@hanifta_hanim
|
Söylediklerini algılamak için birkaç saniye bekledim. Devamlı burada olacağızdan kastı burada yaşamak olabilir miydi? Hayır hayır, kesinlikle bunu kastediyor olamazdı; çünkü bu kadar büyük bir karar ancak iki tarafın oturup konuşması sonucunda alınırdı. Düşüncelerden sıyrılıp bu cümleyi açması için sorma gereği duydum. "Devamlı burada olacağız derken?" "Amerika'da yaşamaya devam edeceğiz." Demir'in yanağımı okşarken kurduğu cümlenin bitmesiyle beraber, yanağımdaki elini tutup benden uzaklaştırdım. Nasıl olurda bu kadar büyük bir kararı tek başına alabilirdi? "Üstelik devam edeceğim de değil, devam edeceğiz. Peki neden benim bundan haberim yok?" "Konusu açılmadı sevgilim, sende daha önce sormadın ki söyleyeyim." Ondan iki adım uzaklaşıp, ayarlamakta güçlük çektiğim sesimle sakince konuşuyordum ama gözlerimden ateş çıkıyordu. "Senin Amerika'ya yerleşmek gibi bir düşüncen olduğundan bile haberim yoktu Demir. Böyle bir düşüncen olduğunu bile bilmezken gelip sana ne sormamı bekliyorsun?" "Buraya geldiğinde her şeyi kabul edip geldiğini sanıyordum." Duyduğum cümle sonrası derin bir nefes aldım ama söylediği şeyleri sindiremiyordum. "Neyi kabul edecektim Demir; vatanımı, ailemi, sevdiklerimi geride bırakmayı mı? Ben senin gibi değilim; önceliklerim, değer verdiklerim çok farklı. Ben buraya geldiğimden beri nefes alamıyor, boğulduğumu hissediyorum." Bakışlarımı karakter olarak benden çok farklı olan adamın yüzünde dolaştırdım ve konuşmama çok daha emin bir sesle devam ettim. "Benim yurtdışında yaşamak gibi bir planım olsaydı sektör devlerinin bana sunduğu şartları gözüm kapalı kabul eder, servetime servet katardım." Sonuçta sektördeki başarımı o da biliyordu ve bu başarıya sahip olanlara sunulan şartlardan en az benim kadar onun da haberinin olduğunu biliyordum. "Sektördeki başarımı ve bunun karşılığında bana sunulan şartları en az benim kadar iyi bildiğini biliyorum Demir. Bu şartları kabul etmeyen birisini, illa ki vatan toprağına bağlayan sebepleri vardır. İşte bu yüzden şimdi karşıma geçipte dalga geçer gibi her şeyi kabul edip geldiğimi sakın söyleme." Demir karşıma geçtiğinde gözlerimin içine ciddiyetle bakıyordu ve nefes alış verişleri her an patlayacak bir bombayı andırıyordu. O böyle zamanlarda kalbimi kıran cümleleri peşi sıra sayıyordu. Saymasın istesem de bu hep böyle oluyor, beni kendinden uzaklaştırmayı kolaylıkla sağlıyordu. "Seni buraya ben getirmedim Beyza! Sen, kendi ayaklarınla geldin!" Duyduğum cümle sonrasında iki adım daha geriye gidip, yıkılmış bir ifadeyle gözlerinin içine baktım. Olmuyordu veya ben bir türlü oldurmayı başaramıyordum. Aslında bunu oldurmayı kendime bir görev olarak kabul etmeyi de istemiyordum. Tamam o yaralıydı ve yetiştirilme tarzı çok farklıydı ama bu her defasında kalbimi kıran cümleler kurmasına ve benim de kurduğu cümleleri yutmamı beklemesi anlamına gelmiyordu. Dolan gözlerime, boğazımda oluşan yumru eşlik ettiği zaman söylediklerini sindiremeyeceğimi çok iyi biliyor olsam da gözlerimi birkaç saniye kapatıp, cümlesiyle beraber içimde oluşan kasırganın dinmesini bekledim fakat değişen hiçbir şey olmadığı gibi içimdeki kasırga çok daha fazla büyümüş, yıkıcı bir etkiye dönüşmüştü. Derin bir nefes alıp gözlerimi açtığım zaman karşımda duran adama, duygularımı kontrol altında tutmayı beceremiyor olsam da sesimi kontrol altında tutmayı başararak fısıldadım. "Öyle olsun Demir..." Sessizce fısıldadığım cümle Demir'in gözlerindeki ifadeyi pişmanlık dolu bir ifadeye çevirmişti ve o, yanıma doğru attığı adımlarla beraber gözlerindeki pişmanlığı, söylediği cümleyle beraber sesine de yansıtıyordu. "Öyle demek istemedim Haniftam." Bulunduğu yerde durması için elimi yukarıya kaldırdım. "Ne demek istediğini gayet açık bir şekilde ifade ettin Demir." Cümleme yılgın bir ifadeyle nefes verdikten sonra devam etmek istiyordum ama yüzleştiğim gerçekler beni boğuyor, tek başına yön verdiği hayatında fazlalık gibi hissediyordum. "Peşinden kendi ayaklarımla buraya gelirken senin böyle bir planın olduğunu, beni bu kadar kolay yok sayıp, hayatına tek başına yön verdiğini bilmiyordum." Demir'in, 'Seni buraya ben getirmedim Beyza! Sen, kendi ayaklarınla geldin!' cümlesi bir çığ gibi büyürken kalbimde söylediklerim, bu cümlesini sindiremediğimin en büyük kanıtı gibiydi. "Şimdi öğrendiğime göre kendi ayaklarımla nasıl geldiysem öyle de döner, tek başına yön verdiğin hayatına dahil olmaktan vazgeçerim." Koltuğun üzerindeki telefon ve çantamı sinirle alırken Demir kolumdan tutup, beni kendine çevirdi. "Sen ne söylediğinin farkında mısın?" diye sordu. Gözlerinin içine incinmiş duygularımla bakıyordum ama cümlelerim bıçak gibi keskin çıkıyordu. "Evet, farkındayım! Beni yok sayarak kararlar aldığın ve tek başına şekillendirdiğin hayatından gittiğimi söylüyorum. Ne güzel işte! Sen de nasıl istiyorsan öyle yaşamaya devam edersin Demir, ne de olsa artık peşinden gelen bir Beyza yok!" "Yine aynı şeyi yapıyorsun." Gözlerindeki kızıllıklara karanlık bakışlar eşlik ediyor, o cümlesini kükreyerek bitiriyordu. "Benden vazgeçip bana arkanı dönüyorsun!" Kükreyerek söylediği cümle gözlerimdeki ateşi büyütürken tuttuğu kolumu silkeleyerek elinden kurtardım. Yine beni, aptal cümleleriyle kendinden uzağa doğru savurmuştu ve şimdi de arkasını dönenin ben olduğumu söylüyordu. İşaret parmağımla göğsüne sertçe dokundum ve bunu yaparken dik sesimle sindiremediğim ne varsa dilimden döktüm. "Beni yok sayan, tek başına böyle büyük karar veren sendin! Buraya beni getirmeyip, peşinden geldiğimi söyleyen de sendin! Bu söylediklerinden sonra arkamı sana dönüyorsam suçlu benim öyle mi? O da kabulüm Demir. Ben burada olduğum sürece sessizce gözyaşı döküp, sen üzülme diye sana duygularımı belli etmezken, senin bu bencilce tek başına verdiğin karar benden vazgeçmek değil de ne? Bana gelip 'Hayatım biliyorum Türkiye'de olmak senin için çok önemli, ailen, sevdiklerin, işin orada ama burada yaşamamız gerekiyor. Benim için bu fedakarlığı yapabilir misin?' diye sorsaydın; çok ağlar, çok üzülür ama yine de senin için her şeye katlanırdım." Evet bunların hepsine ben, onun için katlanırdım ama benimde katlanamayacağım şeyler vardı ve bunlardan bir tanesi de yok sayılmaktı. "Ben sadece benim varlığımı, duygularımı yok saymana, senin gözünde önemsiz olduğumu düşünmene katlanamam Demir. Şu an senden vazgeçiyorsam ufacık da olsa benden vazgeçtiğini hissettiğim için vazgeçiyorum ve evet sen değil, ben sana arkamı dönüyorum!" Kalbimin sancısına eşlik eden gözyaşlarımla beraber ona arkamı dönerken, sırt çantamla beraber omuzlarıma aşkımın ağır yükünü de takıyordum. Ben sadece gitmiyor, onun beni bu kadar kolay yok saymasını kabullenemediğim için savrulan ruhumun çığlıklarını da duyuyor, onu savrulduğu o yerden kurtarmaya çalışıyordum. Elbisemin kollarına gözyaşlarımı silip savuştururken, ilk defa bir kapıyı açarak çıkmak zor gelmiş, şimdiden beni kor alevlerde yakmaya başlamıştı. "Beyza!" Kükreyen sesiyle söylediği ismim ile yerimde öylece kaldım. Gözlerimi kısa süreli kapattığım zaman süzülmeye devam eden yaşlar daha fazla artmıştı. "Sakın o kapıyı açıp, çıkayım deme! Geri dönüşü olmaz!" Duyduğum cümle arkamı dönüp hayal kırıklığıyla gözlerinin içine bakmama neden olmuştu. Oysa çıkarsam geri dönüşünün olmadığını söylediği kapıdan dışarıya beni, bile isteye kendi atmıştı, şimdi de o kapıdan çıkarsam her şeyin biteceği ile ilgili tehdit ediyordu. "Beni yok sayarak o kapıdan dışarı sen attın Demir. Sadece atmakla da kalmadın, bir daha içeriye girmeyeyim diye kapının kilidini sonuna kadar çevirdin. Ben şu an senin reva gördüğün yere sürgün ediliyorum." Tekrar ona arkamı döndüm ve kapıya doğru daha kararlı adımlarla yürüdüm. "Bu kız gerçekten benim en büyük sınavım. Gel buraya!" Kapıya doğru giderken söylediği cümleye, yeri delercesine attığı ayak sesleri eklendiği zaman yutkundum ve hızla oradan uzaklaşmak için adımlarımı hızlandırdım; çünkü bu manyak adamı tanıyorsam şu dakikadan sonra hiç iyi şeyler olmayacak, beni yakaladığı gibi omzuna atmaktan geri kalmayacaktı. Bunu iliklerime kadar hisseden bedenim, kapıya doğru ilerlemeye devam ediyordu ama kafamı döndürüp aradaki mesafeyi kontrol etmeden de duramıyordum. Bakışlarım, hızla aradaki mesafeyi kapatan adamın yüzüne doğru geldiği zaman düşüncelerimin doğru olduğunu anlamak hiçte zor olmuyordu ve bu, onu uyarmam ile sonuçlanıyordu. "Sakın düşündüğüm şeyi yapma Demir!" "Daha da beterini yapacağım!" Koşarak kaçmayı kendime bir türlü yediremiyor olsam da koşmam gerektiğinin farkındaydım; çünkü kesinlikle bu evden Demir'in omzuna atılarak çıkmak istemiyordum, hele gözlerinde gördüğüm ifade orada varlığını sürdürüyorken hiç hiç istemiyordum. Daha demin koşmayı kendine yediremeyen ben, bir anda koşmaya başlamakla kalmıyor bir de "Peşimden gelme, çok öfkeli görünüyorsun." diye bağırmaya başlıyordum. Ne oldu kız? Yoksa kocandan tırsıyor musun? Asla! İç sesimin sorduğu soruya sözde 'Asla!' diye cevap veriyordum ama manyak adamın 'Daha da beterini yapacağım!' cümlesindeki kastın tam olarak ne olduğunu anlamadığım için tırsmadan da edemiyordum. Hızla kapının kolunu indirip açmak için yaptığım hamle Demir'in sol kolumdan yakalayıp beni kendine çevirmesiyle