Yeni Üyelik
50.
Bölüm

49🍓 "AMERİKA YOLU"

@hanifta_hanim

 

3 gün sonra...

Demir ile son toplantımızı da bitirmiş, masadan kalkıyorduk. Bu 3 gün içinde birbirimizle iş muhabbeti dışında muhabbete girmediğimiz gibi bu muhabbetleri de elimizden geldiği kadar kısa tutuyorduk. Bu süre boyunca bakışlarımız bile birbirine değmiyordu ama o, buna ek olarak benimle konuşurken buz gibi bir ses tonu kullanıyor ve artık her şeyi bitirdiğini daha net anlamam için yardımcı oluyordu.

Dışarı çıkıp arabalara dağılırken Sophia'nın "Sizinle tanıştığıma memnun oldum Beyza Hanım, Amerika'da da görüşmek üzere." deyip elini uzattığını gördüm.

"Bende tanıştığıma memnun oldum Sophia Hanım, tekrar görüşmek üzere."

Sesimi olabildiğince düz bir çizgide tutmaya çalışırken, kendimi ne kadar hazırlamış olsam da ayrılık vakti boğazımın düğümlenmesine neden oluyordu. Buradan direk uçağa geçip, Amerika'ya döneceklerini bilmek her şeyi daha fazla zorlaştıyor, içimde büyük bir savaşın başlamasını sağlıyordu.

Uzattığım elimi Sophia'dan çekerken gözlerim, Demir'e gitti. Asla bana bakmıyor ve bakacağa da benzemiyordu. Arkasını dönüp arabaya yöneldiğini görünce toparlamakta güçlük çektiğim sesimle "Demir." diye seslendim.

Ne yani vedalaşmayacak kadar çabuk mu silmişti beni? Peki ben, neyi eksik yapmıştım da bu silme işini bir türlü becerememiştim?

Adımları kısa süreli duraksamış olsa da yürümesine devam etti. Gitmeden önce bir kerecik gözlerimiz buluşsa olmaz mıydı? Arkasından bir adım daha atıp "Demir lütfen." diye seslendim ama bu kelimeler, dışarıdan duyulamayacak kadar sessiz bir şekilde dudaklarımdan dökülmüştü ve Demir, arkasına bile bakmadan kararlı adımlarıyla benden de bu şehirden de gitmişti.

⏳⌛

"Hoş geldin kızım."

"Hoş bulduk Esra teyze."

Trençkotumu üzerimden çıkarıp, yerine astığımda "Kızım, Deren Hanım ve Sebahat Hanım sabah şehir dışına çıktılar, birkaç gün gelmeyecekler. Yağız Bey'in de sınav haftası olduğu için arkadaşında kalacak, akşama yapmamızı istediğin bir yemek var mı?" diye sordu.

"Aaa hayırdır, neden şehir dışına çıktılar? Hiç konuşmadık. Tabii ya ben hâlâ fırsat bulup, telefon almadım. Son 5 gün, o kadar yoğun geçti ki aklıma bile gelmedi."

Esra teyze tebessüm ederek "Sebahat Hanımın kızı rahatsızlanınca ameliyata almışlar, onlarda haberi duyar duymaz evden çıktılar. Deren hanım, seni aradı ama telefonun kapalı olunca telefon almadığını anladı. Durumu benim anlatmamı istediler." dedi.

İçeriye doğru ilerlediğimiz zaman yönümü biraz daha Esra teyzeye çevirdim.

"Buraya gelen kızı mı rahatsızlandı Esra teyze?"

"Hayır kızım, sen Sebahat Hanım'ın bu kızını daha önce görmedin."

Bir kişi dışında Demir'in hiçbir akrabasını görmediğim için artık bu durumu da yadırgamıyordum.

Esra teyzeden telefon numarasını alıp, Deren anneyi aradım ve halanın durumunu sordum. Daha doktorun bilgi paylaşmadığını söylediğinde ise tekrar arayıp durumunu öğreneceğimi söyledim.

Telefonu kapatıp Esra teyzeye uzatırken aklıma gelenle tebessüm ettim. Ben bu eve geldiğimden beri onların izin kullandığını bir kez olsun bile görmemiştim. O halde bu durum onlar için bir değişiklik olabilirdi.

"Esra teyze, evde kimse yokken hadi siz de izin yapın."

"Olmaz öyle kızım, seni evde tek bırakmayız."

Hem merdivenlere doğru yürüyor hem de konuşuyorduk. Her ne kadar itiraz etmiş olsa da yüzünü alan ifade aslında mutlu olduğunu gösteriyordu. Ben de bunun farkına vardığım için "Ben biraz uyuyup, Tuğba'nın yanına geçerim. Siz, beni kafanıza takmayın lütfen, böyle fırsat bir daha gelmez." dedim.

Teşekkür edip Kader'le beraber mutlulukla evden gidişlerini izledim. Koca evde tek başıma kalmak tuhaf hissettiriyor olsa da üst kata çıktım. Odamın kapısını açarken elimin titrediği fark ettim ve ardından kendimi Demir'in kaldığı odada buldum. Hüzünlü bakışlarım, odada dolaştıkça omuzlarımın kasılmasına neden olduğu yetmezmiş gibi birde ağlamaya başlamıştım. Sanırım onsuzlukla nasıl baş edeceğimi kesinlikle bilmiyordum. Bir yanım durma sen de onunla git dese de diğer yanım söylediği cümleleri kendine yediremiyor ve böylece pusulası şaşan kalbim, iyice yorgun düşüyordu. Elimin tersiyle gözyaşlarımı silip yatağına oturdum. Onu özleyen yanımı kokusuyla avutmak için yastığına sarılarak yattım ama kendimi avutabileceğim hiçbir şey bulamadım.

"Gelip yastığına sarılarak uyuyacağımı bildiğin için nevresimleri değiştirmelerini sen söyledin değil mi gıcık adam?"

Ağzımdan dökülen cümle ile gözümden akan yaşlar daha fazla çoğalmıştı ve ben, onu özleyen yanımla baş etmeyi becerememeye başlamıştım. Kalbim gibi yorgun düşüncelerimi de uykuya sığınarak kurtarmak istediğim için gözlerimi sıkı sıkı kapattım. Zorlanmış olsam da en sonunda uyumayı başardım.

⏳⌛

Gözümü açtığımda her yer karanlıktı. Sözde birazcık uyurum diye girdiğim yataktan sadece namazlarımı kılmak için çıkmış, sonra her defasında tekrar yatmıştım. Işıkları yakıp, merdivenlere yöneldim ve acıkan karnımı doyurmak bahanesiyle mutfağa gittim. Kimse olmadığı için kocaman evde tek başına olmak çok tuhaf bir histi. Bu hisse aldırmadan dolabı açıp, kendime yiyecek bir şeyler hazırladım. Televizyonun karşısına geçip, hazırladığım aperatif atıştırmalığı yerken saatin 23:10 olduğunu fark ettim. Demek ki ben uyumamış, bildiğin kış uykusuna yatmıştım. Biraz daha televizyon izledikten sonra tepsiyi kaldırıp bulaşıkları makineye yerleştirdim ama bunu yaparken iyiden iyiye kendimi yalnız hissetmeye başladım. En iyisi gülebileceğim bir film açmak diye düşününce tekrar televizyon karşısına geçtim.

Filme dalıp, gülümsediğim esnada "Acaba bu evin kaç odası var?" diye düşünmeye başladım.

Ne güzel gülüyorduk şimdi, ne diye evin kaç odası var diye düşünüyorsun? Hayır hayır düşünme, hem ev büyük olsa ne olur, oh mis gibi işte ferah ferah...

Düşünsene izlediğin filmlerdeki gibi birinin de bu evin gizli bir yerinde yaşadığını ve şu an yalnız kaldığınızı...

Tövbe de manyak!

Yine iç sesim düşmanımmış gibi beni korkutmaya başlamıştı. İç sesimin bile ayarsız olduğu gerçeğiyle bir kez daha yüzleştiğimde benim gibi birinin de ancak böyle bir iç sesi olabileceğini kabullenmiştim.

Saat gece yarısı olmuş ve ben ne yapacağıma karar veremiyordum. Bir yanım, hemen Tuğba'nın yanına koş derken, bir yanımda o gelsin diyordu. Oysa bir yanımın da evde tek başına kal demesini istiyordum ama ne kadar demesini istesem de bir türlü dedirtmeyi başaramıyordum. İyice gerildiğim için ev telefonunu alıp, Tuğba'yı birkaç kere aradım ama telefonunu açmadı. Arabamın anahtarı alt katta olmasına rağmen çantam yukarıda Demir'in kaldığı odadaydı. Yukarıya çıkıp çantamı almam gerektiğini bilsem de üst kata çıkacak cesareti kendimde bir türlü bulamıyordum.

