@hanifta_hanim
|
"Off delirtme beni Beyza, vallahi ağabeyini arayıp şikayet edeceğim. Ağabey bunun büyüyeceği yok, beni de kendine benzetmesinden korkuyorum diyeceğim göreceksin. " Tuğba'nın mızmızlanarak söylediği cümleye kaşlarım çatıldı. Bu kız hayattan zevk almayı kesinlikle bilmiyor, benim yanımda içi geçmiş şekilde yaşamaya devam edeceğini sanıyordu. "Afkurma! Birkaç dakika sürecek, hemen geleceğim. Hem ağabeylerimi arasan ne olacak sanıyorsun? Ancak aferin benim büyümeyen kardeşime derler ve birkaç yıl daha evlenmeyeceğim için çocuk yanıma dua ederler." Dedem, beni evlendirip çocuğumu sevmek için ne kadar fazla can atıyorsa, ağabeylerim de evlilikten uzak tutmak için aynı çabayı gösteriyorlardı. Gerçi onların beni uzak tutmasına da gerek yoktu, ben halimden memnundum ve evlenip de büyümeye hiç niyetli değildim. Tuğba'nın cevabını beklemeden arabadan indim ve oyuncak satan bir yerden baloncuk tabancası alıp çıktım. Arabaya binip emniyet kemerini takarken kahkaha atarak "Seni çok eğlendireceğim, benimle hayatı yaşadığını hissedeceksin." dedim. Tuğba gözlerini devirerek, beni sinir eden tonda konuşmaya başladı. Söylediklerinin üzerimde bırakacağı etkiyi bildiğinden çok emindim. "Ayy haspam! Görende kendini değil, beni eğlendirmek için yapıyor sanır. Yolda çocuktan gördün ve her çocuğun yaptığı gibi benimde olmalı, benimde olmalı diye diye gidip aldın. Sanki neden aldığını bilmiyorum. " "Bundan sonra bana, abla diyeceksin. O ağzından bir daha Beyza lafı çıksın, dirseğimi hiç acımadan geçirmezsem benim adım Beyza değil. Çocukmuşum haa çocuk! Eğlenmenin adı ne zamandan beri çocukluk oldu. Pis ihtiyar, içi çürümüş, gıcık, vallahi arabadan inince seni döverim." Aklıma gelenle yoldaki bakışlarımı kısa süreli ona çevirdim. "Sen milletin yanında da böyle konuşuyorsun. Ayaz'a da seve seve beni yeriyordun. Bak şimdi yine aklıma geldiği için sinirlendim. Hele bir abla deme bana, senin etlerini cimciririm, her yerin mosmor olur." Konuşmaktan nefessiz kalmıştım. Bir iki nefes aldıktan sonra " Arabadan inince hatırlat, beni bu kadar yorduğun için mutlaka seni döveceğim." dedim. Tuğba söylediklerimi ciddiye bile almamış bir sesle "Birde ben hatırlayacağım öyle mi?" deyip kahkaha atmaya başladı. Arabayı park ettim. İşyerinin önüne doğru birbirimize söylenerek yürürken, bir yandan da baloncuk tabancasını çıkarıp havaya doğru sıkmaya başladım. "Ama çok güzel görünüyor baksana! " Havada dans eden balonların üzerindeki renk yansımaları harikaydı ve böyle bir görsel şölenini gören gözü nasip eden Allah'a bolca şükür etmemi sağlıyordu. Baloncuklara hayran hayran bakarken, sol işaret parmağımla baloncuklara dokunarak patlatıyordum. Parmağımda hissettiğim suyun ferahlığı daha fazla gülümsememe neden oluyordu. "Evet, çok güzel görünüyor ama çocuklar için." Çıkan görsel Tuğba'nın hoşuna gidiyor olsa da beni sinir etmek için böyle cevap verdiğini biliyordum. Bu benimle daha fazla uğraş demekti veya şu an için ben, böyle yorumlamak istiyordum. Sırıtarak baloncuk tabancasını Tuğba'nın üzerine doğru tutmaya başladım. "Yapmasana… Yapmasana be, ıslanıyorum!" Ortalığı birbirine katıp, kaçan hali öyle çok sevimli görünüyordu ki kahkaha sesim onun sesine karışıyordu. "Ayaz, Allah aşkına beni, bu delinin elinden kurtar. Hiç söz dinlemiyor. " Ayaz'ın yüzünde kocaman bir gülümsemeyle, yanımıza doğru geldi. Tabancadan çıkan baloncuklardan hemen onu da nasiplendirdim. Aynı benim gibi balonlara hayran hayran baktığını görünce konuşmaya başladım. "Ayaz, ben deli değilim. Sadece bu gıcık, hayattan lezzet almayı bilmiyor. Benim baktığım yerden bakmadığı için görmüyor. Her birinin üzerindeki renk kırılmalarını görüyor musun? İnsanın şükrünü arttırmaya yetecek kadar muazzam bi' güzellikteler." Tuğba, Ayaz'ın bana bir şey demediğine şahit olunca son bir kez daha şansını kullanmaya çalışır vaziyette beni, Demir Bey'e şikayet ediyordu. "Demir bey, bu deli kızı bari siz durdurun! Hiçbir laftan anlamıyor. Ağabeyini arayıp büyümediğini söyleyeceğim diyorum. Ağabeyim bundan mutluluk duyar, birkaç yıl daha evlenmeyeceğim için çok sevinir diyor. Ayaz 'a