Yeni Üyelik
49.
Bölüm

48🍓 "KARIŞIK DUYGULAR"

@hanifta_hanim

 

Bölümü yarın atacaktım ama yine birileri vicdanıma oynadı. (Artık kimse o bilemiiciiimmm)

O yüzden bölümü siz okurlara emanet ediyorum.

Keyifli okumalar...

Yüzümdeki tebessüm solarken, Demir'e karşı duygularım hissizleşmeye başlıyordu ve tüm vücudum gururum tarafından esir alınıyordu.

Demir çatılan kaşları ile Sophia'ya bakıp tam konuşacağı sırada sert sesimle araya girdim.

"Tatlı yemekten vazgeçtim Kader."

"Beyza geleceğini bilmiyordum."

Demir'in açıklamasını duymamazlıktan geldiğim sırada Esra teyze yanıma gelip "Kızım misafirlerin kapıda seni bekliyor." dedi.

Şu an bulunduğum sıkıntılı ruh halinden beni kurtardığı için içimden şükrederken masadan kalktım. "Kim gelmiş Esra teyze?" Sorduğum sorudan sonra Kader'le beraber Tuğba, Mihrimah ve Cenk'in masaya yaklaştığını gördüm. Neden geldiklerini anlamadığım için şaşırmış peşine de bu şaşkınlık aynı şekilde sesime yansımıştı.

"Nereden çıktınız siz?"

Mihrimah tebessüm ederek bir adım daha yaklaşırken mimikleriyle ikisini gösterip konuşmaya başladı.

"Baktım bunların ikisi tatlıyı yemeyip, uzun uzun bakıyorlar, ne olduğunu bilmediğim için sordum. Cenk, bu tatlı benim boğazımdan geçmez, hele cheesecake hiç geçmez dediğinde Tuğba da Beyza olmadan benimde boğazımdan profiterol geçmez, kalk biran önce yanına gidelim dediler ve beni de yanlarında sürüklediler."

Mihrimah'ın cümlesinden sonra bakışlarım Tuğba ve Cenk'in üzerinde kısa süre dolaşınca arkamdan konuştuklarını daha iyi anlıyordum. Kaşlarımı kaldırıp son bir kez Tuğba'ya doğru baktığım an yüzündeki sevimli ama aynı zamanda suçlu ifadeyi görmek kahkaha atmama ardından da konuşmama neden oluyordu.

"Seni kandırmışlar Mihrimah. Boğazlarından geçmediğinden değil, boğazlarında kalmasından korktukları için gelmişlerdir. Çenenizi tutamayıp, biriniz arkamdan konuştu, birinizde güldü değil mi?"

"Konu sen ve Tuğba'nın arasında yaşananlar olunca benim gülmemem imkansız zaten Beyza. Atölyeden içeriye girmeden önce sadece Tuğba'yı çıldırttığını sanmıştım ama baktım ki öğrenciler dahil herkesi çıldırtmışsın. Onları dinledikçe kahkaha atmaya başladım ama bu seferde bana söylediklerin aklıma geldi sonra korkudan tatlıdan yiyemedim. Gerçi senin canının çektiğini bildiğim için zaten istesemde keyif alarak yiyemeyecektim."

Cenk'in sözlerinden sonra Demir'in nefes alıp verme sesi kulağımın içinde yankılanırken, Tuğba konuşmaya başladı.

"Cenk doğru söylüyor, benim de sensiz boğazımdan geçmedi. Hele ki son günlerde se-" Tuğba cümlesini yarıda kesip derin bir nefes aldı. Büyük bir ihtimalle son günlerde yaşadığım süreçten dolayı değişen depresif Beyza'ya konuyu getirecekti ama sustu ve cümlesini neşeli bir sesle devam ettirdi. "Tatlıyı ne kadar çok sevdiğini iyi biliyorum tatlı canavarı, o yüzden sana da getirmek istedim."

Tuğba'nın cümlesinden sonra içim ona doğru akarken, ona sarılmak için adım atmak istedim fakat Demir'in, ani bir şekilde masadan kalkıp, Cenk'in önünde durduğunu görünce yerimde durdum. O aşırı derecede gergin görünüyordu ve bu gerginlik vücudundan bile bariz bir şekilde belli oluyordu. O da bu durumu anlamış olacak ki sanki bu gerginliğe son vermek istiyormuş gibi yumruk halindeki ellerini, omuzlarını, boynunu hareket ettirerek gevşetmek için çabaladı ardından başarılı olmuş şekilde elini Cenk'e doğru uzattı.

"Bugün sizi karımın etrafında üçüncü görüşüm. Birkaç günlük tanışma için bu kadar görüşme fazla değil mi?"

Demir'in net ve sert sesi Cenk'e durması gerektiği yeri bildiren tarzda çıkıyordu ama Cenk bunu hiç üzerine alınmışa benzemiyor, aksine gülerek elini sıkarken kurduğu cümle ile bunu daha çok belli ediyordu.

"Kime göre fazla?"

Cidden bu adamın sınır zorlayan bir yanı vardı ve sürekli bu yanıyla karşılaştıkça acaba ben mi bir şeyleri yanlış yapıyorum da bundan yüz bularak bu tavrını sürdürmeye devam ediyor diye düşünmeden duramıyordum ama her defasında onun karakterinin bu olduğunu, hatta bana karşı hareketlerine çeki düzen vermiş olduğuyla yüzleşiyordum.

Cenk'in cümlesinden sonra Tuğba'ya kaş göz işareti yaptım. Tuğba, Cenk'in koluna girip, "Hadi Cenk, pastaları verdiğimize göre dönelim, öğrenciler bizi bekliyor." dedi.

Kolundan çekiştirip, çıkış kapısına doğru gittiklerinde kızları yolcu etmek için adım attım fakat Demir elimden tutarak beni kendine doğru çevirdi.

"Karıcığım ben, sana daha sarılamamıştım değil mi?"

Cümlesini daha bitirmeden beni sıcaklığına hapsetti. Özlemiştim; sıcaklığını da onun teniyle özdeşleşmiş bu kokuyu da çok özlemiştim. Kalbim sahibinin egemenliği altına çoktan girmiş olsa bile vücudum şu an bana sarılmasına direniyordu; çünkü bu sarılmanın asıl nedenini biliyordum.

"Kızları yolcu etmem gerekiyor Demir, artık bırakır mısın?"

Kollarının arasından ayırırken, "Tamam, beraber yolcu edelim." dedi ve elimden tutup, kapıya doğru ilerledik.

Ellerimi saran koca elleri, her zaman olduğu gibi çok sıcaktı ve parmakları sıkı sıkıya kapalıydı. Farkına varmıyordu ama şu an elimi fazlaca sıkıyordu. Birlikte onları yolcu ettikten sonra "Demir, artık elimi bırakır mısın?" diye sordum.

"Böyle davranmaya devam edersen, annemlerin anlamaları an meselesi olacak Beyza. 11 gün sonunda bir araya gelip, seni kollarımdan ayırmayacağımı çok iyi biliyorlar."

İşte sarılmasındaki asıl nedenin özlem olmadığını açıkça söylemekten de geri kalmıyordu. Sırf ailesi aramızdaki sorunu anlamasın diye buna müsaade edecek değildim. Parmaklarımda hissettiğim ağrı düşüncelerimi bölerken bu sözlerime de yansıyordu.

"Demir çok sıkıyorsun. Lütfen bırak artık, canım yanıyor."

Sözlerimden sonra ellerine baktığında elimi sıkıca kavradığını fark etti ve hemen parmaklarını açıp elimi kontrol etti. Üzerinde bıraktığı kırmızı izleri gördüğünde elimin üzerindeki kırmızılıkları özenle öptü.

"Neden acıdığında hemen söylemiyorsun Beyza?.. O kadar narinsin ki biraz dikkatsiz bir şekilde içimden geldiği gibi dokunsam, bu dikkatsiz dokunuşların karşılığı teninin kızarması oluyor."

Baş parmağını şefkatle kızaran yerlerin üzerinde gezdirirken hem konuşmaya devam ediyor, hem de onu özleyen yanımı besliyordu ama bu özlemle beraber daha önce tatmadığım bir duygu daha besleniyordu.

Elimi, hızla elinden çektiğim zaman çatılan kaşlarımla ona baktım. Tam ağzımı açıp, Sophia konusunda ona söylenmeye başlayacakken cümleleri bir bir yuttum ama her yuttuğum cümle içime daha fazla oturmuş görünüyordu. Bana neden hanım diye hitap ederek beni el yaptığını da Sophia'yı yerime neden oturttuğunu da bir türlü anlamıyordum. Peki bunları yapmakla ne demeye çalışıyordu? 11 gün benden gittin ve gelmekte bilmedin yerin bir başkası tarafından kolaylıkla doldurulur mu demeye çalışıyordu?

Derin bir nefes alarak kısa süreli gözlerimi kapattığımda tüm düşüncelerden sıyrılıp sakinleşmek istiyordum ama başarılı olamıyordum. Tekrar konuşmak için ağzımı araladım lakin doğru zaman kesinlikle değildi; çünkü konuşurken kendimi frenleyemeden konuşacaktım ve bu soruları sorarken onun düşüncelerini öğrenmekten ziyade kendi düşüncelerimle onu nasıl da kolaylıkla etiketlediğimi ona göstermiş olacaktım. İstemedim, tekrar sözlerimle onu uzağıma itmek, onu hayal kırıklığına uğratmak istemedim ve sakinleştirmeyi başaramadığım düşüncelerim ile ona arkamı dönüp yanından uzaklaştım.

Masaya oturduğumda yemek tabağını kenara itip, getirdikleri üç tatlıyı da önüme çektim. Bu tatlılar beni düşüncelerden kurtarabilirdi; evet evet kesinlikle kurtarabilirdi.

"Kızım, önce yemek yeseydin."

"Şu an bana, iyi gelebilecek tek şey bunlar anne."

Demir'in utanmadan Sophia'nın yanına oturduğunu gördüğüm zaman hınçla pastadan bir lokma aldım ama laf sokmadan duracakta değildim.

"Beni çok seven insanlar tarafından alındığını bilmek, bu pastaları daha da lezzetli kılıyor."

Söylediğim cümleden sonra Yağız yandan yandan bana "Wuhuuu" diyerek gaz verdiği sırada Kader tabakları topluyordu.

"Karıma hemen çay getir Kader."

Demir'in cümlesiyle bakışlarım yüzünde gezinmeye başlarken o cümlesine iç çekerek devam ediyordu.

"Çay içmeden keyif alarak tatlısını yiyemez."

Yağız, ağabeyinin cümlesinin peşine sessiz bir şekilde "Hemen yelkenleri indirme, yoksa benim harçlık meselesini unuttun mu?" diye sordu. Duyduğum sorudan sonra yüzümü elimle kapatıp, Demir'in görüş açısından çıktım ve Yağız'a gülümseyerek "Ne harçlıkmış arkadaş, senin yüzünden öfkemi koruyamıyorum Yağız. Kaç para arttırmasını istiyorsan söyle, ben vereceğim." dedim.

"Mesele beni geri çevirip, hakimiyetin onda olduğunu göstermesi yenge. Bu arada o adam kimdi? Mihrimah' ta yanındaydı yani gözümden kaçmadı."

Pastadan bir çatal daha alırken "Cenk, ders verdiğim atölyede hem öğretmen hem de oranın sahibi. Ders vermem için beni de Mihrimah tanıştırdı." dedim ve ardından yüzümü meraklı bir ifadeye getirip "Ne o, kıskandın mı?" diye sordum.

Dirseğini masaya koyup, eline aldığı çatalla önümdeki pastadan aldı. Onun yüzünü getirdiği ifadeyi tam olarak çözemiyordum ama kullandığı ses tonuyla, kurduğu cümle birleştiği zaman onunda kararsız olduğunu anlıyordum.

"Emin değilim. Kıskanmış olabilirim de olmayabilirim de şu an karar aşamasındayım."