Ani bir şekilde kalkıp, televizyonu kapattım ve dış kapıya doğru hızlı adımlar atarak gitmeye başladım. Her şey yolunda giderken kendimi korkutacak düşüncelerde gezinmem korkmama yetmişti bile. Anahtarı çekmeceden aldığım an mutfaktan gelen sesle çığlık atıp, korkarak dış kapıya doğru koştum. Hem korkuyla kapıyı açıyor, hem de mutfak tarafından birisi geliyor mu diye bakarken kendimi dışarıya atmak için aceleci davranıyordum ama koşan adımlarım yüzümü ani şekilde çarpmam ile son buluyordu. Yüzümü çarptığım yerden geriye doğru çektiğim zaman bir adama çarpmış olduğumu anlamak çok daha fazla korkmama ardından da bu korkunun geceyi yaran bir çığlık olarak dışarıda yankılanmasına neden oldu. Sanırım kalp krizi geçirmem an meselesiydi.

"Korkma korkma benim."

Korkudan titreyen bedenim, bakışlarını yerden kaldırmaya bile cesaret edemiyordu. Tanıdık sese zorla baktığımda burnumdan akan sıcaklığı hissetmem bir olmuştu.

"Beyza burnun kanıyor."

Kanayan burnumu koluma silerken gördüğüm kişinin hayal mi, gerçek mi olduğunu ayırt edemiyordum.

"Ama senin Amerika'da olman gerekiyordu!"

"Bırak şimdi benim nerede olmam gerektiğini. Göğsüme çok sert çarptın. Burnun çok acıyor mu?"

Tekrar burnumdan akan kanı koluma silerken kafamı olumsuz anlamda iki yana salladım ama o, canımın acıdığına çok emin bir şekilde bakıyordu. Yanıma geldikten sonra sağ elini koluma koyarak beni eve doğru döndürdü ama öylece adımlarımı durdurdum.

"Beyza kanamayı durdurmamız ve ardından da temizlememiz gerekiyor. Neden zaman kaybetmemize neden oluyorsun?"

"Demir mutfaktan ses geldi. Eve birisi girmiş olabilir diye korktum."

Tekrar burnumdan akan kanı sildim. Bu sırada Demir "Esra mutfağı topluyordur." dedi. Ona Esra teyzelere izin verdiğimi söyleyince kaşları çatılarak elimden tuttu ve beni yanından ayırmadan mutfağa doğru götürdü. Mutfakta gezinen bakışları titreyen ellerimde son bulduğunda "Bak kimse yok, boş yere kendini korkutmuşsun." dedi. Söylediği cümleden sonra ben de mutfağa baktım. Evet kimse yoktu ama bir ses duyduğumdan da emindim. Hem birisi olsa bizim mutfağa gelmemizi bekleyecek hali de yoktu değil mi? Tekrar bakışlarımı mutfakta gezdirmeye devam ettiğim sırada yere düşen tepsiyi görmemle bakışlarımı hemen o taraftan çektim. Yıkadığım tepsi nasıl becermişse kendini bulunduğu yerden atmakla kalmamış bir de utanmaz halde korkmamı sağlamıştı.

Tekrar burnumdan akan kanı silerken yerdeki tepsiyi Demir'in görmemesi için dua ettim. Yoksa yine gözünde küçük bir çocuğa dönüşecek, bu da yetmezmiş gibi kızmasına da şahit olacaktım.

Demir hiçbir şey demeden beni son zamanlarda tek kaldığım odaya götürdü. Uzun süre sonra ilk defa el ele tutuşarak bu odadan içeriye giriyorduk ve bunun nedeni aramızın düzelmesi olmadığını biliyordum.

Demir banyoya girdiğimiz zaman dolaptan çıkardığı pamuğu eline alıp beni kendine doğru çevirdi.

Onun sıcaklığını özleyen aşık yanım, gözlerini bir dakika bile üzerinden ayırmıyor, hâlâ neden burada olduğunu anlamaya çalışıyordum. O ise özenli bir şekilde davranıyor olsa da göz teması kurmamaya dikkat ediyordu. Gözlerindeki evime girişi engellediği yetmiyormuş gibi kendi evi olan gözlerime de üç gündür uğramadığı için beni yersiz, yurtsuz bırakıyordu.

Sonunda akan kanı durdurmayı başarınca dudak ve çeneme yayılmış olan kanı yıkadı. Ardından da burnumu şefkatle silerek tekrar kontrol etti.

"Demir..."

Fısıltıyla söylediğim ismine karşılık olarak çatılan kaşları ile beraber 'söyle der' gibi yaptığı mimikle karşılık verdi.

"Neden buradasın?"

"Halamın haberini alınca Mersin'e gittim. İyi olduğunu görünce tekrar buraya döndüm ama burada olduğunu bilseydim gelmez, kendi evimde kalırdım."

Son söylediği cümleyle kırılmıştım. Çantamı alıp, gitmeyi düşündüğüm sırada dudaklarımdan engel olamadığım bir soru döküldü.

"Sophia nerede?"

Duyduğu soru onu daha çok çıldırtmışa benziyordu ve bu aynı şekilde ses tonuna da yansıyordu.

"Bundan sana ne Beyza?"

Bondon sono no Boyzo!

Sanırım yavaş yavaş şartellerim atmaya başlıyordu. Evet evet kesinlikle öyle oluyordu ve ben şu an çenemi tutamıyordum.

"Bile isteye beni kıskandırmak için neden çaba veriyorsun?"

"Her şeyi hak ettiğin için!"

Sesi çok sert ve soğuk çıkmış hatta yetmezmiş gibi bir de bağırmıştı.

"Neyi hak ettim Demir, şunu açık açık söylesene?"

"Yeter artık, bunları konuşmak için çok geç. 3 gün önce ben her şeyi bitirdim. Senin burada olduğunu bilseydim, gerçekten gelmezdim. Yine kendi evinde kalıyorsundur diye düşündüm."

Öfkesine kapıldığı için mi böyle konuşuyordu yoksa gerçekten bir karara vardığı için mi böyle söylediğini anlamıyordum ama nasıl oluyorsa o, bunları söylerken benden çok daha üzgün görünmeyi başarıyordu.

"Gerçekten her şeyi bitirdin mi?"

Sorduğum sorudan sonra derin bir nefes alıp, elini saçlarına geçirdi. Tam cevap vermek için ağzını açtığı sırada bakışları günler sonra ilk defa gözlerimle buluştu ve bu buluşma yutkunarak susmasına ardından da hızlı adımlarla kaldığı odaya gitmesine neden oldu.

Bu sorunun cevabını öğrenmek için arkasından giderken "Cevap ver lütfen." dedim ama bu esnada Demir sorduğum soruyla değil de ceketini çıkarıp attığı yatağın dağınıklığıyla ilgileniyordu.

"Bu yatakta kim yattı, neden dağınık?"

"Şey... Ben uyuya kalmışım, hemen şimdi toplarım."

"Toplamanı istemiyorum. Çabuk odamdan çık Beyza."

Demir ciddi anlamda sınırlarını zorluyor, içimdeki onu yumruklama isteğini arttırıyordu. Duygularımı geçiştirmek için derin bir nefes aldım ama aldığım nefes duygularımı geçiştirmeye etki etmediği yetmezmiş gibi içimdeki öfkenin de harlamasına neden olmuştu. Hızla çantamı alıp yanından gitmek için hamle yaptığım zaman "Aptal!" diye bağırdım ama sanki Demir ağzımı açıp kötü söz söylememi bekliyormuş gibi ani bir şekilde kolumdan tutup, beni kendine doğru çevirdi.

"Benimle doğru konuş! Sensin aptal."

"Tabii ki benim aptal! Senin gibi oduna böylesi aşık olduğuma göre benim için başka bir yakıştırma beklenemezdi!"

Demir'in suratında oluşan memnuniyet dolu ifade daha fazla delirmeme neden olmuştu. Bu adam şu an söylediklerimden zevk alıyor gibi görünüyordu ve bu görüntüsü sinirlerimi daha fazla bozuyordu. Bozulan sinirimle kolumdaki elini savuştururken cümlelerin bir anda ağzımdan dökülmesi bu adamın ayarlarımla oynadığının en büyük kanıtıydı.

