Yeni Üyelik
54.
Bölüm

53🍓 "SINAV"

@hanifta_hanim

Süpriiiiiiizzzzzzzz, ben geldimmm.

Bir an da içimden bölüm paylaşmak geldi ben de vakit kaybetmeden paylaşayım dedim.

O halde hepinize keyifli okumalar ❤️

.
.
.

"Tabii ki yakışıklı kocan ve onunla yaşadıklarımızı bir türlü unutamadığım için..."

Evet şu an bu konuşmanın beni ne kadar etkileyip, evliliğimi nereye doğru savuracağını çok merak ediyordum; çünkü ben, Demir'in değiştiğinden tam anlamıyla emin olup, geçmişinde yaptığı hataları bile bile birbirimize aşık olduğumuz için bu evliliğe geri dönüş yapmış, böylesi bir durumda olası ihtimalleri defalarca kez gözden geçirmiştim.

İşte şimdi gözden geçirdiğim olası ihtimallerden bir tanesi karşımdaydı ve ben, bunun gibi kişilerin artık ilişkimizden çalmasına müsaade edecek değildim.

Düşüncelerden sıyrılıp, omuzlarım bu kadının karşısında hiç düşmeyecek şekilde omurgamı biraz daha dik hale getirdim ve karşımdaki kadının gözlerinin içine baktım.

"Biz eşimle, böyle acınası durumlarla çok sık karşılaştığımız için bir klinik açtık. İstiyorsanız sizi de bedava tedavi altına alabiliriz. Tek yapmanız gereken isim, soyisim ve adres bilgisi vermeniz. Sizi evinizden teslim alacak, sizin gibi bu süreci kişilik kaybıyla atlatmaya çalışan bir çok kadınla beraber gözetim altına alacağız."Bakışlarımı kısa süre üzerinde gezdirdikten sonra konuşmama gülümseyerek devam ettim. "Korkmayın ama kliniğimizde hiç yabancılık çekmezsiniz, genelde orada bulunan insanlarda sizin gibi pervasız oluyorlar."

Sözlerimden sonra yüzündeki o ifadeyi kaybedip, kaşları çatıldı. Aramızda gerçekleşen savaşın o da farkında olmalı ki sözlerimin onda hiçbir yara açmadığını göstermek adına hemen kendini toparlayıp, kahkaha ile birlikte gülmeye başladı.

"Bakıyorum da karı, koca aşırı derecede düşüncelisiniz." Yüzündeki gülümsemeyi silip, meraklı bir ifade ekledi. "Peki arada bir Demir, oraya uğrayıp hepimizle özel olarak ilgilenecek mi? Yemeklerimizi ve ilaçlarımızı, onun ellerinden alacak ve özel ilgi göreceksek buna fazlasıyla değer."

Duyduğum cümle midemin bulanmasına neden olsa da bu kadının karşısında dik durmak, cümleleri ile beni yaralayamayacak olduğunu ona göstermek zorundaydım.

"Şimdi iki türlü hizmetimiz var. Birinci hizmetimiz sadece sağlıksal süreci kontrol altına almak ama anladığım kadarıyla siz bunu değil, ikinci hizmetimizi seçiyorsunuz. İkinci hizmetimizde de gururunu ayaklar altına alacak kadar küçülmüş kişilere, onlar için özenle ürettiğimiz haset tasmalarını takıp, sırasıyla direklere bağlıyoruz. Demir'de karşılarına geçip onlara kemiklerini atarak özenle ilgileniyor."

Şu sözleri ağzımdan çıkardığım için ben, karşımdaki hemcinsim adına utanmışken onda utanma namına hiçbir ifade göremiyordum. Söylediklerim karşısında kahkaha atarak, arkaya doğru yaslandı ve oturduğu sandalyeye iyice yayıldı. İki elini birbirine dolayıp, tekrar konuşmaya başladığı zaman onun gururdan yoksun cümleleri bünyeme ağır gelmeye başladı.

"Diyorum ya yeter ki o ilgilensin, her şey benim kabulüm diye."

Duyduğum cevaptan sonra gerçek anlamda üzülmüştüm. Neden bir kadının, bu kadar güzelken kendini küçük düşürdüğünü bile anlamaz ruhsuzlukta, hasetlik duygusunun esiri olduğunu bir türlü idrak edemiyordum. Oturduğum yerde hafif öne doğru eğilip, dirseklerimi dizlerimin üzerine koydum ve iki elimin parmaklarını bir bir arasından geçirdim.

"Gerçekten sizin adınıza üzgünüm hanımefendi. Burada benimle bu şekilde konuştuğunuzda benden eksilen hiçbir şey olmuyor." Söyleyeceklerimi sindirmek adına tekrar derin bir nefes aldım. "Eskiden Demirle harika bir ilişkiniz olduğunu farz edelim, gerçekten bir adam için kendinizi böylesi düşürmeye değer mi? Size onca ağır cümleleri kurduğum için ben utanmışken, siz o cümleleri nasıl kendinize yakıştırır ve hâlâ 'Yeter ki o ilgilensin her şey kabulüm' diye kendinizi küçük düşürmeye devam edersiniz. Üzgünüm ama benim, sizin için yapabileceğim hiçbir şey yok."

Yayıldığı sandalyeden dikleşerek, ciddi bir tonda "Sinirli ve öfkeli olman gerekirken sen gerçekten üzgün görünüyorsun. Peki ama neden?" diye sordu.

"Thomas Hobbes'un 'İnsan, insanın kurdudur' sözünü son zamanlarda 'Kadın, kadının kurdudur' şeklinde değiştirenlere karşı çıkar; 'Kadın kadının kurdu değil, yurdudur' sözünü savunurdum. Tabii Demir ile evlendikten sonra kadın kadının kurdudur sözünü söyleyen kadınların neler yaşayıp, o düşünceyi savunduklarını artık anlayabiliyorum ama yine de bu düşünceyi benliğime yakıştıramıyorum." Bakışlarımı, kadına yurt olmak yerine kurt olmayı seçen kadının üzerinde dolaştırmaya devam ettikçe içim sızlıyordu; çünkü bu kadın gibi nice kadının olduğunu ve sürekli birbirlerini sığ düşüncelerle etiketlediğini çok iyi biliyordum. "Neden birbirinize yurt olmak yerine, kurt olmayı seçtiğinizi gerçekten anlamıyorum. Sizi tanımam etmem ama biraz empati kurup, yer değiştirdiğimizi düşünün. Evlisiniz ve eşinizi seviyorsunuz ama bir kadın bunları yetersiz gördüğü için yanınıza gelip, eşinizle geçmişte yaşadıklarını unutamadığını ve onu çok özlediğini söylüyor. Siz ne hissedersiniz bilmiyorum ama ben, bir kadının kıskançlığı uğruna; gururunu, benliğini ayaklar altına almasını yakıştıramıyorum."

Ayağa kalkıp gözlerinin içine hüzünle bakarken konuşmaya devam ettim.

"Umarım gerçekten ne söylemeye çalıştığımı anlar ve bir kadının kurdu olmak yerine, yurdu olmayı seçersiniz; çünkü sırf sizin gibiler karşıma çıktı diye ben, düşüncelerimden taviz vermek yerine daha sıkı sıkıya tutunup, dik ve gür sesimle 'Kadın kadının kurdu değil, yurdudur' diye haykıracağım."

Kadının yanından ayrılırken içimde ne bir öfke, ne bir sinir kırıntısı vardı. Ben bu kadının yanından gerçekten üzgün olarak ayrılıyordum.

