@hanifta_hanim
|
Hüzün ve mutlulukla geçen bir buçuk saat, herkesin çok acıkması sonucu zorunlu olarak yemek masasında sonlandırılmıştı. 17 kişiden oluşan bereketli yemek masamızda Adapazarı'ndan beraber geldiğimiz Halil dede, Saliha ninemiz, İhsan dayı ve İlknur yengeyle beraber çocukları; Cesur, Rümeysa ve Nisa da aramızda bulunuyordu. Manisa'dan gelen Demet teyze eşinin işlerinden dolayı çocukları; Sevgi, Ömer, Yusuf ve Berra ile soframızı pozitif enerjisiyle şenlendiriyor, tiz sesiyle söyledikleri birleşince bizi kahkahaya boğuyordu. Saliha ninenin gülümseyen gözleri sofrada dolaştıktan bir müddet sonra bana doğru döndü. "Bu yemeklerin hepsi etli torunum, peki sen ne yiyeceksin?" Deren anne, benim kuzenlerimin geleceğini bildiği için tüm yemekleri onlar ve etobur kocam için etli yaptırmıştı; çünkü Trabzon'da kaldığımız süre boyunca sofrada etoburların konuşmaları, tartışmaları asla bitmek bilmiyordu, hepsi de eti en çok sevenin kendi olduğunu iddia ediyordu. Saliha ninenin sorusundan sonra bakışlarımı, tekrar masada bulunan yemeklere çevirdim. Yemeklerin hepsi iştah açıcı görünse de hiçbirinden yiyemez, anneannenin aklına başka bir şeyin gelmesine neden olamazdım. "Çorba içerim anneanne, zaten benim canım sütlaç çekiyordu." Demir kaşlarını çatıp "Neden etli yemeklerden yemiyorsun? Güzel bir şekilde beslenmen gerektiğini biliyorsun." dedi. Canım kocam zaten yememe içmeme dikkat ediyordu; lakin bu dikkat etme işi doktorun cümlelerinden sonra çığırından çıkmış gibi görünüyordu. "Unutkan kocam, hani ben bir kaç gündür etle aram olmadığı için yiyemiyorum ya, yine mi unuttun?" Demir bir tek işine geldiği cümleleri ince şekilde anlayıp kendi isteği doğrultusunda yorumlamayı bildiği için söylediğim cümlelere anlamsız bir bakış atarak baktı. "Evet torunum, ben de bugün Halil beyi et aldırmaya gönderecektim, gelinim bu ara yiyemediğini söyleyip beni engelleyince gönlü olsun diye bir daha ses etmedim." Anneannenin sözünden sonra Demir'in bacağını hafif dürttüm. Bakışları tekrar beni bulduğu zaman sonunda niye böyle söylediğimi anlamış görünüyordu ve bunu "Evet hatırladım." demesiyle doğruluyordu. Demir, sandalyemi kendine doğru çekerek kulağıma doğru eğildi. "Senden öğrenmem gereken çok şey var Haniftam." Fısıldadığı cümleden sonra onun gözlerine bakacak kadar aramızdaki mesafeyi açtım. "Seve seve öğretirim hayatım, sen yeter ki incelik öğrenmek iste." Birbirimize son bir kez tebessüm edip sandalyemi eski yerine çektim. Gözüm masadaki yemeklerde kalmış olsa da önümde duran çorbadan iki kaşık aldım. O sırada servis yapmak için Kader'in geldiğini görünce ona dokunarak bana bakmasını sağladım. İşimi garantiye almam gerektiğini bildiğim için yüzümü tamamen Demir'in bakış açısından çıkararak sessizce dudaklarımı oynattım. "2 kase sütlaç getirir misin? Ben kalkıp alacak olsam Demir'e yakalanırım." "Demir Bey'in kesin emri var, o yüzden getiremem Beyza." "Aşk olsun Kader, 2 sütlacın lafını mı yapıyorsun? Hem bebeğimin canı çekti teyzesi, şimdi bebeğim seni kötü teyze olarak tanırsa bir daha arayı zor düzeltirsin benden söylemesi." Kader duyduğu cümleden sonra "Ben de mi teyzesi olacağım?" diye sordu. Kafamı olumlu anlamda salladıktan sonra sırıtarak Demir'i işaret ettim. "Halası olmayı istemezsin diye düşünüyorum." Kader'in bakışları arkamda bulunan canım eşime gitti, peşine de kafasını hala olmayı istemediğini gösteren tarzda sağa sola salladı. "İşte o yüzden sevgili yeğenin için sütlaç getirmeni istiyorum teyzesi hem de bol tarçınlı." Kafasını tamam anlamında salladıktan sonra sofradaki servisini bitirip mutfağa gitti. Birkaç dakika içinde elinde bulunan iki kase sütlaç ile beraber geldiğini görünce gözlerimle kısa süreli Demir'i taradım hem karşısındaki dayısıyla konuşuyor hem de yemeğini yiyordu. Sol dirseğimi masaya koyup yüzümü onun görüş alanından çıkardım. Kader'in getirdiği sütlaçları salata tabağının arkasına sakladığım sırada "Teşekkür ederim balım." diye fısıldadım. Teşekkürüme Kader, içten bir şekilde gülümseyerek karşılık verdi ve ardından mutfağa doğru ilerledi. Yakalanmamak adına bakışlarımı tekrar sol tarafımda oturan eşime çevirip kontrol etme gereği duydum. Şükürler olsun ki dayısıyla muhabbetine devam ediyordu. Mutlu bir şekilde yüzümü bakış açısından çıkarıp sütlaçtan bir kaşık aldım. İçime çektiğim nefesle beraber gözlerimi kısa süreli kapatırken damağımdaki lezzete odaklandım. Tamam normalde de tatlıya düşkün birisiydim; ama son zamanlardaki durumum bağımlılık derecesinde artmıştı ve normalde iradeli biri olmama rağmen iradem, tatlı karşısında sıfırlanmıştı. Amann Beyza, bu sürecin tadını çıkar ve şu an damağını şenlendiren lezzete odaklan. İç sesimin verdiği akılla gözlerimi açıp sütlaç yemeye devam ettiğim zaman bunun geçici bir süreç olduğunu kabul ettim. Tam da bu sırada sağ kolumun eklem yerinin kaşındığını hissetsem de bu durumu görmezden geldim. "Yenge artık ben de ağabeyime hak veriyorum." Bakışlarımı sesin geldiği yöne yani sağ tarafıma doğru çevirdim. Normalde sol çaprazımda oturması gereken kankam, yerini dayıya verdiği için bugün benim yanımda oturuyordu. "Trabzon'da da böyleydin, bak dayanamayıp yiyorsun ama bu durum vücudunda kaşınma yapıyor. Doktorun 'Yiyecekse de mutlaka sağlıklı bir şekilde beslendikten sonra yesin.' dediğini hatırlamıyor musun?" "Yağız, ben de biliyorum; ama bu, şu an için engel olamadığım bir durum." Biraz daha bakışlarımı ona doğru çevirdim ve yaşadığım bu sıkıntılı süreci anlamasını umdum. "Şımarıkça bir istek değil de bağımlı bir insanın istemesi olarak düşün." Bakışlarımı Yağız'dan çekip "İşte bu durum benim için gerçekten çok acınası." dedim ve sütlacı kaşıklamaya devam ettim. "Ağabeyim şu sütlaçları yediğini öğrendiğinde ne yapacak biliyorsun değil mi?" Yağız'ın sorusuyla Demir'in 'Bir daha aç karnına tatlı yediğini görür veya duyarsam onları midenden zorla çıkartırım Beyza ve bunu yaparken hiç zorlanmam.' sözü kulağıma çalındı. Elimi sağa sola sallayıp düşüncelerimi uzaklaştırırken "Keyfimi kaçırmasana bee! diye çemkirdim; ama söyledikleriyle keyfimi kaçırmayı başarmıştı. Ona yandan memnuniyetsiz bir bakış atarak "İnşallah amca olarak bir işe yaramayı ve bu durum karşısında beni, ağabeyinin elinden kurtarmayı düşünüyorsundur?" diye sordum. Sorduğum soruya karşılık Yağız, gülümseyerek konuşmaya başlayacağı sırada Demir'in sorduğu soruyu duydum. Elimdeki kaşığı masanın altına doğru indirip ona baktım. "Sevgilim, çorbanı neden bitirmedin ve neden yan şekilde oturuyorsun?" Önümdeki tabağa baktığımda çorbadan iki kaşık aldığım için hâlâ dolu görünüyordu ve ben, sütlacın ağzımda bıraktığı o güzel lezzeti, şu an çorba içerek bozmak istemiyordum. Kaşığa çorba alıp "Sevgilim, ben başka şeylerden de yiyorum." dedim. Sorduğu diğer soru aklıma geldiğinde ise konuşmama devam ettim. "Sen dayınla muhabbet ediyorsun diye ben de destek alarak bir şeyler yiyeyim dedim. Yani o yüzden için rahat bir şekilde dayınla konuşmaya devam edebilirsin." Demir'in bakışları yüzümde dolaşmaya başladığı sırada hafif bir şekilde gerilmeye başladım; çünkü beni sütlaç yerken yakalaması isteyeceğim en son şeydi, hele ki Yağız'ın hatırlattığı cümleden sonra kesinlikle yakalanmaman gerekiyordu. Şükürler olsun ki tam da şu an dayısı ona soru soruyordu. Kendime bulduğum çıkış kapısı ile "Bak dayın sana soru soruyor." dediğimde tebessümle burnumu sıkıp dayısının sorusunu cevaplamaya başladı. Ben de bu kısmı değerlendirerek çorba kaşığını yerine koydum. Eski şeklimi aldığım sırada Kader'e sırıtarak 2 tane daha sütlaç getirmesi için işaret ettim. Ne kadar omuzlarını hayır anlamında kaldırsa da yüzümün üzgün şekline kıyamamış olacak ki tekrar 2 kase sütlaç getirdi. "Yeter artık Beyza, kesinlikle bir daha getirmeyeceğim." "Tamam tamam, sen boş kaseleri al ki yakalanmayalım." Tam eline boş kaseleri alacakken Demir, önündeki servisi kaldırması için yanına çağırınca kaseleri alamadan yanımdan ayrıldı. 3. kaseyi keyifle yerken sütlaç kasesinin küçüklüğünü sorguluyordum. Keşke daha büyük kaseye koyulsaymış diye düşündüğümde Demir'in öfkeli sesini duymam ile masadan kalkıp koşturarak Deren annenin arkasına saklanmam bir olmuştu. "Ben, sana aç karnına tatlı yemeyeceksin demedim mi?" Hain adamın tırsmama neden olan sesine karşılık "Hayır hayır... Önce 2 kaşık çorba içtim." açıklaması yaptım. Demir'in gözlerimde olan bakışları salata tabağının arkasına sakladığım sütlaç kaselerine doğru kaydıktan sonra tekrar bakışlarını gözlerime çıkardı; ama bu sefer gözlerine alev saçan bakışlar eklemiş gibi görünüyordu. Aşk dolu bakışlarına alışan yanım, mızmızlanarak bana öyle bakma demek istiyor olsa da vicdansız kocamın söylediği cümle şu an bunun sırası olmadığını bana kanıtlıyordu. "Hemen buraya geliyorsun!" Sert sesiyle söylediği cümleye karşılık Deren annenin bluzuna sıkı sıkı yapıştım. "Hayatta gelmem, resmen gözlerinden alev çıkıyor. Hem alt tarafı 3 kase sütlaç yedim pinti adam, ne kıymetli tatlıların varmış!" Demir duyduğu cümlem karşısında şaşkınlık dolu bir ifadeyle kaşlarını yukarıya kaldırdı. Masadaki misafirler, olayın ne olduğunu bilmediği için İhsan dayı "Oğlum sütlaç yediği için bu kadar kızılır mı? Baksana kız korkudan, annenin bluzuna nasıl yapışmış" diye Demir'i durdurmaya çalıştı. Dayının söylediği sözden sonra yüzümü çok daha masum bir ifadeye getirerek "Hem de üç tanecik yedim diye bağırıyor dayıcığım." dedim. Demir duyduklarına karşı demek öyle der gibi kaşlarını yukarıya kaldırarak bana