@hanifta_hanim
|
Secdede ne kadar süre durdum bilmiyorum. Affımı istedim. Aslında affımdan çok, Beyza'nın benim olması için dua ettim desem yalan olmazdı. İlk defa başım secdeye eğilmişti ve ben ilk defa duayı bilinçli bir şekilde yapıyordum. İçimi muhteşem bir duygu kaplayarak, ferahlamış bir şekilde secdeden kalktım. Bu kız normalde mi çok güzeldi, yoksa sadece benim gözümde mi böylesi büyüleyici bir güzellikteydi bilmiyordum. Ağlamaktan solan teni, kızaran göz çevresi, şişmiş dudaklarıyla o kadar öpülesi görünüyordu ki bu duyguma nasıl engel olabilirim bilmiyordum. O, öyle güzel uyuyordu ki başı dizlerinin üzerine düşmüş, dudakları ise dizine değdiği için iyice büzüşmüştü. Yanına doğru geçip bende duvara yaslandım ve onu izlemeye başladım. Bu akşam onu yıprattığım için kendime çok kızgınken, bencilce aşık olan yanım iyi ki yapmışsın diyor; iyi ki yapmışsın ve onunla bu dakikaları yaşamışsın. İlk defa kokusunu birkaç dakika olsa da içime çekip, ona sarılmanın verdiği haz tüm benliğimi etkisi altına almıştı. Zaman orda öylece dursa ve biz, o şekilde kalsak olmaz mıydı? Konuşacak gücü bile yokken inatla onu bırakmam için bana yalvaran hali bu isteğimin önüne geçiyordu. Düşünüyorum da onu gördüğüm ilk gün, kendime engel olamadan birkaç saniye de olsa eline dokunan ben, şimdi onun kokusunu ve sıcaklığını keşfetmişken nasıl kendine engel olacaktı? Ona dokunmak isteyen ellerim, yerde öylece bitkin halde duran parmaklarının yanına doğru ilerledi. İşaret parmağımı, pamuk rengindeki parmaklarının yanında gezdirdim. Ona dokunamamak beni, iyice sinirli bir adam haline getiriyordu ama biliyordum, ona dokunursam yanımda bir dakika kalmaz, ne olursa olsun yanımdan giderdi. Ellerimi, ellerinin yanına öylece bıraktım ve huzurla onu seyretmeye koyuldum. ⌛Bir saat sonra... Uzaktan duyduğum telefon sesi gitgide yakınlaşıyordu. Duymamazlıktan geliyordum ama ısrarla çalmaya devam ediyor, beni bu güzel rüyadan istemesem de uyandırıyordu. Gözlerimi telefon sesiyle istemeye istemeye açtığımda Beyza'nın hâlâ karşımda uyuduğunu gördüm. Cebimdeki telefon çalmaya devam ediyor, bende o güzel rüyamdan beni kim uyandırıyorsa ona söyleniyordum. Elimi telefona uzatıp, arayanın kim olduğuna bakmadan açtım. "Beni bu güzel rüyadan uyandırdığın için önemli bir nedenin olmalı yoksa-" Cümlemi Tuğba, panik bir halde böldü. "Demir Bey, Beyza'ya bir türlü ulaşamadım. Onu merak ettiğim için iş yerine geldim. İşyerini alt üst durumda bulunca çok korktum. Çantası burada ama kendisi yok. Sizi aramaktan başka çarem yoktu. Beyza'dan haberiniz var mı?" "Evet Tuğba, haberim var." Gözlerim aşık olduğum kadının yüzünde dolaşırken, konuşmama derin bir nefesle beraber "Benim yanımda." diyerek devam ettim. Konuşma sesime Beyza uyanınca ellerini hemen dudaklarına götürüp, şaşkın ve utanmış şekilde etrafına baktı. Aradığı şey neyse bulamamış olacak ki kısılmış sesiyle fısıldadı. "Ben... Ben neredeyim? Asıl çocuklar nerede?" "Tamam bizi bekle, hemen geliyoruz." deyip telefonu Tuğba'nın yüzüne kapattım. "Beyza korkma mescitteyiz. Ben dua ederken, uyuya kalmışsın. Bende, senin o haline kıyamadığım için uyandırmak istemedim. Telefonun sesini kısmak da aklıma gelmedi. Keşke kısmış olsaydım, biraz daha uyuyup, dinlenirdin. " Biraz etrafına baktıktan sonra tamamen ayıldı. "Keşke seslenip, uyandırsaydınız. Burada bu şekilde olmak doğru değil. " Buna bile doğru değil diyordu. Demek ki dayanamayıp ellerini tutsam, onu doyasıya öpsem beni öldürürdü. "Tuğba işyerinde bizi bekliyor, hadi gidelim merak etmesin." Duvardan destek alarak, bitkin bir şekilde kalktı. Gözlerime sinirli olmak dışında zaten bakmazdı ama şu an utanmış bir şekilde, benden gözlerini kaçırıyordu. Oysa o kahvelerine çokça hasrettim. ❤️❤️❤️ Asansöre doğru giderken, ondan ölesiye utanıyordum. O saçma rüya da nereden çıkmıştı şimdi? Gıcık adam, dünyamı zehir ettiği yetmezmiş gibi rüyalarıma da musallat olmuştu! Düşünme Beyza, düşünme. Gördüğün saçma bir rüyaydı. Hatta rüyadaki kişi Demir Bey değildi. Evet evet, kesinlikle başka birisiydi ama sen, bugün bu adama fazla maruz kaldığın için öyle sandın. Kendimi teselli etmeye çalıştım. Bu esnada 5. kata çoktan gelmiştik bile. Odaya doğru yaklaştığımızda her yer kırık dökük haldeydi. Odaya Demir Bey'in, kırılan cam duvarından geçerken yerin cam kırıklarıyla dolu olduğunu gördüm. O esnada Tuğba yanıma koştu. "Sana