüzünü koluma doğru indirdi.

"Sanırım kalbinde depremler oluyor Demir."

Gülümseyerek söylediği cümle onun bana takılmaktan keyif aldığını gösteriyordu. Kolumdaki yerini bozacak olsam da sağ dirseğimden güç alıp, bedenimi dikledim ve ardından çikolata karamel saçlarıyla gözlerimi şenlendiren karıma iç çekerek baktım.

"Hep senin yüzünden oluyor o depremler, biliyorsun değil mi güzel karım?"

Kafasını evet anlamında salladığında elimi kalbinin üzerine koydum ve dudaklarına doğru yöneldim. Hızla atmaya başlayan kalbi elimin altında kendini hissettiriyordu.

"Demir sanırım benimde kalbimde depremler olmaya başladı."

Dudaklarına dokunmak üzere olan dudaklarım öylece bulunduğu yerde kalırken alnımı alnına dayadım.

"Peki nasıl hissediyorsun?"

"Kalp krizi geçirecek gibi..."

Alnımı alnından çekip bakışlarımı Beyza'nın yüzünde dolaştırdım. Gerçekten şu an çok heyecanlı görünüyordu ve bu heyecanla kalp atışları daha fazla kendini belli ediyordu. Kendimi kontrol etmeye çabalayarak dudaklarından küçücük bir öpücük çaldım. Hemen ardından da tekrar onu göğsüme yatırıp saçlarını okşadım.

"Şimdi kalp atışların eski düzenine dönecek güzel karım, uyu ve dinlen."

Beyza hiçbir cevap vermeden öylece göğsümde yatmaya devam ederken ben de bu dakikaların tadını çıkarıyordum.

⌛❤️⏳

Gözlerim kapalı şekilde uzattığım ellerime de gökyüzüne doğru kaldırdığım yüzüme de aynı kar taneleri yağıyordu ve ben, mutlulukla gülümsemeye devam ediyordum.

"Seni çok seviyorum Haniftam."

Demir'in yüreğimi sıcacık yapan sesiyle gözlerimi açıp ardından da ona doğru baktım. Sevdiğim adamın iki kolunu açmış bir şekilde sarılmam için bana sunduğu sıcak göğsünü görünce hiç tereddüt etmeden ona doğru koştum ve boynuna doğru atıldım. Demir, beni güçlü kollarına sararak döndürmeye başladığı zaman onun cümlesine "Ben de seni çok seviyorum." diye fısıldayarak karşılık verdim ama bu, kocam için asla yeterli ses tonu değildi.

"Tam olarak duyamadım güzel karım, bir daha söyle!"

"Seni çok seviyorum yakışıklı kocam!"

Demir hareketlerini sonlandırıp gözlerimin içine derin bir iç çekişle baktıktan hemen sonra beklemeden dudaklarıma yöneldi. Artık aşkı alnımdan kalbime doğru değil, dudaklarımdan kalbime doğru ılık ılık akıyordu ve bu, kalbimdeki aşkı daha fazla besliyordu. Ne zaman kapandığını bilmediğim gözlerimi mutlulukla açarken, Demir'in bir anda ortadan kaybolduğunu görüp, şaşkınlıkla sağa sola doğru bakıyordum ama bir anda kalbime giren ağrıyla inlemeye başlıyordum.

"Çok acıyor!"

Çığlık atarak söylediğim sözle beraber bakışlarımı acıyan kalbime doğru götürdüm. O sırada siyah bir yılanın bedenimden uzaklaştığını gördüm. Kalbimdeki ağrı giderek artarken adımlarımı güçlükle geriye doğru attım fakat yılan, gözlerini ayırmadan beni izlemeye devam ediyordu. Yılanın korkutucu gözlerinde olan bakışlarım, zehirli dişlerine doğru kaydığı zaman dişlerinde kan izi olduğunu gördüm ve elimi korkuyla acıyan kalbime doğru götürdüm. Yılanın diş izlerine eşlik eden kan sızıntısı elime geldiğinde dudaklarımdan aptal bir cümle döküldü.

"Ben böyle bir sonu hak etmemiştim!"

