Yeni Üyelik
56.
Bölüm

55🍓 "KIRILGAN"

@hanifta_hanim

 

5 gün sonra...

Aşık olduğum kadın, o günden beri sürekli gözyaşı döküyor, onun bu üzgün haline artık dayanamıyordum.

"Sevgilim, evet haklısın ama bu kadar gözyaşı dökmen kesinlikle normal değil."

Şu an toplantı masasının üstünde 4 çeşit pasta, onun başında ise gözyaşı eşliğinde pasta yiyen ve bu haliyle bile kalp atışlarımı hızlandıran aşık olduğum kadın vardı. Pastadan bir çatal daha aldığında çatal tuttuğu elinin arkasıyla gözyaşını silip, içli içli konuşmasına devam ediyordu.

"Beni anlamıyorsun işte, anlamıyorsun. Ağabeyim ve Zehra'nın yaptığı sürpriz kursağımda kaldı. Ağabeyim, Zehra'nın o lafından sonra iş bahanesiyle İtalya'ya gitti. Zehra ise yanımda ruh gibi kaldıktan 1 gün sonra işlerdeki sorunları bahane edip Mavi Gökyüzümün yanına İsveç'e gitti. Neymiş, avukatlık önemli pürüzler çıkmış da orada uzun süre kalacakmış da dönmesi uzun sürecekmiş de vesaire vesaire... "

Tekrar pastadan birkaç çatal daha alıp gözyaşlarını savuşturken konuşmaya devam ediyordu.

"Zaten sende beni Amerika'ya getirdin, benim ne işim var burada! Resmen ailem dünyaya çil yavrusu gibi dağıldı. Ailem bir arada olmadıktan sonra ben böyle işi, malı, mülkü, serveti ne yapayım?"

Başını bir anda masaya koyup, daha sesli şekilde ağlamaya başladığında daha sinirli konuşuyordu.

"Peki Kenan gevşeği ve Mehmet uyuzu, neden ailemin yanında? Neden onlar yurt dışındaki işlere koşturmuyorlar? Neden dedemi ve sevdiklerimi, benden daha çok görüyorlar? Neden benden birkaç yaş büyük olmalarına rağmen hâlâ evlenmediler de en sevdiğim yerde benden çok duruyorlar, haa neden? Gerçi o uyuzlar evlendikten sonra da Akman malikanesinde yaşamaya devam ederler. Ya onlar evlendikten sonra dedem onların eşlerini daha fazla sever, Delibaşını unutursa! Öyle bir şey olursa o uyuzları da eşlerini de sıraya dizer, namluyu onlara çeviririm. Bak gerçekten çeviririm!.. "

Öfkeli söylenmesi yerini sakinliğe verirken hıçkırıkları daha fazla artıyordu.

"Ama yapamam ki... Canım dedem yeter ki mutlu olsun, yeter ki torunlarının eşlerini çok sevsin. Ben nasıl dedeme de o uyuzlarla evlenerek ömürlerinin hatasını yapmış o gariban kızcağızlara da kıyabilirim ki..."

Duyduklarım karşısında gülmemek için dudağımın kenarını ısırırken, rahatlaması için omuzlarını okşamaya başladım. O sırada kafasını masadan kaldırınca hemen gülümsememi bertaraf ettim. Eline tekrar çatalı alıp pastayı yemeye devam ederken, peşinden de tatlı tatlı söylenmeleri art arda geliyordu.

"Sende bana dokunup, temas kurmak için bahane arama Demir. O gün engel olmasaydın ben, aralarını bir şekilde yapardım. Hep senin yüzünden! Bu pastaları da alıp alıp duruyorsun diye dayanamayıp yiyorum, peki senin amacın ne? Neden 4 çeşit pastayı önüme koyup, yemem için uğraşıyorsun? Neden kilo almam için elinden geleni yapıyorsun?" O şu an aşırı derecede ciddi görünüyor, çattığı kaşlarının tatlı kavisiyle kızgınlığını bana sunuyordu. "Sana soruyorum, sana! Cevap versene?"

Tahammülsüz sesinden çıkan soruyla Beyza'nın üzerinde bakışlarımı kısa süreli gezdirmeye devam ettikten sonra elindeki çatalı alıp kenara koydum. Son 2 gün içindeki hassasiyeti bugün çok daha fazla artmış görünüyordu ve bu hassasiyet beni inanılmaz derecede şaşırtıyordu. Onu bulunduğu sandalyeden kaldırarak bacağıma oturttum, ardından da yanaklarını avucumun içiyle kavrayıp gözlerinin içine baktım. Tamam Beyza duygusal bir kızdı ama kesinlikle böyle şeylere gözyaşı dökecek bir kız asla değildi. Gözlerinde barındırdığı yağmur bulutları yine yoğun bir şekilde akmaya devam ederken burnunun ucunu şefkatli bir şekilde öptüm.

"Sevgilim, o pastaların hepsini canın çekiyor diye aldığımı hatırlamıyor musun? Yemek istemiyorsan yemeye bilirsin. Zaten son birkaç gündür beslenme şeklin inanılmaz derecede değişti. Sürekli pasta tarzı, tatlı yiyeceklerle besleniyorsun ve ağzına yemek sürmüyorsun. Biraz daha bu şekilde beslenmeye devam edersen hasta olman an meselesi, o yüzden artık sağlıklı yiyecekler yemeye başlamalısın."

Baş parmağımla dudağının kenarına bulaşan çikolatayı temizlerken ellerimi geriye itip, gözlerimin içine kızgın bir ifadeyle baktı.

"Ne yani, şurada birkaç gün pasta yedim diye gözüne mi battı?" Kafasını hayal kırıklığıyla salladı. "İşte kocanda olsa yediğinin, içtiğinin hesabını yapıyor." diyerek bakışlarını üzgün bir şekilde yere eğdi. "Bu pastaları abilerimden isteseydim söylenmeyi bırak, kendi elleriyle yedirirlerdi. Galiba sen artık beni eskisi gibi sevmiyorsun." Söylediği cümleden sonra gözünden akan yaşlar daha çok artarken o cümlelerine daha içli bir şekilde devam ediyordu. "Evet evet... Gerçekten beni eskisi gibi sevmiyorsun, bunu hissedebiliyorum. "

Ali Asaf'ın da Zehra'nın da yapacağı sürprize içimden methiyeler düzerken, onlar yüzünden karımın bozulan sinirlerinin faturasını ben ödüyordum. Özellikle son iki gün daha kırılgan bir şekilde her şeyi büyüttüğü için gözyaşlarının ardı arkası kesilmiyordu. Hayır onun bu haline kıyamadığım gibi söylendiği halde çocuk gibi bana sığınan o haline de ayrıca bayılıyordum.

Sandalyeyi masanın yanına iterek pastadan bir çatal alıp, ona yedirmeye başladım. Elini kalbimin üzerine koyduğumda "Sevgilim, seni eskisi gibi sevmiyor olsam neden kalbim senin yanında böyle delice atıyor açıklar mısın?" diye sordum. Dudaklarını büzüp iki eliyle gözyaşlarını sildi ve gözlerimin içine baktı. Güzel kahvelerindeki hüzün oradan silinirken yorgun bakışların ele geçirdiği gözleri çok daha masum görünmesini sağlıyordu.

Belki pastadan biraz daha yemek ister diye düşündüğüm için çatalı tekrar pastaya doğru uzattığım sırada "Artık yemek istemiyorum sevgilim." dedi.

Tekrar eliyle gözyaşlarını silip, kravatımı çözdü ve gömleğimin düğmelerini yarıya kadar açarken "Benim çok uykum geldi." diye fısıldadı. Ardından da ayakkabılarını çıkarıp dizlerini göğsüne kadar çekerek yüzünü boynuma gömdü. Onun bu hareketleri sonucu hızlanan kalp atışlarım işimi zorlaştırıyordu ama onun için bu yeterli gelmiyor olacak ki hareketlerine sol elini gömleğimin içine sokup kalbimin üzerine koyarak devam ediyordu.

"Üzüldüğüm zaman beni hep burada sakla sevgilim, kokun ve sıcaklığınla tüm sıkıntılarım geçiyor."

İşte ağladıktan sonra gerçekleşen bu sürece bayılıyordum. O küçük burnu mutlaka boynumda geziniyor, her şeyi ile bana sığınan kadın kokumu içine çekerken hiç olmadığı kadar uysal bir hal alıyordu.

"Sevgilim bende nelere yol açtığının farkında mısın? Yakında senin yüzünden kalp hastası olacağım."

Kalp atışlarım, daha fazla hızlı olabilirmiş gibi atmaya başladığında ona doğru eğilip yüzünü bana doğru çevirdim ve onu uzun süre öptüm. Dudaklarını benden ayırdığı zaman yüzünü tekrar boynuma çevirdi.

Dudaklarımı alnına sabitleyip aşık olduğum kadının yaydığı huzura teslim oldum fakat bu teslimiyet birkaç dakika sonra çalan telefonla son buldu. Sandalyemi itip sessiz bir şekilde telefon görüşmesini yapmaya başladığımda karşı taraftan duyduklarım şu dakikadan sonraki sürecin pekte huzur dolu olmayacağını anlamamı sağlıyordu.

"Tamam söylediğiniz gibi onlar acil, incelemem için gelin ama eşim yanımda olduğu için bayan elemanla gönderin."

Telefonu kapattığım sırada Beyza vücuduma yaslı olan bedenini dikledi.

"Uykunun geldiğini söylemiştin, niye kalktın güzel karım?"

Gömleğimin açık düğmelerini iliklemeye başlarken "Birazdan dosyaları getirmek için gelirler Demir." dedi ve kafasını iki yana sallayıp uykusunu kaçırmak için çabaladı.

"Bu senin uyumana engel değil Haniftam. Hadi ait olduğun yere tekrar sığın."

Beyza hem beni dinliyor hem de gömleğimi iliklemeye devam ediyordu.

"Evimize gittiğimiz zaman ait olduğum yere sığınırım hayatım. Hem bu saatte uyumam aşırı derecede saçma hele senin şirketin gibi yoğun bir şirkette uyumam çok daha saçma."

"Sanırım çok ağladığın için yorgun düştün güzel karım."

Yine yüzü aynı hüzün tarafından ele geçirilirken kravatımı düzeltip ayakkabısını giydi.

"Ben ağlamayayım da kim ağlasın Demir?"

Bitirdiği cümleden sonra ayağa kalkıp hızlı bir şekilde yönünü bana çevirdi. Uykulu gözlerine yerleşen yaramaz bakışlar orada varlığını korurken sesini tatlı bir tona getirdi.