ulaşamayınca çok korktum. Hele buraya gelip gördüklerimle korkum iyice arttı. Ne yapacağımı şaşırdım. Ağabeyini arayacaktım ama son anda aklıma Demir Bey'i arayıp, sormak geldi. İyi misin?" "İyiyim kuzucum, hiçbir şeyim yok. " Ona iyiyim diyordum ama hiç iyi değildim. "Beyza sesine ne oldu böyle? Konuşacak halin bile yok. Buranın hali ne?" Gerçekten boğazım çok ağrıyor, konuşurken canım daha da yanıyordu ama onun içini ferahlatmam gerektiğinin farkındaydım. "İyiyim kuzum, iyiyim dedim ya. Sadece birazcık sinirlendim o kadarcık. " "Burayı sen mi bu hale getirdin? Demir Bey ne oluyor, Allah aşkına siz söyleyin? Beyza'nın bu hali ne?" Demir Bey, bir iki kere boğazını temizledikten sonra konuşmaya başladı. "Sanırım biraz üstüne gittim, o da bunu yaptığıma pişman etti ama merak etme ona bir şey olmasına izin vermedim, vermemde... " Tuğba'dan hiç beklemediğim bir çıkış geldi. Normalde o, ses tonunu asla yükseltmeyen bir kızdı. Benim aksime geç öfkelenir, zor sesini yükseltirdi. "Bir şey olmasına izin vermediniz mi? Peki Beyza'nın bu hali ne? Ayakta bile duracak hali yok. Ağladığı her halinden belli ve siz bir şey olmasına izin vermedim mi diyorsunuz?" Ona doğru bir adım attığında çatılan kaşlarıyla tekrar sordu. "Ona ne yaptınız? Çabuk söyleyin!" Tuğba'nın elini tutarak bana bakmasını sağladım. "Kuzum sakin ol, sadece beni sinirlendirdi. Ben de ona sinirli halimi severek gösterdim. Gerçi iki kez üzerine doğru bir şeyler fırlattım ama gözyaşlarımdan güzel nişan alamadım. Asıl attıklarım ona gelseydi, o zaman daha mutlu olacaktım ama o kadarını başaramadım. " Demir Bey'in dudağının sağında hafif bir hareketlenme olup konuşmaya başladı lakin ben iyi değildim. "Sen öyle san, gayet güzel nişan aldın. Sadece kenara doğru çekildiğim için attıkların bana gelmedi. " "Bir dahakine çekilmeyin sizde" diye zorla cevapladım. Gözlerim bir anda kararınca sendeledim. Bir yerden destek almak için elimi uzattım ama boşluğa denk geldi. Tam yere düşerken Demir Bey, beni tuttu. O esnada Tuğba'nın bağırma sesleri her yeri inletiyordu. Onu korkutmaya hakkım olmadığını biliyordum. Eski halime dönmekten çok korkuyor olsam da ona "Korkma... Korkma, ben iyi-" demeye çalışırken tanıdık karanlık tarafından ele geçirilmiştim. ⌛ Gözlerimi açtığımda odamdaydım. Odamın kapısı kapalıydı ama içerden sesler geliyor, Tuğba birine öfkeyle bağırıyordu. Tanımadığım bir erkek sesi de onu yatıştırmaya çalışıyordu. Ne olduğunu anlamayan gözlerle saate baktım, saat gecenin 2'siydi. Bu saatte, evde kim vardı bilmiyordum. Yataktan zorla doğrulup, kapıyı açtım. Koridordan odaya doğru sendeleyerek giderken, Tuğba öfkeli sesiyle konuşmaya başladı. "Birde ona bir şey olmasına izin vermem diyordunuz! O halde bu kızın hali ne? Kız gözlerimin önünde yere yığıldı, yere! Onu o hale getirdikten sonra kucağınıza alarak buraya taşımanız, doktor çağırmanız ne fayda eder. Bir daha bu kızı bu halde görürsem, sizin tehditlerinize boyun eğdirmem! Arkadaşlarına merhamet duyuyor diye, sizin asistanlığınızı kabul etti. Onu bir daha bu hale getirecek olursanız, arkadaşımı sizin elinizden kurtarmak için gider, işyerindekilerle tek tek konuşurum ve Beyza'yı istifasına ben zorlarım haberiniz olsun! " Tanımadığım erkek sesi araya girdi. " Demir, sen kızı tehdit mi ettin? " Odaya girdiğimi görünce Tuğba üzerime atıldı. Demir Bey darmadağın olmuş halde hemen ayaklandı. Zor çıkan sesle konuşmaya çalıştım. "Burada ne oluyor? " Tuğba, "Sana bir şey olacak diye çok korktum ayakta durma otur hemen." diyerek bana yardımcı oldu. Oturduğumda yabancı olan erkeğe baktım. "Merhaba ben Ferit. Demir'in yakın arkadaşıyım. Tuğba, Demir'i azarlarken fazla ses çıkardı sanırım. Sizi uyandırdık. Bu öküz herifin yaptıkları için arkadaşı olarak ben de çok üzgünüm. Kusura bakmayın." Konuşurken Ferit'i izliyordum bende. Uzun boylu ela gözlü kendini bilen bir erkekti. Mesela tanışırken, elini bana uzatmamıştı. Bu çok az rastladığım bir incelikti. Öküz mü demişti o Demir için, ne de güzel tanımlamıştı arkadaşını. Yüzümde hafif bir tebessüm oluştu. "Merhaba Ferit tanıştığıma memnum oldum. Arkadaşını ne kadar güzel tanımlıyorsun. Onun için düşüncelerimin, kısa bir tercümanı gibiydi." Ferit ve Tuğba gülmeye başladılar. "Oh be laf sokmaya başladığına göre biraz kendini toparlamaya başladı. Akşam yemeğini kaçta yedin, acıktın mı cancanım? " "Akşam yemeğini