@hanifta_hanim
|
Telefondaki adam ne cevap verdiyse bu, Demir'in elinden telefonu düşürmesine, nefes bile almadan dolan gözleri ile bana bakmasına neden olmuştu. "İyi görünmüyorsun Demir, o kimdi?" Demir, Hüseyin ağabeyimin sorusuna cevap vermek yerine elini gömleğinin yakasına götürüp çekiştirmeye başladı. Yaptığı bu hareket herkesin korkuyla telaşlanmasını sağladı. Zaman kaybetmeden ayağa kalkarak Demir'in yanına doğru ilerlemeye başladım. Onu neyin bu hale getirdiğini bilmiyordum ve bilmediğim için de binlerce olasılığı barındıran düşünceler arasında kayboluyordum. Sonunda adımlarım, gözleri dolu dolu bakan adamın karşısında son buluyordu. Ona neyinin olduğunu sormak için dudaklarımı araladım; fakat Demir, hiçbir şey sormama fırsat vermeden heyecanlı bir şekilde bağırmaya başladı. Bunu beklemediğim için korkudan irkildim ve elimi, çıkacak gibi atan kalbimin üzerine götürdüm. "Heeyyytttt be! Baba oluyorum, babaaa!" Demir, söylediği cümleyi algılamama bile izin vermeden bedenimi güçlü kolları tarafından kuşattı. O, arsızlığının iyice suyunu çıkarmış olmalı ki dudaklarını hiç utanmadan yüzümde peş peşe gezdirerek öpüyor, ailem ise bu görsel karşısında söylenmek yerine sevinçle birbirine sarılıyordu. Sanırım herkes Demir'in arsızlıklarına artık alışmış gibi görünüyordu, tabii benim için bu kadar arsızlık hâlâ çok fazlaydı. "Demir, büyüklerimin yanında gevşek gevşek öpüp durma! Hem ben hamile olmadan sen, nasıl baba oluyorsun?" Cümlem karşısında Demir'in yüzündeki ifade farklı bir boyut kazanırken sorduğum soruyu yanıtlamak yerine kollarındaki bedenimi indirip elini karnıma götürdü. O, çoğu zaman bana aşk dolu bir ifadeyle bakardı; ama şu an gözlerini ele geçiren duygu dolu bakışlar, çok daha yoğun bir şekilde görünüyordu ve sanki gözlerinin içinde binlerce yıldız barındırıyordu. "Şimdi sen, burada ikimizin bebeğini mi taşıyorsun?" Her şey o kadar hızlı oluyordu ki Demir'in söylediği sözleri idrak edemediğim gibi bir de bedenimin tekrar kolları arasında havalandığına şahit oluyordum. Hızlı adımlarla kalabalıktan uzaklaştığımızda ise Yavuz Selim'in arkamızdan bağırdığını duyuyordum. "Ula kızı nereye götürüyorsun, bir dursaydın da tebrik etseydik!" "Öncelik babada, o yüzden herkes sırasını beklesin!" Demir söylediği cümleden sonra mümkünmüş gibi adımlarını daha fazla hızlandırarak merdivenleri ikişer üçer çıktı. Odamızdan içeriye girerken gözlerindeki mutluluğu, yüzünü kaplayan gülümseme ile gözler önüne seriyor, bu da yetmezmiş gibi bunlara birde iç çeken bakışlarını ekleyerek beni yere indiriyordu. "Minik bir dağ çileği, hayatımı daha fazla ne kadar değiştirebilir?" Sağ avucunu yanağıma koyup baş parmağıyla okşamaya başladığında elinin sıcaklığı her zaman olduğu gibi kararında bir sıcaklıktı ve sadece benim için yaratılmış gibi hissettiriyordu. "Önce aşkın varlığına bile inanmazken aşkından yanmamı sağlayarak beni değiştirdin Beyza ve bunu sadece gülüşüne eşlik eden güzel kahvelerinle yaptın, sonra bıkmadan tatlı tatlı işleyerek beni bambaşka bir adama dönüştürdün. Şimdilerde ise bedeninde taşıdığın parçam ile beni, babalık makamına mı taşıyorsun?" Demir'in gözlerindeki bakışlarımı şaşkınlık içinde karnıma götürüp sanki bebeği görebilecek mişim gibi aptalca baktım ve ancak söyleneni idrak etmiş olmalıyım ki şaşırmış bir sesle "Demir, ben hamile miyim?" diye sordum. "Evet karıcığım, sen hamilesin." İçimi kaplayan heyecan duygusuyla beraber ellerimi karnıma doğru götürdüm. Aşık olduğum adamla ikimizin bebeği, Rabbimin dilemesiyle karnımda can bulmuştu. Gözlerimi mutlulukla kapatıp güzel olan tüm duygulara teslim olurken gözümden akan yaşlarla Rabb'ime şükrümü sunuyor, içimden yükselen dualara içtenlikle aminlerimi yolluyordum. Allah'ım, senden evladımın ; sağlıklı, hayırlı, mübarek, merhametli, adaletli, dinine ve vatanına bağlı olmasını istiyorum. Senin rızanı kazanacak bir kul, Peygamber efendimizin övündüğü bir ümmet ve anne, babasının hayır duasını alacak bir evlat olsun. Aşık olduğum adamla yuvamızda yetişecek evladımı; güzel kalbe sahip olanlardan eyle Allah'ım. İçimden yaptığım duayı, Demir'in korkulu bir sesle söylediği "Haniftam." hitabı bölerken gözlerimi araladım. Onun sesine yansıyan korku yüzünün her milimine yayılmış görünüyordu ve o, gözyaşlarımı silerken bu korkulu ifadeye bir de çaresizlik duygusu ekliyordu. "Yalvarırım." Cümlesinin sonlarına doğru sesindeki korku acı ile yer değiştirmiş hissi veriyordu. Duygularının neden bu şekilde ters istikamete doğru yol aldığını ancak alnını alnıma dayayıp kurduğu cümle ile anlamam mümkün oluyordu. "Ne olur ben istemiyorum deme. Sana yalvarırım güzel karım, ne olur öyle söyleme..." Demir'in söylediği cümleden sonra alnımı geriye doğru çekip onun gözlerinin içine baktım. Acaba mutluluk duygusuyla baş edemediğim için gözümden süzülen yaşlara farklı bir anlam yüklemiş olabilir miydi? Düşünceler arasında gezinmeye devam ederken şaşkın bir ses ile "Aşık olduğum adamdan bebeğim olacak ve ben, istemeyeceğim öyle mi?" diye sordum; ama vereceği cevabı bekleyemeyecek kadar mutluydum. Hızla boynuna atılıp kollarımı sıcaklığına sardım, ardından da içimdeki mutluluğu tutamayacağıma karar verdiğim için heyecanlı bir ses ile bağırdım. "Çok mutluyum!.. Çok mutluyum sevgilim; çünkü bugün, ikimiz için büyük bir şükür kapısı daha açıldı!" Demir'in vücuduma sarılı olan kolları, daha fazla güç uygulamaya başlarken yine kalbindeki yoğun duyguyla baş edemediğini anlamak hiç zor olmuyordu; çünkü o, bu gibi zamanlarda beni göğsünün içine sokabileceğini düşünüyordu. "Sevgilim bunu daha öncede konuşmuştuk, ne kadar çok çaba verirsen ver, yine de beni göğsünün içine sokamazsın." İmalı cümlemden sonra Demir uyguladığı gücün farkına varmış olmalı ki hızlı bir şekilde bedenimdeki kollarını oradan uzaklaştırdı, ardından da hiç ara vermeden kolaylıkla beni kucağına aldı. "Sen benimle dalga geçiyorsun Hanifta Hanım ama seni göğsümün içine soksam bile bu benim gibi çok seven bir adam için yeterli gelmez." Yatağa doğru adımlarını atmaya başladığı zaman konuşmasını yoğun ses tonuyla devam ettiriyordu. "Sürekli sana dokunuyor olsam bile bu temasın asla yeterli gelmediği, sürekli seni istemeye devam ettiğim gibi." Yatakla buluşan sırtım, yine uzun süre sevileceğinin haberini veriyordu ve Demir, dudaklarını dudaklarımla birleştirerek bunu doğruluyordu. Tabii bu kez eli, vücudumda dolaşmak yerine sürekli karnımda dolaşarak orayı okşuyor, o şimdiden bebeğimizin varlığına alışmış görünüyordu. "Seni çok seviyorum Haniftam." Demir nefes alış verişlerimin düzene girmesi gerektiğini anlamış olmalı ki dudaklarını dudaklarıma getirmek yerine kalbimin üzerine doğru götürdü ve orayı içtenlikle öptü. Dudaklarını kalbimin üzerinde bir müddet tuttuktan sonra gözlerimin içine memnuniyet dolu bir ifadeyle bakarak konuşmasına devam etti. "Buranın benim için böyle hızlı attığına şahit oldukça vücuduma yayılan haz çok daha üst boyuta yükseliyor güzel karım." Gözlerimdeki bakışlarını karnıma indirdikten kısa bir süre sonra bu sefer orayı öperek konuşmasına devam ediyordu. "Tabii artık bu hazza ikimizin bebeğini taşıdığını bilmekte eklendi ve çok farklı bir boyuta evrildi." Tekrar karnımın üzerine