"Ben ağladığım için çok yoruldum, benim için biraz da sen ağlasan olur mu kocam?"

Sorduğu soru karşısında yüzümde oluşan gülümsemeye kapının çalması eşlik etti ve içeriye iki tane çalışan girdi. Beyza uflayarak kendini yanımdaki sandalyeye attığı sırada "Sorun ne çözemediniz mi?" diye sordum. Lily'nin bakışları kısa süreli Beyza'nın üzerinde dolaşırken hafif gülümsedi, ardından da ciddi bir ses ile konuşmaya başlayıp Beyza ile arama girdi.

"Şurada olduğunu düşünüyoruz Demir Bey ama yine de hesaplarda tutarsızlık çıkıyor."

Lily'nin gösterdiği yere bakarken Beyza, sessiz bir şekilde "Ooo Lily Hanım, bu kadar güzel olmanız yetmiyor birde yanıma gelerek bunu gözüme mi sokmaya çalışıyorsunuz?" diye sordu. Bakışlarımı dosyada gezdirmeye devam ediyordum ama Lily'nin mutlu bir şekilde gülümsediğini de hissedebiliyordum. Yönünü Beyza'ya döndürdüğü zaman fısıltılı bir sesle "Sizden iltifat alınca bağımlılık yapıyor Beyza Hanım, o yüzden bilerek yanınıza geliyorum. Hatta itiraf etmem gerekirse sizden aldığım iltifatlardan dolayı çalışanlar arasında ufak bir havam bile oluyor." dedi.

Beyza'nın kafasının dağılmasını istediğim için muhabbetlerini bozmak istemiyordum ama bu mümkün olmuyordu.

"Tüm banka hareketlerini istiyorum Lily."

Yönünü bana doğru çevirip ciddi bir ses tonu ile "Tamam Demir Bey." dedi ve odadan çıktı. Beyza ise bakışlarını odada bulunan diğer çalışanda gezdirdi ardından da daha sıkkın bir nefes vererek eline kitabını aldı.

"Lily ile konuşurken biraz da olsa uykum açılıyordu Demir, keşke diğer çalışanı gönderseydin."

"Merak etme yakın zamanda o çalışanla bile bir bağ kurarsın sevgilim. Ne de olsa şirkette bağ kurmadığın sayılı insan kaldı."

Beyza eline aldığı kitabı açarken "İlla her şeyi abartacaksın Demir sadece hâl hatır soranlarla birkaç kelam ediyorum o kadar." dedi ve kitabını okumaya başladı. Bende hiçbir şey demeden önümdeki dosyalara yönelip dikkatli bir şekilde incelemeye başladım.

⌛15 DAKİKA SONRA...

"Getirdim Demir Bey."

Lily'nin sesiyle bakışlarımı ona çevirdiğim zaman elindekileri bana uzatıyordu ama bana bakmak yerine, Beyza'nın tarafına doğru bakıyordu ve bunu hâlâ sürdüyordu.

"Tamam Lily, yerine geç ve hesaplara odaklan."

Kafasını tamam anlamında salladıktan sonra bakışlarımı tekrar güzel karımın üzerinde gezdirdim. Geçirdiğimiz 5 gün onu psikolojik olarak çok yıpratmıştı ve hâlâ kendini toparlayamamıştı. Durmaksızın akan gözyaşları ise artık onu yorgun düşürdüğü için 5 dakika önce uykuya yenilmesini sağlamıştı.

Ailesine duyduğu özlemi sonlandırmam gerektiğini bildiğim için zor olsa da bakışlarımı masaya çevirdim. Ne olursa olsun yaptığım planı ertelemeden hayata geçirmem ve karımı ailesine kavuşturmam gerekiyordu ama elime aldığım dokümanları incelemeye devam ettikçe hesaplardaki açık ve kalemlerin birbirini tutmaması gerilmemi sağladığı yemiyormuş gibi bir de öfkeli bir ses ile cümlelerin ağzımdan dökülmesini sağlıyordu.

"Yarın Türkiye'ye döneceğim ve siz, bunları yeni mi fark ediyorsunuz! Çabuk David'i çağır bana, bunlarla o ilgileniyordu."

David'i aradıklarında hemen geleceğini söyleyip, iki dakika sonra yanında 3 kadın çalışanla beraber içeriye girdi. Ne Beyza'yı uyurken görmelerini istiyordum, ne de onu uyandırmaya kıyabiliyordum. David sağ taraftaki sandalyeye otururken kadınlarda diğer boşluklara geçti. Kadınlardan birisi pastaları biraz öteye itip, tüm dosyaları tek tek açtı. David ise tebessüm ederek "Uyuyor mu o?" diye sordu.

"David önüne dön! Bir daha kafanı bu tarafa çevirme ve bana sorumluluğunda bulunan hesaplardaki açıkları anlat!"

David önüne döndüğü zaman hepimiz tek tek tüm dokümanları incelemeye başladık. Yüksek çıkan sesimizden Beyza rahatsız olmuş olmalı ki vücudunu dikleyip sandalyeye yaslanırken gözlerini açmak için çabaladı. Sandalyemi biraz daha yanına doğru ittikten sonra elimi yanağına götürüp "Haniftam, sen uyumaya devam et." dedim.

Gözlerini biraz daha ovup tebessümle bana baktı, ardından o da elini yanağıma koydu ve sevilesi kahverengi gözlerini, gözlerimin derinliklerinde gezdirdi. Birkaç saniye sonra David, yanındaki kadınla konuşmaya başlayınca kafasını masaya çevirip kalabalığı gördü.

"Sevgilim, neden beni uyandırmadın?"

Sorusunu cevaplamak yerine onun ayılmaya çalışan tatlı halini, kimsenin görmesini istemediğim için sandalyesinin arkasını David'e gelecek şekilde çevirdim ve iki elimle yanağını kavradım.

"Sana harika bir haberim var Haniftam. Şu problemi eğer hemen halledebilirsem, yarın sabah Trabzon'a gitmek için yola çıkıyoruz."

Kurduğum cümle ile can şenliğim olan gözleri kocaman açılırken içine doldurduğu nefesle beraber yüzünü kocaman bir gülümse kapladı ve iki kolunu yukarıya kaldırıp, sesli bir şekilde mutluluğunu dışarıya yansıttı.

"Bekle beni büyük ailem, Delibaşınız geliyor!.." Sadece 5 gün göremiyor olsam bile onun neşe dolu bu sesini de bu halini de çok özlemiştim. "Yaa çok mutluyum, çok mutluyum..." Gerçekten şu an mutlu olduğu her halinden belli oluyordu ve o, bu mutluluğu bana sunmaya devam ediyordu.

"Seni çok seviyorum kocacığım! Çok sevdiğim için de dayanamayıp seni öpücük yağmuruna tutacağım!"

Onun o halini izlemek keyif verirken sevinçle yanaklarımı öpmeye başladı; ama sonra bir anda kendini geriye çekti ardından da gözlerimin içine utanmış bir şekilde bakarak, içe kaçmış sesiyle konuştu.

"Demir, masadakiler yanağını öptüğümde hem fikirdir değil mi? Yani yanlış anlamazlar. Anlamazlar de ne olur, ne olur!" Ellerini yüzüne götürüp konuşmasına daha mahcup bir ses tonuyla devam etti. "Yanlış anladılarsa bu çok utanç verici."

Yüzündeki ellerini oradan çekerek onu biraz daha kendime yakınlaştırdım.

"Gel dudaklarını öpeyim de yanlış anlamışlarsa boşa gitmesin güzel karım."

Duyduklarından sonra Beyza içine derin bir nefes çekerken onun bu utanan hallerini izlemenin birinci eğlence kaynağım olduğunu tekrar kendime hatırlatıyordum; ama Beyza, ellerini yüzüme koyarak bu halini izlememi engelliyordu.

"Arsız olduğunu daha önce de söylemiştim değil mi sevgilim?"

Sorduğu soruyla beraber ellerini tutup bakış açıma karımın sevimli yüz ifadesini getirdim. Gözlerinin içine derin bir iç çekişle bakarken "Hem de bir çok kez." diye cevapladım. İflah olmadığıma bir kez daha şahit olan karım, yüzündeki tebessümü koruyarak ayağa kalktı ve bakışlarını masadakilere çevirdi.

"Bugün çok mutluyum. O yüzden şimdi gidip sizlere sevdiğiniz mekandan kahve alacağım." Duyduğum cümleden sonra bakışlarımı masadakilere çevirdim. Herkes halinden çok memnun görünüyordu ve tam da bu sırada Beyza "Kahvelerinizi nasıl istersiniz?" diye soruyordu. Çalışanların keyifle cevap vermek için atağa geçtiklerini görünce araya girerek onların konuşmasını engelledim.

"Saçmala sevgilim, gidip gelmen en az 20 dakika sürer. Kahve getirmeyi yine de çok istiyorsan içerdeki makinadan kendi ellerinle getirebilirsin."

Beyza bendeki bakışlarını masadakilere çevirdiğinde onların düşen yüzünü fark etti

"Yaa kıyamam baksana çok üzüldüler." Bakışlarını tekrar bana döndürdü ve beni ikna etmek adına sesini daha tatlı tona getirerek konuşmaya devam etti. "Hem biraz yürüyüş yapmış olurum sevgilim."

Onun bunu yapmaktan keyif alacağını anladığım için başımı olumlu anlamda salladım. Bu hareketimden sonra Beyza, elindeki telefonun tuş kilidini açıp sevdikleri kahvelerin isimlerini not aldı ve kapıya doğru ilerledi. Tam kapıdan çıkacağı zaman tekrar geri dönerek, arkamdaki masadan çantasını aldı. Birbiriyle buluşan gözlerimiz çantasını sırtına taktıktan sonra yanağıma peş peşe bıraktığı öpücüklerle bir son bulurken bu sefer bu hareketi karşısında ben şaşırıyordum; çünkü Beyza'nın kalabalık bir ortamda böyle bir şey yaptığını ilk defa görüyordum.

"Sırf daha demin yanağından öptüğümü anlasınlar diye geldi bu öpücükler Demir Bey, hadi yine şanslısınız."

Vücudunu eski konumuna getirirken gözlerimin içine bakarak söylediği cümleden sonra tebessüm ettim. "Ben bundan sonra hep şanslı olayım o halde güzel karım." Beyza duyduğu cümleden sonra yüzündeki gülümsemeyi büyütmüş olsa da hiçbir şey demeden odadan dışarıya çıktı, ben de çıkan probleme son vermek adına tekrar işlere odaklandım.