Başımı yerden kaldırdığımda Demir'in benim yanıma doğru geldiğini gördüğüm için daha hızlı adımlarla yanına gittim.

Kollarını iki yana açarak, benim için sıcak yerini hazırlamış bir şekilde "Kiminle konuşuyordun Haniftam? Seni gözümden bir an olsun ayırmasam da uzağımda olmanı sevmiyorum." dedi.

Sıcacık göğsüne başımı yaslarken kollarımı bedenine sarıyor, büyük bir sınavı yara almamış şekilde vermenin mutluluğunu yaşıyordum.

"Etrafımızı çok sayıda erkek sardığı için yanından uzaklaştım hayatım. O sırada Yağız arayınca onunla biraz lafladık. Sen ne yaptın? Etrafını saran kalabalıktan kurtulmayı nasıl başardın?"

Vücudumu saran kollarını daha sıkı hale getirdikten sonra şalımın üzerine öpücüğünü bıraktı.

"Yeter artık burada sizinle konuşmak yerine, karımın yanında olmayı tercih ederim deyip yanlarından ayrıldım."

Tebessüm ederek başımı göğsünden kaldırdım. "Bak, bak nasıl da güzel sallıyor." diye alay ile konuştuğumda bir bir elimizi tutarak, Derin'lerin yanına doğru yürüyorduk.

"Sen kocanın salladığını nerede gördün Hanifta Hanım? Cidden baktım gidecekleri yok, öyle söyleyip yanlarından ayrıldım."

Gözlerimi şaşkınlıkla açarken boynuna doğru atılıp, sıkıca sarıldım.

"Sanırım dayanamayıp seni öpeceğim."

"Sevgilim şu öpme konusunda dayanmaya çalışma, bol keseden öpücüklerini tenimde gezdir lütfen."

Boynumdaki ellerimi indirip, tebessüm ettiğimde kafamı iki yana sallayarak, sen yok musun der gibi baktım.

"Ee hani öpecektin?"

"Düşündüm de milletin gözü zaten üzerimizde sevgilim. Şimdi seni öpecek olsam daha da dikkatli bakacaklar, kesinlikle bakışlarının üzerimizde gezinmesini istemiyorum."

Demir duyduğu cümleden sonra alnını alnıma dayayıp, burunlarımızı birbirine değdirdi.

"Helalim olan karımı istediğim yerde öperim."

Demir'in kimseyi umursamadığını belli eden cümlesine gülümseyerek "Bilmez miyim?" diye karşılık verdim. Verdiğim karşılıktan sonra Demir, burnunu alnıma doğru sürterek çıkarırken önce burnumu sonra da alnımı uzun süre öptü. Peşine de içinde binlerce şükür barındıran bir ses ile "İyi ki..." diye fısıldadı.

Onun iyi kilerini içimde hissediyor, içinde aynı şekilde şükür barındıran bir ses ile ona içten bir cevap veriyordum ama o da en az benim kadar, verdiğim cevapta binlerce şükrün olduğunu çok iyi biliyordu.

"İyi ki..."

Dudaklarını alnımdan çekti ve bedenini biraz geriye doğru götürerek gözlerimin içine baktı. O öyle güzel bakıyordu ki bu bakışı; kalbimdeki tüm çiçeklerin bir anda açmasına ardından da toprağımda egemenliğini ilan eden aşkının, mümkünmüş gibi daha fazla büyümesine neden oluyordu ama onun için bunun yeterli olmadığını biliyordum; çünkü o, bu bakışlara ek olarak bir de iç çekerek gülümsemeye başlıyordu. Bu sefer de iç çekerek gülümsemesi; kalabalığı oluşturan tüm insanların birer birer silinmesine sadece ikimiz varmış gibi hissetmeme neden oluyordu ve bunlarla kalp ritmim derinden etkileniyordu.

"Haniftam çok zor zamanlardan geçmiş olsakta sanırım biz bu işi başardık. Bu akşam kapıdaki olayda kuşku duymadan, bana güvendiğini gördüğümde çok mutlu oldum."

"Evet hayatım bence de biz bu işi başardık gibi." Demir'in uzattığı eli tuttuğumda Derin'lerin yanına doğru ilerlemeye başlıyorduk. "Hep böyle olsun Demir, birbirimize hep güvenelim ve birbirimizi şüpheye düşürecek hareketlerden hep kaçınalım. Anlaştık mı?"

Sorduğum soruya hiç düşünmeden "Anlaştık." diye cevap verdikten kısa süre sonra Derin'lerin yanına varmış, uzun bir muhabbetin sonunda evimize gitmek için yanlarından ayrılmıştık.

Birkaç gün sonra...

Demir'in şirket asansörüne bindiğimde 15. kat düğmesine bastım. Kendimi kalabalığın uzağında boş bir yere atarken, ülkemi de ülkemin sıcak insanlarını da çok özlediğimi iliklerime kadar hissettim.

Demir burada Türkiye'de olduğundan daha yoğun çalıştığı için toplantıların, bitmeyen görüşmelerinin ardı arkası kesilmiyordu. Bu kesilmeyen görüşmelerde ise beni özlediği için şirkette yanında olmamı istiyordu ama burada benim alanımla ilgili yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Evet İzmirdeyken de yoğun çalıştığımız zamanlar fazlasıyla oluyordu lakin işler benim alanımla ilgili olduğu için kendimi buradaki gibi boşlukta hissetmiyor, diğer katıldığım toplantıları ise gözardı edebiliyordum.

Asansörden inip, Demir'in odasına ilerledim. Girişte masasında oturan Elina'ya tebessüm ederek "Merhaba, Demir Bey odasında mı?" diye sordum.

"Merhaba Beyza Hanım, Demir Bey bir alt kattaki toplantı salonunda."

"Alt katta toplantı yapıyorsa çok sayıda insan olmalı."

Keyifsiz ruh halimle kalabalığa karışmak istemediğim için tebessüm ederek söylediğim cümleden sonra Demir'in odasına yöneldim.

"Evet çok sayıda kişi var Beyza Hanım ama sizin için yanında boş bir sandalye ayırdı ve sizi beklediğini söyledi."

"Sanırım bugün yanına gidemeyeceğim."

Odanın kapısını açıp, içeriye girdiğim zaman odanın duvarları bile üzerime geliyor, bu ülkede çok fazla kaldığımı hatırlamama yardımcı oluyordu. Kendimi sandalyeye atıp, çizim malzemelerimi masanın üzerine yerleştirdim. Girdiğim ruh halinden kurtulmak istiyordum ama bu durumdan nasıl kurtulacağımı kesinlikle bilmiyordum.

Düşüncelerim gelen bildirim sesiyle bölündü. Mesajın Demir'den geldiğini anladığım için telefonu çantamdan çıkardım ve ekran kilidini açtım.

 

 

Sıkıntılı ruh halim Demir'le mesajlaştıktan sonra geçip gitmiş gibi görünüyordu. Yüzüme hakim olan gülümsemeyi silmeden masanın üzerine yerleştirdiğim malzemeleri almak için hamle yaptım ama şimdi hepsini tek tek toplayıp zaman kaybetmek istemedim. O yüzden hemen laptop çantamı alıp odadan çıktım ve alt katta olan toplantı odasına girdim. Tabii toplantı odasına girdiğim zaman kocamı büyük ekranın karşısında bir şeyler anlatırken bulmak isteyeceğim son şeylerden bir tanesi olabilirdi.