Beklemediğim yara karşısında sendeleyerek ayakta durmak için çaba verirken yılanın gözlerine bakıyordum fakat o, kalbime bıraktığı zehirin beni de içimdekileri de öldüreceğinden emin bir şekilde yere düşmemi bekliyor gibi görünüyordu.

Bu benim baş edebileceğim bir zehir değildi. Bir anda zehirlenen kalbimle her şeyin yok olduğu karanlığın içinde yere çöken bedenimle baş başa kalıyordum. Kendimden geriye bir tek durmaksızın akan gözyaşlarım kalıyordu ve bu kocaman bir göle dönüşene kadar devam ediyordu. Artık dizlerinin üzerine çöken zehirli bedenim, kendi akıttığım gözyaşlarımdan oluşan gölde boğulmak üzereydi ve ben, ne ayağa kalkıp kendimi kurtarmak istiyordum, ne de buna güç yettirebiliyordum. Sadece kalbimdeki zehirin çok güçlü olduğunu ve bununla baş edebilecek gücümün olmadığını biliyordum.

"Haniftam neredesin?"

Demir'in özlediğim sesi, kalbimde zehirin neden olduğu ağrıyı tetiklerken Demir, tekrar konuşmaya başlıyordu. Bu sefer sesi buz gibi dondurucu çıkıyordu ve o konuştukça kalbimdeki zehir tüm vücuduma daha hızlı şekilde yayılmaya başlıyordu.

"Sana neredesin diyorum Beyza! Bana nerede olduğunu söylersen her şey eskisi gibi güzel olur ama seni, ben bulursam!.."

Karanlıkta kalan ruhum, zehire maruz kalan bedenimle artık her şey bitti dediğim an, bir el tarafından saçlarımdan tutuluyordum ama o elin sahibine bakmaktan da ölesiye korkuyorum. O elin sahibi acımasızca beni kendine doğru çevirirken karşımdaki adam, bana çok yabancıydı ve asla dönüştürdüğüm adamı içinde barındırmıyordu. Sadece gözlerindeki karanlık, ruhsuz bakışlarıyla bile bana kolaylıkla acı çektireceğini kanıtlayan adamın, iddia ettiği karanlık tarafıyla artık karşı karşıya kaldığımı biliyordum.

"Karanlık yanıma hoş geldin Beyza!"

Saçlarımdan kavradığı elini gözyaşlarımdan oluşan göle doğru daldırdığında boğulmaya başlıyordum ve hiç sesimi çıkarmadan öylece sonumu bekliyordum; ta ki gözyaşlarımdan oluşan gölün dibinde Demir'in ölü bedenini görene kadar...

"DEMİR!"

⏳💙⏳

Beyza'nın çığlık atarak söylediği ismimle uyandığım zaman, onu hıçkırıklarla ağlarken buluyordum.

Hemen yataktan doğrulup başını göğsüme yasladım ama o, çok korkmuş bir şekilde titreyerek ağlıyordu.

"Korkma karıcığım yanındayım."

Söylediğim cümleyle Beyza gözlerimin içine baktığı sırada gözyaşları yanağından süzülmeye devam ediyordu. İki elimle yanağını kavrayıp akan gözyaşlarını baş parmağımla sildim.

"Rüya mı gördün Haniftam?"

Beyza kafasını olumlu anlamda salladıktan sonra "Ben... Ben, karanlık bakan o gözlerden çok korktum Demir." diye fısıldadı. Çok korktuğu sesinden bile rahatlıkla anlaşılıyordu. Gözlerinin derinliklerine biraz daha baktım ve ardından onun rahatlamasını sağlamak için konuşmaya başladım.

"Ben yanında olduğum sürece seni, her şeyden ve herkesten korurum güzel karım. Bunu biliyorsun değil mi?"

Söylediğim cümleler Beyza'nın rahatlamasını sağlayacağına dudaklarının bile titremesini sağlamıştı ve gördüğüm bu ifade tekrar soru sormama neden olmuştu.

"Gördüğün rüyada seni bu kadar çok korkutan neydi? Lütfen benimle paylaşır mısın?"

Sorduğum soruyla Beyza hızla kafasını hayır anlamında salladı.

"Hayır anlatmak istemiyorum. Sadece bu rüyayı unutmak istiyorum."