söyledim, onu da kendi tarafına çekti. Ne olur bari siz durdurun, sırılsıklam olduk. " Demir Bey, bugün yedi de şirketlerinden birine toplantıya gitmişti ve benim de eski saatimde işe gelmem için izin vermişti. Uyumama izin verdiğinden dolayı bugün onun sözünden çıkmamayı planlıyordum ama bu onun yanında ne kadar mümkün olur işte bunu ön göremiyordum. Demir Bey, bana doğru bakıp yanıma geldiğinde bugün baştan aşağıya siyah giydiğini gördüm. "Çok ıslanmışsın, hasta olacaksın. " "Ağustos ayındayız, bu sıcakta hiçbir şey olmaz" derken tabancayı ona doğru çevirdim. Suyu bitmiş olacak ki üzerine ancak birkaç tane balon geldi. Biten balonların vermiş olduğu üzüntüyle Tuğba'ya doğru döndüm. "Hep senin yüzünden suyu bitti işte, gördün mü? Keşke sana baloncuklarımı harcayacağıma sonraya saklasaydım. Hiçbir şeyden memnun olmayan gıcık! " Bir yandan Tuğba'ya söyleniyor, bir yandan da yerimde sinirden zıplıyordum. "Sanki beni balon yağmuruna tut diye, ben sana söyledim. Hemen de yüzünü düşürüyor. Çocuksun işte, çocuk! " Sözlerinin bende oluşturduğu ifadeyi gördükten sonra alt dudağını dişlerinin arasına alıp, hızlı adımlarla asansöre doğru koştu. Onda olan bakışlarım, Ayaz önüme doğru gelince Ayaz'ı buldu. "Hemen yüzünü dökme. Ben senin için öğle molasında gidip alırım." Ayaz'ın söylediklerini duyunca mutlulukla gülümsedim; çünkü artık öğle molamı o kadar kısa süreli yapıyordum ki ancak yemeğimi yetiştiriyorum. "Alır mısın gerçekten? Alırsın değil mi? Sen var ya bi' tanesin." Sanki onun yanında tebessüm etmemek elimdeymiş gibi "Sen yeter ki gülümse, bunun için elimden gelen her şeyi yaparım" dedi. Ayaz her zaman düşünceli, yardımsever ve iyi niyetliydi. Bu yönlerinin yanında onu, benim gözümde daha güzel yere taşıyan yönü aslında sabırlı olmasıydı. O benim gibi fevri asla değildi. Sabırlı kişiliğiyle olaylara derin bakar ve bana sabırlı olmayı öğretirdi. Kafamı tamam anlamında salladım. Bakışlarımı yere sabitleyip işyerine doğru ilerledim. Asansör daha gelmemiş olacak ki Tuğba hâlâ bekliyordu. Yanına doğru gidip, dirseğimle koluna çarptım. "Şimdi söyle can canım, uzaktan sesin tam net gelmiyordu. Çocuksun işte, çocuk mu diyordun?" Bu sırada asansör gelince dördümüz asansöre bindik. Tuğba, Demir Bey'in arkasına doğru geçip "Demiş olabilirim. Hem demişsem ne olmuş? İftira attık sanki, alt tarafı doğruları söyledim." dedi. Ona bunları da söylemek yetmemiş olacak ki yüzünü getirdiği alaylı ifadeyle konuşmaya devam etti. "Yine dayanamayıp söyleyeceğim. Sen, 24 yaşında görünen küçücük bir çocuksun!" Beni delirtmek için söylediğini bilsem de duyduğum cümleler kaşlarımın çatılmasına neden oldu. "Beyza." Ayaz'ın sesiyle ona doğru baktığımda eliyle sakin olmam için işaret ettiğini gördüm. "Ama Ayaz, sürekli bana çocuksun deyip, dalga geçiyor. Ben, küçük bir çocuk değilim. Yani tamam çok olgun olduğumda söylenemez ama yok yani çocukta değilim." "Sen de bu söze güzel yönden bakmaya çalış Beyza. Sen her zaman neşeli, sevecen ve enerji dolusun. O yüzden Tuğba'nın bu lafına takılma." Tuğba'ya doğru dönüp baktığımda yüzünü getirdiği şekille Ayaz'ın beni kandırdığını ima ediyordu. Sessizce dudağını kıpırdatıp "Çocuk, çocuuukkk." dedi. "Oradan çıkıp yüzüme söyle, yanına gelemeyeceğimi biliyorsun değil mi?" Cümlem, Demir Bey'e bakmamla son buluyordu. Bu gözleri artık çok iyi tanıyordum. Yine bir şeyi yanlış yapmıştım veya gününde olmadığı için acısını benden çıkaracaktı. "Sırtımı büyük patrona dayadım ben, artık istesen de bana dokunamazsın." Kafasını kenardan hafifçe çıkaran hali, o kadar tatlı görünüyordu ki dayanamayıp gülümsemeye başladım. Asansörden inip, yerlemize doğru geçerken Tuğba'ya doğru döndüm. Yüzüme alaycı bir gülümse kondurdum. "Öğle molasında beni bekle, sana sürprizlerim olacak." Önce Demir Bey içeri girdi. Belki odasına geçer diye bekledim ama kapıyı açık tutup, içeriye girmemi bekledi. Adımlarımı ileriye doğru atıyordum ama ruhum gerisin geri çoktan kaçmıştı bile. Odanın kapısı, derin nefesler eşliğinde kapandı. "Yine ne yaptım? Niye kızacaksınız bana?" "Ne mi yaptın? Sen, o adamla nasıl konuşuyorsun öyle?" "Nasıl