Yeni Üyelik
47.
Bölüm

46🍓 "SAVAŞ"

@hanifta_hanim

 

 

"Gel buraya! Kaçabileceğin hiçbir yer yok."

Kolumu tutan sert eli, beni kendine doğru döndürdü. Onun bana dokunduğunu gördüğümde çığlık atarak "Dokunma bana!" diye bağırdım ve yüzüne okkalı bir tokat yapıştırdım. Beni bıraktığında dengemi kuramayınca sırtım sert bir yere çarptı.

"Sen kimsin de sana dokunup, dokunamayacağıma karar veriyorsun! Sen benim malımsın Beyza. Duydun mu beni? SEN SADECE BENİMSİN!"

Evet dedikleri çok doğruydu, karşımdaki adam çok farklı birisiydi. Gözleri sadece karanlık ve çatık kaşlarının yanındaki damarlar korkutucuydu. Sesi hiç duymadığım kadar öfke doluydu. Sözleri ise, zehirli bir ok gibi benim can çekişmem için yüreğime özenle atılıyordu. Tabii o, yüreğimin o gün öldüğünü bilmiyordu.

Tüm acıma inat, yüzüme kondurmayı başardığım histerik bir gülümsemeyle "Ben mi senin malınım! Komik olma, senden kurtulmak için her şeyi yapacağım!" dedim.

Elini omzuma getirip, beni yine arkaya yasladı ve gözlerimin içine bakarken "Merak etme seninle ilgili planlarım var, bu durum çok uzun sürmeyecek. Onlar bittikten sonra seni, ben postalayacağım. Sadece o zamana kadar yanımda Demir'in malı olarak kalacaksın!" dedi.

İnsanın söküp attım dediği kalbinden geriye kalan boşluk tutuşur muydu? Peki duyduklarıyla alev alan bedeniyle en çok karşı tarafı değil de zamanında ona inandığı için kendini yakmak istiyorsa insan, bunun sonucunda nasıl bir adım atmalıydı? Acımasız mı olmalıydı, yoksa dudaklarından kendi sonunu hazırlayan cümleleri mi sıralamalıydı?

"İsmini söylediğin kişi benim için çoktan öldü! İsmini bile anmadığım ölü bir insanın yanında olamam ben."

Sanırım ben artık bu sınavın bitmesini istiyordum. Ölümden korkmuyor, aksine bu yaşamın son bulmasını istiyordum. Çok değil, o hayatıma girmeden önce yaşamaktan lezzet alan ben, şimdi dudaklarımdan dökülen kelimelere bile aldırış etmiyordum.

"Sence de şu karanlık yanınla karşılaşmanın vakti gelmedi mi? Şimdi omzuma koyduğun ellerini boynuma getir ve yaşamıma son ver; çünkü senin gibi iğrenç bir adamın yanında olmaktansa fırsatını bulur bulmaz bunu ben yapacağım."

Sözlerimden sonra gözlerindeki karanlık ifade daha fazla arttı ve çok daha fazla yabancısı olduğum bakışlar yerleşti. Tanımıyordum, bu adamı da bu gözleri de burnuma dolan bu yabancı kokuyu da tanımıyordum. Artık birbirimize öyle çok yabancı gibiydik ki aramızdaki birkaç santimlik boşluğa gezegenleri sığdırabilir, üstüne birkaç ekleme bile yapabilirdik.

Derin nefes alarak yabancısı olduğum gözlerini kapattı. Alnının sağ tarafında kabaran damar ile ellerini omzumdan çekip boğazıma doğru getirdi ama daha dokunmadan bulunduğu yerde öylece durdu. Şu an durması isteyeceğim en son şeydi.

"Yap şunu!"

Gözlerini öfkeyle açıp, gözlerimin içine baktı. Kasılan çenesiyle beraber belirginleşen damarları, kalbi atan her insan için korkutucu görünse de benim için asla korkutucu değildi. Öfkeyle bağırıp yumruk haline getirdiği sol eliyle uzağıma bir tane yumruk attı ve beni sertçe bırakıp arkasını döndü.

Kurtulamayacaktım; bu adamın esareti altından ömrümün sonuna kadar kurtulamayacak, onun yanında günden güne yok olup gidecektim. Günden güne yok olmaktansa biran önce yok olmak isteyen yanımla bakışlarım belindeki silaha gitti ve ben, hiç düşünmeden hareket ederek belinden silahı aldım. Fark ettiği gerçekliğe doğru dönüp baktığı zaman, yüzündeki öfkeli ifade silinerek acı dolu bir gülümseye dönüştü. İstemiyordum! Yüzünü kaplayan bu gülümsemenin orada yer edinmesindense daha deminki karanlık bakışları görmek istiyordum ama yine de bu iki, üç adım geriye doğru atmama ve silahı ona uzatmama engel olmuyordu.

"Buradaki mermiler önce sana, sonra da bana yetecek kadar vardır değil mi?"

"Komik kız seni..." Üzerime doğru attığı yarım adımlık mesafeyle "Şimdi sen, beni mi öldüreceksin?" diye sordu.

"Evet, hem de beni öldürdüğün yerden!"

Söylediğim cümle yüzündeki acı dolu gülümsemeyi büyütmekle kalmamış, bir de üstüne bir adım daha atarak bana doğru yaklaşmasına neden olmuştu. Aradaki mesafeyi kapatmaya çalıştığını anladığım için "Yaklaşma!" diye bağırdım ama bu bağırmanın sonucunda tüm vücudumun titremeye başlaması şu an için istediğim bir şey değildi.

"Peki o titreyen ellerinle nişan alabilecek misin?"

Ellerim deli gibi titriyordu ve hıçkırıklı kasılmalarım başlamıştı. Eğer hızlı davranmazsam bayılmam an meselesiydi.

Ona kıyamayacağımı anladığım an, silahı şakağıma dayayıp ondan iki adım daha uzaklaştım. Kalbim ne kadar uzağındaysa şimdi ruhumu da aynı o kadar uzağa savuracaktım. Bir tek ona takıntı haline getirdiği bedenimi bırakacaktım onda da artık ilgisini çeken hiçbir şey kalmayacaktı.

"Kurşun israfısın..." Ona kıyamayan yanımı cümlelerimin ardına saklarken, içime kaçan hıçkırıkla beraber "Sen zaten o gün benim için ölmüştün." dedim.

"Beyza saçmalama indir o silahı!"

Neden şimdi gözümün önüne ailemin üyeleri geliyor ve işimi zorlaştırıyordu ki? Sadece bir kere olsun kendi duygularımda boğulamaz mıydım?

"Cesedimi aileme asla gösterme. Trafik kazasında öldüğümü söyle."

Ağzımdan çıkan cümleyle başımı sağa sola doğru sallarken şakağımdaki silahı kalbime doğru indirdim. Şimdi en azından son kez yüzümü görmek istediklerinde onlar yaşadığım acı dolu günleri öğrenmemiş şekilde benimle vedalaşabileceklerdi ve böylece o yaşamaya devam ederken, ailemin hiçbir üyesi de bedel ödemeyecekti.

"Dur! Sana anlatacağım şeyler var."

"Durmam için çok geç!"

Kasılmalarım çoğaldığı için hareketlerim güçsüzleşiyordu. Onun gözlerinin içine bakarak, ölmek istemem nedensiz değildi hem son gördüğüm yüz o olsun istiyor, hem de yaptıklarını hatırlamamı sağlıyordu. Duygular arası hızlı geçişler, sinir harbini de yanında getiriyordu. Ya onun esareti altına girecektim, ya da sonsuz ateşte yanacak, ebedi cehennemi seçecektim. Ben, inançları uğruna yaşayan ben! Bir adam yüzünden, her şeyi yakıp yıkacak güçteyken, inançlarım uğruna düşünceler arasında savruluyor, doğru olana tutunmak için gözlerindeki gözlerimi kapatıyordum.

Allah'ım gücüm de takatim de bitti! Doğrum yanlışla yer değiştirdi, sadece bu dünyadan göç etmek istiyorum.

Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir.

Kalbimde yankılanan Nisa Suresi 29. ayetinin sonu bana sınırlarımı tekrar hatırlatırken bu sefer de Zümer Suresi 36. ayetinin başındaki 'Allah kuluna kafi değil mi?' sorusuyla yüzleşiyordum.

KÂFİ... Yutkunarak verdiğim cevap beni özüme döndürürken kendimi, Rabbimin sonsuz merhameti tarafından kuşanmış hissediyordum.

Senin sınavında bu Beyza... Şu an bu tetiği çekebilecek güçteyken, kimin emri için çekmediğini hatırla, ailenin onca isim dururken neden bu ismi sana koyduklarını düşün ve isminin günahtan kaçınmış, günahla kirlenmemiş anlamını elinden geldiğince yaşamaya çalış.

Ben düşünceler arası geçişte nefsim ve inançlarım arasında savaşımı verirken o, silahı elimden alıp "Seni tanıdığım için mermileri boşaltmasam belki de ölecektin!" diye bağırarak beni kollarına sardı.

Onu bir kez olsun Allah'a şikayet etmeyi başaramayan yanım, son bir kez şikayet etmek için ağzını aralamaya çaba verirken yine aynı şey oluyor, kalbimin sancısı onu şikayet etmeme izin vermiyordu. Son gücümle "Seni Allah'a şikayet edeceğim ama kalbimin sancısı izin vermi-" demeye çalışsam da cümlem, baş edemediğim hüznüm karşısında karanlığa hapsolan bedenimle son buluyordu.

⏳⌛

Gözlerimi araladığımda biz hâlâ uçaktaydık ve bu benim hiç hoşuma gitmemişti.

"Ne kadar sıklıkla bayılıyorsun?"

Onun endişeli sesinden dökülen cümleler duymak isteyeceğim en son şeydi. Hiçbir cevap vermeyince "Bana cevap ver, her şeyi iki kere tekrarlatma." dedi. Bu sefer endişeli sesini öfkesi bastırıyordu ama korkulu bakışları üzerimde gezinmeye devam ediyordu.

Gözlerimi hızla korkulu bakışlarının hakim olduğu gözlerinden, göğsüme doğru çektiğim dizlerime sabitlemedim. O benim için ölmüştü ve korkulu bakışlarının bende herhangi bir karşılığı yoktu. Cevap vermeyeceğimi anlamış olmalı ki içine çektiği öfkeli bir nefesle beraber "Yiyecek bir şeyler hazırlayın!" diye bağırdı. Dizlerime sabitlediğim bakışlarım birkaç dakika sonra o yönden gelen kadına doğru kaydı. Onun gözlerinin içine bakıp elinde tuttuğu tepsiyi "Buyurun." diyerek ona doğru uzattı. Bu bakışları tanıyordum Ece de ona bakarken aynı böyle bakıyordu. Yutkundum ve ardından gözlerimi kapattım. Ona, benim dışımda herkes istediği gibi bakabilirdi.

"Kalk yemek ye."