son bulurken, kendimi onun omzunda bulmak gözlerinde gördüğüm o ifadeyi doğruluyordu ama o, dış kapıdan çıkmak yerine arkadaşlarına doğru adım atmaya başlıyordu. "Demir, sakın beni oraya götürme!" Demir söylediğimi duymamazlıktan gelip, Selin'e "Çatı katı müsait mi?" diye sordu. "Evet evet müsait." yanıtını alınca hızlı adımlarla merdivene yöneldi ve daha da beterini yapacağım cümlesinde neden bahsettiğini anlamamı sağlayan kelimeleri öfkeli bir ses ile bir bir soludu. "Kimse çatı katına çıkmasın! Öfkesi dinip, aklı başına gelene kadar o odadan çıkmayacak." Duyduğum cümle "Zorba!" diye bağırmama neden oluyor, bir de ona yapmak istediklerimin dudaklarımdan dökülmesini sağlıyordu. "Hemen ağabeylerimi buraya çağıracağım ve onlara, seni iki kolundan tutturup önümde diz çöktüreceğim Demir! Sonra da bu yaptıkların için seni bir güzel, kendi yumruklarımla benzeteceğim ama bunları yaparken ne olursa olsun sana asla acımayacağım!" Merdivenleri ikişer, üçer hızlı bir şekilde çıkarken "Demek beni ağabeylerine tutturup sen döveceksin, öyle mi?" diye sordu. Ardından adımlarını daha fazla hızlandırıp kendinden emin bir ses ile "Önce şu odaya çıkalım da kimin gücü, kime yetiyormuş ikimiz de bir görelim." diye söylendi. Tamam da benim gücümün bu fasulye sırığına yetmesi imkansızdı ki. Zaten bu kısmı bildiğim için ağabeylerimi çağırmak istiyordum, yoksa ne diye onları buraya çağırıp demir adamı tutmaları için yoracaktım. Ben düşünceler arasında gezinirken Demir odanın kapısını açıp içeriye girdi. Derin bir nefes ciğerlerine çektiği zaman beni yere indirdi. Gözlerinden alev çıkan adam gerisin geri adımlamamı sağladığı yetmiyormuş gibi bir de içimdeki cesaretli yanı söküp bir tarafa atıyordu ama ona bu da yetmemiş olacak ki üzerime doğru yürümeye başlıyordu. "Sana o kapıdan sakın çıkma dediğim halde nasıl durmaz, hâlâ kapıya doğru gitmeye devam edersin?" Üzerime geldikçe bugüne kadar gördüğüm en öfkeli hali karşısında sertçe yutkunmama engel olamıyordum. "Cevap ver!" Bana cevap ver diyordu ama yüzündeki o ifade konuşmamı engelliyor, o ise üzerime doğru yürümeye devam ediyordu. Dolaba çarpan sırtım kaçacak yerimin bittiği haberini veriyordu ve bir de bu habere Demir'in çenesini sıkmaktan çıkardığı diş gıcırdatma sesi eklendiği için daha fazla gerilmemi sağlıyordu. "Daha fazla yaklaşma Demir." Kalbim yerinden çıkacak gibi atarken ekledim. "Gerçekten şu an aşırı derecede gerildiğimi hissediyorum." Cümlemden sonra Demir bulunduğu yerde öylece durdu ve gözlerini kapatıp, derin nefesler almaya başladı. Kesinlikle gözlerini açmadan yanından uzaklaşacak, onun bu öfkeli halinden kaçacaktım. Sessizce yanından geçip kapıya doğru yöneldiğim sırada sırtımdaki çantayı tutarak "Hayırdır, nereye?" diye sordu. "Şş şey..." "Şey ne?" Beni kendine doğru çevirdiği zaman gözlerindeki alev daha da artmış görünüyordu. Ellerini omuzlarıma getirip sırt çantamı çıkararak eline aldı ve kapıya doğru adımladı. Neden sırt çantamı çıkardığını anlamadığım için sessiz kalmayı tercih ettim ama sessizliğim, Demir'in çantamı kapıdan dışarıya atmasıyla bozuldu. "Çantamı niye atıyorsun Demir? Ona ihtiyacım vardı." Kapıyı kilitleyip, anahtarı cebine koyduğu sırada "Senin, benden başka hiçbir şeye ihtiyacın yok Beyza." dedi. Sona doğru sertleşen sesine, üzerime doğru gelirken attığı adımlar eşlik etti, ardından da "Şimdi soruma cevap ver!" diyerek kükredi. Uzun, çok uzun süredir onun öfkeli yanıyla karşılaşmadığı gibi sürekli yumuşak tarafıyla yüz göz olan ben, bu haldeyken onunla konuşmak istemiyordu ve bu sözlerime yansıyordu. Kafamı iki yana sallayıp sessiz bir şekilde "Hayır, şu an seninle konuşmak istemiyorum." diye cevap verdim ama o, bu sessizliğimden iyice yüz bulmuş olmalı ki "Hayır şimdi konuşacaksın!" diyerek kükredi ve cümlesine çok daha sert bir sesle devam etti. "Ben sana, o kapıdan çıkarsan geri dönüşü olmaz dediğim halde sen, nasıl benim sözümü çiğner, beni arkanda bırakırsın?" Söylediklerini kabul etmez şekilde kafamı olumsuz anlamda salladım. "Ben değil, sen beni arkanda bıraktın Demir. Şimdi sakın suçu bana atma." Sesimi kontrol altında tutmak için çaba veriyordum ama biraz daha benimle sert konuşmaya devam ederse aynı sertlikte cümlelerime devam edeceğimi biliyordum. Derin bir nefes alıp kendimi frenlemeye çalıştığım sırada asıl sorunumuzun kaynağını ona hatırlatma gereği duyuyordum. "Hem önce sen cevap ver bakalım. Asıl sen, bana sormadan nasıl böyle büyük bir kararı, tek başına alabilirsin?" Duyduğu cümlelerden sonra tahammülsüz bir nefes vererek arkasını döndü ve eline geçen süs eşyasını duvara attığı sırada bağırarak konuştu. "Ben seni hiçbir zaman arkamda bırakmadım!" Odanın duvarına çarpan sesi ile konuşmaya devam ederken, tekrar eline aldığı süs eşyasını hızlı bir şekilde duvara attı. "Nasıl ben senin için buradaki işlerimi öylece bıraktıysam sen de benim için bırakacaksın! Ben senin kocanım, bundan sonraki hayatında tek önceliğin ben olacağım." Süs eşyası tuzla buz olduğunda bana doğru dönüp, öfkeli bakışlarına devam etti. İşaret parmağıyla göğsüne doğru vururken sesi itiraz kabul etmeyen şekilde çıkıyordu. "Senin öncelikli tek ailen benim, büyük ailen değil!" "Sen benimle konuşurken sırf göz dağı vermek için mi o süs eşyasını kırdın?" Arkamı dönüp ona atmak için bir şey aradığımda içinde yapay çiçek olan vazoyu gördüm. Çiçekleri çıkarıp vazoyu elime aldığım sırada üst seviyeye çıkan öfkemi ona karşı soludum. "Bu vazoyu senin kafanda kırarım!" Elimle vazoyu yukarıya kaldırıp konuşmaya devam ettim. "Emrivaki yapacağına insan gibi karşına alıp, bana isteklerinden bahsetseydin! Böyle davrandığın sürece önceliğim sen değilsin! Şimdi bunu senin o kalın kafana atacağım ve sen, karın olduğumu, kararları alırken tek başına almaman gerektiğini, sonsuza kadar hatırlayacaksın!" Elimdeki vazoyu sinirime yenilmiş, nefsimin ise esiri olmuş şekilde vicdansızca kafasına doğru hızla savurdum. Tam atmak istediğim yere giden vazoyu, iki eliyle tuttuğunda "Sen tam bir canavarsın, kesinlikle seni uysal bir kız çocuğuna dönüştürmem gerekiyor." dedi. Ardından da tuttuğu vazoyu konsolun üzerine koyup öfkeli adımlarla üzerime doğru yürüdü. "Sözümden her çıktığında seni cezalandıracağım Beyza! Akıllanana kadar bu odadan çıkmak yok!" Parmağını sallayarak konuştuğu yetmezmiş gibi bir de buna kurduğu cümlelerde kullandığı tehditkar ses tonunu ekliyordu ve bunlar, cezalarla beni yola getirmeye çalışan adamın daha fazla sinirimi bozmasına neden oluyordu. Bana salladığı parmağını ısırdığım zaman onun canı yeteri kadar acımamış olacak ki beni sinir eden cezalarına bir yenisini daha ekliyordu. "Telefon yasağı da geldi!" Biraz daha dişlerimi sıktıktan sonra beni kolaylıkla yoldan çıkaran adama öfkemi soludum.. "Bir daha parmağını sallayarak benimle konuşma! O verdiğin cezaların hepsini bir bir çiğneyeceğim sonra da o çok önem verdiğin şirketine gelip, alt üst edeceğim Demir Erdem ve sen, bana ceza verilmemesi gerektiğini öğreneceksin!" Demir kısa süreli bakışlarını üzerimde gezdirdikten sonra "Öyle bir şey olmayacak asi karım; çünkü sen, bu odada kilit altında olacaksın. Hem de bil bakalım ne zamana kadar?" diye sordu ama sorduğu soruya cevabı yine kendi verdi. "Akıllanıp sözümden çıkmayana ve beni bir daha arkanda bırakmayı düşünmeyene kadar." Allah'ım bu adam nasıl oluyor da konuşmalarıyla beni kolaylıkla deli ediyordu? Peki kafasını kırmadığım için mi bir türlü bu huyundan vazgeçmiyordu? Etrafta ona atmak için bir şey aradığımı fark edince ellerimden tutup gözlerimin içine baktı. Gözlerimin içine baktıkça da tuttuğu ellerimi belimin arkasına doğru sabitledi. "Akıllanmaz ve şu asi yanını törpülemezsen farklı cezalar da gelecek güzel karım." "Beni tehdit edip durma! Böyle davranınca daha fazla sinirleniyorum." Aradaki mesafeyi sıfıra indirdiği bedenlerimizi ayırmak için kendimi geriye doğru atmaya çaba verirken söylediğim cümleye "O zaman sende, rahat dur biraz." diye karşılık verdi ardından da uzaklaşmak için verdiğim çabayı görmezden gelerek ondan uzaklaşmamı engellemeye devam etti. "Asla pes etmeyeceksin değil mi?" Sorduğu soruya öfkeli bir ses ile "Asla!" diye yanıt vermem bedenlerimizi birbirimizden ayırmasına sonra da bileğimden kavrayarak beni çekiştirmesine neden olmuştu. "O halde bunu yapmaktan başka çarem yok." Hâlâ bileğimden tutmaya devam ederken bulunduğumuz odadan çıkmamızı sağladı, ardından da adımlarını karşıda bulunan odalardan birine doğru attı. Beni odadan içeriye soktuğu zaman bileğimdeki elini bıraktı. Ben de bu durumdan faydalanıp ondan uzaklaşmak için birkaç adım geriye doğru adım attım. "Şimdi sakinleşene kadar burada tek başına uslu bir şekilde dur! Geldiğimde her şeyi sakin bir şekilde konuşacağız." Cümlesini bitirmesiyle üstüme kapıyı kilitlemesi aynı anda olmuştu ve ben, bu kısmı düşünemediğim için büyük bir öfkeye kapılmıştım. Hızla kapıya doğru koşup bağırmaya başladığım zaman ne olursa olsun bu yaptıklarını onun burnundan getireceğim konusunda kendime sözler veriyordum. "Seni pişman edeceğim Demir ERDEM!" 