yemedim ama karnım aç değil. Sadece çok yorgun hissediyorum, birde boğazım çok ağrıyor kuzum. " "Ya sen var ya beni çıldırtacaksın. Belki de açlıktan gözlerin karardı. Öğlende hiç bir şey yemedin. Yemeği çatalla tırtıkladın sadece, sabah kahvaltısını söylemiyorum bile, ağzına bir lokmayı zorla sokuyorum. " Tuğba söylenirken, araya Demir'in öfkeli sesi girdi. "Sen bugün hiçbir şey yemedin mi? En son dün akşam mı yemek yedin? Sakin olacağım diyorum ama beni gerçekten delirtiyorsun Beyza. Ferit, hemen bir şeyler yap, malzeme yoksa da bul getir. " Ayağa kalkmış, sinirle gözlerime bakarken elini ensesine koymuş orada gezdiriyordu. Alt tarafı bir günlük beslenmemi aksatmıştım, sanki intihar etmişim gibi abartarak bahsediyorlardı. Ferit hemen yerinden kalktı. "Malzeme yoksa restorana geçeyim, orada bir şeyler hazırlayıp geleyim." derken Tuğba araya girdi. "Gitmenize gerek yok, tavuk suyuna çorba yapalım hem çok sever hem de boğazını yumuşatır." dedi. Tuğba mutfağa doğru ilerlediği sırada Ferit'in yardım isteğini geri çevirmedi ve mutfağa gittiler. Onlar gittikten sonra Demir Bey yanıma gelip, bir şeyler söyleyecek gibi baktı. Sonra vazgeçmiş olmalı ki arkasını döndü. Bir iki adım attıktan sonra dayanamayınca sinirli bir şekilde solumaya başladı. "Sen, kendine niye bakmıyorsun? Koca bir gün, yemek yememek ne demek? Bundan sonra kahvaltını da oturup yapacaksın. Öğle yemeğini de atlatmayacaksın. Her gün sorup öğreneceğim, yapmadığın bir gün olursa zorla oturtup ben, seni yedireceğim. " En son cümlesini demeseydi iyiydi. Gözlerimi ondan kaçırdığımda ellerime sabitledim. Son cümlesi beni, rüyama sürükledi. Ne kadar mutlu görünüyorduk. Oysa dünyada asla olmayacak bir şeydi. O ve ben... Biz bile diyemiyorum çünkü Demir, hayallerimdeki adam asla değildi. Evet çok yakışıklıydı ama bu benim için asla yeterli değildi. Hayatıma birinin girmesi için benim gibi olması gerekiyordu. Beni hayra teşvik edecek, iki kişilik küçük cemaatimize imamlık edecek birisi. Hani bazı kızlar paraya, mala, çok yakışıklı olmasına önem gösterir ya, benim ise isteklerim çok farklıydı. Okuduğumuz kitaplar hakkında uzun uzun konuşup, fikir alışverişi yapmalıydık mesela, fikir alışverişi yapmıyorsak bile aynı keyfi almalıydık. Sürekli birbirimizle konuşup, günü paylaşmamız gerekiyordu. İşte benimde hayalimdeki adamda aradığım özellikler buydu ve ben bu hayalimdeki adamın gelmesini bekliyordum. "Beyza, sana diyorum, neden susuyorsun?" Uzun bir süre cevap vermedim ve düşüncelerimden sıyrılmayı bekledim. "Demir Bey, siz hani az ve öz konuşurdunuz. Bu kadar cümle sizin için çok fazla değil mi?" "Gerçekten adamı çıldırtırsın! O kadar soru sorup, laf söyledim. Senin verdiğin cevaba bak. Ben de Demir'sem seni zorlaya zorlaya o yemekleri yedireceğim." İstemiyordum. Bu adamın benimle konuşurken bu şekilde konuşmasını, aradaki mesafeyi kapatmasını, bana öyle bakmasını istemiyordum. "Hele bir deneyin!" "Sen yeme de o zaman gör." Birbirimizle restleşirken Tuğba içeriye girip, masaya çorbaları dağıttı. "Hadi herkes sofraya." deyince Demir Bey, hemen araya girdi. "Beyza, sen yerinden kalkma, çorbayı yatağa getirelim. " Tuğba, Demir Bey'e gözlerini devirirken alayla söze girdi. "Tabii ya ben, bunu düşünemedim. Benden çok onu, siz düşünüyorsunuz. Kaç yıllık arkadaşım, yatakta asla bir şey yemez, gerekirse kendini yere yuvarlar, yine de yatakta ağzına lokma sürmez. " Odayı Ferit'in kahkahaları inletirken, benim tebessümüm de ona eşlik etti. Koltuktan destek alıp kalktığımda Demir Bey tetikte bekliyordu. "İyiyim ben Demir bey, siz oturun." Masaya oturup, muhabbet eşliğinde çorbalarımızı içmeye başladık. Elimi hâlâ tam olarak kontrol edemiyor, kimse anlamasın diye kaşığıma az az çorba alıyordum. Yine çorbayı ağzıma götürmeyi başarıyordum ama yutmak eziyet gibi olduğu için sessizce kaşığı masaya koydum. "Demir Bey, telaştan size soramadım. Beyza'yı eve götürürken, size evin yolunu tarif etmeden bizi buraya getirdiniz. Bu nasıl mümkün oluyor acaba?" Demir Bey bir iki öksürdükten sonra, bana doğru döndü. Şaşkın bir şekilde ona bakıyordum. "Sen neden, çorbanı içmiyorsun?" "Yutmakta zorluk çekiyorum, bu kadar yeterli Demir bey. " Sandalyesini hemen yanıma çekince kaşığı eline aldı ve çorbadan bir kaşık alıp, bana uzattı. Bu adam gün geçtikçe daha fazla sınırlarını aşıyordu. "Ben, sana daha demin ne dedim? Kendine dikkat