@hanifta_hanim
|
"Sanırım ömrümüzün sonuna kadar seni, omuzuma atıp bir yerlere götüreceğim." "Sakın!" Demir, sınıfta öğrencilerin yanında olduğumuzu umursamadan dizlerini büküp beni omzuna attığı sırada "Üzümlü kekim diyene kadar seni bırakmayacağım." deyip sınıftan dışarıya çıktı ve Cenk'in odasına gitti. "İndir beni mağara adamı, istediğin şeyler olmayınca beni böyle omzuna atamazsın!" Cenk ile Tuğba bakış açımda değildi ama gülme seslerini rahatlıkla duyuyordum. Sanırım Demir'in bu sınır tanımaz halleri bir tek beni delirtiyor, diğer herkesi eğlendiriyor gibi görünüyordu ve bu beni, daha fazla kızdırıyordu. "Sizi, biraz dışarı alabilir miyim?" "Demir, Beyza bunun acısını senden çok pis çıkarır benden söylemesi." Demir'in sorusuna Tuğba, sesini ciddi bir tona getirerek cevap verdi. İşte sonunda şu halimi ciddiye alan biri var diye sevindiğim sırada Tuğba'nın ayarsız kahkası sevincimi kursağımda bıraktı ve böylece Demir'e söylenmelerim arttı. "Demir kesinlikle dayak aranıyorsun ve ben, kendimi tutmakta zorlanıyorum." Demir, ikisi dışarı çıktıktan sonra kapıyı kapatıp beni omzundan indirdi. Fırsatını bulur bulmaz ondan iki adım uzaklaştım. Tekrar söylenmek için ağzımı açacağım sırada onun söylediği cümleyi duydum. "Üzümlü kekim dedikten sonra istediğin kadar masaj yapmaya başlayabilirsin güzel karım. Söz veriyorum sana engel olmayacağım." Gücümün onun bedeni karşısındaki etkisine masaj göndermesi yapan adam, üzerime attığı yarım adım mesafeyle istediğini tekrar dile getiriyordu. "Hadi şimdi kocana da aynı onlara söylediğin gibi üzümlü kekim de." Kaşlarım şaşkın bir ifadeyle yukarıya doğru yol alırken "Kocacığım sen çocuk musun? Bu nasıl bir kıskançlık, kesinlikle aklım almıyor." diye sordum; ama sanki Demir bu cümlemi bekliyormuş gibi aramızdaki mesafeyi anında kapatıp beni uzun süre öptü. "Çocuk olmadığımı çok iyi biliyorsun güzel karım." İma dolu gözleri kısa süreli karnımda dolaştıktan sonra tekrar konuşmasına devam etti. "Sadece güzel olan tüm hitapları senin sesinden duymak istiyorum o kadar. Hadi şimdi bana da üzümlü kekim de; ama onlara dediğin gibi yumuşacık ve sevgi dolu olsun." Ellerimle onu uzağıma itmeye çalışsamda koca cüssesini hareket ettirememiş ve ona alaylı sesimle saydırmaya başlamıştım. "Allah aşkına senden üzümlü kek mi olur? Olsa olsa wasabi olur, olsa olsa isot olur, olsa olsa çiğ köftenin içindeki acılı karışık sos olur!" Son saydığım çiğ köfte kısmında işler pekte yolunda gitmediği gibi bir de ağzımın sulandığını hissetmiştim. "Demir, ben sana güzel güzel saydırıyordum; ama benim canım çiğköfte çekti." Söylediğim cümle ile sanki Demir'e büyük bir hediye bahşetmişim gibi tebessümlü gözlerle bana bakıyordu ve tekrar aradaki mesafeyi kapatıp burnumun ucunu öperek beni güçlü kollarına alıyordu. "Canın çok mu çekti Haniftam?" Sandalyeye oturduktan sonra kollarındaki bedenimi bacağının üzerine bıraktı. Yönümü ona doğru çevirdiği sırada ona cevap vermeye başladım. "Oysa sana, ne güzel söyleniyordum Demir; ama bir anda işler rayından çıktı ve çiğköfte dediğim zaman ağzımın suyunun aktığını hissettim." Alnını alnıma dayayıp, burunlarımızı birbirine değdirdi. "Şimdi sevgiline üzümlü kekim de, sevgilin de senin için çiğ köfte getirtsin." "Almaya sen gitmeyecek misin?" "Neden ben gideyim sevgilim, ararım getirirler." Demir için aşırı derecede normal olan cevaba karşı "O zaman sana üzümlü kekim demek yok." dediğim zaman elleriyle yüzümü kavradı. "Neden bu kadar inatçısın?" Sanırım Demir daha demin yaptığı her şeyi çok çabuk unutmuştu veya o, sadece benim inadımı görüyor, kendi inadını olağan bir davranış şeklinde yorumluyordu. "Ben mi inatçıyım? Asıl sensin inatçı! Sırf sana üzümlü kekim demedim diye beni omzuna atıp buraya getirdin." Ciddiyetle söylediğim sözleri, sırıtarak devam ettirdiğim zaman gözümün önüne sabote edeceğim görüşmeleri geliyordu. Nihayetinde saçma bir neden uğruna milletin gözündeki otoritemi yerle bir etmişti, şimdi sıra onun yerle bir olacak otoritesindeydi. "Ama ne yapacağım biliyor musun sevgilim? Amerika'ya döndüğümüzde o bitmek bilmeyen toplantılarını sabote edeceğim." Cümlelerim hoşuna gitmedikçe yanağımdaki ellerini birbirine doğru yakınlaştırıp sıkmaya başladı. "Nasıl benim otoritemi yerle bir ettiysen seninkini de ben edeceğim ve sen, bana kaşlarını çatarak bile bakamayacaksın." Dudaklarım öne doğru çıktığı için konuşmam iyice zorlanmıştı ama ben, zor olsa da son cümlemi kurana kadar konuşmayı başarmıştım. "Seni omzuma atıp tekrar sınıfa bıraksam toplantılarımı sabote etmekten vazgeçer misin?" Yanağıma sabitlediği elleri, fırsat verdiği kadar kafamı hayır anlamında sağa sola salladım. "Tamam o halde ben de bir şekilde tedbir almaya çalışırım. Şirket çok büyük zaten, herkesi tembihlerim ve böylece sen bizi bulamazsın." Yanağımda bulunan ellerindeki baskıyı azaltarak konuşmasına devam etti. "Şimdi hemen kocana tatlı sesinle üzümlü kekim de ki oğlum da annesi de daha fazla beklemesin." Derin bakan kahverengi gözlerini yüzümde gezdirdikten sonra cümlesine "Daha ikisine çiğ köfte almaya gideceğim." diyerek devam etti. Bakışlarım yakışıklı kocamın yüz hatlarında dolaştıkça gülümsemem daha fazla büyüyordu ve kesinlikle onun üzümlü kek olmayacağına karar veriyordum. Ondan olsa olsa çikolatanın yoğun olduğu bir kek olurdu ve böylelikle damak tadıma çok daha fazla hitap ederdi. "Yakışıklı kocam, sana üzümlü kekim değil de çikolatalı kekim desem olur mu? Çünkü ben, çikolatalı keki daha çok seviyorum." "O zaman öyle söyle güzel karım." Verdiği cevaptan sonra onun tek derdinin benim tarafımdan çok daha fazla sevilmek olduğunu tekrar anlıyordum; lakin canım kocam, bu sevilme konusunda çok doyumsuzdu ve bu doyumsuzluğun ömrü boyunca devam etmesini istiyordu. Sevgi dolu gözlerim yüzünün hatlarında dolaştıktan kısa süre sonra hızlı bir şekilde boynuna sarılıp doyumsuz kocamın yanağına peş peşe öpücüklerimi kondurmaya başladım. "Benim kıskanç çikolatalı kekim, üzümlü keklerimi mi kıskanıyormuş?" Tekrar yanağını peş peşe öptüm. "Şimdi çikolatalı kekimi o kadar çok seveceğim, o kadar çok seveceğim ki artık o, üzümlü keklerimi asla kıskanmayacak." deyip onu sevmeye devam ettim. ⏳⌛ Evin zilini mutlu bir şekilde çaldığım sırada bakışlarımı Demir'e doğru çevirdim. Tuttuğu elimin üzerini baş parmağıyla