Yemek yesem ne değişecekti? Ruhumda açılan onca yarayı birkaç lokma yemek mi kapayacaktı veya onun vicdanı mı rahatlayacaktı? Söylediği onca söz bir bir aklıma doluşurken öfke girdabında boğulduğumu hissediyordum.

"Onları senin kafana geçiririm!"

Vücuduma dokunan elinin verdiği hissiyat, hızla gözlerimi açmama ardından da tiksinen bir ifadeyle yüzüne bakmama neden olmuştu. Onun izlerini bedenimden silmek kolay olmamış, günlerce vücudumdaki tahriş canımı yakmıştı. Şimdi bir zamanlar benim için yaratıldığını düşündüğüm sıcaklığı da o da bana kırk kat yabancıydı. Tekrar hatırladığım gerçekle vücudumu geriye doğru çektim ve dokunan elinden uzaklaştım.

Havada kalan elindeki bakışları yüzüme doğru kaydığı zaman elleri yumruk halini aldı.

"O zaman kaldırıp zorla yediririm."

Onu duyumsamadan arkamı döndüm ama çok geçmeden önce öfkeli nefes alışverişleri kulağıma doldu ardından da ellerinin varlığını vücudumda hissettim. Kolaylıkla bedenimi çevirerek bacağına oturmamı sağlaması da bana dokunması da haksızlıktı.

"Tepsiyi getir!"

Emir kokan cümlesinin ardından kadının uzattığı tepsiye doğru elini uzatırken "Bana dokunma!" diye bağırdım. Çok geçmeden gözlerimle buluşan gözleri aramızda büyük bir savaşın yaşandığını çığlık ata ata haykırıyordu ve bu sözlerine de yansıyordu.

"Sana dokunmaya meraklı değilim." Kızıl rengiyle harmanlanan kahverengi gözlerini üzerimden kısa süreli çektikten sonra çatalın ucuna aldığı yemeği dudağımın kenarına doğru getirip "Şimdi rahat dur ve ağzını aç." dedi.

Kaşlarımı sinirle kaldırdığımda gözlerimden ateş çıkıyor, onun benim vücuduma dokunması midemi bulandırıyordu. Elimle kadının tuttuğu tepsiye vurup, tepsiyi yerle bir ettim.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun?"

"Bana dokunmanı bile midem kaldırmıyor, bir de elinden bir şey mi yiyeceğim!"

Onu itip kalkmaya çalışırken, var gücümle vuruyordum ama etki etmiyordu. Gözlerinde gördüğüm bu ifadeden de bana yaşattığı onca şeyden dolayı ondan da nefret ediyordum.

"Senden nefret ediyorum!"

Dudaklarını sıkıp, beni indirdi ve kadına doğru dönüp "Söyle birkaç tane daha tepsi hazırlasınlar. Sonra içeriye geç, üstümü değiştirmem için kıyafet ayarla!" dedi. Göğsüm sıkışmaya başladığında bakışlarımı yere eğip, bir daha bayılmamak için dua ettim. İkisi yanımdan ayrılıp odaya girdiği zaman kasıklarıma giren ağrı, beni öne doğru büktü. Sessiz bir inilti kopunca dudaklarımdan hızla elimi ağzıma götürerek kapattım. Hiç kimsenin bana acımasını da benimle ilgilenmesini de istemiyordum. Sadece ruhumda kopan fırtınanın beni alt üst ettiği gibi herkesi ve her şeyi alt üst etmesini istiyordum. Farkına vardığım gerçekle ayağa kalkıp pilot kabinine doğru adım atmaya başladım. Oraya kadar gitmeyi başarabilirsem, her yeri birbirine katacak, ruhumdaki fırtınanın herkesi bir kenara doğru savurmasını kimseye acımadan izleyecektim izlemesine ama büyük bir sinir harbi yaşanan bedenimdeki fırtına, yine en çok beni yok edip karanlığa çekilmemi sağlıyordu ve böylece yer ayağımın altından kayarken bedenimin sert bir şekilde yere çarpmasıyla bilincim kapanıyordu.

⏳⌛

"Sevgilim bizi bu hale nasıl getirdin."

Başımın kenarında hissettiğim ağrıyla inleyerek gözlerimi açtığımda onun başımdaki elini hızla çektiğini gördüm. Sanırım yine ciddi bir darbe almıştım; çünkü başımdaki ağrı üst seviyedeydi. Tüm ağrılara inat yattığım yerden doğrulmaya çalıştığım sırada saçlarım önüme doğru döküldü.

"Şalımı kim çıkardı ve nerede? Bir daha bana ne olursa olsun dokunmayacaksın! Duydun mu beni?" diye bağırmaya çalıştım ama başımdaki ağrıyla ancak normal bir şekilde söylemeyi başarabilmiştim.

"Yerinden kalkma, şimdi doktor gelecek."

Gözümü tanımadığım yatak odasında gezdirdiğim sırada konuşmaya başladım. Burayı daha önce görmemiştim.

"Seni de doktoru da istemiyorum. Neredeyim ben? Burası neresi?"

Sorduğum soruların ardından içeriye elinde büyük bir çanta olan kadın girdi. İngilizce olarak konuşmaya başladığında korktuğum şeyin başıma geldiğini anladım. Yurtdışına çıkarmıştı adi herif beni ama hangi ülkeye?

"Merhaba ben, doktorunuz Isabella Davis."

Kadın onun elini sıktıktan sonra bana doğru yaklaşırken gözlerini, onda unutmuş gibi görünüyordu. Unuttuğu gözlerinin farkına varmış olmalı ki bir iki kez öksürdükten sonra bana doğru dönerek aynı şekilde tekrar kendini tanıttı. Şu an onunla tanışma faslına girecek zamanım yoktu, bir an önce bu adamdan da buradan da kurtulmam gerekiyordu.

"Doktor İsabella Davis, burada zorla tutuluyorum. Polisi aramanızı istiyorum."

O kaşlarını çatarak "Bayıldığında başını çarptığı için böyle konuşuyor. Siz aldırmayın." dedi.

Kadın, onun söylediklerinden sonra başını onaylar şekilde sallayınca korkunun vücudumu ele geçirdiğini hissetsem de o korkuya teslim olup, susacak değildim.

"Yalan söylüyor, hangi ülkede olduğumu bile bilmiyorum. Polise haber verin, bu adam beni zorla tutuyor."

Kadın benim dediklerimi umursamaz şekilde "Şimdi başınızdaki yaraya bakacağım." diyerek yanıma doğru geldi. Bu kadın benim söylediklerimi nasıl olur da ciddiye almaz, her şey normal seyrinde ilerliyormuş gibi davranabilirdi?

Yatakta sırtımı dikleyerek kalktım ve öfkeli bir şekilde " Eğer polise haber vermezseniz, buradan kurtulmayı başardığım zaman, sizi de şikayet edeceğim İsabella Davis!" dedim.

Kadın söylediklerimden sonra duraksayınca kafasını ona doğru çevirip baktı ama o, o kadar rahat görünüyordu ki asla yüz hatlarına anormal bir duygu yansımıyordu. Elini elimin üzerine koyarak "Karım düştüğünde başını çok sert vurmuş olmalı." dediğinde elimi hızla çekip "Bana asla dokunmaman gerektiğini daha önce de söyledim. Senden nefret ettiğimi anlaman için kaç kere daha söylemem gerekiyor?" diye bağırdım.

Tekrar bakışlarımı kadına çevirdiğim zaman onu ikna etmem için ne yapmam gerekiyorsa yapacak, bu adamdan kurtulacaktım.

"Sizden sadece söylediklerimi yapmanızı istiyorum. Arama motoruna Akmanlar Holding yazın ve oradan aldığınız numarayı arayın. Telefonu açan her kim ise onlara Beyza Akman'ın kaçırıldığını söylemeniz yeterli. Sadece bu bilgi için bile hayatınız boyunca çalışmadan konforlu bir yaşam sürebilirsiniz."

Kadın yüzümdeki bakışlarını ona doğru çevirdiği zaman birkaç saniye birbirlerine baktılar ama sonrasında o, umarsızca "Karımın kontrollerini hemen yapmaya başlayın ve ardından biraz sakinleşmesi için bir şeyler yapın." dedi. Doktor bakışlarını bana doğru çevirip, yanıma doğru gelmeye başladığı sırada tüm vücuduma büyük bir öfke yayıldı.

"Doktor dahil kimsenin bana dokunmasına izin vermeyeceğim. Açık açık size burada zorla tutulduğumu söylediğim halde bana değil, ona inanıyorsunuz. Bu adam benim kocam değil! Ben kocamı 37 gün önce toprağın altına kendi ellerimle gömdüm."

Başımdaki ağrı dayanılmaz derecedeydi ve bağırarak söylediğim cümleler bu ağrıyı çok daha fazla tetiklemişti. Yine de hiçbir şey burada durmam için neden değildi. Ayağa kalkıp, kapıya doğru sendeleyerek gitmeye çalıştım.

O yanıma doğru gelirken "Sakın kapıyı açayım deme! Dışarıda yabancı erkekler var, seni bu halde görmesinler!" diye kükredi.

"Sen de bana yabancısın! Örtümü ver adi herif! Gerçekten bu kadar düşebileceğini sanmıyordum."

Beni kapıya yasladığında iki eliyle kolumu kavradı ve dişlerini sıkarak "Ben, sana helal olan tek erkeğim! Duydun mu beni? Bir kere daha kocam öldü dersen, seni pişman ederim." diye bağırdı.

Duyduklarımdan sonra alev alan gözlerimle ona bakarken bende hiç olduğunu görmesini istiyordum ama işler umduğum gibi gitmiyordu. Görmezden gelip üzerini örttüğüm tüm anılar aynı anda gün yüzüne çıkıyordu ve kulağıma söylediği güzel sözler çalınıyordu. Derin bir nefes alarak gözlerimi kapattığımda ona inanıp, güvendiğim için en çok kendime kızıyordum ve böylece izlediğim video kaydıyla beraber, söylediği tüm sözleri, tek tek güzel anılar silinene kadar yüzüme çarpıyordum. Kasılan çenem ile beraber "Ne yapacağım biliyor musun? Ece'yle evlendiğin gün, beni bu evden sürüyerek attığında gidip başka bir adamla evleneceğim!" dedim ve ardından gözlerimi açıp gözlerine baktım. Beni yaktığı kadar onu yakacak, omurgamdaki kırılmalara inat onun karşısında daha dik duracaktım. Bunu yaparken de bir an olsun ona acımayacaktım.

"Senin o pis izlerini bedenimden de ruhumdan da o adamla sileceğim!"

Söylediğim her bir cümle göğsüne derin bir nefes çekerek şişirmesine, ardından da gözlerinin öfke ile tutuşmasına neden olmuştu. İşte şimdi onunda canı yanmaya başlamıştı ve bu yanma ile peş peşe kapıyı yumruklayıp, ardından da arkasındaki büyük vazoya tekme atarak parçalamıştı. Tekrar yönünü bana çevirdiği zaman "Sana birinin dokunabilmesi için benim ölmem gerekiyor! Ömrünün sonuna kadar şimdi olduğu gibi sadece benim olacaksın!" diye bağırdı.

