@hanifta_hanim
|
"Sanırım anladım... O zaman bu gece seni, uyumadan önce biraz sevmeliyim." Beyza'nın bakışları kısa süre yüzümde dolaştıktan sonra bakışlarını göğsüme indirip hemen sarıldı. Bel boşluğunda olan elimi oradan çektim ve iki kolumla onu ait olduğu yere sardım. "Geldiğim gün-" Göğsümde hissettiğim ıslaklık ve Beyza'nın yarım bıraktığı cümle şaşırmama neden olduğunda onu göğsümden uzaklaştırıp gözlerinin içine baktım. "Ne oldu güzel karım yine neden akıyor bu incilerin?" Başparmağımla akan gözyaşlarını silmek için harekete geçtim ama Beyza bunun yerine tekrar yüzünü göğsüme yasladı. "Geldiğim gün beni seversin diye düşündüm ama beni gördüğünde sarılmadın bile." O kadar çok sevgi dolu bir ailede büyümüştü ve o kadar çok sevilmeye alışmıştı ki sevildiğini hissetmediği zamanlar onun kolaylıkla incinmesine neden oluyordu. Dolunay'a başımla gitmesi için işaret ettiğim zaman Beyza'nın ağladığını anlamış olacak ki hiçbir şey demeden yanımızdan uzaklaştı. Ben de Beyza'yı tekrar göğsümden ayırdıktan sonra elinden tutarak yatağıma doğru ilerledim. Onun dizime oturmasını sağlayıp ellerimle yanaklarını kavradım. "Çok mu özledin kocanı?" "Hem de çok." Minik burnunu öptüm. Alnımı alnına yasladıktan sonra "Ben zaten geldiğin gün seni çok sevdim güzel karım." dedim. Cümlem Beyza'nın alnıma yaslı olan alnını geri çekerek, anlamaz gözlerle bana bakmasını sağlamıştı. "Uykusuz bir şekilde o kadar yol gelmeme rağmen bırak sevmeyi, sarılmadın bile Demir." "Bu süreçte en sevdiğim yanlarından biri derin uyumandı sevgilim. Böylece sen her gece kollarımda uyuyabiliyordun." Beyza şaşkın bir şekilde kaşlarını kaldırıp bana baktı. Bu süreçte geçirdiğimiz zamanları düşünmüş olmalı ki eliyle hafifçe omzuma vurdu. "O yüzden ben, senin hasretinden ölürken sen, o kadar rahat bir şekilde benden uzak durabiliyordun kötü adam!" "Rahat bir şekilde mi? Sevgilim sana dokunmadığım her dakika delirmem için yeterli bir nedendi. Sence gece boyu kollarımda uyuman benim için yeterli olabilir mi?" "Ama haksızlık... Ben o kadar uzun süre beni sevmediğin, sarılmadığın için çok üzülmüştüm." Cümlesine içine çektiği derin bir nefesle beraber devam etmeye başladığında bir şeyler kafasında daha fazla netleşmiş gibiydi. "İzmir'de sana, gece odama girdin mi diye sorduğum o gün de sen yanımdaydın. Değil mi vicdansız adam?" Onsuzluk yeteri kadar zordu ve ben bulduğum her fırsatı değerlendiriyordum. Kafamı evet anlamında salladıktan sonra boynundan tutup dudaklarına ufak bir buse bıraktım ama bunu yapmakla hiç iyi yapmadığımı anladım. Beyza dudağının üzerine elini koymuş bir şekilde bana şaşkın şaşkın bakıyordu. "Bu hissi biliyorum! Sadece uyumuyormuşsun bir de beni öpüyormuşsun!" Onu ani hareketle yatağa yatırarak öpmeye başladım. Onun yanında zaman hiç olmadığı kadar hızlı akıyorken ona dokunduğum zamanlar bu süre daha da hızlı ilerliyordu ve ben, zaman kavramını kaybediyordum. Sınıra ulaşan bedenim sinyaller verirken hemen onu öpmeyi sonlandırdım; çünkü ciddi anlamda artık sabrımın sonundaydım. Başımı biraz geriye çekerek "Ne yazık ki o kadar derin uyumuyorsun sevgilim, seni sadece o gün öptüm zaten o öpücükte burnumdan geldi." dedim. Beyza anlamadığı için kafasını iki yana salladı. "Sadece birkaç saniye sürdü onda da ismimi sayıkladığın için uyanmandan korktum, gerçi yanından ayrılmadan önce dudağından ufakta olsa bir buse daha çalmayı başarmıştım." Şaşkın bir şekilde kaşlarını yukarıya kaldıran karımın yüzünde bakışlarımı gezdirmeye devam ettim. O konuşmaya başladığında ise bakışlarım kızarmasına neden olduğum dudaklarına gitti. "Dudaklarımdan öpücük çalacağına gelip alsaydın-" Cümlesinin yarıda kesilmesini sağlayan dudaklarımla vücudum, hayat bulmakla can çekişmek arasında geziniyordu ve ben, şu an can çekişen tarafta olduğumu daha iyi anlıyordum. Nefes alması için Beyza'ya ufak bir zaman dilimi oluştururken zor topladığım sesimle konuşuyordum. "Yalvarırım artık beni, kendinden mahrum bırakma." Sağ gözünün kenarındaki saçı, işaret parmağımla kulağının arkasına doğru götürdüğüm vakit, ışık saçına vurduğu için çikolata saçlarının arasındaki karamel ışıltılar daha fazla ortaya çıkıyordu ve ben, ona daha fazla çekiliyordum. "Kendimden mahrum bırakmıyorum ki Demir. Sana 2 gün önce 'Şu an kocamın sıcak kollarında olabilirdim ama kendisi benden vazgeçtiğini göstermek için uzak durmayı tercih ediyor.' dediğim zaman bana, 'Kendime söz verdim Beyza, o sözleri daha 24 saat bile dolmadan yemeyeceğim' diye karşılık veren sendin." Beyza'nın cümlesinden sonra savurduğum küfürler onun elleriyle dudaklarımı kapatmasıyla son bulurken bir de üzerine karımdan fırça yiyordum. "Sen iyice arsız bir adama dönüştün Demir. Bu cümleler sana yakışıyor mu?" Dudaklarımı kapatan ellerini peş peşe öpmeye başladıkça Beyza ciddi tavrını korumaya çalışsa da dayanamayıp gülümsemeye, ardından da söylenmeye başladı. "Hem arsız hem de uslanmaz bir adamsın. Seni nasıl yola getireceğim ben?" Bir kez daha elinin içini öptükten sonra karımın ağzımı kapatan elini, bileğinden tutup yatağa doğru götürdüm ve alnını öptüm. "Güzel karım..." Alnındaki dudaklarımı burun ucuna kaydırdım ve orayı öperek konuşmama devam ettim. "Acaba bu arsızlıkları senin üzerinde hayata geçirsem..." Burnundaki dudaklarımı dudaklarına getirip ufak bir buse aldıktan sonra "Sence uslanmaz mıyım?" diye sordum. "Bence uslanmaz daha da arsızlaşırsın yakışıklı kocam." Yüzümü geriye doğru çekip bana gülümseyerek bakan karıma baktım. "Yine bir deneyelim diyorum." Bakışlarımı üzerinde dolaştırdıkça tuttuğum tüm irademin kaybolduğunu anlamam sözlerime yansıdığında daha iyi anlıyordum. "Hatta hemen şimdi deneyelim. Hazır ikimiz yataktayken ve sen, beni bu kadar güzel kendine davet ediyorken bundan doğru zaman olamaz." Beyza'nın şaşkınlıkla yüzü şekillendi. "Hayatım evimizde misafir olduğunu unutmuş olamazsın değil mi?" Sorduğu soru hemen üzerinden kalkıp, kapıya doğru yönelmeme neden olduğunda "Sen onları dert etme, hemen şimdi evlerine gönderiyorum." dedim. "Demir. Demir, dur lütfen bu çok ayıp." Ona doğru dönüp baktığım zaman hızla yanıma doğru geldiğini gördüm. "Yemişim ayıbını, sadece seni bir kere yaşayabildim!" Gözlerinin içine bakarak söylediğim cümle Beyza'nın yanaklarının rengini çok daha tatlı bir tona boyarken, alt kattan Dolunay'ın "Yengee hadi gel." sesi duyuluyordu. "Tamam geliyorum yengeciğim." Beyza'nın Dolunay'a verdiği cevap hayretle ona bakmamı sağlamıştı. Ben onları evden göndereceğim dediğim halde o, yanlarına gideceğini söylüyordu. "Demir lütfen bana midene indirmek istediğin bir av gibi bakma, gerçekten şu bakışların karşısında çok geriliyorum." Çapkın bir gülüş atıp konuşmaya başladım ama cümlelerimdeki imayı Beyza'nın çok rahat bir şekilde anladığını biliyordum. "Gerilme güzel karım. Söz veriyorum seni afiyetle yediğim zaman canın hiç acımayacak." Beyza bir şeyleri hatırlamış olmalı ki yanakları daha fazla pembeyle boyanırken geriye doğru bir adım atıp "Yalancıııı." dedi ve hiç beklemeden yanımdan kaçmak için hamle yaptı. Adımları belini kavrayan kollarım tarafından son bulduğunda onu göğsüme yasladım. "Neden bana yalancı dediğini anlamadım Haniftam? Açıklama yapmadan nereye gidiyorsun?" "Neden olduğunu bildiğin halde neden soruyorsun arsız adam?" "O kadar güzel dakikalardı ki bazen gerçek miydi, hayal miydi diye sorguluyorum. Hayal olmadığını senin sesinden duymak istiyor olamaz mıyım?" Beyza'nın kalp atışlarının arttığını rahatlıkla anlayabiliyordum. Tam onu bana doğru çevireceğim zaman yine Dolunay'ın "Yengeee" diye mızmızlanan ve gittikçe yakınlaşan sesini duydum. Beyza duyduğu