❤️❤️❤️

Dikkatle asansör tuşuna basıp, kabine sırtımı dayadım. Bunu yaparken aynı sırada dedemin beni karşısında gördüğü zaman yüzünde oluşan ifadesini hayal ettim. Pamuğum ve büyük ailemle kavuşup hasret gidereceğim için içim içime sığmıyor, yüzümde gezinen aptal gülümsemeyi kesinlikle oradan silmeyi beceremiyordum.

Asansörün ineceğim kata geldiğini fark edince elimdekilerle dikkatli bir şekilde inip odaya yöneldim. Demir'in odasındaki hararetli konuşma, bulunduğum yerden bile rahatlıkla duyuluyordu. Kapıyı açıp tebessümle içeriye girdiğimde "Sesiniz asansörün önüne kadar geliyor, biraz daha sakin konuşamaz mısınız?" diye sordum. Onların yüz ifadesi gergin olmuş olsa da silmeyi beceremediğim gülümseme ile kahvelerini tek tek dağıttım ve elimde kalan son iki kahveden birini yakışıklı kocama uzattım.

"Sanırım duble espresso almakla yerinde bir karar vermişim sevgilim."

Göz kırparak söylediğim cümleye karşılık kocamın yüzünde beliren çapkın gülümseme, cümlesine de yansıyordu.

"Yalnız bu beni, gece de uyutmaz."

Demir ile kendi aramızda Türkçe konuştuğumuz için rahat bir şekilde söyleyeceklerimizi birbirimize aktarabiliyorduk. Tabii bu aktarmalara ya kocamın arsız cümleleri ya da arsız imaları eşlik ediyordu. Yönümü masaya çevirip aldığım tatlıları ortaya yerleştirdiğim sırada herkesin teşekkürüne tebessümle karşılık verip yönümü tekrar kocama çevirdim ve cümlesindeki imayı görmemezlikten geldim.

"O zaman valizleri sen ayarlarsın sevgilim."

Söylediğim cümle, Demir'in sıkkın bir nefes verip "Hayatım işler karıştı, yarın Trabzon'a gidemeyebiliriz." demesine sebep olduğunda mutluluk dağından yere çakılmam hızlı olmuştu. Sanırım yine ağlama perilerim kalbime akın akın doluşmaya başlıyordu ve her biri ağlamam için farklı bir neden söylüyordu. Son 5 gündür ağlamaya meraklı olan duygularım ise hızlı bir şekilde harekete geçerek işimi daha fazla zorlaştırıyordu. Biran önce çikolatanın bol olduğu ne kadar tatlı varsa tekrar hepsini yemeye başlamam, ardından da vücuduma yayılacak olan endorfin hormonuna odaklanmam gerekiyordu; yoksa buradaki kalabalığa inat utanmaz bir şekilde ağlamaya başlayacaktım. Bunun farkına vardığım için zor olsa da tebessüm ederek gözlerindeki gözlerimi çektim. "Tamam sevgilim, biraz daha beklerim." Sesimi düz bir tonda çıkarmaya çaba verdikten sonra yönümü masaya çevirip çikolatanın en yoğun olduğu tatlıyı masadan aldım ve konuşmaya bulduğum bahaneye tutunarak devam ettim.

"En iyisi ben, senin masana geçip hem kitap okuyayım hem de kahve eşliğinde tatlımı yiyeyim."

"Sevgilim ne olursun üzülme, elimden geleni yapıyorum."

Demir'in üzgün sesinden çıkan cümleleri, tekrar gözlerinin içine bakmamı sağlıyordu, böylece Türkiye'de kalma süremizi uzatmak için elinden gelen her şeyi yaptığını bildiğim adamı üzmemem gerektiğini daha iyi anlıyordum.

"Elinden geleni yaptığının farkındayım sevgilim. Beni kafana takma lütfen, hem yarın olmazsa birkaç gün sonra olur değil mi?"

Yumuşak sesim ile söylediğim cümlelerden sonra yanağımı avucunun içiyle okşayıp, gözlerimin içine minnet dolu bir ifadeyle baktı. Şu an sadece ağlamak isteyen ben sırf o üzülmesin diye tebessümle gözlerinin içine bakarak minnet dolu bakışlarına karşılık veriyordum ama biraz daha bakmaya devam edersem dayanamamaktan korkuyordum. "Hadi sen işlerine odaklan yakışıklı kocam ben de biraz keyif yapayım." Kafasını olumlu anlamda salladığı için zaman kaybetmeden masasına doğru ilerledim. Elimdekileri masasının üzerine bıraktıktan sonra sandalyesini cam kenarına doğru döndürerek hem dışarıyı izlemeye hem de tatlımı yemeye başladım. Aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum ama yiyecek çikolatalı tatlım artık kalmamıştı ve yediğim tatlı da hiçbir işe yaramamıştı. Bakışlarımı gökyüzüne doğru çevirip bulutların kusursuz görüntüsünde düşüncelerden kurtulmak için çaba vermeye başladım ama verdiğim bu çaba, bulutları pamuğa benzetmem ile burnumu sızlatır şekilde son bulmuştu. Şimdi pamuk dedemin sevgi dolu göğsünde saklanmak, onun sakallarını okşarken aynı zamanda hitap ettiği pisuğa dönüşmek vardı.

Telefonuma gelen bildirimin üzgün olan kalbime iyi gelmesini dileyerek elime aldım. Bildirimin Genç Akmanlar grubundan geldiğini görünce gruba girip yazılanları okumaya başladım ama normalde gülüp geçeceğim şeyler nedense aşırı derecede üzülmeme neden olmuştu.

(WhatsApp yazışma ekranlarını okuyunuz👇🏻)


Mehmet'in aramasını tekrar reddedip akan gözyaşımı hemen elimin tersiyle sildim. Biraz daha burada durursam Demir ağladığımı anlayacak ve işleri ters gittiği için öfke duyup buradaki herkesin kalbini kıracaktı. Kahvemi bitirip yüzüme yerleştirmekte zorluk çektiğim gülümseme ile Demir'in yanına doğru ilerledim.

"Sevgilim ben artık eve geçiyorum, akşam için yapmamı istediğin özel bir şey var mı?"

Demir, söylediğim cümleden sonra sandalyesini bana doğru çevirdi. Bakışları yüz hattımda kısa süre dolaştığında ise ayağa kalkarak yüzümü ellerinin arasına aldı. Gözlerimin derinliklerine uzun süre bakan gözleri, her şeyi daha fazla zorlaştırıyordu ama ben bu zorlaştırmaya inat, yüzüme taktığım tebessümü daha fazla büyütmeye çaba veriyordum. Tekrar telefonuma gelen çağrı ile Demir'deki bakışlarımı telefonuma doğru çevirdim. Bu sefer arayan Mehmet değil Kenan'dı ve ben, en az Mehmet'e kırıldığım kadar ona da kırılmıştım. Aramayı reddedip telefonu cebime koyduğum zaman Demir "Neden açmadın Haniftam?" diye sordu.

"Önemli değil hayatım, şimdi konuşmak istemiyorum."

"Ailenden birisi arıyor ve sen, hiçbir neden yokken telefonunu açmıyorsun musun?"

Gözlerimi kaçırıp sorusuna cevap vermedim, daha doğrusu cevap veremedim; çünkü duygularım şu an gözlerimden firar etmek için yarışa girmiş gibi görünüyorduı ve vermediğim cevaba karşı Demir konuşmaya devam ediyordu.

"Sevgilim eve gitmeni istemiyorum. Malzemelerini masaya getirsem burada biraz daha kalıp çizim yapsan olmaz mı? Seni görmediğim zaman, mutsuz oluyorum."

"Bugün gitsem?.." Bakışlarımı biraz daha üzerinde dolaştırdıktan sonra bana aşkla bakan adamın gözlerine teslim oldum. "Tamam gitmesem de olur, sen rahat rahat çalış sevgilim. Yalnız yengemin istediği şeyler vardı, kısa süreli çıkıp onları olayım olur mu?"

Yanağımdaki ellerini çekip bana sarıldığında "Sevgilim, eğer nefes almak için çıkmak istiyorsan çık; ama sadece istenilenleri almak için gidiyorsan liste yap hemen birini göndereyim." dedi.

Beni yanından bir an olsun ayırmak istemeyen adamın cümlelerine karşı "Sevgilim, beni yanından ayıramayacak kadar çok mu aşıksın?" diye sordum.

Yüzüne bakmam için ellerini kollarıma getirip beni vücudundan ayırdı. Cevap vermek yerine kafasını olumlu anlamda sallarken aynı anda da alt dudağını dişlerinin arasına aldı. Onun o haline içtenlikle gülerken "Demek o kadar çok aşıksın." dedim.

"Peki sen, benim kadar aşık mısın Haniftam?"

Her fırsatta ona duyduğum aşkı yaşamak isteyen adama cevap vermek yerine aynı onun yaptığı gibi dudağımı dişlerimin arasına alarak göstermek istedim ama daha yapmaya fırsat bulamadığım hareket, Demir'in beni kollarına sararken "Hayır hayır, sen şimdi yapıpta daha fazla aklımı bulandırma." demesiyle son buldu.

Aklını bulandırmaya meraklı olan adamın kollarından ayrılıp, onun iflah olmayan çapkın bakışlarıyla tekrar yüzleştim. "Demir bari yanımızda insanlar varken şöyle bakma." Milleti umursamayan bakışlarını görünce hiç beklemeden onun masasına doğru ilerledim ve çizim çantamı getiren kocamın elinden çantayı aldım.

"İlham perilerin bol olsun güzel karım."

"Teşekkür ederim yakışıklı kocam."

Birbirimize göz kırptıktan sonra Demir tekrar işlerinin başına geçti, ben de yarım kalan çizim kağıdını çıkardım ve ona odaklandım. Ara ara telefonum çalsa da gelen aramaları sessize alarak duymamazlıktan geldim.

Birkaç dakika sonra Demir, elindeki telefonu bana göstererek "Haniftam, Ali Asaf seninle konuşmak istiyor." dedi. Ağabeyimle konuşmak istemediğim için omuzlarımı aşağı yukarıya indirdim. Ona da kırgındım ve onunla da şu an konuşmak istemiyordum. Bu hareketimi gören Demir, şaşırmış olsa da hiçbir şey söylemeden ayağa kalktı ardından da ağabeyimle konuşmak için odadan çıktı. Dolan gözlerimi saklamak için tekrar çizimlerime odaklandım ama akan bir, iki damla yaşa engel olamadım.

5 saat sonra...

Okuduğum kitaptan kafamı yüksek çıkan seslere doğru çevirdiğimde Demir, masadaki herkese sert bir tonda konuşuyordu.