"Bir daha beni kıskandırmak için elin kadınlarına güzel söz söylediğini duyarsam, seni pişman ederim Demir ERDEM! Duydun mu beni?"

"Ne yaparsın Beyza? Kıskanıp beni daha fazla sahiplenmek yerine ancak susup bir kenarda ağlarsın. 3 gün önce ağlayıp, benden nasıl vazgeçtiğini gördük."

Bu adam kesinlikle onu kıskanmamı ve sahiplenmemi istiyordu. Tamam onu kıskanıyordum ama bu kıskanma bende ters tepip uzaklaşmama neden oluyordu ama Demir, bunun tam tersini yapmamı istiyordu. Bu adam manyak mıydı da hayatı burnundan getirmemi istiyordu?

Her bir cümlesini söylerken üzerime yürüdüğü yetmiyormuş gibi bir de bana sanki avıymışım gibi bakıyordu. Bu bakışları karşısında sinip susacak, alttan alacak hiç değildim ama gerisin geri adım atmama da engel olamıyordum. Komodine çarpmamla kaçacak yerimin bittiğini fark etmem bir olmuştu. Komodinin üzerindeki parfüm şişesinden birini elime alıp, yukarıya kaldırdım.

"Senin çenene, bu şişeyi geçiririm Demir!"

Alayla yüzünü buruşturması beni çok daha fazla tahrik etmişti. Ne yani o, şu an blöf yaptığımı mı düşünüyordu! Kıskançlıktan kuduran nefsimin esiri olup, elimdeki parfüm şişesini hiç acımadan çenesine doğru savurdum.

Kenara doğru çekilirken "Sen ciddisin!" demesiyle, şişenin yerde parçalanması bir oldu.

Komodinin üzerinde duran diğer parfüm şişesini atarken "Çenen kırıldığında ne söylediğimi çok daha iyi anlayacaksın!" diye bağırdım.

Bir iki adım geriye gidip, attığım şişeden ustaca kurtulduğunda sinir katsayım artmıştı ama elimdeki şişeyi ıskalamadan nasıl atacağımı da daha iyi anlamıştım. Hep sağına doğru bir adım atarak şişeden kurtuluyordu. Bu sefer şişeyi üzerine değil sağına doğru atacağı bir adım uzaklığa atacak, sonra da bana alaylı yüz ifadesiyle bakmamayı ona öğretecektim. Son kalan parfüm şişesini elime aldığımda "Sakın onu atma, özel üretim ve devamı yok." dedi.

Elimdeki parfüme baktığım sırada ünlü markanın yüksek fiyatlı ürünü olduğunu anladım. Onun bu parfüm için harcadığı paranın benim için hiçbir ifadesi yoktu. Demir'in de parayı umursamadığını çok iyi biliyordum; çünkü kırdığım şişelerin fiyat olarak bundan aşağı kalır yanı yoktu. Neden bu parfüme bu kadar değer verdiğini anlamak için parfümün kapağını açtım. Havaya doğru sıktığım zaman burnuma dolan Demir ile özdeşleşmiş koku, tebessüm etmeme ardından da aynı tebessümle konuşmama neden olmuştu.

"Bu benim en çok sevdiğim kokun."

"Evet, biliyorum. Bu kokuyu sürdüğüm zaman o küçük burnun boynumda daha fazla geziniyor. O yüzden onu sakın atma."

Sözde her şeyi artık bitirdim diyordu ama burnumun boynunda daha fazla gezindiğini bildiği için bu kokudan vaz geçemiyordu. Söylediği cümleye sessizce "Hımm." dedikten sonra yataktaki yastığı elime alıp, parfümden biraz sıktım ve tekrar yatağa koydum.

"Sen önce cevap ver, bir daha kadınlarla konuşurken dikkatsiz davranacak mısın?"

Bana doğru gelirken "Düşünmem gerekiyor." diye karşılık verdi. Hiç beklemeden kırmak için parfümü yukarıya kaldırdım, ardından da kaşlarımı kaldırarak gözlerine baktım. Ciddi olduğumu anlamış olacak ki bulunduğu yerde durarak "Tamam, düşünmeme gerek yok. Dikkatli davranacağım." dedi.

Yataktan parfüm sıktığım yastığı alıp, kendi odama doğru ilerlerken elimdeki parfüm şişesine bakıp, elini uzattı.

"Sen Amerika'ya gitmeyecek misin?"

"Evet yarın gideceğim, o yüzden parfümü ver."

"Orada ben olmayacağıma göre bu parfüme de ihtiyacın olmayacak." dediğim zaman kaşlarını kaldırıp "Kesinlikle kaşınıyorsun ve ben kendimi zor tutuyorum Beyza." dedi.

Parfüm şişesini yukarıya kaldırıp bana kullandığı aynı ses tonuyla karşılık verdim.

"Kesinlikle kaşınıyorsun ve ben kendimi tutmak istemiyorum!" Derin bir nefes alıp cümlelerimi susturmak için çaba verdim ama bu adam bana ne yaptıysa bir türlü buna engel olamıyordum.

"Bunu elin kadınlarıyla konuşan çenene geçirmeyi ne kadar çok istediğimi biliyor olsaydın o çeneni kapalı tutup, benden uzaklaşman gerektiğini daha iyi bilirdin!"

Demir'in bakışları önce yüzümde sonra da gözlerimde gezinirken aradaki mesafeyi kapatıp gözlerimin içine bakmayı devam ettirdi. Öfkesi artık yer edindiği gözlerini terk etmişti.

"Yeter artık Amerika'daki işlerini hallet ve evimize dön."

Cümlemden sonra Demir'in bakışları dudaklarıma kaydı, ardından da dudaklarıma doğru eğildi fakat ne olduysa bir anda gözlerini kapatıp kendini durdurdu.

"Dönmeyeceğim, artık benim evim orası."

Demir'in cümlesinden sonra derin bir nefes alarak elimdeki yastığı sıktım ve ardından odanın kapısına doğru ilerledim. Tam odadan çıkacağım sırada ona doğru döndüm. Öfkesi silinen bakışlarına yine aynı öfke yerleşmiş görünüyordu.

"Sana 5 gün süre veriyorum. 5 gün sonunda eğer seni bu evde göremezsem gelir, Amerika'daki evini yerle bir ederim. Sinirim geçmezse o çok sevdiğin şirketine adım atar, seninle kedinin fareyle oynadığı gibi oynarım Demir! Al sana, senden vazgeçmeyen kıskanç Beyza."

Söylediğim cümleler Demir'i öfkelendirmek yerine gözlerindeki öfkenin tekrar silinmesine, üzerinden bir yük kalkmış gibi hafiflemiş görünmesine neden oluyordu.

Beyza bu adamın bakışları söylediğin her şeyi hayata geçirmeni sabırsızlıkla bekliyor gibi görünüyor farkındasın değil mi? Sana Amerika yolu göründü benden söylemesi.

Öyle deme, öyle deme!.. Ben Amerika'yı da uçakta geçireceğim o süreyi de sevmiyorum.

Farkına vardığım durum içimin sıkılmasına neden olmuştu ama benim aksime Demir gayet iyi görünüyordu. En iyisi biraz daha sinirlerini bozup durumları eşitlemekti.

"Yalnız sen, benim gıcık yanımı gerçekten bilmiyorsun Demir. Burnundan her şeyi getirdiğimde eski Beyza'ya dönmem için bana yalvaracaksın ama ben, şu an dönüştüğüm Beyza'da kalarak canına okuyacağım. Bunu bilmende fayda var."

Söylediğim cümleden sonra gerçekten onu çıldırtmak için elimden gelen her şeyi yapacağımın farkına varmış olmalı ki üzerime doğru attığı bir adımla beraber konuşmak için ağzını açtı ama ben gıcık Beyza'yı daha önce aktif hale getirerek "Kapat o çeneni!" dedim ve onun konuşmasına fırsat vermeden odama gittim. Kapattığım kapıya sırtımı yaslarken elimde tuttuğum yastığı burnuma yakınlaştırıp mutlulukla kokladım. Günler sonra ilk defa içim huzurluydu ve aldığım kararın doğruluğundan emindim.

Nihayetinde kocamı seviyordum ve bunun karşılığında daha fazla sevildiğimi çok iyi biliyordum. Öyleyse benden istediği gibi davranıp, hayatı burnundan getirecek şekilde kıskanmaya başlayacak, onu bu isteğinden dolayı pişman edecektim. Neyse sen işin eğlencesine odaklan, onu nasıl sinir edebileceğini düşün Beyza; çünkü 5 gün sonra sana Amerika yolunun görüleceğini fazlasıyla biliyorsun.