Aramızdaki muhabbeti Sophia'nın İngilizce olarak sorduğu "Siz ikiniz evli misiniz?" sorusu böldüğü zaman Yağız'la ikimizin gözleri kocaman açıldı.

"Adi herif, kıza seninle evli olduğunu söylememiş yenge. Bunun ne demek olduğunu biliyorsun değil mi? Bu bildiğin savaş ilanı!"

Yağız'ın cümlesinden sonra sesim daha da hüzünlü bir hale dönerken "Yağız sanırım kalbimden çıt diye bir ses çıktı. Ben cevap vermeden odama gidip, uyuyacağım." dedim. Yağız kafasını tamam anlamında salladığında Demir'e bakmadan "Benim için yorucu bir gündü, namazımı kılıp yatacağım." deyip Deren anne ve babaanneyi öptüm. O esnada babaanne "Kızım kocanı da al git. O da hem yorulmuştur hem de seni özlemiştir. Hadi beraber gidip dinlenin." dedi.

"Onun önemli misafiri var babaanne, onunla ilgilensin. "

Merdivenlerden yıkık bir şekilde çıkarken, Sophia'nın sorusu aklıma geldi. Demir'in bana sarıldığını ve sonra elimi tuttuğunu görmemiş miydi de böylesi saçma soruyu sormuştu. Düşünceler içinde dolanırken, kendimi namaz odasına nasıl attığımı bilemedim. Namaza niyet edeceğim sırada Demir'in içeriye girdiğini, hiçbir şey demeden önüme geçip namazına niyet ettiğini gördüm. Peşine bende beklemeden, namaza niyet ettim.

Hayallerimin başrol kahramanı kocam, önümde namaz kılıyordu ama biz birbirimizden uzaklaşıyorduk. Bu öyle bir uzaklaşmaydı ki yanındaki çalışan evli olduğumuzu bile bilmiyordu. Selam verip duamı ettikten sonra kalkıp kitaplıktan okumak için Kur'an-ı Kerim'i aldım. Okumaya başlayacağım sırada Demir "Beyza uzun süredir tek başıma okuyorum. Ben okusam, sen kontrol etsen olur mu?" diye sordu.

Sessiz bir şekilde "Olur." dediğim zaman yanıma oturup, açtığım sayfadan okumaya başladı. Harf hataları yoktu ama birkaç tane tecvit hatası vardı. Sayfayı bitirdikten sonra yaptığı hataları gösterdiğimde "İdgâm-i meal gunne, bila gunne ve ihfâlarında hataların var. Amerika'ya gitmeden önce bunların mutlaka üstünden geçelim. Alışkanlık halini alırsa, düzeltmekte zorlanırsın." dedim. Kur'an-ı Kerim'i kapatıp, kaldırmak için göğsüme yaslarken, Demir'in çok yakın bir şekilde oturduğunun farkına vardım. Kafamı çevirmeden ayağa kalkıp, Kur'an-ı Kerim'i yerine koydum. Kapıya yöneldiğim sırada sessizce "Allah rahatlık versin." dedim ve odama gittim.

⏳⌛

Alarm sesiyle gözümü açtığımda içimde anlam veremediğim bir huzur, dudağımın kenarında ise tuhaf bir sıcaklık vardı. Elim istemsizce dudağımın kenarına doğru gittiği zaman içimdeki huzur, Demir'e karşı özlem duygusuna dönüşmüştü ve her özlediğimde yaptığım gibi tekrar onun yastığına sarılma içgüdüsüyle harekete geçtim ama bu sefer yastığı kollarımın arasında değildi. Gözlerimi yatakta gezdirdiğim zaman yastığının yerli yerinde olduğunu gördüm. Sol elimle yastığını kollarımın arasına doğru çekerken "Sen niye buradasın bakiiim?" diye sordum. Canım yastık cevap vermiyordu ama mis gibi de kocam kokuyordu. Yastıktaki kokuyu biraz daha içime çektiğim sırada ancak aklım başıma gelmiş olmalı ki dirseğimden güç alıp yatakta doğruldum ve etrafa bakındım lakin ne kadar bakınıyor olsam da Demir'i göremedim. Eee o zaman bu adamın kokusunun yastığımda ne işi vardı?

Düşüncelerim tekrar çalan alarm sesi ile susturulurken kapatmak için elim alarma gitti. Saati görmemle yine çokça kez alarmı ertelediğimi fark ettim ve böylece hızla abdestimi alıp kendimi namaz odasına attım. Şükür vakit çıkmadan namazımı kılmayı başarmıştım. Seccadeden kalkmadan önce sürekli tekrar haline dönen duamı yaptıktan sonra içim daha rahat bir şekilde namaz odasından çıktım. Tam yatak odama doğru ilerliyordum ki yan tarafta bulunan odanın kapısı açıldı ve içerden Demir çıktı.

"Günaydın Beyza."

Bakışlarımı yüzünde dolaştırdığım sırada canımı en çok hangi hitabının yaktığına karar vermeye çalışıyordum. Sanırım Beyza Hanım demesi kadar, kuru kuru ismimle seslenmesi de canımı yakmaya yetiyordu.

"Günaydın."

"Odadan takım elbise almam gerekiyor, müsaitsen alabilir miyim?"

Sorduğu soruya başımı olumlu anlamda sallayıp beraber yatak odasından içeriye doğru ilerledik. O giyinme odasına girerken ben de yatağımı toplamaya başladım. Son olarak yastıkları düzelttiğim sırada eskiden Demir'e ait olmuş olsa da son zamanlarda o diye sarılarak uyuduğum yastığını elime aldım ve ardından emin olmak için tekrar kokladım. Yastık kesinlikle Demir kokuyordu.

"Neye bakıyorsun Beyza?"

Yastıktaki burnumu çekip bakışlarımı sesin geldiği yöne doğru çevirdim. Gömleğinin düğmelerini ilikleyerek yanıma geldiğini görünce bakışlarımı sorgulayan tarza üzerinde gezdirdim.

"Dün gece yanıma geldin mi Demir?"

"Gelmeli miydim?"

Sorumu cevaplamak yerine soru sormakla kalmamış, aramızdaki mesafeyi de kısa sürede kapatmıştı.

"Geldiğini düşünüyorum."

Söylediğim cümleden sonra bakışlarını yüzümde gezdirip "Bunu sana düşündüren ne?" diye sordu. Sanırım bugün onun soru sorma düğmesine basılmış gibiydi; çünkü sorularımı cevaplamak yerine sürekli soru sormaya devam etmesinin başka bir açıklaması olamazdı.

Elimdeki yastığı ona doğru uzatıp "Bu yastığa kokun sinmiş." diye karşılık verdiğimde eğilerek yastığı kokladı. Çok geçmeden yastıktaki burnunu geriye doğru çekti. Vücudunu eski konumuna döndürürken aynı zamanda elimdeki yastığı yatağın üzerine bırakıp, üzerimdeki kimononun kuşağından tutarak beni vücuduna doğru çekiyordu.

"Kokumu yastıkta aramana gerek yok Beyza; çünkü yastığa sinen herhangi bir koku yok."

Göğsüne değen burnum çekildiği tuzağın farkındaydı ve ben, o tuzağa öylece düşmeye niyetli değildim. Kalp atışlarım işimi zorlaştırıyor olsa da "Ne münasebet! Kokunu yastıkta aramıyorum sadece yastıkta senin kokun olduğunu söylüyorum." dedim. Evet her zaman olduğu gibi dilim bana ihanet etmeden işimi kolaylaştırmama yardımcı oluyordu ama cümlemi kurarken aptal burnum kokusunu solumaya devam ediyor, bu da yetmiyormuş gibi hâlâ göğsüne değmeyi sürdürüyordu. Farkına vardığım gerçekle kendimi geriye doğru çekmeyi başardım ama Demir'in kuşağımda bulunan eli çok uzaklaşmamı engelliyordu.

"Ben de olmadığını söylüyorum Beyza."

Kuşağımdaki elinin üzerine elimi koydum. Sıcak elleriyle buluşan ellerim, tuttuğu yerden onu uzaklaştırırken "Demek ki bana öyle gelmiş Demir." dedim ama bunu söylediğim zaman boğazım düğüm düğüm olmuştu.

Ne yani onu özlediğim için burnum olmayan kokusunu mu soluyor olmuştu?

Bakışlarımı gözlerinden çekip yere doğru eğerek "İşin bittiyse lütfen artık çıkar mısın? Benim de hazırlanmam gerekiyor." dedim. Bulunduğu yerde biraz daha durduktan sonra "Tamam, hemen ceketimi ve kravatımı alıp çıkıyorum." dedi, ardından da söylediklerini almak üzere yanımdan uzaklaştı. O odadan çıkana kadar bulunduğum yerde sabit kalarak bir daha ona bakmadım ama Amerika'dan geldikten sonraki süreci de düşünüp durdum. Sanırım ben, savrulduğum o tuhaf histen çıkmayı başarıpta Sophia konusunda ona soru sormayacaktım. Ne de olsa her şey ortadaydı ve yanında çalıştığı kişiye eşi olduğumla ilgili herhangi bir açıklama bile yapmamıştı.

Toplantıya gitmek için arabamın kapısını açarken arkamdan gelen sese döndüm.

"Beyza Hanım, bugünü hep birlikte geçireceğiz. O yüzden tek arabayla gidelim."

Acaba gidip kafalarını birbirine çarpsam sonra da yüzlerine çok değil, bir iki tane yumruk geçirsem nasıl olurdu? Çıldıran tarafımı bertaraf ederken "Arabanız iki kişilik Demir Bey." dedim.

"O zaman sizin arabanızla gidelim."

Arabama binip, alaylı bir şekilde tebessüm ederken "Şaka değil mi?" diye sordum.

"Hayır değil, bekleyin geliyoruz." dedi ve ardından Sophia'nın anlaması için konuşmayı İngilizce olarak devam ettirdi.

"Hadi Sophia, Beyza Hanım'ın arabasıyla gideceğiz."

Bana doğru yürümeye başladıkları zaman Sophia arabaya bakıp "Oo bu araba çok pahalı, kocanız sizi çok seviyor olmalı Beyza Hanım. Gözünü kırpmadan parasına kıydığına göre, onun gözünde çok değerlisiniz." dedi. Arabadaki bakışlarını kısa süreli Demir'e doğru çevirip gülümsedi ve ardından bana bakarak gülümsemesini devam ettirdi.

"Siz gerçekten çok şanslısınız Beyza Hanım."

"O şans kocadan değil, aileden geliyor Sophia Hanım. Koca yönünden şanslı olduğum düşünülemez, gerçi ortada konuşulacak koca olduğu da söylenemez!"

Yine duygu kontrolü yapamadığım son cümlemi söyleme tonumdan çok net belli oluyordu ama duygularımı da cümlelerimi de kontrol etmeyi defalarca kez başardığım gibi şimdi de başarabilirdim. Kapıyı kapattığım sırada Demir "Bizi beklesene Beyza, biz de geliyoruz." dedi.

Aaa nasıl olmuştu da bu sefer beyefendi Sophia'nın yanında ismimin yanına hanım hitabını koymayı unutmuştu.

"Siz gerçekten şaka mısınız? Size katlandığım yetmiyormuş gibi birde ikinizin şoförlüğünü yapacak değilim. Toplantı Korel Holdingin teras katında olacak."

Kapıyı kapattıktan sonra onlara bakmadan Korel holdinge doğru yol aldım. Ana yola çıktığımda dikiz aynasından Demir'in selektör yakıp, yol istediğini gördüm. Sanki önümdeki yol açıktı da beyefendi gaza basıp gidecekti.

Korel Holdingin asansörüne bindiğimde onların geldiğini gördüğüm gibi asansörün kapanma düğmesine bastım ama Demir hızlı adımlarıyla gelip, elini araya koyduğu için kapının kapanmasını engelledi.

"Sanırım biraz şansınızı zorluyorsunuz."

"Neden? Ne yaptım ki Demir Bey?"