sesten sonra ellerini, belini kavrayan kollarıma doğru getirip kendini kollarımdan kurtardı. Çok geçmeden Dolunay'ı gördüğünde ise rahatlamış bir nefes verdi. "Yenge hani beraber yiyecektik?" "Geldim Portakal Çiçeğim." Dolunay'ın uzattığı eli tutup kapıya doğru ilerledikleri zaman derin bir nefes aldım. Ne de olsa birazdan onları bir şekilde yollar sonra karımı rahat bir şekilde kollarıma sarabilirdim. Rahatlayan düşüncelerim, akşam yemeğinde David'in bize katılacağını hatırladığında eski gergin haline dönerken, bu seferde kendime onu da yolladıktan sonraki zamanı hatırlatıyordum. Ne olursa olsun bu gece karım kollarımda uyuyacaktı ve sonunda onu istediğim gibi yaşayabilecektim. ❤️ ⏳❤️ "Demir, yarın Gökhan ve Derin'i akşam yemeğine çağıralım mı?" Seccadesini katlarken, derin bir nefes aldı. "Abartma istersen." diye karşılık verdiğinde ayağa kalkıp yanına gittim. "Hayatım ben istiyorum ki Türkiye'ye dönmeden önce aranızdaki meseleleri artık kapatın. Biraz daha çabalasan hatta sen çabalama, bırak onlar çabalasın sevgilim." Kafasını iki yana sallayarak "Şu an çok açım. Yemekten sonra konuşalım mı?" diye karşılık verince yanından ayrılıp mutfağa gittim. Çalan telefon sesiyle ekrana baktığım zaman Ali Asaf ağabeyimin aradığını gördüm ve onunla konuşmak için arka bahçeye çıktım. Havadan sudan uzun bir süre konuştuktan sonra onlara duyduğum özlem çok daha fazla artmıştı. "Tamam abim, buradan döner dönmez mutlaka geleceğim. Ben de sizi çok özledim. Herkese selam söylersin." Telefonu kapatıp ne zaman akmaya başladığını bilmediğim gözyaşlarımı sildim. Evlendiğim günden beri bir kez olsun ailemin yanına gitmek nasip olmamıştı ve dedem de ailemin diğer üyeleri de beni beklemekte çok haklıydı. Düşüncelerden arınmak istediğim için derin nefes eşliğinde mutfağa girdim. "Hadi hayatım çok açım, senin gelmeni bekliyoruz." Demir'in odadan gelen sesini duyunca güveç tenceresini elime alıp "Tamam geliyorum." dedim. Masaya doğru yaklaşırken hüznümü geriye atıp, tebessümlü dudaklarımla "Demir bak, senin için ne yaptım?" diye sordum. Demir cevap vereceği sırada masaya baktım ve gördüğüm kişiyle hayal kırıklığına uğradım. "Sevgilim, tahmin ettiğim şey mi o?" Demir, sorduğu soruyla eş zamanlı masadan kalkıp hemen yanıma geldi. Elimden güveç tenceresini alırken, sessizce "Bu adamın ne işi var burada?" diye sordum. "Bugün senin yanına gelmek için toplantılara o katıldı. Her şeyin üzerinden geçeceğimiz için burada. Niye sordun?" "Bu adamın konuşma tarzı, beni çok rahatsız ediyor. Keşke geleceğini daha önce söyleseydin." Söylediklerim Demir'in kaşlarının çatılmasına ardından da "Nasıl rahatsız ediyor? Onun karakterini bildiğim için seninle konuşurken dikkat etmesi konusunda daha önce uyarmıştım. Maksadını aşan bir söz mü söyledi!" diye sordu ama bunu sorarken her an David'e saldıracak gibi görünüyordu. Ne yani o da mı Cenk gibi cıvık bir adamdı? Gerçi Cenk cıvık bir adam olsa da onda bulunmayan ama David'de bulunan ve beni aşırı derece rahatsız edip ismini koyamadığım bir durum vardı. Belki de bu yabancı olmasından kaynaklıydı. Düşünceler arasında gezinirken zaten burada kısa süre kalacağımız için kafamı olumsuz anlamda salladım. "Ama yine de rahatsız hissediyorum." Yavaşça masaya yaklaşırken "Tamam hayatım, sen rahatsız hissetme diye biz yemekten sonra çalışma odasına gideriz." dedi. "Hoş geldin demek yok mu Beyza?" David'in soruna "Hoş geldiniz David Bey. Sizin şirketle ilgili özel konuşacağınız konular olduğu için ben, bugün içerde olacağım. Size afiyet olsun." diye cevap verdim. Demir elindeki güveç tenceresini masaya koyup bana doğru döndü ve Türkçe olarak "Sevgilim gitmene gerek yok." dedi. "Demir, böyle daha iyi hissedeceğim." Beni kendine doğru çekip, alnımdan öperken düşünceli sesiyle konuşmaya başladı. "Sana göndereceğim yemekleri, mutlaka bitir." "Tamam hayatım." Kapının çalma sesiyle beraber, içeriye Selin, Akın, Çınar, Kağan ve Sophia girdiğinde Demir ile birbirimize bakıp "Bugün bereketli bir gün anlaşılan." dedim. (Ayıp ama kimse de Demir'in arkadaşlarını bizimle tanıştırmadın demiyor 😁😅)
Akın DAĞ
Kağan SARAÇ
"Sonunda yüzün gülüyor fıstığım." "Şükür bugün toparladık sayılır." Selin'in kollarından ayrılıp masayı işaret ederek "Karnınız aç mı bilmiyorum ama soframız hazır, buyurun sofraya oturun." dedim. Çınar, cümlemi tamamlamadan sofraya oturup "Kurulu sofra olurda benim gibi bekar adam yemek yemez mi?" diyerek kahkaha attı. Ardından Kağan da sofraya tebessümle otururken, konuşmaya başladı. "Bende bekar olduğuma göre sofradaki yerimi alayım." Akın ile Selin tok olsa da yaptığım tatlıdan yemeleri için sofraya oturunca, Sophia ayakta kalmıştı. "Sophia peki sen dayak yemek ister misin?" İngilizce olarak telaffuz ettiğim cümleyi yanlış kurduğumu düşünecek olmalı ki Çınar, gülerek "Beyza kelimeleri karıştırdın sanırım, dayak değil, yemek olacak." dedi. "Yok yok ben kelimeleri karıştırmadım." Sophia'nın üzerine doğru gidip "Bir daha soruyorum Sophia, dayak yemek ister misin?" diye dişlerimin arasından sorduğum sırada o da geri geri gidiyordu. "Beyza ne bileyim senin kıskanınca daha beter uzaklaşacağını. Demir ağabeye iyilik olsun diye başının etini yedim. Sözde size iyilik yapacaktım ama ters tepti." Elime rulo kağıt peçeteyi geçirdiğim esnada "Ne o, Demir ağabey demeye başlamışsın. Ne değişti anlatsana?" diye sordum. O geri geri adımlarken ben üzerine doğru yürümeye devam ettiğim için resmen masanın etrafında dolaşıyorduk. "Zaten hep ağabey diyordum. Sırf sen kıskan diye hem Demir dedim hem de sandalyene oturmama izin vermediği halde zorla oturdum." Kaşlarını yukarıya kaldırarak konuşmasına şaşkın bir ses tonuyla devam etti. "Senin gibi kıskanıpta uzaklaşanı da ilk defa gördüm. Kocana sahip çıksaydın ya, ne diye elin kızını yemek masasında kocanın yanında oturtuyorsun?" Son duyduğum cümle sonrası "Hepsi senin başının altından çıktı ve benim akılsız kocamda senin aklına mı uydu?" deyip peçeteyi ona doğru atınca omzuna çarptı. Selin kahkaha atarak "Yine tam isabet. Al kuzum bunu da at, benim sadece asistanı olarak işe girdiğinden haberim vardı. Türkiye'ye gittiğinden bile haberim yoktu. Hem bu salakta Demir'in asistanlığını yapacak beyin mi var!" deyip tuzluğu elime uzattı. Sophia'ya söylediği cümle gülümsememe neden olduğunda Çınar araya girerek, "Sophia şimdi öldün işte! Hem nişanı kuvvetli hem de ablan sana atması için porselen tuzluk verdi." dedi. Sophia koşarak arkamdan sarılırken "Sen restoranda ağladığında ben dayanamayıp söyleyecektim ama Demir ağabey söylememe izin vermedi. Ne olur beni affet, aranızı daha fazla açacağımı düşünmedim." dedi. Zaten bunu onun değil, Demir'in bilmesi gerekiyordu ama o da şu an yüzsüzce yaptığım sarmalardan keyifle yerken bizi izliyordu. "O ağabeyinin kafasını kırmadan gün yüzü göremeyeceğim herhalde." diye öfkeyle söylenip, tuzluğu Demir'e fırlattım. İki eliyle tuzluğu havada ustaca tuttuktan sonra hem sarmanın üzerine hafifçe tuz döküyor hem de gülümseyerek konuşuyordu. "Tamda senden tuzluğu isteyecektim sevgilim. Yalnız bunlar efsane olmuş, şimdiden söylüyorum bunlardan kimseye yedirmem." Zalım kocam bu kadar güzel gülümseyip bir de böyle iştahla yemek zorunda mıydı? Görüntüsü kalbimin yumuşacık olmasını sağlarken yanına doğru gidip "Demir, tencereden mi alıp yiyorsun?" diye sordum ama o taraflı olmayarak koca tencereyi daha fazla önüne doğru aldı. Bu hareketini gören Çınar ve Kağan beklemeden yerlerinden kalkıp yanımıza doğru geldiler. Kağan, lahana sarmasından ağzına bir tane atarken, "Bu hayvan önüne çekiyorsa kesin güzeldir." deyip, ağzındaki sarmayı yemeye başladı