konuşuyormuşum? Siz söyleyin!" Bu adamın her şeye karışan hali tahammül sınırlarımı aşıyordu ve bana karışmasını istemiyordum. Öfkeli sesiyle kurduğu cümleler her zaman olduğu gibi içinde tehdit barındırıyordu. "Ona bu kadar güzel güldüğünü, bir daha görmeyeceğim. O ite bir daha sen bir tanesin dersen, yemin ederim onu öyle bir döverim ki elimden sen bile alamazsın!" Ne kadar dikkat edersem edeyim ağzımdan silmeyi başaramadığım iki sözden birisi yine ayağıma dolanıyordu. Evet ne olursa olsun Ayaz'a veya herhangi bir erkeğe lafın gelişi de olsa sen bir tanesin dememem gerektiğinin farkındaydım. Bu konuda içten içe kulağımı çekip akıllanmam için dua ederken, burnunu her konuya sokan patronumun Ayaz'a söylediklerine katlanamıyordum. "Ayaz onun adı, ona bir daha bu şekilde hitap etmeyin. Hem Ayaz'ı dövebileceğinizi de nereden çıkardınız? O çok güçlü!" Bu sözlerim onu daha da çıldırttı. Oh olsun çıldırsın! Elimden geleni yaptığım halde, beni kovmaması da beni çıldırtıyordu ama ben, onun hayatına burnumu sokup böyle saçmalamıyordum. "Beyza sen, benim ne dediğimi niye anlamıyorsun? Neden anlamamak için bu kadar diretiyorsun? Sana açık açık diyorum ki onunla konuşurken arana mesafe koyacak, ona öyle güzel gülmeyeceksin. Senin cevabın ise, onun adı Ayaz ve onu dövemeyeceğim mi? Sana bir şeyleri anlatmam için daha ne yapmalıyım? " Her bir cümlesinde bana doğru adım attı, ben ise geriye doğru gittim. Daha adım atacak yer kalmayınca korkuyla aynaya yaslandım ama o, adımlarını atmaya devam ediyordu. Şimdi bu kadar üzerime yürümenin ne alemi vardı? Aramızda neredeyse iki karış mesafe kalınca ellerimi öne doğru kaldırdım. Yanaklarım alev alev yanıyor, aradaki mesafeyi kapatacak diye korkudan ölüyordum. Söylediği sözlerin hepsini duymuştum ama tüm algılarım kapalıydı; çünkü şu an tek önceliğim alanıma fazlasıyla giren bu adamı durdurmaktı. "Sınır ihlali!" "Beyza beni delirtmek için yapıyorsun değil mi? Sana bir ton laf söyledim, sadece cevabın bu mu?" Gerçekten şu an onu delirtmek için hiçbir şey yapmıyor, sadece bu adamdan uzaklaşmaya ihtiyaç duyuyordum. "Üzerime sinirle yürüyor ve mesafeyi kapatıyorsunuz. Kendimi korumaya odaklandım. Ne olur az öteye gidin ve oradan konuşun." Elini yanağına koyup, kirli sakallarıyla oynama başladı. Derin nefesler alıp, verdi. O esnada iyice aynaya yapışıp, yana kayarak yanından uzaklaştım. Ondan uzaklaştığım için derin bir oh çektim. İşte şimdi rahatça konuşabilirdim. "Hem Beyza ne? Bana hitap ederken Beyza hanım diye hitap edeceksiniz." Elbette tek derdim bana ismimle hitap etmesi değildi. Böyle yaparak Hale'ye yaptığım gibi onu da kendimden uzaklaştırmak istiyor, tıpkı kendi gözümde olduğu gibi onların gözünde de yabancılaşmak istiyordum. "Aklıma gelmişken söyleyeyim. Ben zaten tüm erkeklerle arama mesafe koyuyorum Demir Bey ve sizden başka bu kuralımı hiçe sayan hiç kimse yok. Yani siz, bana Ayazla arana mesafe koy diyeceğinize, benimle olan mesafenizi kontrol edin!" Yakın olmadığı sürece problem olmuyor, her lafına karşılık veriyordum ama bana çok yakınlaştığında kendimi neye odaklancağımı şaşırır halde buluyordum. Bugüne kadar hiçbir erkek, sınırlarını bu kadar zorlamadığı için ondan ve yapacaklarından korkuyordum. Ona kendimi anlatmaktan artık yorulmuştum lakin o, anlatsam da bunları bir türlü anlamayan kalın kafalının tekiydi işte. Hiçbir şeyden anlamayan, koca bir hödük! "Beyza hanımmış… Bak sen, benim sinirlerimi gerçekten çok fazla zorluyorsun!" Kollarımı birbirine bağlayıp "Sizde odanıza gidip uzaklaşın o halde, yarım saattir başımın etini yediniz!" dedim. Önce bir iki adım üzerime doğru attı, sonra elini ensesine götürüp, arkasına döndü. "Kim, kimin başının etini yedi acaba? Sana yapma diyorsam yapmayacak, sözümden dışarı asla çıkmayacaksın." Bu adamın sözünü dinletme çabası git gide büyük bir takıntı haline dönüşüyordu ve her ne kadar korkmadan karşısında dik durmaya çalışsam da bir şekilde korkmama neden oluyordu. "Az konuş, az!" Odasından içeriye doğru girerken söylediği cümle yine çok konuşulmasına tahammülünün olmadığını gösteriyordu. O zaman bu adam ne diye beni yanında tutuyordu?