baktı, ardından da dayısının sorusunu yanıtladı. "Dayı uzun süredir tatlıyla besleniyor ve doktor kaşındığı için tatlı yemesini yasakladı. Yiyecekse de sağlıklı beslendikten sonra yemesini söyledi." Demir'in ciddi sesiyle söylediği cümle birleşince beni banyoya götüreceğini daha iyi anladım. "Anne... Anne ne olur, o söylediğini yapmasın." Deren annenin sıkı sıkı tuttuğum bluzu da ses tonum da ne kadar çok gerildiğimi gözler önüne seriyordu. Deren anne ayağa kalkıp önüme geçtiği sırada "Eğer öyle bir şey yapacak olursa onunla konuşmam küserim." dedim; ama Demir adam öyle bir bakıyordu ki cümlemi yeniden devam ettirme mi sağlıyordu. "Anneee! Ne olur engel ol." Demir masanın köşesinden döndüğü sırada kesinlikle ondan uzak durmam gerektiğini daha iyi anlıyordum. Gözlerinde yine aynı ayarsız ifade vardı. O beni yakalar yakalamaz kalabalığa aldırış etmeden omzuna atacak, soluğu odamızdaki banyoda aldıracaktı. İlk günden buradaki kişilere rezil olmaya meraklı değildim. Hemen annenin arkasından çıkıp masanın etrafından dönmeye başlarken anne, Demir'i durdurup "Oğlum, hamilelikte böyle şeylerin olması çok normal. O yüzden bırak kızı, boş yere korkutma." dedi. "Gülüm, sen hamile misin?" Teyzenin sorduğu soruya kafamı evet anlamında sallayınca gözüm önümdeki sütlaca gitti. Haksızlıktı... Bu durumda bile canımın çekmesi de ağzımın suyunun akması da haksızlıktı. Hele irademin ani bir şekilde yok olması çok daha büyük bir haksızlıktı. Allah'ım kendime bir türlü engel olamıyorum, en kısa sürede eski iradeli Beyza'ya dönüşmek için bana güç ver. "Anne, ona kıyamadıkça yemek yemeyi bıraktı. Hasta olacak diye çok korkuyorum. Bak nasıl kaşındığını sen de görüyorsun. Onun çaresizce kaşınan halini görünce içim acıyor. Benim Haniftama yazık değil mi?" Sanki daha demin irade isteyen ben değilmişim gibi Demir'in annesi ile konuşan durumundan faydalanıp sütlaç kasesinden iki kaşık daha aldım; fakat tam bu esnada Demir'in sesi korkudan kaşığı elimden düşürmeye neden olmuştu. "Bak hâlâ yiyiyor, kesinlikle acımayacağım doğru banyoya!" Üzerime doğru gelirken, "Yağız, odama çıkıp kapımı kilitleyene kadar ağabeyini tut!" diye bağırdım. Ben kaçıyor, o peşimden insafsızca koşturuyor, masadaki herkes ise ikimizin haline gülüyordu. Cümlemi duyan Yağız, yerinden kalkıp ağabeyinin önüne geçtiğinde kollarından tuttu. "Bir kere daha izin ver ağabey, bir daha yapmaz." "Asla! Siz kollarının halini bilmiyorsunuz, kaşımaktan yara oldular." Yağız, "O kadar ciddi olduğunu bilmiyordum ağabey." dedikten sonra bakışlarını bana çevirerek "Kusura bakma yenge, ağabeyim haklı." dedi ve iki dakikada taraf değiştirdiğini Demir'in kollarını bırakarak gözler önüne serdi. Merdivenlerden hızla koşarken onun taraf değiştiren yanına söylenerek "Abisi kılıklı canavar, iki dakikada tarafını değiştirdin!" diye bağırdım. Koşturmaya devam ettiğim sırada Demir'in aramızdaki mesafeyi kapattığını gördüm. Bunu görmemle adımlarımı sonlandırıp yönümü Demir'e çevirdim. Kendinden bağımsız bir şekilde ellerim, durması için yukarıya doğru kalkarken gözlerinde gördüğüm ifade rezil olmamın an meselesi olduğunu avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Belki insafa gelir diye konuşmak için dudaklarımı aralıyordum; ama sesim o kadar heyecanlı çıkıyordu ki kontrol altına almakta zorlanıyordum. "Hayır Demir, sakın! Kafana estiği gibi beni omzuna atamazsın!" Duyduğu cümle ile beraber Demir'in yüzüne keyif dolu bir ifade yerleşirken üzerime attığı bir adımla beraber "Peki buna kim ve ne engel olacak?" diye sordu. "Anneee!" Onu kimsenin durduramayacağını belli eden üstünlük dolu bir gülümseme ile beni omzuna attığında annesinin sesini duymasıyla beni hızlı bir şekilde yere indirmesi bir olmuştu. Demek ki o, durdurulamaz değildi. "Oğlum artık omzuna atamazsın, bebeğinize bir şey olacak!" Demir telaşlı gözlerle beni baştan aşağıya süzerken "İyi misin?" diye sordu. Kafamı evet anlamında salladıktan sonra annesine dönüp "Dün de omzuma atıp odaya götürmüştüm. Bir şey olmuş mudur?" diye sordu. Demir'in sesi çok korktuğunu gözler önüne seriyordu. Anne de bunu anladığı için sesini sakin bir tonda tutarak "Bebek daha çok küçük, bir şey olmamıştır; ama çok dikkatli olman gerekiyor. Bundan sonra güzel kızımı kafana her estiğinde omzuna atıp istediğin yere götüremezsin." dedi. Ohh be sonunda Demir beni omzuna atarak bir yerlere götüremeyecekti. Bu durum karşısında içten içe sevinirken Demir, bakışlarını annesinden çekerek bana doğru çevirdi. "Hemen doktora gidiyoruz Beyza." "Lütfen abartma Demir, saat neredeyse gece yarısı olmak üzere." Bakışlarım yüzünde dolaşmaya devam ettikçe konuşmayı onu rahatlatan şekilde sonlandırıyordum. "Yine de sen iyi hisset diye yarın doktora gideriz. Anlaştık mı?" Yüzümü iki elinin arasına aldı. Korkulu sesiyle "Sevgilim, ne olur itiraz etme, sorun olmadığını öğrenmem gerekiyor, yoksa sabaha kadar gözüme bir saniye bile uyku girmeyecek." dedi. Ona kıyamayan yanım söylediğini kabul etmek için dudaklarımı aralamaya neden oluyordu; lakin aklıma gelenle içten içe mutlu olmadan da duramıyordum. Nihayetinde ona nasıl kıyamayıp gece yarısı da olsa doktora gitmeyi kabul ediyorsam onun da bana kıyamıyor olması gerekiyordu. "Bir şartla..." Söylediğimi kabul etmesi için sesimi daha tatlı bir tona getirerek konuşmama devam ettim. "Döndüğümüzde sütlaç yememe izin vereceksin." Elleri yanağımdaki yerini korurken baş parmağını nazikçe oynatarak tenimi okşuyordu. "Güzel karım, kolunun eklem yeri kaşımaktan yara oldu, uyku arasında bile kaşıyorsun. Benim hoşuma mı gidiyor sanıyorsun?" Kafasını olumsuz anlamda salladıktan sonra gözlerime daha derin baktı. "Senin bu haline kıyamadığım için izin vermiyorum ve sana bir şey olacak diye çok korkuyorum. Yapma ne olur." Söylediklerine ben de hak veriyordum; ama kendime de bir türlü engel olamıyordum. Üzgün sesimle konuşmaya başladığımda en az benim kadar onun da yüzündeki hüznün arttığını görüyordum. "Demir önceden böyle olmadığımı sen de biliyorsun. Tamam eskiden de tatlıya düşkündüm ama yemeklerimi yiyip o şekilde tatlı yiyordum veya bu şekilde tatlı diye kıvranmıyordum. Şu an yaşadığım süreçte içimi kaplayan o hisle baş edemiyorum. Hatta rüyalarıma bile çeşit çeşit tatlılar eşlik ediyor ve yeni güne gözümü açarken bile yenik olarak başlıyorum." Sağ elimi yanağımda bulunan sol elinin üzerine getirdiğimde beni anlamasını istiyordum. "O yüzden ne olur izin ver de istediğim kadar yiyeyim. Hem uyurken uzun kollu gecelik giyer, öyle yatarım olmaz mı?" Demir içine çektiği derin bir nefesle beraber gözlerimin derinliklerine baktı. Kesinlikle yaşadığım bu zorlu süreci şu an daha iyi anlamış olmalıydı; çünkü tüm samimiyetimle içimdekileri ona dökmüştüm. Nihayetinde o da irade konusunda zayıf olmadığımı çok iyi biliyordu. "Olmaz sevgilim, söz konusu senin sağlığın ise bunun için kötü kişi olmaya razıyım." Yanağımdaki ellerini çektikten sonra elimden tutup merdivenlerden inmeye başladı; lakin cümlesi de şu an içimde aşamadığım süreci anlamaması da beni çok üzmüştü. "Ben tatlı yiyemediğim için uyuyamayacaksam sen de meraktan uyuma. Seninle hiçbir yere gelmiyorum." Bir anda ağzımdan dökülen cümle ile elimi avuç içinden çektim. Derin nefes alarak baksa da ona arkamı dönüp sandalyeme oturdum. Bir tatlı için verdiğim tepkinin çok saçma olduğunu biliyor olsam da yarım kalan sütlacı gördükten sonra yaşadığım sürecin çok daha saçma olduğuna karar verdim; çünkü ben, sırf o sütlacı bitiremediğim için neredeyse ağlamak üzereydim. Bi' de bayıl istersen Feriha! Şu an iç sesimle bile saatlerce kavga edecek uyuz bir ruh haline bürünmüşken Demir yanımdaki sandalyeyi çekip yerine oturdu. "Hemen şimdi kalkıyorsun." Demir'in cümlesini duymamazlıktan geldim, nihayetinde ben de ona içimde baş edemediğim duyguları tüm samimiyetimle dile dökmüştüm; lakin o, hissettiklerimi anlamak istememişti. "Dün seni omzuma attığımda hemen indirmemiştim. Bir türlü içim rahat etmiyor Beyza, o yüzden ikinizin de iyi olduğunu bilmem gerekiyor." Demir'in cümlesine karşı Demet teyze kahkaha atarak "Gülüm, sen de ne diye ikide bir kızı omzuna atıyorsun? Un çuvalı mı bu kız, güzellikle konuşsana." dedi. Teyzenin dediklerinden sonra elimi göğsüme getirip 'ohh' işareti yaptığımda keyfim yerine gelmeye başlamıştı bile. Demir, yaptığım işareti de görünce kaşlarını kaldırarak bana baktı ve bu bakıştan sonra dişlerinin arasından "Çünkü o, söz dinlemeyen bir çocuk teyze!" dedi. Sesi yüksek çıkmamıştı ama yine de sinir bozacak bir tonda söylediği cümleler sinirimi bozarak işe yaradığını göstermişti. O halde onun da sinirinin bozulma vakti gelmişti. "Yalan söylüyor." Aklıma dün omzuna neden attığı gelince sırıtarak yönümü ona doğru çevirdim. Canım kocam şimdi kuracağım cümle ile yavaş yavaş sinirlenmeye başlayacaktı. "İstiyorsan dün beni neden omzuna attığını anlatabilirim Demir Erdem. Böylece kimmiş çocuk, onlar karar vermiş olur." Meydan okuyan cümleme karşı keyfim iyiden iyiye yerine gelmişti; lakin Demir'de durumlar hiçte böyle değildi. O şu an çatılan kaşları ile çok sevimli görünüyordu. "Ağzını büyük bir zevkle kapatırım sevgilim." "Bir dene istiyorsan." İlknur yenge, İhsan dayıya bakıp "Gençlik gibisi var mı İhsan, baksana ne kadar eğlenceliler." dediğinde dayı da iç çekip "Evet öyle hanım, insan bunları izlerken gençleşir." diye karşılık verdi. Tamam şu an Demir'i sinir etme evresine geçtiğim için ben de keyif almaya başlamıştım lakin bundan önceki süreçte yaşadıklarım hiçte keyifli