"Sen zaten benim için ölüsün. 37 gündür ismini bile ağzıma almıyorum, o yüzden kendini kocam olarak görmekten vazgeç! Benim kocam öldü diyorum sana! Bunun nesini anlamıyorsun?"

Üzerime doğru yürürken çenesi kasılmış bir şekilde "Bir daha kocam öldü dersen seni pişman ederim demiştim." deyip, iki yanağımı kavradı ve dudaklarıma yapışarak, beni kapıya yasladı. Var gücümle onu itmeye çalışıyor olsam da bunun onda bir karşılığı yoktu. O dudaklarıyla en son kimi öptüğünü bile bilmiyor, midemde ki kusma hissini engelleyemiyordum. İçimdeki öfke daha fazla büyüdüğü için mi, yoksa o beni bıraktığı için mi onu kendimden uzağa itebilmiştim bilmiyordum ama sonunda ondan uzaklaşmayı başarabilmiştim. Birkaç adım daha ondan uzaklaşarak, dudaklarımı defalarca koluma silip temizlemeye çalıştım ama bu mümkün olmuyor, aksine mide bulantım daha fazla artıyordu. O esnada yine aklıma, video kaydında gördüklerim geldiğinde boğazımdan gitmeyen yumru hissi iyice arttı.

"Beni iğrendiriyorsun pislik herif! Ben senin istediğin zaman öpebileceğin birisi değilim. En son kimi öptüysen onun yanına git!"

Kasıklarıma giren ağrı çığlık atıp, iki büklüm katlanmama sebep olduğunda doktorla ikisi yanıma doğru geldi.

"İkinizi de istemiyorum! Defolun! " diye bağırdım. Onun yanında dik durmak istiyordum ama tüm vücudum, kasılmalı hıçkırığa kendini bırakmıştı ve ben, yine bir damla bile gözyaşı dökmeden için için ağlıyordum. Psikolojik olarak uğradığım büyük yıkım tüm vücuduma sirayet edip gün geçtikçe beni yok etmeye devam ediyordu.

Doktor biraz daha yanıma doğru yaklaşıp "Gözyaşınız akmadan ağlıyorsunuz. Bu ne zamandan beri bu şekilde devam ediyor?" diye sordu. Bir kaç adım daha ikisinden uzaklaşıp, titreyen parmağımla onu gösterdiğimde son gücümle "O öldüğünden beri." dedim ama yine baş edemediğim hüznümle karşı karşıya gelerek karanlığa gömüldüm.

⏳⌛

Gözlerimi araladığımda çok huzurlu hissediyordum. Sanki kötü bir rüya görmüştüm ve şu an o rüyadan uyanıyormuş gibi hissediyordum. İçime onun kokusu dolarken, yüzümü kaplayan sıcak gülümseme ile "Sevgilim..." diye fısıldadım. Yanağımdaki eli, orayı okşamaya devam ettiği sırada dudaklarımdan ufak bir öpücük çaldı ve ardından alnını alnıma yaslayarak fısıldadı.

"Seni bu halde görmek, beni çok üzüyor sevgilim."

Alnımdaki alnını geriye doğru çekip yüzüme hüzünle kaplı olsa da hasret dolu gözleriyle baktı.

"Ne var ki halimde?" diye sorduğumda vücudumdaki ağrıları hissetmeye başladım ve ardından soru sormaya devam ettim. "Evet, neden her yerim ağrıyor?"

"Ne zamandan beri bayılıyorsun?"

Duyduğum cümle ile hayal kırıklığına uğrayarak kaşlarımı çattım. Vücudumu kuşatan sıcaklığından kendimi geriye doğru çekip, yerimden doğrulmaya çalıştım.

"O yaşadıklarım gerçekse..." Sertçe yutkundum ve çevreye baktım. Bayılmadan önce bulunduğum odada olduğumu görünce yine duygusal olarak bir kaosa sürüklenmiş, yaşadıklarım bir bir gözlerimin önüne serilmişti.

"Senden, bana yaşattığın her şeyden ve en çokta sana inandığım için kendimden nefret ediyorum."

Cümlelerim gözlerinde gördüğüm hüznü arttırırken derin bir nefes alarak sağ bileğimden kavradı ve beni hızla göğsüne doğru çekti.

"Oysa bana yaşattıklarını, burnundan getirecektim ama yine sana yenildim. Neden ben, sadece sana yeniliyorum Beyza? Neden sana duyduğum aşk bu kadar üst düzeyde?"

Söylediği cümleleri duymak öfkemi üst seviyeye çıkarmıştı. Bu adam bana yaşattığı onca iğrençlikten sonra nasıl olur da böyle konuşabilirdi? Peki böyle konuşmasının altında yatan tek gerçek, beni yine kolaylıkla kandıracağını sanması olabilir miydi?

Kendimi ondan itmeye çalıştığım sırada tiksinerek "Gerçekten midemi bulandırıyorsun, bana aşık olduğun için mi ben, o iğrenç video kaydını izledim ve beni aldatmana şahit oldum." dedim.

Bedeninden ayrılmama izin verdikten sonra gözlerimin içine bakarak konuşmaya başladı ama sesini sakin çıkarmak için çaba veriyor gibiydi.

"Böyle konuştuğun zaman öfkeme kapılıyorum Beyza ve senin canını yakmak için nedenlerimi hatırlıyorum." Ciğerlerine derin bir nefes çekip başını sağa sola doğru salladı ve ardından tekrar gözlerimin içine baktı. "Seni aldattığımı nasıl düşünebildin? Bana duyduğun güven gerçekten bu kadar az mıydı?"

"Sen ne saçmalıyorsun? Sana iftira atmışım gibi davranmayı bırak. Ben ne izlediğimi çok iyi hatırlıyorum."

Evet ne izlediğimi bir gün olsun unutmamış, onu özleyen yanımı bıkmadan bu videoyu hatırlatarak terbiye etmiştim. Şimdi yine aynı şekilde onun sıraladığı yalanlara inanmamak için o video, gözümün önünde beliriyordu. Vücudu çıplaktı ve bu çıplaklığın çok azını çarşafla örtmüştü. Sözde ona inanmamak için aynı şeyleri kendime hatırlatıyordum ama bu vücudumda büyük bir patlak veriyordu. Ne psikolojim ne de vücudum asla iyi değildi ve şu an kasıklarıma giren ağrı, tiz bir çığlık atıp ikiye katlanmama neden oluyordu. Engel olamadığım elim, ağrımaya devam eden kasıklarıma doğru gittiğinde o da elini oraya koydu. Sıcak ellerinin verdiği his, tüm duygularımı tepetaklak ediyordu ve buna şefkatli sesiyle söylediği cümle ekleniyordu.

"Regl mi olacaksın? Bayılmadan önce yine aynı şekilde canın yanmıştı."

Hissettiklerimle beraber çenemi öyle çok sıkmıştım ki vücudumdaki ellerini oradan uzaklaştırırken ilk defa sakinleşmem gerektiğini düşünmüştüm.

"Sana sürekli söylüyorum ama beni anlamıyorsun." Derin bir nefes alarak gözlerimi açtım ve belki neler hissettiğimi daha iyi anlar diye gözlerinin içine bakarak konuşmaya devam ettim. "Gerçekten seni gördüğümde oluşan mide bulantısı, bana dokunduğunda hat safhaya çıkıyor. Zaten o videodan sonra bana dokunduğunu hatırladıkça kendimden bile nefret edip, tiksiniyorum." Şu an yüzümün ayna gibi tüm duygularımı yansıttığından emindim; çünkü konuştukça onun yüzünü alan ifade değişiyordu. İkimiz arasındaki uçurumlar hiç olmadığı kadar açıkken ve ne olursa olsun onu affetmeyeceğimi anlamış olmasına rağmen, neden hâlâ beni bu esarete mahkum etmeye çalışıyordu? Benden almadığı ama benim görmediğim bir şey kalmış olabilir miydi? Kendi içimden sorduğum soru bir anda dudaklarımdan döküldü.

"Beni bırakman için benden almadığın ne kaldı De-" sertçe yutkundum, ismini anmayacak, onu gömdüğüm yerde bırakacaktım. Elim sancıyan boşluğa gittiğinde oranın beni öldürdüğünü daha iyi anlıyordum. Bana yaptıklarını düşündükçe titremesini engelleyemediğim sesimle konuşmama devam ettim.

"Benden almadığın hiçbir şey kalmadı! Önce zorla evlenip kendine alıştırdın, sonra kendimle savaş vererek seni sevmeye çabaladım. Seni sevdikten sonra yetmedi aşık oldum, o da yetmedi sana inandığım, sana güvendiğim için birlikte oldum. Bu bile sana yetmedi! Gözünde değersiz bir takıntı olduğumu bana hissettirmek için çok değil, sadece birlikte olduktan birkaç saat sonra benden uzaklaştın." Sanki görünmeyen bir el boğazımı sıkıyordu ve ben, nefes alamıyordum. O karşımdayken yaşadıklarımı tekrar hatırlamak dipte hissettirip daha fazla öfke girdabında boğulmama neden oluyordu. "Yaptıkların bir türlü sana yeterli gelmiyor, sürekli gözünde değersiz takıntıdan bir fazlası olmadığımı bana hissettirmeye devam ediyorsun. Bunu suratıma çarpmak için Ece ile ikinizin video kaydını gönderiyorsun! Sana bunlar da yeterli gelmiyor. Benden daha ne istiyorsun adi herif! Ne istiyorsun! Ölmeme bile engel oluyorsun!"

Titreyen dudaklarımla beraber boğazımdaki düğüm beni nefessiz bırakıyordu. Elim nefessiz kalan göğsüme doğru giderken o konuşmaya başlıyordu ama söyledikleri daha kötü hissettiriyordu.

"Güzel karım iyi değilsin diye şu an söylediğin her şeyi yutmaya çalışıyorum ama sabrım kalmadı. Biran önce artık kendine gel! Gözümün senden başkasını görmediğini sana kaç kere daha söyleyeceğim. Onca söylediğin ağır sözden sonra içimde oluşan öfkeyi de bunların acısını senden çıkarma isteğini de bastırmaya çalışıyorum." Derin bir nefes aldığında sesi çok daha öfkeli bir şekilde konuşmaya devam ediyordu. "Bak ben seninle iyi bir adama dönüştüm ve orada kalmak için direniyorum. Zorlama beni ve şimdi anlatacaklarımı dinle!"

Asla bir daha ona güvenip, beni kandırmasına izin vermeyecektim hem de onun gözünde oyuncak bebekten farksız olduğumu açık açık söylemişken, bunu asla ama asla yapmayacaktım.

"Senin bana anlatacağın hiç bir şeyi dinlemeyeceğim. Beni serbest bırakana kadar ağzıma lokma dahil sürmeyeceğim. Senden kurtulmak için ben, ölümü bile göze aldım. Senden de yapacaklarından da korkmuyorum. Beni, kapıdan sürüyerek çıkaracağın günü iple çekiyorum!"