💙💙 Kapıyı kilitlerken Beyza'nın öfkeli sesi merdivenlerde yankılanmaya başlıyordu ve şu an ki ses tonu yeri göğü inletiyordu. "Seni pişman edeceğim Demir ERDEM!" Ona karşı öfkeli olduğum halde bu hali bile sevimli geliyor, kulaklarımda çınlayan sesi gülümsememe neden oluyordu. Bizimkilerin yanına gittiğim sırada arkamdan söylenmeli sesi alt kata bile geliyordu. Gökhan bu durum karşısında "İçimin yağları eridi. Bana çektirdiklerinin karşılığını sana ne güzel ödetiyor ama." diye sırıtarak konuştuğunda kendimi koltuğa atıp yayılmıştım. "Demir aç şu kapıyı, bağırmaktan boğazım ağrıdı." Beyza'nın sesi tekrar kulağıma çalınırken kafamı iki yana sallayıp "Asla akıllanmayacak." dedim ve sonra duyması için bağırarak "Sende bağırma o zaman! Sakinleşene kadar kesinlikle o kapıyı açmayacağım." diye yanıt verdim. Beyza söylediklerimi duyduğu zaman çok daha öfkeli bir şekilde ismimi telaffuz etmişti ve bu, en çokta Gökhan'a keyif vermiş gibi görünüyordu. "Selin biraz odanı dağıttık, üst kata görevliyi gönder de gidip odayı toparlasın." Selin kafasını tamam anlamında salladı ama çok geçmeden ciddi duran yüz ifadesi gülümseyen bir hal aldı. "Yanımıza niye sağlam geldin ki? Beyza'nın kafana bir şeyler fırlatması gerekiyordu." Sorduğu soruyla Beyza'nın o hali gözümün önüne geldiği için tebessüm ettim. Normalde Beyza, merhametli, neşeli, sevgi dolu olmasına rağmen onu delirttiğim zamanlarda içinden ufak bir canavar çıkıyordu. "Bu kadar hırçın ve asi iken bir şey fırlatmamış olabilir mi? Sadece artık karımı tanıyorum ve attığı ne varsa tutarak engel olmaya çalışıyorum." Böyle durumlar bizimkiler için eğlence kaynağıydı; çünkü kimseye göstermediğim yüzümü bir tek Beyza'ya gösterdiğime şahit oluyorlar ve bu durum karşısında bana takılmadan da duramıyorlardı. Şu an bir tek Derin diğerleri gibi keyifli görünmüyordu, o da bu durumu iç çekerek dile getiriyordu. "Ağabey, yengem benim için çok kıymetli, ne olursun onu üzme. Sizin aranıza girmek istemedim ama ağladığı zaman içim yandı." "Benim de içim yanıyor Derin ama şu an için böyle olmak zorunda." Derin yönünü biraz daha bana çevirerek konuşmaya başladı. "Ağabey o zaman sen de bu sürecin neden böyle olması gerektiğini güzel bir şekilde anlat. Kesinlikle yengem, emrivaki cümlelerle yola gelecek insan değil ve..." Derin yüzümde dolaşan bakışlarını ellerine doğru sabitledi. "Kusura bakma ama tutulacak bir taraf varsa bu kesinlikle benim için yengem olur." Sesi sonlara doğru öyle titremişti ki bu cümlelerin bendeki karşılığını o da en az benim kadar iyi biliyordu. Derin içime çektiğim nefese doğru yandan bir bakış attığı zaman ona doğru eğildim. "O kapıyı açacak olursan ve ben, daha ikna edemeden onu kaybedersem eski Demir'i mumla ararsınız! Ben ona duyduğum aşkla böyle bir adama dönüştüm ve burada kalmak için çabalıyorum ama içinizden biri..." Bakışlarımı öfkeli şekilde hepsinin üzerinde dolaştırıp konuşmama daha sert bir şekilde devam ettim. "O kapıyı açacak olursa yemin ederim onu doğduğuna pişman ederim!" Derin'in yüzü kıpkırmızı olurken Gökhan, ona sarılıp "Sen karışıp aralarına girme hayatım. Beyza bir şekilde üstesinden gelir merak etme." diye teselli verdi. Ellerimi sakallarımda gezdirip, yüzümü ovduğumda işaret parmağımdaki sızlamayı hissettim. Ellerimi yüzümden çekip parmağıma baktım. Asi karımın diş izlerini görmek, tüm olumsuzlara rağmen dudağımın yukarıya kıvrılmasına neden olmuştu. Onun asi ve hırçın yanını törpülemek için verdiğim cezaların hepsi, benim için boş verilen cezalardı; çünkü onun hırçın ve asi yanına verdiğim cezalar sonrasında öfkelenmesi kalp atışlarımı hızlandırmaktan başka bir şey yapmıyordu ama bugün verdiğim odadan çıkmama cezası onlardan bir tanesi değildi. Beni arkasında bırakıp, gitmek için adım atması beni çok öfkelendirmiş, bu kadar kolay vazgeçmesi sinirlerimi üst seviyeye çıkarmıştı. Uzun bir süre sonra Beyza'nın sesi çıkmayınca ayaklanıp "Sanırım artık öfkesi dindi. Ben de hemen yanına gideyim ve şu sorunları ortadan kaldırayım yoksa dediği her şeyi bir bir yapacak. Siz her ihtimale karşı bugün kulaklarınıza tıkaç takın Selin yoksa bu öfkeyle sizi de uyutmaz." dedim. Selin kafasını olumlu anlamda salladı, ardından da gülümseyerek "Biz uyuyunca bir şey duymayız, o yüzden sen bizi düşünme. Bu arada dolapta hiç kullanılmamış pijama takımları var, içiniz rahat bir şekilde giyebilirsiniz." diye karşılık verdi. Kafamı tamam anlamında salladıktan sonra merdivenlere yönelip, hızlı adımlarla asi karımın olduğu odaya doğru gittim. Kapının kilidini çevirip içeriye girdiğimde yatağın kenarında iki büklüm şekilde uyuduğunu gördüm. Onu bu halde görmek hiç istemiyordum; çünkü o, huzursuz ve üzgün olduğu zamanlar kollarını göğsüne kadar çektiği dizlerine sararak uyuyordu. Biran önce yanına gidip huzursuzluğunu sonlandırmam gerekiyordu. Bunu bildiğim için hızlı bir şekilde kapıyı kilitleyip anahtarı cebime koyarak hemen yatakta yanına sokuldum. İşaret parmağımın arkasını yanağına koydum ardından da küçük hareketlerle okşamaya başladım. Bakışlarım yüzünde dolaşmaya devam ettikçe bir kez daha Beyza'nın üzüldüğü zamanlar hemen solduğuna şahit oluyordum. Şahit oldukça da sinirlendiğim zaman ağzımdan çıkan cümlelerin ondaki karşılığını daha net görebiliyordum. Kızaran göz kapaklarında olan bakışlarım, işaret parmağımın arkasıyla okşadığım yüzünde dolaşırken ağladığı için şişen dudakları daha fazla dikkat çekiyordu. "Gel de şimdi öpmeden dur." Onun çekim alanına giren duygularım, düşüncelerimin yönünü değiştirse de solgun görünen hali onu uyandırmamam gerektiğini hatırlamamı sağlıyordu. Yavaş bir şekilde başındaki örtüden kurtulduktan sonra çikolata saçlarını dağıtıp, onu göğsüme doğru çektim ve şu an kollarımda olan kadının verdiği huzura teslim oldum ama Beyza'nın huzursuzluğu hâlâ değişmeyen duruşundan belli oluyordu. Dudaklarımı alnına götürüp öptükten sonra "Yanındayım güzel karım." diye fısıldadım. Dizine sarılı olan sol kolunu boynuma getirerek tekrar alnını öptüm ama bu sefer dudaklarımı biraz daha uzun bir şekilde alnında bıraktım. "Artık rahatla Haniftam, yanındayım." Beyza'nın göğsümdeki başını, biraz yukarıya doğru hareket ettirdiğini fark edince onu biraz daha boynuma doğru çektim. Boynuma değen küçük burnu ufak hareketlerle sağa sola doğru oynayınca "Demir." diye fısıldadı ve ardından boynumdaki sol elini kalbimin üzerine indirdi. "Evet benim asi karım, hadi artık rahatla." Sağ elimi, göğsüme koyduğu elinin üzerine getirerek söylediğim cümle, Beyza'nın artık bedeninin rahatlamasını sağlamıştı. Dizlerini indirdiği için aramızda oluşan boşluğu onu biraz daha kendime çekerek kapatırken ona olan aşkımı fısıldamaya devam ediyordum ve bunu yaptıkça daha fazla rahatladığını hissediyordum. Tekrar fısıldadığım cümle kollarımdaki kadının dudaklarını boynuma değdirmesi ile son bulurken ben de artık uykuya huzurla çekiliyordum. ⏳⌛ Açılması için zorlanan kapı sesiyle gözlerimi hafif araladığımda Beyza oflayarak bana doğru döndü. "Kesin anahtarı cebinde saklıyordur." Sessizce yanıma gelip, elini cebime doğru uzatırken "Annem, kimsenin cebi habersiz bir şekilde karıştırılmaz derdi ama ben, sadece anahtarı alıyorum kocam. O yüzden sakın cebini karıştırdığımı düşünme." diye fısıldadı. Elini cebime sokup anahtara uzandığı an, onu üzerime doğru çekerek, kollarıma hapsettim. "Güzel karım, sen yine de annenin sözünü dinle." Onu üzerime doğru çekerek söylemeye başladığım cümleyi, kollarıma hapsederek bitirdim. "Nasıl böyle hafif uyuduğunu kesinle anlamıyorum Demir. Benim gibi derin uyusan olmuyor mu?" Belinde olan sağ elimle orayı hafif hareketlerle okşarken gözlerinin derinliklerine bakıyor, sonra da iç çekmeme engel olamadan konuşuyordum. "Karıcığım seninle aynı yatakta yatıp, derin uyumam gerçekten imkansız. Sana dokundukça beni mıknatıs gibi kendine çektiğine sürekli şahit oluyorum ve böylece aramızda oluşan bu çekime karşı senin, nasıl bu şekilde derin uyuduğunu sorgulamaya başlıyorum." Beyza'nın bakışları yüzümde dolaştıktan sonra ellerini göğsüme doğru getirip, destek alarak kalkmaya uğraştı. O uğraştıkça daha fazla kollarıma sarıyor, kalkmasına müsaade etmiyordum. "Yine ahtapot gibi kollarına sardın Demir, bıraksana." "Bu söylediğin imkansız karıcığım. Seni ömrümün sonuna kadar bırakamam." Söylediğim cümleden sonra Beyza'nın yüz ifadesi hüznünü sunarken, yine kırgın olduğu zamanlardaki gibi gözlerini benden kaçırmaya başlıyordu. Oysa o, gözlerini ve kalbini benden kaçırdıkça ben öfkeli bir adama dönüşüyor, ağzımdan çıkan kelimeleri tartmadan konuşmaya başlıyordum. "Ben, seninle küstüm Demir. Lütfen çantamı almam için anahtarı ver." Kalkmasına müsaade ettikten sonra bende onunla beraber yatakta doğruldum. Beyza bunu değerlendirmek için kendi bedenini uzağa doğru iterken belinden kavradım ve uzaklaşmasını engelledim. Bu davranışıma karşı ses çıkarmamış olsa da onun sessizliği altında yatan gerçeği biliyordum. O söylediğim cümleyle kırılan kalbini, öfkesinin arkasına saklamıştı ama öfkesini bağırarak attığı için şu an sadece kırgınlığıyla başbaşa kalmıştı. Beyza'nın kırgınlığını gösterme dili de sessizliği ve her şeyini benden sakınmasıydı. İşte yine gözlerine bakmak için verdiğim çaba onun kırgınlık dili ile başarısızlığa uğruyordu ve bu bedenimin alev almasına neden oluyordu. Ne olursa olsun alev alan bedenim cümlelerime sirayet etmeden önce sakinleşmem sonra da onunla güzel bir dille konuşup, sorunlarımızı halletmem gerekiyordu. Bunu