değildi. "Sizi gençleştiriyor olabilir dayıcığım ama bu adam beni yaşlandırıyor. İzin verecek olsam nefes alıp vermeme bile kendi karar verecek." Yerimden kalkıp söylediğim sözlere Demir, "Tabii ki karışacağım, söz dinlemeyen, yaramaz bir çocukla evliyim." diye karşılık verdiğinde masanın diğer tarafına geçmek üzereydim. Kaşlarımı kaldırıp ona baktım. Şu an mesafeyi açtığım için rahatlıkla konuşabilirdim ve o istese de beni susturamazdı. Birazdan Demir'in yüzünü alacak şekli tahmin ettiğim için keyifle gülmeye başladım. "Ben miyim çocuk? Dün sınıftaki öğrencilere üzümlü keklerim dediğim için Demir kıskandı ve bana da söyle diye tutturdu. Söylemeyince de beni omzuna atıp sınıftan çıkardı." Canım eşimin yüzünü alan ifade şu an çok sevimli görünüyordu. Hatta o kadar sevimli görünüyordu ki bu ifadenin daha fazla büyümesi gerektiğini düşündüğüm için konuşmama devam ediyordum. "Neden biliyor musunuz? Çünkü çocuk gibi davranan o." Demir'in yüzünü kaplayan sevimli ifade tahmin ettiğim gibi çok daha fazla büyümüştü. Bu ifade karşısında dayanamayıp kahkaha atmaya başladığım zaman masadakilerin de kahkahama ortak olduğunu duyuyordum. Yağız, ayarsız kahkahasına ara verip "Sanırım şu an tüm karizman yerlerde ağabey." dedikten sonra gülmesine çok daha ayarsız bir kahkaha atarak devam etti. Tabii Demir'in ayağa kalkıp Yağız'ın omzunu sıkması Yağız'ın kahkahasını sonlandırmakla kalmamış, kıvranarak konuşmasını da sağlamıştı. "Tamam tamam, böylesi güçlü bir adamın karizması asla yerlerde olamaz!" Yağız kurduğu cümle ile ağabeyinin hedefinden çıkmış gibi görünüyordu; çünkü Demir, Yağız'ın omzundan elini çektiği andan itibaren sadece bana doğru bakıyordu. Gözlerimdeki bakışlarını hiç çekmeden üzerime doğru gelirken gözlerine yine aynı ayarsız bakışları eşlik ediyordu. Artık beni omzuna atamayacağına göre ne diye bu şekilde bakıp gerilme mi sağlıyordu ki? "Bunların hepsi rahat durmadığın için oluyor, biliyorsun değil mi güzel karım?" Demir'in cümlesiyle yandan yandan dayı ve annenin arasına doğru girdim. O sırada Yağız, kahkaha atarak "Rahat durmadığı için değil, sana üzümlü kekim demediği için oluyormuş ağabey." dedi. Duyduğum cümle ile tüm gerginliğim sıfırlanmakla kalmamış bir de üzerine içten bir kahkaha atmıştım. "Kankam seninle aynı kafada olmak, düşüncelerimi senin ağzından duymak gibi bir şey. " Yağız'a bakarak kurduğum cümle Demir'in beni kendi bedenine doğru çekmesi ile son buldu. "Seninle ne yapacağım ben?" O bu soruyu sorarken öyle güzel bakıyordu ki bakışlarıyla bile kalbimin ritmini bozuyordu. Bozulan ritmim Demir'in bir anda eğilip beni kucağına almasıyla boyut değiştirirken o, Kader'e seslenmeye başlıyordu. "Kader hemen çantasını getir, doktor hastaneye varmak üzeredir." Duyduğum cümleye "Demir, saçmaladığının farkında mısın? Bunun için doktor, evinden çağırılır mı?" diye sorduktan sonra sesimi yalvaran bir tona getirerek sessizce fısıldadım. "Söz veriyorum, itiraz etmeden seninle geleceğim. Yeter ki beni kucağından indir. Bu şekilde davranman gerçekten çok ayıp." "Tabii çağırılır. Benim karım da bebeğim de kıymetli arkadaş!" Demir bendeki bakışlarını kısa süreli masada gezdirdikten sonra "Hem kime ayıp olacakmış, nikahlı karımsın seni kucağıma alırken kimseden utanacak değilim." dedi. Ne yazık ki bunu söylerken sesi, benim gibi fısıltılı değil de gür çıkmıştı ve bir kez daha hiç utanmadığını göstermekten geri kalmamıştı. Demet teyze arkadan şen sesiyle "Aferin gülüm, millete ayıp olduğu falan yok. Değil mi kız anne?" diye sorduğunda anneanne "Onlar yeter ki mutlu olsun, bize de eğlence çıkıyor." diyerek tebessümle cevap verdi. Yanaklarım o kadar çok yanıyordu ki şu an renginin değiştiğine bile emindim. Bir kez daha şansımı denemek için ağzımı açacağım sırada Demir, Kader'in getirdiği çantaya uzandı. Konuşmak için Kader'in uzaklaşmasını beklerken neredeyse biz de kapıdan çıkmak üzereydik. "Sevgilim, milletin yanında kucağına alma ne olur, gerçekten bu benim için çok utanç verici." Demir duyduğu cümle ile bulunduğu yerde durdu. Bakışlarını yüzümde gezdirdikçe gözlerine yerleşen anlamlı bakışlara binlerce yıldız parıltısı ekledi. "Utanmanda sıkıntı yok sevgilim, rahat rahat utanabilirsin." Tekrar gözleri ile yüzümü taradıktan sonra içine derin bir nefes hapsetti. "Yanakların al al olunca sana takılı kalan gözlerim, daha da şenleniyor ve ben, sana dönülmez şekilde akıyorum." Ona bu kadar yakın olmak yetmiyormuş gibi güzel sözlerini duyan kalbim, hızlı şekilde atmaya başladı. Bakışlarıyla bile kalp atışlarımı değiştiren adamın cümleleriyle baş etmek daha zorlayıcı oluyordu ve kendimi, başımı göğsüne yaslayıp onun kalp atışlarını dinlerken buluyordum. Şahit olduğum kalp ritmi yine aynı şekilde çok güçlü attığı için gözlerim şükür eşliğinde kapanıyordu. "Güzel karım!" Demir'in heybetli sesiyle söylediği hitap ile beraber başımı göğsünden kaldırıp gözlerinin içine baktım. "Seni çok seviyorum." Sevgisi gözlerinden bile rahatlıkla okunan adam, o kadar büyüleyici görünüyordu ki bazen gözlerine bakarken zaman kavramı yok oluyordu. Yine zaman kavramının yok olduğu bu anda Demir "Sadece gözlerinle değil, bir de güzel sesinle söylemeni istiyorum." dedi. Ona duyduğum aşkı her fırsatta duymak isteyen adamın gözlerinin derinliklerine bakmaya devam ederken sesimi, aynı onun sesi gibi gür çıkarmaya özen göstererek "Ben de seni çok seviyorum yakışıklı kocam!" dedim. Ardından da güzel bakan adamın göğsünün üzerine onlarca öpücük kondurarak bu aşkı tekrar ettim. ⏳ ⌛ "Kusura bakmayın Şermin Hanım, sizi de bu saatte buralara kadar getirdik." Şermin Hanım daha cevap vermeden Demir, araya girip "Bebeğimiz iyi değil mi?" diye sorunca doktor gülümseyerek karşılık verdi. "Daha ultrason cihazına sokmadım bile Demir Bey, lütfen sakin olun." Demir'in göğsüne kondurduğum onlarca öpücükten sonra tekrar ettiğim cümleler Demir'in aklının başına gelmesiyle bir son bulmuştu ve o, buraya gelene kadar endişeyle iyi olup olmadığımı sormaya devam etmişti. "Sakin falan olamam. Benim yüzümden ikisine bir şey olursa kendimi affetmem." Doktor jeli karnıma sıkarken duyduğu cümle ile bakışlarını kısa süreli Demir'e çevirdi ve onun o haline gülümsedi. "Babamız çok korkmuş gibi görünüyor." Karnıma probu yerleştirdikten sonra "Tam olarak ne olduğu için gelmiştiniz?" diye sordu. "İki kere omzuma attım. Bir tanesinde bir kaç saniye omzumda durdu; lakin diğerinde bu süre çok daha uzundu. O yüzden biran önce ikisinin de iyi olduğunu bilmem gerekiyor." Endişeli bakışlarını üzerimde gezdirmeye devam ederken "İyiler mi artık söyleyin, yoksa çıldıracağım." dedi. Demir'in o halini görünce içim ona daha fazla akıyor, ayrıca onun bu şekilde korktuğunu görmek, onun kalbindeki yerimizi daha iyi hissetmemi sağlıyordu. "Sakin olun Demir Bey." Doktor işaret parmağıyla ekrana dokunarak "Bakın kese burada ama çok çok küçük, daha 5 haftalık." dedi. Ekrandaki bakışlarımı orada tutmaya devam ederken bir yandan da başparmağım ile elimi sıkıca tutan kocamın elinin üzerini okşuyordum. "Bundan önce doktora gittiğimizde doktorumuz keseyi görememişti. Bak şimdi keseyi de gördük hayatım." Bakışlarımı Demir'e çevirdiğim zaman onun endişeli halinin ortadan kalkmasını istiyordum. Yüzümdeki tebessümü büyütmeye özen gösterdim, peşine de sesimi tatlı bir tona getirerek "Lütfen artık korkma." diye fısıldadım. Cümlemin ardından Demir alnımı öptü. Birkaç saniye alnımda tuttuğu dudaklarını geriye doğru çekip gözlerini olumlu anlamda kapatıp açtı. Tekrar ekrana dönen dikkatli bakışları ile doktora "Neden bebeğimi değil de keseyi görüyoruz?" diye sordu. "Daha bebeğinizi görmek için çok erken Demir Bey, biraz daha büyümeye ihtiyacı var." Sandalyesini bize doğru döndürerek konuşmasına devam etti. "Sizde artık dikkatli olun, aklınıza estikçe karınızı omzunuza atmayın." Doktor probu karnımdan çekip silmem için peçeteyi uzattığında Demir, benim almama fırsat vermeden doktorun elinden peçeteyi aldı ve jeli silmeye başladı. Jeli sildikten sonra da doktorun prob cihazını koyduğu yere elini koyup "Bir daha omuza atıp kaçırmak yok. Bebeğimle annesinin zarar görebileceğini bilseydim, asla öyle bir şey yapmazdım." dedi. O, öyle güzel ve şefkatli görünüyordu ki şimdiden babalığa hazır olduğunu hareketleriyle de düşünceleriyle de belli ediyordu. Gözleri gözlerimle buluştuğunda "Öyle güzel baktığın zaman aklımda da fikrimde de-" dedikten sonra doktorun yanında olduğumuzu hatırlamış olmalı ki susup alt dudağını ısırdı. Onun o haline sessizce gülümserken yerimden doğrularak kulağına doğru fısıldadım. "Çok arsızsın kocam..." ⌛ Sonunda pijama takımlarımı giyinmiş bir şekilde yatağımda oturuyordum. Saçımın ıslaklığını havluyla almaya devam ederken Demir, lacivert eşofman altının üzerine giydiği beyaz tişörtüyle giyinme odasından çıkıp yanıma doğru geldi. Hiçbir şey söylemeden yanıma oturduktan sonra bir süre gözlerimin içine baktı. Belki konuşur diye bekledim fakat o konuşacak gibi görünmüyor, bugün öğrendikleri ile düşünce deryasında gezinmeye devam ediyordu. Elimle dizimi işaret ederek “Hadi biraz başını yasla.” dedim. Hiç beklemeden başını dizlerime koyduğunda ise sessiz bir şekilde saçlarını okşamaya başladım. O konuşana kadar konuşmayı düşünmüyordum; çünkü bazı sessizliğin şifa barındırdığını biliyordum. Aradan geçen uzun süre sonrasında Demir “Tuhaf bir hismiş.” dedi. Saçını okşamaya devam ederken yönünü bana doğru çevirdi ve gözlerimin içine bakarak konuşmasını devam ettirdi. “Deden saçlarını okşadığı zaman