"Bu benim görevim olmamasına rağmen bunu fark edip düzeltmek bana düşüyorsa ekipte büyük bir sıkıntı var demektir! Kaç saatimi yediğinizin farkında mısınız? Özellikle David, senden böyle bir hata asla beklemiyordum."

"Tamam haklısın Demir ama sonunda problemi çözdün. Hadi hatamı telafi etmeme izin verin de hepinizi yemeğe çıkarayım."

Herkes tebessümle David' e bakıp teklifini kabul ederken toparlanmaya başladılar. O esnada başımı öne eğip kaldığım yerden kitabı okumaya devam ettim. Birkaç dakika sonra David'in gelen sesine doğru başımı kaldırıp baktım.

"Hadi kitap kurdu, biran önce ayağa kalk da yemeğe gidelim."

"Demir bana öyle bir şey söylemedi David-" Burada zaman geçirdikçe aynı Demir gibi David'e seslendiğimin farkına vardığım için hemen isminin yanına "Bey." hitabını ekledim. Bu ekleme onunda gözünden kaçmıyordu; ama bu adamla aramdaki mesafenin geçilemeyecek olduğunu bilmesi gerekiyordu. Kesinlikle onda hoşuma gitmeyen, beni rahatsız eden şeyler vardı. Düşüncelerden sıyrılıp cümlemi "Bizim geleceğimizi sanmıyorum." diyerek devam ettirdim.

Demir'e doğru bakarak cevapladığım sorudan sonra Demir, sandalyesinden kalkıp bana bakarak göz kırptı.

"Bugün seni çok yordum güzel karım, hadi artık gidelim."

"Eve mi gidiyoruz?"

"Hayır."

David araya girip "Yemeğe gidiyoruz demiştim ya." dediğinde Demir, "Hayır, biz yemeğe gelmiyoruz." dedi ardından da bakışlarını bana çevirerek konuşmaya devam etti. "Her şey hazır sevgilim, Türkiye'ye hareket etmek için uçak bizi bekliyor." Duyduğum cümleden sonra gözbebeklerim kocaman olmuş şekilde heyecanla Demir'in boynuna atıldım. Şu an ona duyduğum aşkı bağırarak haykırmak istiyor olsam da sadece "Seni çok seviyorum." diye sessizce fısıldadım; ama yalnız kaldığımız ilk fırsatta onu öpücük yağmuruna tutarak aşkımı haykıracaktım.

"Bende seni çok seviyorum güzel karım. Deden seni daha fazla beklemesin diye yemeği de uçakta yiyeceğiz. Hadi bir an önce yola çıkalım."

Gözlerinin içine mutlulukla bakarken karşımdaki adama duyduğum aşk, tüm bedenimde kendini hissettiriyordu. Demir bakışlarım karşısında derin bir iç çekip elimden tutarak beni odasından çıkarmıştı ve direk otoparka doğru ilerlemiştik. Sonunda arabaya binip yalnız kalmayı başardığımız zaman hiç beklemeden yanağına peş peşe öpücüklerimi kondurmaya başladım, hiç bıkmadan da onu çok sevdiğimi tekrarladım. Söylediğim her cümlede Demir'in yüzündeki ifadenin çok daha mutlu bir hal aldığını gördüğümde öpücüklerimi sonlandırıp arkama yaslandım. Onun yüzüne hakim olan gülümseme ona inanılmaz derecede çok yakışıyordu ve bu görüntü, onu bıkmadan izleyebileceğim gerçeğini bana hatırlatıyordu.

"Sonunda güzel karımın keyfi yerine geldi!"

Mutlu bir sesle söylediği cümlesine gülümseyerek karşılık verdikten sonra arabasını çalıştırdı. Uzun süre konuşarak sürdürdüğümüz yolculukta konuyu onun ailesine getirmeyi sonunda başarmıştım.

"Yakışıklı kocam, direk Trabzon'a geçeceğimiz için annenlere haber vermemizin daha doğru olacağını düşünüyorum. Onları arayıp haber versek, bizimle gelmek istiyorlarsa ise İzmir'den alıp Trabzon'a geçsek olur mu?"

Demir yoldaki bakışlarını kısa süreli çekerek bana baktığı zaman yüzündeki duygudan uzak ifade ile "Bence gerek yok." dedi ve tekrar bakışlarını yola çevirip ekledi. "Yine de sen bilirsin."

⏳❤️⌛

"Demir, çalışmalarına sonra devam edersin. Hadi inip annenleri karşılayalım."

Demir çalıştığı masadan başını kaldırdıktan sonra bir iki kez gözlerini ovalayıp vücudunu dikleştirdi.

"Gerek yok Beyza, bindiklerinde zaten görüşeceğiz. Hem böyle bir şey yapmaya ne gerek var şimdi?"

Elinden tutarak onu ayağa kaldırdım. Sağ elimi kalbinin üzerine koyarken gözlerinin içine bakıyor, artık onun böyle olmasındaki nedenleri bildiğimden dolayı onun için üzülüyordum.

"Sevgilim, işten eve geldiğin zaman ben seni nasıl karşılıyorum?"

"Camda beni bekliyorsun." Sağ elini, bel boşluğuma doğru getirip beni kendi bedenine doğru çekerken konuşmasına devam ediyordu. "Geldiğimi gördüğünde ise kapıdan girmemi beklemeden koşarak boynuma atlıyorsun ve ben, senin o haline bayılıyorum." Burnumun ucunu öptükten sonra alnını alnıma yasladı. "Hatta benden önce eve dönmene sırf o yüzden izin verdiğim zamanlar oluyor."

Kalbinin üzerindeki elim orada varlığını korurken işaret parmağımı açık bıraktığı gömleğinin son düğmesine doğru götürdüm.

"Peki hiç istifimi bozmadan seni salonda bekleseydim ne hissederdin?"

Demir ne söyleyeceğimi anlamış olmalı ki alnıma yaslı olan alnını geriye çekti ve soruma gözlerimin içine bakarak cevap verdi.

"Haniftam, seninle onlar bir değil, bunu neden anlamak istemiyorsun?" Yılgın bir nefes verdiği zaman bana ailesiyle arasındaki uçurumların hiçbir zaman kapanmayacağı hissini veriyordu ve konuşmaya devam ederek bunu doğruluyordu. "İçimde oluşan onlarca boşluğun kapatılmasını beklediğim zamanlar çok oldu ama onlar, asla o boşluğu kapatmadı ve ben, o boşlukların hepsini görmezden gelerek öfkemin arkasına sakladım; ama sonra bir anda karşıma sen çıktın." Gözlerindeki sevgi dolu bakışlar, yerini hüzün dolu bakışlara çevirdiği zaman aynı hüzün, dışarıya verdiği yorgun duyguları içinde barındıran nefesine de yansıyordu. "Sevgi dolu bakışların bile benim için şifalı iken sen, bir de buna kalbimin üzerine bıraktığın binlerce öpücüğü ekledin ve senin tarafından sevilmeyi başaran kalbimde onlar tarafından kapatılmasını beklediğim hiçbir boşluk kalmadı. Yani artık hiçbir şey için onlara da varlıklarına da ihtiyacım yok."

Kalbimde büyük bir acı patlak vermiş olsa da ve gözyaşlarım, göz pınarlarıma doğru yol almış olsa da oturup hissettiğim hiçbir duygunun esiri olmaz, aksini iddia etse de onun yarım kalmasına izin vermezdim. Derin bir nefes alarak sesimi çok daha sevgi dolu bir tona getirdim. Konuşmaya başladığımda odaklandığım tek şey, Demir'in kalbinde kapandığını iddia ettiği boşlukları doldurmak için çabalamaktı.

"Hayatım içinde oluşan boşlukları ben, aşkımla ve sevgimle doldurmak için ne kadar çabalıyor olsam da yeterli olmayacağını biliyorum; çünkü kalbinde oluşan boşlukların sebebi ben değilim." Kalbinin üzerinde olan elimi açarak avuç içimi kalbine yasladım. Onun kalbinde yara olarak hiçbir şeyin kalmasını istemediğim için konuşmaya devam etmek zorundaydım; ama cümlelerimin onu üzeceğini çok iyi biliyordum. Belki de sadece üzmeyecek, kendini suçlu bile hissedecekti; fakat bu olmadan da Demir, annesine hiçbir şans vermeyecekti. Derin bir nefes alarak cümlelerimi onu incitmemek adına özenle seçerek konuşmaya devam ettim. "Baban için konuşmak istemiyorum Demir; ama bunları söylemek zorunda olduğumu hissediyorum. Sadece bana anlattıklarından yola çıkarak kendi doğruları uğruna seni de anneni de yok saydığını biliyorum. Peki olaya, kendi penceren dışında bir pencereden bakmayı hiç denedin mi? Sen olaya hep kendi pencerenden baktığın zaman babanın seni zorla yatılı okul köşelerine attığını, cezalandırdığını, sana karşı yaptığı zorbalıkları gördün. Peki annen bu hikayenin tam olarak neresinde?"

Sorduğum sorunun cevabını az da olsa biliyordum; çünkü Demir'in annesine söylediği cümleyi hâlâ hatırlıyordum. O annesine; yok saydığı, görmezden geldiği, ses çıkarmadığı için kızgındı.

"O kısımla ilgili bana hiçbir şey anlatmadın ama yine de ben, aklıma takılan şeyleri sormak istiyorum. Baban, annene neler yaptı, neyle tehdit etti de bu kadın, ailesini bile görmeden bir ömür geçirmeye razı geldi ve çoğu şeyi yuttu Demir? Olaya hiç bu pencereden bakıyor musun? Ölmüş babanın arkasından onu kötü anacak şekilde konuşmak istemiyorum, o yüzden çocukluğuna geri dön ve babanın annene nasıl davrandığını hatırla sonra da kendine şu soruyu sor, annem ailesinden kim veya ne uğruna vaz geçti? Ben, sizin ailenize gireli çok kısa bir zaman olmasına rağmen annenin ne mala, ne mülke, ne de paraya düşkünlüğünü bir kez olsun bile görmedim. O halde bir anneye boyun eğdirmek için geriye hangi seçenek kalıyor da bu kadın, ailesini bile görmeden bir ömre razı geliyor?"

Demir söylediklerim karşısında sadece susmuştu ve ardından öfkesinin arkasına sakladığı hüzün dolu gözlerini kapatmıştı. Daha fazla bir şey deyipte üstüne gidemez, kesinlikle onu daha fazla üzemezdim. Ayak parmak uçlarımın üzerine yükselip yanağını öptüm. "Seni çok seviyorum." Fısıldayarak söylediğim cümleden sonra uçaktan inmek için yanından uzaklaştım. İnmeden önce son bir kez kafamı çevirip ona doğru baktığımda hâlâ aynı pozisyonda durduğunu fark ettim. Sessizce uçağın merdivenlerinden inip Deren annelerin gelmesini beklemeye başladım; ama aklım Demir'in çaresiz görünen yüz ifadesinde kalmıştı ve bu dudaklarımdan sürekli tekrar halini alan duanın dökülmesini sağlamıştı.