bildiğim için elimi çenesine doğru götürdüm. "Beyza'm." Yumuşak sesimle söylediğim ismine karşılık yüzünü tekrar bakış açımdan çıkardı. Çenesinde hâlâ varlığını sürdüren elim, orada sabit dururken ciğerlerime derin bir nefes çektim, ardından da bedenimi saran özlem duygusuyla beraber "İlk duam." diye içten bir şekilde fısıldadım. Tekrar yüzünü bakış açıma doğru çevirip, elimle çenesine destek verdim ve bana bakmasını sağladım. Sonunda gözleriyle buluşan gözlerim, kendini ait olduğu tek yerde hissediyordu. "Hırçın sevgilim, sen benden bakışlarını kaçırıp küstüğün zaman ben, aksi, çekilmez bir adama dönüşüyorum." Çenesindeki elimi yanağına doğru götürüp baş parmağımla tenini okşarken bakışlarımı karımın güzel yüz hatlarında dolaştırdım. Her detayı kusursuz yaratılmıştı ama gözleri benim için bir başkaydı. Gözlerinde barındırdığı binlerce yıldızla karanlığımı aydınlatan kadının bakışları bile şifalıydı. "O sözlerin hepsi ağzımdan bir anda çıktı. Yoksa sen ve senin kararların, benim için her zaman öncelikli bunu biliyorsun." Cümleme karşı kafasını olumsuz anlamda salladı ardından da gözlerini aynı kırgınlıkla kaçırdı. "Öyle olsaydı bu kadar büyük bir kararı tek başına almazdın Demir." "Ne olur gözlerini benden kaçırmadan konuş güzel karım." Bakışları tekrar gözlerimle buluştuğu zaman konuşmama devam ettim. "Seninle her şeyi sıfırdan öğreniyorum Beyza ama görüyorum ki yine de senin için yetersiz kalıyorum." Son iki kelimem ile gözlerindeki kırgınlık oradan silinirken yerine her an gözlerinden yağmur damlalarının akmasını sağlayacak olan hüzün dolu bulutlar geldi. "Benim için yetersiz değilsin Demir sadece..." Yutkundu ve omuzlarına dünyanın yükü binmiş gibi düşerek konuşmasına devam etti. "Sadece yaralı kalbinden çıktığını bilsem de bazı söylediğin cümlelerle baş edemiyorum Demir. Aslına bakarsan baş etmekte istemiyorum; çünkü bunun alışkanlık haline dönüşmesini istemiyorum." Sağ göz pınarına doluşan yaş, gözlerindeki bulutların her an sağanak yağışa dönüşeceğinin haberini veriyordu ve o, boğazındaki yoğun duyguya inat konuşmak için çaba veriyordu. "Duygularımın, düşüncelerimin, varlığımın yok sayıldığı yerde sadece sana aşık olduğum için kalamam Demir. Hem bunu yaparsam senin aşık olduğun kadından eser bile kalmaz..." İşte şimdi onun yanağından süzülmeye başlayan yaş, yere düşmek yerine kalbime düşüyordu. "Hemen solarım." Yanımda solmak yerine rengarenk çiçek açmayı hak eden kadının solgun yüzü söylediği cümlenin kanıtı gibiydi. Sol elimi de yanağına getirerek yüzünü iki elimle kavradım ve gözlerinin içine baktım. "Seni solgun şekilde görmek istemiyorum Beyza'm. Lütfen aramızdaki bu konuyu düzeltmeme izin ver. Bu Amerika mevzusunda kendimi sana ifade etsem beni yargısız şekilde dinler misin?" Titreyen sesim ile söylediğim cümle birleştiğinde gözlerimdeki buğu artmış görünüyordu ama Beyza bu buğunun yaşa dönüşmesini engelliyordu. "Dinlerim... Hem de seve seve dinlerim." Sesini mutlu bir ifadeye getirdiği zaman onun neden çabaladığını anlayabiliyordum. O yine merhameti ile şekillendiği için gözümden yaş aksın istemiyordu. Bu hali dudaklarımı alnına sabitleyip uzun süre kokusunu içime çekerek öpmeme neden oluyordu. İçim sevgisiyle doldukça da onun için doğru cümleleri bularak konuşmam gerektiğini daha iyi anlıyordum. Kendimi hazır hissettiğim zaman dudaklarımı alnından çektim ve gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladım. "Buradaki şirketin benim için önemini sana anlattım Haniftam, kaç ay senin için kapısından içeriye adım atmadığımı da söyledim. Yine de atmazdım ve senin düzenin bozulmasın diye uzaktan idare etmek için elimden geleni yapardım ama sen, beni Amerika'da bıraktığın zaman benim bir şekilde ayakta durmam gerekiyordu. Ya senin yanına gelip, kollarıma sararak yine seni kendime mahkum edecektim ya da kafayı yememek için kendimi meşgul ederek işlerle ilgilenecektim. Yemin ederim sana aynı zorlukları yaşatmamak için zor olsa da ikincisini seçtim ve inan bana sensiz kaldığım süreci 20 saat çalışıp, 3 saat uyuyarak geçirdim." Gözümün önüne onsuz geçirdiğim zamanın beni kolaylıkla yok ettiği süreç gelirken, Beyza'dan başka her şeyin önemini yitirdiğine tekrar şahit oluyordum. "Bazen sensizlikle baş edemeyip uyuyamadığım, kendimi seccadenin başında bulduğum zamanlarda oluyordu. Yine böyle hissettiğim zamanlardan birinde sensizlikle baş edebilmek adına şirkette büyük kararlar aldım. Şimdi de aldığım kararlar sonucunda uzun bir süre bizzat işlerin başında olmam gerekiyor." Bakışlarımı Beyza'nın güzel bakan kahvelerinde dolaştırdıkça gözümde şirketin önemini yitirdiğine şahit oluyordum. "Peki ben burada kalmak istemezsem nasıl bir süreç bizi bekliyor Demir?" Gözlerimdeki bakışlarını tırnak kenarlarıyla oynadığı ellerine doğru çevirdiği zaman zor çıkardığı sesiyle konuşmak için çabaladı ama sesindeki hüzün kolaylıkla içime akıyordu. "Benden vaz mı geçeceksin?" Sağ elimi, tırnak kenarıyla oynamaya devam eden elinin üzerine koydum. O kalbindeki acı yer değiştirsin diye çaba veriyordu ama kalbinin acımasını gerektiren hiçbir durum yoktu; çünkü sırf şirket için ondan vaz geçecek değildim. "Senden vazgeçtiğim gün, benim sonum olur güzel karım." Titreyen bakışları gözlerimle buluştuğu zaman gözlerimin içine öyle güzel bakıyordu ki bu bakış, yaşayamadığım tüm bayramların karşılığı olarak bana bahşediliyordu. "Eğer şimdi burada yaşamak istemediğini söylersen senin için her şeyi geride bırakıp, Türkiye'ye döneceğim Haniftam." Derin bir nefes aldım ardından da beni bekleyen sürecin ne kadar zor olduğunu bilsemde bu sürece razı gelerek sordum. "Bu konu hakkında sen ne düşünüyorsun hayatım? Kocan için bu sürece katlanabilir misin?" Sorduğum soruyla beraber gözlerinden akan yaşları elinin tersiyle silip, boynuma sarıldı. Gözyaşları boynumu ıslatırken içli sesiyle konuşmak için çaba veriyordu ama bir türlü ağzından kelimelerin çıkmasını sağlayamıyordu. Onun çıkaramadığı kelimeler kalbinde yük olmasın diye sessizce fısıldadım. "Olumlu cevap vermek zorunda değilsin hayatım." Beyza kulağıma "Seni çok seviyorum Demir." diye fısıldadı ve kollarını boynuma daha sıkı bir şekilde sardı. "Burada yaşamak bana göre olmadığı halde senin için elimden geleni yapacağım ama benim şu an Türkiye'ye dönüp işlerimi halletmem, en önemlisi de ailemi görmem gerekiyor. Dedem sürekli benim ismimi sayıklıyormuş, yaşlı haliyle onu bana hasret bırakamam." Onu boynumdan geriye çekip, güzel kahvelerinden akan yaşları sildikten sonra cevabını biliyor olsam da tekrar onun ağzından duymak istediğim için "Beni gerçekten söylediğin gibi sonsuz mu seviyorsun güzel karım?" diye sordum. Kafasını olumlu anlamda sallarken gözlerimin içine bakarak konuşmak için dudaklarını araladı. "Hem sonsuz hem de çok seviyorum yakışıklı ko-" Cümlesinin bitmesini bekleyemeyen dudaklarım, dudaklarında hayat bulduğunda ilk duamın her şeyi ile benim için yaratıldığına bir kez daha şükrediyordum ve ona dokunan dudaklarımla zaman kavramını yine yitiriyordum. "Beni nefessiz bırakıyorsun sevgilim." Omuzlarıma koyduğu ellerinden destek alarak ayırmayı başardığı dudaklarından çıkan cümleye karşı iç çekerek cevap verdim. "Sanırım bu sonsuza kadar böyle devam edecek karıcığım." Kızaran dudaklarındaki bakışlarım, gözlerinin güzel kahveleriyle buluşunca onun içini rahatlatmak için konuşmama devam ettim. "Merak etme Haniftam. Sabah ilk işim şirkete gidip, seninle Türkiye'ye gelebilmek için zaman dilimi ayarlamak olacak. Güzel kadınımı dedesi daha fazla bekleyip üzülmesin." Belimdeki ellerini daha sıkı sıkıya sardığında çikolata karamel saçlarının kokusunu uzun süre içime çekip, ciğerlerimi onun kokusuyla doldurdum. Tekrar dudaklarına yönelen dudaklarım, Beyza'nın elleri tarafından kapanırken bakışlarımı gözlerine çıkardım. Orada gördüğüm haylaz parıltı hiçte hayra alamet değildi ve bu parıltıya gülümsemesini de ekliyordu. "Şimdi hesap kesme vakti değil mi yakışıklı kocam?" Kafamı hayır anlamında sallamam Beyza'nın keyfini arttırmış görünüyordu. "Evet eveeeet... Öfkeyle söylemiş olsan da o söylediklerinin karşılığında illa ki bir fatura kesilecek." Öfkeyle söylemiş olsam da 'Seni buraya ben getirmedim Beyza! Sen, kendi ayaklarınla geldin!' cümlesinin cezasını kesmekten bahsettiğini biliyordum ama vereceği cezayı bilmemek gerilmeme neden oluyordu. "Şimdi tekrar gözlerimin içine bakıp o cümleyi, ardından da benim gibi birinin o cümleden çıkaracağı tüm mesajları tek tek söyle bakalım." Beyza gibi biri o cümleden öyle mesajlar çıkarırdı ki ben, çıkardığı bu mesajlar karşısında şaşırır kalırdım. "Ben öfkeyle söylediğim hiçbir sözü hatırlamıyorum güzel karım. O yüzden neden bahsettiğini bile anlamadım." "Neyse ki ben hatırlıyorum canım kocam. O yüzden şimdi ben peşinden gelmemişim gibi yapıyoruz ve ben, aksini söyleyene kadar tek başına kalmaya hemen şimdi başlıyorsun." Beni kendine hasret bırakacağını anladığım için sesimi ayarlayamadan "Asla!" diye karşılık verdim. Beyza yüksek çıkan sesime yandan bir bakış atıp, hiçbir şey söylemeden saçlarını topladı, ardından da hızlı bir şekilde şalını taktı. Elini bana doğru uzatırken "Hemen anahtarı veriyorsun." dedi. Sesi tavizsiz bir şekilde çıkıyordu ama yine de ona, anahtarı verecek değildim. Kafamı