etmezsen, seni zorlaya zorlaya yediririm demedim mi?" "Demir Bey saçmalamayın, çocuk muyum ben?" "Balon tabancasıyla oynarken, öyle görünüyordun. Şimdi konuşma da ağzını aç." Kaşığı bana doğru uzattığı sırada "Demir Bey saçmalamayın." dedim ve kafamı sağ tarafıma doğru çevirip "Tuğba bir şeyler yap." diyerek yardım istedim. Tuğba ikimize baktıktan sonra "Aslında Demir Bey'e bu konuda katılıyorum. İşine gelince çocuklaşıp canımızı çıkarıyorsun. Şimdi de ağzını aç da çorbanı içirsin." dedi. Sinirle masanın altından Tuğba'ya bir tekme savurdum ama masanın küçük olmasını hesaba katamadım. Ferit ve Tuğba'nın bağırma sesi, aynı anda geldi. Her şey üst üste geliyordu. Utandığımdan dolayı kızaran yanaklarımı ellerimle kapatarak "Pardon hedefte şaşma oldu Ferit, sadece Tuğba'ya gelmesi gerekiyordu." dedim. Ferit bir iki kahkaha attıktan sonra "Hedefi şaşırmandan, Allah'a sığınırım" dedi. "Demek bana vuracaktın öyle mi? Demir Bey çorbasını bitirene kadar içirin hatta şimdi 2. tabağı da getireyim." dedi ve masadan kalktı. Ferit' te kendi boş tabağını alıp, onunla birlikte gitti. "Şimdi ağzını aç." Kesinlikle bunların neyin kafasını yaşadığını anlamıyordum. Hele Tuğba beni tanımıyor muydu da bu şekilde konuştuktan sonra sofradan kalkıp gidiyordu. "Demir Bey saçmalamayın." "Başlarım senin beyine, aç şu ağzını! " Israrla çorbayı bana uzatan hali gerilmeme neden oluyordu. "Demir Bey, lütfen. Olmaz öyle içemem." "Beyza beni delirtme! Seni kucağıma alıp ellerini tek elimle tutar, zorla bu çorbayı içiririm. " Bu adamın kesinlikle hiç utanması yoktu. Söylediklerinden dolayı benim yanaklarıma kan hücum ediyordu ama onda utandığına dair ufak bir belirti bile yoktu. "Tamam tamam. Ben içerim. " Onunla girdiğim muhabbetin bir son bulmasını istiyordum ama bu mümkün görünmüyordu. "Aç şu ağzını!" "Kendim içerim dedim ya." Elindeki çorba dolu kaşığı kaseye bırakırken "Bunu sen istedin. Canıma minnet, şimdi kucağıma gel." dedi. O an korkudan öleceğimi sandım. Üst üste yaşadıklarım çok fazlaydı. Hele saçma sapan gördüğüm rüyadan sonra böyle davranması beni daha fazla korkutuyordu. "Saçmalamayın, sakın bana dokunmayın! Tuğba... Tuğba koş. Yardım et! " Demir bey, çoktan ayağa kalkmıştı. Tuğba mutfaktan koşar adımlarla geldi. "Ne oldu kuzum?" "Manyak adama bir şey de, beni dinlemiyor. Vallahi çatalı hiç acımadan batırırım. Benden uzak dursun! " Tuğba yüzümdeki ciddi ifadeyi gördükten sonra "Demir Bey, siz ne yapıyorsunuz? Hayırdır?" diye sordu. "Çorbanı içmezsen seni kucağıma alır, bir elimle ellerini tutarken bir elimle de çorbayı sana zorla içiririm dedim. Şimdi dediklerimi yapacağım. " Bu adamın cümlelerinden sonra mümkünmüş gibi yüzüm daha fazla kızarıyor, yer yarılsa da içine girsem düşüncesine kapılıyordum. Ferit'in öfke dolu sesi ona dönüp bakmamı sağlıyordu. "Çüş ağır ol Demir! Sen herkesi hayatına giren kadınlar gibi sanıyorsun herhalde. Kız bu örtüyü süs olsun diye takmamış, her halinden belli oluyor. Bizimle konuşurken bile genel olarak bakışlarını bizden kaçırıyor. Peki sen ne yapıyorsun? Biraz hareketine çeki düzen ver. Çık kızın yanından!" derken Ferit çoktan yanıma gelmişti bile. Demir Bey'i, Ferit'in söylediği hiçbir şey etkilememiş şekilde başımda dikilmeye devam ediyordu. Ne olursa olsun onu sinir edip, yanımdan uzaklaştırmam gerekiyordu. "Siz beni, Hale ile karıştırdınız herhalde, gidip ona çorbayı içirin. " Demir Bey duyduklarından sonra sinirle iki adım geriye doğru attı. "Hale'ne de sana da!.. " Ayak ucundaki bakışlarımı gözlerine çıkardığım sırada aynı ses tonuyla "Asıl senin Hale'ne de sana da…" deyip cevap verdim. Yine bu adam ayarlarımı alt üst etmiş, deli damarıma basmıştı. Gözlerimle onu yakıp yok etmek isterken "Ferit, şu arkadaşını yanımdan alıp, git lütfen. Gerçekten sinirlerimi çok bozuyor." dedim ama bu cümleye karşılık olarak Demir Bey, üzerime doğru bir adım attı. Elimi çorba içtiğim kaseye doğru uzatırken "Bugün başaramadığımı şimdi yapar, şu tabağı kafanda kırarım. Vallahi yine bana gelenler geliyor! Kendimi tutabileceğimi sanmıyorum." dedim. "Oo Beyza senden korkulur. Demir oğlum, işte şimdi baltayı taşa vurdun. Şu an içim çok rahatladı, Beyza seni en kısa zamanda adam eder. " Ferit'in cümlesine kaşlarımı çatıp "Onu adam etmek asla benim görevim değil." dediğimde Demir Bey karşıma geçti. Yine gözlerimizle savaşıyor, bu adama katlanamadığımı bir kez daha anlıyordum. "Tamam ikinizde çıkın evden, saat gecenin üçü oldu. Daha Beyza namazını kılıp yatacak, çok bile kaldınız!" Tuğba ikisinin kolundan tutarak dış kapıya doğru postaladığında Demir Bey arkadan "Yarın gelip kontrol edeceğim." diye bağırıyordu. Tuğba ise Demir Bey'i bu saatte bağırdığı için kalaylıyordu.