Cümlelerimin ardından beni omuzlarımdan kavrayıp sertçe silkelerken "Gözlerimin içine bak!" diye bağırdı. Onun gözlerine baktığımda gördüğüm hayal kırıklığı, beni çok daha fazla öfkelendirdi.

"Birde utanmadan senin gözlerinde mi hayal kırıklığı oluşuyor. Senin gibi yüzsüz bir adam ömrümde görmedim."

Burnundan aldığı öfkeli nefesle "Direniyorum ama sabrımı taşırıyorsun. Şimdi kapat o çeneni de beni dinle! Ben, seni aldatmadım Beyza! Bir kere bile bana sormadan, beni dinlemeden yargıladın ve yenilip yutulmayacak not yazıp ortadan kayboldun." dedi. O, cümlesine devam ederken, oda da attığım kahkaha sesi yankılanıyordu. O çok daha büyük bir oyunun içine beni çekiyordu ama bunun nedenini kesinlikle çözemiyordum ve onun tarafından bir yıkımı daha kaldıracak gücümün olmadığını biliyordum.

37 günün sonunda gözlerime dolan yaş, yanağımdan süzülecek kadar bile değilken konuşmak için çaba veriyordum.

"İşte böylesi bir açıklamayı hiç beklemiyordum. Yine beni kandırmaya çalıştığına göre benden almak istediğin bir şey daha olmalı? Benden almadığın ama benim göremediğim bir şey mi kaldı? Dürüstçe söyle, senden kurtulmak için ona bile razıyım."

Kollarımdaki ellerini çekiştirerek beni yatağa yatırdığında bedenimi dizlerinin arasına hapsetti. Gözlerindeki hayal kırıklığı, yerini saf öfkeye bırakmıştı ve şu an ikimizin gözlerinde aynı öfke vardı.

"Bakıyorum da artık büyüyüp akıllanmışsın. Yalanlarıma inanıp, kendini bana kaptırmıyorsun ama çok geç be güzelim... Dediğin gibi senden almadığım hiçbir şey kalmadı!" Bu cümleleri ne kadar sıklıkla kendime hatırlatıp içimdeki onu öldürmeye çalışıyor olsam da onun ağzından duymak çok daha öldürücü bir etkiye sahip oluyordu ama yine de bir şeyler ters gidiyordu; çünkü sanki o değil de ben ölüyordum. "1 hafta sonra Ece'yle yani gerçek kadınım ile evleneceğim. Sen benim için her anlamda yetersiz, oyuncak bebekten farksızdın. 1 hafta daha sabret, senin gözünün önünde, ona yakışan büyük bir düğünle evleneceğim. Sonra da seni bu evden istediğin gibi göndereceğim."

Gerçekten cümleleriyle bile kolaylıkla bana acı çektirmeyi başarıyordu ama hissettiğim bu acıyı ona gösterecek, bu acıya teslim olacak değildim. Gerekirse kan kusar, kızılcık şerbeti içtim demesini de çok daha güçlü bir şekilde ayağa kalkmasını da bilirdim.

Üzerimden kalkıp arkasını döndüğünde "Akşam için hazırlan Selin'ler geliyor. Hep beraber yemek yiyeceğiz." dedi. Duraksayarak söylediği cümleden sonra kapıya doğru adım atmaya devam ederken "Eğer 6'da hazır olmazsan gelir seni, kendi ellerimle soyup giydiririm." dedi ve kapıyı hızla çarptı.

⌛18:00

Gönderdiği kıyafeti giyip, yatağa oturduğumda kendi kendime telkin de bulundum.

1 hafta onun pisliklerine dayanabilirsin. Hem iyi yönden bak, tüm duyguların daha da ölecek ve artık istese de seni yaralayamayacak. Bence sen, bunun üstesinden gelebilir, küllerinden çok daha güçlü bir şekilde doğabilirsin. Tabii bu 1 haftayı daha öne çekme ihtimalimiz olduğunu da sakın unutma.

Derin bir nefes alıp cama doğru ilerledim. Tekrar camdan dışarıya baktığımda görüş alanımdaki 5 korumanın yerlerinden ayrılmadıklarını gördüm. Pencereler kilitliydi ama camların kırılmaz cam olduğunu düşünmüyordum. Bir şekilde bu odadan kurtulabileceğimi biliyordum ama güvenlikteki kişilerin hareketlerini izlemem ve onların açıklarını öğrenmem gerekiyordu. Sadece yapmam gereken burada çok dikkat çekmeden durmaya devam etmek ve ardından onlardaki rehavet duygusunu arttırmaktı. İlla ki bir boşlukları olacaktı.

Tülün arkasından bakmaya devam ettiğim sırada kapı çalındı, ardından da içeriye bir tane genç yaşlarda kadın girdi. İngilizce olarak "Sizi bekliyorlar." dediğinde yanına giderek "Biz şu an hangi ülkedeyiz? Amerika'da mı?" diye sordum.

"Efendim bunu ben cevaplayamam." dediğinde "İyi o zaman sadece telefonunu birkaç saniyelik vermen yeterli, ben öğrenirim." dedim.

"Efendim veremem. Daha doğrusu Demir Bey, sizinle yakın temasta bulunma ihtimali olan herkesin telefonunu topladı." diye karşılık verdiğinde çok öfkelenmiş olsam da sesimi çıkarmadım. Sonuçta öfkemin muhatabı bu kadın değildi, öfkemin asıl muhatabı da benim rahat durmayacağımı çok iyi bildiği için tedbirini üst seviyede tutuyordu.

Derin bir nefes alarak omuzlarımı dikledim. Ne de olsa yemeğe Selin'ler geliyordu, bir şekilde konuşarak onu ikna edebilirdim. Yolu göstermek için kadınla beraber odaya doğru ilerlediğimizde evin, İzmir'de yaşadığımız evden çok daha büyük olduğunu görüyordum. Çevredeki bakışlarımı, kadının eliyle işaret ettiği odaya doğru çevirirken herkesin yemek masasında oturduğunu, Selin'in ise hemen kalkıp yanıma doğru geldiğini gördüm.

"Ne bu halin hiç iyi görünmüyorsun?"

Bana sarılıp, kollarını içten bir şekilde sırtımda gezdirdiği sırada sessizce fısıldadım.

"Şu an Amerika'da mıyız Selin? Lütfen yardım et. Beni kaçırdı."

Selin sorduğum soruya daha cevap veremeden öfkeli sesiyle o, "Sofraya oturun!" dedi. Selin sırtımdaki kollarını oradan çekip beni kollarından uzaklaştırdığı vakit çaresizce gözlerine baktım.

"Hadi biraz bir şeyler ye Beyza. Sonra konuşalım, şu an çok solgun görünüyorsun."

"Ben bu adamın, sofrasına oturup da yemek yemem."

Baş köşede oturduğu yerden kalkıp, yanıma geldi ve beni çekiştirerek yanındaki sandalyeye oturttu.

"Zorba pislik! Yanında insanları ancak böyle tutabilirsin!"

"Şimdi akıllı bir kız ol ve yemeğini ye!"

Nasıl olur da şu an hiçbir şey olmamış gibi bu masada yemek yiyeceğimi düşünebildiğini aklım almıyordu. O tekrar yemeğimi yemem için beni uyardığı zaman kafamı hayır anlamında salladım ama bu sandalyemi yanına doğru çekmesine ardından da bacağını göstererek soru sormasına neden oluyordu.

"Yani burada yemek yemeyi tercih ediyorsun, doğru mu anlıyorum?"

Hızla kafamı hayır anlamında salladım. Tam konuşmak için ağzımı aralayacağım sırada Ece'nin sesini duydum. Kafamı ne o tarafa çevirip bakacak, ne de bu sofrada ağzıma bir lokma sürecek değildim.

"Gel Ece, sen hemen baş köşeye otur sonra görüşürüz."

Sandalye sesi geldiğinde masaya oturduğunu anladım. Selin öfkeli sesiyle "Sen ne yaptığını sanıyorsun Demir!" diye bağırdı. Onun sesinin bu kadar yüksek çıktığını ilk defa duyuyordum.

"Ne mi yapıyorum? Gerçek kadınımı baş köşeye oturtuyorum. Gerçi birisi zamanında 'Bir adamın yeri sevdiği kadının yanı olmalı' diyordu. O yüzden Ece, sen ordan kalk ve Beyza ile yer değiştir." dedi.

Her defasında bu son canımı yakması desem de sürekli buna yenileri ekleniyordu. Kişiliğimde en çok sevdiğim yanım, karşımdaki insanın bende açtığı yaraları onlardan harika bir şekilde saklıyor olmaktı. Yerimden kalkarken kendinden emin sesimle konuşmaya başladım. "Benim yerim asla bir pisliğin yanı olamazdı zaten. Şu an bu yaptığınla bana, hediyelerin en büyüğünü verdin!" Bakışlarımı ona doğru çevirip ona yukardan baktım ve bunu yaparken yüzüme alaylı bir ifade katarak "Gerçekten bu sözlerinle bende yara açabileceğini mi düşünüyorsun?" diye sordum. Sorduğum soru gözlerindeki karanlık yanı beslemiş gibi görünüyordu. Öfkeli bir nefesin ardından sandalyesini geriye doğru itip ayağa kalktı ve ardından elimi tutarak beni kendine çevirdi.

"Kapat çeneni ve yerine geç otur!"

Tuttuğu elimi sinirle ondan çektiğimde iğrenerek defalarca elbiseme silip temizlemeye çalıştım. Bunu yaparken de inadına gözlerinin içine bakıyor, ben de ki karşılığını anlamasını daha iyi istiyordum. Beni yaktığı kadar o da yanıyormuş gibi görünüyordu ama bu bile bana yeterli gelmiyordu.

"İğrenç bir his." Gözlerinin içine son kez bakarak söylediğim cümleden sonra ona arkamı döndüm ve ondan uzaklaştım.

Ece yanımdan geçerken bakışlarını üzerimde hissediyordum ama dönüpte ona bir kez olsun bakmayacaktım. Selin'in yanına oturduğum sırada herkes yemek yemeye başladı. Yüzüme tebessüm kondurmaya çalıştığım zaman halimi, en iyi Victor Hugo' nun şiiri anlatıyordu.

Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?

Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?

Sevmek için güzele mi bakmalı?

Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?

Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktı?

Özlenen yakındayken, hicran duyulamaz mı?

Hırsızlık; para, mal mı çalmaktı?

Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?

Solması için gülü dalından mı koparmalı?

Pembe bir gonca iken gül, dalında solmaz mı?

Öldürmek için silah, hançer mi olmalı?

Saçlar bağ, gözler silah, gülüş kurşun olamaz mı?

Tıpkı şu an yüzüm gülerken, içimde ki hava durumunun sağanak yağışlı olması gibiydi.

"Yemeğini ye!"