içten bir öpücük bıraktı, ardından da konuşmalarına devam etti. Bu sefer konuşmalarını bana değil, bebeğimize yapıyordu ve ona, bedenimde çok daha önce hayat bulmasını istediğini ama inadım yüzünden bu sürecin uzadığını anlatıyordu. Duyduklarım karşısında gülümseyerek araya girdiğimde Demir'in bakışlarındaki şaşkınlığın arttığını görüyordum. "Hayatım o daha minicik, hatta o kadar minicik ki kırık bir pirinç tanesi büyüklüğünde bile değil." Demir'in bakışları karnım ve yüzüm arasında git gel yaparken yüzündeki şaşkınlık dolu ifade değişmeye başlıyordu. "Olsun o orada ve benim için, ne kadar küçük olduğunun bir önemi yok. Aslan oğlum şimdiden babasının varlığını hissetsin." Demir'in aslan oğlum hitabına şaşırdığım için soru soran bir tarzda "Oğlum?" dedim, ardından da yatakta biraz daha dikleşerek mutlulukla gülümseyen gözlerine baktım. "Haniftam bu konuda anlayışına sığınıyorum. Oğlumuzun-" Bir şey hatırlamış gibi cümlesini yarıda kesti. Hatırladığı şey neyse onun yüzündeki gülümsemeyi daha fazla büyütmeyi başarmış gibiydi. "Hatta ikinci oğlumuzun bile ismi hazır." Onun yüzüne yayılan gülümseme aynı şekilde benim de yüzüme yayılmaya başladığında iki isimle yetinen kocama şükrettim; çünkü o, çoğu zaman küçük bir futbol takımı kurmadan durmayacağını söylüyordu. "Sevgilim hiç böyle düşünmemiştim; tabii yine de seni isim konusunda kırmayacağım. Peki ne zamandan beri hazır bu isimler? Yalnız şimdiden söyleyeyim, bir çocuğun anne ve babasından alacağı haklardan biri de isim hakkıdır. Öyle abidik gubidik isim olursa kabul etmem, yine sen seçersin ama anlamlarına bakıp, ona göre yol çizeriz. Anlaştık mı yakışıklı kocam?" Gözlerimdeki gözleri, kısa süreli karnıma gittiğinde kocaman sıcak elleriyle karnımı okşamaya devam ediyordu. "Araştırdım hayatım Furkan; hakkı batıldan ayıran demek, ayrıca Kur'an-ı Kerim'in isimlerinden biri oluyor. İkinci Oğlumuzun ismi Enes ise; insan anlamına geliyor. Sahabilerden Enes bin Mâlik' in hayatı da çok etkileyici; 10 yaşından itibaren, Peygamber efendimize hizmet etmiş, ölümüne kadar onun yanından hiç ayrılmamış ve -" Duyduklarım karşısında şaşkın olsam da Demir'in cümlesini devam ettirmeden duramıyordum. "Ve böylece bu birliktelik sayesinde en çok hadis rivayet eden sahabilerden biri olmuş..." Demir'in yüzündeki gülümseme daha fazla büyürken isimleri beğendiğimi anlamış olmalı ki yüzüne rahatlamış bir görüntü yerleşiyordu ama bendeki durum sadece isimleri beğendiğim için böyle değildi. "Şu an çok şaşkınım hayatım; çünkü ben de çocuklarımızın ismini gördüğüm bir rüyadan dolayı Furkan ve Enes koymak istiyordum." Demir sözlerimden sonra yatakta ciddi bir ifadeyle kalkıp, şaşırmış bir halde gözlerimin içine baktı. "Haniftam, ben de rüyamda gördüm. Hatta ilk defa abdest almayı öğrettiğin gün vardı ya, günlerce etkisi altından çıkamadığım rüyayı işte o gün gördüm." Duyduklarımdan sonra Demir'in yüzündeki şaşkın ifade bu kez benim tüm vücuduma yayılmış gibiydi. Bedenimi biraz daha dik hale getirerek "Ben de..." dedim ve sesimdeki tuhaf tonu silmeyi başaramayacağımı anladığım için konuşmaya devam ettim. "Ben de aynı gün gördüm Demir. Rabbimin dilemesiyle ikimiz de aynı gün, aynı rüyayı görmüşüz. Şu an çok şaşkınım, hatta o kadar gerçekti ki o gün uykudan uyandığımda çocukları etrafımda aramıştım." Demir duyduklarından sonra yukarıya kıvrılan dudağıyla gözlerimin içine bakıyor ve içinden geçenleri tüm samimiyetiyle söylüyordu. "O gün secdede durduğum süre boyunca sürekli Allah'tan seni istedim güzel karım. Hatta o rüyayı hayata geçirmek için ne olursa olsun durmamam gerektiğine de o gün karar verdim." Bakışlarını kısa süreli üzerimde gezdirip konuşmasına çok daha net bir sesle devam ediyordu ama o da cümlelerinin üzerimde bırakacağı etkiyi çok iyi biliyordu. "Biraz zorla olmuş olsa da seninle evlenmeyi başardım." Kaşlarım yukarıya doğru yol alırken dizlerimin üzerine kalkıp kolunu çimdiklemek için hamle yaptım. Tabii beyefendi kaslarını sıkarak bu hamlemi minimum düzeye indirdi ve konuşmasına daha uslanmaz bir sesle devam etti. "Oh iyi ki de evlenmişim." Kafamı iki yana sallayıp 'sen akıllanmazsın' der gibi hareket yaptıktan sonra hem onu sıkmaya devam ediyor hem de söylenmeden edemiyordum. "Demir, hâlâ hiç akıllanmamışsın. Beni zorlayacağına güzel güzel kendini değiştirseydin, doğru yola geldiğinde de aklımı çelseydin olmuyor muydu? Hem sen beni, gördüğün ilk günden itibaren aşıktın da ne diye şüpheye düşüp sorduğum her soruda beni geçiştiriyordun?" Elimi etinden çektiğimde çimdiklediğim koluna bakarak "Minnak canavarım, bak kıpkırmızı yaptın." dedi ve bakışlarını kollarından çekip uslanmaz bir bakış attı. "Hadi öpte geçsin." Gösterdiği yere baktığımda hiçbir kızarıklık göremedim. "Tenin kamyon tekeri gibi demir adam, hiçbir şey olmuyor ki." Ona bu şekilde söyleniyor olsam da yine dayanamamış, gönlü olsun diye kolunu öpmüştüm. "Hem sorularıma cevap ver bakalım." "Şimdi hiç kendini kandırma Beyza. Diyelim ki değişmiştim, bana şans verir miydin?" Sorduğu sorudan sonra konuşmasına daha emin bir sesle devam etti. "Ayrıca aşık olduğumu söyleseydim seni bir dakika bile yanımda tutamayacağımı biliyordum güzel karım. Yalan mı?" Demir'in yaptığı zorbalıklar bir bir gözümün önüne gelirken ağzımdan yüksek sesle çıkan "Ne şans vereceğim be!" cümlesine engel olamamış, ona dokunmak haram diye ertelediğim dövme isteğini daha net bir şekilde hatırlamıştım. "Senin geçmişindeki kızlar, buradan İzmir'e yol olurdu. Senin neyine şans verecektim? Hele bana yaptığın o zorbalıkların, bağırıp çağırmaların yok muydu... Aha şimdi hepsi aklıma tek tek gelince çok daha fazla sinirlendim. O zaman sana dokunmak haramdı, şimdi seni benim elimden kim alacak Demir? Senin o etlerini sıkayım da gör. " Tekrar dizlerimin üzerine yükseldiğimde kollarını sıkıyor, söylenmeye de devam ediyordum. "Tabii yanında durmayacaktım. Senin gibi sınırları olmayan adamın yanında mı durulur? Zaten ayarsız olduğun için diken üstündeydim, birde aşık olduğunu bilseydim iyice yapacaklarından da ayarsızlıklarından da korkardım." Gülümseyerek benim sinirlenmiş halimi izliyor, ara ara öfkeli bakışlarımdan gülümsemesini gizleyip beni ciddiye aldığını gösteriyordu. "Ohhh canıma değsin, iyi ki seni bu evliliğe zorlamışım, yoksa sana kavuşamayacak, o rüyayı gerçek hayata geçirmeyi başaramayacaktım." Bu adam asla akıllanmıyordu ve ben sıktıkça aynı cümleyi bıkmadan tekrar etmeye devam ediyordu. Yüzünden bir saniye silmediği gülümsemesi ile şu an ki cezasına ömür boyu razı geleceğini gösterirken bunu sözleriyle de doğruluyordu. "Senden geldikten sonra ben, her şeye razıyım güzel karım. Ne yaparsan yap, sesimi bile çıkarmam." Demir'in cümlesi hareketimi sonlandırmaya neden olurken gözlerinde gördüğüm yansımam, evimin onun gözleri olduğunu bir kez daha bana hatırlatıyordu. Bu nasıl mümkün oluyordu bilmiyorum ama o, beni kırmamak adına hareketlerine çeki düzen verdikçe ve yüreğimde onun tarafından açılan tüm yaralara şifa olmak için didindikçe aynı şu an da olduğu gibi her şeyi unutuyordum. Geriye sadece ona duyduğum yoğun duygular kalıyordu. Tekrar yüzleştiğim gerçekten bir anda Demir'in ellerimi tutup beni göğsüne doğru çekmesiyle