Allah'ım, eşimin kalbindeki tüm boşlukların dolduğu günü, en kısa sürede görmemi nasip eyle.

Binlerce amin gönderdiğim duamı, Deren anneleri görene kadar tekrar ettim. Onları gördüğümde ise önce uzaktan el salladım; fakat bu, onları çok özleyen ben için yetersiz bir hareketti. Onların yanına doğru koşmaya başladığım zaman Deren annenin "Seni çok özledim kızım." sesi adımlarımı daha fazla hızlandırmamı sağlamıştı ve ben, sarılmam için açılan kollara aynı anda sarılmıştım.

"Seni de bu şen, neşeli hallerini de çok özledim güzel torunum."

Babaanne ve Deren annenin kollarında hasret giderirken onlara içtenlikle "Ben de sizi çok özledim canım ailem." diye karşılık verdim.

"Ooo yeter ama kıskanıyorum, kankanı özlemedin mi?"

İkisinin kollarından ayrılarak Yağız'ın önüne koştum ve ellerimi iki yana kocaman açıp "Kankacığım, en çokta seni özledim. Bildiğin üzere sana sarılamıyorum ama sen, sımsıkı sarıldığımı farz et." diye sevinçle konuştum.

O da önce kollarını iki yana açtı ardından da ellerini çaprazlama bir şekilde kendi omuzlarına götürdü.

"Ben de seni çok özledim canım kanka yengem." Yağız yüzüne yaydığı haylaz ifadeyle omuzunda olan elini daha fazla sıkarak konuşmaya devam etti. "Kız yenge, kolların ve omuzların pek bir kaslıymış. Maşallah maşaallah, insan bu kaslı kollarda da kendini çokça güvende hisseder."

Yağız'ın kendi kollarına yaptığı methiyeleri dinlerken şebekliğine devam ediyordu. Gözlerini sözde şaşkınlıkla açıp yine şaşırmış bir sesle "Aa bu kaslı kollar benimmiş ya kız, hiç bana söylemiyorsun." dedi. Onun bu hali hepimizin içten bir şekilde gülmesini sağlamıştı.

Hep birlikte uçağa doğru yöneldiğimiz sırada Demir'in merdivenlerden inip yanımıza geldiğini gördük. Gözlerinde gördüğüm hüzün dolu bu ifade beni üzüyor, onun aldığı yaraları sarıp sarmalamak istiyordum. Demir'deki bakışlarımı hızla oğluna doğru ilerlerken "Oğlum..." diye seslenen Deren anneye doğru çevirdim. Sesindeki özlem oradaydı ve öyle büyük, öyle acı yüklüydü ki bunu görmemek imkansızdı. Demir duyduğu sesle beraber derin bir nefes alıp çaresiz bakışlar barındıran gözlerini kapattı. Birkaç saniye o pozisyonda kaldıktan sonra gözlerini açtı. Konuşmak için harekete geçen dudaklarından hiçbir ses çıkmamış olsa da o tekrar denedi.

"Anne."

Bazı anlar vardır ki bu anlarda 4 harflik bir kelimenin yanında söylemediğiniz onca söz asılı kalır; ama yine de söyleyemediğiniz ne varsa bu 4 harfin içine yüklediğiniz duygularla beraber karşı tarafın içinde hayat bulur. İşte Demir'in ağzından çıkan bu anne hitabı da Deren annenin içinde hayat buluyordu ve titreyen dudaklarıyla oğluna bakıyordu.

Demir annesinin titreyen dudaklarında bir süre gözlerini gezdirdikten sonra annesinin karşısında eğilerek elini öptü ve ardından alnına koydu. Bulunduğu konumda birkaç saniye duran oğlunun vücudunu diklediğini gören Deren anne, hiç vakit kaybetmeden yanında küçücük kaldığı oğlunun beline iki elini doladı. Demir'de annesinin sarılmasına karşılık verdiğinde ikisi de uzun bir süre öylece kaldılar.

"Yenge ne yapıyon sen ağabeyime, sakinleştirici falan mı veriyon?" Yağız'ın şaşkın sesinden çıkan cümlesine karşı bakışlarımı ona döndürdüğüm zaman yüzüne haylaz bakışlar yerleşiyordu ve cümlelerine omzuma vurarak devam ediyordu. "Kız yoksa kötü kötü haplar içiriyorsun da onlar mı bunda böyle güzel kafa yapıyor? Bak söyle seni şikayet falan etmem, hatta ne veriyorsan biraz daha ver de bana karşı da böyle olsun."

Yağız'ın omzuma vurması iki adım öteye gitmemi sağladığı zaman bakışlarımı vicdansız kardeşime çevirerek söylendim.

"Bak bir daha bana vurursan seni ağabeyine söylerim. Onun kaslı kollarının yanında, senin kollarının esamesi okunmadığı zaman 'ah keşke kankama şiddet uygulamasaydım!' diyerek çocuk gibi ağlarsın."

Yağız söylenmelerimi duydukça yüzündeki keyif dolu ifadeyi büyüterek "Ayy sen, ne iftiracı çıktın kız! Ben sana dokunmadım bile..." dedi.

Söylediği cümleden sonra kaşlarımı kaldırarak "Yaa demek iftira atıyorum." dedim ve yüzüme sırıtan bir ifade ekleyerek "İsmi gibi yumrukları da demirden olan kocam, kocaaamm..." diye seslenmeye başladım; fakat Yağız "Tamam kanka tamam, bir daha vurmayacağım." diyerek araya girdi. Yüzümdeki sırıtan ifade yerini korurken kafamı iki yana sallayarak yola getirdiğim kardeşciğimin yüzüne keyif dolu bir ifadeyle baktım. Aynı keyif dolu ifade onunda yüzünü kaplamış görünüyordu.

"Ne oldu Haniftam?"

Demir'in sorusunu duyduğum için onlara doğru döndüm. Hâlâ annesiyle birbirine sarıldıklarını görünce onların yanına mutlulukla gittim ve aynı mutlulukla ikisine de sarıldım.

"Sanırım ikinizi de kıskandım. En iyisi siz hep böyle sarılın, ben de kara kedi gibi aranıza gireyim."

Cümlemden sonra Deren anne yanağımı kavradı. Gözlerimin içine kısa süre baktıktan hemen sonra "Sen hep ikimizin arasına gir güzel kızım, biz seni sarıp sarmalarız." dedi. Deren annenin söylediği söze kalbim akarken ikisine de aynı anda sarıldım. Onları çok seviyordum ve ne olursa olsun bu ailenin mutluluğu için elimden geleni yapacağımı da çok iyi biliyordum.

⏳ ⌛

Meryem yengem sessizce kapıyı açtığı zaman birbirimize sarılıp hasret gidermeye çalışmıştık; ama ikimiz de bu kadar kısa sürede hasret gideremeyeceğimizin farkındaydık. Vücudundaki kollarımı biraz daha sıkı sıkıya sararken özlem dolu bir ses ile "Yengecim seni çok çok özledim." diye içtenlikle fısıldadım.

"Bende seni çok özledim deli görümcem." Yengem sırtımı sıvazlarken söylediği sözden birkaç saniye sonra ellerini omuzlarıma götürerek ona bakmamı sağladı. "Dede çok sinirli, geleni gideni fırçalıyor deli görümcem. Çabuk içeriye geçte seni görüp yumuşasın."

Yengemin kollarından ayrılıp içeriye doğru sessiz adımlarla ilerledim. Dedem elinden hiç düşürmediği 500'lük tesbihiyle oturmuş, Kenan'la Mehmet'i azarlıyordu.

"Ha bu iki düzenbazda insanlık ne arar, anca kızların peşinden koşsunlar! Ula size hiç bir kızın ahını almayacaksınız demedim mi?"

Dedemin öfkeli sesine karşı Kenan, sırıtarak "Tövbe de dede, ne ahı? Kız peşimden koşturup duruyordu, sırf ah etmesin diye bir çay içtim, kötü mü ettim?" diye söylendi. Bu söylemenin ardından ise Mehmet, onu desteklediğini belli eden cümleleriyle söze girdi.

"Hee dede, sırf sen kızların ahını alma dedin diye oturup çay içtik. İçmeseydik de kızlar bize ah mı etselerdi? Valla sana da yaranamıyoruz."

Mehmet'in cümlesinden sonra Kenan'ın bakışları Mehmet'e doğru dönünce birbirlerine bakıp keyifle gülümsediler. Dedem onların yüzsüzce konuşmalarından sonra gülümseyen ifadelerine şahit olduğu için daha fazla sinirlenmiş olmalı ki elindeki 500'lük tesbihi onlara doğru savurup tekrar geriye kendine doğru çekti.

"Ya siz neden ha böylesiniz? Bu sorunun cevabını bulamamış olmalı ki cümlesine "Neyi, nerede yanlış ettik Allah'um? 10 tane torunum var, bu ikisi bir tek ha böyle çıktı." diyerek devam etti ardından da işaret parmağını onlara doğru kaldırdı. "Baaaa bakın baa! Ula siz benim soyumdan geliyorsunuz, Allah katında ben de sizden sorumluyum. Bu saatten sonra ikinizi bir kızla görürsem, bir kızın elini dahi tutar, onların ahını alırsanız sizi vururum. Ben milletin kızı, sizin elinizi isteyerek tutmuştan falan anlamam, beni sadece kendi torunlarımın yaptıkları ilgilendirir!"

İşaret parmağını göstererek yaptığı konuşmasını elini dizine mutsuz bir şekilde vurararak bitiriyordu sonra da bu konuşmaya daha üzgün bir sesle devam ediyordu.

"Ahh Deli Başım, ha buraya olacaktı da sizi, ellerinize verdiğim şişeyle onun karşısına geçirip, nişan tahtası yapacaktım; ama nereyaa onun da geldiği yok."

Ey büyük Allah'ım, beni ne güzel bir vakitte baba ocağına nasip ettin. İkisine kırgın olduğum için dedemin azarlamaları içime su serpmişti. Gerçi başka konuda azarlıyor olsaydı yine üzülürdüm; ama bu konuda bunlar asla akıllanmadıkları için azarı değil dayağı hak ediyorlardı.

Sessizce yanlarına ilerledikten sonra dedemin yanına oturdum.