💙💙💙 Saat 10'da simidimi ve ekmeğimi alıp, onun zilini çaldım. Dün ilk defa ona çok yakındım. Dolaylı yoldan ona sarılmış, kokusunu bir kaç dakikada olsa içime çekmiştim. Uyurken ne kadar güzel göründüğünü görmüş, onu yakından izlemiştim, hele gördüğüm rüya muhteşemdi. Beyza ile bir aile kurduğumu görmek, rüyamda doya doya onu öpmek, muhteşem bir duyguydu. Gerçek hayatta olması için o mescitte çokça dua etmiştim ve şimdi duamı tekrar edip, yeniliyordum. Kapıyı bir kez daha çaldığımda hâlâ açılmadığı için birkaç kez daha üst üste çaldım. En sonunda ayak sesleri yaklaşınca kapı da hemen ardından açıldı. Gözleri yarı açık, yarı kapalı, başını kapıya yasladığında "Allah aşkına, sabah sabah ne var?" diye söze girdi. "Ne sabahı, saat on. Tuğba seni uyandıramayınca kıyamamış, öylece evde bırakmış. Acıkmışsındır diye sana sıcak simit ve ekmek aldım." Allah'ım, o çok güzel görünüyor, resmen şu an ayakta uyuyordu. Sol gözünü açıp elini uzatırken zor konuşuyordu. "Tamam verin, ben acıkınca yerim. " "Ne kadar misafirperversin, bari içeriye davet etseydin. " Derin bir nefes alarak "Tuğba işte dediniz ya, ne içeri davet etmesi. Evde tek başınayken eve yabancı erkek giremez." dedi ve açık tutmayı başaramadığı gözünü tekrar kapatıp konuşmasına devam etti. "Daha uyanamadım, ne olur biraz daha uyumaya ihtiyacım var Demir Bey. Lütfen sizde uykumu bölmeyin." Pijamalarının üzerine kimonosunu alelacele giyip, başını örttüğü çok belliydi. Hatta kimonosunu uyku sersemi ters giymişti ve o böyle çok sarılıp, öpülesi görünüyordu. "Tamam sen git uyu, ben ekmekleri mutfağa koyarım sonra da kapıyı kapar giderim. " "Demir Bey, evde başka birisi yokken eve girmeniz doğru değil dedim. Neden bir kere söyleyince anlamıyorsunuz?.." Gözlerini açtıktan kısa süre sonra tahammülsüz bir nefesle beraber kaşları çatıldı. "Şu an size karşı öfkem katlandı çünkü uykumu kaçırdınız. Ne vardı bırakıp gitseydiniz, ben de uyusaydım ama olur mu beyefendi burnunun dikine gidecek, illa istediği şeyleri karşı tarafa zorla yaptıracak." Sinirden yerinde zıplayıp, hiç bitmeyen cümlelerine başlamıştı yine ama ben, ona bakarken söylediklerine tam olarak odaklanamıyor, sadece onun güzelliğini izliyordum. "Az konuş Beyza, az! " "Ben zaten az konuşuyordum. Siz, beni konuşturup uykumu kaçırdınız, şimdi de karşıma geçmiş az konuş mu diyorsunuz?" "Evet öyle diyorum. Hadi üstünü değiştir, beraber dışarıya çıkıp, kahvaltı yapalım." İki kolunu birbirinden geçirip alaylı sesiyle "Yok ya, nedenmiş o? İş yerinde sizin soğuk ve sinirli yüzünüze yeteri kadar katlanıyorum zaten, sizinle kahvaltı yapıp da güzelim gençliğimden çalamam." dedi. Sadece bir kere benim sözümü dinlese ve onunla beraber zaman geçirmeme izin verse olmuyor muydu? "Sana gir içeri hazırlan dedim, yoksa evde kimse yok falan anlamam içeriye girerim. " "Hele bir deneyin bakalım." derken, sinirle kapıyı kapatıyordu ki kapının arasına ayağımı soktum. Arkadan kapıyı var gücüyle iterken, ismimin yanına koyduğu bey hitabını kullanmadan öfkeli sesiyle söylenmeye başladı. "Senin o ayağını kırarım Demir!" "Küçücük bir şeysin, kapıyı biraz itsem kendiliğinden açılır. Şu an kapıyı ittiğimi mi düşünüyorsun? Eğer öyle düşünüyorsan hayal dünyasındasın Beyza. Şimdi git üstünü giy, seni arabada bekliyorum. Eğer 10 dakika içinde gelmezsen, apartmanı kapına dökene kadar bağırırım." "Dökersen dök! Apartmandakiler benim nasıl biri olduğumu biliyor. Delinin biri kapımın önünde bağırıyor diye, bana hiçbir şey demezler. Hatta ben dışarı çıkar, beni rahatsız ediyor yetişin deyip, seni bir güzel dövdürürüm. Bak sen beni çok sinirlendiriyorsun. Hatta güzel fikirmiş, ben bir bağırayım da nasıl dayak yenirmiş gör!" Onun bana meydan okuyan tavırları asla bitmiyordu. Ne olurdu sanki direk tamam dese de kavgasız gürültüsüz, onunla istediğim her şeyi yapabiliyor olsam ama olur mu hiç, hanımefendi illa beni sinirlendirecek. "Sen hele bir sesini çıkar, o kapıyı açıp içeri girer, sonra da bağırmaya çalışan ağzını bir güzel kapatırım ve böylece aramıza koyduğun sınır da ortadan