⌛7 gün sonra...

Uçak inmek üzereyken Fatih Bey'le yarın yapacağımız toplantının üzerinden geçiyorduk.

"Çok zorlanacağını düşünmüyorum kızım. Çizimlerin % 50' si sende, kalan kısım diğer tasarımcılarda ama renk kartelası, malzeme gibi konuları yine de sen belirleyeceksin."

Tebessüm edip elimde hazırladığım örnekleri göstererek "O işi çoktan hallettim Fatih Bey, bu yılın trend renklerinin yanında, giyimde dünyanın öncüsü olan tasarımcıların her birinin koleksiyonunu inceledim ve çıkan sonuca birkaç ekleme daha yaptım. Birde Amerika'da yeni kurulduğu halde, benim dikkatimi çeken deri fabrikasını gezip, ürünleri yakından incelemekte fayda var. Eğer hislerimde yanılmıyorsam, bizim için bereketli bir yıl olacak." dedim.

Örnekleri dikkatle incelediği zaman çok daha fazla rahatlamış görünüyordu. Uçak indiği için yerlerimizden kalkarken tekrar benim için ayrılan odadan vesaire bahsederek, benim rahat bir şekilde süreci geçirmem için elinden geleni yapıyordu.

"Her şey için teşekkür ederim Fatih Bey ama ben, direk eşimin yanına gideceğim."

Cümlemden sonra Fatih Bey saatine bakıp "Kızım saat çok geç oldu ve sen günlerdir çok yoğun şekilde çalışıyorsun. Bu saatte gitmesen daha iyi olur." dedi.

"Beni düşündüğünüzü biliyorum Fatih Bey ama birkaç dakika da olsa eşimi görüp uyumak istiyorum. Yarın toplantıda görüşürüz. "

Özel tahsis edilen arabaya binip navigasyona adresi yazdım. Yolun ne kadar süreceğini gördüğümde elimi kalbimin üzerine koydum. Yol bir saat sürüyordu ve en erken 01.40'da oraya varabilecektim. Günlerdir çektiğim uykusuzluk, baş ağrısı ve yorgunluk hissi üst seviyedeydi ama yine de Demir'i görüp uyumak bana iyi gelecekti. Hiç beklemeden arabayı çalıştırıp eve doğru sürmeye başladım. Zaman geçtikçe göz kapaklarımdaki ağırlaşma ve tekrarlayan esnemeler artıyordu. Kafamı iki yana sallayıp bedenimi saran uyku beni rahat bıraksın diye uğraş veriyordum ama bu uğraşın, nafile bir uğraş olduğunu daha iyi anlıyordum.

Telefonuma gelen görüntülü aramayı açtığımda Ali Asaf ağabeyimin "Fındığım." hitabına esneyerek karşılık vermem güzel bir fırçayı yememe neden olmuştu.

"Sen mi arabayı sürüyorsun, hem de bu kadar uykuluyken!"

"Aaa uykumun olduğuna dair iftiraları kim atıyor böyle canım."

Başıma gelecekleri bildiğim için esneme isteğimi bastırarak cümle kurmam hiçbir işe yaramamıştı.

"Hemen bulunduğun konumu bana atıyorsun ve arabayı müsait bir yere çekiyorsun Beyza. Göndereceğim kişiler seni alana kadar da hareket etmiyorsun."

"Abi lütfen, eve varmama 15 dakika kaldı. Şimdi senin dediğini yaparsam çok zaman kaybederim. Hem bak artık uykum yok ki."

"Fındığım ufak bir dalgınlık kaza yapmana neden olur ve sen günlerce uykusuz bir şekilde çalışıyorsun."

"Evet haklısın abiciğim ama Amerika'da biraz kalmam için bu uykusuzluğu çekmem şarttı."

Cümlemden sonra Kenan'ın "Kiminle konuşuyorsun Ali Asaf?" sorusuna ağabeyim "Beyza ile konuşuyorum." cevabını verdi.

"Neden seni almaya Demir gelmedi abim?"

Ağabeyimin sorusuna cevap vermeden araya önce Kenan'ın "Neden olacak, adamcağız mutlulukla geçireceği son dakikaları değerlendiriyordur." sesi, sonra da ekrana görüntüsü girdi.

"Iyy şu psikopat manyağı görmek insanın ömründen ömür çalıyor. Ona baktıkça yaşlandığımı hissediyorum."

Kenan'ın cümlesine kahkaha attıktan sonra "Şu an görüyorum ki sadece hissetmekle kalmamış yaşlanmaya da başlamışsın deli manyağı." dedim.

Cümlemden sonra Kenan, ağabeyimin elinden telefonu alıp kendine yakınlaştırdı ve eliyle saçını düzeltirken "Hâlâ karizmatik ve çok yakışıklı görünüyorum." dedi.

"Yaşlılık gözüne kadar vurmuş Kenan, senin için çok üzülüyorum."

"Seni hiç sevmediğimi daha önce söylemiştim değil mi Beyza?"

Kenan'ın cümlesinden sonra sesimi hüzünlü hale getirip konuşmaya başladığımda yola baktığım için yüzünü göremiyordum.

"Evet, söylemiştin Kenan. Bunun beni üzdüğünü her defasında senden saklamak için çaba veriyorum ama yok, bu mümkün olmuyor. Şimdi ağladığımı görme diye telefonu kapatacağım. Zaten çok uykusuzluk çekiyordum, şimdi bir de ağladığım için önümü göremezsem ve benden bir daha haber alamazsanız sakın kendini suçlama tamam mı?"

"Saçmalama Beyza! Seni çok sevdiğimi biliyorsun, sadece seni sinir etmek için böyle söylüyorum. Hadi arabayı kenara çek, uykun açıldıktan sonra sürmeye devam edersin."

Onun beni çok sevdiğinden emindim; çünkü aynı şekilde ben de onu çok seviyordum ama o, benim düşman kuzenimdi ve bizim anlaşma dilimiz buydu. Bunu bildiğim için "Sanırım şu an duygusal bir travma yaşıyorum. Hiç sevmediğim düşman kuzenim tarafından çok sevildiğimi bilmek midemin bulanmasına neden oldu. Ay bir dakika, bir dakika sanırım dayanamayıp kusacağım." dedim.

Cümlem ayarsız bir kahkahayla son bulurken Kenan sinirden bağırıyor, ardından da söyleniyordu.

"Gerçekten tam dayaklık olduğunu düşünüyorum Beyza. Seni karşıma alıp-"

Kenan'ın cümlesini Ali Asaf ağabeyimin "Höstt!" sesi bölerken Kenan başını arkaya doğru çevirdi. Büyük bir ihtimalle ağabeyime bakıyordu.

"Sırf uykusu açılsın diye iki tane yapıştıracaktım Ali Asaf." Bakışlarını bana çevirip konuşmasını devam ettirdi.

"Yoksa bu gül yüzlü-" Kenan'ın cümlesine karşılık yüzümü midemin bulandığına dair ifadeye getirince konuşmasına "Cadıya tabii ki kıyabilirim. Şunun cadı tipine bak gece karşıma çıksa korkudan tüm sureleri tek tek okurum!" dedi.

"Allah'ım insanları korkuturken bile bir fayda sağlıyor, Kenan cibilliyetsizinin sureleri okumasına ön ayak oluyorum."

"Beyza!!! Kızım sana çok pis ayar oldum yine. Seni korkutup o sureleri sana tek tek okutmazsam benim adım Kenan değil."

Kenan'ın söylediğiyle tüylerim ürperirken bu aralar ne olursa olsun onunla konuşmamam gerektiğini biliyordum. Kesinlikle korktuğum yerden vurmak için elinden geleni yapacaktı.

"Abiciiiiiim, abiicim Kenan beni yine korkutmakla tehdit ediyor. Lütfen gelip onu döver misin? Ama vururken dikkat ette hep kafasına, kafasına vur. Belki yıllardır düzeltemediğimiz devreler bu sefer düzelir."

Onlar kendi aralarında konuştukları sırada iyiden iyiye uykumun geldiğini hissediyordum ve artık esnemelerimi kontrol altında tutamıyordum. Onlarda bu halimi gördüğü için sürekli beni konuşturmaya çalışıyordu. Sonunda evin önüne varınca görüşmeyi sonlandırmıştım. Görevli beni tanıdığı için kapıyı açarken o sırada başımı direksiyona yasladım. Gerçekten artık tüm gücümü bitirmiştim. İçeriden gelen yüksek müzik sesi baş ağrımın daha da fazla artmasına neden olduğunda bahçenin ana kapısından içeriye girmek için hareket ettim ama koca giriş tıka basa araba doluydu. Arabadan inip bagajdan valizimi aldım. Görevlinin yanına gidip anahtarı ona teslim ederken "Niye burası bu kadar kalabalık ve neden bu kadar müzik sesi var?" diye sordum.