çıkıyordum. Bakışlarım yüzünde dolaştıkça da çapkın gülüşüyle karşılaşıyordum. Onu da bu bakışını da tanıdığım için şu an araladığı dudaklarından uslanmaz cümlelerinin döküleceğini çok iyi biliyordum. "Sen bi' gel bakalım şöyle." Göğsüne doğru çektiği bedenimin yatağa yatmasını sağladıktan sonra dirseğinden güç alarak vücudunu kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. "Sen o gün uyandığın zaman utançla gözlerini benden kaçırıyordun. Rüyanda kocan, seni uyandırmak için öpücüklerini dudağının kenarına mı bırakıyordu?" Sol işaret parmağının arkasıyla yanağımı okşamaya devam ederken "Göster bakayım tam olarak nereyi öpüyordum?" diye sordu. Duyduğum cümleler sonrası ne kadar ciddiyetimi korumaya çalışsam da bu mümkün olmuyor, onun beni kandırmaya çalışan halleri karşısında kahkaha atıyordum; çünkü onun şu an konuyu bağlayacağı yeri çok iyi biliyordum. "Arsızsın Demir, aklın fikrin orada değil mi?" Alt dudağını beni sinir etmek için dişlerken yine ima dolu cümlelerine devam ediyordu. "Tabii ki aklım fikrim orada olacak güzel karım. Hatta hadi gel, birazcık seninle uyuyalım." Yanağımdaki elini ağzına doğru getirip esnedikten sonra "Bir an da çok uykum geldi." dedi. Sahtekar kocam rolüne kendini adamış olsa da bundan önce yaşattığı tecrübelerden dolayı onun niyetinin uyumak olmadığını gayet net bir şekilde biliyordum. Zor olmuş olsa da kendimi kollarından geriye doğru atarak yataktan kalktığımda gerisin geri odadan kaçıyor, ondan uzaklaşarak söyleniyordum. "Uykusu gelmiş miş... Sözde beni kandıracak beyefendi." Yüzümdeki gülümsemeyi silmeden koşturmaya başlayıp kapıdan çıktığım zaman Demir'in arkamdan "Dikkatli ol güzel karım, artık koşturmaman gerekiyor." diye seslendiğini duyuyordum. "Zaten dikkatliyim, o yüzden bizi merak etme demir adam." Merdivenlerden inip salona gideceğim sırada adımlarımı durdurup dedemin odasına doğru yöneldim. Buradan gitmeden önce ne olursa olsun onunla baş başa konuşacak, içimdekileri ona anlatacaktım. Allah'ım, bana aldığım kararın arkasında durma gücü ver, yoksa kendilerini de gençliklerini de heba edecekler. Derin bir nefesle beraber dedemin kaldığı odanın kapısını çaldım. İçeriye gelmem için izin verdiğinde yanına gidip, başımı pamuğumun göğsüne koydum. "Oyy benim küçük pisuğum, büyümüş de dedesinin hayalini ona yaşatıyor. Allah'ım bana, senin uşaklarını gösterecek güzel ömürler nasip etsin." "Amin dedem, amin. Daha nice sağlıklı ömürlerin olsun." Dedemle konuşmak her zaman olduğu gibi saatin hızla akıp gitmesini sağlıyordu. Onunla gerçekleştirdiğim her muhabbetten mutluluk duyan ben, bu sefer açacağım konudan dolayı hafif gerilmiş şekilde hissettiğim gerçeğiyle yüzleşiyor ve böylece bakışlarımı tırnak kenarıyla oynadığım ellerime sabitliyordum. Ne olursa olsun bu konuşmayı ertelememem gerektiğini bildiğim için sorumu soruyordum ama sesimdeki mahcup tonu silmeyi bir türlü başaramıyordum. "Dede, Zehra benden biraz daha büyük, onun da çocuklarını görmek istemez misin?" "İstemez olur muyum kizum; isterim, isterim ama Zehra evde sessizleşiyor. Sana 'Senin uşaklarını sevmek istiyorum.' deyip nazlattığımda sen, kedi gibi miyavlayarak 'Ben kendim uşağum, çok istiyorsan gel beni sev.' diye bıdı bıdı cevap verirken, mavi farfaram bu cümleden sonra hüzünleniyor. Ben de onu üzmemek için sana konuştuğum gibi konuşmayıp susuyorum." "Ee peki Ali Asaf ağabeyim?" Bu sefer sorduğum soruda sesim çatallı çıkmıştı. Dedem, duyduğu sorudan sonra tırnaklarımla oynadığım ellerimin üzerine ellerini koydu ve yılların izlerini barındırdığı gözleriyle bana baktı. "Paşamız evlenmek istemiyormuş; ama ona bir tane kısmet buldum hem ahbabımın kızı, hem de çiçek gibi çok hanımefendi bir kız, Ali Asaf'ım ile çok yakışırlar. Mutlaka görüşmelerini sağlayacağım." Dedemin cümlesinden sonra bu konuyu açmakla doğru karar verdiğimi daha iyi anlamıştım; çünkü ağabeyim bu görüşmeye tamam gözüyle bakarak girecek ve direk evlenme kararı alacaktı. Ondan sonrasında ise sıkı sıkı tutunduğu doğruları ile kendi duygularına aldırış etmeden o kızı mutlu etmek üzere bir hayat inşa edecekti ve bunu bir kez olsun bile arkasına dönüp bakmadan yapacaktı. Zaten bir başkasıyla evleniyorsa doğru olan da tam olarak buydu; fakat kalbinde bir başkası yer alıyorken attığı bu adım çok yanlıştı. İçimi saran sıkıntı derin bir nefes alarak "Ah dedem, şimdi ben sana ne diyeyim?" diye sormama neden olduğunda dedem bakışlarını, memnuniyetsiz yüz ifademde gezdirdi. Aslında şu memnuniyetsiz görünen yüz ifadem bile dedemin gözünde bu görüşmeyi iptal edebilirdi ama ben, sadece bu görüşmenin değil, bundan sonra gerçekleşecek olan tüm görüşmelerin önüne geçmek istiyordum. "Aha bak, adımın yanına farklı bir soyadı gelince bunu kabul etmekte ne kadar çok zorlandığımı bizzat sen kendin gördün." Allah'tan soyadı takıntım vardı da dedemle gerçekleşen görüşmelerimizde bana Beyza Erdem dediklerinde hiç üzerime alınmadığımı, arkama dönüp bakmak için harekete geçtiğimi anlatıyordum. Tabii bu kısımları biraz daha abartıp tam da dedemin gururunu okşayan şekilde devam ettiriyordum. "Acaba diyorum, Zehra'nın soyadı hiç değişmese mi?" Cümlemin peşine dedem düşünmeye başladı. Bir müddet düşündükten sonra kaşları şaşkınlık içinde yukarıya doğru yol alırken "Uuuu" diye bir ses çıkardı. Ne söylemeye çalıştığımı artık net bir şekilde anlamış olmalı ki burnumun ucunu sıkarak "Öyle mi diyorsun?" diye sordu. "Yok dedem. Ben ağzımı açıp bir şey demedim; ama bu evde sözü geçen en büyük kişi de sensin. Ne yapman gerekiyorsa hiç beklemeden yapman gerektiğini en iyi sen bilirsin." Dedemle aramızdaki bağ o kadar kuvvetli ve derindi ki her şeyi açık açık konuşmamıza bile gerek yoktu. Bazen sadece bakışlarımızla konuşur, bir çok cümleyi bu şekilde birbirimize söylerdik. İşte şu an dedem, son cümlemden alması gereken mesajla gözlerimdeki binlerce cümleyi birbirine harmanlamış, ardından da harmanladıklarını "Ali Asaf ortalığı yıkacak." şeklinde bana yansıtmıştı. "Sadece yıkmayacak dedem, o yandığı kadar yakacak da..." Söylediğim cümle dedemin derin bir nefes alarak düşünce deryasına dalmasını sağlamıştı. İkimiz de şu an aynı deryada binlerce olasılık arasında fikir alışverişinde bulunuyorduk ve bu sürecin zorlu olacağını çok iyi biliyorduk. ⌛25 Dakika Sonra... Uzun bir muhabbetin sonunda dedemin yanından ayrılıp sessizce kapıdan çıktım. Tam o esnada Ali Asaf ağabeyimin merdivenlerden indiğini, Zehra'nın ise karşıdaki odadan elinde tuttuğu hediye paketiyle çıktığını gördüm. İkisinden de gözlerimi hızlı bir şekilde kaçırıp tırnak kenarlarımla oynamaya başladığım sırada Zehra yanıma gelerek mutlu bir sesle konuşmaya başladı. "Can kuzenim bak, burada ne var?" Gözlerimi zoraki bir şekilde yerden kaldırarak ona doğru baktım. Elinde uzattığı paketin içindeki neyse beni mutlu edeceğinden emin bir şekilde görünmesine neden oluyordu. Tüm düşünceleri bir kenara atıp uzattığı paketi heyecanla açmaya başladım. O sırada ağabeyimin de odaya gitmek yerine bizim yanımıza doğru adımladığını fark ettim. Tekrar bakışlarımı açmak için çaba verdiğim kutuya çevirdiğim zaman içinde pembe ve mavi renklere sahip iki çift bebek ayakkabısının olduğunu gördüm. Öyle minik, öyle güzellerdi ki içimin