kalkar." Cümlelerimden sonra öfkeli sesiyle "Baş belası olduğunuzu biliyorsunuz değil mi?" diye sordu. "Bunların hepsi sözümü dinlemediğin için oluyor, biliyorsun değil mi? " "Ay birde üsten üsten konuşuyor... Size katlanmak gerçekten benim için çok zor." dedikten sonra biraz daha çabalayıp kapıyı kapatmaya çalıştı. Kapatamayacağını anladığında ise "Tamam çekin ayağınızı, üzerimi değiştirip geleceğim... Bir cuma huzurunu çok gördünüz." dedi. "Unutma 10 dakika, 10! " "Hâlâ konuşuyor yaa!" Ayağımı kapının arasından çekerken, o da söylene söylene kapıyı kapatıyordu. Beklemek için arabanın yanına gittiğimde, yaklaşık 10 dakika sonra yanıma geldi. Onu baştan aşağı incelerken, yine her zamanki gibi çok güzel görünüyordu. Gözlerimi ondan alamadan arabanın kapısını açtığım sırada, yine beni sınayan cümlelerini kuruyordu. "Sizinle geleceğimi de nerden çıkardınız? Ben, sizi arabayla takip ederim." Ben onunla beraber zaman geçirmek adına uğraşırken, o benden kaçmak adına uğraşıyordu ve bunu belli etmekten asla çekinmiyordu. Çatılan kaşlarımla "Beyza, beni delirtmek için yapıyorsun, değil mi?" diye sordum. "Sizin içiniz fesatsa, ben ne yapabilirim?" Sesini düz bir çizgide tutmaya çalıştığı cümlesinden sonra kendi arabasına gidip bindi. İçimden sanki araba kullanmayı bilmese ölürdü diye geçirirken, ben de arabaya bindim. Arabanın camını açıp, gözlerimi çekmeden ona baktığımda bakışlarıma beni sinir etmek için yaptığını bildiğim gülümsemesiyle karşılık verdi. Arabayı çalıştırıp yola çıktık. Mesafe açılmasın diye ara ara dikiz aynasından onu kontrol ediyordum. Ferit'in restoranına geldiğimizde arabadan inip valeye anahtarı verirken, gözlerim ona takılıyordu. Arabadan indiğini gördüğüm sırada gri elbisesinin ona çok yakıştığını düşünüyor, onu böyle güzel benden başka kimsenin görmesini istemiyordum. Beyza da arabasının anahtarını valeye verdikten sonra ikimiz de restorana doğru ilerledik. O sırada Ferit'in bizi karşılamak için kapıya doğru geldiğini gördük. "Masanız hazır. Siz geçin, ben de şimdi geliyorum." Ferit tebessümle konuştuktan sonra hemen yanımızdan ayrılınca Beyza "Ferit burada mı çalışıyor?" diye sordu. "Üstündeki şef önlüğüne bakma, burası Ferit'e ait çok talep gören, isim yapmış bir restoran." "Evet bir kaç kere gelmiştim ama Ferit'i gördüğümü hatırlamıyorum. Gerçi yanımda kitabım veya Tuğba olunca dünyadan kopuyorum, ondan dolayı da görmemiş olabilirim." Onu takip ettiğim on gün boyunca beni, bir türlü görmemesindeki nedeni şimdi daha iyi anlıyordum. Kendini etrafında olup bitene kapatıyor, o an için oluşturduğu dünyasına sınırlı sayıda insan alıyordu. Masaya oturup kahvaltı yapmaya başladığımızda, Beyza'nın sadece çay içtiğini fark ettim. "Neden bir şey yemiyorsun?" "Daha yeni uyandım, canım istemiyor." Onun yemesini sağlamak için "Hımm demek seni, ellerimle yedirmemi istiyorsun" dedim. Gözlerini kocaman açıp içine doldurduğu nefesle "Hayır hayır bir anda çok acıktım. Şimdi güzelce kahvaltımı yaparım." dedi ve telaşla ağzına bir lokma attı. Bu sırada Ferit bir elinde pişi, bir elinde de çemen ile geldi. "Beyza Hanım için özel yapıldı. Buyurun Beyza Hanım, en sevdiklerinizden… " "Ferit çok teşekkür ederim. Bunları sevdiğimi nereden öğrendin? " "Demir sağ olsun, Tuğba'dan her şeyi öğrenmiş, hemen hazırla geliyoruz dedi. Bende büyük bir zevkle hazırladım. Paşam restoranıma ilk defa birisiyle geliyor, birde üstüne özel hazırlık istiyor, yapmaz mıyım hiç? " Sofrada simitleri göremeyince "Sıcak simitler eksik, bulamadınız mı?" diye sordum. "Bulduk şimdi getirirler. " Duyduklarından sonra Beyza'nın bakışları öne eğildiğinde mahcup bir şekilde söze girdi. "Gerçekten bunca zahmete gerek yoktu." "Kimseye zahmet falan olduğu yok. Sen güzelce karnını doyur, şimdi uzat tabağını ve koyduklarımın hepsini ye." Önünden tabağı alıp içine bir şeyler koyarken, hepsini bitirmesi için ikazda bulundum. Kafasını tamam anlamında salladıktan sonra doldurduğum tabağı ona uzattım. Hemen elimden aldı ve yemeye başladı. Bu sırada gelen sıcak simitlerden bir parça koparıp, içine tereyağ ve çemeni sürerek ona uzattım. Şaşkın ve utanmış bakışlarıyla alırken "Bunu da mı Tuğba'dan öğrendiniz?" diye sordu. "Hayır, bunu biliyordum zaten. " "Nasıl biliyorsunuz?" Meraklı sorusunu "Orası seni ilgilendirmez, sen kahvaltını yap." diye geçiştirirken kahvaltısını yapmaya devam etti. Simidi iştahla yediği