olumsuz anlamda sallamam Beyza'nın gülümsemesine neden olmuştu. "Kocacığım, hani sen bana dokunamadığın zamanlar öfkeli bir adama dönüşüyorsun ya, işte biraz daha uzatmaya devam edersen uzun süre öfkeli bir adama dönüşeceksin ve ben, senin o halini keyifle izleyeceğim." İzlerdi hem de gerçekten o halimden keyif alır, üstüne irademle oynamaktan da geri kalmazdı. Bunu iliklerime kadar hisseden yanım sağ cebimdeki anahtarı ona doğru uzatmaya neden oluyordu. "Tamam güzel karım, sen nasıl istiyorsan öyle olsun." Söylediğim cümleden sonra Beyza gülümseyerek anahtarı elimden aldı, ardından da elini yanağıma getirip okşadı. "Gelecek hayatımızın fragmanını gösteriyorum dediğimde beni ciddiye almamıştın yakışıklı kocam ama görüyorum ki ciddiye almış, bunu hemen cümlelerine yansıtmaya başlamışsın." Uzaktan öpücük attıktan sonra cümlesine daha neşeli bir ses tonuyla devam etti. "İşte her zaman böyle hanımcı ol." Son sözü benim söyleyeceğim ile ilgili büyük büyük konuştuktan saatler sonra bu sözleri söylediğime inanamıyor olsam da şu an bu konudan çok daha önemli şeyler vardı. Bunu bildiğim için elimi, Beyza'nın yanağımdaki elinin üzerine koydum. Tam ağzımı açacakken Beyza yanağımdaki elini indirdi ve kapıya doğru ilerledi. "Bak bak sırf beni kandırmak adına hanımcı dediğim halde sesini çıkarmıyor." Her şeyi anladığını neşeli bir sesle dile getirdikten sonra kapının kilidini çıkarıp diğer tarafa taktı. "Şimdi sinirli olsan da ağzından çıkan kelimelere dikkat etmen gerektiğini anlayana kadar bu odada kilit altında kalıyorsun yakışıklı kocam." Elimi kapatmak için hamle yaptığı kapıya koyduğum zaman nasıl davranacağımı şaşırmıştım. Bir yanım itiraz etme ve cezana razı ol yoksa sürüneceksin dese de bir yanım içinde haz barındıran cümleler fısıldıyordu. Yemişim cezasını! Onun yanında kolaylıkla baştan çıkan düşüncelerimle kapıdaki elimi iterek açılmasını sağladım, ardından da sağ elimi bel oyuntusuna getirerek onu kendime doğru çektim. Dudaklarım ait olduğu yerde hayat bulmaya başlarken bir anda kasıklarıma yediğim ağrıyla hayat bulan bedenimin canı çekilmeye başladı ve ben, ağzımdan çıkan küfürle beraber iki büklüm şekilde inledim. "Demek beni bu şekilde kandırabileceğini sanıyorsun! Tam 4 saat aynı benim gibi bu odada kilit altında olacaksın Demir! Hele kapıyı kırıp çıkmayı dene bakalım, bu cezayı sana söylediğim cezaya çeviriyor muyum, çevirmiyor muyum kendi gözlerinle gör!" Yerimden doğrulurken söylediği cümleleri gözlerimin içine öfkeli bir ifadeyle bakıp sonlandırdığı zaman hiç beklemeden kapıyı kilitledi. Elime geçirirsem hiçte iyi şeyler yapmayacağım kadının kapattığı kapıya sert bir şekilde vurduğum sırada şu kapıyı kırıp çıkmamak için kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum ama bu, şu an için mümkün görünmüyordu. "Beyza!" "Beyza şu kapıyı kırmamak için direniyorum ama beni deli ediyorsun!" "Ama kocacığım işin bu hale gelmesine sen sebep oldun. Ben tatlı tatlı kapıyı kilitlerken sen arsızlık yaptın." Daha demin öfkeli bir şekilde bana ceza kesen kadının sesi, şimdi uysal bir şekilde çıkıyordu ve bu uysal sesi çıkardığı zamanlardaki yüz ifadesini çok iyi biliyordum. Şimdi göremiyor olsam da aynı yüz ifadesine sahip olduğundan emin olduğum kadının duyacağı sessizlikte konuşmaya başladığım zaman aynı daha demin olduğu gibi şimdi de yüzünün alacağı şekilden çok emindim. "4 saat sonra arsızlık nasıl yapılırmış sana göstereceğim Beyza ve bunu yaparken beni durdurmana asla izin vermeyeceğim!" ⌛4 SAAT SONRA... Kahvaltı sofrasının başına herkes yavaş yavaş otururken elim güm güm atan kalbime doğru gitti. Demir, o odada kilit altındayken buradakilere artistlik yapmak çok eğlenceliydi ama şimdi odadan çıkma vakti gelmişti ve sırf şu anı kaçırmamak için Akın işe gitmemiş, Selin ise olanları eğlenceli bir şekilde diğerlerine anlattığı için onlarda buraya gelmişti. Elimdeki anahtarı Selin'e doğru uzatırken sıkkın bir nefes verdim. Şimdi bir bahaneyle buradan gitmem gerektiğini biliyordum yoksa daha deminden beri attığım hava yerle bir olacaktı. "Hadi sen kapıyı aç kuzum ben de yavaş yavaş eve gideyim. Şimdi tam olarak öfkem dinmeden onun yüzünü görürsem yine sinirlenip yaptıklarının hesabını sormaya devam edeceğim." Wuhuuuu çok havalı! Kendi dediğime inanmış bir şekilde kendimi bulmak ne kadar çabuk gaza geldiğimin kanıtı gibiydi. "Kız zaten onun için buradayız ya, hiç kendini tutma ve hesap sor. Biz de bize gelince aslan kesilen Demir'in senin karşında miyavladığına daha fazla şahit olalım." Çınar, Selin'in cevap vermesine fırsat vermeden keyifli bir ifadeyle araya girdikten sonra Kağan'ın omzuna dokunarak konuşmaya devam etti. "Bir de dün gece kapının kilidini açmayalım diye bize kükrüyordu. Kapıyı kendi açtığı yetmezmiş gibi bir de odadan 4 saat çıkmama cezası almış." Herkes kahkaha atıyor olsa da ben aşırı derecede gerilmeye başlamıştım. Bakışlarım, Gökhan'ın Derin'e söylediği cümleyle beraber onlara doğru kaydığı zaman kimsenin kapıyı açmayacağını daha iyi anlıyordum. "Sen aralarına girme, Beyza üstesinden gelir diye sana söylemiştim aşkım. Aynı dün olduğu gibi şimdi de olacakları sadece izle ve kesinlikle araya girme." İçimden keşke araya girse diye geçirirken sessiz bir şekilde merdivenlere doğru yöneldim ve yükselen kalp atışlarıma inat anahtarı kapının kilidine yerleştirdim. Tam o sırada Demir'in hâlâ video konferansla bağlandığı toplantıda olduğunu anladım. İçim birazda olsa rahatlamıştı; çünkü kapıyı açarken burada yakalanma ihtimalim toplantıda olduğu için sıfırlanmıştı. Sonuçta toplantıyı öylece yarıda kesip peşimden gelecek hali yoktu. Buna güvendiğim için kapının kilidini açmakla kalmayıp özlediğim adama uzaktan da olsa bakmak istedim. İkimizin bakışları aynı anda birbiriyle buluştuğu zaman içimdeki özlem duygusu daha fazla artmışa benziyordu. "Seni çok özledim." Sessiz bir şekilde söylediğim cümleye karşı kaşlarını kaldırarak bakmakla kalmamış, bir de sakinleşmek için içine çektiği derin nefesle beraber gözlerini kapatmıştı. İyi de o daha demin gayet sakin şekilde görünüyordu şimdi sırf, kimsenin duymayacağı sessizlikte onu özlediğimi söylediğim için böyle yapmış olamazdı değil mi? Demir tekrar gözlerini açtığı zaman kapıya yaslı olan vücudumu dikledim ve şu an için ondan uzak durmanın en iyisi olacağına karar verdim. Tam bu esnada Demir'in "Benim şu an acil çıkmam gerekiyor. Saat 1'de şirkette olurum." dediğini duydum. Ben kapıyı açar açmaz şirkete gider diye düşünüyordum ama o, 3 saat sonra şirkette olacağını söylüyordu. Şimdi durupta bu konuyu onunla konuşacak değildim. "Şimdi yanıma gel ve söylediğini bir daha tekrar et!" Emir kokan cümlesine karşı yandan bir bakış attığım zaman yerinden kalktığını gördüm. "Hiç akıllanmayacaksın değil mi?" Elimi kapının koluna doğru uzatarak ekledim. "Acaba diyorum ricalı konuşmayı öğrenene kadar oda cezaları devam mı etse?" Sırıtarak bitirdiğim cümleden sonra Demir üzerindeki ceketi çıkarıp yatağa attı, ardından da kravatından kurtularak gömleğinin düğmesini açtı. "Etsin karım. Etsin..." Gömleğinin bir tane daha düğmesini açtıktan sonra konuşmasına devam etti. "Cezalar devam etsin de böylece beni bu odada tutanın kilitlenen kapı olmadığını daha iyi anla." Artisti görüyorsun değil mi? Çok güçlü olduğunu, kapıyı rahatlıkla kırabileceğini ima ediyor. İç sesimin sorduğu soruya görüyorum diye cevap verdiğim sırada Demir'in bir düğmesini daha açtığını gördüm. "Neyse ki sürekli cezalar veren kötü kalpli bir kadın değilim. O yüzden şu an beni sinirlendirsen de bunu görmezden gelerek ceza vermeyeceğim. Şimdi ben alt kata iniyorum arkadaşların kahvaltı için seni bekliyorlar, lütfen sen de gecikme." Cümlemi bitirir bitirmez ona arkamı dönüp uzaklaştım; çünkü o bana hiç iyi bakmıyor, kalbimin güm güm atmasını sağlıyordu. Arkamdan gelen adım seslerine "Bu kız gerçekten beni delirtiyor!" cümlesi de eklenince artan kalp atışlarımla kafamı ona doğru çevirdim. Hızlı adımlarla bana geldiğine şahit olmak koşturarak merdivenleri inmeme, ardından da bana bakan kalabalığı umursamadan masanın Demir'e en uzak tarafına geçmeme neden olmuştu. Nefes nefese kalan bedenim yine bu ayarsız adamdan tırstığımı bana fısıldasa da bu durumu içimde büyütecek değildim. "Ooo paşamızın oda cezası sonunda bitmiş." Çınar'ın keyifli cümlesine diğerleri kahkaha atarak katılıyordu ve bu Demir'in üzerime doğru yürümesine neden oluyordu. Onun geldiği yönün tersine doğru giderken zor topladığım nefesimle konuşmaya başlıyordum; çünkü daha fazla konuşmalarını istemiyordum. "Tamam ama bu konu artık kapandı. Şimdi uzatıpta canım kocamı utandırmayın." Kağan "Olmaz öyle anlattığın her detay inanılmaz derece de keyifliydi Beyza. Bu mevzuyu uzun süre kapatacağımı sanmıyorum." dedi ve bakışlarını yanında bulunan Demir'e çevirdi. "Oda cezası almak nasıl bir duygu, biraz anlatsana aslan parçası?" Sırıtarak sorduğu soru, Demir'in omzunu sıkması sonucu acıdan inlemeye dönüştü ama Demir, bu iniltiyle pekte ilgileniyor gibi değildi. Sanki onun için çok daha önemli mevzular vardı ve bu mevzular, benimle ilgili gibiydi. "Odadan çıktığımda yapacaklarıma odaklandığım için bu bana ceza değil de ödül gibi geldi." Demir'in cümlesiyle beraber derin bir nefes alıp gözlerimi kapattığım zaman "4 