yüzünü alan ifadenin nedenini şimdi daha iyi anlıyorum.” Söylediği cümle ile kalbim titremiş olsa da gülümsedim ve önüne düşen saçını arkaya doğru götürerek saçını okşamaya devam ettim. Ben kalbindeki boşluklar kapansın istiyordum lakin bu boşluklar o kadar çoktu ki ben kapattıkça yeni boşluklar gün yüzüne çıkıp duruyordu. “Gözlerin ayna gibi Beyza.” Saçını okşadığım elimi tutup avuç içime içten bir öpücük kondurduktan sonra konuşmasına devam etti. ”Aksini iddia etsen de o boşlukların hepsi seninle kapandı. O yüzden bu duyguyu seninle keşfettiğim için mutluyum ben güzel karım.” İşte benim bilmediğim kısım buydu. Gerçekten bir insan ailesi tarafından oluşan boşlukları eşiyle doldurabilir miydi? Cevabını bilmediğim onlarca soru biriktikçe yüreğimde Demir’in derin bakan kahvelerinde bu soruların cevabını arıyordum. “Hep mutlu ol hayatım.” Verdiğim cevaptan sonra Demir’in sol eli yanağımı kavradı. Baş parmağıyla okşadığı tenimin hissettirdiği huzur, gözlerimin kapanmasına neden olduğunda teninin sıcaklığındaki muhteşem denge her zaman olduğu gibi kuşatıcıydı ve ben, onun tarafından kuşandıkça benliğimin onunla dolup taştığına şahit oluyordum. Şahit oldukça da sorduğum sorunun cevabını artık biliyordum. Gözlerimi açıp Demir’e bakarken bulduğum cevapları ona kabul ettiremeyeceğimin farkındalığıyla bakışlarım, saçlarına doğru kaydı ve ne olduysa işte o an oldu. “O saçındaki bit mi!” Söylediğim cümleye anlamsız bir bakış attığı zaman yeteri kadar tepki vermemiş olduğuma karar verdim. “Demir sanırım saçında bit var!” Bu sefer sesim çok daha yüksek çıkmıştı. Demir vücudunu dikleyip bana inanmaz gözlerle bakarken düşüncesini “Saçmalama Beyza.” diyerek dilinden döküyordu. “Ne demek saçmalama Beyza? Bit diyorum, bit.” Elimi saçıma götürerek kaşımaya başladığımda kendimi tebrik etmek istedim. Yine her zaman olan şey olmuş, huylandığım için kaşınmaya başlamıştım bile. Bari şu an için deli gibi kaşınmaya başlamasam olmuyor muydu? Hızlı bir şekilde yataktan kalkıp üzerime kimonomu geçirdim. Bir yandan kaşınıyor, bir yandan da Demir’in bakışlarını göğüslüyordum. “Sevgilim hemen buraya geliyorsun ve beraber uyuyoruz.” Yanıma doğru gelmeye başladığı zaman hemen tülbenti alıp odanın kapısına doğru ilerlemeye başladım. “O saçın kontrol edilmeden seninle aynı yatağa girmem imkansız Demir.” Tekrar başımı kaşıdım. “Şu halimi görmüyor musun?” Tam kapıyı açtığım sırada Demir, elini bel boşluğumdan geçirerek çıkmamı engelledi ve açtığım kapıyı kapatarak beni kendine doğru çevirdi. “Güzel karım saçımda bit falan yok. Neden seninle bir günüm normal bir şekilde geçmiyor?” Duyduğum soruyla beraber kaşlarım yukarıya doğru yol aldı. Yine anormal geçen günlerimizin altındaki nedenin ben olduğumu düşünen adam, kendi yaptıklarından bi’haberdi. Sanırım o, beni omzuna atmasının çok doğal bir davranış olduğunu sanıyordu. Şimdi konuyu dağıtmak istemediğim için “Şu an benim ne suçum var ki bitlenen sensin.” dedim. Tekrarladığım hayvan ismiyle başımdaki kaşınma artmış görünüyordu ve tam da şu an onun göğsünün üzerindeki sol elimi de başıma götürerek kaşımaya devam ediyordum. Gözlerimdeki bakışları ellerime gittikten bir süre sonra “Bitlenen bensem kaşınan neden sensin Haniftam?” diye sordu. Tam ağzımı açıp huylanıyorum diye söyleyecekken cümlemi yutmam gerektiğini hatırladım ve ani bir şekilde onu kendimden uzaklaştırdım. “Lütfen daha fazla zaman kaybetmeme neden olma Demir. Annene, gelip saçını kontrol etmesini söyleyeceğim.” Gözlerine bakmaya devam ederken Demir’in kafasını olumsuz olarak iki yana salladığını gördüm. İlla onu deli edecek cümlelerin dilimden dökülmesine neden olacak, ancak o şekilde yola gelecekti. ”Eğer bunu yapmama izin vermezsen gidip yan odada uyuyacağım.” Söylediğim cümleye karşı Demir’in kaşları yukarıya doğru yol alırken “Beni kolaylıkla çıldırttığını daha önce söylemiş miydim?” diye sordu. Ellerimi arkadaki kapının koluna götürüp açtığım sırada “Hem de defalarca söyledin sevgilim.” dedim ve hiç beklemeden açtığım kapıdan çıkarken ekledim. “Peki sen, en bi’ sevdiğim dakikaların seni çıldırttığım dakikalar olduğunu biliyor musun?” Demir’in vereceği cevapların içinde arsız cümlelerin olacağını bildiğim için hiç beklemeden koşmaya başladım. Arkamdan “Dikkatli ol Beyza ve artık ne olursa olsun koşma.” dediğini duydum. Onun içinin rahatlaması istediğim için hemen adımlarımı yavaşlatıp yürümeye başladım. Alt kata indiğim zaman hiç kimsenin salonda kalmadığını gördüm, gerçi saat gecenin iki buçuğu olmuştu. Bu saatte artık odalarına çekilmeleri çok normaldi. İnşallah Deren anneyi uyumadan yakalarım diye düşünerek odasına doğru ilerlediğim vakit kapının açık olduğunu, içerden ise konuşma sesleri geldiğini duydum. Biraz daha yaklaştıktan sonra ise Deren annenin yanındaki kişinin Demet teyze olduğunu gördüm. “Gelebilir miyim?” İkisinin bakışları bana doğru döndükten sonra Deren anne elini uzatarak “Gel güzel kızım.” dedi. Hiç beklemeden gidip uzattığı elini tuttum. “Gülüm sen daha niye uyumadın? Oysa kocan seni odaya çıkarırken bugün çok yorulduğun için artık dinlenmen gerektiğini söyleyerek çıkarmıştı.” Demet teyzenin cümlesine karşı gülümseyerek baktım. Onların diline çok erken düştüğümün farkındaydım; ama yine de bu duruma razıydım. Yeter ki bu aile de benim ailem gibi birbirine bağlı bir sevgiyle kuşansın ve her birinin yüreğindeki eksiklik bir son bulsun diye iç geçirirken “Evet öyle yapmıştı teyzeciğim; lakin ben, biraz da olsa sizi görmek istedim.” dedim. İkisi de “İyi etmişsin.” dedikten sonra birkaç dakika lafladık, laflarken de Demet teyzenin kocasının Demir’den aşağı kalır bir yanı olmadığını da öğrenmiş olduk. İlk defa birbirlerinden ayrıldıkları için eşi aynı şu an olduğu gibi tekrar Demet teyzeyi arıyordu. “Ben en iyisi odama gideyim abla.” Deren anne başını tamam anlamında salladığı zaman teyze yanımızdan ayrıldı, ben de anneyi ayağa kaldırarak konuşmaya başladım. “Anne, ben aslında seni çağırmaya gelmiştim ama muhabbet ediyorsunuz diye bozmak istemedim.” “Hayırdır kızım? Kötü bir şey yoktur umarım.” Odama doğru konuşarak gitmeye devam ettiğimiz sırada “Demir bitlenmiş olabilir diye düşünüyorum.” dedim. Söylediğim cümleye Deren anne şaşırmış bir ifadeyle baktığında ise konuşmaya devam ettim. “Bit bu yaşa, boya posa, yakışıklılığa bakmaz.” Tabii bunu derken yine kaşınmaya başlamıştım. En iyisi şu hayvancağıza başka bir isim bulmak diye düşünürken odadan içeriye girdik. Demir odada bir sağa bir sola doğru adımlıyor, gergin bir şekilde görünüyordu. “Nerede kaldın Beyza?” Onu bıraktığım zaman bu şekilde gergin olmadığı için biraz şaşırmış olsam da sesimi yumuşak bir tona getirerek “Dikkatli olmamı istediğin için biraz geç kalmış olabilirim.” dedim ve bu sefer konuşmama onun gerginliğini atmak için odak noktasını değiştirmek üzere başladım. “Bugün bebeğimize bir şey olacak diye endişelendiğin için bir kez daha seni üzmek istemedim.” Cümlem işe yaramış olacak ki Demir bir bana, bir olmayan karnıma bakarken yanıma doğru geliyordu ve gözleri çok güzel bakıyordu. “Sadece bebeğimize değil, sana da bir şey olacak diye korktum ben güzel karım.” Verdiği cevaba karşı gülümsedim. Gülümsedim ama gülümserken de kalbimdeki çam ağacının köklerinde biraz daha büyüme olduğunu hissettim. Bu nasıl mümkün oluyordu artık aklım almıyordu lakin gün geçtikçe devasa bir boyuta ulaşan çam ağacını hayretle izliyor, o büyüdükçe ben, daha fazla mutlu oluyordum. Aramızda gerçekleşen bu bakışmaya Demir’in elini yanağıma getirmesi eşlik etti. Sağ baş parmağıyla yanağımı hafif hareketlerle okşamaya başlarken yüzümde dolaşan bakışları alnıma doğru kaydı. “Haniftam, lütfen bone takmayı bir daha unutma.” Demir’in söylediği cümle ile yüzümdeki gülümseme büyüdü. Kafamı olumlu anlamda salladıktan sonra Deren anneye doğru döndüm. “Anneciğim gecenin bir vakti seni yorduğum için üzgünüm.” Deren anneye elimi uzatıp onun yanımıza gelmesini sağlarken “Demir’in saçlarını kontrol edebilir misin?” diye sordum. Deren anne “Ederim kızım.” dedikten sonra Demir’e doğru bir adım daha attı. Demir kafasını annesinin göz hizasına indirdi. “Biran önce bak da şu saçmalıktan kurtulalım.” Deren annenin eli, oğlunun saçlarına değdikten bir müddet sonra dikkatli bir şekilde saçlarına bakmaya başladı. Sanırım onlar saç kontrolünü bu şekilde yapmayı sürdüreceklerdi? Eee Beyza, şu an gerçekleşen bu durum senin hayalindekinden çok farklı. Ay sorma ya… Ben onca atraksiyonu uykum olmasına rağmen bunun için yaşamış olamam değil mi? Olamazsın, olamazsın elbette ama artık yapacak bir şey yok. İç sesimle kendi aramda gerçekleşen konuşmalar Deren annenin “Hiçbir şey yok.” demesiyle ani bir şekilde sonlanırken bir anda “Hayatta inanmam!” diye tepki verdim. İkisinin bakışları beni bulduğunda bir bahane bulmam gerektiğinin farkındaydım ama artık o kadar çok yorulmuştum ki kafamdaki tilkiler bile dinlenmeye çekilmiş, sen de artık rahat durda bir uyuyalım demeye başlamıştı. “Saçında kepek bile yok kızım.” Deren annenin cümlesine yutkunarak “Vardır, vardır…” dediğimde Demir, bana doğru baktı. “Tam olarak ne olmasını istiyorsun Beyza?” Sanki istediğim şeyi söylesem kabul edecekti de geçmiş karşıma açıkça ne olmasını istediğimi soruyordu. Düşen omuzlarımla uğradığım hayal kırıklığını sindirmeye çalıştım ama sinecek gibi değildi. Ne olursa olsun tekrar bir bahane bulmam ve o bahaneye sıkı sıkı tutunmam gerektiğini hatırladım ve uyumak için dinlenmeye çekilen tilkileri iş başına çağırdım. Vicdansız