"Şirketle ilgili önemli bir kutlama var Beyza Hanım."

"Anladım. Ben birazdan kalabalığın dağılmasını sağlayacağım. Onlar dağıldıktan sonra arabamı girişe çekebilir misiniz?"

"Tabii ki bırakabiliriz Efendim. Hatta ben, size eşlik edip valizinizi taşımakta yardımcı olayım."

"Nazik teklifiniz için teşekkür ederim ama ben taşıyabilirim. Bu arada lütfen bana efendim diye hitap etmeyin."

Görevli olumlu anlamda kafasını salladıktan sonra valizimle beraber eve doğru ilerledim ama o an ağlamak istedim. Bu kadar uykusuzluk ve baş ağrısı çektiğim yetmezmiş gibi bir de her yer araba dolu olduğu için en az 5 dakika da eve varmak için yürüyecektim.

Şansıma da Demir'in şirketine de kutlamasına da uzun uzun methiyeler dizdiğim vakit kapıya yönelerek valizimle birlikte içeriye girdim.

Valizimi peşimden sürüklerken gözlerimle Demir'i taradım ama bu kalabalıkta onu görmem imkansız gibiydi. Müzikle ilgilenen adamın yanına gidip, müziği kapatmasını kibar bir dille söyledim ama o taraflı olmadı. Tebessüm ederek aynı kibarlıkla tekrar ettiğim cümlenin adamda ne yazık ki bir karşılığı yoktu ve şu an benim de daha fazla kibarlık edecek sabrım yoktu.

"İyi bari biraz müzik sesini kısarsanız şirket için önemli bir açıklamada bulunacağım."

Söylediğimi yaptıktan sonra önünde bulunan mikrofonu elime aldım. Mikrofonla bir iki bakıştıktan sonra aklıma Şener Şen'in unutulmaz domates repliği geldi.

"Yok artık saçmalama Beyza." diyen iç sesimi buradakilerin Türkçe bilmediği ile ikna ettim ve derin bir nefes alıp Demir'i deli edecek gıcık Beyza'ya büründüm.

"Domatess... Domatess..." Sesimi biraz daha yüksek çıkardıktan sonra tekrar "Domates..." dediğim zaman içime doluşan gülme isteğini bastırıp, sonunda bana bakan kalabalığa karşı İngilizce olarak konuşmaya başladım.

"Hanımlar ve beyler, kutlama artık bitmiştir. Lütfen bana bu cümleyi ikinci kez tekrarlatmadan herkes sessiz bir şekilde evlerine dağılsın. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim." dedim. Tam mikrofonu yerine koymak için bir adım atmıştım ki buraya gelmemdeki asıl nedenin ne olduğunu hatırladım. Tekrar kalabalığa doğru dönüp sevinçli haberin kocama daha erken bir şekilde ulaşması için konuşmaya başladım.

"Demir Erdem'e başının belasının geldiğini ve uyumak için odaya çıktığını söylerseniz ayrıca mutlu olurum. Bir de lütfen çıkarken sessiz olun. Eğer bilerek ses çıkaran olursa kamera kayıtlarını inceler, arabasını boylu boyunca çizerim. Bakın gerçekten çizerim!"

Mikrofonu elimden bıraktığımda iyiden iyiye gücümün bittiğini hissediyordum. Valizle beraber zorlanarakta olsa merdivenleri çıkmaya başladım. O esnada arkamdan gelen ses "Yardımcı olmamı ister misiniz?" diye sordu.

"Tabii ki hayır. Oradan bakınca güçsüz gibi mi görünüyorum?"

Alayla "Evet öyle görünüyorsunuz." diyen adama bakmadan cevap vermek için ağzımı açtım ama uzun konuşmanın sadece uykumdan çalacağına karar verdim. "Dua edin şu an çok uykum var." diye cevaplarken üst kata çıktım.

Arkamı dönüp, hâlâ bana bakan kalabalık sinirimi bozuyordu. Saat gecenin 2'siydi ve hangi ülkede olursanız olun bu saatte şirketle ilgili de olsa kutlama yapılması absürttü.

"Size kutlama bitti dedim. Biraz daha burada duracak olursanız; polisi arayıp, konut dokunulmazlığı ihlal suçundan, hepinizden şikayetçi olacağım ve gecenin kalanını bana ettiğiniz gibi size de zehir edeceğim."

Cümlelerim işe yaramış olacak ki insanlar dağılmaya başlamıştı.

"Beyza..."

Sonunda Demir geldiğimi öğrenmişti ama onun nerede olduğunu bir türlü göremiyordum.

"Nerede olduğunu bile göremiyorum Demir. Lütfen biran önce kalabalığın dağılmasını sağla, çok uykusuz ve yorgunum. Ayakta duracak gücüm artık kalmadı, bir an önce uyumam gerekiyor."

Arkamı dönüp, bir iki odanın kapısını açtım. Gözüme güzel gelen bir oda bulduğum sırada Demir'in "Herkes dağılsın, kimseyi görmeyeceğim!" sesi duyuluyordu.

Odadan içeriye girdikten sonra ayakkabılarımı çıkarıp, kendimi yatağa attım. Ne şalımı çözecek ne de trençkotumu çıkaracak gücüm artık kalmamıştı. Kapının açılmasının ardından Demir'in öfkeli sesini duydum.

"Nasıl böyle bir şey yaparsın? Şirket için önemli bir geceydi."

Öfkeli sesine başımı çevirdiğimde öfkesinin arkasına saklanmaya çalışan, bir çift mutlu göz ile karşılaştım.

"Bende seni özledim kocacığım ama şu an konuşacak durumda değilim. Buraya gelebilmek adına, geceli gündüzlü durmaksızın çalıştım. Yarın sabah da toplantım var. O yüzden seninle ancak yarın akşam hasret gideririz."

Cümlemi duyduktan sonra yatağa oturup yönünü bana çevirdi. Göz kapaklarıma söz geçiremiyordum ama onu çok özlediğim için elimden gelen her şeyi yapıyordum. Bakışlarım biraz daha üzerinde dolaşırken gözümde bu adamı daha yakışıklı kılan şeyin ona duyduğum özlem mi, yoksa üzerindeki takımın üstünde kusursuz durması mı olduğuna karar veremiyordum.

Yüzüme doğru gelen trençkotumun yaka kısmını oradan çekerken burnuma doluşan koku canımı sıkmıştı ve bu can sıkıntısı sözlerime yansımıştı.

"Sevdiğim adamın kokusunu üzerinde barındırmıyorsun Demir ve bu yabancı kokuyu sana asla yakıştırmıyorum."

Elini hızla bulunduğu yerden çekerken "Baş edemediğim bir süreçten geçiyorum ve bana iyi geliyor." dedi. Şu an onunla sigaranın zararlarını konuşacak gücüm yoktu. Tekrar kapanan gözlerimi zorla açmak için çaba verdiğim sırada gelen korna sesini duydum.

"Bu kimse yarın onu bulup, arabasını boylu boyunca çizeceğim. Uyarımı dikkate almadığına göre kaşınıyor demektir. Eğer arabası çok pahalıysa ve masrafını karşılamamı isterse, senin numaranı vereceğim. Haberin olsun Demir."

Sırıtarak kurduğum cümleye, kaşları çatık halde karşılık verdi.

"Neden ben ödeyecekmişim?"

Buraya gelme amacımı ve birinci vazifemin onu delirtmek olduğunu kendime tekrar hatırlattım. Sonuçta ona dönmesi için 5 gün zaman vermiştim ve Amerika'ya adım attığım takdirde dönüşeceğim Beyza konusunda onu daha önce uyarmıştım. O da bu durum karşısında memnuniyet dolu bir ifade ile onu çıldırtmamdan alacağı keyfi gözler önüne sermişti.

"Koca olarak hiçbir işe yaradığın yok, bari paranı sağa sola dağıtayım da birazcık işe yaradığını hissedeyim."

Sözlerim işe yaramış olacak ki "Beni sınadığının farkında mısın?" diye sordu. Zor açık tuttuğum gözlerimi kaparken "Sen daha dur, bu başlangıç." dedim.