saat sonra arsızlık nasıl yapılırmış sana göstereceğim Beyza ve bunu yaparken beni durdurmana asla izin vermeyeceğim!" diyen adamın sert sesi kulağıma ilişti. Ne olursa olsun ondan uzak durmam gerektiğini daha iyi anlıyordum ama şu an o, bana doğru gelmeye devam ediyordu. "Söylediklerimi hatırlıyorsun değil mi karıcığım?" "Hayır hatırlamıyorum hayatım ama bu, şu an için asla önemli değil. Önemli olan tek şey günün en güzel öğünü olan kahvaltı." Elimle kahvaltı masasını gösterip konuşmaya devam ettim. "Her şey sevdiğin gibi bak." Demir'e gösterdiğim masa işe yaramış olacak ki bakışlarını benden çekti ve "Doğru söylüyorsun gerçekten çok açım." diyerek masaya oturdu. İçim rahatlamış şekilde derin bir nefes alıp elimi hâlâ hızlı atmaya devam eden kalbime doğru götürdüm. Birgün bu adam yüzünden zavallı kalbime bir şey olacaktı. Gözlerimi kapatıp kalp atışlarımın dinmesi için verdiğim çaba Derin'in "Yenge geliyor!" diye bağırması sonucu daha fazla atmaya başlamıştı ve ben, o heyecanla koştuğum yöne bakmadan iki adım atmış onda da Demir'le burun buruna geldiğimi görmüştüm. "Nereye gidiyorsun güzel karım." "B- ben." Zor çıkardığım sesimle kesik bir nefes alıp konuşmak için çabaladım. "Ben bir şeye ihtiyacın var mı diye yanına geliyordum kocam." Demir söylediğim cümleden sonra hiç beklemeden dizlerini büküp, beni omzuna aldı ve kapıya doğru giderken sessizce fısıldadı. "Benimde söylediğim arsızlıkları göstermem için tam olarak sana ihtiyacım vardı güzel karım. Ne güzel denk geldi böyle." Ne olursa olsun söylediği şeyleri yapacağını anladığım adamın neden şirkete 1'de gideceğini söylediğini daha iyi anlıyordum. Ben unutmuş olsam da o söylediklerini unutmamış ve günü bu şekilde planlamaktan da geri kalmamıştı ama beni düşündüren, arsız halinin bile arsız olmadığını iddia eden adamın göstereceği arsızlıklardı. ❤️❤️ Çantamı elime aldığım sırada cep telefonum çalmaya başladı. Daha işe gideli 3 saat oluyordu ama kaç kere aradığını hatırlayamadığım kadar çok sayıda aramayı başarmıştı. "Efendim sevgilim. " "Sevgilim seni çok özledim. Neden hâlâ gelmedin?" Aynada son kez şalıma bakıp, üzerimi kontrol ettim ve onun için hazırladığım kutuyu, elime alarak sorusuna cevap verdim. "Sevgilim, senin için kurabiye yaptım. Fırından yeni çıktıkları için geciktim ama merak etme şimdi kapıdan çıkıyorum." "Benim güzel karım, kocası için kendi elleriyle kurabiye mi yapmış? Yalnız geldiğinde kurabiyeden önce seni yemeyi planlıyorum sevgilim, seni çok özledim." Demir'in söylediklerine gülümseyerek kapıyı açtığım sırada gördüğüm manzarayla dudaklarımdan tiz bir çığlık çıkıverdi. "İnanmıyorum!" Yerimde mutlulukla zıplarken Demir'in korku dolu sorusuna cevap veremeyecek kadar heyecanlıydım. "Sakin ol fındığım, bu ne heyecan!" Ali Asaf ağabeyim heyecandan elimdekilerin yeri boylayacağını anlamış olmalı ki elimdeki telefon ve kutuyu alıp tuttu. Ben de boşalan ellerimden faydalanıp ikisinin boynuna aynı anda atıldım. "Sizi çok seviyorum, çok seviyorum!" Tekrar söylemekten bıkmadığım cümlemi Ali Asaf ağabeyim, telefonda Demir'le konuşarak bölüyordu. "Korkma. Korkma Demir, o iyi. Zehra ile beni karşısında görünce heyecandan bağırdı... Tamam görüşürüz." Ağabeyim telefonu kapatıp, Zehra ile benim kapıdan içeriye doğru girmemizi sağlarken "Deli kız, kocanı da boş yere korkuttun. Hiç o kadar çığlık atılır mı?" diye sordu ama ben sorusuna cevap vermek yerine neşeli bir şekilde tekrar ikisine de sarıldım. İkisinin eli aynı anda sırtımda gezinmeye başladı. O sırada Zehra'nın yüzünü göremiyordum ama aynı benim gibi mutlu olduğunu sesinden anlayabiliyordum. "Seni çok özledim kuzen canım. Gözyaşlarına kıyamadığım için birkaç günlük boşluk ayarlayıp, hemen soluğu yanında aldım." Duyduğum cümleden sonra ikisine aynı anda sarılı olan bedenimi, biraz uzağa doğru ittim ve gözyaşlarıma kıyamadığı için hemen soluğu yanımda alan can kuzenime baktım. "Ben de seni çok özledim Zehra'm ama..." Hâlâ onları girişte beklettiğimin farkına varınca konuşmalarıma salona doğru ilerleyerek devam ettim. "Seni karşımda görmeyi hiç beklemiyordum." Bakışlarımı kısa süreli ikisinin üzerinde dolaştırdıktan sonra daha mutlu bir sesle "Hele ikinizi aynı anda görmeyi hiç hiç beklemiyordum. " dedim. Tabii bunu derken mutluluğumu sunan sesim, heyecanımı da içinde barındırdığı için çok yüksek bir şekilde çıkıyordu. Ağabeyim sevgi dolu gözlerle bana baktıktan sonra elini uzatıp yanında oturmamı, ardından da beni göğsüne çekerek sıcacık elleriyle yanağımı okşamaya başladı. "Bu güzel planı yapıp beraber gelmek kimin fikriydi?" Ağabeyim yanağımdaki elini gezdirmeye devam ederken sorduğum soruyu "Uçaktan indiğimizde hanımefendiyle karşılaştık fındığım. Onun geleceğinden haberim yoktu." diyerek cevapladı. "Şaka mı yapıyorsunuz? Aynı evde yaşayıp, birbirinizden bu kadar habersiz olmayı nasıl başardığınızı bir türlü anlayamıyorum." Ağabeyimin göğsü içine çektiği derin nefes ile inip kalkmaya başlarken göğsündeki başımda aynı hızla hareket ediyordu. Nefes alışverişlerinin neden değiştiğini anlamak için kafamı birazcık geriye çekerek gözlerine baktım ve o sırada bakışlarının Zehra'ya sabitlendiğini gördüm. "Zehra?" İsmini ağabeyimin ağzından duyan kuzenim buna "Efendim." diye karşılık veriyordu ama nasıl oluyorsa sadece efendim demesinden bile teslimiyet akıyordu. "Neden, Amerika'ya gideceğinden benim haberim yoktu?" Kafamı ağabeyimin göğsünden tamamen kaldırıp, Zehra'ya doğru baktım. Bakışları ağabeyimin gözlerinde olmasına rağmen parmaklarının kenarıyla oynamaya başladığını gördüm. "Beyza ile aramdaki bağı biliyorsun, öyle ağladığına şahit olunca dayanamadım. Telefonu kapattıktan sonra annem ve babamla konuşup, hemen işlerimi hallettim." "Yine de bu benim sorumun cevabı değil Zehra." Ağabeyimin yumuşacık sesiyle söylediği cümle nasıl oluyorsa devam ettiğinde sert çıkmıyor olsa bile daha deminki yumuşaklığı içinde barındırmayan şekilde çıkıyordu. "Sana, neden Amerika'ya gideceğini bana söylemediğini soruyorum." Zehra bu soru karşısında sessiz bir şekilde bakışlarını ağabeyimden kaçırıp ellerine sabitledi. Aslında Zehra'nın sorması gereken bir soru olmasına rağmen onun bu soruyu sormayacağını anlayınca araya girerek, onun yerine bu soruyu ben sordum. "Ee abi, peki sen neden buraya geleceğini Zehra'ya söylemedin? Sende pekala söyleyebilirdin değil mi?" Sorduğum soru Zehra'nın rahatlamış bir şekilde nefes vermesini sağlarken ağabeyimin ise gülümseyerek bana bakmasına, ardından da çok konuştuğum zamanlardaki gibi burnumu iki elinin arasına alarak sıkmasına neden olmuştu. "Fındığım, bir daha Zehra ile arama girdiğini görmeyeceğim, anlaştık mı?" Sözde aralarına girmemi istemiyordu ama bunu öyle tatlı ve halinden memnun bir şekilde söylüyordu ki burnumu sıkarken bile sevgisi içime işliyordu. Tabii bu içime işleyen sevgisi, mızmızlanmama engel olmuyordu. Zehra ayağa kalkarak "Ali Asaf, benim yüzümden kızın burnunu sıkıp durmasana." dedi. Ağabeyim duyduklarından sonra bakışlarını Zehra'ya çevirdi. Zehra, beni kolumdan çekiştirip burnumu ağabeyimin ellerinin arasından kurtarmayı başardığı zaman ikimizde hem gülüşüyor hem de hızlı adımlarla koşarak merdivenlerden üst kata çıkıyorduk. "İkinizde buraya gelin çabuk!" Arkamı dönüp ağabeyime baktığımda sesindeki yalancı öfkeden ufacıkta olsa yüzünde iz yoktu. Hatta merdivenlerden koşturarak çıkmamızı keyifle izliyor, yüzünü ise sıcacık tebessümü sarıyordu. ⏳⌛ Aynaya bakarak üzerimi son kez kontrol ettim. Şu an o kadar mutluydum ki aynadaki yansımam bile gözüme çok sevilesi geliyordu. "Ya sen bal mısın acaba?" diyerek baktığım yansımama öpücük attıktan sonra tebessüm ettim. Mutlulukla kapıya doğru yöneldiğimde ise merdivenlerden sekerek iniyor, içim içime bir türlü sığmıyordu. Bakış açıma ağabeyim ile Demir girdiği zaman onların koyu muhabbetlerine şahit olmak kalbimdeki huzuru genişletiyordu ve onların böyle güzel anlaşması ne kadar çok şanslı olduğumu bir kez daha bana hatırlatıyordu. Ağabeyim, merdivenlerden sekerek indiğimi görünce arkasına yaslanıp keyifli bir ıslık çaldı. "Fındığım seni de bu neşeli hallerini de çok seviyorum. Tek sıkıntı çok güzel olduğun için fazla dikkat çekiyor olman. " Ağabeyimin sözlerinden sonra Demir yönünü bana çevirip baktı. Tebessümle baktığı gözleri, beni inceledikçe kıskançlığına selam vermeye başlamıştı bile. Bu bakışları çok iyi bildiğim için yönümü arkamdan gelen ayak sesine doğru çevirdim. Zehra gözlerinin rengini barındıran elbisesi ile prensesler gibi asil bir şekilde merdivenlerden süzülüyordu. İkimiz sözde kuzendik ama birbirimizden çok farklıydık. Onun bu hanımefendi, ağırbaşlı davranışlarının yanında ben, çok hareketli ve delidolu kalıyordum. Hatta bu fark dedemin bizim için söylediği hitapta bile gün yüzüne çıkmayı kolaylıkla başarıyordu. O dedemin Farfarası iken, ben Deli Başıydım ve öyle olmaktan inanılmaz derecede keyif alıyordum. "Mavi kelebeğim bu ne güzellik? Sanırım gözlerimi senden alamayacağım." Cümlemden sonra Zehra koluma girip merdivenlerden inmeye devam ettik. "Sen öyle san." Tebessümlü mavi gözlerini üzerimde dolaştırıp ekledi. "Asıl ben, gözlerimi senden alabileceğimi sanmıyorum çikolatam." Tebessümlü bakışlarımızı aynı anda koltukta oturan adamlara doğru çevirdiğimizde