okşuyor, bunu yaparken de bakışlarını gülümseyen yüz hatlarımda gezdiriyordu. "Demir, evimizi çok özledim, sen de özledin mi?" Sorduğum soruya iç çekerek "Benim evim sensin." diye cevap verdikten sonra konuşmasına göz kırparak devam ediyordu. "Sen yanımda olduktan sonra mekan fark etmiyor Haniftam." Duyduğum cümlelerle vakit kaybetmeden göğsüne sarıldığım an kalbimin atışları hızlanıyor, kalbimdeki yeri sanki mümkünmüş gibi daha da fazla büyüyordu. "Seni çok seviyorum!" "Ben de seni çok seviyorum Haniftam." Birkaç saniye sonra kapı açıldığı için kollarımı Demir'in vücudundan ayırıp içeriye doğru girdik. "Hoş geldiniz efendim." Esra teyzenin sesi ciddi bir tonda çıkıyor olsa da gülen gözleri mutluluğunu sunmaya yetiyordu ve ben, gördüğüm bir çift mutlu göze karşılık olarak aradaki mesafeyi kapatıp ona sıkıca sarılıyordum. "Hoş bulduk Esra teyzem, seni çok özledim." Ellerini sırtıma yerleştirdikten hemen sonra "Ben de seni çok özledim güzel kızım." dedi, ardından da bedenlerimizi ayırıp gözlerimin içine baktı. "Yokluğun evi mahzunlaştırıyor." Duyduğum cümlenin peşine kısa süreli de olsa tekrar birbirimize sarıldık. "Kusura bakmayın Demir Bey." Esra teyze cümlesini sonlandırdıktan sonra hemen yanımızdan ayrıldı. Bir anda yanımızdan ayrılmasının nedeni Demir miydi bilmiyorum ama yönümü Demir'e doğru çevirdiğim zaman yüzünde en ufak bir öfke belirtisi göremiyordum. Aksine gülen gözler eşliğinde ceketini çıkarmam için öylece beni bekliyordu. Ona doğru attığım adımlar önünde son buldu. Hiç beklemeden ellerimi omuzlarına götürüp baş parmaklarımı ceketin içine yerleştirdim. Evliliğimizin ilk kuralına hâlâ ikimiz de sadık kalmaya devam ediyorduk ve şu an o, gözlerimin içine öyle derin bakıyordu ki sanki kalbimdekileri de aklımdan geçenleri de görebilecek gibi hissettiriyordu. "Biraz daha öyle bakarsan kalbim yerinden çıkacak hayatım." Demir söylediğim cümleye cevabı sözleriyle değil de içine çektiği derin nefesle yanıtlayınca ben de ceketini dolaba astım. Tekrar ona döndüğüm sırada hâlâ bulunduğu yerde sabit durduğunu fark ettim. Elini tutmam için uzatınca elini tutup içeriye geçtik. Deren anne ve babaanne ile kısa süreli muhabbetimizden sonra Yağız, yaydığı sıcak enerjisiyle içeriye girdi. "Selam gençlik, evin en yakışıklısı geldi!" Tebessümle ona bakarken Demir, "Bu çocuk kör galiba." diye söylendiği için bakışlarımı Demir'e doğru çevirdim. "Kör değilim ağabeyciğim." Adımlarını ağabeyinin önünde sonlandırıp eğilerek saçlarına baktı. "Bakayım o saçındakiler beyaz mı?" Yağız'ın alaylı sorusuna Demir, ayağını savurup onu iterek karşılık veriyordu ve böylece aralarındaki sürtüşme kolaylıkla başlıyordu. "Haniftam, bu beyazların hepsi senden sonra oldu. Beni peşinden bu kadar çok süründürüp saçlarıma beyazların düşmesine neden olmasaydın olmuyor muydu?" Demir'in söylenmesine herkes gülerken Trabzon'da kaldığımız bir hafta boyunca Erdem ailesinin de birbirlerine daha çok bağlandığını ve aralarındaki muhabbetin daha da arttığını hissediyordum. Özellikle Yağız ve Demir ara ara şakalaşıyor, birbirlerine bir şeyler danışıyorlardı. Hatta Yağız derslerini çok boşladığı için Demir, artık amca olduğunu ve üzerinden yükleri alması gerektiğini söylediğinde bile Yağız, buna içten bir şekilde elinden geleni yapıp en kısa sürede yükleri alacağını söyleyerek karşılık vermişti "Ama hayatım öyle deme, çikolatalı kekin üzerine görsel olarak hindistan cevizi parçaları nasıl yakışıyorsa senin saçlarına da beyazlar öyle yakışıyor. " Demir söylediğim cümleye mutlu bir şekilde tebessüm ederken Yağız, bu cümleye ayarsız bir kahkaha atarak karşılık veriyordu. "Çikolatalı kek ve hindistan cevizi mi? Bundan olsa olsa wasabi olur." Yağız'ın sözünden sonra Demir, bir Yağız'a bir bana bakarak konuşmaya başladığında gülmemek için kendimi zor tutuyordum. "Bazen ikiz olduğunuzu düşünüyorum. Aynı benzetmelerle cümle kurmanızın başka bir açıklaması olamaz." Yağız duyduğu cümle ile bakışlarını bana çevirdi. "Sende mi aynı cümleyi kurdun kankam, demek ki aklın yolu birmiş." dediği vakit, gülmemek için çok çaba sarf etmiş, alt dudağımı dişlerimin arasına alıp elimle de ağzımı kapatmıştım. "Güzel karım sallanan omuzlarından dolayı güldüğün çok net belli oluyor, o yüzden boş yere kendini sıkma." Hiç beklemeden başımı, güldüğümü anlayan adamın göğsünün sıcaklığına bıraktım ve sessizce fısıldadım. "Seni çok seviyorum hayatım, bu yüzden de sana takılmak çok hoşuma gidiyor." "Ben de seni çok seviyorum Haniftam. Bu arada bana, ne kadar çok aşık olduğunu ve beni ne kadar çok yakışıklı bulduğunu bildiğim için söylediklerini ciddiye almıyorum merak etme." Duyduğum cümlelerden sonra başımı göğsünden kaldırıp gözlerinin içine baktım. "Kesinlikle megaloman olduğunu düşünüyorum." Söylediğim cümleye karşılık olarak yanaklarımı parmaklarının arasına alıp çekiştirdi. "Sende minnak bir canavarsın, biz bir şey diyor muyuz?" Aramızda gerçekleşen konuşmaya herkes içtenlikle gülümsüyor, ardından da Deren anne iç çekerek konuşmaya başlıyordu. "Siz yokken evin tadı tuzu yok oğlum, ne zaman dönmeyi düşünüyorsunuz?" Demir duyduğu sorudan sonra yönünü annesine çevirerek "Bu uzun süre mümkün görünmüyor anne, hem artık dönsekte kendi evimize geçeriz." dedi. Deren anne ve babaanne duydukları cümle sonrası üzülmüşken Yağız da sessiz sakin konuşulanları dinliyordu. Onların bu şekilde üzülmesini hiç istemediğim için konuşmama neşeli bir ses ile başlamak için çaba veriyordum. "Üzülmeyin ne olur, Demir işlerini yoluna koyar koymaz döneceğiz inşallah." Bakışlarımı Deren anneye çevirip gözlerinin içine baktım. "Döndükten sonraki süreci de o zaman konuşuruz." Cümlemin ardından Demir, kolundaki saate bakıp "Haniftam hadi akşam namazını kılmamız gerekiyor." dedi. Ona doğru baktığım sırada içimde açan sayısız ortanca çiçeklerine eşlik eden kuş cıvıltılarını bile rahatlıkla duyuyordum ve ben, bu durum karşısında bıkmadan Rabb'ime şükrümü sunuyordum. Nihayetinde benim yakışıklı kocam, hiç aksatmadan namazlarını kılmaya başlamış, genel olarak sabah, akşam ve yatsı namazlarında ise hayallerimi süsleyen imamım olmayı başarmıştı. "Haniftam sen böyle tatlı bir şekilde bana baktığında kalp atışlarım çok hızlanıyor. Bir de bu bakışlara derin bakışlar eklediğini görünce de acaba akşam yemeğinden önce odamıza mı geçsek diyorum?" Demir'in