Demir'in bakışları beni bulduktan sonra göz kırparak bana baktı. İşaret parmağı ve baş parmağını birbirine yakınlaştırarak birazdan yanıma geleceği mesajını verirken aynı anda da konuşmasına devam ediyordu ama nasıl oluyorsa bana sevgi dolu gözlerle bakan adamın sesi, toplantıda bulunan kişilere karşı tavizsiz, sert ve dikkati üzerinde toplayan bir şekilde çıkıyordu.

Neyse ki canım kocam, benim de dikkatimi üzerinde toplamayı kolaylıkla başarıyordu. Bakışlarımı Demir'den çekmeden bana ayrılan yere oturup laptop çantamı masanın üzerine bıraktım ve masadaki kişilerin odak noktasında sadece Demir'in olduğundan bir kez daha emin oldum. Bu durumu fırsata çevirip iki elimi birbirine doğru yaklaştırdım. İşaret ve orta parmağımı şekillendirerek kalp işareti yaparken bir yandan da gülümseyerek ona bakmaya devam ediyordum. Demir'in ses tonunda hiçbir değişiklik olmasa da dudağının kenarında çok ufak bir hareketlenme olduğunu gördüm ama bu da uzun sürmemiş hemen yüzünü eski ciddi ifadesine döndürmüştü.

Demek ki canım kocam için yaptığım sevgi dolu hareket yetersiz gelmişti. Tekrar insanlar üzerinde bakışlarımı dolaştırdıktan sonra bu sefer yaptığım kalbi dudaklarıma götürüp öptüm ve sanki öptüğüm kalbi ona doğru gönderiyormuş gibi parmaklarımı öne doğru uzatarak açtım. Demir adam bu hareketim karşısında sesini düz bir tonda tutmuş olsa da gözlerinin içinin gülümsemesine eşlik eden 2 saniyelik tatlı bir gülümsemeyle bana bakmaya devam etmişti. Tabii zavallı kalbimi de öpücüğümü de tutmadığı için onlar yere düşmüştü. Ne yani kocam, benim öpücüklerimi ve kalbimi Yavuz Selim kadar değerli görmüyor muydu? Yok yok kesin değerli görüyordu ama uzaktan atılan öpücüğünde kalbinde tutularak kalbe konulduğunu bilmiyordu.

Düşen yüzümle ona baktığım zaman iki elimi birbirine götürüp sanki bir şey tutmuş, sonra da onu kalbime koymuşum gibi hareket ettim. Demir verdiğim mesajı anlamış olmalı ki bu mesaja kaşlarını kaldırarak hayır anlamında cevap veriyordu. Ben ise aldığım bu cevaba karşı aslında onunla küsmeyecek olsam dahi sağ işaret ve orta parmağımı birbirine dolayarak küs işareti yapıyordum.

Demir'in bakışları elim ve yüzüm arasında dolaştıktan sonra tekrar ellerimi bir araya getirerek parmaklarımla kalp işareti yaptım ve yaptığım kalbi öperek ona doğru attım. Sol işaret parmağı ekranda bir yeri işaret ederken altta duran sağ eli konumunu koruyor olsa da parmaklarını açarak sanki attığım kalbi tutmuş gibi görünüyordu. Birkaç saniye sonra yönünü tam anlamıyla bize doğru çevirip ardından konumunu koruyan sağ elinin kapalı olan parmaklarını açmadan kravatına doğru götürdü. Kusursuz görünen kravatını sanki düzeltmiş gibi yapmasının hemen peşine elini kalbine doğru götürerek aldığı kalbi de öpücüğü de ait olduğu yere koydu.

Aşk adam istediği zamanlar aşırı derecede tatlı olmayı çok iyi biliyordu. Böyle tatlı oldukça da onu seven kalbim, hızlı hızlı atıp kendini sürekli belli ediyordu. Dirseğimi masanın kenarına dayayıp yakışıklı kocamı izlemeye devam ederken yüzümdeki tebessüm hâlâ yerini koruyor, biran önce toplantı bitsin istiyordum ama nedense bu pek mümkünmüş gibi görünmüyordu.

⌛1 SAAT SONRA...

Bitmiyordu, sorulan sorular da onun verdiği cevaplar da asla bitmiyordu. Sözde biraz sonra yanıma geleceği mesajını veren adam hâlâ koca ekran üzerinde anlatım yapmaya devam ediyordu.

Kısa süreli birbirimizle gerçekleşen bakışmamız sağ tarafta bulunan adamın sorusu üzerine yarıda kesilirken Demir, ekrana yansıtılan yeni görsel ile bu soruyu cevaplamaya başlıyor, benim ise keyfim iyiden iyiye kaçmaya başlıyordu. Şu an ekranda ne olduğunu bile bilmediğim görseller olacağına birbirinden şık ve rahat ayakkabı görselleri olabilirdi diye düşünmeye başladığımda hayal dünyasında gezinmeye başlamam pekte iyi hissetmemi sağlamıyordu.

Kısa süre sonra çalışma hayatına, sevdiğin insanlara, en önemlisi de güzel ülkene döneceksin Beyza, o yüzden keyfini kaçırma.

Tamam ama ne zaman döneceğim? Demir'i üzmemek için ona bir şey söylemiyorum lakin ben artık burada boğulduğumu hissediyorum.

Yine bedenimi saran aynı his ile düşünceler arasında gezinirken ne kadar süre o durumda kaldığımı bilmiyordum ama sağ tarafımdan gelen ses ile boş bakışlarımı sonlandırıyordum.

"Güzel karım neden yüzünü düşürüyor bakalım?"

Artık ülkeme, kendi işimin başına dönmek istiyorum Demir. Yurt dışında yaşamaktan nefret ettiğim için burada yaşamaya ancak bu kadar süre katlanabiliyorum. Ne olur artık evimize dönelim.

İçimden geçenleri ona söylememek ve onu zor durumda bırakmamak adına her bir cümlemi yutarken ne zaman düştüğünü fark etmediğim yüzümü sevecen bir ifadeye getirdim.

"İlk attığım kalbi de öpücüğü de tutmadığın için pat diye yere düştüler ya." Cümleme daha inandırıcı bir ses tonuyla devam ederken Demir'in kaşları yukarıya doğru yol alıyordu. "İşte buraya gelirken yanlışlıkla ikisinin de üzerine bastın." İşaret parmağımla sağ ayakkabısını gösterdim. "Bak işte bu ayağınla bastın."

Demir ayakkabıdaki bakışlarını bana çevirdikten sonra gözlerime iç çekerek baktı.

"Seni de kalbini de öpücüğünü de severim kadın!"

Sağ dirseğimi sandalyenin kenarına koyup ona doğru bakarken "Yaa demek öyle." dedim ve ekledim. "Peki çok mu seversin, yoksa azıcık mı seversin?" diye sordum.

Sandalyedeki yönünü biraz daha bana doğru çevirdi. Gözlerimin derinliklerine öyle güzel bakıyordu ki bakışlarıyla bile bu sorunun cevabını net bir şekilde veriyordu.

"Seni az sevmem mümkün değil güzel karım. Şimdi seni öyle çok seveceğim ki yine tenim acıyor diye mızmızlanacak, sonra bunu yaparken yüzünü getirdiğin sevimli ifadeden dolayı bir de seni çokça sevmeye devam edeceğim."

Demir cümlesinden sonra aradaki mesafeyi kapatmak için hamle yaptığı zaman korkuyla sandalyemi geriye ittim. Yine aklı uçup gitmiş, şu an ki bulunduğu yerden soyutlanmış gibiydi.

"Dünyadan kocama, dünyadan kocama şu an toplantının ortasında olduğumuzu unutuyorsun galiba."

Demir ciğerlerine doldurduğu derin nefesle beraber vücudunu eski konumuna doğru götürdüğü zaman bakışlarını insanlarda dolaştırmaya başladı.