Tebessüm ederek yumuşak bir sesle "Yaptıklarınızın farkında değilsiniz yani? " diye sordu.

"Amerika size hiç yaramamış Demir Bey, iftiracı bir insana dönüşmüşsünüz. Allah sizin gibilerin kuru iftirasından benim gibi masum kızı korusun."

Gelişi güzel şekilde salladığım cümleye Sophia gülümseyerek karşılık verdiğinde onun giderek artan gülümsemesini gördüm ve böylece bozulan sinirlerimle beraber ufak bir kahkaha attım.

"Buna da kendi dilinde her şeyi en az 3 kere anlattığım halde anlamıyorken, Türkçe konuşmamı anlıyormuş gibi gülüyor ya gerçekten sınandığımı düşünüyorum."

Asansörün kapısı açılıp, içeriye iki tane adam girdiği için Demir, önüme gelerek yüzümü onların görüş alanından çıkardı.

"Gülme artık."

Gülmemi zorla soldurmak için çaba verirken gözüm, Sophia'ya takıldı ve bu, tekrar sessiz bir şekilde gülmeme neden oldu.

"Beni sınama Beyza, sana gülme diyorum!"

Sophia kahkahasını bastırmak için dudaklarını birbirine mühürleyip, omuzları sallana sallana gülüyordu. Yüzü ise kendini sıkmaktan kıpkırmızı olmuştu. İşaret parmağımla Sophia'yı gösterirken "Bu sevimli ve komik hali beni yoldan çıkarıyor, sanırım dayanamayıp kahkaha atacağım." dedim ardından da ısırarak durdurmaya çalıştığım dudaklarım gevşedi ve kahkaha atmak üzere açıldı.

Demir bunu anlamış olmalı ki hemen eliyle ağzımı kapatıp, yalvarır bir sesle "Adamlar duyacak ve sana bakacaklar." dedi. Sonra da kafasını çevirip sesindeki yalvaran hali silerek sert bir hale getirdi.

"Artık gülme Sophia!"

Uzun süre sonra bu kadar yakın olmak tüm dengelerimi alt üst etmişti. Kafasını tekrar bana çevirdiğinde bakışlarımız birbiriyle buluştu ve kalbim hızla çarpmaya başladı. Gözlerindeki özlem kendini çok fazla belli ediyordu. Elim bağımsızlığını ilan etmişçesine göğsüne gidip, oraya yerleşti. Şu an elimin altında hissettiğim kalp atışını, hatırlamaya çok ihtiyacım vardı. Diğer elimi de kendi kalbimin üstüne koyup, gözlerimi yavaşça kapattım ve kalp atışlarımızın ritmini iliklerime kadar hissettim.

Bu acıyı ikimize neden çektirdiğime dair, hiçbir fikrim yoktu. Sonuçta zorla girdiğim evlilikten gidişime izin vererek beni kurtarmıştı. Şimdi ona gidip 'Ben geldim' desem artık bizi olumsuzluğa sürükleyecek konuda kapanmış olmayacak mıydı? Onun sıcaklığını, kokusunu, tenini özleyen ben, ne yapacağını şaşırmış durumdaydı.

Biraz daha yakınlaştığını hissettiğim zaman "Şöyle durmayı bırak, tüm irademi kırıyorsun." dedi. Cümlesini duyar duymaz gözlerimi açıp, bulunduğum ortama geri döndüm. Göğsünde kalan elimle onu iterken, diğer elimle de dudaklarımın üzerine kapattığı eli indirdim. Gözlerim Sophia ile buluşunca bizi izlediğini gördüm ve böylece Demir'in evli olduğumuzu bile söylemediği aklıma geldi.

"Özür dilerim, bir daha yapmam."

Asansör son kata geldiğinde Demir "Beyza..." diye fısıldadı, dudaklarından dökülen sadece ismim değildi. İsmimin yanına sığdırdığı onca cümle içime akıyorken, ben kıskançlığımın esiri olup, akan cümleleri duymamazlıktan geliyordum.

Asansörden çıkıp, bizi karşılayan kadınla birlikte toplantı odasına doğru ilerledik. İçeriye girdiğimizde 4 erkeğin bulunduğu masaya doğru yaklaştığımız sırada onlar da ayağa kalktı ve böylece tanışma evresi başlamış oldu.

Herkes sırayla tokalaşıp tanıştıktan sonra sıra bana geldiğinde başımla selam verip kendimi tanıtarak sandalyeme oturdum. Öylece bakmış olsalar da onların ısrarla indirmeden havada tuttukları ellerini, neden tutmadığımla ilgili açıklama yapmaktan yorulmuştum. Gerçi nezaket kurallarına dönüp bakacak olursak bu açıklamayı yapmam gerekmiyor, biraz da onların tanışma sırasında bir kadın elini uzatmıyorsa ona baş selamı vermeleri gerektiğini araştırıp öğrenmeleri gerekiyordu.

Demir ile Sophia üstlerindeki ince kabanlarını çıkarırken, trençkotumu çıkarmadan oturduğumu fark ettim. Ayağa kalkıp çıkarmaya başladığım sırada Demir'in uzun bakışlarına maruz kaldım ve bu bakışların arkasından "Çok dikkat çekiyorsun, sakın çıkarayım deme." dediğini duydum.

Çıkarmaya devam ederken "İçerisi çok sıcak ve dikkat çektiğimde yok." dedim.

Omuzlarımdan indirmek üzere olduğum trençkotumu tutup, gözlerimin içine baktı. Yavaş yavaş trençkotumu omuzlarıma doğru getirirken "Bugün, uslu bir kız olmanı istiyorum." dedi ve tekrar giydirdiği trençkotumun yakasını, uzun süre ellerini orada oyalayarak düzeltti.

"Başlayalım mı artık Demir?"

Sophia'nın sorusundan sonra yerlerimize otururken, dün masada da Demir diye hitap ettiği aklıma geldi. Oysa ilk geldiğinde Demir Bey diye hitap ediyordu. Bir pasta aldı diye bey hitabını kaldırmayacağına göre bunların aralarında ne oluyordu öyleyse? Sanırım yine içten içe kendimi doldurmaya başlamıştım.

Demir, Sophia'ya doğru tahammülsüz bir nefes vererek baktıktan sonra bana bakarak "Evet Beyza Hanım sizi bekliyoruz." dedi. Dengesiz adam, trençkotumu çıkarmamı engellerken hiç sizli bizli davranmıyordu ama şimdi yine hanımlı konuşmaya başlamıştı. Aslında toplantıda olduğumuz için bu hitabı doğruydu ama benim için asıl Sophia'ya nasıl hitap edeceği önemliydi.

"Neyi bekliyorsunuz Demir Bey?"

Dudakları hafif yukarıya kıvrılırken "Hazırladığımız belgeleri çıkarmanızı." dedi.

Çantamdan belgeleri çıkarıp, ayağa kalktığım sırada bir kişi daha masaya oturdu. Belgeleri elime alıp, herkesin önüne dağıtırken son gelen kişi "Bir hoş geldin demek yok mu?" diye sordu.

Tanıdık sese başımı kaldırıp baktığım zaman şaşırmış, aynı şaşkınlık sesime yansımıştı.

"Senin burada ne işin var Cenk?"

Kendini Tarık olarak tanıtan adam gülerek "Bizde Cenk, neden bu toplantıya katıldı diye merak ediyorduk. Nedenini bizzat yakından görmüş olduk. Yalnız katılmakta çok haklısın Cenk, tebrik ederim güzel bir seçim." dediğinde kaşlarım çatıldı. Her bir cümlesinde sığ bir düşünce barındıran adama cevap veremeden araya sert sesiyle Cenk girdi.

"Konuşmalarına dikkat et Tarık! Atölyeden arkadaşım olduğu için bu toplantıya katıldım."

Tarık Bey'in cevap vermesine fırsat vermeden bu seferde ben konuşmaya başlıyordum ve ses tonumdaki sert ifadenin ayna gibi yüzüme yansıdığını da çok iyi biliyordum.

"Tarık Bey, sığ düşünceleri içinde barındıran konuşmanız başlı başına yanlışken, bu yanlışlığın içine bir de benim evli olduğum gerçeğini katacak olursak, sözlerinizi seçerken çok daha dikkatli davranmanızı istiyorum!"

"Parmağınızda evli olduğunuzu belli eden, bir yüzük göremiyorum Beyza Hanım."

Yerime doğru geçerken "Görmenizde gerekmiyor!" deyip sandalyeye oturmamla Demir'in öfkeyle ayağa kalkması bir oldu.

"Toplantı bizim için bitmiştir!"

Sert ve bir o kadar da öfkeli olarak kurduğu cümleye cevap olarak Tarık "Haddimi aşan bir konuşma yaptığımı düşünmüyorum ve kafanıza estiği gibi toplantıdan kalkamazsınız. Bu yaptığınızın elbette sonuçları olur." dedi.

Demir duyduğu cümle sonrası alayla gülümsedi ve aynı alaylı ifadeyle onun gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladı ama ara ara sesindeki ifade öfkesiyle yer değiştiriyor gibi görünüyordu.

"Sözleşmeleri imzalamadık bile. Hadi imzaladık diyelim benim karıma, benim yanımda imada bulunacaksın ve ben, o sözleşmeyi paradan dolayı ret etmeyeceğim öyle mi? Hiç param olmasaydı bile, şirketin iflas bayrağını çeker, yine de bu sözleşmeyi imzalamazdım ama görüyorum ki sizin bir yıllık kazancınız, benim şirketlerimin birkaç günlük kazancı bile etmiyor." dedi.

Karısı olduğumu açık bir şekilde buradaki adamlara ifade ederken, peki onun karısı olduğumu Sophia neden bilmiyordu? Cenk'le tanıştığım gün, ben satır arasına evli olduğumu ve kocamı çok sevdiğimi sıkıştırmışken, o neden Sophia'ya bir şey söylememişti?

Bari şu konuşmayı İngilizce yapsaydın ya gıcık adam, söylediğin hiçbir şeyi Sophia duymadıktan sonra ben ne yapayım. Acaba konuşulanları merak ettiysen, sana tercüme etmemi ister misin, diye sorsam mı?

Sor kız Beyza, sonuçta ona da yazık baksana etrafına aval aval bakıyor. Hem etrafında ne konuşulduğunu bilmek onunda hakkı.

İç sesimle girdiğim derin muhabbetten elimin tutularak kaldırılmasıyla çıkmıştım. Şaşkın bir şekilde Demir'e bakarken "Sen, beni duymuyor musun?" diye sorduğu soruyla karşılaştım. Kafamı hayır anlamında salladığım zaman masanın üzerindeki çantamı alıp, hızlı adımlarla asansöre yürüdü.

Asansörün kapısı açıldığında Sophia'ya anahtarını verip "Sen arabaya geç bekle, ben birazdan geleceğim." dedi.

Tuttuğu elime yayılan sıcaklık sadece özlem duygusunu değil, bir de üzerine kıskançlık duygumu da besliyordu ve bu duygu, kendimle savaş vererek elimi elinden ayırmaya çalışmamla sonuçlanıyordu.

Holdingin merdivenlerinden hızlı bir şekilde inmeye devam ederken elimi kurtaramayacağımı anladığım için "Demir Bey bıraksanıza." dedim.

Arkasına dönüp, öyle sert baktı ki bakışı korkuyla yutkunmama neden oldu. Tabii ben ayarsız olduğum için korkudan susmak yerine, konuşmayı tercih ettim.

"Size diyorum Demir Bey!"

Elimi bir anda bıraktığı için hızımı alamayıp duvara yapışmamla, ağzımdan çıkan acılı inlemenin merdivenlerde yankılanması bir oldu.

"Size daha önce, öküz olduğunuzu söylemiş miydim?"

Yanıma gelip, beni yapıştığım duvardan geri çekerken "Hem bırak diyorsun, hem de bırakınca dengeni kuramıyorsun. Çok acıdı mı?" diye sordu.