mutlulukla dolması sağladıkları yetmiyormuş gibi bir de heyecanlı bir şekilde Zehra'nın boynuna atılmama neden oluyorlardı. "Mavi Kelebeğim, bunları ne zaman aldın sen?" "Birkaç ay önce gördüğümde içim gitmişti. Bende sizin için alıp, kenara koydum öylece..." Bedenlerimizin uzaklaşmasını sağladıktan sonra gözlerimin içine bakarak "Ama çok tatlılar değil mi?" diye sordu. Sanki vereceğim cevabı gözlerimin içine bakarak duymayı daha çok istiyor gibiydi. "Hem de çok..." Yüzüme yansıyan mutluluk sesime yansıyan mutlulukla aynıydı ve bu mutluluğa şahit olan kuzenimin yüzündeki gülümseme daha fazla büyümüş görünüyordu. "Fındığım." Ağabeyimin sesine doğru başımı çevirdiğim zaman onun da gözlerinde aynı mutluluğun olduğunu gördüm. Aramızdaki mesafeyi kapatıp alnımdan öptü, ardından da gözlerimin içine bakarak "Amcalık duygusundan sonra dayılık duygusunu mu tadacağım şimdi?" diye sordu. Hem mutlu hem de utanmış bir şekilde hissettiğim için sorusunun cevabını verirken yüzümü göğsüne gömdüm. "Sanırım öyle olacak abiciğim. İnşallah en kısa zamanda babalık duygusunu da tadarsın." Elleriyle yüzümü okşadıktan bir müddet sonra içine çektiği derin bir nefesle beraber "Ben de evlenmeye karar verdim." dedi ve konuşmasına ne olursa olsun geri adım atmayacağını hissettiren kararlı bir sesle devam etti. "Hazır senin için buraya dönmüşken dedemin görüşmemi istediği kızla görüşeceğim. Kafalarımız uyarsa hemen evlenip İtalya'ya onunla dönmeyi düşünüyorum." Duyduklarımdan sonra başımı ağabeyimin göğsünden kaldırdım. Bir ağabeyime, bir de Zehra'ya bakarak durum tespiti yapmaya çalışıyordum. Ağabeyim Zehra'ya bakmadığı gibi yüzünde buzdan bir ifade barındırıyordu. Zehra da ise durumlar çok daha karışıktı. Hüzünle buğulanmış mavilerine inat dudaklarına yaydığı tebessümle ağabeyimin söylediklerine karşılık veriyordu; ama bunu yaparken titreyen dudaklarına buruk bir cümle eşlik ediyordu. "Tebrik ederim ağabey, evlenmekte geç bile kaldın." Son cümleden sonra ağabeyimin yüzündeki soğuk ifade çok daha büyük bir boyut kazanmış görünüyordu ve bu boyuta sesindeki soğukluğu arttırarak devam ediyordu. "Teşekkür ederim ufaklık. Bana kalsa çoktan evlenirdim de omuzlarımdaki yük buna engel oluyor, ondan önce evlenip kalbinde yara açmamak adına beni engelliyordu. Artık yüklerimden kurtulduğuma göre yuva kurmanın vakti de geldi. Sen ne yaptın, Alihan'la görüşüyor musun? " "Ara ara görüşüyoruz ağabey, sağ olsun bana karşı çok ilgili. Onunla konuştukça düşüncelerimin yönü değişti. " Resmen ikisi de birbiriyle restleşmek adına ruhlarını birbirlerinin uzağına doğru savuruyordu ve bunu yaparken şu an ki konuşma çok olağanmış gibi davranıyordu. Yaş olarak ikisinden küçük olduğum halde kulaklarını çekip kafalarını birbirlerine vursam acaba akılları başlarına gelir mi? Vur kız Beyza, nasıl olsa sana dokunamazlar da. Baktın ki sana çok kızıyorlar hemen hamilelik kontenjanından faydalanıp suçu hormonlarına atarsın. İç sesimin verdiği gazı gayet mantıklı bulduğum sırada ağabeyim yüzündeki soğuk ifadeyi sildi ve yerini güzel bir tebessümle doldurdu. "Senin adına çok sevindim Zehra. Desene aileye yeni bir damat geliyor." Zehra'nın duyduğu cümle gözünden akan yaşı hızla silmesine ardından da acı dolu bir sesle "Sadece damatta değil, bir de gelin geliyor." diye karşılık vermesine neden oldu. Onların bu hali karşısında iki elimi yana açıp dua şeklini verirken ayrıca yavaş yavaş gelen hey heylerimi de tatlı tatlı selamlıyordum. "Ey yüceler yücesi Mevla'm, benim manyak kocam bana yetmiyormuş gibi bir de bu iki deliyi omuzlarıma yükledin. Ben daha 25 yaşında körpecik bir fidan iken, yerim yeğenlerimle bol bol oynayacağım oyunlar iken, şu düştüğüm Dallas filminin içinde benim ne işim var?" Aynı anda ikisinin kulağını tutup konuşmaya devam ederken ikisi de bana bakıyordu. "Akıllanana kadar ikinizin de kafasını birbirine tokuşturmak istiyorum; lakin birbirinize dokunmanız haram olduğu için bunu yapamıyorum!" Ağabeyimin hızla kalkan göğsü, bugün gömlek giyinmediği için kendimi şanslı hissettiriyordu; yoksa öfkeden kalkıp inen göğsüyle o düğmeleri tek tek patlatacak ve düğmelerin hedefinde benim minnak bedenim olacaktı. Kafamı iki yana sallayıp vücuduma hafif hafif yayılmaya başlayan korkuyu görmezden gelerek ellerimi kulaklarından çektim ve sağ elimin parmaklarını yüzsüz bir şekilde şıklatarak konuşmaya devam ettim. Tabii bu konuşmayı yaparken de içten içe selamın yakın zamanda okunmaması için dua ediyordum. "Yaaa kafanızı birbirine tokuşturmanın yolunu buldum. Siz evlensenize!" Söylediğim cümleyle ağabeyimin gözlerinde alevlenen yangın, tüm vücuduna yayılmış görünüyordu ve o, bunu öfkeyle üzerime doru attığı adımla beraber cümlesine yansıyordu. "Ne saçmalıyorsun sen? Seni bu şekilde saçma sapan konuşmaman için kaç kere uyardım?" İlk defa ağabeyimin bu denli sert sesine maruz kalan benliğim, elbisemin etek kısmını avuçlarımın arasına hapsetmeye neden oluyordu. Ah halacığım, ah! Bu azarları haloşun sırf sen, bu iki inatçıdan ol diye çekiyor. İlerde bu fedakarlıklarımı size anlattığımda hepiniz övgüyle halanıza sarılmazsanız aşırı derecede kırılırım. Tabii halanızın minnoş kalbi, şu an babanızın öfke dolu bakışları karşısında durmazsa. "Sana soru sordum Beyza, bana cevap ver!" Zehra önüme gelip, ağabeyimle arama girdiği zaman ağabeyim "Zehra, lütfen aradan çık. Üzülmesin diye ses etmedikçe ağzından çıkan söze dikkat etmeden konuşur oldu. Bugün bana cevap verecek!" dedi. Zehra'nın arkasından çıkıp ağabeyimin gözlerinin içine baktım. 25 yaşıma kadar, ağabeyimin bana karşı sesini hiç böyle sinirli duymadığım için karşısında hüznümden dolayı ağlamak istemiyordum. Şimdi içimde ne varsa, hepsini dökecek, bu uğurda ikisiyle ters düşmem gerekiyorsa da ters düşecektim. Ağzımı açıp konuşmaya başladığımda ağabeyimin alnında ki damar kabarmış, kaşları ise hiç olmadığı kadar çatılmıştı. ⌛2 gün sonra... Uçaktan inerken Deren anne "Güzel kızım, canının çektiği bir şey var mı? Akşam yemeğinde onu yaptırayım." diye sordu. "Teşekkür ederim anne, canım bir şey çekmiyor." Tebessüm ederek söylediğim cümleden sonra onlarla vedalaşıp arabaya doğru ilerledim. O sırada Yağız'ın kendi arabasına binerken söylediği cümleyi duydum. "Akşam yemeğinde görüşürüz kanka, yeğenime de kendine de çok iyi bak." Herkes hamile olmama çok çabuk adapte olmuş görünüyor, benimle ilgili her duruma bebeğimi de dahil etmeyi başarıyordu. Tabii Demir de durumlar çok daha üst boyutta ilerliyordu. Ona izin verecek olsam o, eline aldığı megafonla "Karım ikimizin parçasını karnında taşıyor, evet evet yanlış duymadınız o hamile!" diyerek bu durumu dünyaya duyurmak istiyordu. Aklıma gelen düşünceler yüzümdeki gülümsemeyi çok daha fazla arttırmış şekilde Yağız'a el sallayarak cevap veriyordum. "Görüşürüz kankacığım, Allah zihin açıklığı versin." El sallamama Yağız da içten bir şekilde karşılık verdikten sonra arabama doğru ilerlemeye devam ettim. Birkaç saniye sonra Demir "Sevgilim." diye seslendi. Adımlarımı durdurmadan bakışlarımı ona çevirdim. Sonunda kulağına yapışan telefondan kurtulmuş görünüyordu. "Sonunda gelebildin hayatım, dertleri neymiş?" "İşler karışmış sevgilim, en fazla 5 günümüz var." Duyduğum cümle