"Pamuğum gelmiyorsam suç biraz da senin. Bak taaa Amerika'dan 'Deli Başım burada olsa da ha bunları ona, nişan tahtası yapsaydım' dediğini duyduğum gibi buraya ışınlandım."

Dedem sesime doğru başını çevirdiğinde titreyen dudaklarından "Deli Başım, gerçekten sen misin?" sorusun dökülüyordu ve bu soru, hiç beklemeden yüzümü dedemin boynuna gömmeme neden oluyordu. Buraya gömüldüğümde ise küçük pisuğu olmak bana inanılmaz derecede haz veriyordu.

Ben kendimi bildim bileli onun küçük pisuğu olmayı çok sevmiştim ve şimdi yine boynuna sürdüğüm yüzümle onun küçük pisuğu olmuştum. Yaptığım bu hareketle dedem "Aha vallaha da sensin, küçük pisuğum sonunda geldi." diyerek yanağımı okşadı.

Amcalarımın heyecanla yerinden kalkıp yanıma doğru geldiğini görünce dedemin gömüldüğüm boynundan çıktım. Hemen ayağa kalkarak amcamların ellerini öpüp içtenlikle onlara sevgimi sundum. Peşine Demir'ler de bekledikleri yerden içeriye doğru geldi. Büyük bir selamlaşma yaşandıktan sonra yavaş yavaş yerlerimize oturmaya başladık. Mehmet ve Kenan'ın yüzüne bakmadan Hüseyin ağabeyim ile dedemin arasına oturdum. İkisinin sevgi dolu kollarında olmak, benim için eşsiz bir duyguydu.

Mehmet biraz daha yaklaşıp "Hoş geldin dedim; ama duymadın herhalde kuzen. O yüzden tekrar hoş geldin diyeyim." dediğinde Kenan da araya girerek "Ben de söyledim; ama galiba arada kaynadı." dedi.

Hiç bir cevap vermeden bakışlarımı yere eğdim. Bugüne kadar bir kez olsa bile onlara kırılmamıştım; fakat bu sefer söyledikleri cümlelerle aşırı derecede kırılmamı sağlamışlardı. O yüzden konuşupta onları rahatsız etmemeye kararlıydım ne de olsa bu evde beni istemediklerini çok açık bir dille ifade etmişlerdi ve her bir kelimesi içime işlemişti.

Hâlâ başım yere eğik şekilde olduğu için dizlerini kırıp eğilerek bakış açıma girdiler. O esnada kapının zili çalınca dedem, herkesi kaldırıp sofraya buyur etti ve bize de "Siz de geç kalmadan gelin." dedi. Salonda bir tek dördümüz kalmıştık ve oturupta onlarla muhabbet edecek değildim. Önlerinden kalkıp Demir'e doğru birkaç adım attıktan sonra adımlarımı öylece durdurup onlara döndüm ve kırgın kelimelerimin dudaklarımdan dökülmesine izin verdim.

"Varlığımdan rahatsız olduğunuz için ses çıkarmak istemedim. Lütfen siz de burada olduğum sürece sizinle konuşmayacağımı ve huzurunuzu kaçırmamak için elimden geleni yapacağımdan emin olun."

Akan gözyaşlarımı elimin tersiyle silerken Kenan, "Kuzen, ikimiz de sadece şaka yapmıştık." dedi.

"Ula yine siz, benim Beyaz Çikolatamla mı uğraşıyorsunuz! Mavi Gökyüzü, onu size yedirir mi?"

Kapıdan gelen sese mutlulukla dönerken, Zehra'yı, Ali Asaf ağabeyimi ve Mavi Gökyüzümü görmeyi tahmin etmiyordum; çünkü en son gruba gelmeyeceğimi yazdıktan sonra kimseyle konuşmamış, bir tek kapıdan girmeden önce Meryem yengemi aramıştım. Zehra ve Yavuz Selim'e aynı anda sarılırken içli sesimle "Benim için o kadar yolu geldiğiniz için çok mutluyum." dedim, ardından da bedenlerinden ayrılıp gözlerinin içine baktım.

"Yanından öyle gitmek içime sinmemişti kuzen canım. Seni görüp içimin rahatlaması gerekiyordu."

Zehra'nın boynuma sarılarak söylediği sözü, Yavuz Selim "Benim Beyaz Çikolatam evine gelecek ve ben, onu görmeye gelmeyeceğim öyle mi? Böyle bir şey nerede görülmüş?" diye sorarak devam ettirdi. Zehra'nın kollarındaki bedenimi geriye çekerek Mavi Gökyüzümün gözlerine baktım. Onun gözlerinde gördüğüm yansımam onun göğsüne sarıldığım için son buluyordu.

"Ana yadigarım hadi daa, bana sarılmanı bekliyorum."

Ali Asaf ağabeyimin cümlesinden sonra Yavuz Selim'in göğsüne dayalı olan başımı kaldırdım, ardından da yönümü ağabeyime doğru çevirdim; ama ona da kırgındım. Sadece evimde 25 saat durmuş, hemen bir bahaneyle İtalya'ya gitmişti ve en önemlisi bu 25 saatlik görüşme ona yetmişken ben, o günden sonra durmaksızın ağlamıştım. Demek ki ağabeyimin bana duyduğu sevgisi de özlemi de beni gördüğü 17 saatle yetinecek kadar azdı.

"Keşke zahmet edipte gelmeseydin abi. Ne de olsa evimde koca bir 25 saat geçirdin ve bu 25 saatin içinde 17 saat beni görmek sana yeterli geldi. "

Kırgınlıklarımı herkesten saklamak için içine atan ben, bambaşka bir insana dönüşmüştüm. Dönüştüğüm bu insanla ağzımdan dökülen cümleler, herkesin şaşırmasına neden olmuş olsa da ağabeyimin yanıma gelip gözlerimin içine üzgün bir ifadeyle bakarak konuşmasını sağlamıştı.

"Fındığım neden incilerini akıtarak böyle konuşuyorsun?"

Omuzlarımı üzgün bir halde yukarıya kaldırıp tekrar aynı konumuna indirdikten sonra gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. Gözyaşlarımı durduramayacağımı anladığım an, yere çöküp yüzümü dizlerim ve kollarımın arasına aldım.

💙💙💙

Beyza ağlayarak dizlerinin üzerine çöktüğünde içim acıdı; ama aralarına girmemin doğru olmayacağını biliyordum. O, ağabeyi ve Zehra'nın gidişinden sonra çok ağlamış, yaşadığı kırgınlığı üzerinden atamadıkça da daha hassas birine dönüşmüştü.

"Ana yadigarım, o sözümün seni böyle üzeceğini düşünemedim."

Ali Asaf'ın sözünden sonra Mehmet "Kuzen, sen böyle şeylere hiç takılmazdın. Hatta biz, seni sinir etmeye çalışsak bile, bize saç baş yolduracak cevaplar verirdin. İçine atıp söyleyemediğin başka bir şey mi var?" diye sordu.

Beyza hâlâ yüzünü dizlerinin arasında saklıyordu; ama ağladığı her halinden belli oluyordu..

"Daha neyi içime atayım Mehmet! Beni istemediğinizi her fırsatta Kenan'la birlikte dile getiriyorsunuz. Burası benim baba ocağım olduğu halde siz, sadece kendi eviniz gibi davranıp sahipleniyorsunuz. Kenan'la da senle de bir daha konuşmayacağım. Hatta bundan sonra gelmeden önce size haber gönderir, evde olmadığınız zamanları seçerim. Ne de olsa ben evlendim, el oldum. Burası sadece sizin eviniz. Hem ben, beni istemenizi neden bekliyorum ki! Abisi bile Amerika'ya gelip ancak 25 saat kardeşine katlanıyor, sonra da iş bahanesiyle İtalya'ya kaçıyorsa sizin beni istememeniz çok normal."

Beyza'nın sözlerinden sonra herkes şaşırmış bir şekilde birbirine bakıyordu. Ali Asaf ve Zehra gitmeden önce karımın bütün ayarlarıyla oynamış, onu alıngan, kırılgan, her şeyi büyüten bir kişiye çevirmişlerdi. Şimdi de çevirdikleri bu kişiyi tanıyamıyorlardı.

Kenan'ın yüzündeki şaşkınlık hâlâ yerini korumaya devam ederken Beyza'nın yanına doğru giderek konuşmaya başlıyordu.

"Tövbe estağfurullah, bu kıza ne yaptın sen enişte? Resmen benim psikopat manyağım gitmiş, yerine kırılgan bir prenses gelmiş. Ay şu an çok şaşkınım, biri beni cimciklesin!"

Ali Asaf, Kenan'ın son cümlesinden sonra omzundan itip dişlerinin arasından konuşmaya başladığında çok öfkenmişe benziyordu.

"Kardeşim gözyaşı döküyor, kimsesi yokmuş gibi dizlerine sarılıp yüzünü orada saklıyor ve sen, hâlâ dalga mı geçiyorsun Kenan? Yemin ederim elimde kalacaksın!"

Kenan'daki öfke dolu bakışlarını tekrar kardeşine çevirdiği zaman gözlerini kaplayan merhametle yere, Beyza'nın yanına oturdu. Bir süre eliyle sırtını sıvazladıktan sonra kardeşinin dizlerine saklı olan yüzünü oradan kaldırıp onu göğsüne doğru sardı, ardından da dudaklarını uzun süre kardeşinin alnında tuttu.

"Abim, seni ne kadar çok sevdiğimi gerçekten bilmiyor musun? Nasıl ancak sana 25 saat katlandığımı düşünürsün? Böyle hissetmene neden olduğumu düşündükçe benim gibi abisi olacağına hiç olma-"

Ne kadar kırgın olmuş olsa da Beyza, yine de ağabeyinin sözünü tamamlamasına "Lütfen cümleni tamamlama abi." diyerek izin vermiyordu.

Uzun süre hiçbir şey söylemeden birbirlerine sarılmaya devam ettiklerinde Beyza'nın gözyaşları biraz dinmişe benziyordu. İçerden gelen "Hadi artık yemeğe gelin." sesinden sonra Ali Asaf, Beyza'yı ayağa kaldırdı. Yavuz Selim, Beyza'nın koluna girip "Hadi Beyaz Çikolatam, beraber yüzünü yıkamaya gidelim." dedi, ardından da bana bakarak onayımı istedi. Gözlerimi kapatıp onay verdiğimi görünce banyoya doğru ilerlediler.

Mehmet, kısa süre Beyza'nın arkasından baktıktan sonra "Bu kızı ilk defa böyle görüyorum. Ne oldu buna?" diye sordu.