Boşluğuma geldiği için korkudan yerimden sıçrarken, titreyen ellerimin arasına eteğimin kumaşını hapsettim ve yumruk haline getirdim. Kafamı hafifçe kaldırdığım da Çınar, Kağan ve Akın'ın üzgün bakışlarını görüyordum. Benim yanımda birisi böyle davranacak olsa asla susmaz, ezilen tarafı korurdum. Allah'tan güçlü birisiydim de onların korumasına zerre ihtiyacım yoktu.

Ayağa kalkarak baş köşeye geçtim. Masa örtüsünü çekip hızla yere doğru savururken "Ben senin kuklan değilim zorba herif!" diye bağırdım. Büyük bir gürültüyle her şey yerle bir olmuştu.

Ellerini yumruk ederek yanıma doğru geldiğinde, ondan korkmam için hiçbir nedenimin kalmadığını kendime tekrar tekrar hatırlatıyordum. Ona inat omurgamı çok daha dik bir hale getirerek, beni zorbalıklarıyla sindiremeyeceğini gözüne soktum.

"Şu an seni cezalandırmamak için bana herhangi bir neden söyle?"

"Senden nefret ediyor olmak!"

Kalbimi söküp atmakla çok doğru bir karar verdiğimi bir kez daha iliklerime kadar hissediyordum. Aptal kalbim, ondan nefret ettiğimi söyledikçe utanmadan acı çekmeye devam ediyordu ve onun aşkı oradaki yerini hâlâ korumaya devam ediyordu. Saçmaydı! O benim kalbimdi ve benim istediğim gibi hissetmek zorundaydı.

Bakışlarımı hızla Ece'ye doğru çevirdim. Daha demin bir kez olsun ona bakmayacağımı söyleyen ben, kalbimi akıllandırmak için acımasızca ona gerçekleri tekrar hatırlatıyordum ama kalbimdeki o, varlığını sürdürmeye devam ediyor, aksine biraz daha kendimi öldürdüğümü hissediyordum. Üzerime doğru bir adım atarken "Sana neler yapabileceğimi bilmiyorsun ufaklık." dedi.

Histerik bir gülümsemeyle "Ben bilmiyorum öyle mi? O zaman bana cezaların en büyüğünü vermeye ne dersin Erdem?" diye sorduğumda "Söyle." dedi.

"Düşünüyorum da senin gibi bir adamın verebileceği en büyük ceza karısını boşamak olur. Düşünsene sen koskoca Erdem soyadını benden alacaksın! Gerçekten kahrolurum ama bence bu da yeterli değil. Düşünsene hemen şu an bana 3 kere boş ol diyorsun, işte o sözler benim sonum olur ve ben, karşında yok olurum. Şimdi beni cezalandır!"

Gözlerimin içine baktığında bakışlarımı yere eğdim. Artık yabancı erkeklere nasıl davranıyorsam, ona da öyle davranacaktım.

"Sen bi' gözlerimin içine baksana."

Sesi çok yumuşak çıkıyordu ama ona karşı ördüğüm duvarlardan içime işlemiyordu veya işlese de gururum işlediğini kabul etmiyordu.

"Bakmam için hiçbir neden yok. Sonuçta sen de benim için yabancı bir erkeksin, diğerlerinden hiçbir farkın yok."

Canımın yandığı kadar, onun da canı yansın istiyordum ama bunun imkanı yoktu. O bu konuda çok daha profesyonel şekilde davranıyordu.

"Ece, sen havuz başında düğün istiyordun değil mi? Hadi hep beraber dışarı çıkalım ve bize nasıl bir şey istediğini anlat."

Gidip uyuyacak, bu duygudan uzaklaşacaktım. Onların yanından ayrılırken " Nereye gittiğini sanıyorsun, sen de bizimle geliyorsun." dedi.

"Neden ben, senin bakıcın mıyım? Gerçek kadınını alıp, defolup gitsene!"

Sözlerimle onu mu cezalandırıyordum yoksa kendimi mi bilmiyordum. Şu an tek bildiğim içimin gıcıklanıp, gözlerimin kararmasıydı. En son Erzurum'da ağzıma koyduğum birkaç lokma yemekle bu hale gelmem çok normaldi. Bir iki adım geriye doğru sendeledim. Gözlerimi kısa süreli kapatıp, açtığımda bu süreci çabuk bitirmenin daha doğru olacağına karar verdim.

"Veya düşündüm de hemen gidelim. Ben sevmediğim bir adamla zorla evlendiğim için düğünüm olmamıştı. Bakalım birbirine aşık olan insanlar düğünleri için ne kadar önem gösterip heyecanlanıyorlar."

Sözlerim bittikten sonra o öfkeyle "Bizi yalnız bırakın!" diye bağırdı. Herkes gittikten sonra yanıma doğru gelip, yıkılmış sesiyle konuşmaya başladı.

"Gururun her şeyin önünde değil mi? Bana aşık olsan, içten içe kıskansan da o lanet gururunu yenip, canım yanıyor artık dur demeyeceksin!.." Gözlerindeki hayal kırıklığı çok daha belirgin bir şekilde konuşmaya devam ederken, yılgın bir nefes verdi. "Bir kez olsun; ben senin karınım, başkasıyla evlenmene izin vermiyorum, sen eski Demir değilsin, çok değiştin ve ben bunlara şahit oldum bile dedirtemedim! Hepsi senin o lanet gururunu kırmayı bir türlü başaramadığım için değil mi?"

Başka birisiyle evleneceğini söyleyen adamın karşısına dikilipte asla bu sözleri sıralamazdım. Aksine işaret parmağımla çıkıp gitmesi gereken kapıyı ona ben gösterir ve bunu yaparken ona hâlâ aşık olan yanımı bile umursamazdım.

"Gururum her şeyin önünde olsaydı sana aşık olmazdım. Benden neyin hesabını sorduğunu anlamıyorum. İzlediğim video hâlâ aklımda. Ben, o video kaydını izlediğimde kalbimin yerinde kocaman bir boşluk oluştuğunu hissettim. O günden sonra ben de güzel olan tüm duygular öldü. Sulu göz olan ben var ya, gözümden bir damla yaş bile akmadı. Senden geriye boğazımda ne yutabildiğim ne de kusabildiğim bir yumru kaldı." Çaresiz bir şekilde işaret parmağımla boğazımı gösterdim. "Bak işte tam burada! Beni nefessiz bırakan, bir lokma ekmeği yemekten aciz koyan... 37 gün, 37! Bu kadar vicdansız nasıl olabildin?"

Söylediğim her cümlede daha fazla yıkılmış, ayakta durdurmayı başaramadığı bedeniyle sandalyeye çökmüştü. O şu an ne diyeceğini de nasıl davranacağını da bilmiyor gibi görünüyordu; çünkü defalarca kez konuşmak için ağzını açsa da ufak bir sesini bile bana duyurmayı başaramamıştı. Çaresiz bir şekilde ellerinin arasına başını alıp, birkaç saniye o şekilde boşluğa baktıktan sonra öfkeyle saçını dağıttı.

"Sanki anlatsam inanacakmış gibi konuşuyorsun Beyza. Sana, ne desem boş, kafanda benim cezamı çoktan kesmişsin." O gerçekten çok çaresiz bir şekilde dipte görünüyordu ve sanki aldığı kararları dilinden dökmek için savaş veriyordu. "Bu saatten sonra ben, özgür bir adamım." Söylediği cümleden sonra derin bir nefes aldı ve ardından konuşmaya hayal kırıklığının hakim olduğu sesiyle devam etti. "Gerçi kime ne diyorum ki? Sen, beni ne zaman birinden kıskanınca sevgini belli edip, senin için değerli olduğumu hissettirdin ki... Neyse artık bunları konuşmanın bir anlamı kalmadı!" Bakışlarını bana doğru döndürdüğü zaman gözlerindeki acı çok daha büyük bir boyut kazanmıştı ve şu an ne söyleyecekse yine kendiyle savaş veriyor gibi görünüyordu. Defalarca kez konuşmak için açtığı ağzını çenesini sıkarak susturmuş olsa da en sonunda konuşmayı başarıyordu. "Kendini bir an önce toparla ve yemek yemeye başla. Sağlığına kavuştuğun gün, bu evden gideceksin. Bende karşına çıkmamak için elimden geleni yapacağım."

"Doğru anlıyorum değil mi, beni bırakıp boşayacaksın?"

Acılı yüzünde oluşan zoraki tebessümle "Ben değil, sen beni bırakacaksın. Boşanma konusuna gelince..." Yutkundu ve önce çenesi sonrada tüm vücudu bariz bir şekilde gerildi. "Şu an öyle bir düşüncem yok ama ne zaman başka birisiyle..." Bu sefer cümlesi bıçak gibi keskin bir şekilde son bulmuştu ve ardından nefes almaya çok ihtiyacı varmış gibi elini yakasına getirerek çekiştirmeye başlamıştı. "Hayat kurma düşüncen oluşursa, o zaman bunları konuşuruz." dedi.

Ona söyleyemeyecek olsam da "Yani hiçbir zaman." diye sessizce fısıldadım.

"Hadi şimdi odana git ve göndereceğim yemekleri ye. Ne kadar çabuk toparlanırsan, benden o kadar çabuk kurtulursun. Tam da senin istediğin gibi..."

Sessizce odama gittiğimde önüme gelen yemeği yemeye çalıştım. Boğazımdaki his yememe engelken ağlamak için gerilip, titreyen dudaklarımla acınası bir haldeydim. Biran önce psikolojik destek alıp, bu süreci atlatmam gerekiyordu; çünkü ben, duygular arası geçişte nefessiz kalıyordum. Birkaç dakika öncesine kadar sadece ondan uzaklaşacak, gerekirse ölümü bile göze alacakken, şu an benim gitmeme izin verdiği için evsiz, barksız, sokakta kalmışım gibi hissetmemin başka bir açıklaması olamazdı.

Zorla yediğim birkaç kaşık yemekte boğazıma dizilmişti. Titreyen ellerimle tepsiyi kenara koyarken, artık gözyaşlarımın akıp, boğazımdaki yumruyu geçirmesi için dua ettim. Ben sessizce için için ağlıyordum ama gözümden bir damla yaş bile akmıyordu. Kasılarak sallanan omuzlarımda, sanki dünyanın yükünü taşıyor gibiydim ve beni yakıp küle çeviren bu duygudan, ancak uyuyarak kurtulabilirdim. Bir zamanlar beni, ondan kurtarmak için sığındığım uykuya, şimdi onsuzluktan kurtulmak için sığınıyordum.

3 gün sonra...

Onu hiç görmüyor, nerede olduğunu bile bilmiyordum. Ruhsal olarak biraz daha iyiye doğru gideceğime çok daha kötü durumdaydım ama vücudum önceye nazaran daha iyi durumdaydı. En azından uzun süredir bayılmıyordum.