fısıltıyla söylediği sözler, içimde kelebekler uçursada bunu ona belli etmeyen sözlerimi fısıldadım. "Ben de acaba bu adam, çok mu arsız diyorum?" Demir tebessüm edip tam cevap vereceği sırada annesi "Oğlum düzenli namaz kılmaya mı başladın?" diye sordu. "Evet anne, şükür uzun süredir aksatmadan kılıyorum." "Ne güzel oğlum, Allah daim etsin. Aslında benim de özüme dönmem gerekiyor ama neye, nereden başlayacağımı bilemiyorum." Demir ayağa kalkıp elini annesinin omzunu koydu. "Bana her şeyi Beyza öğretti anne, o hasta haliyle bile hep benimle ilgilendi. Sen yeter ki bir yerden başlamak iste, biz sana yardım ederiz." Demir'in söylediği cümle ile bakışlarımı önce Deren anneye sonra da Demir'e doğru çevirdim. O sırada tuhaf bir şekilde rüyamda babamın söylediği cümleyi hatırladım. Aslında sadece kocan da değil, bir çok kişi senin burayı aydınlatmanı bekliyor. Hatırladığım cümle ve şu an yaşananlar birleştiğinde artık her şeyi çok daha iyi anlıyordum. Kilitli kaldığım karanlık oda Demir'in kalbini, odanın penceresi beni, pencerenin önündeki tuğlalar ise Demir'in yaşattığı her zorbalıkta ona karşı ördüğüm, yıkılması güç duvarları temsil ediyordu; ama bunlardan daha önemli bir şey varsa o da söktüğüm tuğlalar ile aydınlığa çekilen Demir'in kalbinde benim hayallerimin gizliliğiydi. Düşünceler arasında gezinmeye devam ederken tekrar bakışlarımı Deren anneye çevirdim ve onun da Demir'in gittiği yoldan gideceğini anladım. İşte anladığım bu gerçek, mutlulukla dudaklarımdan "Hem de seve seve! " cümlesinin dökülmesine, ardından da heyecanla Deren annenin yanına gidip onu ayağa kaldırmak için çekiştirmeme neden olmuştu. "Anne hadi sen de abdest al, oğlunun imam olduğu akşam namazının cemaatinde beni yalnız bırakma." İkisi de o halime içtenlikle tebessüm ederken Demir, "Sevgilim lütfen hareketlerine dikkat et ve ne olursa olsun kendini zorlama." diye uyarıda bulundu. "Deli kız, tamam tamam kalkıyorum." Deren anne cümlesinden sonra ayağa kalktı. "Demir haklı ama kızım, lütfen kendine dikkat et." "Tamam anneciğim daha dikkatli olurum." İçten bir şekilde verdiğim cevabın peşine Deren anne, bana sarıldı ve o şekilde onun odasına doğru ilerledik. Odadan içeriye girdiğimiz zaman "Anneciğim abdest almana yardım etmemi ister misin? Her şeyi anlatabilirim." diye sordum. "Biliyorum güzel kızım. Senin içten bir şekilde yaptığın ibadetleri gördükçe ara ara eski Deren olup ailemin yetiştirdiği gence dönüşüyordum." Gözünde anıları canlanmış olmalı ki bir anda cümleleri bıçak gibi kesildi, ardından da yüzüne yerleşen acılara düşen omuzları eklendi. "Tabii bu dönüşüm burnumun direğini sızlatıyor, acılarımı tek tek gün yüzüne çıkarıyordu ama olsun..." Kalbindeki hüzün göz pınarlarından süzülmeye başladığı zaman içine çektiği hıçkırıkla beraber cümlesi öylece yarıda kalıyordu. "Anneciğim şimdi namazımızı kılalım ve eski Deren'e huzurla dönüşelim. Sonra da o Deren'in yaşadığı acıları ve kalbinde oluşan bütün yaraları birlikte saralım olur mu?" Deren anne beni kollarına sarıp başını omzuma yasladığında akan yaşlarıyla omzumu ıslatıyor, içli ve titreyen sesiyle konuşmaya çalışıyordu. "O yaraları sarmayı da onları hatırlamayı da istemiyorum kızım. Ben çocuklarım için tüm yaralarımı yok sayarak ayakta durmaya çalıştım." Deren annenin gözyaşları ve cümleleri içime akarken onun anlattıkları karşısında hüzünleniyor, aynı onun gibi gözyaşı döküyordum. Bencil bir adamın bencilliklerine çocukları için boyun eğmiş bir kadın, onun bu uğurda ailesini arkasında bırakması, yaraları, içine attıkları, en çok da Demir için yanması içime acıyla işleniyor, o anlattıkça onun yaşadıkları altında ben eziliyordum. Demir'in kapıyı "Namaz geçmek üzere, biraz çabuk olun." diye çalmasıyla Deren anne abdest almaya gitti. Abdest aldıktan sonra üzerini değiştirip giydiği uzun eteğin üzerine taktığı eski bir tülbentle yanıma geldi. Başındaki eski tülbentin, onda anılarının olduğu çok belliydi. O, başındaki eski tülbentiyle beraber anılarına sıkı sıkı tutunmaya çalışıyor ve bu haliyle çok güzel görünüyordu. "Anneciğim sen böyle çok güzel görünüyorsun." Deren anneyle birbirimize sarılıp üst kata çıktık ve hayallerimin başrol kahramanı değerli nasibimin kıldırdığı namazı huzurla tamamladık. Namaz sonrası secdede edilen uzun dualar yerini, yapılan şükürlere bıraktığı zaman Deren anne, başını oğlunun dizine koydu. Demir beklemediği hareket karşısında tutuk bir şekilde bana bakarken Deren anne ağlayarak konuşmaya başladı. "Gücüm yetipte seni, okul köşelerinden alamadım oğlum. Çok istedim." Demir bendeki bakışlarını annesine çevirdiği sırada Deren annenin ağlaması hıçkırıklı ağlamaya döndü; ama yine de o, konuşmak için çaba veriyordu. "Senin için çok kavga edip mücadele verdim fakat başaramadım." Deren anne, içinden geçenleri Demir'e anlatmaya başladığı zaman doğru olanın ikisini yalnız bırakmak olduğunu bildiğim için kendi odamıza geçtim. Onların aralarındaki problemleri tek tek aşmaları için duada bulunurken bir yandan da bebeğimi seviyor, ara ara da onu çok sevdiğimi fısıldıyordum. ⏳⌛ Kitaptan başımı kaldırdım. Demir'e ters ters baksam da bakışlarımı görmeyecek şekilde filme dalmış bir haldeydi. "Sevgilim, kitap okuduğum halde film açmana bir şey demedim ama sesini bu kadar açman saygısızlığa giriyor." "Sesi çok değil Haniftam, sana öyle geliyor." Cevap vermeden kitap okumaya devam ettikten birkaç saniye sonra Demir, beni yatakta kendine doğru çekti. "Saat çok geç oldu güzel karım. Okuma artık, hadi birlikte film izleyelim." Cevap vermeye fırsat vermeden elimdeki kitabı alıp yanındaki komodinin üzerine bıraktı. "Ama Demir, kaçıncı sayfada olduğumu hatırlamıyorum, neden direk kapattın?" "Kitap kurdu sevgilim, sen kimi kandırdığını sanıyorsun? Şimdi çok konuşma da kocanın kollarına gel." Beni kollarına sararken başımı omzuna yaslayıp, filmi izlemeye başladım ama film neredeyse yarıya gelmek üzereydi ve filmi anlamam mümkün görünmüyordu. "Bu kim?" Demir, uzun uzun karakteri açıkladıktan sonra yeni gördüğüm karakter için aynı şekilde "Bu kim?" diye sordum. Sorduğum soru karşısında Demir tekrar karakterin kim olduğunu açıklamaya başladı, ardından da filmin konusunu, benim izlediğim yere kadar nelerin olduğunu anlattı. Bunu yaptığı sırada ekrandaki bakışlarımızı birbirimize çevirdiğimiz