⏳ 3 saat sonra... Öğlen molasına bir saat kala, elinde kocaman pembe ortanca buketiyle bir adam geldi. "Beyza AKMAN." "Buyurun benim. " "Bir buket çiçeğiniz var. Teslim aldığınıza dair şurayı imzalar mısınız? " dedi. Şaşkın bir şekilde, imzamı attım ve gitti. Çiçeklerin güzelliğini incelerken, masama oturdum. Ortanca çiçeklerinin her rengini ayrı severdim ama bu buketi, pembe ve pembenin tonları oluşturuyordu. Zarfa koyulmuş nota elimi uzatıyordum ki…
⏳💙 ⌛ Ben, onu sarıp sarmalayıp herkesten saklamak isterken, o mücevher gibi parlamaya devam ediyor, insanların dikkatini çektikçe ruhum bedenime sığmıyordu. İşte bu yüzden onun benim olması için ne gerekiyorsa yapmam gerektiğini biliyordum. Birine gülmesine bile dayanamazken, birinin olma duygusu beni çıldırtıyordu. Çiçekçi bir buket çiçek getirip, ona teslim etti. Onu ahşap kapılar arkasında sadece kendim için saklarken, başkalarının dikkatini çekiyor olduğunu bilmek, bende sinir harbine neden oluyordu. İstemsizce omuzlarım geriliyor, ellerim ise yumruk şeklini alıyordu. Gördüğüm çiçekle kendimi bir anda onun yanında buldum. Masasına oturup, notu elime aldım. "Bakalım kim eceline susamış?" Sinirli şekilde solurken, yazılan notu okumaya başladım. "Seni her gördüğümde çarpan kalbimin sesini duymayan kulakların, Sesini her duyduğumda, sana dönüp aşkla bakan gözlerimi görmeyen gözlerin, Ölünesi gülüşünle, sana uzanan ellerim, Senin temizliğin karşısında, kirli bedenim, Sadece beni görmeni istiyor. Beni göreceğin güne kadar ben, hep seni bekleyeceğim. " Sanki benim hislerimle yazılmış gibiydi. Onun temizliği karşısında bende kirli değil miydim? Onu zerre hak etmiyorken, benim olmasını istiyordum. Bir kez daha onun bir başkasının olabileceği ihtimali şimşek gibi çaktığında beynimde, sinirlerime hakim olamayıp onu, sadece benim görebileceğim bir yere saklamak istedim. Sürekli kendime hayır sen aşık değilsin, senin bakışlarına karşılık vermediği, seni görmezden geldiği için onu takıntı haline getirdiğimi söylüyorum. Sonra günlerdir onun için uykusuz kalan, onun peşinden ayrılmayan yanım; aşkta tam böyle bir şey diye karşılık veriyor. Sanki o, benim kayıp tarafım gibi hissediyorum. Onunla her şey tam olacak, ben ise eskisi gibi olmayacağım düşüncesine kapılıyorum. Onu hiç hak etmediğim halde, sadece benim hak ettiğimi düşünüyorum. Temizliğiyle beni yıkasın istiyorum. Okuduklarımı şaşkın ve utanmış bir halde dinliyordu. "Sence bu çiçeği kim göndermiş olabilir?" diye sorarken, bir yandan da notu avucumun içinde büzüştürüyordum. Gözleri yerde "Bilmiyorum, şüphelendiğim birisi yok ama…” dedi. Zaten bu temiz bakış açısıyla birisinden şüphelenmesini beklemek aptallıktı. Ne benim ona tutulduğumu görüyordu, ne de Ayaz'ın ona bakışlarının ardında sakladıklarını. "Aması ne?" "Ortancaları çok sevdiğimi bildiği için mi, yoksa tevafuk gönderilen bir buket mi bilemiyorum. Eğer bu çiçekleri çok sevdiğimi biliyorsa, beni gerçekten çok iyi tanıyor olmalı." Onu dinlerken, bir yandan da öfkeme engel olamıyordum. Çiçekleri sinirle çöpe attığım sırada hiçbir söz söylemedi. "O, Ayaz itini öldüreceğim! Ondan başkası olamaz!" Odanın kapısına doğru ilerlerken aklımda sadece onun Beyza'ya bakan gözlerini oymak vardı. "Ne olur durun! O değildir." Beyza, beni durdurmak ister şekilde önüme doğru geçti ama durmamakta kararlıydım. Yanından geçtiğim zaman durmayacağımı anlamış olmalı ki kolumdan tuttu. "Bırak beni ondan başkası olamaz!" Kollarımı ellerinden çekip, yürümeye devam ettim ama o, koşarak kapının önüne geçti. "Ne olur durun. Beni ne duruma düşüreceğinizi düşünmüyor musunuz? Siz dışarı çıkıp Ayaz'a saldırdığınızda, millet ne düşünecek? Hangi hakla saldırdığınızı kimse sormayacak mı? Gerçekten Demir Bey, bende merak ediyorum. Siz kendinizde hangi hakkı görüyorsunuz da Ayaz' a saldırmak için gidiyorsunuz?" Beklediğim soru, çok yanlış zamanda gelmişti. Sana ilk gördüğüm anda aşık oldum. Seni, her şeyini kıskanıyorum ve seni alana kadar rahat durmayacağım desem, ne yapacaktı? Kollarıma mı atılacaktı? Tesettürlü, namaz kılan, kendini her türlü haramdan korumaya çalışan bir kız; benim gibi içki içen, bugüne kadar kaç kadınla beraber olduğunu bile bilmeyen adamın aşkına mı karşılık verecekti? Neden?.. Neden daha önce karşıma çıkmamıştı? Bunca kire bulaşmadan çıksaydı, onun için temiz kalmayı başarabilseydim, karşısında böyle yenik olmazdım. Vazgeç dedim kendime. Vazgeç Demir, onun masumluğu, temizliği sana çok fazla. Onu günahına ortak etme ve kendi bataklığında kirletme… Yıkılmış bir enkaz gibi "Hiçbir hakla." diye sorusunu cevaplayıp, odama gittim. .