yüzümü düşürmekle kalmamış, bir de uflamak üzere yanaklarımı şişirmeye neden olmuştu bile. Demir karşılaştığı memnuniyetsiz yüz ifademin sebebini bildiği için konuşmasına yanaklarımı, ellerinin arasına alarak başladı. "Sevgilim, şu an yeni düzene geçiş aşaması olduğu için bu kadar sıkıntılı bir şekilde ilerliyor, sadece zamana ihtiyacım var. Her şeyin en kısa sürede yoluna girmesi için elimden geleni yapıyorum." Bakışlarını yüzümde gezdirmeye devam ettikten sonra "Benim güzel karımın yüzü gülsün artık." dedi. "Tamam sevgilim, seni de anlıyorum; ama 5 gün, İzmir'de kalmak için çok çok kısa bir süre. Kendi işlerim, atölyedeki öğrencilerim ve aklımda eyleme dökmek istediğim planlar var." Konuşmama sesimi tatlı bir tona götürerek devam ettiğimde Demir'in söyleyeceğim şeyleri kabul etmesi için, içten içe dua etmeye başlamıştım bile. "Olmadı sen önden gidersin." Sadece bu kadarını söylemem bile Demir'in gözlerindeki özlem duygusunu beslemiş gibi görünüyordu ve şahit olduğum bu bakışlar karşısında nefes bile almadan konuşmaya devam ediyordum. "Ben de birkaç gün gibi kısa bir süre sonra hemen yanına gelirim. Yokluğumu anlamazsın bile." Demir cümleme hiçbir karşılık vermeden yanağımdaki ellerini çekti ve sol elimi tutup arabaya doğru ilerlemeye devam etti. Tamam birkaç gün içinde birbirimizi çok özleyeceğimizin ben de farkındaydım ama yine de bu isteğimden vazgeçecek değildim. Düşünceler arasında gezinmeye devam ederken Demir beni arabaya bindirdi, ardından kendi de arabaya binip gözlerimin içine baktı. O öyle bir bakıyordu ki; yokluğumu anlamazsına indirgediğim birkaç günün ondaki karşılığını bakışlarıyla gözler önüne seriyordu. "Ama yakışıklı kocam hiç öyle bakıpta beni vazgeçirmeye çalışma hem böyle bakacak birisi varsa o, kesinlikle benim." Biraz daha ona bakacak olursam burada birkaç gün daha fazla duramayacağımı anladığım için bakışlarımı hemen ondan çektim ve önüme doğru döndüm. Hain adam öyle bir bakıyordu ki zaten ona meftun olan yanımı daha fazla besliyor, uysal bir kediye dönüştürerek onun yanından ayrılmamı engellemeye çalışıyordu. Sıkkın bir nefesle beraber bakışlarım, elbisemin karın bölgesinde bulunan küçük ip parçasına gitti. Elimle ip parçasını almaya çalıştım lakin çok küçük olduğu için almayı başaramadım. O sıra Demir, kocaman elini elimin üzerine bıraktı, ardından da karnıma değen baş parmağını hareket ettirerek orayı okşamaya başladı. "Asla sensiz, Amerika'ya dönmeyeceğim Haniftam; ama yine de dönüşü mutlu ol diye bir veya iki gün daha ertelemeye çalışacağım. Anlaştık mı?" Bakışlarımı sıcak elin sahibi eşime doğru çevirdiğim zaman bana kıyamayan yanıyla tekrar ve tekrar karşılaşmak, fazladan birkaç gün daha durmak isteyen Beyza'nın önce "Teşekkür ederim hayatım." demesine, daha sonra da konuşmasını "Eğer dönüşü erteleyemezsen lütfen çekinmeden söyle, seni zor durumda bırakmak istemiyorum." diye sürdürmesine neden olmuştu. Söylediğim cümle ile Demir derin bir nefes alarak gözlerimin içine baktı. Birkaç saniye sonra karnımda bulunan elini yanağıma götürdü, peşine de üzerime doğru eğilerek aramızdaki mesafeyi kapatmaya başladı. Yine aklı uçup gitmiş gibi görünen adamın daha fazla yaklaşmasına izin vermeden elimi dudaklarına doğru götürerek kapattım. "Hayatım bakıyorum da yine aklın uçup gitti." Demir dudağını kapatan avuç içimi öptükten sonra elimi indirdi. "Keşke senin de aklın benim gibi uçup gitse de seni istediğim her dakika öpebilsem." Demir'in utanmaz yanıyla o kadar çok karşılaşmıştım ki şu an bu söylediğine şaşırmıyordum bile. "Allah'tan aklım yerli yerinde duruyor Demir, yoksa o dudaklarının tenimden ayrılacağı yok." Cümleme çapkın bir gülümsemeyle karşılık veren adamı görünce işaret parmağımı kaldırarak onun susmasını sağladım. "Neyse şu an çok daha önemli konularımız var hayatım. Bana annenin ailesi ile ilgili bilgiler lazım." Duyduklarından sonra Demir'in bakışları ciddi bir hal aldı. "Annesi, babası hayatta mı, kardeşleri var mı, tam olarak nerede yaşıyorlar, bu ve bunun gibi tüm bilgileri detaylı bir şekilde öğrenmek istiyorum." "Neden Haniftam?" "Çünkü onlarla tanışıp aradaki tüm sorunları kaldırmamız gerekiyor hayatım. En önemlisi de annenin içinde ne kadar yara varsa sarmamız, onun hasretine bir son vermemiz gerekiyor. O yüzden en kısa sürede aile büyüklerinin yanına el öpmeye gideceğiz." Demir cümleme karşı sıkkın bir nefes verdiğinde yüzümü daha sevecen bir hale getirdim. "Sen sadece bilgileri bana ver yakışıklı kocam, devamını bana bırak." Onun gerginliği bir son bulsun diye elimi kalbimin üzerine koyarak cümleyi bitiriyor, bir de kafamı yana doğru eğiyordum ama vicdansız kocam buna karşılık olarak, minnak burnumu sıktığı yetmezmiş gibi bir de sağa sola doğru sallıyordu. "Buna da tamam Haniftam." "Kocacığım, ben senin karınım biliyorsun değil mi? Neden çocukmuşum gibi davranıyorsun?" Elini burnumdan çekerken bakışlarındaki şaşkın ifadeyi gizlemediği gibi bir de yüzüne alaylı bir ifade takınıyordu. "Çocuk ruhlu olduğun için böyle davranıyor olabilir miyim acaba? Hani sinirlendiğinde parmağımı ısırıp, sana yapma dediğim ne varsa yaptığın için mesela?" Oysa ben, uslu bir şekilde durma konusunda sürekli kendime nasihatlerde bulunuyordum; ama canım kocam beni kolaylıkla yoldan çıkarıyordu. Tıpkı şu an bana yaptığı hareketin aynısını ona yaparken kolaylıkla beni yoldan çıkardığı gibi. "Aynı şu an olduğu gibi onların hepsi senin yaptıklarına misilleme sevgilim. Rahat durup beni kendi başına sarmazsan ben de uslu uslu durmaya devam ederim." Keyifli bir ses tonuyla kurduğum cümleye karşı Demir'in yüzüne tanıdık ifade hakim oldu. "Peki çok seversem ve sürekli öpersem de karşılığını verecek misin?" Duyduklarımdan sonra kahkahalarıma engel olamadım ve parmaklarımı burnundan çekerken "Seni de sevmelere, öpmelere doyuramadık be kocam." diye takıldım. "Sana karşı doymak, bu hayatta isteyeceğim en son şey bile olamaz güzel karım. Sen hep beni sevip öpecek, ben de arsız arsız sürekli daha fazlasını isteyeceğim." Her fırsatta seven ve sevilmek isteyen adamın gözlerinin derinliklerine baktım ve bakarken de onun söylediklerini onayladım. "Tamam sevgilim, tamam. Ben seni hep sevecek, çokça da öpeceğim; ama artık benim atölyeye gitmem, giderken de nezaketsizlik olmaması için yiyecek ve içecek bir şeyler almam gerekiyor." "Tamam, seni hemen atölyeye götüreceğim güzel karım, tabii derse girip bir kenarda seni izlemek şartıyla." Söz konusu Demir olduğu için Cenk konusunda ne yapacağını kestiremiyordum ve bu cümleme yansıyordu. "Dersi kaynatmadığın sürece sıkıntı değil, yalnız Cenk'le kesinlikle bir sürtüşme istemiyorum." Arabayı çalıştırıp yola çıktığında "Söz vermiyorum hayatım, bunu sana davranış şekli gösterecek." diye cevap verdi. Bu düşünce yapısını sevdiğim pekte söylenemezdi. O, sanki herkes bana farklı bir duygu besliyormuş gibi davranıyor, bir de bunu keskin cümleleri ile dile dökmekten de geri kalmıyordu. Tamam Cenk'in davranış şeklini ben de tasvip etmiyordum; lakin onun başkalarına karşı davranış şeklini de gözlemlediğim için onun karakterinin bu olduğunu, bana karşı ise bu durumu minimum düzeye indirmek için çabaladığına şahit oluyordum. "Neden, herkesin bana karşı duyguları