Elimi acıyan göğsüme götürüp yavaş yavaş hareket ettirirdiğim zaman gerçekten canımın çok acıdığını daha iyi anladım.

"Doğru soru, iç organların patladı mı olacak. "

"O kadar sert mi çarptın, çabuk hastaneye gidiyoruz."

"Yok ya, sizinle hiçbir yere gelmiyorum."

Üzerime doğru adım atarken, gözlerinde gördüğüm duyguyu pek beğenmemiştim. Duvara yaslandığım sırada "Demek benimle hiçbir yere gelmiyorsun. Öyle mi?" diye sordu. Zor topladığım sesimle "Evet öyle." diye cevap verdiğim zaman ellerini, başımın iki yanına koydu ve öne doğru eğilip yüzlerimizi eşitledi. Şimdi durduk yere bu kadar yakın durarak neden kalbimin teklemesine sebep oluyordu ki?

"Senin derdin ne? Tam olarak söyler misin, ne olmasını istiyorsun?"

Gözlerime bakarken kurduğu cümlesi, dudaklarıma kaydığı zaman son bulunca kendi gözlerimi de onun dudaklarında yakaıyordum.

Hayır hayır, ben bu kadar iradesiz olamaz, sanki beni öpmesini özlemişim gibi bir izlenim çizemezdim.

Gözlerimi, tekrar gözlerine çıkarırken, "Doğru olanı bulmaya çalışıyorum Demir Bey." dedim.

"Neymiş senin için doğru olan?"

Sahi benim için doğru olan neydi? Onu Amerika'da arkamda bırakırken kendi ayaklarımla ona da bu evliliğe de döneceğimden, ona aşık olduğumdan emindim. Peki şimdi ne olmuştu da bir türlü ona dönemiyordum?

Kendime sorduğum soruyla yılgın bir nefes verdiğimde aslında bunun cevabını çok net bir şekilde biliyordum. Evli olduğumuzu yanındaki kızdan saklamasını da bana hanım diye hitap etmesini de yerime onu oturtmasını da bir türlü kendime yediremiyordum ve bundan dolayı nasıl bir adım atacağım konusunda kararsız kalıyordum.

Kendimden bezmiş bir sesle "Bende onu bulamıyorum ya." dedim.

"Sabrım da gücüm de kalmadı! Öfkeden her şeyi yakıp yıkmadan bırak senin için ben bulayım."

Ellerimi göğsüne koyup, onu arkaya doğru iterken "Öfkeden her şeyi yakıp yıkmadan öyle mi?" diye sordum.

"Evet öyle! Sabrımın sonundayım Beyza, direniyorum ama zorluyorsun... Beni o kadar çok kızdırıyorsun ki bırak artık şunu, kendi yoluna bak diyorum ama sonra yine sana yeni-"

Demir'in bırak artık şunu, kendi yoluna bak cümlesini duyduktan sonra içimde öyle büyük bir yanardağ patlamıştı ki gururum ve öfkem bir araya gelerek ikimizin sonunu hazırlayacak kelimelerin ağzımdan çıkmasına sebep oluyordu.

Cümlesini yarıda keserek "O zaman bırak Demir!" diye bağırdım.

Söylediklerimi sindirmek için gözlerini kapatıp, derin bir nefes aldı. Elleri yumruk halini alırken, bana bakmadan arkasını döndü.

"Bunu sen istedin, benden bu kadar!"

Arkasına bile bakmadan gidişini izlerken, bu gidişinin diğerlerinden çok farklı olduğunu iliklerime kadar hissettim ama kendi yoluna bakmak için adım atacak adamın arkasından dur gitme diyecek kadar da düşmemiştim!.

💙💙💙

"Bunu sen istedin, benden bu kadar! "

Gözlerinin içine son bir kez baktığımda bu sefer ondan gitmek için çok daha fazla kararlı ve yıkık adımlar atıyordum.

Onu ilk gördüğüm an, içime düşen duygu gün geçtikçe kalbimde ki yerini büyütmüş, bende eski olana dair hiçbir şey bırakmamıştı. Onun yüzü gülsün, ona çektirdiğim onca acıyı unutsun diye çabalarken ben, onun hayallerindeki adam olmak için dönüşmeyi hiç bu kadar sevmemiştim.

Sanırım Beyza, kalbimdeki yerini hiçbir zaman tam olarak bilememişti. Belki de ben, kalbimdeki bu yeri hak ettiği gibi ona göstermeyi becerememiştim ama ben, gerçek anlamda elimden gelen her şeyin en iyisini yapmak için çabalamıştım.

İçimde tam olarak ne zaman açıldığını bilmediğim büyük boşluklarla ben, yine ona iyi bir eş olmak için savaşırken, şimdi o boşluklarla savaşacak bir nedenimin kalmadığına bir kez daha şahit oluyordum.

Haniftası için ölümü korkusuz bir şekilde göze alan ben, bugün Haniftama ait olan kalbimle ondan yıkık adımlarla gidiyordum.

59 GÜN ÖNCE...

Mert'in kendi adına tuttuğu eve polislerle giderken, kendime aynı sözleri tekrar tekrar hatırlatıyordum.

Sakın öfkene kapılayım, yanlış bir şey yapayım deme Demir! Seni kaybetme korkusuyla Beyza'nın ne hale geldiğini gördün. O bir yıkımı daha kaldıramaz.

Arabalardan indiğimizde devasa bahçesi olan büyük bir eve gelmiştik. Polislere de bu işe karışmayacağımı tekrar söyledikten sonra onların içeriye girmelerini izledim. Bahçe kapısının orada tahammülsüz şekilde bekliyor, bu işin Beyza'ya zarar gelmeden bitmesi için dua ediyordum.

Bir kere daha telefonu elime alıp, karımın güzel sesini duymak için numarasını tuşladım fakat sesimden gergin olduğumu anlar diye arama daha çalmadan sonlandırdım. Polislerin "O tarafta çabuk!" dediğini duyduğumda silahı belimden çıkardım ve bahçenin kapısından içeri girdim.

Hayır Demir, hayır! Sok şunu yerine!

Silahı tekrar yerine koyup, öfkeli adımlarla bir sağa bir sola gidiyor, içimdeki durmayan tarafı susturmaya çalışıyorum. Yanımda kalan son adamı da polislerin gittiği yöne göndererek, ne olduğunu öğrenmesini istedim. Ne kadar itiraz etse de "ÇABUK!" diye bağırınca yanımdan koşarak uzaklaşmıştı.

Uzun süredir öfkeden yumruk halinde sıktığım parmaklarımı gevşettiğim zaman bir ses duydum. Bulunduğum yerden bir iki adım atıp, sese kulak verdiğimde Ece'nin konuştuğunu duydum.

"Beyza, üzgünüm ama ona hayır demek imkansız."

Beyza sözünü duyduktan sonra tüm düşünme yetimi kaybetmiş, hızlı adımlarla sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladım.

Bir kurşun sesiyle beraber, göğsümün sağında hissettiğim acıyla yere düştüğümde, sadece aklımda Beyza vardı. Sadece o ve onun hapsolduğum kahveleri... Bir de onun aşkı uğruna kendimden bile vazgeçebileceğim, ölünesi gülüşü...

Canımı şu an sağ tarafımdan yediğim kurşun yarası acıtmazken, bir daha onun güzel yüzünü ve güzel gülüşünü göremeyecek olmanın acısı yakıyordu.

Yanıma gelen ses, gülümseyerek konuşmaya başladığında yüzünü daha net görebiliyordum.

"Demir... Demir... Demir mi? Pardon, düzeltiyorum. Ah zavallı Demircik... Seni hallettiğimize göre şimdi sıra karını, senden nefret ettirmekte."

Nefes alış verişlerim bıçak gibi saplanıyor olsa da zor aldığım nefesle ona meydan okudum.

"İşte o biraz sıkar, ŞEREFSİZ! Karımla birbirimizi çok seviyoruz!"

Yüzündeki gülümseme büyüdükten sonra yanıma çöküp kahkaha attı ve geriye doğru kaldırdığı kafasını, tekrar aşağı indirerek gözlerimin içine baktı.

"Zor mu? Hiç zor değil. Onu aldattığını düşünmesi, senden nefret etmesi için yeterli olacak. Hatta sadece senden nefret etmeyecek, ayrıca seni seçtiği için kendinden de nefret edecek ama sen bunları göremeyeceksin!"

Beyza buna inanmazdı değil mi? Hayır hayır benim Beyza'm, benim karım, benim Haniftam buna ölse dahi inanmazdı. Ona, ne kadar çok aşık olduğumu çok iyi biliyor, onun vesilesiyle dönüştüğüm Demir'e bizzat kendi yakından şahit oluyordu. Kendimden emin sesimle canım yansa da yüksek tondan, son gücümü de harcayarak konuştum.

"Ona aşık olduğumu, gözümün ondan başka kimseyi görmediğini, karım çok iyi biliyor. İstediğini yap, karımı benden nefret ettiremeyeceksin! O, bunlara asla inanmayacak!"

İçinde alay bulunduran tek taraflı gülümsemesiyle ayağa kalkıp "Bunu sadece ben göreceğim." deyip tekrar ateş ettiğinde hissettiğim acı en üst seviyeye çıktı ve bilincim "Haniftam, ya ona inanırsa" diye korkuyla kapandı.

51 GÜN ÖNCE...

Hastane odasında gözümü açtığımda başımda Selin ve Akın vardı. Mert'in son sözleri hâlâ kulaklarımda çınlarken, zor çıkardığım sesimle konuşmaya çalıştım.

"Beyza nerede?"

Selin başucuma gelip, akıttığı gözyaşlarını silerken "Demir... Sonunda gözlerini açtın." diye fısıldadı.

"Haniftam nerede diye soruyorum Selin! Onu görmem gerekiyor."

Sadece ona ihtiyacım vardı. Ona ve onun Mert'in söylediklerine inanmadığını bilmeye...

"Beyza'ya ulaşamadık Demir. Üzgünüm... Durumunu da sen istemezsin diye başka kimseye söylemedik."

"Kaç gündür bu durumdayım?"

Yataktan kalkarken sağ tarafımdaki ağrı canımı yaksa da ondan daha çok canımı yakan düşünceler, tüm duygularımı sarmıştı.

Akın beni engellemeye çalışarak "Ölümden döndün oğlum, ölümden! Hemen yatıyorsun, hiç bir yere gidemezsin." diye bağırdı.

"Anlamıyorsunuz, benim Beyza'nın yanında olmam gerekiyor. Eğer Mert'e inanırsa çok üzülür, çok ağlar ve bunun acısını yine dönüp dolaşıp kendinden çıkarır."

Daha kararlı adımlarla kalktığımda vücuduma takılı olan her şeyi söküp attım.

"Kaç gündür buradayım?"

"8 gün... "

Selin'in ağlayarak söylediği sözden sonra daha çok korkmuş, buradan hemen ayrılıp, karımın yanında olmam gerektiğini daha iyi anlamıştım.

Doktorlar, arkadaşlarım, herkes karşı çıksa da hastaneden ayrılıp Selin, Akın, Çınar, Kağan'la beraber İzmir'e dönmüştük.

Kapıyı çaldığımda Esra kapıyı açıp "Hoş geldiniz efendim." diyerek beni karşıladı.

"Beyza nerede?"

"Efendim, evde kimse yok. Beyza..."

Bir şey demek istiyordu ama hem çekiniyor, hem de korkuyor gibiydi. Kaşlarımı kaldırıp, ne olduğunu sorduğum zaman sessizce çekmeceden anahtarı çıkarıp verdi.

"Efendim, Beyza yetenekli bir grupla eğitim vermeye yurt dışına gitti ve gitmeden önce de sizin odanızın anahtarını bana verip 'Bunu döndüğünde ona ver' dedi."

Elindeki anahtarı sertçe alıp, odaya doğru hızlı adımlar atmak için çaba verdiğimde kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Merdivenlerden çıkıp kapıya anahtarı yerleştirdim. Elimi kapının koluna koyduğum sırada titrediğini fark ettim.