Söylenme sesleri gitgide kulağımda derinleştiği zaman yanıma gelip trençkotumu çıkarmaya başladı. "Bari üzerini değiştirseydin, sen böyle rahat edemezsin." dediğinde sesler iyice derinleşti ve ben uykunun kollarına kendimi teslim ettim.

⏳⌛

Alarm sesiyle beraber gözlerimi zoraki açtığımda bulunduğum yeri önce yadırgamış olsam da sonra nerede olduğumu hatırladım. Çalmaya devam eden alarmı kapatmak için bir süre yatakta telefonumu aradım. En sonunda bulup alarmı kapattığımda gördüğüm saatle yine alarmı bir çok kere ertelediğimi fark edip, söylene söylene hazırlanmaya başladım.

15 dakika sonra alt kata inmeyi başardığım zaman çalışandan Demir'in işe gittiğini öğrendim. Kahvaltı yapmadan evden çıkmamam gerektiğini tembihlemiş olduğunu öğrensem de benim için yaptırdığı pişiden bir tane alıp, arabama doğru ilerledim.

Bahçenin ana kapısından çıkarken yan tarafta bulunan güvenliğe "Dün gece çıkarken kim korna çaldı gördünüz mü?" diye sordum.

"Evet gördük Beyza Hanım."

"Hemen kamera kayıtlarından plakasını yazıp verir misiniz? "

Plakayı aldığımda Demir'in iş yeri adresini ve o aracında oradaki kişilerden birine ait olduğunu öğrenmiştim. Neyse ki ekstra arabayı çizmek için koşturmayacak, Demir'i deli etmek için gittiğim iş yerinde bana kafa tutan kişiye de söylediklerimde ciddi olduğumu gösterecektim.

Toplantı konumunu navigasyona girdiğim zaman ağlamak istedim. 40 dakikamın yolda geçeceğini bilmek üzülmeme yetmişti bile. Gelen telefon aramasının Derin'den geldiğini görünce mutlulukla açtım.

"Efendim canım."

"Yenge ,Amerika'ya gelmişsin."

"Evet, hem toplantım vardı hem de ağabeyini delirtmem gerekiyordu. O yüzden kısa süreli de olsa buradayım."

"Oo süpersin. Seni çok özledik, bize de zaman ayırırsın değil mi? Ağabeyime yarım saat uzaklıkta oturuyoruz. Bizim evimiz şehir merkezine yakın."

"Tabii ki zaman ayıracağım, çocukları da seni de çok özledim. Sen, bana evin konumunu at, ben müsait olduğumda gelirim canım."

Derin'le uzun bir konuşma sonrasında gideceğim adrese vardığım için telefonumu kapattım. Son kez dosyadaki bilgileri kontrol edip, arabadan indim.

Ön görüşme olacağı için bizi, şehrin ünlü bir restoranında ağırlamak istemişlerdi. Restorandan içeriye girip vestiyere trençkotumu verdim. Görevliyle beraber ayrılan masaya doğru giderken, içkili bir mekan olduğunu ve burada yediğim, içtiğim her şeye çok daha fazla dikkat etmem gerektiğini anladım.

Masada beni bekleyen 5 yabancı erkeği görünce biraz kasılsam da Fatih Bey'in orada olduğunu bilmek beni rahatlatmıştı. Masaya gittiğimde Fatih Bey "Geldin mi güzel kızım?" deyip ayağa kalktı ve sonrasında konuşmasına İngilizce olarak devam etti.

"Evet, gelmesini beklediğiniz tasarımcımız, Beyza Hanım."

Hepsi ayağa kalkarken başımla selam verdim ve tebessümle "Zamanında geldiğimi düşünüyordum, geç mi kaldım?" diye sordum.

"Aslında siz vaktinde geldiniz, biz biraz erken geldik."

Karşımda duran adamla göz teması kurmamaya özen göstererek elimle yerlerine oturmaları için işaret ederken "Lütfen, ayakta kalmayın." diyerek yerime oturdum. Böylece tokalaşma işini de toplu olarak halletmiş olduğum için mutluydum.

Anlatımını yapıp, nasıl bir yol çizmemiz gerektiğini göstereceğim dosyaları dağıttığım sırada "Bunları incelediğinizde gidişatımızı ve nasıl ürünlerle yola devam edeceğimizi anlamış olacaksınız." dedim fakat daha yerime oturmadan "Ama bu pont, bizim hedeflediğimiz ölçü değil." diyen kişiye tebessüm ederek yerime oturdum.

"Sizin istediğiniz pontu benim ince topukta uygulama imkanım yok. Ürünlerimde şıklık kadar, rahatlık ve sağlığa uygun olmasına da önem veriyorum." Bakışlarımı kısa süreli yüzlerinde dolaştırdıktan sonra tekrar konuşmaya devam ettim. "Bana sunduğunuz pontun gerçeklik payı ne yazık ki uzun soluklu kullanımda yok. Böyle bir pontla ancak kadınların ayakta birkaç dakika durabileceği bir ürün ortaya çıkar ve bu ürünle devamlılığı sağlayan alıcıyı kaçırmış olursunuz."

Masanın diğer ucunda oturup, ismini hatırlamadığım kişi "Daha önce o pontta çalışmıştık ve bizim tercihimiz o ölçü." dediğinde elime kağıt, kalem alarak istedikleri ölçüde bir çizim yaptım, ardından da insan vücudunda oluşturacağı baskı alanlarını gösterdim.

"Ayak, bel ve omurga sağlığı için böyle bir ürünle müşteri kitlenizi elinizden kaçırır ve kullanıp memnun kalarak, sizin ayakkabılarınızı önerecek olan, birinci derece önem taşıyan reklam kapısını kapatmış olursunuz. Yine böyle bir riske girmek istediğiniz takdirde bu tasarımların altında benim imzamı göremezsiniz."

Net sesimle kurduğum cümleden sonra tekrar bakışlarımı karşı tarafın üzerinde gezdirdim ve cümleme çok daha kararlı bir sesle devam ettim.

"Benim önceliğim; kadınların sağlıkla, şık ayakkabılar üzerinde ışıldaması, düşüp bir yerlerini kırması değil."

Sözlerimden sonra ortamda sessizlik olurken Fatih Bey "Bizim içinde prestij kaybı olur." diyerek beni destekledi. Zaten Fatih Bey'le hangi toplantıya girersek girelim fikirlerime ve hislerime güvendiği için her zaman güçlü bir şekilde yanımda duruyordu.

Fatih Bey'in cümlesini tebessümle onayladım. Karşımdaki adam "Bakıyorum da doğrularınızdan taviz vermiyorsunuz, Beyza Hanım." dedi.

"Elimden geldiğince Gregor Bey. Peki siz, benim yerimde olsaydınız nasıl bir yol izlerdiniz?"

Önündeki sudan bir yudum aldı. "Sadece cebime girecek paraya odaklanırdım." dediğinde gözlerim açıldı.

"Hem paragöz, hem de açık sözlü olanını da ilk defa görüyorum."

Bir anda ağzımdan çıkan sözleri Türkçe söylemiş olmayı umut ederken, adamın öksürmesiyle İngilizce telaffuz ettiğimi anlamam bir oldu. Peçeteyle ağzını sildiği sırada herkesin gülmesiyle mahcubiyetim artarken, ellerimle kızaran yüzümü kapattım.

"Gerçekten çok özür dilerim. Bir anda sözcükler dilimden döküldü."

Başımın üzerinde hissettiğim öpücükle şaşkınca yukarıya doğru baktım ama Demir'i burada görmeyi kesinlikle beklemiyordum.

Kulağıma doğru eğilip "5 genç adamla toplantıya giriyorsun ve benim bundan haberim olmuyor. Neden bu kısmı bana söylemedin?" diye sordu. Bu kısmı ben de bilmediğim için sorusuna karşılık olarak sadece "Ben de bilmiyordum." diye cevap verdim.

Onunla uzun süre sonra böyle yakın olduğumuz için kalp atışlarım artmış olsa da belli etmemeye çalışarak kendimi toparladım. Yerinden doğrulup herkesle tokalaşmaya başladı ve bunu yaparken "Demir ERDEM... Bu güzel kadının kocası ve şirketin diğer ortağıyım." diyerek kendini tanıttı.

Benimle evli olduğunu çalışanı bile bilmiyorken, bana gelince ayaküstü bile olsa bu detayın üzerinde duruyordu.