ve ardından konuşmaya devam etti. "Demir çok bencil bir adamsın ama merak etme, koca tencereyi tek başına sana yedirmeyiz." "Oğlum siz ne anlarsınız kara lahana sarmasından? Karadeniz damadı olan benim ve çok sevdiğim için karım özel olarak bana yapmış. Çok sevdiyseniz, gidin sizde Karadenizli biriyle evlenin!" Demir'in sözlerinden sonra Akın'da yerinden kalkıp "Bitmeden tadına bakayım bari." dedi. Servis yapmak için içerden Maria gelirken, ben hâlâ ayakta nereye oturacağımı bilmeden duruyordum. Demir baş köşede oturduğu için David de onun yanında oturuyordu. Her zaman oturduğum yere oturacak olsam onunla karşılıklı oturmuş olacaktık ki bu istediğim bir şey değildi. Çınar ve Kağan'da ayarsız konuşuyorlardı ama bu adamdan rahatsız olduğum gibi onlardan rahatsız olmuyordum. En iyisi Selin'in yanı, Kağan'ın karşısındaki sandalyede oturmaktı. Selin'in yanına gidip sandalyeyi geriye doğru çektiğim sırada Demir konuşmaya başladı. "Orada oturmayı düşünmüyorsun değil mi? Hemen yanıma geliyorsun." Ona neden burada oturmak istediğimi açıklayamayacağım için "Selin'le uzun süredir görüşüp, konuşmadığımız için onu özledim. Ben bu akşam burada oturacağım." dedim. Sandalyeye oturduğumda Selin göz kırparak "Bende seni çok özledim fıstığım." deyip sol elimi tuttu. Selin'in yüzünde dolaşan bakışlarım, çok geçmeden boşta kalan sağ elimin tutulmasıyla beni sandalyeden kaldıran kocama kaydı. "En çok beni özleyeceksin beni! Bugünden itibaren yanımdan bir dakika bile ayrılmanı istemiyorum. Sensiz geçen günlerin acısını çıkaracağım." Yürürken gözlerimin içine bakarak söylediği cümleyi bitirdikten sonra beni kendine doğru çevirdi. Çok geçmeden dudaklarını alnıma götürerek öpmeye başladığında sıcaklığı yüreğime ılık ılık akıyordu. Onu o kadar çok özlemiştim ki şu an dudaklarını alnımdan çekmesini hiç istemiyordum. "Seni çok seviyorum Haniftam." Kalbinin derinliklerinden söylediği fısıltılı cümleye kalbimin derinlikleri yanıt veriyordu. "Bende seni çok seviyorum hayatım." Birbirimizden ayrılmayı hiç istemiyor olsak da zorla ayrılmış ve yerlerimize oturmuştuk. Sofradaki muhabbete ara ara eşlik eden uzun bakışmalarımız alay konusu olsa da uzun zaman sonra giriş yaptığım evimde çok güzel karşılanıyor, aynı şekilde Demir'i gözlerimdeki meskeninde özenle ağırlıyordum. Sanırım aşkla bakan gözlerimiz ikimize de hayat veriyor, daha fazla yaşadığımızı hissetmemize neden oluyordu. Yemekler kalkıp, tatlı servisi başladığı zaman Demir ciddi bir tonda Maria'ya "Tatlının yanında eşime büyük bir bardak süt getir." dedi. Demir'in sözü üzerine mızmızlanmamla beraber masadakilerin kahkahası da aynı anda odada yankılanıyordu. "Demir hayır hayır... Tatlı yememe cezasını seçiyorum." "Çocuk gibi mızmızlanmayı bırak sevgilim. Sırtıma yapıştırdığın kağıtların cezası, daha büyük olmalıydı ama sana kıyamadığım için insaflı davranıyorum." Bari bu konulara milletin yanında girmeseydi diye düşündüğüm sırada Akın "Ne kağıdı? " diye sordu. David "Beyza, Amerika'ya geldiği günden beri, Demir'in sırtına içinden ne geliyorsa yazıp yapıştırıyordu. Demir'in de hiçbir şeyden haberi olmadığı için önemli toplantılara bile sırtındaki o kağıtla giriyordu." diye cevap verdi. David, misafirimiz olduğu için tüm konuşmalar İngilizce yapılıyordu. Masadakiler kahkaha atarken Demir, "Peki sırtımda kağıt olduğunu neden söylemiyordunuz?" diye sordu. David gülümseyip, kısa süre bana baktıktan sonra Demir'e döndü ve konuşmaya başladı. "Zeki karın, her kağıdın altına sırtımda post-it olduğunu biliyorum, söylemenizden sıkıldım yazıp önümüzü kesiyordu." Demir kafasını iki yana sallayıp bana, bu kız akıllanmaz der gibi baktı ve ses tonunu taviz vermeyen şekilde ayarladı. "Sen var ya kesinlikle daha büyük bir cezayı hak ediyorsun. O yüzden yarın sabah kahvaltısında da çay yerine bir bardak süt içeceksin sevgilim." "Asla kabul etmiyorum Demir!" Ben Karadenizliydim ve çay olmadan kahvaltı yapmam asla ama asla mümkün değildi. Bunun farkında olduğum için verdiğim tepkiye karşı Demir'in yüzündeki gülümseme büyüdü. O bildiğin şu an bu halimden keyif alıyordu. "Hımm demek itiraz ediyorsun..." Bakışlarını yüzümde gezdirmeye devam ettikten sonra yüzündeki gülümsemeyi silip sesini ciddi bir tona getirerek konuşmasına devam etti. "O halde ekstra olarak yarın akşam da tatlının yanına çay yerine, süt eşlik edecek." Ellerimi sinirden yumruk edip sallarken "Ne yapacağım biliyor musun? Yarın iş yerine gelip her şeyi altüst edeceğim, ondan sonraki gün de ondan sonraki gün yine, yine ve yine... Sen, ne olur artık dur diye bana yalvarana kadar!" dedim ama cümlelerim, Demir'in yüzündeki keyif dolu ifadeyi arttırmış gibi görünüyordu. Burnumu parmaklarının arasına alıp sıktığında "Sanırım tam olarak şu an senden korkmam gerekiyordu sevgilim ama bu şekilde o kadar sevimli görünüyorsun ki bir türlü senden korkamıyorum." dedi. Yaptığı hareketin karşılığını vermek için elimi kaldırmam ile indirmem ani olmuştu. Şu an kesinlikle burası yeri değildi. "Misafirlerimiz var diye şu hareketine karşılık vermemek için direniyorum ama kesinlikle karşılığını alacaksın." Elini burnumdan çekip, iç çekerek bana baktıktan sonra bakışları burnuma doğru kaydı. "Tenin o kadar hassas ki hemen kızarmış." deyip hiç beklemeden burnumun ucunu öptü. Beklemediği hareketi karşısında yüzümün yandığını hissederken sessizce fısıldadım. "Bari milletin içinde yapma n'olur." Demir dudaklarını burnumdan çektikten sonra alnını alnıma dayayıp "Sen utanıyorsun diye bırakıyorum yoksa kimseyi umursadığım söylenemez." dedi. Onun arsız bir adam olduğu su katılmamış bir gerçekti, bunu bildiğim için hemen ondan uzaklaştım. "Beyza geldiğin gün benden, Demir'in arabasının modelini neden istemiştin? Hemen telefonu kapattığın için o gün sana soramamıştım." Selin'in cümlesinden sonra mahcup bir nefes alıp, bakışlarımı önüme sabitledim. Şimdi bunu sormak nereden çıkmıştı? Sanki herkes, benim yaptıklarımı ortaya dökmek için uğraşıyor gibi hissediyordum. Ne diyeceğimi bilemediğim için alt dudağımı kemirmeye başladığım zaman Demir konuşmaya başladı. "Hanımefendi arabamın kaportasına artık beni sınama yazdığı yetmiyormuş gibi ünlem işaretini bile koymaktan geri kalmamış. Yine benim arabam iyi durumda David'in arabasının her yeri çizik, resim ve yazıyla dolu." Herkesin bakışını üzerimde hissettiğim için ellerimle yüzümü kapatıp bulunduğum ortamdan kaybolmak istedim. Alt tarafı beni sinirlendirdikleri için iki tane arabayı çizmiştim ama onlar, bana sanki adam öldürmüşüm gibi bakıyorlardı. Akın, o halime önce keyifle güldükten sonra "Şimdi siz de hep Beyza'yı suçlayan tarzda konuşuyorsunuz. Ne yaptınız da kız, sizin arabanızı çizdi? Durduk yere gelip, sizin arabanızı çizecek hali yok ya." dediğinde heyecanla ellerimi yüzümden çektim. "Sana bundan sonra kesinlikle Akın ağabey diyecek, saygıda asla ama asla kusur etmeyeceğim." Sıfır kilometre ağabeyimden aldığım cesaretle ikisine doğru döndüm. "Akın ağabeyim haklı, kendi yaptıklarınızı da söylesenize." Elimle Demir'i gösterirken "Ağabey o, bana kötü davranıyordu." dedim. Sonra da elimle David'i işaret edip konuşmaya devam ettim. "Ona da bile isteye ses çıkaran olursa arabasını çizerim dediğim halde bilerek ses çıkardı, ben de üzerime düşeni yapıp arabasını çizdim." Bakışlarımı masadakilerin üzerinde gezdirdikçe büründüğüm avukat kimliğinin oldukça yakıştığına karar verip, konuşmaya devam ettim. "Şimdi soruyorum size jüri üyeleri, bu yaptıklarımda benim suçum var mı?" Sofradan "Yok!" sesi yükselince yüzümü masum bir ifadeye getirip "İşte duydunuz yaptıklarım ikinizin suçu." dedim. Demir tebessümle işaret