"Kesinlikle ben de akıl bırakmıyorsun Haniftam."

"Hiçte bile... Bu konuda suçu bana atamazsın hayatım, suç tamamen uçup gitmeye meraklı olan aklında."

Demir kafasını bana çevirip tebessüm etmeye başladığı vakit, kaşları çatılarak bir anda konuşan adamın sözünü böldü.

"Size tam tersini yapmanızı söylemiştim!"

İşte şimdi yine aynı şey oluyor, ortam aşırı derecede geriliyordu. Bu katta yapılan toplantıda illa bir aksilik çıktığı yetmezmiş gibi bir de üstüne Demir'in sesi sert bir şekilde çıkmaya başlıyor ve bu uzun süre böyle devam ediyordu. Biraz daha bu toplantı görünümlü çatışmanın ortasında kalırsam "İmdat!" diye bağıracağımı bildiğim için kulaklığımı takarak ortamdan soyutlanmak için çabaladım.

21:30

Kesinlikle bu şirket bugün ruhumu emmeye ant içmiş gibi görünüyordu. Tek başıma oturduğum odanın duvarındaki boş bakışlarımı çizim yaptığım ekrana doğru çevirdiğim zaman sıkkın bir nefes verdim. Demir'in girdiği sayısız görüşmelerin ardı arkası kesilmediği gibi sorunlu bir gün geçirdiği için yanında durmak bile bana iyi gelmiyordu. Belki daha iyi hissederim diye şu an odasında çizim yapmak için çaba harcıyordum ama o da sıkıntılı ruh halimle kapattığım ekran ile mümkün olmadığını gözler önüne seriyordu.

Belki bu ruh halinden sevdiğim biriyle konuşmak beni kurtarır diye telefonu elime alıp saate baktım ama saat 21.40 olmuştu ve benim sevdiğim herkes için bu saat sabahın erken saatlerine tekabül ediyordu. Daha da sıkılmış bir halde telefonu masanın üzerine bıraktığım zaman gözümden akan yaşın neden oradan süzüldüğünü çok iyi biliyordum. Kesinlikle artık kendi düzenime dönmek istiyor, sevdiklerimin yine aynı şekilde etrafımda olmasını istiyordum.

Bakışlarım bir kişiyi bile arayamadığım telefonun karanlık ekranında gezinirken kendimi daha da yalnız hissetmeye başladım. İşte tam da o an, telefonuma gelen görüntülü arama ile şaşkın bir şekilde telefonu elime aldım. Arayanın Zehra olduğunu görünce hemen gözyaşlarımı sildim ve yüzüme yerleştirdiğim gülümseme ile görüntülü aramayı açtım ama bu sefer de titreyen sesimi kontrol edemediğim için tebessüm etmeyi sürdürerek öylece onun konuşmasını bekledim.

"Selamünaleyküm kuzen canım. "

"Aleykümselam can kuzenim. "

"Nasılsın bakalım? Sabah namazına kalktığımda içime hasretin çöktü. Bende görüntülü arayıp, seninle hasret gidereyim dedim."

Mutfakta su doldururken kurduğu cümleyi, masaya oturarak bitirdi ve gözlerimin içine baktı. Mavileri, sadece kahvelerimle buluşmuyor, oradan kalbime geçiş yapıyordu. Geçiş yaptığı yerdeki hüznümü gördüğünde ise mavilerindeki ışıltılı mutluluk sönüp, yerini kahvelerimde gördüğü hüzne bırakıyordu.

"Neden gözlerinde büyük bir hüzün var Beyza?"

Zoraki tebessümüm titreyen dudaklarımla gölgelendiğinde içimdekileri ona ağlayarak anlatmayı asla beklemiyordum ama bunun olmasına da engel olamıyordum.

"Yapamıyorum Zehra, o üzülmesin diye bir şey demiyorum ama burada olmak bana göre değil. Ben ülkemde kendi bayrağımın altında yaşamak istiyorum, burada sevdiğim insanlardan çok uzakta değil..."

Elimi alnıma götürüp, yüzümü görüş alanından çıkardım ama hıçkırıklı ağlamalarım her şeyi göz önüne seriyordu. Arkadan Ali Asaf ağabeyimin "Bu saatte kiminle konuşuyorsun sen? Beyza mı o ağlayan?" diye sorduğunda kafamı kaldırıp, Zehra'ya baktım. Zehra ne diyeceğini bilmez halde "Şş şey Ali Asaf, biz özel konuşuyorduk." dedi.

Hemen gözyaşlarımı şalımın ucuyla silip, elimi yelpaze gibi sallayarak yüzüme tebessümümü yerleştirdim. Kameranın görüş alanına ağabeyim çatılan kaşlarıyla girdiğinde sandalyeyi çekip, Zehra'nın yanına oturdu. Omzunun Zehra'ya değeceğini anladığı an aralarındaki mesafeyi açarak sandalyeyi biraz daha uzağa itti.

Gözlerimin içine içimi sıcacık yapmaya yeten tebessümle bakarken, çatılan kaşları düz konumuna geri dönüyordu.

"Hiç yalandan yere gülümseme ufaklık, hemen dökül."

Bakışlarımı ağabeyimden çekip "Hiç dökülmesem..." dedim ama ondan bir cevap gelmeyince tekrar ekrana bakmak zorunda kaldım ve tekrar buluşan gözlerimizle ağabeyim derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.

"Beni yorma abim, ağlama sesini duyduğumdan çok eminim."

"Benden günah gitti abi, bunu sen istedin..."

Cümlemin sonunda sesim titremiş, ben ağabeyimin karşısında takındığım tebessüm maskesini çıkarmıştım. Keşke sadece çıkarmakla kalsaydım, birde utanmadan hüngür hüngür ağlamıştım da. Ali ağabeyim tebessümünü düşürmeden, konuşmaya başladığı zaman niyetinin akan gözyaşlarımın bir son bulması olduğunu çok iyi biliyordum.

"Aha sadece incilerini akıtmıyor, bir de tuhaf tuhaf sesler çıkarıyor." Yüzündeki gülümsemeyi biraz daha büyüterek sanki bir sır veriyormuş gibi sesini alçalttı. "Abim eskinin külüstür arabalarını çalıştırırken, bu sesler çıkardı. Bakıyorum da ağladığında aynı sesleri çıkarıyorsun."

Duyduklarım karşısında sesli bir kahkaha attığımda gözümden akan yaşlar hâlâ yerini koruyor ve ben, söylenmeden edemiyordum

"Abi yaaaa... Şurada insanı, ağız tadıyla bile ağlatmıyorsun. Ayıp oluyor ama..."

"O halde sen de ağlama abim. Senin o güzel incilerinin akmasına nasıl yüreğim dayansın? İşi espriye vuruyorum ki gözünden akan yaşlar bir son bulsun."

Yüzümü sorgulan bir hale getirerek "Yani söylediklerin espriydi ve ben, ağlarken araba sesi çıkarmıyorum, doğru anlıyorum değil mi?" diye sordum.

"Yok aslında espri değildi. Sen bir daha sakın ağlama abim. İnsanların kulaklarına yazık, bak dudakların da yine şişmiş..." Gözlerimin içine merhametle bakmaya devam ederken "Benim şişuk dudaklı ana yadigarım." dedi.