Derin bir nefes alarak tüm düşüncelerden sıyrılmak istedim ama aldığım nefes yetersiz geldi. Duvardaki saate baktığım zaman gecenin 2'si olduğunu gördüm ve ardından 2 gün önce açılan pencerelerdeki kilidi hatırladığım için üzerime geçirdiğim hırka ile kendimi balkon kapısına doğru ilerlerken buldum. Sürgülü kapıyı yana itip bakışlarımı gökyüzünü aydınlatan aya doğru çevirdim. İhtişamlı aydınlık görüntüsü, keşke gecenin karanlığını aydınlattığı gibi benim de ruhuma sirayet eden karanlıkları aydınlatıyor olsa diye iç geçirirken, gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Sanırım sorun ciğerlerime doluşan oksijenin yetersiz gelmesinden değil, ruhumun boğulmasından kaynaklıydı. Gecenin geç saati olduğunu hatırladığım için gözlerimi açıp korumalar yerlerinde mi diye baktım. Ne olursa olsun gecenin karanlığında dışarıda olmayı sevmiyordum ve bir şekilde kendimi korkutmayı beceriyordum. Adımlarımı biraz daha ileriye doğru attığımda korumaların mesafeyi fazla açtığını gördüm ama yine de hepsi yerli yerindeydi. İçim rahatlamış şekilde çevreye bakmaya devam ederken, o esnada onun karanlıkta oturduğunu yeni fark etmiştim. Sırtı bana dönüktü ve sabit bir şekilde sol elinde ne varsa ona bakmaya devam ediyordu. Sağ kolunu hareket ettirdiği zaman elinde tuttuğu sigarayı gördüm. Onu bugüne kadar bir kez olsun sigara içerken görmemiştim. Biraz daha ona bakmaya devam ederken baştan aşağıya siyah giydiği için zor göründüğünü daha iyi anlıyordum. Bir anda ayağa kalktığı zaman sol elinde ne tutuyorsa hızlı bir şekilde yere çarptı. O sırada çıkan kırılma sesiyle beraber irkilmeme engel olamadım ve ardından masanın üzerinde duran şişeyi gördüm. Tekrar bakışlarım Demir'e kaydığında sol elini saçlarına daldırıp yönünü bana doğru çevirdi. Tahammülsüz bakışları beni bulduğunda aynı tahammülsüzlükle konuşmaya başladı.

"Düşüncelerden kurtulup sızmam için şu lanet olası şişeden içmem gerekiyor ama senin yüzünden içemiyorum! Benden her şeyi almayı nasıl becerdin Beyza!"

Sesindeki acı içime işlerken o adımlarını bana doğru atıyordu.

"Yerine çok daha anlamlı ve güzel şeyler koydum."

"Yerine çok daha anlamlı ve güzel şeyler koysan ne?" Sigara tuttuğu işaret parmağıyla beni gösterirken "Benden en sevdiğimi aldın." dedi ama bunu söylediği sırada sesinin bile titrediğine şahit oluyordum. Söylediğini kabul etmediğimi gösterir şekilde başımı iki yana salladım.

"Hayır. En sevdiğini ben, senden almadım." Bunların hepsini yaşamamızın nedeni gelen video kaydıydı ve o video kaydında benim en ufak bir yansımam bile yoktu. Şimdi durduk yere ondan gitmişim gibi konuşup, tüm suçu bana atamazdı.

Aramızda 2 adım mesafe kalırken "Aldın! Tam 32 gün beni, sensiz bıraktın. Seni göremeden nefes alamadığımı bildiğin halde bir kere olsun bana acımadın ve kolaylıkla benden vazgeçtin." dedi. İkimizin sesi de asla yüksek çıkmıyordu ama aramızdaki yoğun duygular çığlık çığlığa arşa doğru yükseliyordu.

"Senin benden kolaylıkla vaz geçişini asıl ben izledim."

Elindeki sigarayı dudaklarına götürdükten sonra derin bir nefes çekip, öylece çektiği nefesi yuttu ve ardından elindeki sigarayı yere savururken, aynı anda sol eliyle bileğimden kavrayarak beni göğsüne doğru çekti. Hızla göğsüne çarpan bedenim farkına vardığı her detayla onun daha çok uzağına gitmek istiyordu. Kendimi göğsünden geriye doğru ittiğim zaman bakışlarım bir zamanlar benim olan göğsüne gitti ama gözümün önünde hep aynı sahne vardı. O çırılçıplaktı ve çıplaklığının çok azını çarşafın altında gizlemişti. Kabul etmez şekilde kafamı iki yana salladım. Bu seferde bakışlarım hâlâ sağ bileğimde olan ellerine kaydı. Bir zamanlar sıcaklığının benim için yaratıldığını düşündüğüm adamın elleri buz gibiydi. Sanırım o, benim için yaratıldığını düşündüğüm sıcaklığını başka kadınların yataklarında bırakmıştı. Baş edemedim! Ne düşüncelerimle ne de ağır duygu geçişleri ile baş edemedim ve omuzlarım içime çektiğim derin bir nefesle aciz halde kasıldı.

"Artık birbirimize çok yabancıyız."

Zor çıkardığım sesimle beraber ondan bir adım daha uzaklaştım ama bu bir adımlık mesafeyi o hızla yarım adıma düşürmüştü. Burnuma dolan kokusu bile bana yabancılaşmıştı ve aşık olduğum adamın kokusunu kendinde azıcık bile olsa barındırmıyordu.

"Kokun bile artık benim için yabancı..."

Bunu söylediğimde ondan çok ben üzülmüşe benziyordum, sanırım buradan giderken ona dokunmadan sadece kokusunu içime çekerek yanımda götüreceğimi düşünüyordum.

"Bir daha ağzıma bile sürmem."

Onun çaresiz sesinden dökülen cümle ile bakışlarım acı çeken yüzünde dolaştı ve o sırada konuşmasına devam etti.

"Yeter ki beni yabancı olarak görme."

Susması için elimi yukarıya kaldırdım. Böyle konuştuğu zaman her şey daha fazla sarpa sarıyordu ve karışan tüm duygularım boğazımda bir bir düğüm oluyordu. Onu ne olursa olsun affetmeyecek olan yanımla bir adım daha ondan uzaklaştım ama bu sefer yukarıda tuttuğum elimle aradaki mesafeyi tekrar kapatmak için adım atan adamın yerinde durmasını sağladım.

"Lütfen..." Kelimelerin boğazımda düğüm olduğuna, beni nefessiz bıraktığına bir kere daha şahit olurken boğazımdaki örtüyü geriye doğru çekiştirip, beni nefessizlikten kurtarması için medet umdum ama nafileydi ve değişen hiçbir şey yoktu. "Ben 3 gündür bayılmıyorum. Buradan gitmenin tek yolunun iyileşmem olduğunu söylediğin günden beri kendime bakmak için elimden geleni yapıyorum."

Allah'ım hareketlerimi, konuşmalarımı kontrol altında tutmayı başarıyorum ama kalbimdeki hisleri yönetemedikçe ve uslanmaz kalbim onu sevmeye devam ettikçe kendimden daha fazla iğreniyorum.

Ben olmazdım! Ben, ona inanıp, değiştiğine güvenmesem onunla asla birlikte olmazdım. O zaman ben, tam olarak hatayı nerede yapmıştım? Tam olarak nerede yanlış yapmıştım da ona kalbimi, ruhumu sunduğum gibi bedenimi de sunmuştum. Aşk mıydı gözümü kör eden? Hayır! Ben aşkından ölüyor olsam da bu duygunun mantığımın önüne geçmesine izin vermezdim.

O halde nerede hata yapmaya devam ediyorum da aptal kalbime bir türlü söz geçiremiyorum?

Kendine çok yükleniyorsun Beyza. Bırak kalbin, onu sevmeye devam ediyorsa etsin, bu senin hareketlerine, sözlerine yansımadıktan sonra dik duruşunu bozmaz ki...

"O yüzden lütfen beni, bir daha dibe çekme..."

Cümlem tekrar sigara yakmasına neden olmuştu ama gözlerindeki çaresiz bakışların yerini karanlık ve donuk bakışlara çevirdiğini fark etmiştim. Bir an önce onun yanından uzaklaşmam gerektiğini biliyordum; çünkü gözlerine bu karanlık bakışlar yerleştiği zaman sözleriyle bile kolaylıkla bana acı çektirmeyi başardığını biliyordum. Hızlı adımlarla içeriye doğru ilerlediğim zaman arkamdaki gürültü daha fazla korkmama neden oluyordu. Yürümeye devam ederken bakışlarımı ona doğru çevirdim, o önündeki masaya sandalyeyle vurup camın kırılmasını sağladıktan sonra öfkeyle ayağıyla masayı itiyordu ve biran olsun ben tarafa bakmıyordu.

5 GÜN SONRA...

Yemeğimden biraz yediğim sırada kapı açıldı ve çalışan kadın yanıma gelip "Efendim, Demir Bey telefonda sizinle konuşmak istiyor." dedi. Aradan geçen 5 gün içinde bir kez olsun bahçeye açılan balkona bile çıkmamıştım ve onu hiç görmemiştim.

Kucağımdaki tepsiyi uzatırken "Tamam siz tepsiyi alın , daha fazla yiyemeyeceğim." dedim peşine de telefonu elime alıp kulağıma getirdim.

"Efendim."

...

"Alo."

...

"Alo De-" Yutkundum ve onun isminin bile bana yasak olduğunu bir kez daha kendime hatırlattım. "Alo Erdem."

Derin bir nefes sesinden sonra "Hâlâ adımı söylemiyorsun." deyip sustu.

"Nedenlerim var."

"Peki kendine nedenlerimin altı ya boşsa diye hiç soruyor musun?"

"Bunları sordum diyelim, izlediklerim ne olacak?"

"Beni dinleyebilir, her şeyi açıklamama izin vere bilirdin ama sen, bana inanmamayı seçtin. Gün gelecek keşke dinleseydim diyeceksin ama bu sefer giden ben olacağım Beyza."

Sertçe yutkundum. İzlediklerim ortadayken, söyledikleri aklımı bulandırıyordu ve onu özleyen yanım gün geçtikçe çoğalıyordu. Düşüncelerden kurtulmak isteyen bir şekilde başımı iki yana salladım.

"Dinlemeyip, inanmıyorsam belki de nedenlerim vardır. Peki sen bunu düşündün mü? Ne olduysa o dağ evinden sonra oldu. O geceyi batırdıktan sonra benden saklamaya çalışsanda kızgındın. Hadi onunla ilgili öyle bir şey yok, kızgın değilim sözüne inandım fakat benimle birlikte olduktan sonra resmen benden uzaklaştın. Bitmeyen telefon konuşmaların, çalışma odasından gece geç saatlerde dönmen, geldiğinde ise alnımdan öpüp yatağın bir köşesine çekilmen..." Yılgın bir nefes verdikten sonra konuşmama devam ettim. "Hadi ben bunları da geçeyim. Tuğba'nın çalışma masasına gittiğimde beni camdan gördüğü halde özleyen adam, Amerika'ya giderken işlerini bahane edip, beni yanında götürmemeyi seçti. Gidince beni bir kez olsun aramadın bile. Bundan önce senden kaçtığımda burnumun dibinde bitip, beni asla yalnız bırakmayan adam için ne değişti de bir anda bu kadar uzaklaştın? Yani ben, sana inanmıyorsam bunun sebebi yine sensin."