farklıymış gibi davranıyorsun Demir? Bunun sağlıklı bir düşünce olduğunu düşünmüyorum." Arabanın hızını biraz daha artırırken şerit değiştirmek için sinyalini verdi ve aynadan sol şeridi kontrol etti. Şeridini değiştirdikten sonra bana ufak bir bakış atarak derin bir nefes aldı. "Karıcığım çok farklı bir auran var. Bu sadece dış güzelliğiyle alakalı değil. Konuşmaların, neşeli sevecen hallerin, anlamadan yaptığın dudak bükmelerin, merhametin, dik duruşun vesaire vesaire..." Demir yola bakıyordu ama söyledikleri gözünün önüne geliyormuş gibi gülümsüyor, ardından da konuşmaya devam ediyordu. "İşte bunlar dış görünüşünle birleşince sen farkında olmasan da insanı kendine çekiyorsun. Bunların üzerine, erkeklerle göz teması bile kurmaktan kaçındığın için mi bilemiyorum; ama sen, millete bakmadıkça karşı tarafın dikkati daha çok üzerinde oluyor." Son söylediği ile yüzündeki gülümseme eski düz haline döndü. "Bunu senin kocan olduğum için söylemiyorum, aynı yollardan bizzat geçtiğim için diyorum. Sen bir ortama girdiğin zaman insanlar içten bir şekilde gülümsemeye başlıyor. Bunu hissetmiyor musun?" Sevdiğim adamdan bu cümleleri duymak gururumu okşarken onunla bu konuları kavga etmeden konuşabiliyor olmak, beni daha da mutlu ediyordu. "Hissediyorum sevgilim; ama bende içten bir şekilde güldüğüm için normal olanın zaten bu olduğunu düşünüyorum. O benim auramdan ziyade, onlara göstermiş olduğum sevgiden dolayı bence." Aklıma gelenle yönümü biraz daha Demir'e doğru çevirip konuşmaya ciddi bir ses tonuyla devam ettim. "Hem abartmayalım lütfen, herkesin beni sevmediğini çok iyi biliyorsun " Demir söylediğim cümleye inanmaz bir bakış atıp "Nedense ben, seni sevmeyen hiç kimse görmedim." dedi ve ekledi. "Şimdi sakın bana Mehmet ile Kenan deme, seni ne kadar çok sevdiklerini ikimiz de çok iyi biliyoruz." Demir'in söylediği ile gülümsedim. Hayır bu sefer bir araya gelişimizde o kadar çok mutfakta tatlı yemekle zaman kaybetmiştim ki onları delirtecek kadar ilgilenememiştim bile. Gerçi bu sefer onları delirtmem için hiçbir neden yoktu; çünkü durmaksızın akan gözyaşlarıma şahit oldukları için, beni delirtip üzecek hiçbir davranışta bulunmamış, bir de üstüne etrafımda pervane olmuşlardı. Yüzüme hakim olan gülümseme ile onları şimdiden ne çok özlediğimi fark ettim. Tabii fark ettiklerim arasında biraz daha onları düşünmeye devam edersem ağlamalarımın başlayacağı kısmı da vardı. O yüzden düşüncelerden kurtulup Demir ile konuşmaya devam ettim. "Senin karın olduğum için düşmanım olan bir kesim var sevgilim ve sayıları çok fazla. Bazen beni aralarına alıp çiğ çiğ yiyecekler diye korkmuyor değilim." Demir yoldaki bakışlarını kısa süre bana çevirerek "Benim karım, bu söylediğine inanıyor mu?" diye sordu ve ardından gülümseyen bir ifadeyle sorusuna devam etti. "Seni kim çiğ çiğ yiyebilir sevgilim? Sen onları çenenle döversin. Beni laflarınla dövdüğün gibi onları da döv bak, ortada kimse kalıyor mu?" Söylediği cümleler karşısında kocaman bir kahkaha patlatınca o da bana eşlik etmiş, muhabbet eşliğinde alışverişimizi yapıp atölyeye varmayı başarmıştık. Demir'in sıcacık eli, elimi sıkı sıkıya kavrarken sessizce Cenk'in odasına doğru yaklaştık. Kapısı açık olduğu için onu, gitarını akort ederken gördük "Gelebilir miyiz?" Cenk, beklemediği sesime karşı bakışlarını çevirdikten sonra yüzüne kocaman bir gülümsemeye yaydı, ardından da elindeki gitarı bırakıp ayağa kalktı. "Seni yeniden burada görmek harika bir duygu!" Eliyle işaret ederken "Lütfen lütfen içeri gelin." dedi. Demir, Cenk'in mutlu çıkan sesi karşısında tuttuğu elimi, belinin arkasına doğru çekerek oraya yerleştirdi. Onun bu hamlesine doğru kafamı çevirdiğim sırada belindeki sağ elimin üzerinde duran elini oradan çekerek sol koluma doğru yerleştirip birbirimize sarılmamızı sağladı. "Gerekli mesajların açık bir şekilde sahibine iletilmesinde fayda var güzel karım." Kıskanç kocamın yüz ifadesiyle birleşen cümlelerine karşı tebessüm etmeden duramadım. O şu an öyle sahiplenici bir şekilde beni kuşatıyordu ki vermek istediği mesajı göze sokmak istiyor gibiydi. Boşta kalan sol elimi kalbinin üzerine koydum. Ona ayak uyduran bu hamlem karşısında Demir'in yüzümde olan bakışları, kısa süreli kalbinin üzerine koyduğum elime doğru gitti ve bu, yüzünün memnuniyet dolu bir ifade ile kuşanmasına neden oldu. "Boş yere verilen bir mesaj olduğunu düşünüyor olsam da bu şekilde kalbinin daha fazla rahatlayacağını biliyorum. O halde verilen mesajı çok daha etkili bir hale getirmekte fayda var." Duyduğu cümlelerle Demir'in üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi görünüyordu. Cenk'in gösterdiği yere ilerledikten sonra sandalyeye oturmak için birbirimizden ayrıldık; ama kıskanç kocam, mesajın çok daha açık bir şekilde verilmesi gerektiğini düşünmüş olacak ki sandalyeye oturmak yerine, benim oturmam için yardımcı olmaya başladı. Bunu yaparken de yüzündeki yalancı ciddiyete bir de endişeli bir ses tonu ekleyerek "Hayatım böyle rahat mısın?" diye sordu. Ardından konuşmasına "Bundan sonra 9 ay boyunca dikkatli olup tüm hareketlerine özen göstermek zorundasın." diye devam etti. Duyduklarım karşısında yüzüne derin bir nefes alarak baktım; ama yüzüne baktıkça da onun sevecen görünen bu haline daha fazla dayanamayacağımı anladım. Elimi alnıma koyarak tebessümümü ondan saklamaya çalışırken kesinlikle akıllanacak gibi görülmediği için onun bu kıskançlığıyla nasıl baş edeceğimi düşünüyordum. "Neden 9 ay dikkatli olacak? Kötü bir şey yok değil mi Beyza?" Cenk'in meraklı ve korkulu sorusuna Demir, ciddi bir ifadeyle "Korkulacak bir şey yok, aksine çok mutluyuz." diyerek cevap verdi, ardından konuşmasına sesine eklediği gururlu bir tonla devam etti. "Karım bebeğimi taşıyor, yani o hamile." Demir bu şekilde davranmaya devam ederse yakın zamanda dünya genelindeki tüm billboardlara reklam vererek hamileliğimi duyuracak gibi görünüyordu. Cenk oturduğu yerden heyecanla kalkarken yanımıza doğru geldi. Sarılmak için kollarını iki yana açtığında bana bakıp "Ay bu deli kızın kendi doğruları olduğu için ona bakmamı bile istemiyor." diyerek Demir'e döndü ve cümlesine ona sarılarak devam etti. "Bari sana sarılayım da kollarım havada kalmasın. Bu arada çok mutlu oldum, ikinizi de tebrik ederim." Demir, Cenk'in hem hamilelik haberine sevinmesine hem de ona sarılmasına şaşırarak sırtına bir iki defa erkekçe vurduktan sonra kendini toparlayıp konuşmaya başladı. "Teşekkür ederim. Bu arada belirtmek isterim ki eşim, kendi doğrularından ziyade Allah'ın emirlerini yerine getirmek adına, erkeklerden uzak duruyor." "Evet evet birçok kez hem onu hem de siz, Amerika'da olduğunuz için davranışlarına çok daha fazla dikkat ederek, gözünüzün arkada kalmaması gerektiğini söylüyordu." Cenk'in cümlesinin ardından Demir gözlerimin içine uzun bir süre baktı. Şu an içinden nelerin geçtiğini az çok tahmin edebiliyordum. Zorluklarla dolu olsa da bu süreci birbirimize kavuşarak sonlandırdığımız için şükür dolu görünüyordu; çünkü şu an aynı şükür, benim de gözlerimin meskenliğini yapıyordu. Bir bir gözlerimizdeki bakışlar, Demir'in derin bir nefes alarak dudaklarını alnıma mühürlemesiyle son buluyordu. "İyi ki..." Fısıltılı