Beni güldürüp, hüznümü unutturmak için elinden geleni yaptığını biliyordum. Gözyaşlarımı silip onlara baktığımda Zehra masaya dirseğini koymuş bir şekilde ağabeyimin benimle şefkatle konuşmasını yüzündeki kocaman tebessümle izliyordu. Onun ağabeyime aşkla bakan bakışlarını gördüğüm zaman istemsiz bir şekilde o haline iç çekmiş, üstüne de iç dünyasında yaşadıkları için hüzünlenmiştim. Zehra'ya takılı kalan gözlerim, ağabeyimin de dikkatini çekmiş olmalı ki "Nereye daldın ufaklık?" diye sorup, kafasını daldığım yöne çevirdi. Gözleri, Zehra'nın o haline takıldığı zaman derin bir nefes alıp gözlerini kapattı.

"Bana bir daha öyle bakma Zehra."

"Nasıl bakmayayım Ali Asaf? "

Ağabeyim yönünü biraz daha döndürerek "İsmimin yanına ağabey eklemeyi lütfen unutma diye seni daha önce de uyardım Zehra." dedi.

"Tamam Ali ağabey, bir daha unutmam."

Zehra bakışlarını, kırgınlığını saklamaya çalışarak bana döndürdüğünde ağabeyim konuşmaya devam etti.

"Özellikle senin ağzından ismimi tam duyacağım Zehra. Ali ağabey değil, Ali Asaf ağabey demeni istiyorum."

Zehra bakışlarını tekrar ağabeyime çevirdiğinde "Neden bunu istediğini bir türlü anlamıyorum. Beyza, sana Ali ağabey deyince problem olmuyor da neden ben, Ali ağabey deyince problem oluyor?" diye sordu.

Oh be benim can kuzenim, sonunda ağabeyime karşı dik durmayı başarıp, küçücükte olsa söylediğine karşı gelmişti.

Zehra çok akıllı, akıllı olduğu kadar da çok konuşan bir kız olmasına rağmen, eğer ortamda Ali Asaf ağabeyim varsa dut yemiş bülbüle döner, hep sessizliğe bürünürdü. Baş başayken konuşkan olup, aile arasında neden sessiz sedasız olduğunu tabii şimdilerde daha iyi anlayabiliyordum.

"Aferin can kuzenim, işte böyle dik dur!"

Heyecanlı sesimle çıkan cümlem ağabeyimin radarına takıldığında kafasını sağa sola sallayarak sen yok musun der gibi baktı. Bakışları karşısında mahcubiyetle alt dudağımı ısırdığım zaman ağabeyim kafasını Zehra'ya doğru çevirdi.

"Çünkü ben, senin ağzından ismimim tam olarak çıkmasını istiyorum. O yüzden lütfen altında bir neden arama, sadece dediğimi uygula." Bakışlarını biraz daha Zehra'nın üzerinde gezdirdikten sonra onun onaylamasını duymak istiyormuş gibi "Tamam mı küçüğüm?" diye sordu.

Ağabeyimin ağzından çıkan küçüğüm hitabından sonra Zehra, kaşları çatarak konuşmaya başladı.

"Tamam değil! Sen de bana küçüğüm demeyi bırak."

Zehra'nın beklenmeyen çıkışını duymak yüzümde güllerin açmasına neden olmuş ve aynı mutluluk cümlelerime yansımıştı.

"Ne derdim kaldı, ne kederim." Sesimi gurur dolu bir ifadeye getirip konuşmaya devam ettim. "Şu an seninle gurur duyuyorum Zehra. Her dediğine susman hataydı zaten. "

Zehra bana bakıp öpücük attığında ben de onun öpücüğüne karşılık verdim ama ağabeyim konuşmaya başlayınca bakışlarımı ona doğru çevirdim.

"Aramızda 5 yaş var Zehra, sana küçüğüm demem kadar normal bir şey yok."

Zehra duyduğu cümleden sonra hem omuzlarını yukarıya doğru kaldırıp, tekrar eski konumuna indiriyor hem de aynı anda konuşuyordu.

"Yine de istemiyorum." Yönünü biraz daha ağabeyime çevirerek "O halde bundan sonra sen de benimle konuşurken, Zehra kardeşim diye hitap edeceksin." dedi.

Ağabeyim duyduğu sözden sonra tebessüm edip, tekrar Zehra'ya doğru döndü.

"Tamam bunu sen istedin Zehra. Eğer sen kardeşim diye hitap etmemi istiyorsan ben de öyle hitap eder, seni Beyza'ya eşdeğer ederim."

Ağabeyim, eğer Zehra'ya bir kere kardeşim derse asla o sözü yutupta ortada ikisi için bir gelecek bırakmazdı. Ne söylediği sözü unutur, ne de Zehra pişman olsa da geri adım atardı.

Zehra, Ali Asaf ağabeyimin ne demeye çalıştığını anladığı zaman dudakları titredi. Şu an ona karşı çıkması, tüm duygularını itiraf etmesi ile eş değerdi. Ali ağabeyim, Zehra'nın gözlerinin içine bakıp, kardeşim demek için harekete geçtiğinde kuzenlik makamındaki kuzen canımı, yenge can yapmadan pes etmemem gerektiğini biliyordum.

"Saçmalama ağabey, sen bana bile kardeşim demezsin. Ana yadigarım, ufaklık, abim, fındığım gibi sözler söylersin ama kolayına kardeşim demezsin." Yüzümdeki ifadeyi kıskanç bir şekle getirerek kaşlarımı çattım. "Hem bir destur çekte benden izin iste. Senin tek kardeşin benim! Eğer benden başkasına kardeşim dersen, seninle hayatta konuşmam." İşte şu an sergilediğim performans bana Oscar ödülü aldırmayacak olsa bile ağabeyimin gözünde en kıskanç kardeş ödülü aldırabilirdi.

Bakışlarımı ağabeyimden çekip bu sefer Zehra'ya doğru çevirerek konuşmama devam ettim.

"Zehra sende bir daha ağabeyimin, benim kıskanacağım şekilde sana hitap etmesini isteme. O sadece benim ağabeyim! İki ağabeyimi de kimseyle paylaşamam, hem senin tam 3 tane ağabeyin var. Git kendi ağabeylerinin sana kardeşim demesini iste ama ne olursa olsun benim ağabeyimden öyle bir hitap söylemesini isteme. Yoksa seninle de küserim."

Zehra şu an olayı kurtarmak için böyle konuştuğumu elbette biliyordu; çünkü Hüseyin ağabeyim, Zehra'ya kardeşim diye seslendiği zaman sesimi bile çıkarmıyor, bırak kıskanmayı normal olanın zaten o şekilde hitap etmesi gerektiğini düşünüyordum.

"Tamam, tamam küsme Beyza'm. Sen istemiyorsan demesin, kesinlikle aranızı bozmak istemiyorum."

Sesimi üzgün bir hale getirerek Zehra'daki bakışlarımı ağabeyime doğru çevirerek "Abim, bir tanecik kardeşinin seninle küsmesini ister misin? Zaten bugün çok üzgündüm, bir de abim benden başkasına kardeşim dedi diye mi ağlayayım?" diye sordum.

"Tamam abim, sen ağlama ama bir daha Zehra'nın böyle bir isteği olursa onu geri çevirmem ve istediği şekilde hitap ederim."

Konuyu sonunda tatlıya bağlamış, uzun süre çene çalmayı başarmıştık. Kahvaltı hazırlıkları başladığı zaman ağabeyim Zehra'nın yanından kalkarak ailemin diğer üyeleriyle görüşmem için alan oluşturmuş, ben de hepsiyle sırasıyla görüşmüştüm. Hepsi özlemlerini tek tek içtenlikle sunarken akan gözyaşlarım, benimde onları çok özlediğimi söylüyor, böyle sevgi dolu bir aileye sahip olduğum için tekrar Rabbime şükrümü sunuyordum.