Cümlesini göğsüme koyduğu başı, vücuduma sardığı kolları ile sonlandırdıktan sonra konuşmasına devam etti.

"Kalp sesini duymaya çok ihtiyacım var Demir. Hiç konuşmasak ve böyle kalsak olur mu?"

Sırtımı yatağın başlığına yaslayıp onu biraz daha göğsüme doğru çektikten sonra "Olur güzel karım, sen yeter ki kollarımda olmak iste." dedim. Bir elimle korkusunun dinmesi için ona sıkı sıkı sarılırken, bir elimle de saçlarını okşayıp, ara ara saçlarına öpücükler konduruyordum. Göğsüme süzülen yaşları nihayet son bulduğu zaman, onun uykuya daldığını anladım ve çok geçmeden onun kollarımdaki bedeninin verdiği huzurla bende uykuya daldım.

❤️⌛ 2 gün sonra...

"Bırak şimdi kitap okumayı bir saat sonra uçakta olacağız."

Kafamı kitaptan şaşkın bir şekilde kaldırırken "Ne uçağından bahsediyorsun?" diye sordum.

Elimi tutup beni yataktan kaldırdı ve sıcaklığıyla kuşatan göğsüne sıkıca sardı.

"İyi olduğunda baş başa bir gün geçirecektik. Şimdi sözünü tutma zamanı Haniftam."

Demir'in neşeli sesiyle kurduğu cümleye aynı neşeli sesle karşılık veriyordum.

"Bana uyar ilaçları değiştirdikten sonra bomba gibiyim."

Cümlem, Demir'in beni göğsünden ayırıp alnımı öpmesiyle sonlanırken, bu sefer o konuşmaya başlıyordu.

"O halde hemen koşup hazırlan güzel karım, her şey hazır bir şekilde bizi bekliyor."

Hızla üzerimi değiştirip, bir kaç parça giyecek bir şeyler aldım. Zaten bir günlüğüne gittiğimiz için çok fazla bir şeylerin lazım olacağını düşünmüyordum. Evden çıkıp uçağa binene kadar Demir'e yalvarsam da gideceğimiz yer hakkında ufak bir ipucu bile alamamıştım. Biraz daha söylemezse artık meraktan çatlayacağımı hissettiğim an, sesimi sevecen bir tona getirip tekrar şansımı denedim.

"Demir..."

Derin bir nefes alıp, dudağının kenarını ısırarak gülümsemesini bertaraf etti. Zalım adama aşık olduktan sonra gülümsemesinin bile gözüme daha farklı gelmeye başladığına bir kez daha şahit oluyordum.

"Söylemeyeceğim Haniftam, o yüzden kendini boş yere yorma."

"Ama kocacığım, ben çok merak ettim."

Eliyle burnumu sıkıp beni kendine doğru çekerken "Sen böyle tatlı konuşup, beni kandıracağını mı sanıyorsun?" diye sordu.

"Ama..."

"Aması yok."

İnatçı adam sanki söylese bir şey olacaktı. İlla beni merakta bırakıp kıvrandıracak, sonra da ona durmadan sorduğum sorular karşısında yüzünü görmediğim kadar çok gülücüklerle süsleyip, bu halimden keyif alacaktı.

Uçaktan inip, arabaya bindiğimizde Demir, şoför koltuğuna oturup arabayı hareket ettirmeye başladı. Ben de bu sırada camdan sağı solu izliyordum. Çevredeki bakışlarım Demir'in dizimdeki sol elimi avucunun içine alıp, öpmesiyle ona doğru dönerken yüreğime işleyen sesiyle konuşmaya başlıyordu.

"Seni çok seviyorum Haniftam."

Tebessümlü bakışlarım yüzünün hatlarında dolaşırken Demir, "Duymak istiyorum." dedi. Sanırım sabahtan akşama kadar onu sevdiğimi söylesem de ona sarılsam da bu asla ona yeterli gelmeyecekti.

"Ben de seni çok seviyorum."

Gözlerimin içine aşkla bakmaya başladığında bakışlarına karşılık verdim. Biz sanırım bu işin altından kalkıyor, bu evliliğin gerçek bir evliliğe dönmesi için çabalıyorduk.