sesiyle söylediği cümleye aynı şekilde karşılık verdikten sonra Demir, mutlu bir ifadeyle yerine oturdu. Tuğba'yı çok özlediğim için ancak 5 dakika kadar muhabbet etmeye dayanabilmiştim ve bu 5 dakika sonunda ayağa kalkıp "Ben, bizimkilerin dersine salça olmaya gidiyorum." demiştim. "Seni gördüklerinde çıldıracaklar." Cenk'in aklına bir şey gelmiş olmalı ki konuşmasına devam etti. "Bu arada istediğin gibi Tuğba'ya da hiçbir şey söylemedim." Cenk'in cümlesinden sonra elime aldığımız yiyeceklerden iki kutu kurabiye alıp, odaya doğru ilerledim. Kapıyı sessizce açtığım zaman Tuğba, öğrencilerin çizimleri hakkında memnuniyetsiz bir ifadeyle konuşuyordu. "Sana da bir şey beğendiremedik be kuzu! Yine çizimlerin neyini beğenmedin bakalım?" Tuğba, gözlerini kocaman açıp bana doğru koşarken sınıftan da bağırma sesleri aynı anda yükseliyordu. "Çok özledim kuzum hem de çok... Senden ayrı kalmayı hiç sevmiyorum." Tuğbanın cümlesine içten bir şekilde karşılık verdiğimde birbirimize daha sıkı bir şekilde sarılıyorduk. "Ben de çok özledim kuzucum... Kesinlikle bizim ayrı kalmamamız gerekiyor." Daha birbirimize doyamadan çocuklar aramıza girerek beni, Tuğba'nın kollarından ayırdı ve peşine sarılmaya başladı. Karsu, mızmızlanarak "Beyza hocam, bu kadarı kesinlikle haksızlık, hani bir kaç günlüğüne gitmiştiniz?" diye sorduğunda tebessüm ettim. "Benim gibi deli hocayı ne yapacaksınız siz? Zaten burnunuzdan getiriyordum." Hepsiyle sarılarak hasret gidermek için çaba verirken Demir'in "Aaa yeter artık!" sesi, herkesin ona doğru bakmasını sağlıyordu. "Ben kıskanç bir adamım. Bu hayatta kimse benden fazla karıma sarılamaz!" Öğrencilerin odak noktası artık Demir olmuştu ve Melisa, odak noktası haline getirdiği kocam karşısında "Off magazindekinden çok daha yakışıklı, ne tarafa bayılıyorduk?" diye sormuştu. Demir ona odaklanan öğrencilerden faydalanıp beni kolaylıkla kollarına sararken bu sefer de Beren, yalancı siniriyle konuşmaya başlıyordu. "Bu kadarı da haksızlık! Neden bizim atölyedeki erkekler, bu kadar yakışıklı değil?" Beren'in sitemkar sorusuna karşılık olarak erkeklerden toplu halde öksürme sesi geliyordu ve biz onların bu hali karşısında gülmeden edemiyorduk. "Tamam artık cıvıtmadan herkes yerine geçsin." Bakışlarımı kısa süreli öğrencilerin üzerinde gezdirdiğim zaman erkeklerin hâlâ bozulmuş bir şekilde durduğunu gördüm. "Hem bu arada eşim çok yakışıklı olsa da buradaki ergen gençlerimi sizin dilinize düşürmem ve onlarında eşim kadar yakışıklı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim." Kurduğum cümle sonrası erkeklerden kocaman bir alkış koparken Berat, konuşmaya başladı. "Buradaki kızlar da bir Beyza hoca etmiyor zaten! Onlar bize laf edeceğine kendilerine baksınlar." Duyduğum cümle, gözlerimi devirerek "Genç kızcelerimi de size yedirtmem Berat 'çığım." dememe neden olmuştu. "Onların da benden kat be kat güzel olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim." Sesimi çok daha ciddi bir ifadeye getirerek şamatanın bir son bulmasını istediğimi "Şimdi sessizlik istiyorum." cümlesi ile dile getirdim, ardından da elimdeki kurabiye kutusunu dağıtması için Karsu'ya verirken "Ders bitince hepimiz muhabbet eşliğinde tatlılarımızı yeriz, anlaştık mı? Bu arada özellikle sevdiğiniz tatlılardan aldım." dedim. Öğrenciler duydukları cümlem karşısında yine dersi kaynatma girişiminde bulundular; ama bu sefer onlara engel olmak yerine, Karsu kurabiyeleri dağıtana kadar ses çıkarmamaya karar verdim. O sırada Demir, yanında getirdiği dosyalarla beraber arkada bulduğu boş sıraya kurulup, hemen çalışmaya başladı, biz de Tuğba ile iki dakika da olsa hasret gidermeye çalıştık. Tuğba'nın eli, karnıma doğru giderken "Ya inanmıyorum! Şimdi burada benim yeğenim mi var?" diye sordu. Sorduğu soruyu tebessümlü dudaklarım ile cevapladım. "Evet teyzesi, orada senin yeğenin var." "İnşallah yeğenim büyürken sen de onunla beraber büyürsün kuzucum, yoksa yeğenimin senden çekeceği var." Duyduğum cümleye yüzümü getirdiğim gıcık bir ifade ile "Uyuzdan bozma teyze." diye karşılık verdim. Ardından da elimi, karnıma götürerek sesime yalancı bir üzgünlük kattım. "Tamam anneciğim, tamam. Benim için üzülme n'olur. Tuğba teyzen, annene karşı hep böyleydi zaten, sen de zamanla alışacaksın." Tuğba'nın gözleri şaşkınlık ve korkuyla açılırken elimi karnımdan çekip, kendi elini koydu. "Teyzem, sakın anneni dinleme! Aramızı açmaya çalışıyor." Sesini çocuksu bir hale getirerek konuşmasına daha neşeli bir şekilde devam etti. "Hem biz seninle kanka olup annenin pabucunu dama atacağız. O, pabucunun dama atılacağını anladığı için böyle konuşuyor." Gözlerimiz aynı anda birbiriyle buluştuğu zaman kahkaha ile gülerek birbirimize sarıldık ve bunu yaparken birbirimizi ne kadar çok özlemiş olduğumuzu dile getirdik. Bir müddet sonra Tuğba, ayağa kalkarak "Hadi sen dersi anlat, ben de gidip aldıklarını servise hazır hale getireyim. Böylece ders arasına çıktığınız zaman vakit kaybeden hazırladıklarımı yersiniz." deyip sınıftan çıktı. Masadan kalkmadan önce Tuğba'nın nerede kaldığını kontrol ettim, sonra da ayağa kalkıp kendi aralarında konuşan sınıfa doğru baktım. Muhabbetlerinin çoğuna Demir ve ben konuk olurken bazı minnoşlar bildiğin kocama sulanıyordu. Yaşları küçük olduğu için bu durumu pekte önemsediğim söylenemezdi; ama yine de derse başlamam gerektiğini bildiğim için sınıfın dikkatini üzerimde toplayacak tonda konuşmaya başladım. "Üzümlü keklerim, artık dedikodu saati bitti. Şimdi tüm dikkatinizi bana vermenizi istiyorum." Bir kişi hariç herkesin dikkatini toplamayı başardığımda Melisa'nın hâlâ Demir'e baktığına şahit oldum. "Dünya'dan Melisa'ya, Dünya'dan Melisa'ya!.. Biraz daha dikkat dağınıklığı yaşayacak olursanız, dolaylı yollardan başınıza taş parçacıkları yağacak." Demir dahil sınıftaki herkes söylediklerime gülerken Melisa hâlâ iç geçirerek Demir'e bakıyordu. Ah kuzum benim, o haline kıyamıyordum; ama iç geçirerek baktığı da nihayetinde benim kocamdı. Ona ulaşamadığımı anladığım için Melisa'nın yanına gidip sırasının üzerine oturdum, ardından da aynı onun baktığı gibi Demir'e baktım. Zalım adam gerçekten çok yakışıklıydı ve bu kadar yakışıklı olması büyük bir haksızlıktı. "Çok yakışıklı değil mi?" Melisa'ya sorduğum soru karşısında Demir, mutlu bir şekilde tebessüm ederken Melisa soruma içli içli kocama bakarak cevap veriyordu. "Hem de fotoğraf ve videolarda göründüğünden bin kat daha yakışıklı." "Sen de çok güzelsin Melisa." "Güzel olsam ne olur hocam, o sizinle evli." Bu işi onu kırmadan tatlıya bağlamam gerektiğini bildiğim için elimi, tebessümlü bir ifade ile omzuna koydum. Kafasını bana çevirdiği zaman söylediği cümlenin farkına varmış olmalı ki yerinde utançla diklendi. "Benimle evli olmasa da olmazdı Melisa. O, sana göre gerçekten çok yaşlı. Bakma şimdi böyle karizma durduğuna, birkaç yıl sonra çöküş devrine geçecek ve pörsümeye başlayacak. " Demir yalancı kızgınlıkla "Ama ayıp oluyor Haniftam, insan kocasını böyle gömer mi? Hem ben 30 yaşındayım, yaşlanmama daha çok var." dedi. "Peki saçlarının beyazlamaya başlamasına ne diyeceksin hayatım?" "Ee olacak o kadar, sen de peşinde az süründürmedin. O yüzden onların hepsi senin