yetmiyormuş gibi bir de buna bedenlerimizi ekliyorduk ve uzun süre birbirimizle konuşmaya başlıyorduk. Tabii Demir'in yeni dünya düzeni için anlattığı her şey mızmızlanmama neden oluyordu. "Hayır hayır Demir, insanlık için böyle bir sonu kabul etmiyorum." Burnumu iki elinin arasına alıp "Yeni dünya düzeni bu Haniftam. Kabul etmesen de değişen bir şey olmayacak." dedi. Yine birbirimizle uzun uzadıya konuşurken Demir'e filmle ilgili bir soru daha sordum. Sorduğum soru ile Demir'in bakışları şaşkın bir şekilde ekrana doğru kaydı. Filmin bittiğini görünce gözlerimin içine bakarak "Hayatım, sana filmin konusunu anlatacağım diye, geri kalanını izleyemedim." dedi. Yüzümü sevecen bir ifadeye getirdim. "Ama filmi senin güzel sesinden dinlemenin verdiği mutluluk çok güzeldi." Demir duyduğu cümle ile çok mutlu olmuş şekilde "Yaa demek öyle..." dedi ve beni kollarına sararken konuşmasına devam etti. "Gel biraz da kocan kulağına, sana duyduğu büyük aşkı fısıldasın." Güçlü kolları tarafından esir alınan bedenim, onun sıcaklığı ve kokusu ile mutluluğuna mutluluk katıyor, bir de bu mutluluğa kulağıma fısıldadığı aşk sözlerini ekliyordu. ⏳⌛ Arabadan indiğimizde müstakil bir eski evin önündeydik ve Demir, ne yapacağını bilemeyecek kadar stresliydi. "Sakin ol hayatım, sadece sana yol göstermeme izin ver ve ben ne yapıyorsam aynı o şekilde davranmaya özen göster." Gözlerini tamam anlamında kapattığını görünce elinden tutup bahçe kapısından içeriye girdik. Deren annenin 1 kız kardeşi, 1 tane de ağabeyi vardı. Kız kardeşi Adapazarı'ndan Manisa'ya gelin olarak gitmiş ve 4 çocuğuyla mutlu bir köy hayatı yaşıyordu. Ağabeyi ise, kendi yağında kavrulmaya yetecek bir ücretle muhasebeci olarak çalışıyordu. En büyük şükürlerimizden bir tanesi annesinin, babasının sağlıklı bir şekilde hayatta olmalarıydı. Onlar da şu an bahçesinden içeriye girdiğimiz Adapazarı'nın Serdivan iline bağlı, Çubuklu Köyünde yaşıyorlardı. Bahçe kapısından eve doğru ilerlemeye devam ettiğimiz sırada tonton bir dede kapıda belirdi ve "Selamünaleyküm çocuklar, kime bakmıştınız?" diye sordu. "Aleykümselam dede. Biz Halil dedemizle Saliha ninemizi görmeye geldik." Duyduğu cümleden sonra dedenin kaşları yukarıya doğru kalkarken içeriden meraklı ve şaşkın ifadeyle karısı çıktı. Yüzümdeki gülümsemeyi biraz daha büyüterek aramızdaki mesafeyi azaltmak için yürümeye devam ettim. Bakışlarımı kısa süreli Demir'e çevirdiğim zaman onun emanet gibi durduğunu ve aşırı derecede gergin olduğunu gördüm. "Halil ve Saliha biziz kızım ama biz, sizi çıkaramadık." Saliha nine, cümlesini biraz daha yakınlaşarak tamamlarken bizi tanımak için çok daha dikkatli bakıyordu. Yanlarına gidip ikisinin ellerini öptüm ve Demir'e yanıma gelmesi için kaş göz işareti yaptıktan sonra konuşmaya başladım. "Ben, Deren kızınızın gelini Beyza, yanımdaki ise eşim Demir, yani sizin büyük torununuz." Söylediğim cümle, iki yaşlı çınarın dudaklarını titretmekle kalmamış, bir de gözlerine yaşların doluşmasına neden olmuştu. Saliha ninenin ağzından "Deren'imin..." sesi inilti şeklinde çıktığında sağ gözünden süzülen yaşa, sol gözünden süzülen yaşta eşlik etmişti ve o içli bir sesle konuşmaya devam etmişti. "Deren'imin yavruları gelmiş Halil Bey! Bizi görmek için taa yurt dışından gelmişler." Cümlesinde geçen yurt dışından gelme kısmına şaşırmış olsam da şu an bununla ilgilenmek yerine bakışlarımı Demir'e çevirdim. O büyük bir şaşkınlık içinde olanı biteni incelemeye ve gergin bir şekilde durmaya devam ediyordu. Dirseğimle koluna hafif dokunduktan sonra nihayet bakışlarını bana doğru çevirdi. Ellerini öpmesi için kaş göz işareti yaptığımı görünce içine çektiği derin bir nefesle beraber anneannesi ve dedesinin ellerini öptü. İkisi bize öyle anlamlı bir şekilde bakıyordu ki bakışlarındaki tüm duygular içimizde hayat buluyordu. "Ayakta kalmayın, içeriye geçelim." Saliha ninenin cümlesinden sonra hep beraber içeriye geçtik. Nisan ayında olmamıza rağmen geceleri soğuk olduğu için hâlâ soba kurulu bir şekilde duruyor, bacada sıkıntının olduğu duvardaki is lekelerinden belli oluyordu. Camın önünde bulanan koltuğa oturmamız için elleriyle işaret ettikleri için onların gösterdiği yere oturduk. Onlarda odada bulunan diğer koltuğa oturdular ama oturmaları kısa süreli oldu. Ayağa kalkıp karşı duvarın dibinde sıralanan minderlerin yanına gittiler ve oradan aldıkları minderleri rahat bir şekilde yaslanmamız için bize getirdiler. Gerek olmadığını söylesem de onları kırmadan uzattıkları iki minderi de ellerinden aldım. Bu sefer de Saliha nine hızlı bir şekilde yanımızdan ayrılıp eline aldığı iki çift terlikle geri dönmüştü ve Halil dede de dolaptan çıkardığı kolonya ile ona eşlik etmişti. Bizleri rahat ettirmek için ellerinden geleni yapmaya çalıştıklarını, bunun ise sadece başlangıç olduğunu anladığım an, ayağa kalkıp Saliha ninenin elindeki terlikleri aldım. Erkek için olan terliği Demir'e uzattıktan sonra benim için olan terliği hızlı bir şekilde ayağıma geçirdim ve Halil dedenin elinden dökmek için açtığı kolonya şişesini aldım. "Lütfen bu şekilde davranmayın." İkisinin de sol tarafımızda bulunan koltuğa oturmasını sağladıktan sonra konuşmama devam ettim. "Siz böyle yaptığınız zaman biz, kendimizi yabancı gibi hissedip size rahatsızlık verdiğimizi düşünmeye başlıyoruz." Elimdeki kolonyayı dökmek için Halil dedeye doğru uzattım, her ne kadar misafir olduğumuz için önceliği bize vermek istese de buna izin vermedim. En son Demir'e döktüğüm kolonyadan sonra yerime oturmak için yaptığım hamle anneannenin elimi tutmasıyla son buluyordu. Bakışlarımı elimi tutan yaşlı kadına çevirdiğim zaman gözünden akan yaşlar mutluluğunu sunuyordu ama bakışlarının ardında tuhaf bir duygunun olduğunu da görüyordum. Sanki o şu an suçlu gibi hissediyordu. "Deren'im senin gibi güzel ve düşünceli gelini olduğunu göremedi de onun yerine ben mi gördüm?" Deren anne, çektiği acılardan biraz da olsa bahsetmişti ama anneanne kızı ölmüş gibi konuşuyordu ve duyduğum bu cümle, şaşırmış bir sesle "Anneanne, Deren anne neden beni göremeyecek ki?" diye sormamı sağlıyordu. Sorduğum soruyla beraber Saliha ninenin gözünden akan yaşlar çoğalırken Halil dedenin içine çektiği hıçkırık sesi, odada yankılandı. O çok çaresiz görünüyordu ve defalarca konuşmak için araladığı dudağı içine çektiği