Düşüncelerimi zorunlu olarak sonlandırıp, ara ara yola bakarak kontrol etse de tekrar ve tekrar bana bakan adamı uyarma gereği duyuyordum.

"Demir artık önüne döner misin? Yoksa kaza yapmamız an meselesi..."

Cümlemi sonlandırdıktan sonra gözüm hâlâ elimi tutmaya devam eden adamın eline kaydı. Hem elimi tutuyor, hem de baş parmağıyla elimin üzerini okşamaya devam ediyordu ve bu hareketi, bileğimin iyileştiğini öğrendiğimiz süreçten, bu zamana kadar geçirdiğimiz süreyi hatırlayıp, tebessüm etmeme neden oluyordu. Tam bir temas bağımlısıydı ve sanki bana dokunmadığı zaman o huysuz bir adama dönüşüyordu. Onun temas bağımlısı bu haliyle dalga geçen bir ses tonuyla "Bir de elimi artık alsam diyorum." dedim ama Demir, kafasını olumsuz anlamda sallayıp yoğun sesiyle konuşmaya başladı..

"Alamazsın, tenim tenini istiyor karıcığım."

Yoğun sesi, temas bağımlılığı ve onunla baş başa geçireceğim 24 saat birleşince elimi kalbime doğru götürdüm.

Düşünme!.. Düşünme!..

Düşünme diyorum sana Beyza, düşünme... Hem Demir, sana söz verdi. Seni sabırla bekleyeceğini söyledi unuttun mu?

Unutmadım geri zekâlıcığım ama onun iç çeken bakışlarına maruz kalan da benim, sen değilsin!

Kafamı iki yana sallayıp düşüncelerden uzaklaşmak ister gibi başımı sağ tarafıma çevirdim ve yolu izlemeye başladım. Uzun süre dağ yolundan ilerlediğimizde artık evlerin bittiğini gördüm. Her yer karla kaplıydı. Yol ayrımında sola doğru saptıktan 10 dakika sonra koca ormanın içinde bulunan bungalov evin önünde durdu. Bir an kalbim sıkıştığı için elimi kalbime götürdüm ve korku dolu sesimle fısıldadım.


"Şaka olsun!"

"Neden?"

Yutkunarak "En yakın evi, en son 40 dakika önce görmüştüm. Ormanda tek kalmak beni korkutuyor Demir." dedim.

Elimi okşamaya devam ettiği sırada beni sakinleştirmek için ikna eden bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

"Tek değilsin, kocan yanında."

Kalbimin üzerine koyduğum elimin içine kabanımı hapsederken, korkumun geçmesini istiyordum. Tekrar sağa sola doğru bakıp, yakınlarda görmediğim bir ev var mı diye baktım ama hiçbir şey göremedim. Sadece karla kaplı, kocaman bir ormandaydık.

"Demir..."

"Efendim güzel karım."

"Burada bize bir şey olsa kimse sesimizi duyupta yardımımıza gelmez. Burası bildiğin orman, vahşi hayvanda vardır. Karanlık olmadan insanlara daha yakın yerde kalsak olmaz mı?"

Demir söylediğim sözler karşısında gülümseyerek beni ciddiye almadığını gözler önüne serdi ve ardından arabadan inip bagajdan çantaları çıkardı. Çok geçmeden kapımı açtığında ise hem beni arabadan çıkardı hem de alaylı bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

"Çabuk içeri gidelim Haniftam, birazdan kurtlar ve ayılar ormandan çıkmaya başlarlar."

Eline yapışıp arabaya doğru çekiştirirken, söylenmelerim peşi sıra geliyordu.

"Demir korktuğumdan değil, gerçekten bak ben burayı sevmedim. Hadi gidelim." Bakışlarım ön kısmı komple kaplayan camlara gittiği zaman "Baksana ön kısım hep cam." deyip işaret parmağımla gösterdim ama ancak aklım başıma gelmiş olmalı ki korkulu sesin hakim olduğu konuşmaya bağırarak devam ettim. "Aaa ön kısım hep cam, ben burada kalmam! Hayır hayır asla kalmam! Demir böyle ıssız yerlerde katil bile olur. Hayır, hayır asla kalmam."