tilkiler olup olmadık zamanlarda aklımda cirit atarken şu an çağrıma kulak bile vermiyordu. Onlardan bir hayır gelmeyeceğini anladığım vakit sonunda aklıma gelenle odanın kapısına doğru ilerledim. “Gözlüğünle bakmazsan göremezsin tabii, hemen gözlüğünü alıp geliyorum.” Arkamdan Demir’in atıp tutmalarını duymamazlıktan geldim. Neymiş efendim ben çocuklaşıyor, kimseyi dinlemiyormuşum. Sanki gecenin bir vakti bu durumdan haz alıyormuşum gibi söylenmesi beni darlamış olsa da yine de sonuca odaklandığım için mutluydum. Hızlı bir şekilde annenin odasından gözlüğünü alıp içeriye girdiğim zaman nefes nefese “Geldiiim.” dedim ve gözlüğü anneye doğru uzattım. Bu sefer işimi riske atamaz, ayakta kontrol etmesini göze alamazdım. Anne elimden aldığı gözlüğü gözüne taktığı sırada onun yatağa oturmasını sağladım, ardından da tuhaf gözlerle beni izleyen kocamı yatağa doğru çekiştirdim. “Demir başını annenin dizine koy ki dikkatli bir şekilde baksın, yoksa başında bit olmadığına inanmam.” Yine sağ elim tülbentimin üzerine gitmiş kaşınmaya başlamıştım. “Beyza gerçekten artık sinirlenmeye başlıyorum, bu saçmalığa hemen son ver.” O gerçekten sinirlenmeye başlamış gibi görünüyordu ve yatmasını istediğim yere baktıkça da gerginliğinin daha fazla arttığını görüyordum. Kalbinin üzerine elimi koyarak “Lütfen bakılmasına izin ver Demir, yoksa çok yorgun olmama rağmen uyuyamayacağım.” dedim. Söylediğim cümleden sonra onun elini tutarak yatağa oturttum. Şimdi yapmam gereken onun odak noktasını yine değiştirmekti. “Sana çocukluğumda sürekli bitlendiğimi hiç anlatmamıştım değil mi?” Boşta kalan elimle tekrar saçımı kaşıdıktan sonra elimi omzuna koyarak konuşmama devam ettim ve aklıma gelenlerle gülümsedim. “Bir kere dedeme bile bulaştırmıştım.” Bunu söylerken yüzümdeki gülümseme daha fazla büyümüştü; çünkü bu durum dedemle uzun yıllar süregelen şakalaşmamıza neden olmuştu. “Hatta dedem bunu hiçbir zaman unutmadı Demir ve başını dizlerime aynı bu şekilde koyarak…” Cümleme kısa bir ara verip Demir’in başını Deren annenin dizlerine koyarak devam ettim. “Bak bakayım bulaştırdığın bitler hâlâ kafamda mı diye sorardı. Ben de aynı şu an yaptığım gibi yapar.” Ellerimi Deren annenin elinin üzerine götürerek Demir’in saçlarını okşamasını sağladım. O an gözlerimiz birbirine değdiğinde sonunda ne yapmaya çalıştığımı anlamış gibi görünüyordu ve bu, sağ gözünden bir damla yaşın süzülmesine neden oluyordu. “Hem saçlarını okşar hem de olmayan hayvancağızlar üzerinden prim yapardım.” Tekrar Demir’in bakış açısına doğru geldiğim zaman gözleri ellerimde gezindi ve şu an saçında dolaşan ellerin annesinin eli olduğunun farkına vardı. Farkına vardığı gerçeklikle kaşları çatılarak yerinden doğrulmak istedi; fakat kalkmasına müsaade etmeden elimi göğsüne doğru koydum. “Demir seni çok seviyorum.” Göğsündeki elimi çekmeden yatakta yanına oturdum. Deren annenin yanında bu şekilde konuşmak istemiyor olsam da şu an için bu konuşmayı yapmaya mecburdum. “Ama bu, öyle küçümsenecek ve görmezden gelinecek kadar küçük bir sevgi değil. Öyle büyük, öyle büyük ki bana kızacağını bilsem de sana duyduğum bu sevgiyle olmadık işlere kalkışıyorum.” Kısa süreli bakışlarımı Deren anneye çevirdim. Gözlerimi kapatarak kafamı onay verir şekilde öne doğru eğdiğim zaman tekrar elleri Demir’in saçında gezinmeye başladı. “Sonra bir bakıyorum ki ne kadar yorgun ve uykusuz olsam da önceliğim sen oluvermiş.” Gözlerinin içine baktığım adamın gerginliği yavaş yavaş azalıyordu ve bu, başımdaki tülbenti çıkararak sesimi çok daha sevecen bir tona getirmemi sağlıyordu. “Ama artık önceliklerim arasına minik bir Erdem daha eklendiği için onu da düşünmek zorundayım.” Gözlerindeki bakışlarım, karnıma doğru gittiğinde içtenlikle gülümsedim. Konuyu sürekli bebeğimize getirerek Demir’in odak noktasını değiştirmeye çalışıyordum; lakin elimi karnımın üzerine getirerek miniğimi sevmeden de duramıyordum. Seni çok seviyorum miniğim, bu aralar anneciğin, babanın odak noktasını değiştirmek için birazcık seni öne sürüyor olabilir; ama ne yapalım, ancak baban söz konusu ikimiz olunca öfkesinin onu yönetmesine izin vermiyor. O yüzden biraz anlayışına sığınıyorum. Karnımdaki elim varlığını korumayı sürdürürken yüzümden silemediğim gülümseme ile büyük Erdem’e baktım. Onun da birkaç saniye sonra karnımdaki bakışlarını yüzüme çıkardığını gördüm. “Babası bugün biz bebeğimle yorucu bir gün geçirdik, şimdi annen saçlarını kontrol etmeye devam etse biz de yanınızda kıvrılsak olur mu?” Dipsiz kuyuyu andıran gözleri, yine zaman kavramını ortadan kaldırıyordu ve o, mutlulukla gözlerinde kaybolmamı sağlıyordu. Kaybolduğum gözlerindeki duygu geçişleri tek tek içime akarken gözlerinin meskenliği yine alışık olduğum aşkı tarafından ele geçiriliyordu. “İkiniz dinlenmekte geç bile kaldınız güzel karım, hadi artık dinlenin.” Demir’in verdiği cevapla üzerimden büyük bir yük kalkmıştı; çünkü o, verdiği cevapta saçlarında gezinen ellerin varlığını kabul ettiği mesajını gizliyordu veya kabul etmiyor olsa bile buna benim için ses çıkarmadığını hissettiriyordu. Bu kadarına bile razıydım, elbette gün geçtikçe Demir’in annesine karşı ördüğü duvarlar giderek azalacaktı ve kalbindeki yaralar tek tek sarıldıktan sonra ikisi arasında büyük bir bağ oluşacaktı. Nihayetinde benim de Demir’e ördüğüm duvarlar, kalbimdeki yaraları özenle sarmak için çabaladıkça bir bir yok olmuştu ve kalbim, ona karşı aşkla dolmuştu. Bakışlarımı kalbimi aşkıyla dolduran adamdan çekip annesine doğru çevirdim. “Anneciğim izninle ben artık uyuyabilir miyim?” Saygısızlık olmaması için sorduğum soruya karşı Deren anne tebessüm ederek “Uyuyabilirsin güzel kızım.” dedi. Ben de hiç vakit kaybetmeden yastığıma uzanıp kendime doğru çektim. Üzerimdeki kimonoyu çıkaracak halim bile kalmadığı için öylece vücudumu yatağın yumuşaklığına bıraktım. Ne kadar çok yorulduğumu o an daha iyi anladım; çünkü yatak yüzü gören kemiklerimdeki ağrı kendini belli ediyordu. Yine de onların birbirlerine kavuşan halini hatırladıkça bu ağrıdan dolayı haz bile alıyordum. Gözlerimi kapatmadan önce son bir kez kocamın yüzüne baktığım zaman onu dalgın bir şekilde görüyordum. Sanırım o, anılar arasında kaybolmuştu. O anılarda biraz daha gezinirse hangi duygusunun besleneceğinden pek emin değildim. Yanağına doğru uzanıp onu daldığı alemden çıkarmak için harekete geçerken bu düşüncemden vazgeçtim ve sadece onu izlemeye karar verdim. Birkaç dakika sonra ağırlaşan göz kapaklarıma daha fazla söz geçiremedim, ardından da kendimi uykunun kollarında buldum. ⌛ “Sevgilim…” Uzaktan gelen Demir’in sesine alnımda hissettiğim sıcaklık eşlik ediyordu ve buna içten olmasına rağmen biraz daha gür bir sesle söylediği “Haniftam.” hitabı ekleniyordu. “Demir…” Gözlerimi aralamak için çaba verirken göz kapaklarıma hangi devasa hayvanın oturduğunu tahmin etmekte zorlanmıyordum. “Güzel karım sabah namazı vakti, alarmını duymuyor musun?” Duyduğum cümleye mızmızlanarak “Hayır, hayır uyanmak için daha çok erken.” diye söylendiğim zaman ağlamak istedim. Yine çok geç uyumuştum ve bugün beni bekleyen yoğun güne 3 saatlik uykuyla maruz kalacaktım. “Gece uyumamız gerekiyor dediğim zaman yatağa girmek yerine odadan kaçmayı biliyorsun ama.” Gözlerimi kısa süreli araladım. Dirseğinden güç alarak bana üstten bakan yakışıklı kocamı gördüğümde içten bir şekilde gülümsedim. “Hep senin yüzünden…” Onun güzel kahvelerine daha uzun süreli bakmak istesem de gözlerimi açık tutamadım. “Bu yaşta bitlenen sensin.” Demir duyduğu cümlemden sonra “Hâlâ oyun peşinde misin sen?” diye sordu, ardından da yanağımı okşayan elini oradan çekip koltuk altıma yerleştirdi. “İyi o halde bu sefer birlikte oynayalım.” Ne yapacağını anladığım için hemen gözlerimi açtım. “Ne olur dur!” Cümlemi duymamazlıktan gelen adam yaptığı bu hareketin karşılığında kahkahalarımın bu odayı dolduracağından emindi. Odanın duvarlarına çarpan kahkaha sesim ile Demir’in yüzüne yayılan keyif dolu ifade gitgide büyüyordu ve o, bu keyfi birde dile döküyordu. “Seninle oynamak gerçekten çok eğlenceli Haniftam.” “Kötü adam buna oynamak denmez.” Cümlem tekrar kahkaham tarafından kesilse de kendimi toplayıp konuşmak için çabaladım. “Eğlenceli olduğu ise hiç hiç söylenemez.” Söylediğim cümleyle zıt bir görüntü sergilemeye devam edip kahkaha atarken Demir, koltuk altıma yerleştirdiği ellerini oradan çekti. Biraz daha üzerime doğru döndüğünde kahkahalarım yeni yeni dinmek üzereydi. Sonunda kendimi toparlayıp gözlerinde haylaz ifade barındıran adama baktım. “Güzel karım.” “Beni yoğun bir gün bekliyor Demir, o yüzden hiç öyle kedinin ciğere baktığı gibi bana bakma.” Demir’in kaşları şaşkınlık içinde havalanırken kendimi yana doğru atarak ondan uzaklaştım. “Bakıyorum da artık leb demeden leblebiyi anlıyorsun Haniftam.” Duyduğum cümle ile gülümsedim. Nihayetinde artık kocamı da ses tonunu da arsızlıklarını da biliyordum. O yüzden sadece leb demeden leblebiyi anlamıyor, bir de üzerine Denizlinin özelliklerini bile sayabiliyordum. “Kocam sağolsun sürekli arsız olunca hızlı öğrenmek zorunda kaldım.” Göz kırparak söylediğim cümle Demir’in yüzündeki gülümsemeyi beslemişti. Ondaki bakışlarımı çalmaya başlayan alarma çevirdim. Kapatmak için yanına gittiğim zaman vaktin çıkmasına 58 dakika olduğunu gördüm. “Ben şimdi abdest almaya gidiyorum Demir. Namaz kıldıktan sonra hemen hazırlanıp çıkmamız gerekiyor.” Demir kafasını olumlu anlamda sallayıp yanıma geldi. Yönümü banyoya doğru çevirip adımlayacağım sırada