parmağının arkasını yüzümde gezdirirken "İkinci hatıranı da öylece bırakıp saklayacağım." dedi. Demir'in güzel sesinden çıkan cümleler aramızdaki hatıranın tekrar hayat bulmasını sağlarken bunun yanında aklıma o gün David'in söylediği sözler de gelmişti. Bundan dolayı hem sinirlenmiş hem de onunla araba konusunu bir sonuca bağlayamadığımızı hatırladığım için konuşmaya başladım. "David Bey, hesap numaranızı bu akşam atarsanız, yarın arabanızı satın alıp zararınızı karşılamış olurum." David cümleme, masaya sağ elinin parmaklarını teker teker vurarak eşlik ettikten sonra birden parmaklarını aynı anda masaya vurarak sabitledi. Ardından da derin bir nefes alarak "Arabam satılık değil Beyza." dedi. "Olmaz öyle David Bey, ben arabanın parasını hazırladım. Olmadı arabanın yenisini alıp, sizin arabanızla takas edelim." Tekrar parmaklarını tek tek masaya vurmaya başladı. Masadaki bakışlarımı yüzüne doğru çıkarırken Demir konuşmaya başladığı için ona doğru döndüm. "Sen arabanın parasını nasıl hazırladın?" "Benim zaten param vardı, biraz da ağabeylerimden takviye aldım." Verdiğim cevap, Demir'in hoşuna gitmemiş olacak ki kaşları çatılıp, çenesi kasıldı. Gözlerini sakinleşmek ister gibi kapatıp, hareketlerinin tersine sesinin ayarını kontrol ederek yumuşak bir tonda konuştu. "Ben senin kocanım ve sen kendi paranı mı kullanıyorsun? O da yetmiyor, ben dururken ağabeylerinden mi para istiyorsun?" Sesimi sadece Demir'in duyabileceği şekilde kısık çıkararak "Evlendiğim günden beri, bir kuruş paranı harcamadım ve harcamayı da düşünmüyorum Demir." diye fısıldadım, sonra da bakışlarımı söylediklerimi beğenmediğini gösteren kocamın yüz ifadesinde dolaştırıp ekledim. "Lütfen bu konuyu sonra konuşalım." Sandalyemi ona doğru rahat bir şekilde çekerken, gözlerimin içine bakıyor ve bakışlarıyla çok şey anlatıyordu. Yüzümü iki eliyle kavrayıp, alnımdan uzun süre öptükten sonra başımı göğsüne koydu. Kalp ritmi kulaklarımda çınlıyor, kollarım ise sıcacık bedenine sarılırken hayat buluyordu. "Güzel karım." Sesinin sadece benim duyacağım şekilde çıkmadığını fark etmiş olmalı ki sesini daha fazla kısarak konuşmaya başladı. Şu an herkesin bakışları Kağan konuştuğu için onun üzerinde olduğundan dolayı içim rahat bir şekilde kocamı dinledim. "Güzel karım, ben bu kadar parayı kim için kazanıyorum? Hayatta en çok değer verdiğim ve onun için nefes alıp, hayatta kalmak için mücadele verdiğim karım, şu an beni yabancı yerine koyuyorsa o zaman ben, hayatta kalmak için neyin mücadelesini verdim? Kendini benim yerime koyacak olsan ne düşünürsün, lütfen cevaplar mısın?" Benim yüzümden vurulduğunu bilmek canımı çok yakıyordu. O benim için ayağa kalkmaya çabalayıp hayata tutunmaya çalışırken, ben yaşadıklarından habersiz ondan kaçıyor ve beni aldattığını düşündüğüm için ondan nefret ediyordum. Bu yaşattıklarım yetmiyormuş gibi bir de düşünmeden konuştuğum için farkında olmadan onu el yapıyordum. Gözümden akan yaşı, kimse görmesin diye hemen silerken sessizce fısıldadım. "Çok özür dilerim... Ne hissedeceğini düşünemedim sevgilim." Beni göğsünden kaldırıp bakışlarını iç çekerek yüzümde dolaştırdı. "Biraz daha iç çekerek sana bakmaya devam edersem dayanamayacağım ve seni omuzuma attığım gibi odamıza çıkaracağım Haniftam." Onun sabrının sonundaymış gibi hissettiren sesiyle kurduğu cümle karşısında utançla sandalyemi eski yerine çektim. "David yarın arabanın sıfırını yollar, senin arabanı da benim garajıma koydururum." Demir net bir şekilde David'in yüzüne bakarak konuştuğunda "Arabamı çok seviyorum ve değiştirmeyi düşünmüyorum." cevabını aldı. "Tamam öyleyse yarın aldırıp, boyamaya göndereceğim." David yönünü biraz daha Demir'e döndürdü. Sanki karşısında oturan adam, ona çok yabancı gibi gelmiş olmalı ki o, Demir'e hayretle bakıyordu. "Ben bu şekilde kullanmak istiyorum. Neden bu kadar ısrar ettiğini anlamıyorum Demir." Demir duyduğu cümle karşısında yüzünde mimik bile oynatmadı ama ona karşı kullandığı ses tonu sinyaller veriyordu. "Karım, eğer bir arabaya imzasını atıyorsa o araba ya benimdir, ya da benim olacaktır." David araya girip ağzını açacağı sırada Demir'in kaşları çatılarak çok daha net bir sesle onu susturdu. "Konu tartışmaya açık değil David!" Çınar ortamı yumuşatmak ister gibi "Tatlıdan yiyin, çok lezzetli" deyince önümdeki tatlıya ve yanındaki koca bardak dolusu süte baktım. Onlar çaylarını yudumlarken ben saçma ve çocukça bir ceza aldığım için mutsuzdum ama alacağım intikamı düşündükçe mutsuzluğum yerini keyifli dakikalara bırakıyordu. Demir tatlısından bir çatal alıp, çayını yudumladığı sırada göz göze geldik. "Hadi sevgilim, sütün soğumadan iç." "Süt zaten soğuk, kafana takma lütfen. Bu arada yarın yapacağınız toplantıya yalnız gelmemeye karar verdim. Beni gördüğünde çok mutlu olacaksın." Söylediğim cümleden sonra Demir sandalyesini yanıma çekti. Hiç beklemeden çatalla aldığı tatlıdan yememi sağlarken "Sen hiç durmadan yemek ye sevgilim, ağzın boşken çok konuşuyorsun." dedi. Masadakiler Demir'in söylediğine gülerken, Çınar "Beyza ile Demir'in evliliklerini görünce acaba bende mi evlensem diyorum. Hem sıkıcı değil hem eğlenceli hem de bol didişmeli." Yönünü Akın ve Selin'e çevirip konuşmasına onları göstererek devam etti. "Ama sonra Selin ile Akın'a bakıyorum içim bayılıyor. Ne kavga ettikleri var, ne de ufak bir didişmeleri var. Hep mıç mıç bir aradalar. Bir türlü ne yapacağıma karar veremiyorum." dedi. Gerçekten Selin ve Akın birbirleri için yaratılmış, ruh ikizi gibiydi. Genelde ikisinin karakteri ve olaylara bakış açısı aynı olduğu için aralarında ufak bir sürtüşme olduğunu bile görmemiştim. İçimden bu hallerine kocaman bir maşallah geçirdiğim sırada Selin önündeki çay kaşığını, Çınar'a doğru attı. "Bir de evliliğimizi beğenmiyor! Sen önce, seni çekecek birini bul da evlenmen eksik kalsın!" Hep beraber gülümseyip, aralarında çıkan sürtüşmeyi keyifle izlerken millet çayını yudumluyor, ben ise sütümü içiyordum. ⌛23:55 Elimdeki kitabın sayfasını çevirdiğim sırada telefonuma gelen aramaya baktım. Yine Kenan arıyordu ve sanırım benim onun tuzağına kolaylıkla düşeceğimi düşünüyordu. Telefonu sessize aldığım sırada saatin gece yarısına yaklaştığını gördüm. En son 45 dakika önce Demir, arkadaşlarını evden kovmakla kalmamış, David'in anlatacakları içinde yarım saatini ayıracağını söylemişti ama hâlâ çalışma odasından gelmeyi bir türlü başaramamıştı. ⏳⌛ Toplantı odasının kapısını keyifle açtım. İçeride kimsenin olmadığını görünce hayal kırıklığına uğramış, alacağım intikam duygusu içime taş gibi oturmuştu. Şirkette bir kaç kişiye, Demir'i ve toplantının yapılacağı yeri sorsam da hepsi Demir tarafından tembihlendiği için kimseden cevap alamamıştım. Uzun uğraşlar sonucu toplantının son katta olduğunu öğrendiğimde kapıyı sessizce açtım ve Demir'in yanına doğru ilerledim. Onu bulamayacağımdan emin bir şekilde, önündeki dosyalara gömüldüğünü görünce sessiz bir şekilde sırıtmaya başladım. Neyse ki bugün toplantıda 20'ye yakın kişi vardı ve bana içirdiği o sütün karşılığını ona verebileceğim için inanılmaz derecede keyiflenmiştim. Demir'in yanına giderken başını dosyadan kaldırdı. Tam da o sırada beni gördü ve gördüğü manzara zorla da olsa yutkunmayı başarmasına neden oldu. Şu halini görmek bile verdiği süt cezasını bana unutturabilirdi fakat ben unutkan bir insan değildim ve karşılığını seve seve verecektim. "Kocacığım, karın ve yeğenlerin seni çok özledi." Eğilip yanağını öperken "Durmam için yalvaracaksın sevgilim ama ben durmayacağım." dedim. Zavallı kocam sanırım donmuştu; çünkü hiçbir tepki vermeden öylece bana doğru