Sol çaprazımdaki masayı göstererek başka bir toplantıya katılacağını söylediğinde gösterdiği masaya baktım. 2 tane kadın masada oturmuş, buraya bakarak bir şeyler konuşuyordu. Yanımızdan ayrıldığı sırada elini tutup, kulağıma eğilmesini sağladım. Tam olarak şu an onun istediği gibi kıskanç Beyza'ya bürünmem gerektiğinin farkındaydım.

"Gözüm üzerinde Demir, hiçbir temas istemiyorum. Bundan sonra benden başka hiçbir kadınla ufak bir temasını bile görmeyeceğim."

"Hımm... Peki bunu, hangi hakla söylüyorsun?"

Başımı geriye çekerek gözlerinin içine baktım.

"Senin canın oyun oynamak istiyor sanırım. En iyisi ben de oyununa katılıp, buradaki 5 genç adama aslında seninle evli olmadığımı söyleyeyim. Bu güzel fikre ne dersin?"

Yüzünü kaplayan kıskanç ve öfke dolu ifade ile "Hele bir söyle!" dediği zaman gülümsedim. Sözde benden vaz geçtiğini söyleyerek onun için bir şeyler yapmamı istiyordu ama bu kıskançlık onda olduğu sürece ancak bu kadar rolüne sadık kalabiliyordu.

Gülümsememi geçiştirip yüzümü ciddi bir ifadeye getirmeyi başardıktan sonra onun bana söylediği cümleleri, ona söylüyor olmak inanılmaz derecede keyif veriyordu.

"Hadi şimdi akıllı bir adam ol ve karının sözünden çıkayım deme."

Duydukları karşısından gözlerini kapatıp, sakinleşmeyi diledi. Birkaç saniye sonra toplantı yapacağı masaya doğru ilerledi. Ona bakıp bakmadığımı kontrol ettiğini görünce sırıtarak gözümün üzerinde olduğunu gösterdim.

Kadınlar ayağa kalkıp, Demir'e elini uzattı. Bu hareket karşısında Demir yerlerine oturmaları için nazik bir hareket sergileyip tokalaşmadan yerine oturdu.

Bakışlarımı biraz daha Demir'in üzerinde dolaştırmaya devam ettim. O kıskanılmaktan memnun görünüyordu. Oysa ben, onu kıskandığım zamanlarda bile kapıldığım bu hissi kendime yediremeyen bir karaktere sahiptim ama o, benden kendi gibi olmamı bekliyordu.

Düşüncelerimi bertaraf edip toplantıya kaldığımız yerden devam ettik. Uzun bir görüşmenin ardından buradan kalkınca direk şirketlerine gitmemizi önerdiler. Yerlerimizden yavaş yavaş toparlanırken, çantamdan bir post-it çıkardım. Canım kocamın benden istediği gibi davranacak, onu çok kıskandığımı iliklerine kadar hissettirecektim.

"Evliyim ve karıma çok aşığım : )) "

"Boş yere bakmayın, gözüm karımdan başkasını görmüyor ı ) "

"Arkamda kağıt olduğunu biliyorum, sakın uyarmaya kalkmayın!"

Yazdığım kağıdı elime alırken, "Ben eşimle vedalaşıp geliyorum." dedim. Fatih Bey ne yapmaya çalıştığımı anlamış olacak ki büyük bir kahkaha attı.

"Fatih Bey, kendimi tutamayıp şimdi ben de kahkaha atacağım ve böylece planım elimde patlamış olacak."

Cümlemden sonra Fatih Bey eliyle ağzını kapatıp, kendini frenlemeye çalıştı.

Masadan kalkıp, Demir'in yanına gittim. Yanağını öperek "Vedalaşırken de tokalaşmıyorsun kocacığım. Anlaştık mı?" deyip göz kırptığımda post-iti de sırtına yapıştırdım, ardından da vücudumu dikleyip masadaki kadınlara tebessüm eşliğinde elimi uzattım.

"Beyza AKMAN ERDEM. Bu yakışıklı adamın karısıyım."

Ayaküstü tanışırken Demir'in bakışlarını üzerimde hissettiğim için ona doğru baktım. Hafif kaşlarını yukarıya kaldırmış şekilde bana baktığını görünce göz kırptım. Sanırım ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı.

"Sen, bana misilleme mi yapıyorsun?"

"Tabii ki hayır. Artık sana karşı hissettiğim duyguları, içimde tutmamaya karar verdim. Seni kıskandığımda içimden nasıl geliyorsa öyle davranacağım." O benden tam olarak bunu istiyordu ve ben de onun istediğini vermek için uğraş veriyordum. "Şimdi akıllı bir adam ol ve dediklerimi unutma, tamam mı?"

Sırıtarak kurduğum cümle bittiğinde cevap vermesini beklemeden arkamı dönüp yürümeye başladım ama çok geçmeden elimden tutarak beni, kendine doğru çevirdi. Bakışları kısa süre yüzümde dolaştıktan sonra bana sarılarak dudaklarını kulağımın yakınına getirdi.

"Artık beni kıskanman için çok geç değil mi?"

"Neden geç olsun? Hâlâ bahanelerle bana sarılıp, dokunmaya çalışan sensin. Bir de yanımda olduğunda hızla çarpan kalbini düşünecek olursak, çok çok aşık olduğun ortada Demir." Kendimi geriye doğru çekip gözlerinin içine bakarak "Gerçekten bunları saklayabildiğini mi düşünüyorsun?" diye sordum.

Sorum karşısında tahammülsüz bir nefes ciğerlerine bahşetti ama bu tahammülsüzlüğünün bana değil de kalp atışlarını engelleyemediği için kendisine olduğunu biliyordum ve o bu görüntüsüyle çok tatlı görünüyordu. Üzerinde gezdirdiğim bakışlara bir son verip ona arkamı döndüm. Birkaç adım atarak uzaklaştığımda o tatlı tahammülsüz görüntüsünü, biraz daha görmenin daha iyi olacağına karar verdiğim için tekrar yönümü ona doğru çevirdim.

"Kalp atışların buraya kadar geliyor Demir. Beyza, Beyza, Beyza diyorlar ve demekten de vazgeçeceğe hiç benzemiyorlar. "

Yüzündeki ifadeyi gördüğümde kahkaha atmamak için ellerimle ağzımı kapattım; çünkü onun görüntüsü daha da tatlı bir ifadeye dönmüştü ama sonra bir anda ne olduysa bu tatlı ifade, üzerime doğru attığı adım ile avına saldırmaya hazırlanan aç bir kurda dönüşmüştü. Farkına vardığım gerçekle derin bir nefes alıp, biran önce onun yanından uzaklaşmam gerektiğini iliklerime kadar hissettim.

"Kesinlikle beni çıldırtmak için yaratıldığını düşünüyorum."

Cümlesini kurarken kullandığı ses tonu kulağıma iliştiğinde hiç beklemeden hızlı adımlarla yanından ayrıldım. Gıcık adam ne diye öyle bakıp eğlencemi bozmuştu ki sanki biraz daha onunla uğraşsam beyefendiye bir şey olurdu.

⏳⌛

Saat 16:00 olmuştu ve ben yediğim bir pişiyle ayakta duruyordum. Demir'in şirketine varmadan önce biraz atıştırmalık bir şeyler alıp yoluma devam ettim.

Şirketin otoparkına arabayı park edince sırt çantamı takıp, aldığım yiyeceklerle otoparkı gezmeye başladım. Güvenlik görevlisinden aldığım plakayı görünce sırıtarak arabanın yanına doğru ilerledim. Arabanın şoför kapısını çizerken, Demir'e yüklü miktarda para kaybettireceğim için çokta üzgün sayılmazdım. Nihayetinde evlendiğim günden beri parasına elimi bile sürmemiş, tüm harcamalarımı kendi kazandığım paradan yapmıştım. Şimdi birazcık karısı için para harcamaya başlasa hiçte fena olmazdı, hatta böylece benimle evli olduğunu da kolaylıkla hatırlardı.

Çantamdan çıkardığım post-ite "İyi ki sözümü dinlemeyip, kornaya basarak beni rahatsız ettiniz. Arabanızı çizmek büyük bir zevkti :)" yazıp, çizdiğim yere doğru yapıştırdım.

Bu ufak detayı da hallettiğime göre Demir'in yanına gidip onu çok sevecek, çok kıskanacak, dönüştüğüm Beyza'dan eski halime dönmem için onu çokça yalvartacaktım.

Elimi kolumu sallayarak girdiğim şirket kapısından, güvenlik engeline takılacağımı hiç düşünmemiştim. Cüzdanımdan çıkardığım kimliği gösterirken "Eşim Demir Erdem'e sürpriz yapmaya geldim. Sakın arayıp haber vereyim demeyin." diye uyararak geçiş yaptım.