banyonun kapısının açıldığını, içeriden Deren annenin çıktığını gördüm. Tabii böyle bir durum beklemediğim için korkuyla yerimde irkildim. “Uyandın mı güzel kızım?” Deren annenin sorusuna şaşkın ifademle kafamı sallarken Demir’e sessiz bir şekilde “Annenin burada olduğunu neden söylemedin?” diye sordum. “İnsanda akıl mı bırakıyorsun Beyza?” Aklı uçup gitmeye meraklı olan adama cevap vereceğim sırada annenin bluz kollarını aşağıya doğru çektiğini gördüm. Yanlış görmemişsem o da namaz kılmak için abdest almıştı. O hali içimde kelebeklerin uçmasına neden olurken heyecanlı bir sesle “Abdest mi aldın anneciğim?” diye sordum. Heyecanlı sesimle sorduğum soruya tebessüm ederek gülümsedikten sonra “Evet abdest aldım kızım.” diyerek cevap verdi; ama bunu yaparken sağ elinin parmaklarıyla yanağımı kavrayıp acıtmayacak şekilde sıkarak yaptı. “Hazır gelinimin sabah namazı için kurduğu alamla gözümü açmışken namaz kılayım dedim.” Duyduklarımla annenin boynuna sarıldıktan sonra hemen yanağına sıcak bir öpücük kondurdum. İçimden yükselen binlerce şükür gökyüzüne doğru yol alırken ben de hızlı adımlarla banyoya doğru ilerlemeye başladım. “O halde bizi bekle anne, namazımızı beraber kılalım.” Arkamdan Demir tekrar ve tekrar hareketlerime dikkat etmemi söylemiş olsa da hepsine mutlulukla tamam cevabını vermiştim ve hiçbir uyarısından bunalmamıştım. Sonuçta o da bizi düşündüğü için tedbiri elden bırakmayaya çalışıyordu, en önemlisi de baba olacağını yeni öğrendiği için aklından bir an olsun bu kısmı çıkarmıyordu. Yüzümden silemediğim sırıtmayla hemen abdest alıp yatak odasına doğru ilerledim. Takması için anneye başörtüsü verirken ben de Demir abdest alana kadar saçımı toparlayıp tülbentimi taktım. “Senin bu haline bayılıyorum.” Ne zaman üzerimden çıktığını bilmediğim kimonoyu üzerime geçirirken Demir’in hayranlık dolu sesine doğru gülümsedim. Şu an anne burada olmasaydı büyük bir ihtimalle kollarımı, yakışıklı kocamın boynuna dolayarak ben de onun bayıldığım yönlerini peş peşe öpücüklerin ardına saklayarak sıralardım. Demir de şu an boynunda gezinmeyen dudaklarımın nedenini biliyor olacak ki gözlerime derin bir iç çekişle baktıktan sonra parmaklarını parmaklarımın arasından geçirerek elimi tuttu ve odanın kapısına doğru adımladı. Annenin yanından geçerken ben de annenin koluna girerek onun bizimle beraber ilerlemesini sağladım. Bir zamanlar tek başıma namaz kıldığım odanın kapısından şu an 3 kişi giriyorduk. İçimi kaplayan güzel duygular yüzümdeki gülümsemeyi beslerken namaz odasında gördüğüm kalabalık ruhumu şenlendiriyordu. İhsan dayı, Saliha nine, Halil dede, İlknur yenge, Demet teyze, Cesur, Rümeysa, Sevgi, Ömer, Yusuf saflarda namaza niyetlenmek üzere duruyordu. Kapının açılma sesiyle birlikte en öndeki İhsan dayı yönünü bize doğru çevirdi. “Tam zamanında geldiniz biz de namaza niyet ediyorduk.” İhsan dayının cümlesinden sonra tebessüm ederek onlara doğru ilerledik. Demir dayısının arkasında bulunan Cesur, Ömer, Yusuf ve dedesinin yanına ilerlediği sırada dayı Demir’e gurur dolu gözlerle bakıyordu. Nihayetinde bir zamanlar kardeşini yobaz oldukları gerekçesiyle onlarla görüştürmeyen adamın oğlu, yani yeğeni namaz kılmak için karşısında duruyordu. “Burası sana ait yeğenim!” Dayının yoğun duygular barındıran gür sesine, geriye attığı bir adımla beraber sağ eliyle seccadesini işaret etmesi eşlik ediyordu. Demir duyduğu cümleye karşılık olarak “Estağfurullah dayı.” dese de dayının ısrarı sonucu kalabalıklaşan cemaatimizin imamı olarak en öne geçiyordu. İşte tam da o an, ilk defa bu odaya girdiğim o gün hatıralarımda canlanıyordu. Zorla evlendiği kocasının onun için yaptırdığı namaz odasından içeriye giren Beyza, yok olmaya yüz tutmuş vücuduna inat heyecanla odayı inceliyor ve ardından yönünü hayallerindeki eşten çok uzakta olan adama doğru çeviriyordu ve ne oluyorsa işte o an oluyor, bir anda hayalleri dilinden dökülmeye başlıyordu. "Demir burada ikimizin namaz kıldığını düşünsene, harika olmaz mı? Seninle beraber Kur'an-ı Kerim'lerimizi burada okuruz. Ne olur yapalım. Hatta sen benim imamım olursun, ben de sana uyarım. İki kişilik küçük cemaatimiz, bir bakarsın zamanla büyür ve buna annenlerde eklenir." "Ben dediğin hiçbir şeyi yapamam Beyza. Hem yapmaya hazır değilim hem de nasıl yapılacağını bilmiyorum." Duyduğu cümle ile Beyza, şansını denemeye devam ederken yine umudunu kaybetmemeye özen gösteriyordu. "Bu hayat tabii ki senin hayatın Demir ama ben, sana öğretsem yavaş yavaş bir şeyleri düzeltmeye başlasan yine de istemez misin?" "Karıcığım, bu söylediklerine hiç ihtimal vermediğim için bunun sözünü de sana veremem ama yine de bana öğreteceğin şeyleri dinler, öğrenmeye çalışırım." "Söz mü?" "Söz karıcığım." “Sana inanıyorum Demir. Neden bilmiyorum ama beni hayal kırıklığına uğratmayacağını düşünüyorum. ” Demir’in getirdiği kamet sesi ile mazide yaşadıklarımlarım bir bir silinirken en çok sevdiğim imamın, değerli nasibim olduğunu tekrar, tekrar ve tekrar hatırlıyordum. ⌛ "Haniftam bu kadar yorulmanı doğru bulmuyorum." Tebessümle Demir'e baktığım zaman endişeli sesine, hüzünlü gözlerinin eşlik ettiğini gördüm. "Bu kadar işi, sayılı günde yetiştirmek zorundayım Demir." "O zaman çalışma artık sevgilim, zaten Amerika'da yaşamaya devam ettiğimiz için bu süreç daha da zorlu olacak." Demir'in cümlesinden sonra kalbim acımış olsa da bozuntuya vermeden tebessüm ettim. "Tabii ki kocam bey, emriniz başım üstüne." Demir bu cümleme karşı sesini çok daha anlayışlı bir tona getirdi. "Güzel karım, seni ve bebeğimizi düşündüğüm için söylüyorum, yoksa sana karışmak gibi bir niyetim yok." Arabanın kapısını açıp koltuğa oturduğumda derin bir nefesle beraber tebessüm etmeye çalışıyordum; ama artık sesimden üzgün olduğum anlaşılıyordu. "Peki ne yapayım hayatım? Hiç sevmediğim bir ülkede yaşarken evde boş boş oturup kocamın işten gelmesini mi bekleyeyim?" Arabayı çalıştırıp sürmeye başladığı sırada duyduğu cümle ile kısa süreli bakışlarını bana çevirdi. Birkaç saniye bakmış olsa bile cümlelerimin onu üzdüğünü rahatlıkla anlayabiliyordum ve anladığım durama bir de sesindeki hüzün ekleniyordu. "Ne olur böyle konuşma Haniftam, senin bu haline kıyamıyorum." Onu bu şekilde üzmek istemiyor, şu an için Türkiye'de yaşama şansının olmadığını biliyordum. Biliyordum bilmesine de tüm düzenim alt üst olmuş, uzaktan işleri rayına sokmak benim için iyice zorlaşmıştı. Bunlardan çok daha önemlisi ise; anadilimi konuşamadığım yabancı bir ülkede yaşıyor olmayı bir türlü sindiremiyor olmamdı. Tüm bu zorluklara onun için katlanabilirsin Beyza, kocana aşıksın ve şu an senin desteğine ihtiyacı var. Ne olur şu ruh halinden onu üzmemek için bir an önce çık ve onu koşulsuz sevdiğini hissettir. İçimden geçenler tekrar önceliklerimi sıralamam konusunda bana yardımcı olduğu zaman yılgın bir nefesle beraber "Özür dilerim hayatım.” diye fısıldadım, ardından da onu üzmemek adına cümlelerimi seçerek konuşmaya devam ettim. “Sanırım çok acıktığım için biraz gerildim. İlerleyen zamanlarda gidişata göre yine birlikte karar veririz, lütfen benim için üzülme. Önemli olan ikimizin mutluluğu, sen yanımda olduktan sonra nerede olduğumuzun bir önemi yok." Tebessümle söylediğim cümleler, Demir'in kalbindeki yükün birazcık hafiflemesini sağlamış görünüyordu. Kalbindeki yükün biraz daha hafiflemesini istediğim için sol elimin yanağına doğru götürdüm ve parmaklarımın üst kısmını kirli sakallarının üzerinde gezdirerek konuşmaya devam ettim. "Yemeğe nereye gidiyoruz?" "Kordondaki balık restoranı var ya, oraya gidiyoruz. Dayım ve dedem balığı çok seviyormuş, Yağız'a orayı ayarla dedim." "Keşke öyle bir yer seçmeseydiniz Demir." Eliyle yanağındaki elimi kavrayıp dudağına götürdü. Kısa süreli öptükten sonra "Neden? Balıkta en lüks, en güzel mekan orası, senin beğendiğin başka mekan mı var? " diye sordu. "Problem mekanda değil, oraya gelen burnu havada müşterilerde Demir. Neyse inşallah ben boş yere vesvese ediyorumdur ama zengin kesimin, bir kısmının nasıl davrandığını söylememe gerek yok sanırım." Kısa süreli bana baktıktan sonra "Şimdi restoranda bizi bekliyorlar, daha önce konuşmuş olsaydık başka yer seçerdik." dedi. Tam da cümlesinin ardından elini arabanın konsolundaki ekrana doğru götürdü. Çalan müziğin sesini açtığı zaman şarkının, Buray’ın ‘Deli kız’ şarkısı olduğunu anladım, hemen peşine de konuşmaya başlayan kocama doğru bakışlarımı kaydırdım. "Seni tanıdıktan sonra bu şarkıyı her dinlediğimde aklıma sen geliyorsun ve ben senin neşeli, deli kız hallerini düşünüyorum.” Derin bir iç çekerek bitirdiği cümleye kıskançlığın hakim olduğu yandan bir bakışla devam ediyordu. “Tabii takmış koluna sevdiği kısmındaki sevdiğinde yine ben oluyorum, yoksa şarkı da olsa o söze katlanamam." dedi. Duyduğum cümleye karşı gülümseyerek "Kıskanç kocam, seni çok seviyorum." dedim ama bunu söylerken sesimle arabanın içini doldurmakla kalmamış, kocamın yanağına peş peşe öpücük kondurmaya başlamıştım bile. Şu an ki halinden memnun olan adamın yüzündeki gülümseme büyürken verdiği cevap, ta kalbinin derinliklerinden geliyordu ve bu aşk dolu sesiyle arabanın içini dolduruyordu. "Ben seni daha çok seviyorum deli kız!" Bu nasıl bir naz? Buray’ın sesine eşlik eden sesim ile hayat bulan sözler, Demir’in hatıralarını canlandırıyor olmalı ki bu sözlere “Bana karşı gerçekten çok vurdumduymazdın güzel karım, seni bir türlü etkim altına alamıyordum.” diyerek karşılık verdi. “Sen de duracağın yeri bilseydin de