bakıyordu. Demir'in yanına boş iki tane sandalye çektim. Birine Dolunay, birine de ben ve bebek Demir oturduk. Demir ancak kendini toplamış olacak ki sandalyemi yanına çekip kulağıma fısıltılı sesiyle konuşmaya başladı. "Ne güzel tek geliyordun, bunlar nereden çıktı?" "Bunlar kim?" "Beyza uzatma işte, şu an en önem verdiğim şirkette olduğumuzu unutma." Sert çıkan sesiyle söylediği cümleden sonra gözlerinin içine baktım. Tamam Demir'in benim için yeğenlerine şans verdiğini biliyordum ama yeğenleri için verdiği tepki de ondan sonra söylediği cümlelerde incinmeme neden oluyordu. Sessiz ve kırgın bir sesle "Anladığım kadarıyla en önem verdiğin şirket bizden de önemli." dedim. Bunu söyledikten sonra Demir'in gözlerine pişmanlık duygusu gözle görülür şekilde yerleşmiş olsa da bakışlarımı ondan çekip sandalyeyi Dolunay'ın yanına ittim. Dolunay'ın canı sıkılmasın diye önüne, resim defteri ve boya kalemlerini koyunca o çizim yapmaya başladı. Bebek Demir ise birkaç dakika sonra kucağımda mızmızlanıp, kendini sıkmaya başladı. Bu gibi durumlarda ne yapacağımı bildiğim için başını omzuma doğru koydum ve sırtını okşamaya başladım. Sonunda sırtını sıvazlayarak okşadığımda rahatlamış ve huzursuzluğu geçmişti. "Sevgilim özür dilerim. Hiçbir şey senden önemli değil." Demir farkında olmadan bir anda sert konuşuyor, sonra da hemen konuştuklarını unutmamı bekliyordu. Söylediklerini duymamazlıktan gelip, Dolunay'ın çizdiklerine baktım. "Çok güzel çizmişsin Portakal Çiçeğim." "Teşekkür ederim yenge." İşaret parmağını çizdiği resimde dolaştırıp sevecen sesiyle konuşmaya devam etti. "Bak bu sen, bu dayım, bu da bebeğiniz." Resme biraz daha dikkatli baktım. Çizdiği resimde Demir'in kaşlarının çatık olduğunu fark ettiğim için göz kırparak "Dayın her zaman olduğu gibi sinirli görünüyor, en iyisi onu sil ki bebeğim bakışlarından korkmasın." dedim. "Tamam yengeciğim." Dolunay'ın cümlesinden sonra Demir sandalyesini ikimizin arasına doğru kaydırdı ve Dolunay'ın önünden resim defterini alıp baktı. "Dayıcığım sakın silme. Sadece benim yüzümü gülen şekle getir ki bebeğim de annesi de benden korkmasın." Demir ilk defa dayıcığım dediği için Dolunay da ben de şaşkındık. Dolunay "Ama dayı ben, seni hep böyle sinirli bakarken görüyorum." dediğinde boğazıma yumru oturdu. Bu cümleden sonra bakışlarımı Demir'e çevirdim. Gözlerini kapatıp derin nefesler alıyor, ne diyeceğini bilemiyor gibi görünüyordu. Onun o haline kıyamayan yanım sol elimi sağ elinin üzerine koymaya neden oluyordu. Gerçekleşen bu temastan sonra Demir gözlerini açıp bana doğru baktı. "Dolunay, o halde şimdi sana dayın en tatlı haliyle gülsün. Hem dayının nasıl güldüğünü görmüş olursun hem de resmi düzelterek bebeğimin babasından korkmasını engellemiş olursun. Anlaştık mı?" Kısa süreli Dolunay'a bakarak kurduğum cümleye karşılık Dolunay, kabul ettiğini başını sallayıp gösterdi. Ben de ondaki bakışlarımı Demir'e doğru çevirdim. Tebessüm edip, gözlerinin derin kahvelerine baktığım zaman çocukluğunu yaşayamamış, babasına yaranacağım diye sürekli ders çalışıp yatılı okul köşelerinde büyümüş, eksik parçaları bir türlü tamamlayamayan çocuk Demir'i görüyordum. O çocuk Demir'e uzanıp, ona sevgimi fazlasıyla hissettirmem gerekiyordu. Elimi yanağına koyup, kirli sakallarını okşadığımda "Seni çok seviyorum." diye fısıldadım. "Ben de seni çok seviyorum Haniftam." Demir'in yüz hatlarında gezinmeye devam eden bakışlarımla beraber yüzüm sıcacık bir gülümseme tarafından kuşanırken onunda içtenlikle tebessüm ettiğini gördüm. Sanırım yakışıklı kocam gülümsediği zaman kalbim daha sıcak ve hayat dolu bir yere dönüşüyordu. "Dayı sen böyle gülümsemeye devam edersen ben de bebeğin de senden hiçbir zaman korkmayız." Demir, Dolunay'ın cümlesinden sonra onu kucağına alıp, saçlarından okşarken "O zaman ben, hep güleyim dayıcığım." dedi. Demir gerçekten değişmek için çaba veriyordu ama kalbinde yer edinmiş yaraları öyle büyüktü ki bu yaralar onun karakterinde etkili bir rol oynuyordu. Belki de o yüzden her ne kadar değişmek için çaba veriyor olsa da öfkelendiği zamanlar kolaylıkla o karakterine geri dönüş sağlıyor ve böylece yandığı kadar yakmayı da kendine borç biliyordu. Düşüncelerim; genişleme sürecinde izlenilecek yol ile ilgili Demir'e soru sorulmasıyla bölündü. Soru karşısında Demir, yerinden kalkmadan vücudunu dikleyip yüzüne takındığı ciddi ifadeyle cevap verdi. Sanki kucağında yeğeni yokmuş, toplantı olağan seyrinde ilerliyormuş gibi tavizsiz bir sesle konuşmaya devam ettiği zaman onun gerçekten yönetici kişiliğinin baskın olduğunu daha iyi anlıyordum. Şu an herkesin bakışı sadece Demir'in üzerindeydi ve biz şu an görünmez gibiydik. Bu durumun iyi yönlerinden faydalanmak istediğimiz için Dolunay'ın resmiyle ilgilenip, dayısının yüzünü düzelttik. İşte şimdi resim çok daha güzel bir hale gelmişti ve hayalimdeki aileyi içinde barındıran bir mutluluğa dönüşmüştü. Geçen uzun süre sonrası bu şirketin toplantılarının çok uzun sürdüğünü ve hiç bitmeden tekrar ettiğini daha iyi anlıyordum. Dolunay'ın ihtiyaçlarını karşılamak için kucağımdaki bebeği dayısına uzattım. "Dayısı sen adaşını tut, ben de Dolunay'ın ihtiyaçlarını gidermeye gideyim." Demir duyduğu cümleden sonra gergin bir şekilde "Tutamam Beyza, baksana daha çok küçük." dedi. Evet Demir'in yapılı vücudu için bebek inanılmaz derecede küçüktü ama gerçekte pekte küçük değildi. "7 aylık ve küçük değil Demir. İlerde bebeğimiz olduğu zaman bundan çok daha küçük olacak. O yüzden yavaş yavaş alışmalısın." Gözlerinin içi gülümseyerek ayağa kalkan yakışıklı kocam, bebeği almak için aramızdaki mesafeyi minimuma indirdi fakat bebeği almadan önce arsız sözlerini kulağıma fısıldamaya başladı. "Yeter artık Haniftam, kesinlikle hiçbir itiraz istemiyorum. Bu akşamdan itibaren durmadan seni yaşayacağım ve bunu yaparken de şu daha demin bahsettiğin bebeğin bedeninde hayat bulmasını sağlayacağım." Kararlı sesi ile söyledikleri karşısında kulağımı dudaklarından ayırıp, başımı geriye doğru çekerek gözlerinin içine baktım. Tamam haklıydı, çok beklemişti ama bunu dile getirmenin yeri ve zamanı kesinlikle bu kalabalık ortam değildi. "20 küsür kişi var ve sen, bana bunları mı söylüyorsun? Cidden çok arsızsın kocam." Bebeği verirken söylediğim cümle ile birlikte Demir, yüzüne çapkın bir ifade takındı. Bu da yetmezmiş gibi bakışlarını üzerimde dolaştırmaya devam ettikçe utanmadığını alt dudağını dişlerinin arasına alıp, iç çekerek gösterdi. Onun sözleri ve hareketleri karşısında utanan tek kişinin ben olduğunu kızaran yanaklarımdan dolayı rahatlıkla anlayabiliyordum ve bu hemen Dolunay'ı alıp toplantı odasından çıkmama neden oluyordu. Dolunay'ın ihtiyaçlarını giderdikten sonra şirkette uzun soluklu koşturmanın ardından Dolunay'ı yakalayıp ebelediğimde artık yorulmuştum. "Yengem yeter çok yoruldum, enerjini biraz da evdekilere sakla." Nefes nefese kurduğum cümle sonrası Dolunay, sevimli bir şekilde kahkaha atmaya başlayınca elinden tutup, toplantı odasına girdik. Kendimi yorgun bir şekilde sandalyeye attım ve karşımda gördüğüm eşsiz manzarayı saatlerce izleyebileceğime karar verdim. Demir, yeğenini omuzunda uyutmayı başarmış şekilde sessizce ekrandaki analizlerin sonucunda izleyecekleri yolları, yeni ortaklıkları ve üretim için daha da büyümeleri gerektiğini anlatıyordu. Aslında benim için ne anlattığının zerre önemi yoktu. Sadece sesiyle ilgileniyordum; çünkü sesi, yeğeni için ninni tınısında çıkıyor, beni kendine daha çok çekiyordu. Video kaydına çekip, bu anı ölümsüzleştirmek istediğim zaman bir kadın tarafından video kaydına almanın, yasak olduğu uyarısını aldım. "Soruna