⌛ Mesai saati bitmiş, çantasını topluyordu, içeri gelmesi için seslendim. Kapının önünde durdu. "Buyurun Demir Bey. " "Mesaiye kalacaksın, masana geç otur!" "Ama tam çıkıyordum. Hem bugün mesaiye kalacak, acil bir işimiz yok ki. " Vazgeçmiştim ondan ve eski karanlığıma çekilmiştim. Öyleyse canını yakacak, beni bir türlü görmeyen gözlerini, pişman edecektim. Sözüne karşı çıkılmasına tahammül edemeyen ben, ona çok anlayışlı davranmış, yeter ki yanımda olsun da gerekirse tüm sözlerimi bıkmadan tekrarlarım düşüncesiyle hareket etmiştim ama artık o da diğerlerinin bana davrandığı gibi davranmak zorundaydı. "Sana geç yerine otur diyorum! Çabuk bana, Hale hanımı bağla. " Öfke dolu sesimden çok korkmuş olmalı ki yerinde sıçrayıp masasına gitti ve Hale'yi bağladı. Hale ile konuştuktan 5 dakika sonra dosyalarını almış şekilde geldi. Gözleri gözlerimde, yüzünde mutlu bir ifade sanki onu aramamı bekliyormuş gibi. "Demir Bey, dosyaları getirdim" diyerek yanıma doğru yanaştı. Bana çok yakın temasla dosyaları açıp, anlatmaya başladı. Her hareketi o kadar davetkardı ki tıpkı bundan önce ağzıma düşen kadınlar gibiydi. Neyi kaybettiğini daha yakından görsün istedim. Beni bir türlü göremeyen gözlerinin önüne, bedenimin ne kadar çok talep gördüğünü dökmek istedim. Gözlerini gözlerime kilitleyen bir kadın varken, iflah olmayan gözlerim onun masumluğunu arıyordu. Başımı ona doğru çevirip, baktığımda tüm günahlardan uzak, kitabına gömüldüğünü fark ettim. Ben ona takılı kalmışken, Hale'nin elini omuzlarımda hissettim. O sırada Beyza kafasını kaldırıp bize doğru baktı. Yüzünü bir utanç kapladığını hissettim. Gözlerinin içine bakarak, Hale'nin omuzumdaki eline dokundum. Beyza masasından kalktı ve kapıya doğru geldi. Vereceği tepki benim için çok önemliydi.
❤️❤️ Şu an gördüğüm manzara da neyin nesiydi böyle?.. Bu nasıl bir rahatlık?.. Bu nasıl bir toplantı?.. Hale neredeyse, Demir Bey'in kucağına oturacak yakınlıktaydı. Bu yakınlıklarından dolayı onlar adına ben utanıyorken, onlarda utandıklarına dair hiçbir belirti yoktu. Peki bu yakınlığı benim gözüme sokmaya, ne hakları vardı! Ayağa kalkıp, kapıya doğru ilerledim ve kendimi frenlemiş bir ses tonunda konuşmaya başladım. "Demir Bey, ben çıksam daha iyi olacak. " "Sana çıkıp, çıkmaman gerektiğini ben söylerim. Kafana göre kalkamazsın!" Gerçekten bu adamın ne yapmaya çalıştığını asla anlamıyordum. Ses tonu öfkeli çıkıyor, bakışlarıyla benden intikam almak istiyor gibiydi. "Mesaiye kalmam için hiçbir neden yok! Hale Hanımla toplantınızı tek başınıza yapabilirsiniz." Cümlemden sonra Hale söze işveli sesiyle giriyordu. "O gitsin Demir, biz toplantımızı ikimiz yapalım. Onun kalmasına gerek yok." derken iğrenç kahkahasını atmayı kesinlikle ihmal etmiyordu. Bu kadının tüm erkeklere karşı böyle davranması, onun adına üzülmeme neden oluyordu. Hale'nin sözü üzerine kapıya yönelecektim ki ortalığı inleten bir sesle yerimde kalakaldım. "Senin patronun benim! Çabuk dolabı aç ve bize servise başla. " Ben hiçbir zaman onun patronum olmasını istememiştim ki. Yine girdiğim yükün altında eziliyor, arkadaşlarım ve baş kaldıran yanım arasında bir seçim yapmak zorundaymışım gibi hissediyordum. Düşen omuzlarım, frenlemeye çalıştığım asi yanım, bana neyi seçtiğimin habercisi gibiydi. Kesik bir nefes aldım ve bu kadarı benim için çok fazla olmasına rağmen, kendi kendime telkinlerde bulundum. Tamam sakin ol Beyza. İçeriye geçip, içeceklerini ver ve buradan defolup git. Yapman gereken sadece bu, lütfen başka bir şeye odaklanma. İçeriye girip gösterdiği dolabı açtığımda şaşkınlık ile öfkem birbirine dolandı. Bu dolabı daha önce hiç açmamıştım ve dolabın içinde fazla sayıda içki şişesi vardı. Öfkeyle onlara döndüğümde sinir katsayım artmış, kendim dahil herkesi gözden çıkarmıştım. "Burada benim servis edebileceğim, hiçbir şey yok!" Öfkeli sesime, aynı öfkeli sesle karşılık alıyordum. "Sana servis etmeni söylüyorum! " Hale durumuma acımış olacak ki "Demir'ciğim, ben servis ederim. O zaten, neyi dolduracağını bile bilmez." dedi. Hale, bana yardım etmek mi istiyordu, yoksa Demir'ciği ile baş başa mı kalmak istiyordu bilmiyorum ama şu an söylediği cümleyle benim çıkarıma