Demir'in 10. Katta toplantıda olduğunu öğrenince toplantı odasının önüne geçip, biraz beklemeye başladım. Yandaki sekretere "Toplantıya kaç saat önce başladılar?" diye sorduğumda "3 saat." cevabını alınca yeteri kadar konuşmuş olduklarını düşünüp içeriye girdim.

Pek sayamasam da içeride 10 kişiden fazla kadın ve erkek vardı. Baş köşede kocam, tüm ciddiyetiyle otururken iki kolumu yana açarak "Ben geldiiiiim." diye bağırdım.

Gördüğünden emin olmak ister gibi dikkatle bir kere daha bakarken "Merak etme hayal değil, çok sevdiğin eşin seni delirtmeye geldi." deyip yanına gittim. Sanırım o, 8 gün önce Türkiye'de yaptığım konuşmanın ciddiyetine tam olarak varmamış, verdiğim 5 günlük süreyi geçirirse dönüşecek olduğum yeni Beyza'yı hafife almıştı. İşte şimdi tüm gıcıklığımla ay pardon kıskanç aşık yanımla onun yanındaki yerimi almıştım ama bu Demir'in şoka uğramasına neden olmuş gibi görünüyordu.

Şoka giren kocamın daha fazla şoka girmesini istediğim için boynuna sarıldım ve ardından toplantıya katılanlara bakıp "Siz rahatsız olmayın lütfen, ben yokmuşum gibi devam edin veya vazgeçtim, rahatsız olup kalkarsanız daha mutlu olurum." dedim.

Demir'in biran olsun benden ayırmadığı gözlerine bakarken, kafamı ne var diye sağa sola salladım. Sonra boş bir sandalyeyi yanına çekip, sırt çantamdan kurtuldum ve yanına kuruldum. Masaya koyduğum yiyecek paketine uzanamayınca "Demir yanındaki paketi uzatabilir misin?" diye sordum ama hiçbir şey demeden bakmaya devam ederken hiçte uzatacağa benzemiyordu.

"Lütfen çok aç hissediyorum."

"Bu saate kadar hiçbir şey yemediğini bana söyleme Beyza."

"Tamam o halde söylemiyorum Demir."

Bu kız akıllanmaz der gibi kafasını sallayıp, almam için paketi uzattı.

"Toplantıya 30 dakika ara verildi"

Paketin içinden bir tane donut çıkarıp ısırdım. Tadını sevmediğim halde niye aldığımı sorgularken iyiden iyiye keyfim kaçmıştı. Kaçan keyfimle Demir'in cümlesini devam ettirdim.

"Hayır bugünlük toplantı bitti. Kocamı çok özlediğim için onunla eve gideceğim. Yarın toplantınıza devam edersiniz. Tabii yine ben gelip topla-"

Konuşmam, Demir'in ağzımı koca elleriyle kapatıp "Tamam bugünlük toplantı bitti, biraz karımla ilgilenmeliyim." demesiyle son buldu. Ardından insanlarda olan bakışlarını bana doğru çevirip kulağıma eğildi.

"Şimdi ağzını açtığımda sakın konuşayım deme! Ayağa kalkıp, herkesi göndereceğim ve sana iki günün hesabını soracağım."

Gözlerimi yumup onayladıktan sonra, elini ağzımdan çekti ve insanlarla tokalaşmaya başladı. Arkasına yapıştırdığım post-itin, hâlâ orada olduğunu görünce gülmeye başladım. Keyifle diğer kutuda olan cheesecake den bir çatal aldım. O esnada tokalaşmak için bekleyen kadınları gördüm.

"Demir biliyor musun? Sözüm dinlenmediği zaman ben parmak kırabiliyorum. O yüzden parmaklarına dikkat et kocacığım."

Demir duyduğu cümleden sonra arkasını dönüp yüzündeki ifadeyi korumaya çalıştı ama dudağının kenarında hafif bir kıvrılma olmuştu. Tekrar bakışlarını önüne döndürdüğü zaman kadınlarla tokalaşmadan herkesle vedalaştı.

"Şimdi seni, benim elimden kim alacak?"

Üzerime doğru yürürken sorduğu soru ile yediğim lokma boğazıma kaçmış olsa da "Neden ki?" diye sordum.

"Dün gece ve bugün şirket için çok önemliydi. Nasıl bu şekilde davranırsın? Bu hakkı sana kim veriyor?"

"Artık kendine gel. Senin karın olduğumu unutuyorsun herhalde, o hakkı kimseden istediğim yok." Cümlemden sonra üzerime doğru eğildi ve ondan korkacağımı düşünmüş olmalı ki üstten bir bakış attı. "Şimdi beni korkutmaya çalışıp, üzerime geleceğine bana çay getir Demir. Ve tekrar sana hatırlatmakta fayda görüyorum. Şu an karşında asistanın veya şirketinin ayakkabı tasarımcısı yok. Ona göre davran."

Konuşmak için ağzını açtığı sırada çokta iyi şeyler konuşmayacağını bildiğim için çatalımdaki cheesecake den ağzına sıkıştırdım.

"Şu an çok sevdiğin karına, kendi ellerinle çay getirmeni istiyorum. Hadi sevgilim, hadi hayatım, hadi gıcık kocam."

Demir ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.

"Şimdi gidip, sana çay getireceğim ama bir daha bu şekilde davranmayacaksın. Özellikle erkeklerin olduğu kalabalık ortamlarda dikkat çeken şekilde meydan okuyup, kendini odak noktasına dönüştürmeyeceksin." Kurduğu cümleyi "Tamam mı?" diye sorarak pekiştirdiği zaman yüzümdeki gülümseme büyüdü.

"Ne o, hani her şey için çok geçti? Yoksa güzel karını kıskandın mı?" diye sordum. Bu sorunun boş bir soru olduğunu ben de biliyordum ama bu soru karşısında yüzünü alan ifadeyi görmeye bayılıyordum.

İşte yine aynı tahammülsüz nefesi ciğerlerine bahşediyordu ve yine aynı şekilde kendini kontrol altında tutmayı beceremediği için kendine kızıyordu. Tekrar derin bir nefes alıp ayağa kalktı ve odanın kapısına doğru yönelirken "Cidden beni delirtiyorsun." dedi.

Yalnız geldiğinde sırtındaki post-iti alıp, görmesini engellemem gerekiyordu. Yarın sabah tekrar işe giderken yapıştırıp, böylece bir kaç gün tekrarla evli olduğunu herkese duyurmuş, onunla da fırsattan istifade eğlenmiş olurdum.

Kapının açılmasıyla elinde iki bardak çayla gelip, yanıma oturdu. Sandalyemi yanına iterek, sırtındaki post-iti almak için ona sarıldım.

"Seni çok özledim kocacığım."

Gözlerini kapatarak bulunduğu ruh halinden çıkmaya çalışırken sırtındaki kağıdı alıp, avucumun içinde buruşturdum ve geriye yaslandım.

"Böyle olmasını sen istedin Beyza, şimdi çocuk gibi söylenmeyi bırak."

Bu aşk sınavını vermek, benim gibi gururlu birisi için çok fazlaydı. Şu an bu ortamdan uzaklaşmam gerekiyordu ama onun tarafından bir sınava tutulduğumu da çok iyi biliyordum.

Tam ağzımı açıp, cevap vereceğim sırada kapı açıldı ve içeriye bir adam girdi. Adımlarını bize doğru atarken, Demir'den çok bana baktığını fark ettiğim için bakışlarımı Demir'e çevirdim.

"Hayırdır David?"

Demir'in sorusuna adam gülümseyerek cevap verdi.

"Karının 24 saat dolmadan yaptığı, üçüncü vukuatı bu. "

.................................................................

Şu zavallı kız ne yapmış olabilir ki çocuk gibi kocasına şikayet ediliyor acaba?

Jfjdhdhdh

Yeni bölümde görüşmek üzere hepiniz Allah'a emanet olun.

Aaa bir dakika ne zamandır aklımda ama sürekli unutuyorum. Biliyorsunuz kitap yazmak kadar verdiğiniz emeğin karşılığını almakta çok zor. O yüzden aramızda kitap yazan okurlar varsa bu kısma kitabını etiketleyebilir, konusundan bahsedebilir.

Hatta okuyamasam bile vote vererek hepinize elimden geldiğince yardımcı olmaya da çalışırım. Lütfen çekinmeden kitaplarınızı paylaşınız ❤️

Sevgilerle...

Loading...
0%