yol açacağını düşünmüyorum hanımefendi." "Sizin burada olmanız, başlı başına sorun zaten." Gözlerim kocaman açılırken kadının açık sözlülüğü karşısında dudaklarım istemsizce yukarıya kıvrılmıştı. "Neden ki?" Sorduğum soru karşısında kadının kaşları çatıldı. "Sizin gibi insanlar, göz zevkimi bozuyor. Şu halinize bakın, çağ dışı görünüyorsunuz." dedi. Sanırım çağa ayak uyduran görüntüm bağnaz düşünceye sahip kişiler tarafından çağ dışı olarak kabul ediliyordu. Duyduklarım karşısında sessizce gülümseyip kadını baştan aşağıya süzmeye başladım. Kulağına doğru eğildiğim sırada hayat felsefem olan; çıldırt ama çıldırma taktiğini uyguladım. "Görüşlerinizi açık bir dille söylediğiniz için teşekkür ederim. Yalnız sizin de göğüslerinize yaptırdığınız silikon takviyesi çok abartılı olduğu için ağzınıza girmek üzere ve ortaya çıkan bu yapay görüntü de benim göz zevkimi bozuyor. Peki onu ne yapacağız? Birde yüzünüzde kat kat uyguladığınız makyajı da fazla kaçırmışsınız. Dudaklarınızı daha kalın göstermek için taşırdığınız ruj çok parlak olduğu için yağlı bir yemek yemişsiniz de ağzınızı silmeyi unutmuşsunuz izlenimi veriyor. Sanırım sizin çağa ayak uyduran görüntünüzü, midem daha fazla kaldıramayacak ve ben çağ dışı kalmaya devam edeceğim." Vücudumu dikleyip gözlerinin içine baktığımda çok öfkelenmiş görünüyordu ama bu konuşmayı bana sataşarak bile isteye o başlatmıştı. "Ne güzel çağdaş çağdaş konuşuyorduk, neden durduk yere sinirlendiniz?" Cümlemle beraber yüzümü kaplayan sahte gülümseme işe yaramış olacak ki o, öfkeyle ayağa kalkıp "Defol git ülkemden!" diye bağırmaya başladı. Herkesin bakışları ikimize doğru döndüğünde yüzümde öfke belirtisi gösteren herhangi bir mimik bile yoktu. Sadece onun hak ettiği gibi davranıyordum ve son söyleyeceğim cümlenin onun üzerinde bırakacağı etkiyi elbette biliyordum. "Sizi, çağ dışı söylemlerden men ediyor ve sessizliğe davet ediyorum." Son sözlerimi de tebessüm eşliğinde ve çağ dışı kelimesini bastırarak kurduktan sonra kadın daha fazla sinirlendi ve üzerime doğru bir adım geldi. Dolunay, kadının bağırması ve üzerime yürümesinden korktuğu için kucağıma atlayıp bana sarıldı. O sırada yanında oturan adam, kadını kolundan sertçe tutup öfkeli bir şekilde kadını kendine doğru çevirdi. Çevirenin David olduğunu görünce bu kadar yakın mesafede oturduğu halde onu görmemiş olduğumu yeni fark ediyordum. "Onunla böyle konuşmana izin vermem! Kovuldun, çabuk eşyalarını topla!" David'in sözlerinden sonra kadın, titreyen vücudunu Demir'e doğru çevirdi. Demir'den de "Gözüme sakın görünme!" ihtarını duyunca kendini hızla dışarı attı. Demir, hemen yanıma gelip endişeli sesi ile "Hayatım hemen toplantıyı dağıtıp, seninle ilgileneceğim. Sakın söylediği cümle için kendini üzme." dedi. "Saçmalama Demir, sen toplantıya devam et. İkiniz o kadar güzel görünüyorsunuz ki keyfimi hiçbir şey bozamaz." Demir'in yüzünde bakışlarım gezindikçe sıkkın bir nefes verdim. Sanırım gönlüm, o kadının işten çıkarılmasına razı gelmiyordu. Yüzümü sevecen bir hale getirip "Demir ben, o kadını işten çıkarmanızı istemiyorum. Evet sınırlarını aşmış olabilir ama yine de istemiyorum. İşten çıkarmasan olur mu?" diye sordum. Cümleme yanıt vermek yerine yanağımı şefkatle okşadı ve ardından da göz kırparak toplantıya kaldığı yerden devam etti. Yaklaşık 10 dakika sonra toplantıyı bitirdiği için David'den başka herkes dağıldı, o da önünde fazla sayıda açılan dosyalar arasında kaybolmuş görünüyordu. Bakışlarımı yakışıklı kocama ve kucağında tuttuğu yeğenine çevirdim. Onları izledikçe ortaya çıkan bu muhteşem görüntü ile Demir'in harika bir baba olacağına dair hayal kurmaya başladım. Kurduğum bu hayal, kalbim gibi yüzümde de güllerin açmasın sağlamıştı ve böylece yanıma gelen sevdiğim adamın bakışları, yüzümün gülümseyen ifadesinde dolaşmıştı. Onunda yüzünü etkisi altına alan gülümsemesi ile ayağa kalkıp ikisinin fotoğrafını çektim. Çektiğim fotoğrafa mutlulukla bakarken "Sevgilim mutlaka bunu çerçeveleyip, evimize asalım. Baksana ikiniz de çok sevilesi görünüyorsunuz." dedim. Demir duyduğu cümle ile kısa süre fotoğrafa bakıp tekrar bakışlarını bana doğru çevirdi. "O halde ne duruyorsun güzel karım, gelip kocanı sevsene." Demir'in göğsüne sarılmak için adım attığım sırada Dolunay elbisemden çekiştirip "Yenge bizimde fotoğrafımızı çek." dedi. Duyduğum cümleden sonra Demir'e uzaktan bir öpücük attım. Dolunay'la çekilmeye başladığımız fotoğraf sürekli Dolunay'ın değiştirerek verdiği pozlarla devam ederken Demir de çekildiğimiz fotoğrafa dahil oldu ve böylece fotoğraf çok daha anlamlı bir hâl aldı. Benim canım kocam artık yeğenleriyle daha fazla yakınlık kuruyordu ve o, bu şekilde harika görünüyordu. Çekildiğimiz fotoğraf kapıdan gelen "Yenge." sesi ile son bulurken kapıda Derin'i gördüm. Derin'in bakışları ağabeyinin kucağındaki oğluna kaydığı sırada dudaklarının titrediğini fark ettim. Bu görüntü karşısında sesimi düz bir tonda çıkarmaya çaba vererek "Hoş geldin kuzum." dedim ama onların yarım kalan duygularını gördükçe üzülmeden edemiyordum. "Gerçekten çok hoş buldum yenge ve şu an çok çok mutluyum." Derin'in ışıldayan gözleri ile söylediği cümleden sonra ona sarıldım ve oturmasını söyledim ama altta Gökhan'ın beklediğini söylediği için oturmak yerine ayak üstü muhabbet ettik. Demir, omzundaki yeğenini kardeşine uzatırken, alnından öpüp öyle uzattı Derin de bebeği alıp pusetine yerleştirdi. Bizim ise Dolunay ile bitmek bilmeyen vedalaşmamızı, dayısının söylenmeli sesi bölüyordu. "Dayıcığım, ben kıskanç bir adamım ve sen, benim karımı benden çok öpüyorsun." "Dayı, Beyza bizim olsun. Sen başka birisiyle evlen." Dolunay'ın cümlesi bende şaşkınlığa yol açarken, Demir'de çatılan kaşlara ardından da boynuma sarılı olan yeğenini zorla boynumdan ayırmasına neden olmuştu. "Bana bak bana, babası kılıklı. Zaten kardeşimi benden aldınız, karımı size kaptırır mıyım ben? O sadece benim. Onu kimseyle paylaşmam." Demir'in Dolunay'ı gıdıklarken söylenmelerine Portakal Çiçeğim, kahkaha atarak karşılık veriyordu. Derin'le beraber onları tebessüm ederek izlemek inanılmaz derecede keyifliydi. Tabii Derin'in ağabeyi ve kızı arasındaki yakınlaşmaya şahit olmasının onun bir türlü dindiremediği hasret duygusunu tetiklediğini fark ediyordum. Bakışlarımı Derin'in özlem dolu yüz ifadesinden çekip Demir ile Dolunay'a çevirdim. Demir sonunda Dolunay'ı gıdıklamayı sonlandırmış, Dolunay'ın ise kahkahaları artık bir son bulmuştu. Dolunay, son bulan kahkahasından sonra yüzündeki gülümsemeyi silmeden hızlı bir şekilde dayısının boynuna sarıldı ve yanağını içtenlikle öptü. "Dayı, sen hep böyle ol. Artık senden korkmuyorum!" Dolunay'ın neşeli ve yüksek çıkan sesine dayısı tebessüm edip, yeğeninin saçlarını okşayarak karşılık verdi. "Elimden geleni yapacağım." Dolunay tekrar dayısının yanağını öpüp annesinin yanına gitti. Derin, çocuklarıyla kapıdan çıkacağı sırada arkasını dönüp ağabeyine baktı. Baş edemediği özlem duygusu tüm vücudunu sarmış görünüyordu ve o artık bu özlemin bir son bulmasını isteyen cümlesini sıralıyordu. "Ağabey bir kere sarılmama izin ver. Seni çok özledim." Demir söylenenleri duymamazlıktan gelip, masasına oturdu. Derin bu tavır karşısında verilen mesajın farkında olduğu için hiçbir şey demeden başını öne doğru eğdi ve tekrar kapıya yöneldi. "Derin, ağabeyine sarılmak için onun iznini almana gerek yok. Ben kafama estikçe gidip ağabeylerime sarılıyorum ve bunu yaparken kimseye sormuyordum. Sen neden soruyorsun?" Cümlemden sonra ikisi aynı anda bana bakınca sırıtarak aralarında mesele yokmuş gibi konuşmaya devam ettim. "Ne yani aileden birine sarılmak için izin mi almak gerekiyor? Böyle saçma bir şey ilk defa duyuyorum." "Doğru söylüyorsun yenge. O benim ağabeyim ve bundan sonra ona sarılırken ondan izin almayacağım." Derin sona doğru titreyen sesi ile birlikte koşarak ağabeyinin yanına gidip sarıldı. 