konuşuyordu. "Sana karış dediğimi hatırlamıyorum. Ben, ona servise başla diyorsam, başlayacak. " Tüm duygularım, birbirine geçmiş şekilde alabora oldum. Bir yandan anlam veremediğim bir hayal kırıklığı kaplarken tüm benliğimi, vücudumu öfkenin ele geçirdiğini hissediyordum. "Önce aklıselim düşünün Demir Bey. Başını ve vücudunu, Allah'ın emri için örten birinden bunu mu istiyorsunuz?" Hiçbir cevap vermeyip öylece sustuğunda öfkem daha çok katlandı. En son ne zaman bu şekilde sinir harbine girdiğimi hatırlamıyordum. "Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar, fal okları şeytan işi iğrenç şeylerden ibarettir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz." Fısıldayarak başladığım ayeti bağırarak bitirdim ve gözlerimin hedefindeki adamı öfkemle yakmak istedim. "Bana açık açık Rabbim, Maide Suresinde bundan kaçmayı emretmişken, sizin sözünüzle mi ben, bu servisi yapacağım!" Öylece sus pus olmuş, cevap dahi vermiyordu ve ben, ne sesime hakim olabiliyordum, ne de vücuduma. En son anne ve babamı kaybettiğimde bu dünyaya fazlalık geldiğimi hissetmiştim. Yıllar sonra yine aynı duyguyu yaşıyor, bu dünyaya fazlalık geldiğimi iliklerime kadar hissediyordum . "Ama doğru siz patronumsunuz değil mi? Sizin sözünüzden asla çıkamam, yoksa beni yine tehdit edersiniz. Sırf siz tehdit etmeyin diye servisinizi yapmam gerekiyor!" Bağırarak konuştuktan sonra, içki şişelerinin olduğu dolaba yöneldim ve bir tanesini elime alıp, üzerindeki yazıyı okudum. "Bugün servisi whiskeyle başlatmamı ister misiniz? Sessiz kaldığınıza göre, doğru bir seçim yapmış olmalıyım. " deyip şişeyi, onların olduğu duvara doğru savurdum. Odayı Hale'nin çığlıkları inletirken, Demir Bey "Hale, hemen buradan çık! " diye bağırdı. "Olmaz, olmaz.. Bir dakika! Bu size layık bir servis değildi, kesinlikle servise devam etmeliyim. " Öfkeyle, tekrar dolaba doğru döndüm ve elime geçen şişeyi, masanın önünü hedef alarak fırlattım. Ellerim ayaklarım deli gibi titriyor, gözyaşlarım ise çoktan firar ediyordu. Hale, koşar adımlarla çığlık çığlığa kaçmaya başladığında kalbimin sıkıştığını hissettim. Bir elimle kalbimi tutup, bir elimle de ayakta kalmak için dolabın kapağından güç alıyordum. "Eyvah! Koşar adımlarla kaçtığına göre galiba servisimi beğenmedi. Öyleyse sadece sizi memnun etmem gerekecek, şimdi buna hazır olun. " Elime bir tane daha şişeyi aldım. Elim havadayken söze girdi. "Beyza dur artık! Ne olur, dur! Kendine zarar vereceksin!" "Hayır kendime değil, size zarar vereceğim!" Bilmediği bir şey vardı, o da gözümün döndüğü zaman ki halimdi ve ben bu halimi ona, zevkle gösterecektim. Elimdeki şişeyi ona doğru sert bir şekilde attığımda ani hareketle sağa doğru geçtiği için şişe duvara çarptı ve tuzla buz oldu. "Sana yalvarıyorum dur artık Beyza! İyi görünmüyorsun. Sana zarar gelecek, bir yerin kesilecek diye korkuyorum. " Çaresiz şekilde, bana doğru bir iki adım attı. Onun gözlerindeki pişmanlığın, çaresiz cümlelerinin artık bende bir karşılığı yoktu. "Sakın yaklaşmayın!" Bir adım daha attı. "Özür dilerim çok pişmanım. Öfkeden gözüm bir şey görmüyordu. Sadece artık beni gör istedim ama böyle olacağını düşünemedim Beyza. Ne olur dur artık." Benim için sesindeki pişmanlığın da zerre önemi yoktu. "Size yaklaşmayın dedim... Yaklaşmayın!" Elime geçirdiğim son şişeyi de ona doğru fırlattım. Şişe onu sıyırıp odanın cam duvarına geldi. Büyük bir gürültüyle her yer camla kaplanırken üzerime doğru atıldı. Bana zarar gelmemesi için sağ eliyle başımı kavrayıp göğsüne sardı ve sol elini sırtıma doladı. Burnuma onun kokusu dolarken hıçkırıkla konuşmaya çalıştım ama artık halim kalmamış, 6 yıl önceki tükenmişliğime geri dönmüştüm. Sesimi ona duyurmak ve kendimi onun bedeninden itmek için son gücümü kullandım. "Neden ya, neden? Size ne yaptım? Benden neyin intikamını alıyorsunuz? Ben kendi halinde yaşayan bir kızken, sizin düşmanlığınızı kazanacak ne yaptım? Dik durmaya çalıştıkça üzerime basıp geçmeye çalışıyorsunuz. Size yenilmediğim için mi, bu kadar insafsızca davranıyorsunuz?.." Onu tanıdığım günden beri bıkmadan kendime sorduğum soruyu bu sefer ona soruyordum. "Neden bir başkası değil de ben?" Bu soruyu defalarca kez