eserin." Aramızda geçen konuşmaya tüm sınıf kahkaha ile eşlik ettiğinde bu durumun sonunun olmadığını anladığım için yerimden kalıp tahtanın önüne geçtim. Kısa süre sonra çocukların dikkatini toplamayı başardım ve dersi anlatmaya başladım. Gösterdiğim yeni tekniklerin inceliklerini anlattıktan bir müddet sonra çizdikleri ayakkabılar için seçecekleri kumaşlar hakkında bilgi verdim. Ardından da çizdikleri ayakkabılara düşündükleri kumaşları gözden geçirmek için teker teker sıraları dolaşmaya başlayarak fikir alışverişinde bulundum. Sonunda herkes sadece kendi çizimiyle ve ona seçtiği kumaşa odaklanmayı başarmıştı. Tabii bu durum Demir'in önündeki sıraya gidip oturduğum zaman yine bozulmaya başlamış, Beren'in çizimini incelerken Demir'in konuşmaları dikkatimi dağıtmıştı. "Sıra bana gelince benimle de ilgileneceksin değil mi karıcığım?" Beren, Demir'in sözlerine karşı sessiz bir şekilde kıkırdarken gözlerimi devirerek Demir'e baktım ve hemen susması için işaret yaptım; ama yaptıklarımı pek ciddiye almamış olacak ki arkadan konuşmaları devam ediyordu. "Haksızlık bu, benimle de ilgilenmek zorundasın! Zaten dosyayı da boş yere yanımda taşımışım. Dersi anlatmaya başladığından beri biran olsun dikkatimi senden alamadım. Hatta şu an anlattığın her şeyi kolaylıkla söyleyebilirim." Susmayacağını anladığım için ona doğru kafamı çevirip "Yanına gelmem için bir çizim yapmış olman ve o çizim için uygun kumaş seçmiş olman gerekiyor Demir. Ortada çizim yoksa haksızlıkta yok." dedim; fakat kocam bu cümleme "İlla insanı deli edeceksin değil mi? Sadece seni yanımda istiyorum ve sen bunu görmezden geliyorsun." diye karşılık verdi. Söyledikleri karşısında tebessüm etmemek için dirensem de onun bu çocuk gibi söylenen hallerine dayanamıyordum. Yüzümü bakış açısından çıkarıp tekrar arkamı döndüm ve Beren'in kağıdına odaklandım. Aramızda gerçekleşen fikir alışverişinden sonra Beren'in yanından kalkıp tekrar tahtanın önüne geçtim. "Hepinizin çizimlerini ve çizdiğiniz ayakkabılara, en iyi uyum sağlayabilecek kumaşların özellikleri hakkında konuştuk. Peki anlamadığınız bir yer var mı?" "Bu büyük bir haksızlık, kesinlikle siz, öğrenci kayırıyorsunuz! Benim çizimime bakmadığınıza göre bunun başka bir açıklaması olamaz." Bakışlarımı sesin geldiği yöne doğru çevirdim ve Demir'in, koca cüssesini sıranın arkasına yaslarken dirseklerini sıranın yaslanma yerine sabitlemiş şekilde bana baktığını gördüm.. "Biraz daha dersi cıvıtmaya devam edersen büyük bir zevkle seni sınıftan atacağımı söylemekte fayda görüyorum." Demir elindeki kağıdı büyük bir gururla sallarken kendine yandaş toplamak istiyor olmalı ki "Şu an iftiraya uğradığımı sizler de görüyorsunuz değil mi?" diye soruyor ve peşine konuşmasına daha net bir sesle devam ediyordu. "Çizimime bakmadığına sizler de şahit oldunuz." Yaygara koparan adamın yanına doğru gittiğim zaman onun uzattığı kağıdı elime aldım. Kağıttaki çizime şaşkınlıkla bakarken Demir, kolumdan çekerek beni yanına oturttu. "Nasıl olmuş Beyza hocam?" Tamam Demir çok zeki bir adamdı; ama tak diye bu çizimi yapabilecek yetenekte bir adam mıydı işte bu kısım kesinlikle tartışılırdı. Elimdeki kağıdı incelemek için biraz daha kendime yakınlaştırdığım sırada Demir'in bedenimi ona doğru çektiğini, peşine de sol eliyle karnımda daireler çizmeye başladığını gördüm. "Artık abartmasan diyorum." "Bebeğim babasının sıcaklığını özlediği için mutsuz hissediyordur kesin. O yüzden sen hatalarımı anlatırken ben de fırsattan istifade hem bebeğimi hem de annesini seveyim." Onun bu hali karşısında yüzümdeki ifadeyi bozmamak için çabaladım; çünkü gülümsediğime şahit olursa iyice uslanmaz bir şekilde davranışlarına devam edecekti. Bu yüzden Demir'deki bakışlarımı hızla kağıda çevirdim ve çok geçmeden kağıtta, Karsu'nun çizimlerinde bıraktığı küçük detayın olduğunu fark ettim. Hiç beklemeden ayağa kalktığım sırada "Karsu söylemek istediğin bir şey var mı?" diye sordum. Karsu daha cevap vermeden Demir fısıltılı sesi ile "Ne güzel bebeğimle annesini seviyordum, şimdi ne diye yanımdan gidiyorsun?" diye söylenmeye başladığında onu duymamazlıktan gelip sıraların ön tarafına geçtim. "Bu nasıl mümkün olabilir Beyza hocam?" Karsu'nun şaşkınlıkla dolu yüz ifadesine sesi de aynı şaşkınlıkla eşlik ediyordu. "Peki nasıl anladınız?" "Genel olarak çizimlerinde kağıdın herhangi yerine ufak bir papatya çizdiğinin farkında değil misin?" Karsu kurduğum cümleden sonra hiç beklemeden çantasını açıp çizim kağıtlarını önüne döktü ve tek tek kontrol etti. Şaşırmış bir ifade ile bana baktığı zaman "Bunu yaptığımın farkında bile değilim Beyza hocam." dediğini duydum. "Ama ben farkındayım üzümlü kekim. O yüzden şimdi ikinizi de dışarıya alalım." Sırıtarak söylediğim cümleyle beraber ikisi aynı anda birbirine baktı. "Demir ağabey, sana yaranacağım diye dersten atıldım." Demir, Karsu'ya "Dur şimdi, ben onu ikna ederim." dedikten sonra bana döndü ve "Bana da üzümlü kekim demezsen hiçbir kuvvet beni burdan kaldıramaz." dedi. Hem kıskanç hem de açık sözlü halleri git yanaklarını mıncırarak sev dese de ciddiyetimi korumaya çalışarak yukarıya kıvrılan dudaklarımı kontrol altına aldım; lakin sınıftaki herkes bu durum karşısında keyifle gülümseyip bir bir aralarında konuşmaya başladı. İşte o an, Demir'i dersten çıkarmam gerektiğini çok daha iyi anladım. "Demir dışarı!" "Bana da üzümlü kekim de, yoksa ders işlemene izin vermem." Karsu araya girip "Demir ağabey, sen karını tanımıyor musun? Şimdi senin yüzünden bende ceza alacağım." dedi. Demir'in yanına gittim. Onu kolundan tutup dışarıya doğru çekiştirirken "Eve gidelim bak, sana üzümlü kek nasıl olurmuş göstereceğim ve bir daha asla sözüne güvenipte seni derse almayacağım!" diye söylendim; fakat o, bu söylenmelere karşı alt dudağını dişleyerek konuşmaya başladı. "Korkmam mı gerekiyor?" "Yan odada uyumaya ne dersin?" Demir'in kaşları yukarıya kalktığı sırada "Bunu sen istedin." dedi ve arkama geçip, kollarını bedenime sararak sınıfa seslendi "Sizlere çok güzel tatlılar, kurabiyeler, içecekler aldık. Hadi hepiniz sınıftan çıkın ki ben de birazcık daha karımı ve bebeğimi sevebileyim. " Sınıftakiler hamile olduğumu bilmediği için sevinçle yanımıza koşup tebrik ederken Demir, konuşmasına devam ediyordu. "Hadi ama zor zapt ediyorum, hemen çıkın sonra tebrik edersiniz." "Hayır, kimse bir yere çıkmıyor, o yüzden hepiniz buraya gelin." Sesimdeki netliği daha belirgin bir düzeye çıkardım. "Sizin hocanız benim ve inanın vereceğim ödevlerle canınıza okurum! Gözü yiyen varsa şimdi sözümden çıktığını sınıftan çıkarak göstersin." Öğrenciler oldukları yerde kalırken Demir, tekrar çıkmalarını söylese de hiçbiri o taraflı olmadı. "Minnak canavarım, kısa süre olmasına rağmen onları bile korkutmuşsun. Senin boyun posun ne ki onları böylesi korkuta biliyorsun?" "Demir, sen de bırak beni ve hemen çık şu sınıftan!" Sonunda sert sesim işe yaramış olmalı ki Demir beni bırakıp önüme geçti. Bakışlarını gözlerimin derinliklerinde gezdirdikten birkaç saniye sonra iç çekerek konuşmaya başladı. "Sanırım ömrümüzün sonuna kadar seni omuzuma atıp, bir yerlere götüreceğim." "Sakın!" ................................................................. |
0% |