7 yılın özlemini, gözünden akan yaşlarla ıslattığı ağabeyinin sıcak göğsünde gideriyordu. Demir'in gergin gözleri benimkilerle buluştuğunda sessizce "Affet." diye fısıldadım. Yumruk halindeki ellerini, Derin'in sırtına götürdü ama dokunmadan orada öylece bekletti. Yanlarına gidip, yumruk halinde olan ellerini açtığımda önce kendi yanağıma koyup sıcaklığıyla tebessüm ettim, sonra da Derin'in sırtına yerleştirdim. Bir kaç dakika sonra Demir'in fısıltılı "Kardeşim." sesini duyunca üzerimden büyük bir yük kalktığını hissettim. Aralarındaki yarım kalmış duygular tamamlandıkça onların kardeş bağları daha da fazla güçlenecekti. İkisinin yalnız kalmalarının daha doğru olduğunu bildiğim için David'e kaş göz işareti yapıp, onları odada yalnız bıraktık. Odadan dışarıya çıktıktan sonra sırtımı duvara yaslayıp, telefonla ilgilenmeye başladım. Sonunda Demir'in omuzlarından bir yük daha kalktığı için çok çok mutluydum. ⌛2 saat sonra... Elimde pastayla Demir'in odasından içeriye girdiğimde telefon görüşmesi yapıyordu. Amerika'da olmaktan gitgide nefret etmeye başlamıştım. Tamam Türkiye'de de yoğun çalışıyorduk ama burada Demir'in görüşmeleri asla bitmiyordu. Pastayı masanın üzerine bırakıp, Demir'in sandalyesini çevirmeye başladım. Sonuçta ben burada ceza olarak içirdiği sütün karşılığında onu sinir etmek için bulunuyordum. Öyleyse pes etmeden onu sinir edecek, görevimi layıkıyla yerine getirecektim. Sandalyesini ancak iki tur çevirmeyi başarmıştım ki o, kazulet ayaklarını yere sabitleyip döndürmemi engelledi. O halde döndüremiyorsam ben de sandalyesini arkaya doğru çekip, onun dikkatini dağıtarak sinirini bozabilirdim. Sandalyesini arkadan itip, masadan biraz uzaklaştırmayı başardığım sırada sandalyeyi çevirerek gözlerimin içine baktı. "Rahat dur!" Yorgunluktan nefes nefese kalan bedenimi toplayıp ona cevap vermek için konuşmaya başladım. "Rahat durmam için hiçbir neden yok. Seni sinir etmek için burdayım. Yoksa unuttun mu?" Sırıtarak söylediğim cümleler, kaşlarını kaldırmasına neden oldu. Tekrar sandalyesini çevirmek için uğraştım ama ayaklarını açıp, yere sabitlediği için koca cüssesinin kapladığı sandalyeyi ancak yerinden oynatabiliyordum. Demir rahat durmayacağımı anlamış olmalı ki kafasını akıllanmayacağımı ima eden bir tarzda salladı ardından da telefonu boynuyla omuzu arasına tutuşturup, bileklerimi tek eliyle kavradı. Haksızlıktı. Tüm gücümü kullandığım halde onu tekerlekli sandalyeyle bile itemezken onun, rahat bir şekilde ellerimi tutması, hiçbir şey yokmuş gibi karşı tarafla konuşmaya devam etmesi kocaman bir haksızlıktı. "Ne yapacağım biliyor musun? Çok fazla kilo alacağım ve sen bileklerimi tek elinle asla kavrayamayacaksın." Hiç o taraflı olmayan adama bakmaya devam etmek içimdeki canavarı besliyordu ama ne yazık ki içimdeki canavar beslenmiş olsa da güçlü olan taraf yine o oluyordu. "Böyle güçlü olduğun için seni dövmek istiyorum ve şu an bu isteğime engel olmamaya karar verdim." Cümlemi bitirmemle ayağına tekme atmam bir olduğunda dişlerinin arasından "Adamı deli edersin." dedi. Demek ki şu an doğru yoldaydım. "Seve seve." diye karşılık verdiğimde bu cevap Demir'in hoşuna gitmemekle kalmamış, bir de telefonu boynu ve omzu arasına sıkıştırıp beni bacağına oturtması ile sonlanmıştı. "Demir bıraksana, ben oyuncak bebek değilim. İstediğin her şeyi kolaylıkla yapamazsın." Gözlerime öyle derin bakıyordu ki tüm sinirimi siliyordu ama Allah'tan sinirim silinse de kendimi davama adadığım için burnundan getirmeye devam etmem gerektiğini biliyordum. "Bu telefonu kapattığım zaman seninle görüşeceğim." Dik sesiyle konuştuktan sonra telefondaki kişiye "Hayır size söylemedim. İçeriye kedi girdi de bir türlü rahat durmuyor, ona söyledim. Siz anlatmaya devam edin." dedi. "Kedi öyle mi?" Kafasını evet anlamında sallayınca "O zaman ben de çok konuşan bir kedi olurum ve böylece başın ağrır. Sevdim bunu, şimdi konuşmaya başlıyorum." dedim. Demir duyduğu cümle karşısında hiç memnun kalmışa benzemiyordu. Telefonun mikrofonunu kapatıp "Konuşursan sustururum, ona göre konuş." dediğinde alayla konuşmaya başladım. "Sonuçta iki elin var. Bir tanesiyle beni tutup, bir tanesiyle de telefonu tuttuğuna göre bunun imkansız bir istek olduğunu düşünüyorum. O yüzden hazır ol, şimdi sana iğrenç sesimle türkü söyleyeceğim." Yıllar önce izleyip kahkaha atmama neden olan çocuğun tarzında türkümü söylemeye başladığımda Demir'in dudakları yukarıya kıvrıldı ve telefondaki kişiye bir şeyler söyleyip hemen kapadı. "Ağrı dağın eteğindeee Türkü olsam dillerde cano cano Türkümü Demir'in kahkahası bölerken, ciddiyet ve sinirle söylediğim tavrı kaybetmiş, öylece susu vermiştim. "Sanata da sanatçıya da hiç saygın yok Demir." "Sevgilim, türkü söylemekten ziyade sen, kavga ediyor gibiydin." Derin nefes alıp, üzülmüş bir sesle "Kalbim: çıt, gözyaşım: pıt" dediğimde yüzündeki gülümsemesi daha fazla büyüdü. Ee dünün acısını çıkaracağım diye verdiğim uğraş neden hiçbir fayda vermiyor, aksine şu an ki ifadesi keyif dolu görünüyordu? Beyza'cığım adamın bacağında oturduğunun farkındasın değil mi? Bunun temas bağımlısı kocandaki karşılığını da biliyorsundur diye düşünüyorum. "Tamam, bırak beni Demir." "Asla bırakmayacağım, yaramaz çocuk gibisin ne durdan ne sustan anlıyorsun. Hem ben, seni çok özledim, biraz yüzünü yanaştırsana bir şey diyeceğim." Kaşlarımı kaldırıp, yüzümü alayla şekillendirirken Demir'in beni çocuk gibi kandırabileceğini düşünmesi beni hayrete düşürüyordu. "Oradan bakınca saf gibi mi görünüyorum?" Kafasını evet anlamında sallaması yetmezmiş gibi bir de alaylı bir sesle "Evet hem de çok." diye karşılık verdi. Benimle dalga geçen hali kolaylıkla yoldan çıkmamı sağlarken bileğimdeki elini ısırdım. Dişlerinin arasından "Canavar!" diye bağırdığı sırada odada yabancı bir kadın sesi duyuldu. "Demir Bey, isteğiniz üzerine dokümanları getirdik." Demir sandalyeyi sesin geldiği yöne doğru çevirdi. Gördüğüm iki kadın karşısında öylece dona kaldım. "Artık ısırmayı bıraksan mı?" Demir'in dalga geçerek söylediği sözden sonra elinden uzaklaşırken "Bir daha elini, dişlerimin arasında unutma." diye söylendim. Yüzündeki ciddi ifadeyi korumaya çalışsa da dudağının kenarındaki kıvrılma yalancı öfkesini gözler önüne seriyordu. "Yarın seni eve kilitleyip, başına da koruma dikeceğim ve sen, bu şirkete giremeyeceksin." Cevap vermeme fırsat tanımadan kadınlara "Siz oturun, bende geliyorum." dedi. "Öyle bir şey yapacak olursan, o toplantılarda uslu uslu oturmaz, dağıtmak için elimden geleni yaparım. Ne önem verdiğin şirketin der acırım, ne de insanların düşündüklerini umursarım. Hiç utanmadan acısını çıkarırım." Her bir cümlemi Demir, kaşlarını yukarıya kaldırarak dinlemişti ama bakışları üzerimde dolaştıkça bu ifade yerini keyif dolu bir ifadeye bırakmış ardından da bileğimi kavrayan elini işaret ederek konuşmaya başlamıştı. "Sevgilim şu an bileklerini tek elimle kavrayıp, seni hiç zorlanmadan bacağımda oturttuğum gerçeğini göz önüne alınca söylediklerini ciddiye alıp korkamıyorum." Gerçekten bu gıcık adam bu kadar güçlü olmak zorunda mıydı? Sinirle yerimden kalkmaya çalışınca "Şimdi seni bırakıyorum, uslu uslu pastanı ye." deyip, bileklerimdeki ellerini çekti. Ona öfkeyle bakıyor olsam da gülümseyen yüzünü hiç bozmadan masaya geçip, getirdikleri dokümanları incelemeye başladılar. 