"Ağabeyi ve Zehra Amerika'dan gittiği günden beri sürekli ağlıyor. İlk zamanlar biraz daha iyiydi ama son iki, hatta üç gündür ağlamaları çoğaldı." Mehmet'teki bakışlarımı Ali Asaf ve Zehra'ya çevirdikten sonra onlara bakarak konuşmaya devam ettim. "Sözde onu göreceğim diye geldiniz sonra da ona iyi gelmek yerine güzel karımın ayarlarıyla oynayıp gittiniz."

Kenan ikisine bakıp "Sizin yüzünüzdenmiş işte, bir de bana kızıyorsun. Asıl siz ne yaptınız kıza? Zehra doğru söyle yoksa Beyza ile kavga mı ettiniz?" diye sordu.

Zehra, ağabeyine bakarak "Yok ağabey ne kavgası, sen bizim Beyza ilekavga ettiğimizi hiç gördün mü?" diye sordu.

"Evet hiç görmedim; ama ne bileyim, onu da böyle hiç görmemiştim. Ben, onun psikopat manyak hallerine alıştığım için bu haline içim acıdı." Düşünceler arasında gezindikten sonra kendinden emin sesi ile konuşmaya devam etti. Bu kızın içine atıp bize söylemediği bir şey olmuş bu çok belli; ama ne olmuş olabilir, kesinlikle onu bulmamız lazım."

Beyza ile Yavuz Selim yanımıza gelince ağladığı için hemen solan karıma sarılarak alnından öptüm.

"Daha iyi misin Haniftam?"

"İyiyim, beni merak etme hayatım."

Hepimiz sofraya doğru ilerleyip bize ayrılan yerlere oturduk. Bakışlarımı güzel karımın solgun teninde gezdirmeye devam ettiğim sırada o da bana doğru döndü. Birbiriyle buluşan gözlerimizden sonra Beyza yüzüne yaydığı tebessüm ile gözlerimin içine bakmaya devam edince gözümün önüne, onunla bu sofraya oturduğım ilk gün geldi. Yüzümde vücudumda ağabeyinin oluşturduğu kızarıklar vardı; ama canımı bunlar değil de Beyza'nın beni sevmemesi yakıyordu; çünkü onun tarafından kendimi sevilmeyecek sandığım her saniye ölümle eşdeğer bir acıyı içinde barındırıyordu ve ben, bu hayatta sadece onun tarafından sevilmek için yaptığım duayı durmadan tekrarlıyor, onu sürekli Allah'tan istemeye devam ediyordum.

Zorluklarla geçen onca süreçten sonra şükürler olsun ki Allah'tan istediğim ilk duam, yanımda duruyordu ve bana öyle güzel bakıyordu ki onu ne kadar çok seversem seveyim, bu bakışlar karşısında bu sevgi yetersiz geliyordu.

İçime çektiğim derin bir nefesle beraber ilk duamı bana nasip eden Rabbime karımla ilgili sonsuz şükrümü sunarken önüme gelen kara lahana sarmasına karımın tatlı sesi eşlik ediyordu.

"Baaakk, senin en çok sevdiğin yemekten yapmışlar."

"Yanlışın var sevgilim. Ben artık karımın güzel ellerinden çıkan kara lahana sarmasını en çok seviyorum."

Söylediğim sözden sonra Beyza'nın gözlerindeki ifade çok daha mutlu bir hal alırken masanın altından elimi tutarak sessizce "Seni çok seviyorum." diye fısıldıyordu.

"Ben de seni çok seviyorum Haniftam."

💙💙💙

4 gün sonra...

"Gülay yenge, benim canım çok baklava çekiyor. Ne olur, el açması baklava yapalım."

Beyza elindeki sütlacı kaşıklarken ayağa kalktım ve ona doğru bakarak "O sütlacı, artık bana veriyorsun ve ağzına uzun bir süre tatlı koymuyorsun." dedim.

Ona doğru gittiğimi görünce ne yapacağımı anlamış olmalı ki yerinden kalktı. Hem aradaki mesafeyi açmak için benden kaçıyor hem de bunu yaparken bile sütlaçtan yemeye devam ediyordu. İkimizin bu haline herkes gülmeye başlayınca Hüseyin ağabey araya girerek "Ula kardeşimi rahat bırak. Canı çekiyorsa doyana kadar yesin." dedi.

"Hayır ağabey, ona uzun süre tatlı falan yok. 1 haftadır sadece tatlıyla besleniyor, böyle giderse yakın zamanda hastalanacak."

Kaçıyor olsa bile hâlâ sütlaçtan yemeye devam eden karımı belinden yakaladığım zaman "Tamam tamam al, zaten ben de yemek istemiyordum." dedi.

Onu kendime doğru çevirdim. Dudağının kenarına bulaşan sütlacı silerken gözlerinin içine baktım; ama Beyza, hemen gözlerini benden kaçırarak bakışlarını göğsüme sabitledi.

"Haniftam artık hasta olmandan korkuyorum. O yüzden 1 hafta boyunca tatlı yemeni yasaklıyorum."

Net bir sesle söylediğim cümleyi duyduğu zaman göğsümdeki bakışlarını gözlerime getirdi.

"Ne bir hafta mı? Tamam al bu tabağı bitirmeyeceğim; ama sen de ne olur yasak getirme. Hem bir hafta çok uzun bir süre, gerçekten seninle küserim."

Gözlerimin içine öyle masum bir şekilde bakıyordu ki ona asla kıyamıyordum; fakat hasta olmasından da çok korkuyordum. Onun bu sevimli haliyle baş edemedikçe de sürekli beni parmağında oynattığına şahit oluyordum.

Yine gözlerindeki masum ifade doğru bildiklerimi şaşırtıyordu ve ben, kendimi "Seninle ne yapacağım ben?" diye sorarken buluyordum.

"Ooo çok sevecek, çokça da öpeceksin. Bunları da sana, ben mi söyleyeceğim yakışıklı kocam?"

Beyza'nın fısıltıyla söylediği sözler önce gülümsememe neden olmuş olsa da hemen yüzümdeki gülümsemeyi silip karımı öpmek için harekete geçtim; ama Beyza, kendini hızlı bir şekilde geriye çekip bir de üzerine tabağı elime tutuşturarak söyleniyordu.

"Ağır ol Demir Bey, ailemin yanında öpmeyi düşünmüyorsun değil mi?"

Sorduğu soruya karşı cevabımı vermeyi bile beklemeden ağabeyinin yanına doğru koştu. Onun arkasından öylece bakarken gözüm, elimdeki sütlaç kasesine gitti. Hepsini bitirip beni oyuna getirdiği yetmiyormuş gibi bir de yakalanmadan yanımdan kaçmayı başarmıştı. Bakışlarımı tatlı canavarına dönüşen karıma çevirdim. Beni getirdiği oyunu farkettiğimi anlamış olmalı ki hemen alt dudağını dişleyip yüzünü ağabeyinin göğsüne yasladı. Ağabeyinin göğsüne saklanan haline gülümserken elimdeki boş kaseyi masanın üstüne bıraktım. O sırada telefonum çalmaya başladı. Aramanın, Amerikadaki şirketten geldiğini görünce bahçeye çıkıp aramayı cevapladım. Bu süreç benim gibi adamı bile zorluyordu ve kısa süre içinde altından kalkabileceğimi de sanmıyordum.

Problemli geçen görüşmeyi, yarım saat üzerine öfkeli bir şekilde sonlandırırken bahçeden içeriye girip kalabalığın yanına gittim. Bir kişi hariç herkes bıraktığım yerdeydi, eksik olan bir kişinin de nerede olduğunu çok iyi biliyordum. Son zamanlarda onu, sıklıkla bulduğum mutfaktan içeriye doğru girdiğim zaman yine aynı manzarayla karşılaşıyordum.

"10 gün boyunca tatlı yemen yasak!"

Beyza, beklemediği sesten sonra yerinden irkilmiş olsa hemen kendini toparlayıp elindeki kaşığı bıraktı. "10 gün çok fazla!" Mızmızlanarak söylediği cümleden sonra derin bir nefes alarak konuşmaya başladı; ama bu sefer sesi daha sakindi. "Şekerim düştüğü için canım, bu kadar çok tatlı çekiyor heralde Demi-" İsmimi yarıda kesip konuşmasına beni kandıracağını düşündüğü methiyelerle devam etti. "Yakışıklı, yok yok ultra yakışıklı, heybetli, adam gibi adam canım kocam, yoksa böyle tatlı yemediğimi biliyorsun." Yanıma gelirken söylediği cümleler karşısında yüzümdeki ciddi ifadeyi korumaya devam ediyordum; lakin içten içe de gülümsemeden edemiyordum. O da beni kandıramadığını fark etmiş olmalı ki yanıma gelip açık bıraktığım gömleğin son düğmesinin üzerine parmağını koydu. Düğmem ile oynamaya başladıktan sonra "Hem bak, şekerim düştüğü halde tatlı yememe izin vermezsen ne olur biliyor musun?" diye sordu. Bakışlarımı kısa süreli parmak ucuyla oynadığı gömleğimin düğmesine götürdüm. Sanırım o gömleğimin düğmesiyle oynamak yerine ona karşı hiçbir zaman gösteremediğim irademle oynuyordu. Tekrar bakışlarımı karımın tatlı yüz ifadesine doğru getirip sorduğu soruya "Ne olur?" diye soruyla cevaplıyordum.

"Yasakladığın için tatlı yemezsem ve şekerim pat diye düşmeye devam ederse ölürüm." Söylediği cümleden sonra kafasını olumlu anlamda sallayıp konuşmasına daha ciddi bir sesle devam etti. "Ölürsem de görürsün. Yoksa sen, benim ölmemi mi istiyorsun?"

Onu kaybedeceğim diye yeteri kadar aklım çıkmıyormuş gibi karım sözde tatlı yemesine izin vermem için böyle konuşuyordu; ama yine de aklımdan milyonlarca olasalık geçmeden edemiyordum.

"Hemen doktora gidiyoruz."

Beyza beklemediği cümlem karşısında "Saçmalama bunun için doktora gidilmez, sadece tatlı yemeye izin verilir." dedi. Elini tutarak kapıya doğru adımladığımı görünce cümlesini umursamadığımı o da anlamış olmalı ki bu sefer daha demin söylediği ne varsa hepsini geri almak için çabalıyordu.

"Hem tatlı yemediği için kim ölmüş ki ben öleyim Demir, sadece söylenilen her şeye inanıyor musun diye seni denemek istemiştim?"