kendime sorduğum halde alamadığım cevabı, şimdi ona sorduğum halde yine alamıyordum. Tükenmiş benliğime yine de bu seçimi kabul ettiremiyordum. "Neden bir başkası değil!" Boynumu kapatmış şalımdaki nefesiyle araya girdiğinde ona gücümü yettirip, kendimden uzaklaştıramadığım için güçsüz kalan bedenime öfkeleniyordum. "Ne olur sus yalvarırım. Seni bu hale getirdiğim için kendimi boğmak istiyorum! Affet Beyza, böyle olacağını bilemedim." Artık ellerim ve ayaklarımı hareket ettiremiyordum. Ne onu itecek güç kalmıştı bende, ne de onunla savaşacak halim. Kısılmış, zor duyulan sesimle "Ne olur, beni bırak" diye fısıldadım "Bırakamam, şimdi olmaz." Kollarına bedenimi daha sıkı sardığında son gücümle ellerimi hareket ettirmeye çalıştım. Ancak kollarımı biraz kaldırabilmiştim ki güçsüzlüğüme yenik düştüler. "Haram bu! Ne olur bırak. Kendimi senden korumaktan çok yoruldum. Haramına beni ortak etme, sana yalvarıyorum." "Tamam tamam... Senin istemediğin hiçbir şeyi yapmayacağım. " Bedeniyle bedenimi temkinli bir şekilde ayırdığında bir kaç saniye sonra vücudumu ayaklarım taşıyamadı. Düşecekken beni kollarımdan tutup, kucağına aldı ve odama doğru götürüp, sandalyeye oturttu. Arkama güçsüz bedenimle yaslandığımda hamur haline dönen komutsuz bedenim, geçmişin izlerini taşıyordu. Hızlı adımlarla su getirip, bana uzattı. Suyu almaya çalışırken zorlanmış olsam da başarmıştım ama ellerimin kasılmalarına engel olamadığım için bardak elimden kaydı. Elimdeki bardağı kasılan ellerimden alıp, dikkatle bana su içirmeye çalıştı. Sandalyenin üzerinde öyle ne kadar zaman geçti bilmiyordum ama artık vücuduma komut verebiliyordum. Kolumdaki saate bakıp yatsı ezanının okunmak üzere olduğunu fark edince masadan güç alarak kalktım. Aptal bir nedenden dolayı, Rabbimin karşısına geç kaldığım için kendimi içten içe azarladım. "Ne istiyorsun, bana söyle? Düşeceksin, sana bir şey olacak diye korkuyorum." "Bu, benim adıma yapabileceğiniz bir şey değil. Benim yapmam gereken önemli bir kulluk görevi, Rabb'im huzurunda beni bekler. " Aynadan destek alarak, kapıya gittim. Ne yazık ki kapıyı itebilecek güç, bende kalmamıştı. Kapıyı benim için o açtı. Asansöre kendimi nasıl attığımı bilmiyorum. Korkuyla beni takip ediyordu. - 1 tuşuna basıp, mescide doğru ilerleyince önce abdestimi tazeledim. Aynada ki yansımam yıkık görünüyordu. Yine gözlerim ve dudaklarım şişmişti ama olsun Rabbim, her halimle beni huzuruna kabul ederdi. Mescide ilerlediğimde öylece kapıda durmuş bana bakıyordu. "Özür dilerim Beyza, çok özür dilerim. " "Önce Rabbimden özür dileyin Demir Bey. Benim, sizi affedecek gücüm yok. " Derin bir nefes alıp "Nasıl dileyeceğimi bilmiyorum." dedi. "Ben namazımı kılana kadar, siz de abdestinizi alıp gelin." "Üzgünüm ama abdest nasıl alınır bilmiyorum." dediği an şaşkınlıkla yerdeki bakışlarımı ona doğru çıkardım. Bunu bile bilmeyen bir adam, acaba nasıl bir ailede yetişmiş diye düşündüm ama bu beni ilgilendiren bir konu asla değildi. Benim yapmam gereken tek şey ona nasıl yapılacağını göstermek, ona yardımcı olmaktı. Kısık sesimle konuşmaya çalıştım. "Olsun ben, size öğretirim ama biraz bekleyin. Yatsı ezanı okunmak üzere eğer namazım geçerse çok üzülürüm. " Mescitte namazımı kıldığımda içimde anlamsız, farklı bir huzur vardı. Selam verdikten sonra secdeye kapandım ve dua etmeye başladım. Beni çok üzmüş olsa da dualarım bugün, abdest bile almayı bilmeyen Demir içindi. Nasıl bir ailede yetişmişti ki bu kadar basit bir şeyi bile bilmiyordu? Ona karşı duyduğum öfke, merhamet duygusuna çoktan dönüşmüştü bile. Secdeden kalkıp kapıya doğru ilerlediğimde beni ışıldayan gözlerle izlediğini gördüm. Abdest alması için çeşmenin önüne geçtiği sırada çocuk gibi bulunduğu yerde durdu. "Önce niyetinizi edin. " "Niyet ettim. " Çok sevimli olmasa da ilk defa gözümde biraz sevimli görünmeye başladığında "Demir Bey öyle değil. Niyet ettim Allah rızası için abdest almaya diyeceksiniz." dedim. Söylediklerimi tekrarladı. "Tamam. Şimdi ellerinizi bileklerinize kadar 3 kere güzelce yıkayın. " Eline sıvı sabun aldı ve bolca köpürttü. O halini görünce tebessüm etmemek için dudağımın kenarını ısırdım ama dayanamayıp dudaklarımdan ufak bir