Ben çekiştirdikçe o gülüyor, koca cüssesini hareket ettirmiyordu. Bunca şey aklıma gelmişken ben korkudan ya bayılırdım, ya da Demir'le yapışık ikiz gibi dolaşırdım. Çantaları yere koyup, gözlerimin içine baktı ve ani şekilde eğilip, beni omzuna attı. Ben omuzunda yokmuşçasına rahat hareket ederken, arabayı kilitleyip, çantaları da bir eline aldı.

"Sakin olur musun? Evde güvenlik sistemi var. Camlar ve pencereler de korumalı. Kocan yanındayken hiçbir şeyden korkmaman gerektiğini hâlâ öğrenemedin mi?"

Adımlarını atmaya devam ederken içime kaçan sesimle "Öğrendim, öğrendim ama yine de-" dediğim sırada cümlemi Demir sonlandırıyordu.

"O zaman yine de demekte yok Haniftam."

Hiçbir cevap vermeden öylece sustum. Bu esnada Demir eve girip, güvenlik sisteminin şifresini girdi ve beni yere indirdi. Ayakkabılarımızı çıkardıktan sonra odaya geçtik. Masa hazır, şöminede yanıyor olduğuna göre bizden önce birileri gelip, evi bize hazır hale getirmiş demekti. Şömineden gelen sıcaklığı hissettiğim zaman üşüdüğümün farkına vardım ve şöminenin yanında ısınmaya başladım.

Demir kabanını çıkarıp, yanıma doğru gelirken beni kucağına alıp "Benim güzel karım üşümüş mü?" diye sordu. Kafamı evet anlamında salladıktan sonra koltuğa oturdu ve beni sıcak kollarına sardı.

"Kocan dururken, seni şömine mi ısıtacakmış?"

Soğuk ellerimi boğazlı kazağının içinden boynuna doğru sokarken "Hem de kocam sıcacıkken..." deyip haylazca gülümsedim. Soğuk ellerim boynuna değdiğinde hafif irkilmiş olsa da ses çıkarmadan beni daha fazla kollarına sardı. Aradan geçen birkaç dakika sonrası "Akşama ne yemek yapmamı istersin?" diye sordum.

"Kara lahana sarması."

Duyduğum cevapla kahkaha atıp, kucağındaki bedenimi dik hale getirdim.

"Şaka yapıyor olmalısın. Senin kara lahana sarmasıyla ne işin olur?"

"Trabzon'da sizinkiler yaptığında yemiştim ya, benim çok hoşuma gitmişti ama aynı öyle olsun; içinde et, güvecin altında da kemikli et. Anlaştık mı?"

"Yaa sen Karadeniz damadı mı oldun Demir Erdem? Senden hiç beklemediğim bir yemek seçimi yaparak, beni çok şaşırttın."

Sorduğum soruya Demir derin bir iç çekerek gözlerimin içine baktığında "Çok zor olmuş olsa da sonunda oldum." diye cevap verdi. Gözlerinin derin bakan kahvelerine bakmak artık şükrümü bile arttırıyor, ona böyle aşık olduğum için mutlu oluyordum. Kaç dakika boyunca bir bir gözlerimizde kaybolduğumuzun farkında değildim ama bir an önce kucağından kalkıp, istediği yemeğe başlamam gerektiğini biliyordum.

Farkına vardığım gerçekle kucağından kalkıp, masaya doğru ilerledim. Genelde hep aperatif ürünlerle donatılmıştı. Önce bir şeyler atıştırıp sonra beraber mutfak bölümüne geçtik. Gerekli malzemelerin hepsi temin edilmiş bir şekilde buzdolabındaydı. Malzemeleri çıkarıp tezgah üzerine koyduktan sonra kısa süre ete bakarak konuşmaya başladım.

"Şimdi kocacığım, karının şöyle bir problemi var. Ne yazık ki ben, ete dokunamıyorum. Sen eti minik minik doğrasan ben de diğer hazırlıkları yapsam olur mu?"

Tezgaha yaslanarak yönelttiğim soruyu cevaplarken, önüme gelip bana baktı.