sevimli halini görünce iyi ki aldırmışım diye içimden defalarca geçirdim. "Demir Bey, sizde tereyağ, çemen ve simit üçlüsünden yesenize çok lezzetli oluyor." İçtenlikle kurduğu cümleye "Tamam deneyeceğim. Sana bir tane daha sürüyorum, yersin değil mi?" diye karşılık verdiğimde mutlulukla "Hem de seve seve yerim." dedi. Onunla geçirdiğim bu dakikaların bir başlangıç olmasını çok istiyor, bunun için elimden ne geliyorsa yapacağımı çok iyi biliyordum. ⏳⌛ İş yerine geldiğimizde şaşkın bir haldeydim çünkü her yer düzelmişti. Paranın gücü tam olarak bu oluyordu işte. Eğer paran varsa bir şeyleri yerine koyman çok daha kolay oluyordu, tabii parayla yerine gelmeyen bir çok şey de vardı; dün yaşadıklarım gibi mesela... Etrafa bakınırken, Tuğba'nın masasından el salladığını görünce yanına gidip, biraz konuştum. Onunla konuşmak her zaman olduğu gibi bana çok iyi geliyordu. Kolumdaki saate baktığımda yine fazla muhabbete daldığımızı anladığım için odama geçtim. Şimdi bu gördüklerim de neydi? Her yerin rengarenk ortanca çiçekleriyle dolu olduğunu görünce kendimi odaya nasıl attığımı, onların her birine nasıl aşkla baktığımı bilmiyordum. "Sevdin mi?" Demir Bey'in sorusuna iç çekerek "Sevmez olur muyum? En bi' sevdiklerim..." diye cevapladığımda "Yine de sen, en çok bunları sevme " diye karşılık verdi. "Demir Bey yakından her birine baksanıza Rabbim, ne kadar güzel yaratmış. Bu güzelliğin karşısında sevmesem ayıp olur." "Bilmez miyim, çok güzel yaratılmış tabii. Yüzü, gözü her şeyi muazzam, insan benim olsun istiyor." "Ne yüzü? Ne gözü? Çiçeklerde yüz göz olmaz ki?" diye soru sordum. O sırada başımı çevirip, Demir beye bakarken onun öylece bana baktığını gördüm. Bu adamın neden böyle yanlış anlaşılacak, cümleler kurduğunu anlamam bir türlü mümkün olmuyordu. Ona baktığım sırada iş telefonu çalınca ayağa kalkıp telefona yöneldim, Demir Bey de kendi odasına gitmek için ayaklandı. Telefonu açıp karşı taraftan gelen sesi duymamla, sinirlerimin alt üst olması ani oldu. O sesle beraber, dün yaşadıklarım aklıma geldiğinde, sesimi düz bir tonda tutmaya çalışarak "Bekleyin şimdi bağlıyorum" dedim ve Demir Bey'e bağlandım. "Demir Bey, sevgiliniz Hale hanım arıyor. Bağlıyo-" Cümlemi sert sesiyle "Ne sevgilisi, ne saçmalıyorsun sen?" diye böldüğünde "Bağlıyorum" diyerek, cevap vermesine fırsat vermeden bağladım. Sinirle telefonda, bir şeyler konuşmaya başladığı sırada ofisten gelen alkış seslerini duydum ve hemen odadan çıktım. "Ne kaçırdım? Ne kaçırdım?" "Bir şey kaçırmadın güzel kızım. Her yıl olduğu gibi, 2 günlük kampa gidiyoruz. Her şey hazır, yarın yola çıkıyoruz. " Duyduklarım karşısında sevinçle konuşmaya başladığımda "Yaa Fatih Bey siz harikasınız. Sizde geliyorsunuz değil mi?" diye sordum. "Evet geliyorum ama bu yıl bir gün sizinle zaman geçirebileceğim. " "Olsun bir günde olsa bize yeter, güzel hikayelerinizi özledik. " Fatih Beyle konuştuğumuz sırada Demir Bey yanımıza gelip "Burada neler oluyor?" diye sordu. "Her yıl olduğu gibi, 2 günlük kampımıza gidiyoruz." O an aklıma gelen düşünceyi biran önce dile dökmem gerektiğini hissederek konuşmaya devam ettim. "Tabii eski ekip olarak gidiyoruz. Şirkete yeni girenleri aramıza almıyoruz, bu bizim yıllardır süregelen kuralımız. Yani siz olmadan 2 gün, cennet gibi olacak." "Beyza kızım, öyle bir kuralımız mı var? " Öyle bir kuralımız elbette yoktu ama bu adam olmadan 2 gün kamp yapmak, benim için tüm negatiflikten arınmakla eşdeğerdi. Derin bir nefes alarak tebessüm eşliğinde konuşmaya başladığımda, Demir Bey'in yüzünü şu an göremesem de aldığı şekli hayal edebiliyordum "Tabii ki var Fatih Bey. 2 dakika önce toplu olarak karar aldık ya, hatta oy birliğine bir daha sunalım." Fatih Bey'in yüzüne yalvarır bir şekilde bakınca gözlerini kapatarak onayladı. Bende ondan cesaret bulup cümlemi devam ettirdim. "Yeni gelen kişilerin, o da bir kişi zaten gelmesini istemeyen parmak kaldırsın." Herkesin bakışları arkamdaki adamda dolaşıyor, kimse parmak falan kaldırmıyordu. Bu durum karşısında asla pes edecek değildim. Parmağımı yukarıya kaldırıp ilk yandaşıma doğru döndüm. "Hadi ama korkmayın bir şey yapamaz. Tek ben istemiyor olamam değil mi? Tuğba dünü düşün. Evet parmaklar 2 oldu. Ayaz aramızdaki arkadaşlığı düşün. Evet parmaklar 3 oldu. Ayşe, hamilesin diye sürekli yaptığım kurabiyeleri düşün. Evet parmaklar 4 oldu. Ahmet ağabey, senin