Telefonu kapattıktan sonra birkaç dakika içli içli ağlayıp, içimdeki özlem duygusunun beslediği hüznümün, gözlerimden süzülmesine müsaade ettim. Baktım geçecek gibi değil, tekrar kulaklığımı takıp çizim yapmaya devam ettim.

Demir'den gelen mesajla alt katta olan toplantının sonunda bittiği haberini aldığım için eşyalarımı toparlayıp onun yanına gittim. Odadan içeriye girerken insanlar savaştan çıkmış gibi yorgun argın bir şekilde dosyaları toparlayıp odadan çıkıyordu. Kocam ise yakışıklığından hiçbir şey kaybettiği yetmezmiş gibi önünde bulunan kağıtları imzalayarak çalışmaya devam ediyordu. Bu adam cidden ismi gibi demirdendi sanırım, yoksa bu kadar yoğun çalıştığı halde yorulmaması imkansızdı.

Demir kağıttaki bakışlarını kısa süreli bana çevirerek "Bugün sürekli bahanelerin arkasına sığınarak yanımdan kaçtığınızı unutmayacağım Hanifta Hanım." dedi. Elimdeki çantaları sandalyeye bırakıp imzalamaya devam ettiği kağıtlara baktım. En az 5 dakika da imza atması sürecek gibi görünüyordu. Kalçamı masaya dayayıp, ona bakarak konuşmaya başladığımda bakışları, benim ve imzaladığı kağıtlar arasında git gel yapıyordu.

"Hayatım bu odada yapılan toplantılar savaş havasında yapıldığı için ister istemez geriliyorum. Hele sen, bazen öyle bir bağırıyorsun ki ben bile senden tırsıyorum."

Demir kağıttaki bakışlarını çekip gözlerime baktı. "Bugün gerçekten beni çok zorladılar güzel karım, yoksa seni korkutmamak için- " Demir cümlesini yarıda kesip yönünü bana çevirdi. Elindeki kalemi masaya bırakırken "Sen ağladın mı?" diye sordu. Daha cevap vermeme fırsat vermeden bakışları dudaklarım ve gözlerim arasında git gel yaparken sağ eliyle yanağımı okşayıp, sorusunu değiştirdi.

"Neden ağladın Haniftam?"

Oysa buraya gelmeden önce yüzümü kontrol etmiş, ağladığımın belli olmadığı kanaatine varmıştım ama Demir yine de ağladığımı anlamıştı. Ona neden ağladığımı söylemek için dudaklarımı araladığım zaman günün onun için zorlu geçtiğini hatırladım.

"Birazcık senin tarafından ihmal ediliyor olabilirim. Mesela... Mesela bugün beni sevdiğini kaç kere söyledin?"

"Çok kere söyledim."

Üff başka söyleyecek bir şey bulamadın mı Hanifta kız. Şimdi kocana, neden ağladığını açıkla bakalım.

Sus kız! Bir kadına, aşık olduğu adam günde yüz kere seni seviyorum dese bile o kadın, yüz birinci seni seviyorumu bekler. O yüzden sus ve cıstaklı müziğimin tadını çıkar.

"Yaa işte bak sen de çok kere söyledim diye itiraf ettin, önceden çokk çokkkk kere beni sevdiğini söylüyordun. Peki o azalan çokları ne yapacağız ihmal adam?"

Demir'in dudakları yukarıya doğru kıvrılırken diğer elini de yanağıma getirerek okşadı ve ciğerlerine çektiği derin nefesle beraber "O halde ihmal adamın seni daha çok sevsin!" dedi, ardından da ekledi.

"Hemen imza işini bitirip buradan çıkalım güzel karım ve biran önce evimize gidelim ama evimize gittiğimiz zaman yeter artık beni çok sevdin diye mızmızlanarak benden kaçmak yok. Anlaştık mı?"

Sorduğu soruyla gözümün önüne ondan kaçıyor olsam da kolaylıkla beni yakaladığı zamanlar geldi ve böylece "Anlaşmadık." diye cevap verdim. O ise "Anlaştık, anlaştık... Ne de olsa seni ihmal ettiğimi kendi ağzınla itiraf ettiğine göre seni daha çok sevmem gerektiği mesajını da verdin." dedi, ardından da beklemeden imza işine geri döndü.

"Ama Demir, sen de öpmeden sadece beni sevdiğini söyle, sürekli öptüğün için kirli sakalların yüzümü çok acıtıyor."

Demir önündeki kağıtları hızlı bir şekilde imzalamaya devam ettiği sırada bakışlarını vücudumda gezdirip çapkın bir gülümse ile birlikte dudaklarını araladı. Kesin yine utanacağım bir şeyler söyleyecek sonra da bundan dolayı haz alacaktı.

"Öpücüklerim sadece yüzünü mü acıtıyor güzel karım?"

İçime çektiğim derin nefes ile kocamın yüzüne milyonuncu kere "Arsızsın işte, hem de çok arsızsın." dedim ve masaya yaslı olan kalçamı oradan çekip çantalarımı almak için hamle yaptım.

"Arsızım ama sadece karımın arsızıyım."

Demir'in söylediği cümleye sessiz bir şekilde gülümserken yüzümün görüş alanında olmadığı için mutluydum. Sırt çantamı takıp, çizim çantamı elime aldıktan sonra birkaç adım atarak kapıya doğru yöneldim ve çok geçmeden elimi kavrayan sıcak elin sahibine kafamı çevirdim.

Gözlerinin içinde sayısız yıldız barındırıyor gibi ışıl ışıl gözlerle bana bakıyordu ve bu şekilde bakması bile kalbimdeki çam ağacının köklerini daha güçlü bir şekilde besliyordu.

"Seni çok seviyorum Haniftam."

"Ben de seni çok seviyorum hayatım."

Demir'e söylediğim cümleden sonra sessiz bir şekilde "Ah çok acıdı!" diye söylendim. Tabii kocam, neden böyle dediğimi anlamadığı için korkulu gözlerle bana bakarak neyimin olduğunu sordu fakat ben konuşmaya devam ettikçe de yüzü şaşkınlığı tarafından ele alındı.

"Sana attığım ilk öpücük ve kalp vardı ya, onları tutmadığın için pat diye yere düşmüştü. İşte yine onlardan bir tanesini ezdin."

Arkamıza doğru dönerek işaret parmağımla yeri gösterdim.

"Bak işte kalbim orada öylece yara almış şekilde duruyor. Oysa onu, sana doğru attığımda senin tarafından korunma altına alınacağından çok emindim."

Demir'in bakışları bir ben de bir yerde dolaştıktan sonra gülümsedi.

"O halde ben, karımın kalbini alayım ve ait olduğu yere koyayım."

Duyduğum cümleden sonra yüzümü kaplayan sıcak gülümseme ile yakışıklı kocama baktım. Eğilerek yerden aldığı kalbi, sağ elinin içinde tuttu, ardından da gözlerimin içine bakarak ait olduğu yere koydu. Bu hareketi hızla boynuna sarılıp orayı defalarca kez öpmeme neden olduğu zaman, kulağına sürekli onu çok sevdiğimi fısıldıyordum ve bu fısıltılar sonucu kocamın vücudumu saran kolları orayı çok daha sıkı bir şekilde kavrıyordu.

"Ben de seni çok seviyorum güzel karım, özellikle bu haline bayılıyorum."

ERTESİ GÜN...

Selin akşam yemeğine çağırdığı için oraya gitmiş, saati ise gece yarısına getirmiştik.