tebessüm kaçırdım. "Neden gülümsüyorsun, neyi yanlış yaptım?" "Yanlış bir şey yapmadınız, sadece her şeyi bol köpüklü yaptınız o kadarcık. Lütfen devam edin." Dediklerimi sırasıyla yaptıktan sonra kurulansın diye bir kaç tane peçete getirdim ve mescide geçtik. "Şimdi içinizden geldiği gibi affınızı dileyebilir, duanızı edebilirsiniz." "Nasıl yapacağımı bilmiyorum? " "Size kalmış, ister ellerinizi açar dua edersiniz, isterseniz secdeye varır orada dua edersiniz. Peygamber Efendimiz 'Kulun Rabbine en yakın olduğu an secdeye vardığı andır. Secdede duayı çokça yapın' diye buyurmuş ama bunun tercihini tamamen kişilerin isteğine bırakmış. O yüzden siz de içinizden nasıl geliyorsa öyle affınızı isteyin." Demir Bey, dediklerimi ciddiyetle dinliyor ama çok eğreti ve yabancı duruyordu. Elini ensesine götürerek, sıkkın bir nefesle beraber sorusunu sordu. "Sormaktan utanıyorum ama secde nasıl yapılır ben bilmiyorum?" "Lütfen sormaktan utanmayın. Ben, size gösteririm." Secde yapmayı gösterdikten sonra secdede duasını yapmaya başladı. Duvara yaslandım ve öylece izledim. Onu öyle Rabbimin karşısında çabalarken görünce tüm öfkem, huzur duygusuna dönüştü. Çok halsiz hissediyordum, uyumamak için direniyordum ama göz kapaklarım bana asla yardımcı olmuyordu. Daha fazla açık tutmayı başaramadığım gözlerimi sadece duası bitene kadar kapatma bahanesine sığınarak kapatıyordum. Ara ara duası bitti mi diye kontrol ederek gözlerimi açsam da son olarak kapanan gözlerimle derin bir yorgunluk tarafından ele geçiriliyordum. *** "Hayatım… Hayatım." "Sevgilim uyan ama hadi. Bu kadar uyku yeter, artık beni kahvelerinden mahrum etme." Uzaktan gelen ses gitgide yakınlaşıyordu fakat ben, biraz daha uyumak istiyordum. "Demir ne olur birazcık daha uyumama izin ver, dün gece uşakların uyutmadı. " Dudağımın kenarına öpücükler kondurmaya başladığında söylenmeleri artıyordu. "Yeter ama başlayacağım uşaklarıma! Sana doya doya sarılıp, öpemiyorum bile..." Zor açtığım gözlerimle, aşık olduğum adamın derin bakan kahverengi gözlerine baktım. Elimi kirli sakallarına götürdüğümde yüzünü alan ifade değişmiş, gözlerimdeki bakışları dudaklarıma kaymıştı. Tam kollarına sarıp öpecekken, kapı açıldı ve içeriye Enes ve Furkan geldi. "Hay ben böyle çocukların...Kurulmuş alarm gibiler, ne zaman sana sokulsam burnumuzun dibindeler. Karıma hasret kaldım!" Demir, dudaklarımda unuttuğu bakışlarını çocuklara çevirmeyi başardığında onlara söylenmeyi de ihmal etmiyordu. "Niye geldiniz? Uyandığınız zaman odanızda oynasanıza, sizin yüzünüzden karımı göremiyorum." Furkan hem bana sarılıp hem öperken söze atılıyor, babasıyla benim için bildiğin savaş veriyordu. "Bak baba, zaten benden önce doğduğun için annemle sen evlendin. Sana bu yüzden çok kızgınım. Ne güzel annemle ben evlenecektim! " Demir, Furkan'la girdiği her savaşta Furkan'dan daha çocuk oluyor, sözde de olsa asla geri adım atmıyordu. "Anneni kimselere vermem. O benim olsun diye çok uğraştım. Şimdi sana mı kaptıracağımı sanıyorsun?" Furkan'la babası kendi aralarında atışırken Enes çoktan babasıyla aramıza girmiş, eliyle yanağımı tutup, burnunu boynuma dayamıştı bile. "Anne, sen çot düzel totuuyon. Seni çot seviyom. Asterin yanında seni torur." Enes'in tatlı konuşmalarına içim akarken boynuma soktuğu yüzünü öperek, ona cevap veriyordum. "Ben de sizi çok seviyorum canlarım, iyi ki benim askerlerim sizlersiniz." "Vallahi kıskanıyorum. Seni, benden çok öpüp kokluyorlar. Hem Enes oğlum, ne ara aramıza girdin de poponu bana doğru döndürdün?" Demir, yönünü çocuklara doğru çevirip "Şimdi hepinizi ısıracağım!" diye heybetli sesiyle bağırdı. "Demir, bırak çocukları sakın ısırma. " Çocuklar bir anda kaçışmaya başladığında Demir, arkalarından bir iki adım attı. Sonra yanıma yatarken "O zaman bende seni büyük bir keyifle yerim." diye fısıldadı. Bir yandan öpüyor, bir yandan gıdıklıyordu. O gıdıkladıkça benim söylenmelerim ve kahkaha sesim odada yankılanıyordu. "Demir huylanıyorum. Ne olur dur!" "Durmam imkansız karıcığım çünkü seni çok seviyorum." Öpücüklerini art arda kondurmaya devam ettiğinde sessizce ona olan aşkımı fısıldıyordum. "Bende seni çok seviyorum kocacığım..." .......
|
0% |