Alt tarafı bir kapı, kapı olmasına ama arkasında karşılaşacağım şeyden ölesiye korkuyordum. Beyza'nın ona inandığını, anahtarı aldığım gibi anlamıştım ama bu odada benim için bıraktığı şeyi görmeye, cesaretim ve gücüm yoktu.

Zorla açtığım kapıdan içeriye girerken, hayalimde karım boynuma atlıyor, şen sesiyle attığı kahkahaları odada yankılanıyordu.

Seni çok özledim kocacığım.

"Ben de seni çok özlediğim karıcığım."

Dudaklarımdan dökülen sözlerden sonra kurduğum hayal, yerini gerçekliğe bırakıyordu. Odayı göz ucuyla tararken, benim için bırakılan notu elime aldım. O sırada Çınar, sessiz bir şekilde kapıya, yorgun vücudu yasladı. Okuyacaklarımdan deli gibi korksam da okumaya başladım ama daha ilk kelimesini okumamla boğazımda yumrunun oluşması bir anda oldu.

"Akdi bozup beni, senden kurtardığın için teşekkür ederim. En yakın zamanda ismimin yanına yakışmayan soyadından da kurtulacağım!

Bugün Ece'nin gönderdiği video kaydını izlediğim an, sen bende öldün ve üzerini kat kat toprakla örttüm. Neyi fark ettim biliyor musun? Videoyu izlerken bir damla yaş bile akmadı gözümden, galiba seninle beraber ruhumu, kalbimi, aşkımı, merhametimi, çocuk yanımı ve ağlaklığımı da o toprağın altına gömdüm. Senden geriye bir tek nefret duygusu kaldı ama onu bile istemiyorum. Kendime bir kaç ay verdim. O nefret duygusunu da silip senden geriye hiçbir şey bırakmayacağım.

Bir şeyi çok merak ediyorum. Sen gerçekten çok değişmiştin, bu yaptıkların yalan mıydı? Hepsini beni kandırıp, gözümü boyamak için mi yaptın? Gerçi gelen video ortadayken ve ben, sana haram işlemenin ne kadar büyük bir günah olduğunu öğretmişken sorduğum sorunun saçmalığına bak!"

Okuduklarım karşısında yutkunup nefes alamıyor, boğulduğumu hissediyordum. Elimi yakama götürüp çekiştirmeye başladığımda titrediğim için elimdeki kağıt sallanıyordu. Biraz daha yakamı çekiştirdikten sonra derin bir nefes alarak okumaya devam ettim.

"Senden gerçekten tiksiniyorum. Sana aşık olduğum ve seninle birlikte olduğum için en çokta kendimden tiksiniyorum! Bu o kadar büyük bir tiksinti ki acaba diyorum; evlendiğim gün direk onunla birlikte olsaydım da 5 ay boyunca yanımda olacağına bir günde ondan kurtulsaydım dedirtecek kadar iğrenç bir hal yaşıyorum.

Trabzon'da odamın kapısında söylediğin söz beynimde yankılanıyor .

"Bana yazık olmayacağı kesin. Ben kimi istediysem hep aldım. Şimdi seni de alacağım. "

Sen hep dürüstmüşsün aslında, aptal olan hep benmişim! Senin gibi adi bir adamın değişebileceğine inanacak kadar aptalmışım hem de. Oysa baştan beri senin niyetin çok belliydi, bana sahip olacak sonra da değersiz bir çöp gibi kenara atacaktın. Attın farz et; çünkü ben, kendimi gerçekten değersiz bir çöp gibi hissediyorum.

Ailelerimiz benim yurtdışına hem eğitim alıp, hem eğitim vermeye gittiğimi biliyor. Sakın ailemi rahatsız edeyim, beni onların yanında arayayım deme, hatta bir kere adam ol da sözünün arkasında dur ve peşimi bırak.

Çünkü karşıma çıktığında hiç düşünmeden seni vuracağım, hem de beni öldürdüğün yerden! "

Titreyen ellerim, okuduklarımla yumruk halini alırken kalbimin her yerini kaplayan aşkın ağırlığı, okuduğum cümlelerle beraber beni yakıp küle çeviriyordu. Yumruk halindeki sol elim, kalbimdeki dayanılmaz sancıyı yok etmek için oraya defalarca kez vurduğunda ise titreyen dudaklarımdan kelimeler sessizce dökülüyordu.

"Hayır, hayır benim Beyza'm, benim Haniftam bunları yazmaz!"

Çınar yanıma gelip, göğsüme defalarca kez yumruk yaparak vurduğum elimi, tutmaya çalışırken bağırıyordu.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun! Şu an hastanede yatman lazım ve sen göğsüne mi vuruyorsun!"

Onu kendimden uzaklaştırarak beni yok edip küle çeviren kağıtta yazanları tekrar okudum. Okudukça öfkeli çığlıklarımla önüme gelen her şeyi devirdiğim sırada başından çıkardığı tülbenti gördüm.

Tülbentini elime aldığım zaman iflah olmaz kalbim, yine onun kokusunu istediği için ellerim kendinden bağımsız hareket edip, tülbenti burnuma yanaştırarak kokusunu içine çekti.

İlk defa onun kokusunda sakinleşmemiş aksine ruhumu buza döndürecek çiğ taneleri düşerken, kalbimdeki kora dönen alevi tekrar tutuşturmuştu.

Burnumdan çektiğim tülbentiyle göğsümün sancıyan o yanına vururken, tek istediğim bu histen kurtulmaktı.

"Demek benim gibi adi bir adamın, değişebileceğine inanacak kadar aptalmışsın öyle mi!"

Öfkeli sözlerim, Çınar'ın kalbime defalarca kez indirdiğim yumrukları engellemeye çalışmasıyla arbedeye dönüşüyordu.

"Bırak bu kalbi de onu da söküp atacağım Çınar! BIRAK!"

"Demir dur artık, duurr! Dikişlerin patladı hayvan herif! 8 günde, 2 büyük ameliyata girdin. Bile bile kendini öldürüyorsun! AKIN, KAĞAN KOŞUN BU APTAL KENDİNİ ÖLDÜRECEK!"

Beni durdurmaya uğraşırken kurmaya çalıştığı cümleleri, alttakilere bağırarak sonlandırıyordu.

"Hiç acabası olmamış Çınar, olmamış! Onun vesilesiyle dönüştüğüm adamı, onu elde etmek için değiştiği ile etiketlemiş. Bırakın Allah aşkına, bırakın bu aşk benim en büyük sınavımdı! Ben onun için ölümü göze alıp onun için kurşun yerken, o beni burada yazdıklarıyla öldürdü. Keşke şu sözleri okuyacağıma, o gün Mert'in sıktığı kurşunla ölseydim."

Kalbime vurmaya devam ettiğim yumruklarımı diğerleri de tutup, beni zapt etmeye çalıştıklarında artık son gücümle yere çöktüm.

Sırtımı yatağa çaresizlik duygumla yaslarken, başımı geriye doğru attım ve dizlerimi büküp, kollarımı dizlerime dayadım.

"Bu kıza sevdalanmak benim sonum oldu...

Hiç acabası olmamış, bana birazcık bile inanmamış... "

Akın yanıma gelip "Demir ona kimin ne dediğini bile bilmiyoruz. Şimdi bunları boş ver dikişlerin kanıyor. Hemen doktora gidelim." diyerek elini uzattı. Onun cümlesinden sonra aklıma, yazdığı kağıtta söylediği video kaydı gelince elini tutup ayağa kalktım ve video kaydını izledim.

"Aptalll!.. APTAL!"

Video kaydını izledikten sonra Beyza'ya duyduğum öfke, çok daha büyük bir hal aldı. Videonun baş kısmının montajla eklendiği çok net belliydi. Ece'nin videonun başındaki saç rengi ve uzunluğu bile bariz ortadaydı ama o, bunları bile göremeyecek kadar bana güvenmiyordu. Öfkeli şekilde dişlerimin arasından konuştuğumda artık Beyza'yı silmek için kararlıydım.

"O Ece'yi buraya getirin! Mert'le bir olup, bana tuzak kurmanın hesabını ödeteceğim!"

Ece'ye de bunun içinde olmanın hesabını ödetecek, onu da pişman edecektim!

Kafamı yatağa çevirdiğim zaman yüreğimdeki ateş bende bir şey bırakmayana kadar yanacağını, ruhumu küle dönüştürmeden asla durmayacağını hissettiriyordu.

"Kocacığım sen hep sıcacıksın..."

Kulağımda yankılanan sesine, yatakta sıcaklığıma sığınması eşlik edince elimi kalbime götürdüm ama elime bulaşan kanı önemsemeyecek kadar yangınım büyüktü. Onun yazdıkları tekrar, tekrar mıhlanırken kalbime, ben sıkışan kalbime yenik düşmüş, sert bir şekilde yeri boylamıştım.

41 GÜN ÖNCE...

"Bulacaksınız diyorum, başka hiçbir bahane duymak istemiyorum... Lan beni delirtmeyin! Plakaya kadar elimizdeyse ne diye bulamıyorusunuz? Haber bekliyorum çabuk!"

Telefonu kapatıp, öfkeyle yatağa fırlattığım zaman Çınar, yemek tepsisini önüme doğru iterek dişlerinin arasından konuşuyordu.

"Demir, yeter dur artık!"

Yeter, dur artık... 13 harf, 3 kelimeden oluşan basit bir cümlenin bendeki karşılığı nefessiz kalan bir bedenken, onlar için söylemesi oldukça kolay görünüyordu.

"Söz konusu o olunca duramıyorum ve kendimi asla tanıyamıyorum Çınar.

Sök at diyorum şunu kalbinden, sök at!.. Ama ben çekiştirip kalbimden atmak için asıldıkça o, daha fazla yer etmesi mümkünmüş gibi kalbimde daha da fazla yer ediyor. Vazgeç diyorum, ondan ve harelerini bile ezberlediğin gözlerinden ama vazgeçemiyorum Çınar." Defalarca kez olduğu gibi yine yenilmiş bir nefes verdim. "Vazgeçemiyorum! Kalbimin derinlerine işlemiş bakışları, gülüşü, neşesi, merhametli kalbi..."

Sanırım Beyza'dan gitmek için attığım her adımda kalp pusulamdaki tüm yönler, yine onun kalbinde son bulan bir rota oluşturuyordu.

Sadece bir gülüşüne, bir bakışına 7 ayımı vermişken, şimdi onun sıcaklığı, kokusu ve bana duyduğu aşkı olmadan nasıl yaşayacağımı bile bilmiyorum.

Canını acıt diyorum, yazdıkları aklıma geldikçe tekrar tekrar tutuşup, bir kora dönüyorum ama yine de ona yeniliyorum..."

Ciğerlerime doldurduğum yetersiz nefes o yokken canımın yanmasını sağlıyordu ve bu can yanmasına, bıraktığı notla beraber video kaydı eklendiği zaman ben karanlık bir öfke tarafından yutulduğumu hissediyordum.

"Sonra aklıma o video kaydı gelince ondan geriye hiçbir şey bırakma kalbinde; sana duyduğu güveni gördün işte, hatalarla dolu video kaydını göremeyecek kadarmışsın onda, yazdıklarını unutma, ondaki yerini unutma diyorum! İşte o zaman ortada ne ben kalıyorum, ne de o! Sadece geriye, siyaha çalan saf bir öfke kalıyor.

Onu bulacağım ve canımı yaktığı kadar canını yakacağım. Demek bana hiç güvenmiyormuş öyle mi? O zaman ben de ona, aslında güvenilmez bir adam nasıl olurmuş göstereceğim!"