"Kızım için en iyi eğitim planı bu Derin, lütfen sen de bu konuyu zorlaştırma."

Gökhan'ın cümlesinden sonra Derin, sıkkın bir nefes verdiği zaman ben konuşulanları şaşkınlık içinde dinlemeye devam ediyordum. Dolunay daha 6 yaşındaydı ve şu an üniversiteye kadar gideceği tüm okulların belirlendiği söyleniyordu.

Eee tamam da bu kız, daha 6 yaşında tam olarak ne olacağına karar vermediğine göre bunlar neyin kafasını yaşıyordu?

"Tamam aşkım eğitim konusunda sana hiçbir şekilde karışmıyorum."

Gökhan duyduğu cevaptan sonra keyiflenerek sırtını koltuğa yaslayıp Derin'i göğsüne doğru çekti.

"Senin en çok bu huyunu seviyorum Derin, zorlaştırma dediğim konuları gerçekten zorlaştırmıyor ve bildiğim gibi ilerlememe izin veriyorsun."

Vay arkadaş, karı koca bir olup kızın tüm hayatını ipotek altına aldılar. Sen de duydun değil mi Beyza?

Duydum duymasına da şu an çok şaşkınım iç sesciğim. En iyisi karı koca arasına girmemek, gerçi aralarına gireceğimiz bir konu ne yazık ki yok. Baksana ikisi bir olup zavallı Dolunay ne ister diye düşünmeden neleri planlamışlar.

"Eee Demir, dayısı olarak Dolunay için oluşturduğumuz eğitim planını beğendin mi? Bu konuda bir tek senin fikrini merak ediyorum. Ne de olsa aldığın eğitimler ortada."

Gökhan'ın sorusundan sonra bakışlarım, Demir'e kaydığı zaman ondan "Yetersiz." cevabını duymayı asla beklemiyordum ve Demir, beklemediğim cümlelere ekleme yapmaya devam ediyordu.

"Hem de çok yetersiz, eğer onu bu yaşta zorlamaya başlamazsanız içindeki potansiyel körelmeye başlar. O yüzden eğitim kararını verirken en iyisi neyse ona odaklanmanız gerekiyor."

Demir'in cevabından sonra Gökhan, koltuğa dayadığı sırtını dikleştirdi. Yüzü sanki duymak istediği cümleleri duymuş gibi keyif dolu bir ifadeye bürünürken konuşmaya başladı.

"Aslında ben de öyle düşünüyordum ama Derin, Dolunay'ı yatılı okula göndermek istemediğini söyledi. Ben de bu konuda onu kırmamak adına ikimizin gönlünü hoşnut edecek bir karar verdim ama doğru olan senin söylediğin gibi yapmamız. Eğitimi için en iyisi yatılı okulsa oraya gitmesi her açıdan daha iyi."

Gökhan, Demir'deki bakışlarını Derin'e çevirip "Sen ne diyorsun aşkım? Bak abinde en iyi olanın bu olduğunu söylüyor." dedi.

"Bilmem yine de doğru gelmeyen bir şeyler varmış gibi hissediyorum."

Derin'in söylediği cümleyi "Doğru gelmeyen bir şey değil, çok şey var" diye düzeltmek istesem de susmayı tercih ettim ama onlar susmamak konusunda kararlı gibiydiler. Herkes ilerde çocuğu olursa şu okula gönderir, okulun şu ünvanından yararlanarak çalışma hayatına o şekilde atılır diye konuşuyordu ama beni onların konuşmasından çok Demir'in konuşması üzüyordu. Öyle zorlu bir eğitim planlaması hazırlamıştı ki kendi yaşadığı sıkıntılı dönemin kat kat fazlasını bu eğitim planına eklemişti. Ne yazık ki ona babasından miras kalan kader motifi de buydu ve o, ilerde çocuğuna çok daha ağır bir kader motifi bırakacak gibi görünüyordu. Tabii sırf babasından ona böyle bir kader motifi miras kaldı diye o motife razı gelecek değildim. Gerekirse o motifi söker, ilmek ilmek yeniden işlemesini de bilirdim.

"Çok sessizsin Beyza, peki sen bu konuda ne düşünüyorsun?"

Selin'in sorusundan sonra kısa süre ona bakıp tebessüm ettim ve ardından bakışlarımı ondan çektim.

"Hiçbir şey düşünmüyorum Selin."

"Neden peki?"

"Çünkü benim bunları düşünmek için birlikte karar alabileceğim bir çocuğum yok. O yüzden ilerde bir çocuğum olursa bu planları tek başıma değil, onunla birlikte yapmak istiyorum ve o, ne istiyorsa onunla birlikte bir yol çizmek istiyorum."

Söylediğim cümleden sonra Gökhan "Bu konuda Demir'in görüşleriyle aranızda uçurum var ama ben, ilerde her şeyin Demir'in istediği gibi ilerleyeceğine çok eminim." dedi. Demir'e bakmıyordum lakin salladığı ayağından dolayı gergin olduğunu anlayabiliyordum.

"Ben de her şeyin Demir'in istediği gibi ilerleyeceğine çok eminim Gökhan; çünkü benim aşık olduğum adam, çocuğunu kucağına aldığı an bu hayatta hiçbir şeyin ondan daha kıymetli olmadığını anlayacak ve çocuğu ile birlikte kararlar alacak bir adam."

Cümlem Demir'in gergin bir şekilde salladığı ayağının sabit bir şekilde durmasına neden olurken Demir'in üzgün bir şekilde verdiği nefesi duyuyordum. Tam bakışlarımı ona doğru çevirmeyi düşünüyordum ki Demir, hiçbir şey demeden yanımdan kalktı ve balkona çıktı. Peşinden ben de ayağa kalktım.

"En iyisi eşimin yanına gidip hiçbir eğitim planının çocuğumuzdan önemli olmadığını, bizi isimlerinin yanına gelecek ünvanların değil de birbirimize duyduğumuz sevginin mutlu etmesi gerektiğini tatlı tatlı anlatayım. Yoksa daha ortada olmayan çocuğumun hayatı, okul köşelerinde heba olurken gönlünde açılan yaralar her defasında kolaylıkla kanayacak ve o, başarılı bir iş hayatı olsa da asıl önemli olan aile limanını kaybettiği için her fırtınada alabora olacak."

Cümlemden sonra Derin ve Gökhan'daki bakışlarımı çekip, balkona doğru ilerledim. Ne demeye çalıştığımı anladıklarını umarak Demir'in yanındaki yerimi aldım. O gökyüzüne doğru kaldırdığı başıyla nefes almaya çok ihtiyacı varmış gibi görünüyordu ve şu an ki hüzünlü hali bile onun için üzülmemi kolaylıkla sağlıyordu. Karşısına geçtiğim zaman birbiriyle buluşan bakışlarımız, hızla Demir'in göğsüne sarılmamla bir son buluyordu. Dudaklarım yaralı kalbini defalarca kez öperken onun yüreğinin şifa bulmasını istiyor, her öpücükten sonra fısıldadığım sevgi dolu sözcüklerle bu şifanın hızlanmasını istiyordum.

"Ben de seni çok seviyorum Haniftam."

Demir, göğsündeki bedenime sıkı bir şekilde sarılıp, şalımın üstüne dudaklarını götürdü ve dudaklarını uzun süre orada tuttu.

"Aşık olduğun adam, çocuğunu kucağına aldığında fikrini değiştirmezse diye çok korkuyorum Beyza."

Demir'in korkusu sesine yansımakla kalmıyor, bir de suçlu bir nefes vererek cümlesine soruyla devam ediyordu.