iki çift kıskançlığının esiri olmuş gözle karşılaştığımız için tekrar hızlı bir şekilde birbirimize baktık. "Geri adım atmak yok. Eğer biz üstlerimizi değiştireceksek onlarda değiştirecek, anlaştık mı Zehra?" Kendimden emin bir sesle sorduğum soruya Zehra sessiz bir şekilde cevap veriyordu. "Ben senin gibi konuşamam Beyza." Zehra'nın cümlesine daha cevap veremeden Demir, beni kendine doğru çekerek alnımdan öptü ardından da sessiz bir şekilde fısıldadı. "Çok güzelsin sevgilim." Alnımdaki dudaklarını geri çekip konuşmasına gözlerimin içine bakarak devam etti. "Hadi odamıza gidelim. Sana orada söylemek istediğim şeyler var." Kıskançlığını çok iyi bildiğim adamın kollarından sırıtarak ayrılırken ağabeyime doğru ilerledim ve hemen ağabeyimin göğsüne sarıldım. "Üzerimi değiştirmem gerektiğini söyleyeceksin değil mi kıskanç kocam?" Demir kısa süreli elini boynuna götürüp ovduktan sonra "Haniftam, kocasını nasıl da güzel tanıyor görüyorsunuz değil mi?" diye sordu, ardından da beni kolaylıkla ağabeyimin kollarından kendi bedeninin yanına doğru çekti. "Demir, şık bir restorana eşofman takımıyla gidecek halim yok ya?" Cümlem Demir'in gülümsemesini büyütmekle kalmamış, gözlerimin içine aynı gülümsemeyi barındıran gözlerle bakmasını sağlamıştı. "Bence de siyah eşofman elbisen sana çok yakışıyor güzel karım. Evet evet, senin rahat kıyafetler içinde daha iyi hissettiğini biliyorum." Demir'in sanki benim söylediğim cümleleri onaylar gibi yaptığı konuşmasına içimden gülümsemiş olsam da ona gülümsediğimi belli etmeden baktım. Aslında haklı olduğu bir şey varsa o da rahat kıyafetler içinde daha huzurlu hissettiğimdi. Tabii Demir'in benim huzurumdan çok kıskançlığından dolayı böyle konuştuğunu da biliyordum. "Öyleyse hemen sen de benimle üst kata çıkıp, siyah eşofman takımını giyiyorsun Demir." Belki itiraz eder diye söylediğim cümleye Demir, "Sen yeter ki iste Haniftam." diye cevap verdiğinde Zehra'ya baktım. Ağabeyimin karşısındaki koltuğa geçmiş, keyifle oturuyordu. Ağabeyim de ona hiçbir şey demeden öylece Demir ile ikimizi izliyordu. "Ama bu gerçekten haksızlık Demir." İşaret parmağımla Zehra'yı gösterdim. "Zehra' ya bak fıstık gibi görünüyor." Demir'in bakışlarını biran olsun benden ayırmadığını görünce "Ben eşofman elbise falan giymek istemiyorum." diye söylendim ama bu söylenmeye karşılık olarak Demir elimden tutup beni odamıza doğru götürdü. "Haksızlık falan değil güzel karım." Yürümeye devam etsekte konuşmasına bakışlarını üzerimde dolaştırarak devam ediyordu. "O kadar güzelsin ki bu eşsiz güzelliğinden dolayı dikkatleri sürekli üzerinde topluyorsun." Aslında ben sadece güzeldim ve abartılacak bir güzelliğe sahip değildim. Gel gör ki aşkla bakan bu gözlere sahip olan adam tarafından güzelliğim, eşi benzeri olmayan bir güzellik olarak görünüyordu. Tıpkı onun yakışıklılığının gözümde eşsiz görünmesi gibi... Demir konuşmasına daha ciddi bir ses tonu ile devam ederken kıskançlığının tüm suçunu bana yükleyen cümleleri, onun aslında suçsuz olduğunu anlatmak üzere kuruluyordu. "Yoksa ben, kesinlikle kıskanç bir adam değildim. Hep senin bu güzel ve sevimli halin beni yoldan çıkarıyor." Onun güzel kahvelerine bakarken onun ağzından bu cümleleri duymak hem tebessüm etmeme hem de bana duyduğu aşkı daha fazla hissetmeme neden oluyordu ve Demir, odaya girip kapattığı kapıya sırtımı yaslayarak konuşmasına devam ediyordu. "Seni bugün çok özledim. Ağabeyin ve Zehra geldiği için şirkete gelip yanıma da uğramadın." Beni yanından biraz ayırsa bile sanki araya asırlar girmiş gibi davranan adamın konuşmasını dinlemeye devam ettim. "Şu dakikadan sonra kesinlikle yanımdan ayrılmıyorsun." Cümlesini bitiren adam, uzun süre soluksuz kalmama neden olduğu yetmezmiş gibi bir de kalp atışlarımın daha fazla artmasını sağlamıştı. Dudaklarımı ayırmak için yaptığım her hamle, onun tarafından engellenmiş olsa da en sonunda ayırmayı başardığım dudaklarımı konuşmak için araladım. Bu sırada da gözlerinin içine izin vermesi için tatlı bir şekilde baktım. "Tamam sevgilim ama bu gece Zehra ile uyuyacağım. Anlaştık mı?" "Kesinlikle hayır! Eğer uyandığımda seni yanımda bulamazsam gelir, seni o yataktan alırım." Tatlı bir şekilde bakmamdan etkilenmeyen gıcık adamdan uzaklaşırken mızmızlanarak söylenmeme engel olamıyordum. "Çok bencilsin Demir." "Yanlış cümle Haniftam. Sadece sensiz nefes alamayacak kadar çok aşığım o kadar." Sanki ona birkaç saniye önce bencil olduğunu söyleyen ben değilmişim gibi duyduğum cümle sonrası çocuk gibi boynuna atılıp, öpücüklerimle beraber "Yaa demek çok aşıksın!" dedim. Demir'in elleri vücudumu kavradıktan sonra beni kucağına aldı ve giyinme odasına doğru ilerlerdi. "Böyle boynuma atılıp, sevimli sevimli konuştuğun zaman aklımda fikrimde sadece sen oluyorsun, her şeyi boş verip sana odaklanıyorum." Bakışlarını üzerimde gezdirip çapkın bir sesle "Acaba Zehra ile Ali Asaf'ı tek başına mı yemeğe göndersek?" diye sordu. Sorduğu soru karşısında hızlı bir şekilde kendimi kollarından yere atmaya çalıştım ve ardından "Asla!" diye karşılık verdim. 2 saat sonra... Sandalyede arkama yaslandığımda elimi karnıma götürüp ovuşturmam ile konuşmam aynı anda birbirlerine eşlik ediyordu. "Nefes alacak yerim yok ve ben, hâlâ neden bu kadar çok yediğimi sorguluyorum." Ağabeyim tebessüm ederken "Duyanda çok yemek yedin sanır" deyip göz kırparak cümlesini bitirdi. O sırada bakışlarım Zehra'nın bitmeyen tabağına kaydı. "Zehra'dan çok yediğim kesin abi, baksana hiçbir şey yememiş." Ağabeyim gözlerini endişeli bir şekilde Zehra'ya çevirirken, sandalyesini ona doğru döndürüp aynı endişeyi içinde barındıran sesiyle konuşmaya başladı.. "Senin en sevdiğin yemeklerden bir tanesi olmasına rağmen tabağını bitirmemişsin..." Bakışlarını biraz daha Zehra'nın üzerinde dolaştırdıktan sonra gözlerindeki hüzün arttı. "Tabii ya yolculuk sonrasında miden rahatsızlanıyordu. Neden bana rahatsızlandığını hissettiğin an söylemedin Zehra?" Ağabeyimin sesi gerçekten çok endişeli çıkıyor, Zehra'nın canı yandığı için üzülüyordu. Zehra bakışlarını masadan kaldırıp, ağabeyimin gözlerine baktığında yüzüne kondurduğu zoraki tebessümüyle "Benim için endişelenme lütfen, birazdan geçer." diye karşılık verdi. Ağabeyim hiçbir şey demeden yerinden kalktı ve bir kaç dakika sonra elinde ilaçla geri döndü. "Zehra, her çantanda bu ilaçtan bulundurman gerektiğini sana sürekli hatırlatıyorum ve sen, her defasında unutuyorsun." Elindeki ilacı Zehra'ya uzattığı zaman bakışlarını Mavi Kelebeğin yüzünde dolaştırdı. "Miden rahatsızlandığı zaman yüzün hemen soluyor. Lütfen daha dikkatli ol." Zehra, ağabeyimin uzattığı ilacı mahcup bir şekilde elinden alarak "Haklısın Ali Asaf." diye fısıldadı. Ağabeyim yerine otururken duyduğu ismi karşısında Zehra'ya baktı ama bakışları ciddi bir hal almıştı. Sanırım ağabey diye hitap etmesini sürekli rica ederek söyleyen tavrına karşılık Zehra'nın ismini söylemesini pek hoşuna gitmemişti. Sakinliğini koruyan bir ses tonuyla başladığı konuşmasına ciddi bir ses tonuyla devam ediyordu ama ne olursa olsun sesini asla yükseltmeden konuşmasını yapıyordu. "Birde bana ağabey demen gerektiğini sürekli sana hatırlatıyorum Zehra ama bakıyorum ki onu da dikkate alıp hatırlamıyorsun. Senin derdin ne? Neden söylediklerimi dikkate almıyorsun?" Soru sormak için Demir'e doğru eğildiğim sırada bana baktığını gördüm. Sessiz bir şekilde "Bir erkek sevdiği kızın ona, ağabey demesini ister mi?" diye sordum. Tebessümle sandalyemi biraz daha kendine çekip, eliyle yanağımı kavradı. "İstemez sevgilim, hele ki ağabeyin gibi doğruları olan bir adam, bana ağabey diyeceksin diyorsa kafasında bir şeyleri yerine oturtmuş ve o doğrultuda ilerlemeyi seçmiştir. Sakın araya girip, kimseye boş yere ümit vereyim deme güzel karım." Duyduğum cümleden sonra hayal kırıklığıyla gözümden bir damla yaş süzüldü. Demir parmağına doğru süzülen yaşı silerken konuyu değiştirmek ister gibi araya girdi. "Tatlılarıyla sizi kendinden geçirecek bir yer biliyorum. Şimdi kalkıp oraya gidelim" Ağabeyim sandalyeye sırtını yaslarken "Tatlı deyince bu ikisi için akan sular durur, hemen gidelim de mutlu olsunlar." deyip bana göz kırptı. Hep beraber yerimizden kalkıp, Demir'in söylediği yere gittik. Herkes istediği tatlıyı garsona söylerken Zehra sadece su istediğini söylediği için ağabeyim ona doğru dönüp "Sen tatlı olmadan duramazsın, hâlâ miden mi rahatsız?" diye sordu. Zehra soruyu duymamazlıktan gelince ağabeyim soruyu tekrarladı ama sesi aynı yumuşaklıkta çıkıyordu. "Midem rahatsız değil, sadece tatlıyı artık eskisi kadar sevmiyorum." Ağabeyimin "Ne zamandan beri?" sorusuna karşılık Zehra bakışlarını yere eğip, omzunu üzgün bir şekilde silkeledi. "Bunun bir önemi yok." Zehra'nın bu üzgün haline dayanamıyordum. Mavilerini kaplayan hüzün artık çok daha fazla derinleşiyor, onun neşeli halinden geriye hiçbir şey bırakmıyordu. Titreyen ellerini, hüzün dolu mavilerini kapatmak için alnına sabitlediğinde gidip ona sarılmak, tüm hüznünü çekip almak istedim ama şimdi gidip ona sarılacak olsam, kendini tutamayacak ve sessizce ağlamaya başlayacaktı. Dikkatimi masaya yaklaşan bir kadın böldüğü için bakışlarım ona yöneldi. Normal bir boya, hoş ve zarif bir dış görünüşe sahipti. Kızıl saçları, kahverengi