23 GÜN ÖNCE...

Erzurum'da bir köy evinin kapı kilidini açtırıp, ardından sessizce içeriye girdim. İçeriyi hızla tararken o olmasa bile eşyalarını ve bozuk yatağını gördüm. O an şükür dolu bir nefes verdim, demek ki hâlâ burada kalmaya devam ediyordu. Bir yere kadar gitmiş olduğunu düşündüğüm için adamları evin etrafından uzaklaştırıp, dikkat çekmemek adına arabaları da köyden çıkarttırdım ve öylece koltuğa oturup gelmesini bekledim.

Ev buz gibiydi ve Beyza gibi varlıklı bir ailede yetişmiş bir kızın asla duramayacağı şekilde eskiydi. Gerçi Beyza, ailesi tarafından yokluğa da ayak uyduracak şekilde yetiştirilmiş, böyle şeyleri sorun etmeyecek bir kızdı.

Bir saat geçmesine rağmen ne gelen vardı, ne de giden. Yattığı odaya gidip yatağına oturduğum zaman, onun çok üşüyen bedenini 2 kat yorganla ısıtmaya çalıştığını anlayınca gözümden akan yaşlara engel olamamış, iki büklüm şekilde onun yattığı yere yatmıştım.

Yine bağımlısı olduğum kokusu yastığa ve yorgana sinmiş beni kendine çekiyordu ama artık onun kokusu sadece bedenimde özlemin tetiklediği öfkeyi besliyordu. Yazdığı ağır sözlere her ne kadar içerlemiş olsam da video kaydını izledikten sonra Beyza'yı kalbimden atmaya kararlıydım.

"Kimi kandırıyorsun Demir? Onu kalbinden atman için ölmen gerekiyor."

GÜNÜMÜZ...

Yıkık bir şekilde şirketten çıkıp arabaya doğru ilerledim. Kapıyı açıp, koltuğa oturduğumda ellerimle direksiyonu sıkıp, içimde oluşan alevden kurtulmak istiyordum.

"Demir ağabey, ne oldu? İyi görünmüyorsun, kavga mı ettiniz?"

Başımı Sophia'ya çevirdiğimde histerik bir gülümsemeyle ona baktım.

"Sophia, sen bugün Amerika'ya dön."

"Demir ağabey saçmalama, hem sen bu işi bana bırak. Beyza, seni kıskanıp elbette bana resti çekecek ve böylece sana dönüşü daha da kısa sürmüş olacak."

Yönünü biraz daha bana doğru çevirdikten sonra gözlerini kaplayan hüzünle konuşmaya başladı.

"Amerika'da onsuz durabilmek için günün 20 saati çalıştın, eğer böyle yaşamaya devam edersen, artık vücudun iflas edecek."

Beyza'nın Türkiye'ye geldiği günü hatırlıyorum da ölüm gibiydi. Kalbim sıkıştığı için nefes alamıyor, bu histen sadece namazlarımda ve namaz sonrası secdedeki dualarımda kurtulabiliyordum. Günün kalanında ise 3 saatlik uykuyla deli gibi çalışıyor, çalıştıkça kafamı dağıtmak için uğraşıyordum. Sırf bu durumdan kurtulmak için şirketi büyütüp devasa yatırımlara girmiş, hiç ihtiyacım olmamasına rağmen onsuzluk duygusundan kurtulmak adına, işlere yoğunlaşmıştım

"Gerek yok Sophia. O eğer böyle mutlu olacağım diyorsa onun için mutsuzluğu göze alıp, bu yükün altında tek başıma ezilmem gerekiyor. Hem Beyza da kıskandığı zaman sevgisini belli edecek bir kız değil, o yüzden hiçbir şey yapmanı istemiyorum."

"Yok ya ben bu işi halletmeden, hiçbir yere gitmem. Sen bana bırak."

Arabayı çalıştırıp, Sophia'yı taksi durağına bırakmak için sürmeye başladıktan sonra ona cevap verdim.

"Benden bu kadar kolay vazgeçtiği için artık sinirleniyorum Sophia. Bundan sonra sırf o, böyle olmasını istiyor diye ondan uzak duracak, hatta benden nasıl geçiyorsa ben de ondan vazgeçeceğim. Çok yoruldum artık, o benden bu süreci istedi diye ben, seslenirken bile Beyza Hanım dedim. Kendime yenilipte tekrar tekrar onu sık boğaz etmemek, onun üzerine gitmemek için isminin yanına hanım hitabını bile koydum. Ama canım çok yanıyor olsa da sırf o bırak dediği için artık onu bırakacak, bu evlilik için tek başıma çabalamayacağım!"

Sophia'ya doğru kısa süre bakıp "Sen de uzatma artık. Tamam gitmiyorsan gitme, buna karışmıyorum ama aramızı düzeltmek için uğraşma." dedim.

Sophia'yı taksiye bıraktıktan sonra arabayı ev yolunda olan ağaçlık alana çektim. Onsuzlukla baş etmek canımı çok yakıyor, ben nefes almayı bile beceremiyordum. Arabadan indiğimde buğulanmış gözlerime, titreyen bacaklarım eşlik etse de ondan vazgeçmek için direniyordum.

Çaresizce yere çöküp bir ağacın gövdesine yaslanırken elim, onun aşkıyla kora dönen kalbime gidiyordu. İflah olmayan, sürekli onun tarafından reddedilen kalbim, yine arlanmaz şekilde sadece onu istiyordu.

Allah'ım, sevgiyi bilmeyen bir adam, hiç bilmediği yerden sınava tutuldu. Çok sevdim... Çok aşık oldum... Yüreğimdeki onu, en iyi sen biliyorsun Allah'ım. Senden istediğim ilk duamdı o. Ondan vazgeçeceğim diyorum ama yine de senden, ilk duamı bana nasip etmeni istiyorum.

Çok kızıyorum, ondan gideceğim diyorum ama kalbim... Kalbim bir türlü ona vedasını yapamıyor.

Allah'ım bu sınav beni yakıp bitiriyor. Öfkemden başka geriye bir şey bırakmıyor. İçimdeki öfkeyi de onu da aaa-

Ondan vazgeçemeyen kalbimden sert bir çığlık koptu. Sesimin acı yankısı ağaçlara vururken, ben cümlemi tamamlayamıyor, yine sadece onu istiyordum.

Bu nasıl bir döngü; içinde kaybolduğum, yolumu bir türlü bulamadığım, işte şimdi olacak dediğim ama bir türlü olmayanım.

Haniftam, sen vuslatı ne zor sevdaydın. Bir türlü kavuşamadığım, istediğim gibi sineme saramadığım...

Ama sen bilirsin Haniftam, benden artık bu kadar. Sana çok aşık olsam ve ömrümün sonuna kadar da öyle süreceğini bilsem de bugün senden vaz geçiyor, senin istediğin gibi seni bırakıyorum.

❤️❤️

"Beyza hocam ders anlatmayacak mısınız?"

Daldığım düşüncelerden beni Çiğdem'in sesi çıkarırken "Sanırım anlatamayacağım." diye karşılık verdim. Verdiğim karşılıktan sonra Melisa, "Dün araştırmamız için iki konu vermiştiniz ve onlarla ilgili bugün konuşacağımızı söylemiştiniz, unuttunuz mu?" diye sordu.

"Unutmadım Melisa ama şu an iyi değilim, en iyisi bugün sizlerle Tuğba hocanız ilgilensin."

Tüm enerjim çekilmiş bir halde çantamı alıp çıkarken Karsu'nun sesi, beni olduğum yerde durdurdu.

"Bugün böyle olsun Beyza hocam ama yarın toparlanmış olarak gelin. Sizi böyle görmeye alışkın değiliz."

Kafamı tamam anlamında sallayıp Cenk'in odasına gittim. Tuğba ile oturmuş muhabbet ediyorlardı.

"Tuğba ben kendimi iyi hissetmiyorum. Benim yerime derse girer misin?"

Yanıma doğru gelirken "Hayırdır kuzum, öğrenciler bile yüzünü güldüremediyse önemli bir şey olmalı?" diye sordu. İçimde yaşadıklarımı birine anlatmazsam bu düşünceler kesinlikle beni boğacaktı ama şu an yeri burası değildi.

"Akşam 21:00 toplantı var, o yüzden eve gidip azıcık da olsa uyuyacağım. Şu an konuşmak bile istemiyorum."

Onların yanından ruhsuz bir şekilde ayrılıp eve gittiğimde masada yemek yediklerini öğrendim.

"Afiyet olsun."

"Teşekkür ederim kızım, bugün de erkencisin. "

Deren annenin yanına gidip, yanağını öperken "Bugün zorlu bir gündü anne, saat 21:00'de de toplantı var, o saate kadar uyumak istiyorum." dedim.

"Oğlum kızıma yazık değil mi? Akşam 9'da toplantı mı olur?"

Demir'e bakmadan babaannenin yanına giderken Sophia'nın yine benim yerimde oturduğunu fark ettiğim için gerilmiştim.

"Yanımda çalışıyorsa zorluklarına da katlanacak."

Soğuk, bir o kadar da gıcık sesiyle verdiği cevap sonrası babaanneyi de öpüp yanından ayrıldım.

"Eminim bugün hiçbir şey yememişsindir yenge. Bir iki lokma bir şeyler ye de git."

Yağız'a tebessümle bakarken "Yoo hiç acımadan bir paket çikolatayı gömdüm." diye cevap verdim. Bu sırada Sophia, "Siz Demir' in akrabası mı oluyorsunuz?" diye sordu.

"Evet, çok uzaktan akrabam oluyor."

Demir'in verdiği cevapla ona baktığım zaman istifini bile bozmadan yemek yemeye devam ettiğini gördüm. Söylediği cümle boğazımın düğümlenmesine neden olsa da "Aslında akraba bile sayılmayacak kadar, birbirine uzağız Sophia Hanım, zaten bugün kendi evime geçeceğim." diye karşılık verdim.

Yağız kurduğum cümle sonrası gergin bir şekilde "Siz ne saçmalıyorsunuz?" diye sorduğunda "Şu an bu konuyu konuşup uykumdan çalamam Yağız. Bu arada dün benim telefonum kırıldı ve ben, vakit bulup bir türlü alamadım. Bir saat sonra Kader'e beni uyandırmasını söyler misin?" diye sordum. Kafasını evet anlamında salladığını görünce yanlarından ayrılıp üst kata çıktım.

Odamdan içeriye girdiğim zaman sinirle şalımı, yatağa atıp üzerimi çıkardım ve kendimi banyoda ılık suyun altına attım. Demir'in söyledikleri kulaklarımda yankılanırken o gidene kadar Tuğba'nın yanında kalmaya karar verdim. Duştan çıktıktan sonra kapıyı kilitleyip, kendimi bornozla yatağa attım ve üşümüş vücudumu ısıtırken uykunun gözkapaklarımı ele geçirmesine izin verdim.

💙💙

"Beyza geç kalıyorsun artık uyan."

Üzerimi değiştirmek için odaya çıktığımda Kader'in kapıyı çalıp, Beyza'yı uyandırmaya çalıştığını duydum.

"Ne o, uyanmıyor mu?"

"Uyanmıyor Demir Bey, yaklaşık 5 dakikadır uğraşıyorum."

Bugün söyledikleri aklıma gelince öfkeyle kapısını yumruklayarak çaldım.

"Demir Bey, böyle uyanırsa çok korkar. Yapmayın lütfen."

Kader'e öfkeyle baktığım zaman susup kafasını öne eğdi. Tekrar kapıyı yumruklayarak çalarken "Bana bir daha karışacak olursan kendini kapının önünde bulursun, çok konuşma da seslen!" dedim.

İçine kaçmış sesiyle "Beyza uyan geç kalıyorsun." dedi. Tekrar kapıya sertçe vurduğumda yaklaşan ayak seslerini duyduğum için kaldığım odaya doğru ilerledim. Kapının açılma sesine, Beyza'nın sorgulayan tarzda çıkan "Kader." sesi eşlik etti.

"10 dakikadır seni uyandırmaya çalışıyorum Beyza."