Söylediği cümlelere hiçbir cevap vermeden adımlarımı atmaya devam ettim. Beyza ne olursa olsun onu hastaneye götüreceğimi daha iyi anladığı için elini avuç içimden çekmeye çalışarak konuşmaya başladı.

"Nefret ediyorum hastane kokusundan! Böyle saçma bir nedenden dolayı hastaneye gidipte o kokuya maruz kalacak değilim!"

Ben çekiştirdikçe o bağırıyor, güzel güzel anlatsam da asla dinlemiyordu. En son "Bırak beni, yediğim iki lokma tatlıyı bile bana çok görüyorsun!" diye bağırınca milleti başımıza toplamayı başarmıştı. Tabii bu bile hanımefendiye yeterli gelmişe benzemiyor olacak ki Hüseyin ağabeyine beni şikayet etmektende geri kalmıyordu.

"Ağabey gitmek istemediğimi söylüyorum ama yine de beni, zorla götürüyor."

Hüseyin ağabey kafasını sallayarak "Hayırdır Demir?" diye sordu; ama adımlarını yanımıza doğru atmaya devam ediyordu.

"Ağabey gidip şekerini ölçtüreceğim. Kesinlikle 7, 8 gün boyunca sadece tatlıyla beslenmesi normal değil."

Cümlemden sonra Hüseyin ağabey adımlarını durdurup bulunduğu yerde durunca Beyza, kendine yeni kurtuluş kapısı bulmuş görünüyordu.

"Dede, yediğime içtiğime bile karışıyor, bu zorba adama bari sen bir şey de. Deli Başına tam 10 gün tatlı yememe cezası verdi. İnanabiliyor musun?"

Dedesi duyduklarından sonra yüzünü şaşkın bir şekle getirerek "Uuuu hem de benim Deli Başıma!" dedi. Beyza, dedesinin gözlerindeki ifadeyi gördükten sonra hemen içine derin bir nefes çekti ve omuzlarını dikleyerek yönünü bana çevirdi. Gözlerimle buluşan gözleri hem çok ciddi hem de sert bir şekilde bakmaya başlıyordu, ardından da bu bakışlara, elini silkeleyerek elimden kurtarmasını ekliyordu.

"Kocacı-" kelimesini yarıda kesti. "Üff şimdi kocağım demekte nereden çıktı!" deyip kendini azarladıktan sonra üzerime doğru yürümeye başladı.

"Aslanım, burası Akmanlar malikanesi, yani burada benim sözüm geçer. Bir Akman olarak sana gelmeyeceğim diyorsam uzatmayacak, hemen sözümü dinleyeceksin. Eğer biraz daha uzatmaya devam edersen seni buradakilere dövdürürüm!"

O kadar ciddi bir şekilde üzerime gelerek cümlelerini söylüyordu ki onun racon kesen bu haline istemsizce gülerken geriye doğru bir iki adım atmadan duramıyordum.

"İşte böyle susacak, bana saygı duyacaksın!"

Beyza biraz daha ciddi bir şekilde yüzüme baktıktan sonra yönünü ailesine çevirerek keyifli bir şekilde gülmeye başladı. Dedesine doğru gururlu adımlar atarken aynı keyif ses tonuna yansıyarak konuşmasına başlıyordu.

"Delibaş'ın, damadını nasıl korkuttu dede, gördün mü?"

Sorduğu sorudan sonra bakışları kavrayarak tuttuğum bileğinden gözlerime doğru çıktı. "Sen daha demin bir Akman olduğunu mu söyledin güzel karım?" Duyduğu soruya eşlik eden bakışlarımla başına neyin geleceğini çok iyi biliyordu ve bu yutkunarak "Sakın!" demesine neden oluyordu ama ben, bir söz daha söylemesine fırsat vermeden dizlerimi bükerek onu omzuma atıyordum.

"Sen artık bir Erdemsin ve sadece benimsin!"

Dişlerimin arasından söylediğim söze Yağız'ın kahkahası eşlik ederken "Abim, yengemle ancak böyle baş edebiliyor, evde de baş edemedikçe omzuna atıp atıp duruyor." dedi. Kenan'la Mehmet duydukları karşısında keyifle gülmeye başlayınca Hüseyin ağabeyin sesini duyuyordum.

"Hastaneye götürmüşken alerji testi de yaptır Demir. Sabah kaşındığını görünce söyledim ama burnunun dikine gidip beni dinlemedi."

"Tamam ağabey."

Verdiğim cevaptan sonra kapıdan çıkıp arabaya doğru ilerlediğimiz zaman Beyza, öfkeli bir sesle konuşmaya başlıyordu, onu dinlemeye devam ettikçe de akıllanmadığını daha iyi anlıyordum.

"Seni zorba herif! Artık senin bu zorbalıklarından bıktım. Eve gidince o sütlaçların hepsini bitireceğim. Hatta Gülay yengemler, ben dönene kadar baklavayı bile bitirirler, onu da afiyetle yiyeceğim ve sen, sadece izleyeceksin!"

⏳⌛

Salonda koyu bir muhabbet dönüyor, Beyza'nın ailesinin yanında kendimi çok iyi hissediyordum. Ali Asaf bana dönüp "Demir, bizim arabaların bir üst modelini gördün mü?" diye sorduğunda "Hayır hayır ağabey! Beyza, kesin bir dille almamam için uyarıda bulundu. O yüzden aklımı sakın bulandırma." dedim.

Ali Asaf keyifle sırtını koltuğa yaslarken gülümseyerek konuşmaya başladı.

"Oğlum sen de karını ikna etmenin yollarını öğren. Bunu alırken de başımın etini yemişti ama ben, 'ha kenarda para olarak durmuş, ha araba olarak işimi görmüş, sonuçta malımın zekatını veriyorum' diyerek onu ikna etmiştim."

Sööylediği cümleye şaşırmış bir ses ile "Ağabey hiç aklıma gelmedi." dedim ve aklıma gelenle soru sormaya devam ettim. Nihayetinde parfüm şişem neredeyse bitmek üzereydi ve ben, o parfümden vaz geçipte karımın burnunun boynumda daha fazla dolaşmasına engel olacak değildim. "Peki parfüm için bir önerin var mı? Bitmelerine de az kaldı ama kesinlikle izin vermiyor. Senin bu yaptığın israfa giriyor, ona vereceğin onca parayı git, durumu olmayan insanlara dağıt diye kızıyor."

Ali Asaf ve Hüseyin ağabey duyduklarından sonra yaslı olan sırtlarını dikleyerek ellerini omuzlarıma koydular. Yüzlerine yayılan gülümsemeye ikisinin aynı anda çıkardığı "O konuda kız haklı." sesi eşlik edince hayal kırıklığıyla "Ya sizde mi ağabey?" dedim.

Hüseyin ağabey "Biz de abim, biz de..." dedikten sonra omzumdaki elini çekti ve biraz daha yönünü bana doğru çevirerek konuşmasına devam etti.

"Annemin Beyza'ya yıllar önce ettiği nasihati var. Bir kere parfüm muhabbeti geçtiğinde Beyza, almamıza karşı gelmiş, annemin anlattığı her şeyi bize tek tek anlatmıştı. Biz de Ali Asaf'la şimdi hangi ülkeye gitmiştik hatırlamıyorum; ama denk gelmişken özel seriden 4 tane parfüm aldık. Peki Türkiye'ye geldiğimizde ne oldu biliyor musun? Karın hepsini gözlerimizin içine baka baka kırdı. Acımadı vicdansız hem de hiç acımadı ve bir araba parasını gözlerimizin önünde kırdı. Sadece kırmakla da kalmadı bir de üzerine 'Bir daha alın bir daha kırmazsam, benim adım Beyza değil, size anamın nasihatını çiğnetmem! Bir de sözde abi olacaklar, nefislerinin kölesi olmuşlar haberleri yok!' diye de fırça attı. Yani diyorum ki alırsan hepsi çöp olacak, birde üzerine sözüne değer vermediğin için trip atıp, konuşmayacak."

Minik karım, o küçük haliyle bile 3 koca adamı yola getirmeyi bir şekilde başarmışa benziyordu. Ali Asaf'ta aynı şeyleri düşünmüş olmalı ki "Dili de tribi de boyundan büyük." dedi. Bu cümlesine hep beraber gülümsediğimiz zaman Beyza'nın solgun yüzüyle kendini koltuğa attığını gördüm. Bir şey dememe fırsat kalmadan dedesi "Ne oldu sana pisuk, iyi görünmüyorsun?" diye sordu.

❤️❤️❤️

İki büklüm şekilde salona girdiğimde kendimi zorla koltuğa attım. Dedemin "Ne oldu sana pisuk, iyi görünmüyorsun?" sorusuna zor çıkan sesimle cevap vermek için ağzımı araladım; ama aynı şeyleri hatırlamak tiksinerek titrememe neden olmuştu.

"Sanırım anlamadan baklavayı çok yedim dede, birde üstüne canım çok çektiği için iki kase sütlaç yedim. Sonrasında ise işler yolunda gitmediği için midem aşırı derecede bulanmaya başladı, kendimi banyoya zor attım."

Hatırladıklarımdan dolayı bedenimi saran o duyguyu atamıyordum ve bu, daha fazla iğrenmeme neden oluyordu. Tam o esnada bakışlarım, Demir'in gözleriyle buluştu. Resmen gözlerinden ateş çıkıyordu. Ağzını açmak için araladığı sırada telefonu çaldı. Cebinden çıkardığı telefonun ekranını çevirip bana gösterdikten sonra tavizsiz bir ses ile "Seni uyardığım halde uzun süredir beni dinlemiyorsun Beyza. Şu telefon görüşmesini bir yapayım bak, sonrasında elimden çekeceğin var!" dedi. Hiç beklemeden telefonu açıp kulağına getirdikten sonra karşı taraftaki kişiyi bir müddet dinledi. Ardından telaşlı bir şekilde hızla ayağa kalkarak "Ama o, iyi değil mi?" diye sordu.

Telefondaki adam ne cevap verdiyse bu cevap Demir'in elinden telefonu düşürmesine, nefes bile almadan dolan gözleri ile bana bakmasına sağlamıştı.

...................................................................

Eyvahlar olsun, acaba kime ne oldu ?..

Bölüm için görüşlerinizi alabilir miyim canlar?

Peki bölümde, en çok hoşunuza giden yer neresiydi?

Ben ikisinin bu haline bayılıyorum. Siz onların bu hali için ne düşünüyorsunuz?

Okuyan herkesten ufakta olsa geri dönüş bekliyorum. Görüşlerinizi okumak benim için çok keyifli ❤️

Hepiniz Allah'a emanet olunuz canlar, çokça sevildiğinizi biliniz... ❤️😘

Loading...
0%