acılı hıçkırıkla beraber bıçak gibi kesiliyordu. "Aa- acısı!" Eliyle kalbine iki kez vurduktan sonra konuşmasına kalbini göstererek devam etmek için çabaladı; ama o öyle çaresiz, öyle acı dolu görünüyordu ki bu hali içimin sızlamasına neden oluyordu. "Acısı hâlâ içimde kaldı. Evlendikten sonra bir kere bile göremedim yavrumu, sadece telefonda sesini duymakla yetiniyorduk." Yaşadıklarını kabul etmez şekilde kafasını iki yana salladı. Bu sefer eliyle bir kez kalbine vurdu, ardından da oradaki kıyafeti avucunun içine hapsederek çekiştirdi. "En son 25 yıl önce kocası olacak adam, telefonu açıp Deren'in öldüğünü söylediğinde kahrolduk." Tekrar kafasını yaşadıklarını kabul etmez bir şekilde salladı. "Yurt dışında öldüğü için cenazesini bile getirmedi. Yalvardık... Çok yalvardık ama getirmedi ve kızımı orada gömdüler. Evlendiği günden beri çektiğimiz hasret yetmiyormuş gibi cenazesine bile gidemedik ve öylece hayatımızdan çıkışı yüreğimize saplandı." Duyduklarımızdan sonra Demir'in elleri yumruk halini alırken öfkeyle ayağa kalkıp yakasını çekiştirdi. Aldığı nefes ona yetersiz geliyor olmalı ki çaresiz bir şekilde gömleğinin bir iki düğmesini açtı. Onun gözlerinde öyle büyük bir öfke ateşi yanmaya başlamıştı ki gördüğüm bu ifadeden dolayı hızlı bir şekilde yanına gittim. Elimi göğsünün üzerine koyup "Öfkelenmekte çok haklısın hayatım; ama şu an sakin olmak zorundayız." diye fısıldadım. Birkaç saniye daha gözlerinin derinliklerine baktıktan sonra Demir'in elinden tutup onların arasına oturttum. İkisi de aynı anda Demir'in elini tutarak dikkatle ona baktılar. Sanki Demir'in dış görüntüsünde kızlarına benzeyen izler arıyor gibiydiler; ama Demir annesine değil, babasına benziyordu. Onların bu hali karşısında önlerinde dizlerimin üzerine çökerken neye, nereden başlayacağımı bilmiyor, gerçekleri duyduklarında ise kaldıramayacak olmalarından çok korkuyordum. "Benim size çok güzel bir haberim var; ama vereceğiniz tepkiden dolayı çok korkuyorum." Endişeli bakışlarımı üzerlerinde dolaştırdıkça işimi garantiye almam gerektiğini daha iyi anlıyordum. "Öncelikle bir rahatsızlığınız veya kullandığınız ilaç var mı?" Sorduğum soru yüzlerinin meraklı bir ifade ile şekillenmesine neden olduğu sırada telefonları çaldı. Konuşmalarından anladığım kadarıyla arayan İhsan dayıydı. Ona buraya geldiğimizi söyledikleri için dayı işten izin alıp 2 saat içinde buraya geleceğini söyledi. Mutlulukla kapanan telefonun ardından Demir ile kendi aramızda konuşup söyleyeceğimiz güzel haberi, dayı gelene kadar söylememe kararı aldık. Biraz daha kendi aramızda muhabbet ettikten sonra anneanne "Sizin karnınız acıkmıştır." deyip mutfağa gitmek için ayaklanınca ben de onunla beraber mutfağa gittim. Buzdolabının buzluk kısmını açıp uzun süre karıştırdı; fakat aradığını bulamamış olacak ki sıkkın bir nefes verdi. "Beye söyleyeyim de kırmızı et almaya gitsin." Mahcubiyet dolu sesiyle kurduğu cümle içimi titretirken "Anneanne benim bu aralar etle aram yok, bahçende ıspanak gördüm. Nisan ayında genel olarak bahçede az rastlanılır, onun yemeğini yapsak olur mu?" diye sordum. "Olur güzel kızım; ama yine de et aldırayım. Ispanak yemeğini de etin yanında yaparız. " Maddi durumlarının olmadığı her şekilde belli oluyordu. Şimdi Demir gidip alacak olsa gururları kırılacak, kendileri almaya kalksa zorlanacaklardı. Bunun farkına vardığım için tekrar bir şekilde engel oldum ve böylece bahçeye çıkıp ıspanak toplamasına yardımcı oldum. İyi ki canım annem beni ince düşüncelerle yetiştirmişti ve iyi ki her ortama ayak uydurmam için bana bildiği her şeyi anlatmıştı. İşte şimdi yine annemin öğrettiği gibi davranıyor, muhabbet eşliğinde yemekleri yapması için anneanneye yardımcı oluyordum. Mutfakta geçirdiğimiz süre yemekleri bitirmemizle bir son bulurken Demir'lerin yanına gitmek için attığımız adımlar, kapının çalmasıyla bir son buluyordu. "Güzel torunum dayınlar gelmiştir, kapıyı sen aç da mutlu olsunlar." Anneannenin sözünden sonra tebessümle kapıyı açıp sanki kendi ailemi karşılıyor gibi sıcacık bir sesle "Hoş geldiniz." diyerek dayıyı ve ailesini içeriye buyur ettim. Kapıyı benim açmamı beklemedikleri için şaşırmış bir şekilde bana bakıyor olsalar da dayı kendini çabuk toparlamış görünüyordu. Tebessüm ederek elini öpmem için bana doğru uzatırken "Hoş bulduk yeğenim, asıl siz hoş geldiniz." dedi. Uzatılan eli içtenlikle öpüp alnıma götürdüm ve birbirimize sarılarak içeriye doğru ilerledik. İçeriye girdiğimizde Demir oturduğu yerden kalktı. O yanımıza gelmek yerine sadece bize bakıyordu ve o, biraz da şaşkın görünüyordu. Dayı babacan bir tavır ile sol kolunu yana doğru açarak "Hoş geldin yeğenim!" dedi. Sesi hem sevgi dolu hem de heybetli bir şekilde çıkmıştı ve biran önce yeğeniyle hasret gidermek istiyor gibiydi. Demir, önce ne yapacağını bilmeyen bir halde baktıktan sonra yanımıza gelip dayısının elini öperek ona sarıldı. O şekilde durmaya devam ettiğimiz sırada dayının eşi "Yeter artık İhsan, bir tek senin yeğenin değil ya gülüm. Biraz bırakta biz de sarılalım." dedi. Demir'den bahsettiğini düşündüğüm için yerimden kıpırdamadım ama yenge eliyle benim kolumu tuttu. Onun dini değerleri için bana sarılmayı tercih ettiğini anladığım an "Sen yeter ki bana sarılmak iste yengem. Ben sevgi arsızıyım, istediğin kadar sarılabilirsin." diye karşılık verdim. Yenge o sözümden sonra şen bir kahkaha atıp bana sarılırken "Gelin kızımız pekte cana yakın maşallah." dedi. Bu cümleye karşı Demir iç çekerek " Hem de çok..." deyince dayının 2 kızı kendi aralarında kıkırdamaya başladı. Bakışlarımı kızların sevecen yüz ifadelerinden çekip kocamın sevgi dolu kahvelerine baktım. O çok güzel bakıyor, şu an bana dokunamıyor olsa da sevgisi ile beni kuşatıyordu. Halil dedenin uyarısından sonra yerlerimize oturduk. Kısa süreli tanışma evresi sofrayı kurduğumuz için bir son bulmuştu ve hepimiz yer sofrası etrafında halka olup yemek yemeye başlamıştık. "Demir oğlum, sen yerde rahat edemedin sanki." İhsan dayının soruna Demir, "Rahatım, rahatım." dese de emanet şekilde durduğu her halinden belliydi. Onun o haline içtenlikle gülümsedikten sonra en çok sevdiğim şeyin, canım kocama takılmak olduğunu hatırladım. "Aman dayı, beyefendi yer sofrası mı görmüş? Hele şunun eğreti oturuşuna bak, koca ayaklarını nereye koyacağını