Uyku mahmuru sesi uzaktan da olsa içime işlerken bu kıza sevdalanmanın benim için imtihanların en ağırı olduğunu bir kez daha anlıyordum. Sesinin bedenimde oluşturduğu etkiyi, vücudumdan silmeye çalışırken gömleğimi çıkarıp öfkeyle yatağa attım. Ondan bu kadar çabuk etkilenmek canımı aşırı derecede sıkıyordu; ama bu histen de bir türlü kurtulamıyordum. Giyinme odasından gömlek almadığımı fark edince adımlarımı kapıya doğru attım.

"Teşekkür ederim kuzum, seni de yordum."

"Sen bornozla mı uyudun Beyza? Ama böyle uyursan hemen hasta olursun. Yalnız ben, seni ilk defa böyle görüyorum, saçların uzun ve çok güzelmiş."

Tam odadan çıktığım esnada Kader'in söylediklerini duymak, kaşlarımın sert bir şekilde çatılmasına neden olmuştu.

Beyza'nın ayak sesleri uzaklaşırken Kader'e "Çok uykum vardı, o yüzden duş alıp direk uyudum. Sen kapıyı kapat, ben de hazırlanayım canım. Bu arada senin saçlarının yanında benimkilerin lafı bile olmaz." diye karşılık verdi. Bir zamanlar ikimize ait olan odanın kapısına vardığım sırada Kader'in tebessüm ederek kapıyı kapatmak üzere olduğunu gördüm. Ona sert bir şekilde baktığımı görünce sessiz bir şekilde merdivenlerden inmeye başladı.

Odaya girdiğimde Beyza, yatağa oturmuş bir elini yatağa koyup bir elini de yukarı kaldırarak vücudunu esnetiyordu. Uzun süredir görmediğim çikolata saçları iyice uzamış beline değiyor, onu deli gibi özleyen yanım ise sessizce durmuş onu izliyordu.

Esnemeye devam ederken bu sefer de benim tarafımdaki kolunu yatağa koyup, diğer elini yukarıya kaldırdı fakat bu hareketinin sonucunda bornozu omuzundan aşağıya doğru düştü. Daha önce sadece bir kere görebildiğim tenini tekrardan görmek, ona doğru çekilmemi sağlarken ona karşı duyduğum tüm öfkeyi kolaylıkla bana unutturuyordu.

Kafamı iki yana sallayıp, üzerimdeki hakimiyetini silmeye çalıştım.

Adım atacağım sırada kendini arkaya doğru yatağa attı ve dizlerini büktü. Gözleri kapalı bir şekilde kollarını yukarıya uzatıp, esnemeye devam ederken bu sefer de bacağındaki bornoz hafif aşağı doğru kaydı. Odaya girdiğim için kendime okkalı bir iki tane küfür savurdum. Onu ikinci kez böyle görüyordum ve şu an gördüğüm hali bana, onu yaşamama izin verdiği dakikaları hatırlatıyordu. Sözde bugün ondan vaz geçmek için savaş vermeye başlamıştım ama şu an verdiğim savaş çok daha büyüktü ve ben, kendimi ciddi anlamda zor tutuyordum. Üzerimdeki etkisini silebilmek adına kafamı iki yana sallayıp, konuşmaya başladım.

"Bu kılıkta kimseye kapıyı açtığını bir daha görmeyeceğim!"

Gözlerini açtığında korkuyla "Senin ne işin var burada!" diye bağırdı.

Daha fazla ona bakarsam öfkemi bırak, irademde yok olacak kendimi tutamayıp yanındaki yerimi alacaktım. Giyinme odasına doğru dönmeyi başardığım zaman sert bir sesle "Gömlek almak için geldim!" dedim.

"Bana bak çabuk!" diye öfkeyle arkamdan bağırdı. Cümlesini duymamazlıktan geldim; çünkü ona baktığım zaman tüm duygularım ona doğru harekete geçiyordu. Çok geçmeden adımları yakınlaştığında beni kendine çevirdi.

Aferin karıcığım, şu an o örtüyü vücuduna sararak en doğru şeyi yaptın. Yoksa işin sonu çok farklı yerlere gidecek, bugün tüm inadını yok edene kadar seni bu odadan çıkarmayacaktım.

"Sen bu halde mi dışarı çıkıyorsun!"

"Ne var, halimde?"

Gözlerinden alev saçıyordu. Normalde onu, bu halde gördüğüm için bana kızması gerekirken, üst kısmımda gömlek olmadığı için bana kızıyordu. Senin o pis inadını da gururunu da kırmazsam benim adım Demir değil. Aşıksın işte, ne diye hayatı ikimize zehir ediyorsun kızım! Şu an seninle kavga etmek yerine, çok daha farklı şeyler yapabilirdik.

Hayvan herif yine kendini kaybediyorsun! Düşünme onu, sadece öfkene odaklan!

"Demir beni çıldırtma, sen bu halde nasıl odandan çıkarsın? Birisi seni bu halde gördü mü?"

"Sana ne! Sen kim oluyorsun da bu soruyu bana soruyorsun?"

Kurduğum cümleden sonra iki adım geri gitti. Gözlerinin buğusuna, alt dudağı titreyerek eşlik etti.

Sevdiği insan tarafından değersiz biri olduğunu hissetmek nasıl oluyormuş Beyza? Seni tanıdığım günden beri bana yaptığın tam olarak buydu işte. Her kızdığında, her öfkelendiğinde beni kendinden uzaklaştırırken benim hissettiğim duygular bundan çok daha büyüktü; çünkü ben, sana hiçbir zaman senden nefret ediyorum demedim.

"Ben kimim öyle mi?"

"Öyle!"

"Tamam her şey bitti! Senin hayatın sana, benim hayatım bana."

Gömleği öfkeyle bedenime geçirirken, histerik bir kahkaha attım.

"Amerika'da beni bıraktığında bu böyle değil miydi zaten?"

"Değildi aptal! Ama bu saatten sonra göreceksin!"

O zaman ne diye benden uzak duruyorsun? Sensiz duramadığımı bildiğin halde niye bir kez olsun boynuma sarılmıyorsun Beyza? Benden uzak durdukça aksi bir adama dönüştüğümü bildiğin halde neden kokunu bile benden esirgiyorsun?

Beyza konuşmaya devam edince düşüncelerim öylece son buluyor, onu dinlemeye devam ediyordum.

"Ben Türkiye'ye döndüğüm günden beri seni aklımdan biran olsun çıkaramadığım için kendimi işe, kitaplara, öğrencilere ders anlatmaya verdim, sana duyduğum özlem ve aşk beni yutmasın diye."

İçine derin bir nefes çekerken gözlerinden ateş saçıyordu ve bu kızın sadece bakışlarıyla bile beni kolaylıkla yaktığını bir kez daha anlıyordum ama yanmam onun için yetersizdi, o sanırım bir de delirmemi istiyordu; çünkü devam ettirdiği cümlesinin başka bir açıklaması olamazdı.

"Ama sen göreceksin, seni öyle bir unutacağım ki ismini bile hatırlamayacağım!"

Gömleğimi iliklerken üzerine doğru yürümeye başladım ama kendimi durdurmayı başaramayıp aramızda oluşan bu çekime kapılmaktan korkuyordum.

"Nasıl unutacakmışsın, anlat bakalım?"

"Çok kolay olacak..."

Yutkunarak söylediği cümleyle biraz daha üzerine doğru gittiğimde "Ee nasıl kolay olacak, anlatsana?" dedim.

"Sana ne be! Sana nasıl unutacağımı mı anlatacağım? Sen nasıl unutmuşsan ben de öyle unuturum. Mesela ilk olarak çevremden evli bir kadın olduğumu saklarım, aynı senin Sophia'dan sakladığın gibi."

Şu an o dudaklarına yapışıp, seni susturmuyorsam bunun acısını senden çıkaracağım kadın! Demek evli olduğunu saklayacaksın! Beni çıldırtmak için söylediğini bilsem de kendimi kontrol altına almakta zorlanıyordum.

Kollarımı iki yanına koyup, onu kenara sıkıştırdığım sırada "Peki bedeninde bıraktığım izleri nasıl sileceksin?" diye soruyu sormamla, pişman olmam bir olmuştu. Gururu ve öfkesi çok üst seviyedeydi ve onlar bir araya geldiğinde beni yakıp yıkmaktan çekinmediği cevaplar verecekti. Bu cevapları hayata geçirmeyecek karakterde olduğunu bilsem de ağzından dökülenlere katlanamayacaktım.

"O izler bir tek bende yok Demir! Söylesene sen nasıl sileceksin?"

Beni yaralamayı istese de yine dikkat ederek konuşuyordu ama ben, onun kıskançlığını göstermesini istediğim için sinirlenmesini tetikleyecek şekilde konuşacaktım. İllaki bu kıskançlığını artık kontrol altında tutmayı beceremediği zamanlar gelecekti.

"Hımm bilmem bir yolunu bulurum elbette, belki de bulmuşumdur."

Cümlemi duyduktan sonra içine hapsettiği derin nefesi ile omurgasını çok daha dik bir hale getirdi ve işaret parmağıyla çıkışı göstererek konuşmaya başladı.

"Öyleyse sonuçlarına katlanırsın Demir! Şimdi defol!"

"Hay hay..."

Gözlerindeki esaretimi bitirip, odadan çıkmak zorunda olduğumu bildiğim halde hâlâ gözlerinde takılı kalmıştım. Esaretimden kurtulmak için önce gözlerimi kapattım, sonra da arkamı dönüp yürümeye başladım.

Odadan çıktığımda Sophia bana gülümseyerek "Ooo Demir ağabey, Beyza'nın odasından mı çıkıyorsun?" diye sordu. Kafamı iki yana salladığım zaman bu kızın inadının kırılmaz derecede üst seviyede olduğu ile yüzleşmekten yorulmuştum ama yine de bana duyduğu aşktan umutluydum.

"Kesinlikle akıllanacağa benzemiyor, hadi biz inelim."

Aşağıya indikten 20 dakika sonra Yağız'ın çaldığı ıslıkla arkamı döndüm. Bu kadın kesinlikle benim en büyük sınavımdı. Dikkat çeken güzelliği yetmiyormuş gibi birde ona yakışan bir elbise giymişti.

"Yenge çok güzel görünüyorsun, toplantı çıkışı biraz gezsek mi?"

"Ben birkaç gün Tuğba'da kalacağım Yağız. İstiyorsan toplantı çıkışı konuşuruz. Bana telefonunu verir misin? Tuğba'yı arayacağım."

İnatçı keçi, burada kalmak yerine benden kaçıyordu. Onu deli gibi kıskansam da kesinlikle ağzımı açıp, kıskandığımı belli etmeyecektim.

"Canım bu akşam evde kalacağım. Şimdi Ferit'in restoranında toplantım var oraya gideceğim. Akşam için bir planın var mı?"

Tuğba ne dediyse Beyza düşündükten sonra "Peki kaçta gider? Olmadı ben biraz dışarda oyalanır, size rahatsızlık vermem." dedi.

"Tamam tamam doğru söylüyorsun. Hem Cenk'le bugünkü görüşmemiz pek hoş olmamıştı. Ben çıkmadan seni Ferit'ten ararım." dedi ve telefonu kapatıp Yağız'a verdi.

Yine o şerefsizin ismini duymuştum. Onu kıskandıracağım derken, ben kıskançlığımdan o Cenk itini öldürecektim.

"Ne oldu yenge?"

Beyza Yağız'a cevap verirken, hiç ben tarafa bakmıyordu.

"Biraz uzun ve karışık Yağız. İstiyorsan toplantı çıkışı sen de Tuğba'lara gel, birkaç kişi film izleyeceklermiş."

Yağız cevap vermeden araya girip "Geç kalıyoruz hadi çıkalım." dedim. Cümlemden sonra Sophia ayağa kalktı ve birkaç adım atarak Beyza'nın önüne doğru geçti.