"Bu bir problem değil sevgilim, kocan senin için her zaman yapar." Gözlerimin içine bakarak "Bu arada senin hakkında yeni bir şey daha öğrendiğim için mutluyum." deyip burnumun ucundan öptü ve ardından bedenimi sıkıca kollarına sardı.

"Hadi birbirimiz hakkında daha fazla bir şeyler öğrenelim Demir. Mesela en çok sevdiğin yemekler neler?"

Kollarından ayrılıp, yemekler için kollarımızı sıvadığımız vakit Demir de bir yandan sorduğum soruyu cevaplıyordu.

"Şu diyebileceğim özel bir yemek yok. Yeter ki içinde et olsun. Ben tam bir etoburum. Peki senin?"

Soğanları doğrarken tebessüm ederek "Sarma ve dolma başta olmak üzere, mantı, içli köfte, soslu makarnalar, patlıcanın içinde bulunduğu tüm yemekler vesaire diye sayabilirim. Aslına bakarsan sakatat ve ağır yemekler dışında her şeyden yiyebiliyorum." dedim ve aklıma gelen Meryem teyzenin sarmalarıyla konuşmamı devam ettirdim. "Yalnız Demir, sarma ve dolma demişken Meryem teyzenin yaptıkları aklıma geldi. Çok lezzetli yapıyordu, keşke sen de tadını biliyor olsaydın." dedim.

Bana doğru bakıp "Ayaz'ın annesiydi değil mi?" diye sordu.

"Evet, tanısan çok severdin. Uzun süredir hiç gidip görmedim, kesin bana gönül koymuştur."

"Çok görmek istiyorsan, ben Tuğba ile ikinizi bırakırım sonra da gelir sizi alırım güzel karım. Ayaz'ın çalışma saatlerine denk getirdiğimiz takdirde bir sorun olmaz."

Demir'in cümleleri içimde çiçekler açtırırken, sürekli onun güzel yönde değiştiğine şahit olduğum için ayrıca bu çiçekler arasında mutlulukla dans ediyordum. Elimdeki bıçağı bırakıp, hızla yanına doğru gittiğimde ayak parmaklarımın ucuna kalkıp içtenlikle yanağını öptüm.

"Demir Bey son zamanlarda gözüme aşırı derecede yakışıklı görünmeye başladınız. Acaba diyorum, bunu anlayışlı olmanıza mı borçlusunuz?"

Duydukları karşısında kaşları yukarıya kalkarken, elindeki işi bırakıp beni tezgahla arasına aldı. Yanağıma kondurmaya başladığı öpücüğü, dudağımın kenarında son bulunca derin bir nefes alarak "Sanırım benden uzaklaşman gerekiyor." dedi. Onun iradesinin sınırlarında olduğunu anladığım için "Bence de." deyip oluşturduğu küçük boşluktan zor da olsa çıkmayı başarmıştım. Tekrar bıçağı alıp işimin başına geçtiğimde, o hâlâ bıraktığım pozisyonda durmaya devam ediyordu. Kafasını iki yana sallayıp bulunduğu durumdan kendini kurtarmaya çalışıyor gibi görünüyordu ve söylediği cümle de bunu doğruluyordu.

"Benim biraz nefes almam gerekiyor."

Tamam o biraz nefes almak istiyordu ama bu nefesi inşallah dışarıya çıkıpta almak istemiyordur diye düşündüğüm sırada dış kapıya doğru ilerleyip dışarı çıktığını gördüm. Demir'in gözümün önünden kaybolması korkuyla peşinden bir iki adım atmama neden olduğunda durdum ve etrafıma baktım.

"Abartma ve sakinleş. Camlar korumalı hem daha karanlık bile olmadı."

Tekrar kendimi sakinleştirip, işimin başına geçtim. Ah Demir beni getirecek başka bir yer bulamadın mı? Hayır, kalabalık olsak böylesi korkmazdım ama iki kişi nedir yani, birisi gelse bizi iki dakikada haklar.

Kızım haklarsa bir tek seni haklar. Ben daha Demir'in dayak yediğini görmedim, yani burada araya kaynayacak birisi varsa o da kesinlikle sensin.

Sus sus öyle konuşma...

Ama yaa bir insan kendi kendini durduk yere korkutabilir mi? Neden şimdi ayarsız iç sesimin beni daha fazla korkutmasına izin vermiştim ki?