bile bilmiyor." Söylediğim söze sofradaki herkes gülerken, Demir, "Ayıp oluyor ama Haniftam. Hem duyanda seni yer sofrasında büyüdün sanır." diye söyleniyordu. Tabii canım kocam beni de kendi gibi bir ortamda büyümüş sanıyordu ama benim büyüdüğüm ortam daha farklıydı; çünkü canım dedem, yayla ve köydeki evlerimizde yer sofrası etrafında toplanmamızı daha çok seviyordu. Burnumu alayla kıvırıp, ıspanak yemeğinden bir çatal daha aldıktan sonra gülümsedim. "Yer sofrasında büyümesekte özümüzü kaybetmemek için her yıl topladığımız fındıklıkta yemekleri yorgun argın yerde yiyorduk. Ee tabii köye ve yaylaya gittiğimizde de dedemin isteği üzerine yer sofrasına oturuyorduk." Bakışlarımı tekrar kocama çevirdiğim zaman onun bizim gibi fındıklıkta ter döktüğünü hayal ettim ve böylece bu durum cümleme yansıdı. "Bu yıl fındık toplamaya seninle beraber Yağız'ı da götürecek, alnınızdan akan terler eşliğinde yorgunluğunuzu izlemek çok keyifli olacak Demir." Hep beraber gülümseyerek yemeklerimizi yediğimizde sofrayı kaldırıp çaylarımızla beraber tekrar oturma odasına gittik. Sanki yıllardır tanışıyormuş gibi birbirimizle muhabbetler ediyor, neler yaptığımızdan bahsediyorduk. Konu artık Deren anneye geldiği için Demir'in gözlerinin içine baktım. Artık Deren anne ile ilgili konuyu konuşmamız gerekiyordu. Demir ne söyleyeceğini bilmediği için benim konuşmamı istedi. Onu geri çevirmek istemiyordum; fakat konuşmaya nasıl başlamam gerektiğini bilmiyordum. "Neye, nereden başlayacağımı bilmiyorum ama rahatlıkla şunları söyleyebilirim. Demir'in babası ne yazık ki sert ve kendi görüşlerine uymayan insanlara, saygı göstermeyen bir adammış. Şimdi kayınpederim hakkında ileriye gidip saygı sınırlarını aşarak konuşmak istemiyorum; ama Deren anneye yaptıkları da ortada. Tabii Deren anne bana sadece çocukları için birçok şeye katlandığını, yüreğinde oluşan yaraları sarmayı değil, yok saymaya çalıştığını anlat-" Cümlemi, dayının şaşkın ve içine kaçmış bir sesle sorduğu soru yarıda kesiyordu. "Kızım, kardeşim bunları sana nasıl anlatabilir? O, 25 yıl önce yurt dışında öldü." "Bu istediğim zor bir istek olsa da sakin bir şekilde beni dinlemenizi istiyorum dayıcığım, özellikle anneanne ve dede ikinizin..." Bakışlarımı tekrar yüzlerinde dolaştırdıktan sonra böyle bir cümlenin doğru bir başlangıcının olmayacağına karar verdim. Ne şekilde başlamış olursam olayım onların üzerindeki etkisi değişmeyecekti. "Deren anne yaşıyor." İnanmaz gözlerle bana bakmaya devam ettiklerinde ise "O yalanı size kayınpederim söylemiş; ama Deren annenin neden ses çıkarmayıp yaşadığını sizden sakladığını bilmiyorum. Böyle bir olayın olduğunu bile buraya gelince sizden öğrendik." dedim. Söylediğim sözden sonra tüm duyguları bir bir içine geçen KARHAN ailesinin, önce dudakları yukarıya doğru kıvrılmış, sonra titrek bir şekilde eski konumunu almıştı. Gözlerinden akan yaşları; şükür, mutluluk ve ikisine eşlik eden öfkeyle silerken yerlerinde duramıyor, ne yapacaklarını bilemiyorlardı. "İzninizle Manisa'daki teyzeyi de alıp hep beraber İzmir'e gidelim ve yılların hasretini, acısını artık bitirelim dayıcığım." Dayı elini omzuma koydu. Acıyla kaplanan gözlerindeki siyaha çalan öfkesiyle beraber dişlerinin arasından konuştu. "O adam din düşmanıydı! Kardeşimi bizden sırf Allah'ın emirlerini yerine getiriyoruz diye ayırdı. Ben yine gider, kardeşimi görürdüm görmesine; ama o adam kardeşimi, Demir'le tehdit ettiği için sustum." Dayı sanki yıllar öncesine doğru yol almış gibi bakışlarını duvara monte edilen rafın üzerinde bulunan telefona çevirdi ve işaret parmağıyla kulağını işaret ederken "Deren'imin ağlamaklı sesi hâlâ kulağımda." dedi. Sesi öyle yıkık dökük bir şekilde çıkıyordu ki bu yıkımda kardeşinin söylediği cümlenin ağırlığını da saklıyor gibiydi. "Ağabey, sana yalvarıyorum beni yavrumdan etme. O daha çok küçük ve bana ihtiyacı var. Yavrum için çekeceğim tüm acıya değer dediğinde bana yerimde durmaktan başka bir yol kalmadı. Şimdi ben oraya, bu öfkeyle gidersem o adamı, kimse elimden alamaz!" Demir duyduklarından sonra öfkeyle ayağa kalkıp, titreyen dudaklarıyla çaresiz bir şekilde bana bakıyordu. Ona uçakta ima ettiğim şeylerle birebir yüzleşmişti ve şu an onun kendini suçlamaya başladığı çok net bir şekilde görünüyordu. Hızlı bir şekilde ayağa kalkıp ona doğru ilerlediğim sırada bulunduğumuz yerden gitmek için adımladı. Çıkmak için açtığı dış kapıdan gitmesine izin vermeden onu kendime doğru çevirdim. "Hayır Demir, hiçbirisi senin suçun değil! Bunların hepsi bencil bir adam ve bencilce aldığı kararlar yüzünden." Duyduğu cümlelerden sonra Demir'in omuzları sarsıldı. Sağ gözünden süzülen yaşa, kabul etmez bir şekilde kafasını iki yana sallaması eşlik etti, ardından da beni sıkı sıkıya kollarına sardı; ama şu an onda farklı bir şeyler vardı. Sanki o, yine ellerinin arasından kayıp gidecekmişim gibi bana korkuyla sarılıyordu. Uzun süre ikimiz de birbirimize bir şey demeden sarılmaya devam ettik. Bu süre zarfı boyunca Demir sakinleşmek istediği zamanlarda yaptığı gibi kokumu içine çekiyordu lakin ilk defa kokum onu sakinleştirmek yerine çok daha dibe çekmişe benziyordu. "O adamın oğlu olduğum, seni bu evliliğe tehdit ederek sokmamdan belli Beyza." Sesindeki acı çok daha fazla boyut değiştirmişti ve yüzleştiği gerçekle yerle bir olmuş gibiydi. "Bende en az onun kadar kirliyim!" Kafasını iki yana sallayıp söylediğini kabul etmez bir şekilde ekledi. " Hayır hayır, ondan kat be kat adiyim! Babam olacak adamın anneme yaşattıklarından çok daha fazlasını sana yaşattım." Demir'i bedenimden uzaklaştırıp elinden tutarak bahçeye çıkardım. Boynuna sarıldığım zaman kokusunu içime çekerek orayı içtenlikle öptüm, ardından da kısa bir süre dudaklarımı orada sabit tuttum. İçime çektiğim derin bir nefesle beraber yaşadıklarım bir bir gözümün önüne serilirken bedenimi geriye doğru çekerek gözlerinin içine baktım. "Sevgilim, önceden bencil bir adam olmuş olabilirsin; ama artık sen, eski Demir değilsin. Bu evlilikten benim gitmeme izin verdiğin gün sen, o bencil yanını törpüledin ve senden geriye sadece aşık bir adam kaldı. Ben bu evliliğe kendi isteğimle geldim, hatırlamıyor musun?.." Gözleri tutunacak küçük bir dal arıyormuş gibi çaresiz bir şekilde bakmaya devam ederken sanki tutunması gereken o dalı, ona uzatmışım