Gözlerim Beyza'nın güzelliğinde takılı kalmış olsa da "Bugün, çok güzel görünüyorsun Sophia." dedim ama bakışlarımı biran olsun Beyza'dan ayırmıyor, onun yüzünü alacak en ufak bir kıskançlık kırıntısına muhtaç bir şekilde bakmaya devam ediyordum.

Bakmadı, bir kez olsun ben tarafa bile bakma gereği bile duymadan başını öne eğip, çıkış kapısına doğru yöneldi.

Bir kere ya, bir kere! Gelip bana hesap sorsan olmuyor değil mi, Beyza? Senin gururun, her zaman aşkının önünde olacak! Bir umut hesap sorar, kızar, onun için önemli olduğumu hissettirir dedim ama o, hiçbir şey demeden arabasına bindi ve bir kez olsun arkasına bakma gereği bile duymadı.

⏳❤️⌛

Toplantı bittiğinde bedenimden çok kalbimin yorgun olduğunu hissediyordum. Demir Sophia' nın yediğiyle, içtiğiyle fazla alakadar olmuş ve ona ilgi göstermekten kesinlikle çekinmemişti.

Dirseğimi masaya koyup, alnımı ovduğum sırada Ferit masaya oturup "Ne o kız, tır çarpmış gibisin." dedi. Neşeli sesine doğru başımı kaldırarak baktıktan sonra gülümseyip "Bir tane çarpsa iyi, en az bir kaç tane çarptı." dedim.

Ferit kahkaha atarak yönünü Demir'e çevirdi. "Demir sen bu kıza ne yapıyorsun?" diye sorduğu zaman Demir, "Benim bir şey yaptığım yok, sabahtan beri Sophia'yla ben de aynı toplantılara girdik. O biraz çocuksu olduğu için bu tempo ona ağır geliyor." dedi.

Ferit aramızda olanları bilmediği için beni atağa geçirecek şekilde konuşuyordu.

"Ooo kavgada bile söylenmez bu söz!"

Demir'in özellikle böyle yapıp, beni üzmeye çalıştığını çok iyi bildiğim halde yine de kendimi üzülürken buluyordum.

"Yine bizim kız, kime ne söyledi Ferit?"

Tuğba'nın sesinden çıkan soruyu duyunca beni almak için geldiğini anladım ve ona doğru dönmeden "Arkadaşını burada harcasınlar, sen yine beni göm bakalım." diye cevap verdim.

Tuğba arkamdan boynuma sarılırken "Benim kuzumu kim harcayabilir?" diye sordu ve sesini hem neşeli hem de beni eski halime döndürecek bir tona getirip konuşmasına devam etti.

"Kendine gel, sen Beyza Akman'sın. Harcayacak birisi varsa o ancak sen olabilirsin!"

"Yaa tüm keyfim yerine geldi. Hadi otur sana bir şeyler ısmarlayayım."

Cümlemden sonra Tuğba daha cevap veremeden Ferit araya girerek "Bugün canım çekiyor diye sütlaç yaptım, istiyorsanız size de getirteyim." dedi. Sütlaç ismini duyar duymaz benim ağzımın suyu kolaylıkla akarken Tuğba'da canının sütlaç çektiğine dair en ufak bir belirti bile yoktu.

"Cenk arabada bekliyor, biz en iyisi gidelim."

Tuğba'ya doğru kafamı döndürüp, kedi gibi baktığım zaman dudaklarımdan ufacık bir "miyav" sesi dökülmüştü. Şimdi yine bana kıyamayacak ve sütlaç yemem için elinden geleni yapacaktı.

Ferit kahkaha atarak "Miyav mı dedi o?" diye sorduğu zaman sessiz bir şekilde söylediğim kelimeyi duyduğu için üzülmüştüm; çünkü bu yönümü sadece Tuğba, dedem ve ağabeylerim biliyordu. Şimdi durduk yere alay konusu olmak isteyeceğim son şeydi, hele ki Demir'in çocuksu olduğumla ilgili kurduğu cümleden sonra canım çok daha fazla sıkılacaktı.

Tuğba telefonu çıkarıp, kulağına götürdükten sonra "Cenk içeriye gel. Bizim kediciğin canı sütlaç çekmiş, şimdi yemezse sabaha kadar beni tırmalar." dedi. Bari kedi kısmını Cenk'e söylemeseydi diye düşündüğüm sırada telefonu kahkaha atarak kapatıp, karşımda bulunan boş sandalyeye oturdu.

"Ferit, sen bunun tatlı kedicik hallerini bilmiyor musun? Bu kız çok farklı ya." Tuğba, Ferit'teki bakışlarını bana doğru döndürdüğü zaman "Asıl siz, Beyza'yı daha önce tanıyacaktınız; çok daha neşeli, hayat dolu ve cıvıl cıvıldı. İlla kendine eğlenecek bir şeyler bulurdu." dedi.

Evet o Beyza'yı ben de çok özlemiştim ama tam olarak ne zaman olduğunu bilmesem de o Beyza'yı kaybedeli epey bir olmuştu ve bu yeni Beyza'yı önce biraz yadırgamış olsam da eski Beyza'nın yerine koymuştum.

Tuğba bendeki bakışlarını çekip elini yukarıya kaldırarak "Gel Cenk, buradayız." dedi. Cenk yanımıza geldikten sonra masadakilere selam verip, Ferit ile tanıştı. Bu sırada sağ tarafımda bir hareketlenme olduğunu ardından da Demir'in ayağa kalkarak "Hadi kalk Sophia, biraz seni gezdireyim. Geldiğinden beri hep toplantıya katılıyorsun." dediğini duydum.

Demir şimdi ben de seni kıskandırmak için Cenk'e senin söylediğin cümleleri söylesem vereceğin tepki ne olurdu acaba? Şeytan kalk söyle diyordu ama şeytanın oyununa gelecek kadar da düşmemem gerektiğini biliyordum.

Ferit, "Oğlum dursanıza, şimdi tatlılar geliyor. Hem Beyza tatlısını yemeden hayatta kalkmaz, bunu bilmiyor musun?" dedi.

Demir, Ferit'e yanıt olarak "Beyza zaten bizimle gelmeyecek." dedikten sonra Sophia'ya "Sütlaç yer misin?" diye sordu. Sophia da "Evet." diye cevap verdiği için tekrar yerine oturdu.

Ferit'in "Sizin aranız gergin mi?" sorusuna, Demir hiç düşünmeden "Artık biz diye bir şey yok." diye cevap verdiği zaman kalbimin ağrıdığını ardından da bir şeylerin kırılıp parçalara ayrıldığını hissettim. Demek ki o, "Bırak şunu, kendi yoluna bak." dediği cümlesini hayata geçirmeyi başarmıştı. O halde bana, onun yolundan çekilmek düşüyordu.

"Evet, biz boşanıyoruz."

Dudaklarımdan dökülen cümle, kulaklarıma ulaştığında kalp yangınım arttı. Gerçi Demir, o kızla ilgilendikçe bu yangın artmıştı, şimdi de her şeyi küle dönüştürüyordu.

Cümlemden sonra Demir, elimi bileğimden tutarak beni kendine çevirdi.

"Boşanacağımızdan neden benim haberim yok!"

Bileğimi elinden öfkeyle çekerken "Artık biz diye bir şey yok diyen sendin! Ortada biz yoksa, evlilikte yok!" dedim.

Ferit "İkinizde şu an saçmalıyorsunuz" dediği sırada garson sütlaçları dağıtıyordu.

Elime aldığım tarçını bolca sütlacın üzerine dökerken duygularımı içime atmaktan, herkesten saklamaktan artık yorulmuştum ve bu yorgunluk, hislerimin dudaklarımdan dökülmesine neden oluyordu.

"Benim saçmaladığım falan yok Ferit. Arkadaşın beni kıskandırmak için yanındaki kadına yürüyorken, ben bunu sindiremem."

Sol dirseğimi masaya koyup, sütlaçtan yemeye başladığımda Tuğba "Beyza..." diye fısıldadı. Sesindeki acı kalbime akarken, dudaklarımın titrediğini fark ettim.

Omuzlarımı silkeleyerek sütlaçtan bir kaşık daha alıp "Yapamam işte yapamam, beni kıskandırmak için yaptığını bilsem de yapamam." dedim.

Gözümden akan yaşı kaşık tuttuğum elin arkasıyla silerken, sütlacı yemeye de devam ediyordum.

"Bak karşımda oturan şu Cenk var ya, ona sürekli tekrar etmekten benim dilimde tüy bitti. Ben evli biriyim, benimle konuşurken dikkat et, maksadını aşan kelimeler kullanma, ismimin yanına bir ek getirme, ben kocama çok aşığım, şu an yanımda değilse bu bana değer verdiği ve sırf ben istediğim için deyip durdum. Neden dedim ben ya! Neden? Cenk'in gözü bende olduğu için mi? Değil! Herkesin evli olduğumu bilip, benimle konuşurken çok daha fazla dikkat etmesi, Demir'in gözünün arkada kalmaması içindi."

Gözyaşımı silip, sütlaçtan yemeye devam ederken tekrar konuşmaya başladım.

"Peki o beni kıskandırmaya çalıştığında ben, ona karşılık vermeyi bilmiyor muyum? Pekala yapabilirim ama yapmam! Ne kendimi onun gözünde düşürürüm, ne de kendi gözümde. En önemlisi yaptığım yanlışın hesabını Rabbime veremem. O yüzden benim saçmaladığım falan yok. Şimdi ağlasam da elbet güleceğim gün gelir. Ben annemle babamı aynı gün toprağa vermiş, 3 yıl ağır tedaviden geçmiş kızım, onlardan sonra yüzüm güldüyse elbette Demir'den sonra da güler. Onu unutmasam da ayakta durmayı da gülmeyi de başarırım. Belki yine uzun sürer, belki yine tedavi görürüm ama ben, yine ayağa kalkıp gülmeyi başarırım."

Önümdeki sütlaç bitince, elimle boş tabağı iterek "Zaten bu da bitti!" diye ağlamaya devam ettim. Sütlaç için değil de biten evliliğim için ağladığımı çok iyi biliyordum. Gözyaşlarımı sildiğim sırada önüme konulan sütlaç kasesine bol tarçın döküp, hıçkıra hıçkıra yemeye devam ettim. Önümde biriken boş kaseleri kenara iterken, gözümden akan yaşları tekrar silip, başımı masaya koydum.

Artık tatlı yemek bile beni mutlu etmeyi bırakmışa benziyordu.

"Tuğba beni evimize götür, çok uykum geldi yoksa burada uyuyup kalacağım."

"Tamam hemen kalk, Cenk sen de çantaları alır mısın?"

Ayağa kalktığımda gözlerim onda takılı kaldı. Sadece susup, önüne bakıyordu. Benim baktığımı fark etmiş olacak ki gözleri benimkilerle buluştuğunda sesindeki soğukluk ve acıyla konuşmaya başladı.

"Senin bana duyduğun aşkta bu kadar olurdu zaten ancak kaçıp gidersin! Sen bir tek beni kaybetmekten korktuğunda kabuğuna çekil ve bir korkak gibi izlemeye devam et! Aşklarımızın aynı yoğunlukta olduğu da yok, sen bir korkak gibi susup kaçarken ben, senin için hep savaşıyordum ama artık bitti Beyza senin için savaşan bir Demir yok!"

Cümlesini bitirdikten sonra ayağa kalkıp giderken adımlarını durdurdu. Daha net bir sesle "Her şey bitti!" dedi ve arkasına bakmadan yoluna devam etti.

...........................................................................

Yüzünüzdeki ifadeleri tahmin edebiliyorum. Durun durun bozmayın hemen fotoğrafınızı çekiyorum. jhdfjhdj

Sürecin bu şekilde ilerleyeceğini eminim kimse tahmin etmemiştir.

Gerçekten Demir, Beyza'dan geçebilecek mi?

Geçti diyelim, Beyza ne yapacak?

Bu bölümden itibaren bizleri nasıl bir bölüm bekliyor? Bakalım kimler doğru tahminde bulanacak 🍓

Loading...
0%