"Senin gibi iç seste düşe düşe benim gibi birine düştü zaten!" diye söylenirken elimle tüm düşüncelerimi savuşturabilecekmişim gibi sağa sola sallayıp, öylece durdum.

"Demir!"

"Demir!"

Hızlı adımlarla yanıma koştuğunda derin bir oh çektim.

Telaşlı bir sesle "Bir şey mi oldu?" diye sorarken, gözleriyle yolunda gitmeyen bir şeyler var mı diye kontrol ediyordu.

Bulduğum bahaneyle sırıtıp "Etleri doğraman lazım." dediğimde kaşları çatılarak "Bunun için öyle bağırılır mı? Sana bir şey oldu sandım." dedi.

"Akşam olduktan sonra yanımdan bir saniye bile ayrılacak olursan, kesinlikle bir şey değil birçok şey olacağını daha demin iliklerime kadar hissettim."

Bir nefeste söylediğim cümleden sonra derin bir nefes aldım. Kaşlarını hafif çatarak söylediklerimi analiz yapmaya çalışır gibi bir hali vardı. Sonunda analiz etmiş olmalı ki yoğun bir sesle "Yalnız işin sonu dudaklarında biter benden söylemesi." dedi. Hemen "Ama De-" diye itiraz etmeye başlamama bile fırsat vermeden sözümü yarıda kesip "Aması yok güzel karım. Yasaklar bitmiş olsa da rahatsızsın diye seni sabırla bekledim. Bugün hiç bir konuda itiraz istemiyorum." diye kesin bir dille konuştu.

Duyduklarımdan sonra mideme korkuyla heyecan karışımı kramplar girdi. Allah'ın dağında tek başıma kalsam korkudan, Demir'in yanında kalsam utançtan bayılacaktım. Belki de böylesi daha iyi olacaktı. Bir şeylere bir yerden başlamak zorundaydık ama ben aslında onun kendini tutamayıp, devamını istemisinden çok korkuyordum.

"Tamam mı?"

İtiraz istemeyen bir tonda sorusunu sormuştu. Kafamı evet anlamında salladıktan sonra göz kırpıp yaptığı işe geri döndü.

Tabağımdan son lokmamı alırken Demir'in iştahla ikinci tabağını da bitirdiğini gördüm. Peçeteyle ağzını silip, suyundan bir yudum aldıktan sonra gözlerimin içine bakıp konuşmaya başladı.

"Bana bundan sürekli yapmalısın."

Tebessüm ederek sofradan kalkarken kafamı tamam anlamında salladım. Boş olan tabakları toplamak için önündeki tabağa uzandığımda sandalyesini arkaya doğru itip, beni bacağına oturttu.

Demir'in özlem dolu gözleriyle buluşan gözlerim, yoğun bakışlarına maruz kalırken Demir, sağ eliyle yanağımı kavrayıp baş parmağını dudağımın üzerinde gezdirmeye başladı. Bu hareketi bile yanaklarımın hızla yanmasına neden oluyordu; çünkü o, öyle bir bakıyordu ki ben, bu bakışlar karşısında bile utançtan ölüyordum. Çok geçmeden kararlı bir ses tonuyla "Şimdi tatlı zamanı..." deyip dudaklarıma doğru yönelirken derin bir nefes alıp, sertçe yutkundum; çünkü ciğerlerimin bu nefese ihtiyaç duyacağını bundan önce yaşattığı tecrübeden dolayı artık çok iyi biliyordum.

...................................................................

Wuhuuu sonunda bölüm bitti 🥰

Hem de hem deeee en tatlı yerinde bitti : )

Bölüm hakkındaki görüşlerinizi buraya bırakabilirsiniz.

Veya gelecek bölümde sizleri bekleyen tatlış bir son için fikirlerinizi belirtebilirsiniz : )

Bilirsiniz yazarınız asla sizin minnoş kalbinizi kırmaz ve sizin istediğiniz bir bölüm sonu yayınlar🤪

Yine merhamet dolu günümde olduğumu görüyorsunuz. Daha ne yapsın bu yazar, ne yapsınnn 😅

 

Loading...
0%