gibi görünüyordu. "Sana gösterdiğim doğru yola sıkı sıkı tutundun ve Rabb'imin emirlerini yerine getirmek için çabalayan yeni Demir'e dönüştün." İkimiz de dönüşen bu Demir için çok emek vermiştik. Ben bildiklerimi dilim döndükçe ona tatlı bir lisan ile anlatmış, o da dinlediklerini hayata geçirmek için çabalamıştı ve çabaladıkça da hayallerimi süsleyen eşe doğru evrilmişti. İşte bu evrilişi gören kalbim, kendini ona teslim etmişti. "Hem sen benim gözlerimin içine baksana ben de o bencil Demir'e teslim olacak göz var mı?" Gözlerimin içine bakmaya devam ettiği zaman gözlerindeki hüzün ile düşünceler arasında gezinmeye başlıyor, düşündükçe de sorusunu, gözlerinden silinmeye başlayan hüzün ile soruyordu. "Teslim olmazdın değil mi Haniftam?" "Olmazdım hayatım. İster dünyanın en yakışıklı adamı ol, istersen çok zengin ol yine de sana teslim olmazdım." Demir bir zamanlar ona teslim olmam için dil dökerken şimdi ise eski bencil Demir'e teslim olmadığım için çok mutlu görünüyordu ve bu onu tüm kamburlarından kurtarmışa benziyordu. "Aşkından ölüyor olsam bile inan bana asla teslim olmazdım." Burnumun ucunu şefkatle sıktıktan sonra orayı içtenlikle öptü. Artık o hafiflemiş görünüyordu. Derin bir nefes alarak alınlarımızı birbirine yaslarken söylediği cümleyle de bu düşüncemi doğruluyordu. "Tüm öfkemi, bu kadar çabuk şekilde silmeyi nasıl başardığını kesinlikle anlamıyorum Haniftam." Demir'in içime işleyen sesiyle sorduğu soruya "Çünkü benim özel güçlerim var sevgilim." diye cevap verdim. Burun uçlarımızı birbirine dokundururken "Ne gibi mesela?" diye sordu. "Çok aşık olmam gibi mesela." Verdiğim cevap sonrası bedenimi saran kolları daha fazla sıkılaştığında onun kalbinde yanan ateşi dindirdiğimden emin oldum. Şimdi sıra Deren annenin kalbinde yanan ateşi söndüreme vaktiydi. "Hadi hayatım, içeriye geçelim ve büyük ailemizi alıp annemizin kalbinde yer edinen yaraları hep birlikte saralım." "Gittiğin her yere mutluluğu ve huzuru da götürüyorsun Beyza. Seni tanıdıkça iyi kilerim sürekli artıyor ve ben, daha fazla aşık olmak mümkün değil dedikçe kalbimdeki sınırlarını gün geçtikçe aşmanı, şaşkınlıkla izliyorum. " Aşık olduğum adamın güzel sesiyle kurduğu cümleler birleştiğinde kalp atışlarım artıyor, ona daha fazla bağlandığımı hissediyordum. Zorluklarla geçen aylar sonrası değerli nasibim, kalbimdeki yerini gün geçtikçe büyütüyordu ve böylece birbirimize bağlılığımız çok daha fazla artıyordu. Demir ile içeriye geçtiğimizde KARHAN ailesiyle her şeyi konuşmuştuk. Dayı, teyzeyi de arayıp 2 saat sonra Demir'in göndereceği araçla evinden alacağını söylemiş, kendi de hazırlanmak için evine gitmişti. Ben de oluşan boşluğu fırsat bilip bahçeye çıktım ve heyecanla Deren anneyi aradım; fakat telefon açılmadığı için tekrar aramak zorunda kaldım. "Efendim kızım." "Selamünaleyküm anneciğim, nasılsın?" "Aleykümselam kızım. Üzerimde biraz kırgınlık var, dünkü namazdan sonra sabaha kadar çok ağladım. Şimdi de içimde örtüp görmemezlikten geldiğim yangının, büyüdüğünü hissediyorum. " "Anneciğim lütfen artık üstünü örtme. Bırak sönene kadar yansın, sadece bu dönemde kendini içine kapatma yeter." "Kızım yanmasına izin verirsem başkalarının yüreğinde sönen ateşi tetiklerim diye korkuyorum." "Bu konuyu gelince mutlaka konuşalım anneciğim. Keyfinde yok biliyorum; ama benim büyük ailem İzmir'e geliyormuş, biz de şu an Demir ile şehir dışındayız. Onların gelmesiyle, bizim gelmemiz hemen hemen aynı saati bulur. Saat 21:00 gibi masayı ve geldiklerinde kalacakları odaları ayarlayabilir misiniz? Kusura bakma anneciğim, biraz geç haber veriyorum; ama tam olarak bu akşam geleceklerinden benim de haberim yoktu." "Ne kusuru güzel kızım, ben hemen birkaç çalışan daha ayarlar işleri yoluna koyarım. Hem onlardan ayrılalı daha 2 gün olsa da sıcaklıklarını ben de çok özledim. Gülay'la Zeliha da geliyor değil mi?" Ay canım annem şimdi evet desem yalana girecek, hayır desem kalbin kırılacak. En iyisi yuvarlayıp konuşmak sanırım. "Orası sürpriz olsun anneciğim. Seni çok seviyorum... Ay anneeee seni çok seviyorum dediğim zaman olanlar oldu ve canım aşırı derecede sütlaç çekti. Sütlaç yaptırır mısın?" Deren annenin sıcak kahkaha sesi, telefondan içime akarken "Benim tatlı kızım, bana duyduğun sevgiyle sütlaç arasında ki bağı çözemedim; ama yine de yaptırırım, hatta şimdi kalkar kendi ellerimle yaparım." dedi. "Sütlaç ile senin arandaki bağları saymaya kalksam bitmez ki annem. İkiniz de çok tatlı olduğunuz için yedikçe yiyesim geliyor." Yüzüme yayılan sıcak gülümseme ile telefonun diğer ucunda olan annemle konuşmaya devam ettim. "Benim için yapacak olduğunu bilmek de o sütlacı benim için çok daha cazip hale getiriyor, yalnız gözünü seveyim sütlacı fazla yap anne; çünkü akşam yemeğinde karnımı onunla doyurmayı düşünüyorum." Annenin neşeyle attığı kahkaha, keyfinin yerine geldiğini gösteriyordu. Telefonu huzurla kapatırken bu akşam Deren annenin ailesine kavuşacağı o dakikaları düşündükçe yüzümdeki gülümseme büyüyor, bir yükün daha omuzlarımdan kalktığını hissediyordum. Yüzümden silemediğim gülümseme ile içeriye girdiğim zaman anneanneye yardım etmeye başladım. "Anneanne uzun süre kalacak gibi kıyafetlerinizi alın lütfen; çünkü sizi yakın zamanda bırakmaya niyetimiz yok." Duydukları ile anneannenin yüzüne rahatlamış bir ifade yayıldığını görünce onun da kızıyla vakit geçirmek istediğini daha iyi anlıyordum. Halil dedeye sormak için içeriye geçtikten kısa süre sonra yanıma gelerek "Tamam kızım Halil Bey'le konuştum." dedi. Tekrar valizi hazırlamaya devam ettikten sonra aklıma gelenle yönümü anneanneye çevirdim. "Anneanne aklıma bir şey geldi. Dün Deren annenin başında eski bir tülbent vardı. O tülbenti senin yaptığını düşünüyorum, senin yaptığın başka bir tülbent varsa onu Deren anne için yanımızda götürsek olur mu?" Sözlerimden sonra ağlayarak sandığı açtı ve içinden bir deste oyalanmış tülbent çıkardı. "İyi ki söyledin torunum. Her sene bu yıl belki gelir, bize sürpriz yapar diye ona, kendi ellerimle tülbent oyalamıştım, ta ki acı haberini alana kadar. Sonra da kimselere vermeye kıyamamış, onları Deren'immiş gibi sevip koklamıştım." Cümlesi derin bir hıçkırıkla son bulduğunda yüzünü tülbentlere götürüp orada içli içli ağlıyor, ben ise sırtını sıvazlayarak onun yanında olduğumu