" Beyza, sana ne kadar çok aşık olduğumu bilmiyor musun?"

Sustum... Sustum; çünkü bu büyük aşka beni inandırdıktan sonra büyük bir yıkımla beraber beni alt üst etmişti ve benim bir yıkımı daha kaldıracak gücüm yoktu.

"Susuyorsun demek! Öyle olsun Beyza! Beni dönüştürdüğün Demir olarak kalmakta çok direndim ama sana duyduğum öfkeyle bu mümkün görünmüyor. Beni ne kadar yaraladıysan, aynı yaraları sende açacağım. Ben, sana olan aşkıma tutunup, sözlerinle açtığın her yarayı kapatmaya çalıştıkça sen tutunduğum aşkımı bile yok saydın. Bu akşam evde, Amerika'ya dönmemin şerefine parti veriyorum. Eski Demir sahalara geri dönüyor. Sana göndereceğim kıyafeti giy ve saat 20:00'de hazır ol. Bundan sonraki süreçte, sözümden her çıktığında dudaklarına yapışacağım, o da yetmezse işin sonu başka yerde bitecek. Beni anladın mı?"

Bir anda yine başka bir adama dönüşmüştü. Sanki yara açmadığı yer kalmış gibi yara açmaktan bahseden hali sinir bozucuydu.

"Son söylediğin cümleyi hayata geçiremezsin ERDEM! Ölürüm de sana öyle bir şey yapmam demiştin. Hatırladın mı? Bana verilmiş sözün var."

"İşine gelen sözüme inanıp, işine gelen sözümü yok sayamazsın Beyza! Ya verdiğim tüm sözlere inanırsın ya da hepsini yok sayarsın!"

Neden bilmiyorum ama son cümlesini hayata geçirmeyeceğinden o kadar emindim ki... Yapmazdı, yapamazdı, ben istemediğim sürece bana dokunamazdı...

"Neden bilmiyorum ama bana, o şekilde davranmayacağından çok eminim. Bir de dikkat et, benim canımı yakmak isterken harama bulaşıp durma. Beni boşadığında git birisiyle evlen ama bir daha sakın harama bulaşma Erdem. "

"Beyza..."

"Efendim."

"Bugün öfkem gözümü kör ederse ve ben, harama kayacak olursam, beni mutlaka durdur. Eğer durdurmazsan bugüne kadar beni hiç sevmemiş diye düşüneceğim. Sonuçta hâlâ senin kocanım. Bakalım gururunu mu seçeceksin, benim ateşlerde yanmamı mı?"

"Benim artık kendime bile merhametim yok. O silahı şakağıma dayadığımda gözden çıkardıklarımı düşünecek olursak ve ben, senden bu kadar nefret ediyorken, bana asla güvenme Erdem. Benim ruhumda bu kadar yara varken, benden doğru olanı yapmamı bekleme."

"Sen silahı şakağına dayamış olsan da ben, yanlışa düşme diye önlemimi almıştım ama bunda da görüyorum ki senin kalbinde zerre yerim olmamış."

Hayal kırıklığıyla telefonu yüzüme kapattığında ekrana öylece bakakaldım. Her cümlesi aklımı daha çok bulandırıyordu. Kafayı yememek için direniyordum ama mümkün olmuyordu. Gördüklerim ve söyledikleri arasında sıkışıp kalsam da ne yapacağım konusunda en ufak bir fikrim yoktu.

Namazımı kılıp, Kuran okuyacak bol bol da dua edecektim.

Acaba ona öğrettiklerimi ben yokken hiç yapmış mıydı? Canı yandığında benim gibi bunlara sığınmış mıydı? İçimi kaplayan acabalardan kurtulmam gerektiğini bildiğim için ayağa kalktım. Biran önce abdest alıp ibadetlerimi yapacak, sonra da doğru olanı bulmak için dua da bulunacaktım.

Saat 20:00

Odanın kapısının açılmasıyla oturduğum yerden kapıya doğru baktım.

"Hadi insanlar geldi, çıkalım."

"Ben gelmesem olmaz mı? Gürültü odamda bile rahatsız ediyor."

Derin bir nefes alarak "Tahammülüm olmadığını düşünürsek çok uzatman iyi olmayacak. O yüzden hemen kalkmanda fayda var Beyza." dedi.

Oflayıp ayağa kalktığım zaman şu an ki derdinin kesinlikle ne olduğunu anlamıyordum ama bu konuda ona kafa tutmak istemiyordum. Onun yanına doğru yaklaştıkça beni baştan aşağıya süzen bakışlarından sonra kaşları çatıldı.

"Çıkar bu elbiseyi olmamış!"

"Sen gönderdin, başka giyebileceğim hiçbir şey yok."

Söylediğim cümle çenesinin kasılmasına ardından da "Dur bekle bir kaç tane daha almıştım, onları getireyim." deyip hızlı adımlarla odadan çıkmasına neden olmuştu.

Aklım karıştıkça onu özleyen yanımı bastırmam zorlaşıyordu. Oysa çok net bir şekilde ondan nefret ediyor, bana yaptıklarından dolayı tiksiniyordum ama söylediklerini düşündükçe acaba demeden edemiyordum. Geldiğinde onunla bu konuyu mutlaka konuşacaktım; çünkü neredeyse iyileşmiş sayılırdım.

Elinde üç elbiseyle geldi, hepsi de koyu renkti. Siyah olanı alıp uzattığında "Bunu giydiğinde çıkalım." dedi. Normalde kavgaya dökeceğim konuyu, tartışmak bile içimden gelmiyordu. Sessizce elbiseyi alıp, banyoya geçtim. Üzerimi giyip, şalımı da değiştirdikten sonra üstünkörü aynaya bakıp, banyodan çıktım.

Oturduğu yerde stresli bir şekilde ayağını sallıyor, başı ağrıyormuş gibi şakaklarını parmak ucuyla ovuyordu. Bir iki adım daha yanına yaklaştığım da başını kaldırıp, derin bir nefes aldı. Eliyle boynunu ovup "Bir de lacivert olanı dene." dedi.

"Şu an elbise umurumda değil. Sana sormam gereken bir şey var."

Ayağa kalkıp, yanıma doğru gelirken emir kokan sesiyle "Sana ne diyorsam onu yap." dedi. Bildiğin sınırlarını zorluyordu ama konunun dağılmasını istemediğim için cümlesindeki emri görmemezlikten geldim.

"Nedenlerimin altı nasıl boş oluyor ve sen, bana neyi açıklaya bilirsin?"

Kaşlarını çatarak "Bunu şimdi mi soruyorsun? Çabuk üzerini değiştir çıkacağız." dedi.

Kapı tıklatılarak açıldığında çalışan "Efendim sizi soruyorlar." deyince o, kafasını sallayıp "Geliyorum." diye karşılık verdi.

"Üzerini değiştir hemen bekliyorum."

Kıskançlığı o kadar üst seviyedeydi ki sadece iki cümlemle bile bakış açısını değiştirip o elbiseyi çöpe atmasını sağlayabilirdim.

"Emin misin? Lacivert elbisenin kesimi çok dar. Vücut hatlarımı, tamamen ortaya çıkarır."

Çenesi gerilmiş bir şekilde elbiseyi alıp "O zaman bu direk çöpe gidiyor. Diğerini dene." dedi.

Kıskanç manyak, önce haki renk elbiseyi çıkarttırıp siyah elbiseyi giydirdi, o da üzerime yakıştığı için şimdi de bordo elbiseyi deneme mi istiyordu. Acaba kıskançlığı gözünü kör etmiş olabilir miydi? Çünkü renk olarak, siyahtan çok daha fazla dikkat çekecek ve daha fazla öfkelenecekti.

"Tamam ver. Bordonun rengini çok beğendim, tenim ile uyumu kesinlikle daha dikkat çekici olur."

Bir elbiseye, bir bana baktı. Elbiseyi yüzüme doğru tuttuğunda sertçe yutkundu ve lacivert elbisenin yanına attı.

"Siyah elbise de çok yakıştı. O zaman ne giyeceksin? Dikkati üzerinde toplama diye hepsini özellikle koyu renk almıştım."

O sırada kapı tekrar açıldığında çalışan tam ağzını açacakken "Bir daha ben, bu odaya girdiğimde ne bana haber getir, ne de kapıyı aç!" diye bağırdı. Çalışan kafasını korkuyla tamam anlamında salladıktan sonra o, bana dönerek "Gözümün önünden uzaklaşma." deyip tutmam için elini uzattı.

Uzattığı eline baktıktan sonra sert bir şekilde yüzüne baktım. Bu adam eskisi gibi elini tutacağımı düşünüyor olamazdı değil mi?

"Dalga geçiyor olmalısın. O elini tutabileceğimi nasıl düşünebilirsin?"

Söylediğim cümleden sonra kaşlarını kaldırıp üzerime doğru yürüdü. O geldikçe ben de geriye doğru adımlıyordum ama adımlarım ayağımın bir şeye çarpmasıyla son buluyordu. Kafamı çevirip neye çarptığıma baktığımda yatağın köşesinde olduğumu gördüm. Sadece yarım adım atarak bu durumdan kurtulabilirdim ama o, kurtulmamı istemiyor olacak ki bel boşluğumdan kavrayıp kaçmamı engelledi.

"Sanırım şu an dudaklarına yapışma mı istediğin için böyle konuşuyorsun."

Gözlerimdeki bakışlarını dudaklarıma indirdikten sonra yutkundu. Hemen başını iki yana sallayarak girdiği ruh halinden çıkmaya çalıştığında elimden kavrayıp kapıya doğru yürümeye başladı ve ardından cümlesini "Ama buna vaktimiz yok." diyerek devam ettirdi.

Elimi, elinden çekmeye çalışıyordum ama pislik, ahtapot gibi yapışmıştı ve ben çektikçe ellerini daha fazla kenetliyordu.

"Senden hâlâ nefret ediyorum, pislik! Şu açıklaman da neyse biran önce yap, yoksa şu an elimi tuttuğun için üzerine kusacağım."

Kalabalığın olduğu odaya gireceğimiz esnada söylediğim cümleleri duydu, ardından da beni, kendine doğru çekerek "Beni sınama Beyza! Cümlelerinle öfkemi tazeliyorsun." dedi.

"Seninki yine iyi! Benim öfkem, o günden beri hiç sönmüyor bay Erdem!"

Öfkeli cümlem alkış sesleriyle son bulmuştu. Kafamı çevirdiğimde iğrenç bir ortamın beni beklediğini görünce daha fazla sinirlerim bozuldu. İnsanlar birbirleriyle fazla laubali hareketler sergiliyor, dikkatli bir şekilde bizi izliyorlardı. Selin, Kağan, Akın, Çınar bize doğru geldiğinde sergiledikleri rahat hareketlerden dolayı bu ortamın onların ortamı olduğu da kolaylıkla anlıyordum.