gözlerinin yanında albenili şekilde parıldıyor, yapmış olduğu hafif makyajı onu doğal görünümden uzaklaştırmıyordu. Bakışları ağabeyimin üzerinde gezerken dizlerini hafif kırarak tokalaşmak için elini uzattı. "Ali Asaf AKMAN, sizi burada görmek ne güzel bir tesadüf." Ağabeyim, Zehra'daki bakışlarını kadına çevirdi. Mimiksiz bir ifadeyle "Kusura bakmayın çıkaramadım." diye yanıt verdiğinde hemen ayağa kalkıp kadının tokalaşmak için uzattığı elini sıktım. Yüzümü getirdiğim tebessümlü ifadeyle konuşmaya başladığım zaman kadının önünü, ağabeyimin ise kısmetini büyük bir zevkle kapattım ve bundan biran olsun pişmanlık duymadım. "Merhaba ben Beyza Akman, Ali Asaf'ın gözbebeği." Ağabeyim, Demir ve Zehra'nın dudakları aynı anda yukarıya kıvrıldı fakat bana gülmeleri şu an için beni zerre de olsa ilgilendirmiyordu ve bunu omzumu silkeleyerek gösteriyordum. "Evet sizi de tanıyorum. Ali Asaf beyin kıymetli kız kardeşi Beyza AKMAN ERDEM." Gözlerimi devirip baktığımda bu kadar araştırmış olmasına içten içe ayar olmuş, Zehra'nın bir üzüntü daha yaşamaması için olası ihtimalleri art arda düşünmeye başlamıştım. Kadın tebessümle önüne düşen kızıl saçını kulağının arkasına atıp, iki elini birbirine bağlayınca konuşmasına devam etti. "İki ay önce, Trabzon'da iş görüşmesi yapmıştık. Hatta önümüzdeki görüşmeleri 1 ay sonrası için Trabzon ve Amerika'da gerçekleştirmek üzere konuşmuştuk." Ağabeyim tebessümle oturması için işaret ederken onu hatırladığı rahatlıkla anlaşılıyordu. " Saç renginizi değiştirdiğiniz için sizi tanımakta zorluk çektim Alma Hanım. Buyurun oturmaz mısınız?" Alma Hanım ağabeyimin gösterdiği yere otururken Zehra ile aynı anda birbirimize bakıp, yine aynı anda ağabeyime doğru bakmıştık. "Saç rengime varana kadar hatırlamanız, beni çok mutlu etti. Kaç gün daha burada bulunmayı düşünüyorsunuz Ali Asaf Bey, bu süreçte bana zaman ayırmanız mümkün mü?" Kadının cümlesinden sonra Zehra'nın eli kalbine gittiğinde bakışları yere eğildi. Ağabeyime doğru eğilip dişlerimin arasından konuşacağım sırada Zehra ayağa kalkarak hiçbir şey demeden masadan uzaklaştı. Ağabeyimin bakışları bir süre Zehra'yı takip etse de tekrar bakışlarını Alma Hanıma çevirip sorduğu soruya cevap verdi. "3 günlüğüne geldim fakat önceliğim kız kardeşim. Bu süreçte sadece onunla ilgileneceğim." Gözlerimi ikisinin üzerinden çekmiyor, resmi bir şekilde konuşsalar bile diken üstünde konuşulanlarını takip ediyordum. Demir sandalyemi ona doğru çekip, eliyle çeneme destek vererek ona bakmam için uğraşsa da kesinlikle gözlerimi ikisinin üzerinden almamam gerektiğini biliyordum. "Sevgilim, kadın masaya oturduğundan beri gözlerine hasret kaldım. Artık o güzel kahvelerini bana çevirir misin?" Kısa süreli Demir'e baktıktan sonra "İş üstündeyken dikkatimi dağıtmanı istemiyorum hayatım." diye karşılık verdim ama buna rağmen o, beni kendine doğru çekerek alnımdan öptü. "Yalnız kıskanmaya başlıyorum Haniftam." Alnımdan dudaklarını çektiğinde kıskanç kocamın gözlerine tebessümle baktım. Çok geçmeden bakışlarım dışarıya doğru kaydı. Gördüğüm şeyden pek emin olamadığım için ayağa kalkıp en gıcık sesimle konuşmaya başladığım zaman ağabeyim, gergin bir şekilde ayağını sallamaya başlamıştı bile. "Ay bu kızın güzelliği de gittiği her yerde dikkat çekiyor. Neyse Zehra'nın kaşları çatık olmadığına göre çocuk, efendi bir şekilde konuşuyor olmalı. En iyisi gidip, rahatsızlık vermeyeyim." Yerime keyifle yayılırken Demir, kafasını sağa sola sallayıp "Sevgilim sadece rahat dursan olmuyor mu?" diye sordu. "Kocacığım, ortalığı karıştırmadan rahat edemediğimi biliyorsun." Kafamı sırıtarak ağabeyime çevirdim. Hızla şişip inen göğsü, tebessümle cümlelerin ağzımdan dökülmesine neden olmuştu. "Biraz daha derin ve hızlı nefes alıp vermeye devam edersen düğmelerinin patlaması an meselesi abicim." Ağabeyimin öfke dolu bakışları, beni bulduğunda dudak büküp "Bir tanecik ana yadigarına, böyle öfkeli bakman için ne yaptığımı anlamadım. Bir hata yaptıysam lütfen açık açık söyle abi." dedim. Öfkeli bakışları hemen sevgi dolu şefkatli haline geri döndü. "Sen hiçbir şey yapmadın fındığım. Öyle dudaklarını büzüp abini üzme lütfen." Cümlesinden sonra kısa süreli alnımı öptü ve hızlı bir şekilde ayağa kalktı. Gerilen omuzlarını hareket ettirerek düzeltirken gömlek kolunu bir kat daha kıvırdı. "Ben, biraz hava almaya çıkıyorum." Onun o hali, dışarıdan herhangi bir insan için normal gibi görünse de ben, ağabeyimi çok iyi tanıyordum. Sandalyeme keyifli bir şekilde yaslandım ama aklıma doluşan düşünceler hemen ayağa kalkmamı sağlamıştı. "Ben bu olayı kaçırırsam ileride yeğenlerime anlatacağım güzel bir anıyı da kaçırmış olurum. En iyisi konuyla yakından ilgilenmek." Hem heyecanlı bir şekilde konuşuyor hem de ağabeyimin peşinden gitmek için yürümeye başlıyordum. "Sevgilim rahat durmanı istedikçe çocuklaşıyorsun. Beni bekle, yoksa arada kaynayacaksın." Demir'in cümlesiyle elimi ona doğru uzatırken masada tek kalan kadını umursamadan, hızlı adımlarla dışarıya çıktık. Onları duyabileceğimiz kadar yakın bir yere gittikten sonra bulunduğumuz yerde sessiz bir şekilde durup, onları izlemeye başladık. Ağabeyim, Zehra ve çocuğun yanına doğru gayet sakin bir şekilde ilerliyordu. Zehra kucağında tuttuğu kediyle ilgili çocukla konuşmaya devam ederken ağabeyim, "Yine kendin gibi bir maviş bulmuşsun." diye araya girip, Zehra'ya gülümsedi. Zehra, bakışlarını kısa süreli ağabeyim de tuttuktan sonra hiçbir şey demeden tekrar kediye doğru çevirdi ve şefkatle kediyi okşamaya devam etti. Ağabeyim, kediyi sevmek için elini uzattığı sırada Zehra'nın ellerini çekmesi için özenle bekledi. Zehra ellerini çektikten sonra kediyi severken, arkasındaki çocuk da aynı anda konuşmaya başladı. "Tekrar teşekkür ederim Zehra, Amerika'da Türkçe muhabbet etmek çok iyi geldi. " Ağabeyim, çocuk konuştuktan sonra elini kedinin tüylerinden çekip, ayağa kalktı ve derin bir nefes alarak hiçbir şey söylemeden ellerini pantolonunun cebine soktu. "Bana da iyi geldi. Bende teşekkür ederim Alihan." "Şefkatle baktığın mavilerin olurda aklımdan çıkacak olursa buraya gelip, bu kediyi bulacağım." Zehra çocuğun cümlesine karşı hiçbir tepki vermeden kediyi sevmeye devam etti. O sırada çocuk kediyi sevmek için elini uzattığında ağabeyim, çocuğun bileğini havada kavradı ve kaşlarını çatarak, sert bir tonda konuşmaya başladı. "O elini uzattığın yere dikkat et Alihan! Sınırlarını aşıp, dokunmaman gereken bir yere dokunacak olursan hiçbir bahane kabul etmeden o parmaklarını zevkle kırarım!" Çocuk, ağabeyimin elinden bileğini çekerken tebessüm ederek "Öyle bir saygısızlıkta asla bulunmam merak etmeyin." dedi, ardından da meydan okurcasına bakışlarını Zehra'ya çevirip "Seni yakından tanımak istiyorum Zehra. Eğer senin için de uygunsa telefon numaranı alabilir miyim?" diye sordu. Zehra ve ağabeyimin bakışları birbiriyle buluştuğu an, ikisi de birbirinden bir cevap bekliyor gibiydiler. Zehra biraz daha ağabeyimin gözlerinin içine bakmaya devam etti ama ondan herhangi bir tepkinin gelmediğini görünce hüzünle kaplanan mavilerini Alihan'a çevirdi. "Belki de beni, yıllardır yakıp küle dönüştüren bu döngüden sen kurtarırsın Alihan." Zehra'nın söylediği cümleden sonra aralarına girmek için adım attığımda Demir elimden tutup "Lütfen karışma." diyerek gitmemi engelledi. Titreyen dudaklarımla "Ağabeyimi tanımıyorsun Demir. Zehra'nın bu sözünden sonra her şeyi yerle bir eder.." diye fısıldadım. "Bu onların sınavı güzel karım. Bırak kendi sınavlarını kendileri versinler. Bir de onların sınavı için yıpranma." Demir'in bakışları yanağımdan süzülen yaşa takıldığı zaman "Ne olur kendini onlar için yıpratma." diye fısıldadı, ardından da beni göğsünün sıcaklığına doğru çekti. Bu sırada hem onları izliyor hem de akan yaşlarımla Demir'in göğsünü ıslatıyordum. Duyduğu cümleden sonra ağabeyimin gözleri hayal kırıklığı ile kaplanırken gerilen elleri, yumruk halini aldı ve korktuğum gibi iki adım atarak Zehra'dan uzaklaştı. "Zehra'nın söylediği gibi onu yakıp küle dönüştüren bu döngüden sen kurtar Alihan! Zehra'nın aldığı bu kararla sırtımdaki en büyük kamburumdan kurtulduğuma göre ben de bir daha arkama bile bakmadan kendi yolumda ilerleyeceğim." Ağabeyim son bir kez Zehra'ya baktığında Zehra'nın gözünden akan yaşlar yanaklarından şalına doğru süzülmüş, duyduğu sözler karşısında elini sancıyan kalbine götürmüştü. "Boş yere incilerini akıtma küçüğüm." Derin ve içinde yılların yorgunluğunu barındıran bir nefes bıraktı. "Zaten sırf sen, arkamdan üzülme diye susup, senin gitmeni bekliyordum." Ali Asaf ağabeyim, son kez Zehra'nın gözlerine bakıp konuştuktan sonra arkasına bile bakmadan ilerledi. Zehra ise ondan uzağa doğru atılan emin adımlara şahit oldukça sessizce bağırdı. "Ben, senin küçüğün değilim Ali Asaf! Ama bundan sonra sen benim ağabeyimsin!" ............................................................................ Allah'ım sanırım bölümle beraber ben de bittim. Peki uzun, çok uzun bölüm hakkında söylemek istedikleriniz var mı? Neyse bölümü hemen paylaşmak adına soru bile sormadan yazımı burada sonlandırıyorum. Keyifli günler... Bu arada 2. Kitap "Mavi Kelebek" e bugün tanıtım bölümü gelecek haber vermek istedim, sevgilerle... |
0% |