hissettirmeye çalışıyordum. . ⏳⌛ Teyzeleri bulundukları yerden almak için arabadan indik. Tüm çılgınlığımla yanlarına koşarken aynı zamanda Demir'i çekiştirerek "Teyzee!" diye bağırıp el sallıyordum. "Kesinlikle sen, sevgi arsızısın karıcığım. Eve gidelim bak, seni o kadar çok seveceğim, o kadar çok seveceğim ki artık beni sevme diye yalvaracaksın." Gözlerinde özlem barındıran adam, bana sıcacık bir ifadeyle bakıyor olsa da ona "Soğuk nevale!" dedim ve ekledim. "Ona sevgi arsızı denmez, sıcakkanlı olmak denir." Söylediğim cümle, yüzündeki gülümsemeyi büyütmekle kalmıyor, bir de zalım kocamın gözüme çok daha yakışıklı gelmesini sağlıyordu. Bunlar yetmezmiş gibi hızlı bir şekilde beni sıcak göğsüne sararken söylediği içli cümlesi buna ekleniyordu. "Kesinlikle eve gittiğimizde dinlenmek için odamıza gidelim karıcığım, seni biraz sevmem gerekiyor." Eğer biraz daha onun göğsünde durmaya devam edersem Demir'in gözünde tüm kalabalık silinecek ve o şu an beni sevmeye başlayacaktı. Defalarca kez bunu tecrübe ettiğim için hızlı bir şekilde Demir'in göğsünden ayrılarak teyzenin iki yana açtığı kollarına sarıldım. "Kız gülüm, yengemin telefonda dediği kadar varmışsın ya. Ben kesin abartıyor dedim ama sen, gerçekten çok sıcak kanlısın." Bakışlarını kısa süreli İhsan dayının çocukları üzerinde gezdirdikten sonra konuşmasına devam etti. "Bu arkanda yeğenim olacak eşek sıpaları bile bana böyle sarılmıyor." Teyzenin tiz bir sesi vardı ve dış görünüşüyle birleştiği zaman, ona aşırı derecede sıcaklık katıyordu. Demet teyze, Deren anneye çok benziyordu; ama o, tesettür yönünden benden bile çok çok üstündü. Geniş kesim bol pardösüsünün üzerine örttüğü büyük eşarbıyla beni, kendine hayran bırakmıştı. Gerçi İhsan dayının eşi, İlknur yenge de pardösülü ve dini konularda çok dikkatliydi ve Deren annenin ailesi kesinlikle benim büyük ailem gibiydi. Belki de o yüzden Deren anne, bizimkilerin yanında sürekli çok mutlu hissettiğini söylüyordu. Demir ile teyze göz göze geldiğinde teyze yüzündeki gülümsemeyi büyüterek "Kız bu kocaman ya maşallah, çok da yakışıklı!" dedi. Demir eğilip teyzesinin elini öperken artık hiçbir kaş göz hareketi yapmadan büyüğünün elini öpen yakışıklı kocama iç geçirdim. Tabii geçirdiğim içe "Hem de çokk..." kelimesinin eşlik etmesi beklediğim bir son değildi. Boşluğuma geldiği için dudaklarımdan dökülen kelime, kulaklarıma iliştiğinde utançla iki elimi ağzıma götürerek kapattım. "Utanma gülüm, utanma. Kocan o senin, istediğini söyleyebilirsin." O halimle teyzenin söylediği laflar birleşince bedenimi saran utanma yeterli değilmiş gibi bir de bu utanmaya kalabalığın gülme sesi ekleniyordu. Demir bu halim karşısında keyifli bir ifadeyle yüzümü alan ifadeyi inceledikten sonra bileğimi kavrayıp hızlı bir şekilde beni göğsüne çekti ve hemen peşine de arlanmaz sözlerini ekledi. "Kocanım ben senin; ister öper, ister seversin. Bunları yaparken kimseden utanmana gerek yok güzel karım." "İstersem dövebilirim de değil mi kocam? Biraz daha böyle arsız arsız konuşmaya devam edersen büyük bir zevkle seni döveceğim de." Söylenmeli sesime karşı Demir beni göğsünden uzaklaştırdı. Kısa bir süre yüzümde dolaştırdığı bakışlarından sonra burnumun ucuna işaret parmağıyla dokunarak yüzlerimizi eşitledi. "Hayır karıcığım sadece öpüp sevmek serbest, bir de çok utandığında göğsümde saklanman." Demir cümlesiyle daha fazla utanacağımı çok iyi biliyordu. Beni göğsüne çekerek saklanmam için alan oluştururken sıkı sıkıya sardığı kollarıyla beni sıcaklığı ile kuşatıyordu. Bu halimize şahit olan Demet teyze şen sesiyle "Gençlikte başka güzel canım, baksana birbirlerine ne kadar aşıklar." dedi. Bu cümleden sonra Demir'in göğsüne yaslı olan başımı, geriye doğru çekip aşık olduğum adamın derin kahvelerine kısa süreli baktım. O çok güzel bakıyordu ve kısa süreli gerçekleşen bu bakışmada bile aşkı kalbimin derinliklerine doğru yol alıyordu. "Yaşlandığımız zaman bile birbirimize yine böyle aşk dolu bakacağız güzel karım, o zaman da gençlerin bizim için aynı sözleri söylediğini duyacağız." Demir'in cümlesiyle onun yaşlanmış halini hayal ettim. O, her ne olursa olsun gözümde çok yakışıklı olacaktı ve aynı şu an olduğu gibi onu yaşlılığımda da çok sevecektim. "Birbirimizi hep sonsuz sevelim yakışıklı kocam." Demir fısıltılı sesimle söylediğim cümleye karşı, başını kendinden emin bir şekilde salladı. Onunla zaman kimi zaman çok hızlı, kimi zaman da çok yavaş ilerliyordu ve şu an zaman kavramını kaybeden benliğim, bu bakışmaları sonlandırmam gerektiğini bana hatırlatıyordu. "Hadi artık evimize gidelim ve Karhan ailesinin en güzel gününe ortak olalım." Cümlemden sonra Demir elimi tuttu. Araçlarımıza gitmek için adımlarımızı atmaya başladığımız sırada "Söylediğin gibi yapalım Haniftam." dedi ve ardından hiç beklemeden arabalarıma doğru yol aldık. ⏳ Saat 20:50 Kapıyı çaldığımızda hepimiz çok heyecanlıydık. Sonunda Deren anne ailesiyle buluşacak ve kalbinde görmezden geldiği tüm yaralarını onlarla iyileştirecekti. Bu kısmı hayal ettikçe yüzümden bir türlü silinmeyen gülümseme ile Esra teyzenin açtığı kapıdan Demir'le beraber içeriye girdik. "Kızım misafirlerimiz nerede?" Deren annenin uzaktan gelen sesine doğru bakışlarımı çevirdiğim zaman sorduğu soruya "Kapıdalar anne." diyerek cevap verdim. Deren annenin kaşları şaşkınlık içinde yukarıya doğru yol alırken bu şaşkınlık aynı şekilde sesine de yansıyordu. "Kızım misafirin kapıda bekletilmeyeceğini sen çok daha iyi bilirsin." Adımlarını hızlı bir şekilde kapıya doğru atmaya devam ettiği zaman konuşmasına devam etti. "Yoksa Gülay ve Zeliha geldiği için bana sürpriz mi yapmak istiyorsun?" Kapıyı açmak için sağ elini kapıya uzattı. O sırada bakışlarını bana çevirerek "Evet evet kesin öyle yapıyorsun; çünkü sen, misafirlerimizi asla bu şekilde kapıda bekletmezsin." dedi. Onun beni bu şekilde tanıması mutlu olmamı sağlarken asıl beni mutlu edecek olayın bakışlarını açtığı kapıya çevirdiği zaman gerçekleşeceğini biliyordum. Sonunda Deren annenin bakışları, 32 yıldır hasret kaldığı aile bireyleriyle buluşuyordu ve gerçekleşen bu buluşma ile özlem çeken hüzünlü sesi, evde acıyla yankılanıyordu. "Anne! Baba! " ................................................................. O halde yaralar sarılsın ve gönlü yaralı kimse kalmasın ❤️ |
0% |