Selin, "Çok güzel olmuşsun fıstık." dediğinde gözlerimi devirip, "Sence şu an bu benim umurumda mı?" diye sordum.

"Sen neden gerginsin, yoksa siz hâlâ konuşmadınız mı? Demir, sana yaşadıklarını anlatmadı mı?"

Selin'in sözünü Demir'in "Selin!" ihtarı böldü. Allah'ım artık çıldıracaktım. Demir, bana neyi anlatacaktı? Keşke ilk anlatmaya çalıştığı zaman beni kandırmasından dolayı korktuğum için anlatmasını engellemeseydim. Gerçi söylediği şeylerin, altını doldurmadığı sürece ona inanmam imkansızdı.

Etrafımızı insanlar sarmaya başladığında Demir'den elimi çekip, uzaklaşmak istedim.

"Rahat dur. Bu kadar kalabalık olacağını düşünmemiştim. Sakın gözümün önünden ayrılma Beyza."

Birkaç tane kadın, aynı anda yanımıza geldi. İçlerinden birisi gevşek ağzıyla "Seni çok özledik Demir. Uzun süredir aramızda yoktun, sensiz buraların tadı yok." dediğinde diğerleri de kafalarını onaylar gibi sallayıp, sonra da kahkahayla güldüler.

Buradaki insanların hiçbirini tanımıyordum ve benim için bir önem teşkil etmiyorlardı. Duyduğum cümlelerden sonra ona doğru döndüğüm zaman kaşlarıyla bana 'bak, ne diyorlar' dermiş gibi kadınları işaret etti. Şu an kafam allak bullaktı. Selin ne anlatmaya çalışıyordu da Demir onu susturuyordu? Nasıl davranmam gerektiğine karar veremeyen yanım, bir anda cümlelerin ağzımdan dökülmesine neden oluyordu.

"Sen ölmeyi, bayılmak sanıyorsun herhalde Erdem! Şimdi bırak şunları. Selin, ne demeye çalışıyordu da onu susturdun, çabuk söyle."

Kulağıma eğilip "Kıskandın mı?" diye sordu.

"Sana şu kadarını söylüyorum. Eğer beni aldatmadıysan ve söylediğim her şeye mantıklı bir açıklaman varsa, hareketlerine dikkat etsen iyi olur. Burada yaptığın her şeyin acısını senden çıkarırım ve bizzat şu an sergilediğin tavır bile ikimiz için tüm ihtimallerin sıfırlanmasına neden olur."

Sözlerimden sonra gözlerini kapatıp, tebessüm etti ve beni kendine doğru çekti. "Biraz daha böyle davranırsan hiçbir öfkem kalmaz ve sana, her şeyi anlatırım. Yalnız anlattığımda ağlamayacaksın ama anlaştık mı?" diye sorduğu zaman iyice aklım karıştı. Bu adam bana neyi anlatacaktı da ben, birde ağlayacaktım. Eğer 45 günümüzü bir hiç uğruna tüketmişsem, bunda parmağı olan herkesi yakıp yok edecek öfkeye kapılmıştım.

Tam konuşacağım esnada kadınlardan biri "Eee Demir bizi özlemedin mi? Biz seni çok özledik." deyince zaten atmaya meraklı olan şartellerimin bir anda attığına şahit oldum.

"Siz kimsiniz de sizi özleyecek! Şimdi defolup gidin, konuşmanın arasına girip durmayın."

Kadınlar bozulmuş şekilde arkalarını dönerken, o keyifle kahkaha atıyordu ve üzerinden büyük bir yük kalkmışa benziyordu.

"Bu kadarını asla senden beklemiyordum Haniftam."

"Anlat şunu artık! Ne demek ağlamayacaksın?"

Ben öfkelendikçe onun bundan zevk aldığı gözle görülür şekilde kendini belli ediyordu ve bu daha fazla gülümsemesine neden oluyordu.

"Beter ol Beyza! Sana anlatmak istediğim zamanlar dinleseydin."

"Erdem anlat şunu!"

Yanımıza başka insanlar doluşurken o kulağıma doğru eğilip "Sen hâlâ benim ismimi söylemiyorsun ama ben, anlatacağım öyle mi? Daha çok beklersin." dedi.

Kafasını kaldırdığında bu seferde aralarında bir kaç kadının olduğu adamlar, etrafımızı sarmıştı. Adamlardan biri onun için önemli olacak ki elimi bıraktı ve tokalaşırken diğer elleriyle de birbirlerinin omuzlarını sıktılar. O şekilde biraz muhabbet ettikleri sırada adamın bakışlarının bana kaydığını gördüğüm için gözlerimi başka tarafa çevirdim. Gözlerimi tekrar o tarafa çevirdiğimde Demir, adamla tokalaşır vaziyette duruyor olsa da kafası diğer tarafa dönük birisiyle konuşuyordu ve ben görüş alanında değildim. Adamın iyice ben tarafa döndüğünü görünce bir adım geriye doğru gittim ve Demir'in arkasına doğru geçtim. Dengesiz adam, normal bir şekilde de bakmıyor, insanı rahatsız ediyordu.

Allah'ım benim bu iğrenç ortamın içinde ne işim var?

Demir hafif kafasını arkaya çevirip, bana baktığında ona doğru baktım. Adam gözüyle Demir'e, beni işaret ediyordu.

"Bu kız kim, ilk defa görüyorum. O buradaki herkesten çok farklı, her yeri kapalı olduğu halde çok dikkat çekiyor. Bakışlarıma bile karşılık vermiyor."

İyi işte bakışlarına karşılık vermediğimi anladığın halde, ne diye uzatıp bakıyorsun acaba? Gerçi bu ortamda bana uygun değildi. O kadar kalabalıktı ki her yerden insan çıkıyor, bazıları dans ederken bile birbirleriyle çok yakın hareketler sergiliyordu.

Demir arkasını dönüp, beni kendine doğru çekerken gerilmiş çenesi öfkesini selamlıyordu.

"O benim karım!"

Adam şaşırarak "Neden Türkiye'den bir türlü gelmek bilmediğini şimdi anlıyorum." dedi ama bakışlarını üzerimden çekmeyi unutmuş gibiydi. Elini uzatırken "İsminizi öğrenebilir miyim?" diye sordu.

Elimi arkaya doğru götürdüğüm halde adam, elini ısrarla uzatmaya devam ederken Demir, araya girdi.

"Yeter! Bakışlarını karımın üzerinden çek ve elini de indir. O erkeklerle tokalaşmıyor."

"Her şeyi ile sana mı özel?" diye sorduğu sırada Çınar, adamı kolundan tutup kulağına bir şeyler söyledi. İkisi yanımızdan ayrılırken, bu seferde etrafımız erkekler tarafından sarıldı.

"Şimdi senin partine de sana da başlayacağım. Ben bahçeye çıkıyorum. Biran önce burayı dağıt ve konuşalım. Şu an sana, nasıl davranacağımı bile şaşırdım."

Eliyle bakış açısında olan havuzu gösterip "Oradan uzaklaşma, böylece benim görüş alanımda olursun." dedi.

Demir'in gösterdiği yere doğru giderken başımın çatladığını hissettim. Bu insanların, bu ortama nasıl dayandığını aklım almıyordu. Hem insanlar sıkış tepiş hem de felaket bir müzik sesi vardı. Koltuğa oturmuş öylece Demir'in ne anlatacağını düşünüyordum. Düşündükçe geriliyor, tekrar tekrar yaşadıklarımı hatırlıyordum. Elimi sıkışan göğsüme götürdüğümde önümde duran bir çift kadın ayakkabısı görünce başımı kaldırdım. Ece karşımdaydı ve ben, onu gördükten sonra öfkeme tutunmuştum.

Sinirle ayağa kalkıp, hiçbir şey demeden yanından geçerken "Beyza dur, lütfen! Sana anlatmama izin ver. Suçluluk duygusu yakamı bırakmıyor." dedi. Onun o iğrenç sesinden çıkan hiçbir cümleyi dinlemeyecek, buradan yok olup gidecektim. Adımlarıma devam ederken Demir'in kalabalıktan bize doğru geldiğini gördüm. İzlediğim video gözümün önüne tekrar geldiği zaman bir Demir'e, bir Ece'ye baktım. Yaşadığım hiçbir şeyi kabul edemeyen bedenime yine aynı iğrenme hissi girmişti ve bu midemde hissettiğim ani ağrıyla ikiye katlanmama neden olmuştu. Sanırım daha demin biraz da olsa umuda kapılan bedenimden tüm umut, yine sökülüp alınmıştı ve bizim için her hangi bir çıkış kapısının olmadığını bir kez daha iliklerime kadar hissetmiştim. Her şey ortadayken aptal kalbimi de içinde hâlâ varlığını sürdürmeyi devam eden onu da istemiyordum. Bu süreçte kendi duygularımla savaşmak, onunla savaşmaktan çok daha ağırdı. İçime kaçan hıçkırığım, beni nefessiz bırakan duygularım birleştiğinde yine aynı hüzün tarafından vücudum karanlığa çekiliyordu ve kapanan gözlerimde son gördüğüm şey havuzun suyuna teslim oluşum oluyordu.

⏳⌛

"Hadi artık çok korkuyorum."

Gözlerimi araladığımda yatakta ıslak üstlerle yatıyordum ve onun da ıslak üstlerle başımda beklediğini görüyordum.

Ayıldığımı görünce başını alnıma dayayıp "Çok korktum..." dedi. Ardından kendini arkaya doğru çekerek gözlerimin içine baktı. Gözlerimi üzerinde gezdirdiğimde gerçekten perişan bir şekilde çok korkmuş olduğuna şahit oluyordum. Üzerinde dolaşmaya devam eden gözlerim gömleğinin sonuna kadar açtığı düğmelerin yanındaki yara izine takılınca, yataktan doğruldum ve şaşkın bir şekilde elimi gömleğine götürüp kenara çektim.

"Demir, sana ne oldu?"

.

.

.
 

Hadi bakalım artık tüm gerçekler ortaya çıksın ve Demir'in göğsündeki yara izinin nedenini gelecek bölüm hep beraber öğrenelim.

Peki sizce bu yara tam olarak ne zaman ve nasıl oluştu?

Bu arada bölüm hakkında söylemek istedikleriniz var mı?

Peki soru işaretleriniz?

Bölümü siz okurlara emanet ettiğimi ve içinde fazla uykusuzluk barındıran bir yazar olduğunu unutmadan bölümden ayrılmanızı istiyorum. Belki böyle yaptığınız zaman benden bölüm istemeye yüzü olan okurlar arasına eklenirsiniz. Diğer türlüsünün benim için yüzsüzlük olduğunu belirtmek isterim ve bunu yapan çok sayıda okur olduğunu içtenlikle söyleyebilirim.

O halde gelecek bölümde görüşmek üzere diyorum ve siz okur can'ları Allah'a emanet ediyorum.

Loading...
0%