seni, sınır tanımayan bir adam olarak etiketlemeseydim yakışıklı kocam.” Hangi telden bu? Kuytu bahçemde baharsın, “İlk defa aşık olmuştum ve kalbimin ne ritmini durdurabiliyordum ne de durmadan sana akan halini. Sadece sonsuza kadar yanımda olmanı istiyordum. Tabii ben bunlarla savaşırken sen, sana dokunmayan halimi bile sınır tanımayan bir adam olarak etiketliyordun ya bu halini gördükçe çıldırıyordum.” Gözümün önüne gelen onca anıyla gülümsemem çok daha fazla büyüdü. Bir zamanlar sadece patronum olan adamı ne de güzel çıldırtıyordum ve ona, çıldırmak inanılmaz derecede yakışıyordu. “Ne de güzel çıldırıyordun ama… Sanırım seni çıldırtmak, benim en bi’ sevdiğim yanım.” “Ömür boyu beni çıldırtmaya devam edebilirsin güzel karım, ne de olsa artık ikimiz arasında hiçbir sınır yok. Kalbim ve duygularım sana akdıkça…” Cümlesini alt dudağını dişleyerek öylece sonlandırdığı zaman onun çok arsız bir adam olduğuna tekrar karar veriyordum. “Hem arsız hem de uslanmaz bir adamsın Demir.” Demir duyduğu cümleme gülümseyerek “Severiz.” dedi, ardından yoldaki bakışlarını kısa süreli bana doğru çevirerek göz kırptı. Ona cevap vermek yerine sadece gülümsedim ve çalan şarkıya eşlik etmeye devam ettim. Tabii bunu yaparken yerimde duramayan halim kocamın gözünden kaçmıyordu. "Seni de bu neşeli hallerini de çok seviyorum kadın!" Yüreğime işleyen sesi, kalbimdeki yerini itinayla büyütmeye devam ederken gözlerim, sevdiğim adamın gülen çehresine çoktan takılı kalmıştı bile. Bir zamanlar bana sınav olan sevgisi, artık nimetti. Bu öyle büyük bir nimetti ki sürekli dile getirdiği sevgisi, ruhumu beslerken hayal dünyamda rengarenk çiçekler açtırarak beni daha fazla mutlu kılıyordu. Onun sevgisi karşısında yine gökyüzüne doğru binlerce şükür yolluyordum ve bunu yaparken tebessümlü gözlerimi, aşık olduğum adamdan bir dakika olsun ayırmıyordum. Sanırım Demir de en çok ona aşkla baktığım bu dakikalar için şükrünü gökyüzüne doğru gönderiyordu. ⌛ Nihayet yemek yiyeceğimiz restorana varmış, valeye teslim edilen anahtar sonrası içeriye doğru ilerlemeye başlamıştık. "Bugün Derin aradı. Dolunay Hanımın canı, yengesinin yaptığı çikolatalı pastadan çekmiş ve seni çok çok özlemiş." Demir’in elimi kavrayarak söylediği cümleye karşı gülümsedim. "Yaa balım benim, döndüğümüzde ilk işim ona kocaman bir pasta yapmak olacak." Duyduğu cümleden sonra Demir, adımlarını atmaya devam ederken bana doğru bakarak konuşmaya başladı; ama cümlelerini söylerken kullandığı ses tonu mızmızlanan bir çocuktan farksızdı. "Hayır Haniftam, döndüğümüzde ilk işin benimle ilgilenmek olacak. 9 gündür odak noktanda hep başkaları var, eğer söz konusu sen isen ben, kıskanç bir adamım bunu biliyorsun. O yüzden önceliğin her konuda ben olmalıyım. Zaten Amerika'ya döndüğümüzü bizim çocuklara bile söylemeyeceğim.” Şaşkınlıkla kalkan kaşlarımı görünce Demir, açıklamasına devam ediyordu. “Söyleyecek olsam hemen eve damlarlar. Uzun süre kimseyi evimde istemiyorum; buna Selin ve Derin de dahil.” Sesini itiraz istemeyen bir tona getirdiği zaman beni tanıyor olacak ki konuşmasına yapacaklarıyla devam ediyordu. “Bak şimdiden söylüyorum, onları evimizde görürsem hiç utanmadan ikisini de kovarım." Söylediklerinden sonra kahkaha atmamak için kendimi zor tutmuş şekilde bizimkilerin olduğu masaya vardık. Birbirimizle selamlaşıp siparişleri verdikten hemen sonra, elimi yıkamak için yerimden kalktım. Dayının kızı Rümeysa "Ben de seninle geleyim Beyza." dedi. "Tamam canım." Rümeysa sandalyeden kalktığında Nisa ve Sevgi de yerinden kalkınca hep beraber elimizi yıkamaya gittik. "Burayı hiç sevmedim. İnsanlar kasıntı tavırlar sergiliyor, özellikle bakışları çok rahatsız edici." Sevgi'nin cümlesinden sonra bakışlarımı ona çevirince gerçekten üzgün olduğunu görebiliyordum. Şu an ki ruh halini rahatlıkla anlayabiliyordum; çünkü çoğu zaman bu duruma ben de tahammül edemiyordum. "Sende rahatsız edici bakışlarına karşılık ver Sevgi." Sevgi söylediğim cümleyi anlamak adına bakışlarını üzerimde gezdirmeye devam ederken kaşlarını tatlı kavisiyle çatıyordu. Beni daha net anlaması adına konuşmama daha açıklayıcı şekilde devam etmek gereksinimi duydum. "İnsanların sizi incitmelerine izin vermeyin, veriyorsanız da bunu kendi içinizde yaşayın ve ne olursa olsun karşı tarafa bu hazzı tattırmayın. Ben öyle yapıyorum sonra da onların çıldırmış hallerini keyifle izliyorum." Nisa ellerini yıkadıktan sonra "Aslında Beyza abla doğru söylüyor." deyince yüzümdeki tebessümü büyüterek "Bak akıllı kız ablasını hemen dinliyor." diye karşılık verip, ona sarıldım. Kendi aramızda biraz gülüşerek sohbetimize devam ettikten sonra her biriyle hemfikir bir şekilde masaya doğru ilerdik. Masada koyu ve sıcak bir muhabbet olmasına rağmen babaannenin biraz gergin olduğuna şahit oldum; fakat Yağız’ın sorduğu soruyla ben de masadaki muhabbete dahil olduğum için babaannenin o halini sorgulamadım. Aradan geçen muhabbet dolu dakikalar önümüze gelen balıklarla son bulurken herkes önündeki balıktan yemeye başladı. Aklıma gelen olayla beraber tebessümlü bakışlarımı Deren anneye çevirdim. Tam ağzımı açacağım sırada onun önce anne ve babasına ardından da kayınvalidesine baktığını gördüm. Bakışlarının meskenliğini yapan donuk ifade ile ben de bakışlarımı öncelikle annesi ile babasına çevirdim ve böylece ikisinin de balığı elle yediğini gördüm. Bu sefer zaman kaybetmeden yönümü babaanneye çevirdim, hiçbir şey demiyordu ama derin bir şekilde aldığı nefesle beraber eline aldığı çatal ve bıçak onun şu an bu ortamdan duyduğu rahatsızlığı sunuyordu. Dayı, yenge, teyze de bu rahatsızlığı anlamış olmalı ki ellerine çatal ve bıçak alarak balığı yemek için uğraş veriyordu. İşte çevreden duymaya başladığım nıç nıç sesleri bu mekana neden gelmek istemediğimin kanıtı gibiydi; ama buradaki insanlar için hoşnutsuz dolu sesleri bile yetersizdi. Masamıza yaklaşan bir kadın yüzündeki küçümseyici gülümsemesine üstten üstten attığı bakışlarını da ekleyerek Deren annenin yanına doğru geldi. "Deren'ciğim sizi burada görmek ne kadar güzel, biz de şu yandaki masada oturuyoruz.” Deren annedeki bakışlarını nine ve dedeye çevirerek sesine çok daha meraklı bir ton katarak sorusuna devam etti. “Yanındakileri merak ettim, kim bunlar?" Deren annenin cevap vermek için aralanan dudakları, babaannenin araya girmesi ile kapanıyordu. "Misafirlerimiz geldi. Biz de onlarla dışarıya çıkalım, kordon havası eşliğinde balık yiyelim dedik Şevval'ciğim." Babaannenin cevabına karşı isminin Şevval olduğunu öğrendiğim kadın, küçümseyici bakışlarına sesini de ekleyerek "Buradan olmadıkları her hallerinden belli oluyor.” dedi, ardından da yönünü babaanneye çevirerek konuşmasına devam etti. “Zaten bende sizin masada görünce çok şaşırdığım için gelip bir sorayım dedim. " Kadının üstten üstten konuşması ve bakması derin nefes almama neden olsa da Deren anneden bir tepki gelmesini bekledim. Annenin cevap vermeyeceğini anladığımda kadına doğru döndüm. Şimdi tam olarak onun davrandığı gibi ona davranacak, misafirlerimi küçümsediği gibi onu küçümseyerek ayna olacaktım. "Buradan olmadıkları değil, sizden olmadıkları belli oluyor Şevval Hanımcığım. " Küçümseyici ses tonuma kadın, kahkaha atarak "Bizden olmak bir ayrıcalıktır zaten gelin hanım." diye karşılık verdi. Kahkahasına aynı tonda karşılık verdiğimde en sinir bozan kocaman gülümsememi yüzüme takındım. Artık karşımdaki kadının yaşının gözümde hiçbir değeri kalmamıştı, nihayetinde küçümsediği insanlar da onun büyüğüydü ve o, göstermediği saygının kendine gösterilmeyeceği ile yüzleşmek zorundaydı. "Bilmez miyim? Koca parası yerken beyni yanıp insanları küçümseyeceğim diye botokslu dudaklarını yaya yaya konuşan sizler ve sizlerin ayrıcalıkları." Tekrar gülümseyerek "Allah'tan sizlerin ayrıcalıklı dünyasından değiliz Şevval Hanımcığım.” dedim ve küçümseyen bakışlarımı birkaç saniye daha üzerinde dolaştırdım. “Neyse balıklarınız geldi. Biz sizi tutmayalım, sıcak sıcak yiyin ama lütfen dikkatli olun.” Kaşlarımla yüzünü işaret ederek “Malum botoks cildi geriyor germesine; fakat yaşın ilerlemesini durduramıyor. O yüzden yerken balığın kılçıklarına dikkat ediniz ki gözünüzden kaçmasın." dedim. "Ay bu gelin hanım da çok şakacıymış.” Bakışlarını benden çektikten sonra cümlesine masadakilere bakarak devam etti. “Anladığım kadarıyla masadakiler senin misafirin. " "Söylediklerimin ciddi olduğunu benim kadar sizde biliyorsunuz, o yüzden lütfen kendinizi kandırmayın; çünkü bu durum üzerinizde eğreti duruyor. Masadaki misafirlere gelecek olursak, evet hepsi benim akrabam." Tek tek elimle göstererek konuşmaya devam ediyordum "Anneannem, dedem, dayım, teyzem, yengem ve onların çocukları, her biri benim için çok kıymetli.” Yüzümden silindiğini fark ettiğim sinir bozan gülümsememi tekrar aktif hale getirdikten sonra “Özellikle yapaylıktan uzak oldukları için." dedim ve bunu derken yapaylıktan uzak kelimelerini vurgulayarak biraz daha sinir bozucu gülümsememle sırıttım. Cümlem, nihayet yüzündeki gülümsemenin solmasını sağlamıştı ve artık onunla hiçbir işim kalmamıştı. Şimdi son bir kez onun düşen suratı karşısında yüzümdeki yerini koruyan gülümsemem ile ona doğru baktım. Hiçbir şey söylemeden önüme döndüm. Çatalı ve bıçağı iştahla elime alıp, balıktan bir lokma aldığım sırada aklıma gelenle elimde tuttuğum metalleri kenara koyarak balığı sağ elimin parmak uçlarıyla yemeye başladım. Masadaki herkesin özellikle de babaannenin derin nefes eşliğinde bana baktığını görmüş