Pastayı kutusundan çıkarıp hırsla yemeye başladığım sırada sadece onu daha fazla gıcık etmeye odaklanmıştım. Yanına pastayla beraber gidip, bir lokma pasta uzattığımda kaşları çatıldı. Demek ki doğru yoldaydım. "Küserim ama..." "Ne yapmaya çalıştığının farkındayım, sadece bir lokma alacağım." dedi ve çataldaki pastayı aldı. Ne yapmaya çalıştığımın farkında olduğun halde neden pes ettim demeyip benim bu saçma davranışları devam ettirme mi sağlıyorsun gıcık adam? Hayır şimdi kendi yaptıklarım için ben, imdat kurtarın beni diye bağırıp, kendi kendimden kaçacağım olan o olacak! Kafamı iki yana sallayıp kendimden kaçamıyor olsam da düşüncelerimden kaçmaya çalıştım ve ciddi bir şekilde karşısındakilerle konuşmaya devam eden kocamın dudaklarının yanına çataldaki pastayı götürdüm. "Dur artık!" Vallahi ben de sıkıldım kocam. Artık pes ettim de ki ben de kitabımı okurken bir yandan da pastamı yemeye başlayayım yoksa dayanamayıp ben pes edeceğim ve bu bünyeme ağır gelecek. "Ye artık!" Tam bir şey söylemek için ağzını açtığında çatalı ağzına sokup, orada öylece bıraktım. Onun sevimli görünen haline içtenlikle gülerek konuşmaya başladığımda sıkıntım çoktan uçup gitmiş, ben bu sevimli halinden haz almaya bile başlamıştım. "Bence böyle çok sevimli görünüyorsun, hiç bozma." Masadaki iki kadın halimize gülmemek için direnirken, Demir ağzından çatalı çıkarıp, "Beni sınama." dedi. Canım kocam ne de güzel sevimli sevimli beni sınama diyordu öyle. Tebessümle kafamı tamam anlamında sallayıp, pastadan yemeye devam ettim. Demirle uğraşmak bana inanılmaz derecede keyif vermeye başlamıştı. Nihayetinde sabah kahvaltısında bana zorla içirdiği sütün intikamını alacak ve onu sinir etmeye devam edecektim. Rahat durduğumdan emin olacak kadar bir süre bekledikten sonra konuşan kocamın ağzına tekrar çatalı soktum. Bana doğru dönüp, kaşlarını yukarıya kaldırarak baktı ama bu bakışlarını pekte beğendiğim söylenemezdi. Çatalı ağzından çıkardığı sırada ne olur ne olmaz ondan uzaklaşmanın kendi açımdan iyi olacağına karar verdiğim için sandalyemi onun uzağına ittim ama Demir, sandalyemi tutarak uzaklaşmamı engelledi. "Kesinlikle başka türlüsü mümkün olmuyor." Sandalyemi yanına çekip tek eliyle bileklerimi kavradıktan sonra beklemeden tek hamleyle beni kendine çekerek bacağına oturmamı sağladı. "Sadece uslu olmana ihtiyacım var güzel karım." "Uslu duracağıma söz veriyorum Demir, yeter ki insanların içinde bu şekilde durmayayım." O son lokmayı vermemem gerektiğiyle ilgili kendime kızdıktan sonra bakışlarımı Demir'e doğru çevirdim ama o, söylediklerimi hiç duymuşa benzemiyor üstüne de kadınlara tavizsiz bir sesle "Devam edin." diyordu. Daha demin hiçbir sözünü dinlemeyen ben, bu sefer ses tonumu uysal hale getirip sessiz bir şekilde fısıldamaya başladım. "Demir lütfen, bu çok utanç verici." Yine söylediğimi duymamazlıktan geliyordu ve bu tavrı onu sinir etme isteğimi arttırıyordu. Birkaç dakika ne yapacağımı düşündükten sonra yine aynı türküyü söyleyerek onu çıldırtmak için harekete geçtim. İçime çektiğim derin nefesle birlikte sadece "Ağrı Dağın ete-" kısmını söyleyebilmiştim; çünkü Demir, tek eliyle ağzımı kapatmıştı. "Asla durmayacaksın değil mi?" Kafamı evet anlamında sallayınca yerinden kalktı. Ağzımdaki elini orada tutarken diğer elini belimden geçirip, sırtımı göğsüne yasladı ve beni kolaylıkla odadan çıkararak yan odaya soktu. Ne kadar çırpınsam da asla fayda etmiyordu. " Odayı boşaltın!" Odadakiler dışarıya çıktığında kapıyı kapattı. Yönümü ona çevirdikten sonra elini ağzımdan çekerek konuşmaya başladı. "Güzel karım, sen neden uslu durmuyorsun?" Arkaya doğru attığım adımlarla beraber "Çünkü beni sinir eden cezalar veriyorsun." dedim ama Demir, durmak yerine üzerime gelmeye devam ederek konuşmaya başlıyordu. "Rahat durmadığın için bu cezalar geliyor. Peki bunun farkında mısın?" Arkaya doğru gidecek yerim kalmamış olsa da umursamayıp yüzümü getirdiğim alaylı ifadeyle "Yalancııı! Seni kıskandığım için o süt cezasını bana verdin. Ben Karadenizliyim, sabah kahvaltısında zorla süt içmek damarlarımda akan çaya ters." dedim ve yüzümdeki alaycı ifadeyi silerek tehditkar bir sesle konuşmaya devam ettim. "Daha dur, bu hiçbir şey! Bana durmam ve susmam için yalvaracak-" Daha tehdidimi bitiremeden cümlem, kocamın dudakları tarafından uzun süre nefessiz kalana kadar susturuluyordu. Beklemediğim öpücük karşısında kalp atışlarım kulaklarımda çınlarken "Nefes al." komutuyla, nefes almayı unuttuğumu fark ediyordum. Tekrar konuşmamı uzun süre engelledikten sonra "Sen hep konuş sevgilim. Ben, seni seve seve sustururum." diye fısıldadı. Yoğun bakan gözleriyle bile utanmamı kolaylıkla sağlayan adamın göğsüne, yüzümü sakladığımda bana daha sıkı sarıldı. Kulaklarım, benim için hızla çarpan kalbinin ritmiyle hayat bulurken, sanki göğsünün içine girebilecekmişim gibi biraz daha yüzümü göğsüne gömdüm. "Benimle ilgili herhangi bir soru işaretin kaldı mı sevgilim?" Başımı göğsünden kaldırıp, yoğun bakan gözlerinin içine baktım. "Kalmadı sevgilim." Derin bir nefes aldıktan sonra burnunu, burnuma sürerek fısıltıyla konuştu. "Şimdi evimize gidip, herkesi evden uzaklaştıracak ve sonra da odamıza çıkacağız." Cevap vermeme fırsat bulamadan elimden tuttu ve eşyalarımı bile almadan, kararlı adımlarla çıkışa doğru yürüdü. Gözlerinde gördüğüm, siyaha çalan kahveleri sert bir şekilde yutkunmama sebep oluyordu. O kesinlikle söylediği şeyleri hayata geçirmeden durmayacak gibi görünüyordu. Ya bugün o, arabayı çok hızlı sürmüştü ya da evin yolu kısalmıştı bilmiyorum ama çok hızlı bir şekilde geçen yolculuğumuzda tek bir kelime etmeden şu an açılan bahçe kapısından içeriye giriyorduk. Eve vardığımızda özenle elimden tutup, arabadan inmemi sağlayınca kapının zilini çaldı. Kapı açıldıktan sonra kararlı ve tavizsiz sesiyle konuşmaya başladı. "10 dakika içinde kimseyi evde görmeyeceğim. Evi boşaltın ve ben haber verene kadar gelmeyin." .................................................................. Sonunda bitti... Artık Demir'den mutlusu olmaz diye düşünüyorum. Kgkgjf Biran bölüm hiç bitmeyecek sanmış olsam da bitirmeyi başarıp, sizi bekletmediğim için mutluyum 🥰 Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi buraya alabilirim. Bi zahmet şu oylamaları da yapın lütfen, sürekli bu kısmı unutuyor veya atlıyorsunuz. Bir daha ne zaman geleceğim konusunda hiçbir şey demiyorum çünkü bazen o kadar çok aksiliklerle karşılaşıyorum ki bu sefer sizi bekletmemek adına aşırı derecede geriliyorum. Hepiniz Allah'a emanet olunuz ❤️ |
0% |