"O zaman da o adamı sevecek misin?"

"Seveceğim hayatım."

Demir böyle bir yanıtı benden beklemiyor olacak ki kollarını omuzlarıma getirerek beni vücudundan ayırdı ve gözlerimin içine üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi baktı.

"Doğru anlıyorum değil mi? Aynı Derin gibi sessiz kalıp, yaptığım eğitim planına ses çıkarmayacak ve beni sevmeye de devam edeceksin."

Tebessüm ederek hayal dünyasında gezinen kocamın yüzüne baktım, ardından da sağ elimi kirli sakallarımda gezdirdim.

"Canım kocam şu an bu soruyu sana soracağım için ben bile şaşkınım ama sen saf mısın?"

Bakışlarımı yüzünde gezdirdikçe yüzümdeki tebessüm büyüdü. Sol işaret parmağımla kendi yüzümü gösterirken "Şu tipe bir bakar mısın, şu tipte susup kabullenecek bir tip var mı?" diye sordum.

"Yok. Yok ama beni sevmeye devam edeceğini söylemiştin Haniftam?"

"Seni sevmem, sessiz kalmam anlamına gelmiyor ki hayatım. Sırf seni seviyorum diye bu konularda sessiz kalmam ve çocuğumu belli bir yaşa kadar gözümün önünden ayırmam."

"Bu konuda son sözü benim söyleyeceğimi biliyorsun değil mi güzel karım?"

Demir'in emin sesiyle çıkan cümlesinden sonra içimden gelen sırıtma isteğini bastıramadım ve sırıtarak "Evet biliyorum yakışıklı kocam. Peki sen son sözünün ne olacağını biliyor musun?" diye sordum. Demir mimikleriyle ne diye sorduğu zaman "Sen ne diyorsan o olur güzel karım." dedim ama bu cümle yetersiz gibiydi.

"Yok yok sadece bunları da değil, tamam sevgilim, sen yeter ki iste Haniftam, çok doğru düşünmüşsün canım karım, sen bilirsin hayatım, hiçbir şey sizden önemli değil ömrüm, ne de güzel kararlar alırmış benim Haniftam gibi gibi cümlelerde söyleyeceksin."

Her bir cümlemde sağ elimle Demir'in yüzünü okşamayı sürdürürken Demir'in yüzünü alan ifade değişiyor ve gülümsemesine engel olamıyordu. Sol eliyle yüzündeki elimi çekip öpmek için dudaklarına götürdü ama hain adam, öpmek yerine mis gibi elimi canımı acıtmayacak şekilde olsa da ısırdı.

"Vicdansız koca, nasıl kıydın minik dağ çileğine?"

"Minik dağ çileğim, çocuk kandırır gibi kocasını kandırmaya çalıştığı zaman yüzünü getirdiği sevimli ifadeyle çok iştah açıcı görünüyordu. O yüzden dua et, afiyetle yenmeyi hak etmiş olsan da sadece ısırdım güzel karım."

"Kandırmıyordum, sana gelecekteki hayatımızın fragmanını gösteriyordum."

Demir emin sesimle kurduğum cümleden sonra daha fazla gülümsedi. O gerçekten son sözü söyleyeceğini düşünüyor olmalı ki hareketleriyle bunu belli ediyordu. Neyse şimdiden çene yorupta kendimi yoracak değildim, elbette zamanı geldiğinde tek başına karar alamayacağını öğrenmek zorunda kalacak, öğrenmiyorsa da buna razı gelmeyen Beyza ile karşı karşıya gelecekti.

Demir kolundaki saate baktıktan sonra "Sevgilim saat gecenin ikisi, bizim bu saatte yatağımızda olmamız gerekiyor." dedi. Tutmam için elini uzattı. Elini tutup içeriye doğru ilerlediğimiz sırada telefonuma gelen bildirime baktım. Tuğba'ya onu ve oradaki hayatımı çok özlediğimi söylediğim için hafta sonu verdiği kursu sabah saatine çektiğini, müsait olursak görüntülü arayacağını söylemişti. Şimdi de görüntülü aramak için müsait olup olmadığımı soruyordu. Ona müsait olduğumu yazdıktan sonra konuşmaya başladım..

"Demir, sen içeriye gitsen ben de biraz Tuğba ile konuşup yanına gelsem olur mu?"

Demir kafasını olumlu anlamda salladı, ardından da alnımdan öpüp arkadaşlarının yanına gitti. Tuğba'dan gelen görüntülü aramayı açıp uzun süre konuşmaya başladık sonrasında konuşmaya atölyedeki öğrencilerimiz dahil oldu. Herkesin beni çok özlediğini tek tek ağızlarından dinlemek, beni yine duygusal karmaşanın içine sürüklemişti. Evet, onları bende çok özlemiştim ve burada tahminimden fazla süre geçirmiştim.

Telefonu kapatıp kalabalığın içine girdiğimde Selin, meraklı sesiyle sorusunu yöneltti.

"Sen ağladın mı fıstığım?"

Selin'in sorundan sonra Demir üzülmesin diye ona söylemediğim cümlelerden bir tanesi dilimden döküldü.

"Yok ağlamadım ama benim artık Türkiye'ye dönmem gerekiyor."

Demir, sırtını yasladığı yerden doğrulturken söylediklerimden hoşnut olmadığını ifade eden bir sesle "Neden?" diye sordu.

"Bugün Fatih Beyle de konuştum Demir, çizdiğim ayakkabının ilk kalıp çıkarmasında sorun yaşanmıştı. Görüntülü aramayla nerede hata yaptıklarını anlattım ama uzaktan artık olmuyor." Demir'deki bakışlarımı yere eğdim. "Artık benim İzmir'e dönmem gerekiyor. Hem iş hayatım zora girdi hem de ders verdiğim öğrencileri boşladım." Yerdeki bakışlarımı tekrar Demir'in yüzüne çıkardığım zaman sesimdeki özlem gözlerimin meskenliğini yapıyordu ve çektiğim özlemin onun tarafından anlayışla karşılanmasını bekliyordum. "Bu saydıklarımdan daha önemli olan ise başta dedem olmak üzere ikimizin ailesini de çok özlemem Demir. "

Demir oturduğu yerden yanıma gelirken herkes sessizce söylediklerimi dinliyordu ama benim bilmediğim bir şeyi biliyormuş gibi görünüyorlardı. Demir elimi tutup, alnımı öptüğünde konuşmaya başladı.

"Tamam hayatım, kısa bir süreliğine gidip tekrar döneriz. "

"Niye kısa süreli olsun ki Demir, senin buradaki işlerin ne zaman bitecek?" Bakışlarımı yüzünde gezdirdim ve ekledim. "Olmadı ben önden giderim, sen de işlerini hallettikten sonra gelirsin. Böylece Amerika'ya gidip gelmekle zaman kaybetmeyiz."

Demir sağ elini yanağıma götürüp baş parmağıyla tenimi okşarken "Haniftam benim buradaki işlerim kısa süreli değil. Yine devamlı olarak burada olacağız." dedi.

Söylediklerini algılamak için birkaç saniye bekledim. Devamlı burada olacağızdan kastı burada yaşamak olabilir miydi? Hayır hayır, kesinlikle bunu kastediyor olamazdı; çünkü bu kadar büyük bir karar ancak iki tarafın oturup konuşması sonucunda alınırdı. Düşüncelerden sıyrılıp bu cümleyi açması için sorma gereği duydum.

"Devamlı burada olacağız derken?"

"Amerika'da yaşamaya devam edeceğiz."

.
.
.

Loading...
0%