olsam da kimseyi umursamadan yemeye devam ettim. Anneanneyi de dedeyi de kimseye ezdirecek değildim. En son Demir ile gözlerimiz kesiştiğinde omuzlarımı silkeleyerek 'ne olmuş' der gibi mimik yaptım. "Düşündüm de Haniftam, o balığı senin elinden yemek kesinlikle çok lezzetlidir." Duyduğum söz sonrası yüzümde güller açarken balıktan bir parça koparıp "O zaman bende kocamı ellerimle beslerim." dedim ardından da kopardığım parçayı ona doğru uzattım. Elimden balığı yedikten sonra "Gerçekten çok daha lezzetliymiş." dedi. Duyduğum cümle ile kulağına doğru sessizce fısıldadım. "Acaba diyorum kocamın elinden de lezzetli midir?" Gözlerimin içine uzun süre baktı, ardından da ayağa kalkıp ceketini ve kol düğmelerini çıkardı. Tebessümle gömleğinin kollarını yukarıya katlarken kendinden emin sesiyle "Benim Haniftam, kocasının elinden yemek isteyecek; ama ben, ona yedirmeyeceğim öyle mi? Sen yeter ki iste Haniftam, seni ellerimle beslemekten mutluluk duyarım." dedi ve önündeki balıktan kopardığı bir lokmayı bana uzattı. "Hayatım haklıymışsın, gerçekten çok daha lezzetliymiş." Demir çapkın gülüşünü takınıp, kulağıma sözlerini fısıldayacağı sırada "Oo Demir Bey, sizde mi buradaydınız? Bir hafta sonra Amerika'da sizinle görüşmemiz vardı." diyen adama kafasını çevirip baktı. "Bu ara işler çok yoğun ilerliyor, sizi çıkaramadım." Şevval Hanım araya girip "Eşim Kemal SARP, Sarp Holding'in sahibi." dediğinde Demir keyifle arkasına yaslanarak kadına baktı. "Kemal Bey sizinle görüşmelerimizi, 5 dakika önce karınızın yaptığı saygısızlık sonucu iptal ettik." Adam kaşları çatık bir şekilde kadına bakarken kadının yutkunma sesi resmen masada yankılanıyordu. "Demir Bey, nasıl bir saygısızlıkta bulundu? Onun adına ben özür dilesem bizim şirketimiz için çok önemli bir görüşmeydi." Deren anne, Demir'in cevap vermesine fırsat vermeden "Eşiniz anneme, babama ve kardeşlerime imada bulundu Kemal Bey, şimdi yemeğimizi daha fazla baltalamanızı istemiyorum. Ailemle yıllar sonra bir araya gelmişken her dakika bizim için çok kıymetli, o yüzden eşinizi de alıp kendi masanıza geçin lütfen." dedi. Deren anneyle birbirimize bakıp gülümsediğimiz vakit sessizce "Teşekkür ederim kızım." diye fısıldadığını duydum, ardından da teşekkürünü kabul ettiğimi göstermek adına gözlerimi tebessümlü bir şekilde kapatıp açtım. "Oo kankam ayıp oluyor. Balığı elinle götürüyorsun ama bana söylemiyorsun. Bana da bir lokma balık ver de senin ellerinden yiyeyim. " Yağız'ın neşeli sesine tebessümle döndüm. Kankamı çok seviyordum; lakin bunu yapmanın benim görevim olmadığını da çok iyi biliyordum. "Kankacığım üzgünüm ama o, benim görevim değil. Ben kendi ellerimle kocamı besledim, kocam da kardeşini beslesin." "Ağabey, benimle romantik dakikalar yaşamak ister misin?" Yağız'ın sorusu masadaki herkese kahkaha attırırken Demir, gülümseyerek "Midemi bulandırdın hayvan herif; ama yine de kıskanma diye vereceğim." dedi. Eliyle uzattığı bir parça balığı Yağız, midesine indirdi peşine de "Ay şu an bünyeme ağır romantizm yüklendi, Cesur bende sana vereyim bari sana da yüklensin." dedi. Yağız da eliyle kopardığı bir parça balığı yedirdikten sonra Cesur, "Beni de bu romantizm bataklığına düşürdünüz, en iyisi ben de kardeşimi bu bataklığa düşüreyim." dedi. Cesur'da, eliyle kopardığı balıktan kardeşi Rümeysa'ya verdiğinde bu döngüyü Rümeysa da sürdürmüştü. Masada ki herkes çatal ve bıçağı kenara koyup eliyle muhabbet eşliğinde balıklarını yemeye başladığı zaman bir tek babaannenin elindeki çatal yerini koruyor ve o da üzgün görünüyordu. Yanına gidip elimle kopardığım bir parça balığı, ona doğru uzattığımda gözlerimin içine uzun süre baktı. "Biz mutlu olduktan sonra insanların düşüncelerinden bize ne babaanneciğim? Bak torunun seni, kendi elleriyle besliyor. Odaklanmamız gereken sence de bu değil mi?" Yüzündeki hüzün, yerini tebessüme bıraktığında elimdeki lokmayı alıp afiyetle yedi. Aradan bir kaç saniye geçtikten sonra "Ee babaanne, seni bekliyorum." dedim. Söylediğim cümle ile tekrar benim sıcakkanlı babaanneme dönüşen kadın "Ahh benim ortamı neşelendiren deli torunum, sen yeter ki iste, ben de seni, ellerimle beslerim." diye karşılık verip, eliyle kopardığı parçayı bana yedirdi. "Babaanne, aramızda kalsın ama senin elinden yemek Demir'in elinden yemek kadar lezzetliymiş." Fısıltıyla söylediğim sözlerin karşılığında tatlı bir kahkaha atarak "Bunu söylediğini Demir duymasın, yoksa çok kıskanır." diye fısıldadı. Onun da gönlünü aldıktan sonra yerime gitmiş, zevkle yemek yemeye devam etmiştik. Anne ve kardeşlerinin çocukluk anıları, bizi eski zamanın sıcaklığına götürürken annenin gülen gözleri, yılların acısını çıkarıyor gibiydi. Onların o halini izledikçe zaman kavramı yine yok olmuş olmalı ki her birimizin önündeki balıklar bitmekle kalmamış, ellerimizi yıkamak için kalktığımız sofraya tatlı eşliğinde muhabbet etmek için hemen oturmuştuk. Demir önümdeki tatlıyı yemediğimi fark edince "Sevgilim, şu an ikinci tatlıyı yemek istediğin için kavga etmemiz gerekiyordu; ama sen, tatlıdan ağzına bile sürmedin." dedi. Kötü adam dur dediğim halde durmadığı gibi, doydum dediğimde de durmamıştı ve önümdeki tabak bitene kadar yedirmeye devam etmişti. "Demir, neden sana yeter dediğimde durmuyorsun ve zorla yedirmeye devam ediyorsun? Bak tatlıdan yemek istesem bile çok yedirdiğin için yiyemiyorum." Duyduğu cümleler yüzündeki ifadeyi, keyif dolu bir ifadeyle süslerken o, sandalyemi yanına çekerek bana sarılıyordu. "İkinizinde iyi beslenmesi gerekiyor karıcığım. Bundan sonra her akşam yemeğinde seni, kendi ellerimle besleyecek, sonra istediğin kadar tatlı yemene izin vereceğim." Başını geriye çekip gözlerimin içine baktığında alay dolu sesiyle konuşmaya devam etti. "Tabii tatlıyı yemek için midende yer kalırsa." Demir’in neden o tabağı bitirmem için direttiğini şimdi daha iyi anlıyordum. O, tatlı yiyememem için bunu yapmıştı ve bunu açıkça dile dökmekten de geri kalmamıştı. "Pis zorba, tatlı yememem için bilerek yaptın yani öyle mi?" Kaşlarımı çatıp dudaklarımı sıkarak söylediğim sözden sonra elini yanağıma götürerek gözlerimin içine birkaç saniye baktı, ardından da iç çekerek konuşmaya başladı. "Hadi bu akşam, benim evimde kalalım." "Nedenmiş?" "Amerika'da seninle yalnız yaşamanın güzelliklerini, fazlasıyla gördüm güzel karım. Evde hem başın açık hem de giyimine dikkat etmeden rahat kıyafetlerle dolaşıyordun. Geldik geleli sadece gece, çikolata karamel saçlarını görebiliyorum ve bu, bana yetmiyor. Hatta hemen kalk, biz şimdi gidelim; çünkü ben seni aşırı derecede çok özledim." Yanağımdaki elini, kalkmam için bana uzattığında alayla yüzüne bakıp konuşmaya başladım. Sanırım o şu an beni kıskançlık krizine soktuğundan bir haberdi. "Ben hayatında yokken, kaldığın o eve beraber gideceğiz öyle mi? Hani tek başına sabahlamadığın, yanında birilerinin de olduğu o eve gideceğiz! Tamam hadi gidelim sevgilim." Uzattığı elin üst kısmına tırnaklarımı geçirirken dişlerimin arasından fısıldadım. "Hadi gidelim de genç yaşta dul kalayım!.. Sen benimle kafa mı buluyorsun Demir! İçimdeki ağabeylerim tarafından itinayla büyütülen canavar çıkmak üzere ve o çıktığında sen, nefes alamayacak durumda olacaksın. Düş önüme de oraya gidip o evle beraber seni nasıl yerle bir ediyorum gör!" Bir eline, bir yüzüme baktıktan sonra dudağının kenarı yukarıya doğru kıvrıldı. Şu an resmen bu halimden haz alan bakışlarını saklamak yerine gözler önüne sermekten asla çekinmiyordu ve bu, ciddiyetle "Bir de gülüyor musun, sen?" diye sormama neden oluyordu. "Hayır hayır, asla gülmüyorum sevgilim ama…” Zorla yüzüne taktığı ciddi ifadeyle konuşmasına devam etti. “O evin içi seninle kamp yaptığımız gün, komple değiştirildi. Asla sana öyle bir saygısızlık yapmam.” Yüzündeki ciddi ifade yerini arsızlık dolu bir ifadeye çevirdi. “Yalnız şu an elimin üzerinde hissettiğim tırnakların var ya..." Cümlesini, alt dudağını ısırarak öylece yarıda bıraktığında tırnaklarımı, elinin üzerinden çektim ve onun karşısında öfkeme tutunmaya çalışıyor olsam da o haline içten içe gülümsedim. "Demir şu çapkın gülüşünü keser misin! Aklıma gelmişken sen daha önce Amerika'da kaldığımız evde mi yaşıyordun?" "Hayır sevgilim, o zaman rezidansta yaşıyordum.” Demir bakışlarını yüzümün her miliminde gezdirdikten sonra bakışlarını tekrar gözlerime çıkardı. ”Sevgilim seni çok seviyorum ve sana ilk günkü gibi aşığım, bunu biliyorsun değil mi?" Duyduğum soru ile parmaklarımı, şefkatle tırnak izlerimin olduğu elinde gezdirirken kıskanç ve fevri yanımın törpülenmesi gerektiğini, bir kez daha anlıyordum; ama yine de ona benden önce, birilerinin dokunduğunu düşünmek beni fevri hale getirip, kıskançlığımın esiri yapabiliyordu. Derin bir nefes alıp kendime; bundan önce yaptığı tüm hataların onunla Allah arasında olduğunu, onu yargılayacak olanın kesinlikle ben olmadığını tekrar hatırlatıyordum, sonra da Rabb’ime, onun işlediği günahların affı için yalvarıyordum. Allah'ım, eşimin yaptığı nasuh tövbesini kabul eyle ve onu affettiğin kullarının arasına kat. İkimizi ve ikimizden dünyaya gelecek olan neslimizi de senin rızanı kazanan, hakiki kullarından eyle. Amin... "Evet biliyorum sevgilim... Sende benim, seni çok sevdiğimi ve sana çokça aşık olduğumu biliyorsun değil mi?" Gözlerini şükürle kapatıp açarken derin bir nefes alarak konuşmaya başladığında bu sefer cümlelerindeki şükür ile kuşanıyordum.. "Evet biliyorum sevgilim ve bunun için Rabb’ime her gün bıkmadan şükrümü sunuyorum." |
0% |