kızların için şalımı süpürge edip, verdiğim dersleri düşün. Evet parmaklar 5 oldu. Sevim'ciğim işe yeni başladığında senin arkanı koruyup, sürekli yardım eden iyilik meleğini düşün. Evet parmaklar 6 oldu." Derin bir nefes alarak yönümü Demir Bey'e çevirip "Çokluk bizde, o yüzden siz gelmiyorsunuz Demir Bey." dedim. Üzerimden büyük bir yük kalkmış gibi hissettim. Onsuz geçen iki günde eski halime dönebilecektim. Odaya gidip ahşap kapıyı yavaşça arkamdan bakan Demir Bey'in yüzüne kapattım. Renk renk ortanca çiçeklerini görünce içimi kaplayan huzur beni fazlasıyla mutlu etmeyi başarmıştı. Her yerde ortancalar vardı ve her biri harika görünüyordu. Çiçeklerin yanına eğilerek, biraz sevip nazlattıktan sonra hemen elime telefonumu alıp, fotoğraf çekmeye başladım. Bir iki tane de ağabeylerime ve dedeme atmak için selfie çekildiğim sırada içeriye Demir Bey girdi. Tabii her zamanki gibi burnundan soluyor ama ben, artık buna alıştığım için hiç o taraflı olmuyordum; çünkü zafer benimdi ve bu zaferle 2 muhteşem gün kazanmıştım. Sessiz, sakin ve en önemlisi onsuz... "Sen ne yaptığını sanıyorsun?" "Selfie çekiliyorum. Ağabeylerim ve dedem, benim gül cemalimi özlemiştir." Yanıma doğru gelirken öfkeli sesiyle "Bırak şimdi fotoğrafı, ayağa kalk." dedi. "Hiç keyfimi bozamam, orada öylece bekleyin. Beklemek istemiyorsanız da beni işten çıkarın." Tam art arda fotoğraf çekilirken, yanıma gelip ekrana bastı. Onu yanımda istememekte gerçekten çok haklıydım. O sınırlarını aşan ve istediği her şeyi yapmayı kendinde hak gören birisiydi. "Siz neden yabani ot gibi istenmediğiniz yerden çıkıyorsunuz?" Duyduklarından sonra kaşlarını kaldırarak "Demek yabani ot gibi... Öyleyse ver bakalım şu telefonu" dediğinde "Ne münasebet!" diye karşılık verdim ama daha cümlemi bitirmeden, telefonu elimden alıp yukarıya kaldırdı. "Versenize ya!.. Bunu yapmaya, ne hakkınız var?" Öfkeli sözlerime dalga geçerek "O minnak boyunla, gel de al." dediği sırada telefonun ekranına basıp bir şeyler yapıyordu. "Ben minnak değilim, siz izbandut gibisiniz!" Telefonla işi bitmiş olacak ki telefonu bana verdiğinde, hemen telefonu kontrol ettim. Kendi telefonu olduğunu düşündüğüm numaraya, 2 tane fotoğraf gönderdiğini görünce ona karşı öfkemi soludum. "Verin telefonunuzu fotoğrafları sileceğim!" "Tabii ki alabilirsin" dedi ve telefonu yukarıya doğru kaldırdı. "Demir Bey versenize, bakın gerçekten sabrımı taşıyorsunuz." Benimle gerçek anlamda oynuyordu ve bundan çok keyif alıyordu. Telefonu biraz aşağıya indirip "Tamam Beyza, al diyorum." dediğinde almak için telefona tekrar uzanıyordum ama o iyice telefonu yukarıya kaldırıyordu. Tahammülüm kalmamış şekilde sinirle bacağına sertçe vurup telefonun yere düşmesini sağladım ve düştüğü yerden elime aldım. "Size verin demiştim, bunu siz istediniz." Sevinçle elimdeki telefonu açmaya çalışırken, telefon kilidiyle karşılaşmak sinirlerimi iyice bozmuştu. "İşine gelince sınırları sen ihlal ediyorsun küçük hanım. Bacağıma tekme atarken hiç size dokunmamalıyım demedin?" Üzerime doğru gelirken söylediği cümleler tekrar gerilmeme neden oluyor ve ben onu tekrar uyarıyordum. "O başka bir kere, lütfen konuyu saptırmayın. Üzerime üzerime doğru da gelmeyi bırakın." "Şimdi cevap ver bakalım. Hale ne zamandan beri benim sevgilim?" Üzerime doğru yavaş adımlarla geldikçe ondan uzaklaşıyor ve konuşmaya devam ediyordum. "Sizi mi takip ediyorum? Ama aptal da değilim, dünkü yakınlaşmanızı gördüm." "Ne o, kıskandın mı?" Bu adam nasıl olurda ikisini kıskanabileceğimi düşünüyor olabilir, aklım almıyordu. Burnumun dikine tam da onun hak ettiği tarzda "Sizi mi? Daha neler... Tencere kapak misali çok yakıştırdım, hatta tam birbirleri için yaratılmışlar, ikisi de uyuzun teki dedim." diye alayla cevapladım. "Beyza..." "Siz evlensenize ya, 2 tane de oğlunuz olsun. Çocukların ismini de Furkan ve Enes koyarsınız." Duyduğu cümleden sonra şaşkın şekilde bir anda yanıma geldiğinde "Sen o isimleri nereden biliyorsun?" diye sordu. "Öylesine aklıma gelen isimler." "Doğruyu söyle, o isimler nereden çıktı? Çabuk anlat!" "Hiçbir yerden dedim ya." Şimdi o iki ismi söylemek nereden aklıma gelmişti de söylemiştim. Kendi, kendimin kulağını çekip, biraz akıllı konuş diye kızmak istediğim sırada onun tehditkâr sesini duydum. "Beyza çabuk söyle, yoksa koyduğun sınırları severek aşarım." "Ş-şey tamam tamam." . .
|
0% |