Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7🍓 "Yara Bandı"

@hanifta_hanim


 


"Beyza çabuk söyle, yoksa sınırlarını severek aşarım. "


"Ş-şey tamam, tamam."


Konuyu bir şekilde değiştirip, bu adamın yanından uzaklaşmam gerektiğinin farkındaydım.


"Demir Bey çiçekleri gördünüz mü? Hepsi güzellikte birbiriyle yarışıyor değil mi? Peki siz, en çok hangi rengini sevdiniz?.. Bugün hava sizce de harika değil mi?"


"Beyza, sen konuyu değiştirdiğini mi düşünüyorsun?"


Her şeyi hemen anlamak zorunda mıydı? Anlamasa ve bana yardımcı olsa çok iyi olacaktı ama o, konuyu değiştirdiğimden emindi. Aklıma gelen yeni fikirle konuşmaya başladığımda içten içe inşallah konuyu değiştirmeyi başarabilirim diye duada bulundum.


"Aslında dün beni, çok üzüp ağlattığınız için boğazım çok ağrıyor. Yazık bana. "


"Hâlâ ağrıyor mu? Hemen çorba getirteyim mi?"


Doğru istikamettesin kızım, bu yoldan devam et. Şimdi biraz daha kendimi acındırırsam, bu iş tamamdır.


"Ağrıyor tabii… Lütfen siz gidip getirin. Hatta Ferit yaparken siz de onun başında bekleyin ki nanesini bol atsın, üstüne de birazcık pul biber atmayı unutmasın. Anlaştık mı? "


"Ararım getirir."


"Yok yok. O şimdi ne kadar nane atacağını bilmez, siz daha iyi bilirsiniz."


İnatla yanımdan ayrılmıyordu. Gözlerini bana dikmiş, sanki avına her an saldıracak yırtıcı bir hayvan gibiydi. Karşısında istemesem de korkuyor, güçlü olmak için elimden geleni yapıyordum.


"Beyza bende ciddi ciddi seni dinliyorum. Konuyu kapatıp, beni göndermek için diyorsun değil mi? Ama ben yine de Ferit'i arayıp çorba isteyeceğim ve sen, o çorbayı içeceksin."


Israr ettikçe tok olan karnım daha da geriliyor, nefes alamayacak gibi hissediyordum.


"Demir Bey kahvaltıyı fazla kaçırdım, şu an ağzıma lokma süremem."


"Beyza, beni delirtme, cevap ver artık!"


Uzaktan sorsa, bu kadar yakınlaşmasa olmuyor muydu? Oysa isteklerimi açık bir şekilde belirtiyor, uzak durması için sürekli dil döküyordum.


"Demir Bey, kaçacak bir yerim kalmadı yaklaşmayın."


"Cevap vermediğine göre, hâlâ kaçacak yerin var."


"Bunu siz istediniz!"

Dizimle sert bir tekme attım. Hiç beklemediği için yan tarafından kaçıp ahşap kapıya doğru koştum. Laftan anlamıyordu işte. Bana yaklaşma dedikçe burnumun dibinde bitiyordu. Şimdi saygı duymadığı sınırlarımı gerekirse savaş vererek koruyacaktım.


"Bu ikinci tekmen, bunun acısını senden çıkaracağım. Biliyorsun değil mi?"


"Ay birde tehdit ediyor, bir daha benim çizgilerimi aşmaya çalışın iki ayağınıza birden tekme yersiniz. Ben ağabeylerimle beraber 8 erkeğin içinde büyüdüm ve bu hiç kolay olmadı. Biraz daha üstüme gelecek olursanız, bana öğrettikleri tüm hareketleri üzerinizde denerim! "


Cevap vermesine fırsat vermeden, kapıyı açıp Tuğba'ya bakındım. Ayaz'ın masasında çalışıyorlardı. Yanlarına gittiğimde oturacak yer bulamayınca Tuğba'nın ön kısmına geçip masaya oturdum.


"Ne yapıyorsunuz, bakalım?"


"Aa sen mi geldin kuzum?"


Tuğba'nın sevecen sesiyle sorduğu soruya "Evet canım, artık kafama göre takılıyorum. Canım çok sıkılınca size bakayım dedim." diyerek cevap verdim.


Sonra kafamı Ayaz'a doğru çevirip "Sen ne yapıyorsun Ayaz?" diye sordum.


"Tuğba ile çizimlere bakıyorduk. Şu ayakkabıda fikir ayrılığına düştük."


Bakışlarımı söyledikleri çizim kağıdına doğru döndürdüm. "Bir bakayım." dedikten sonra izinlerini alıp, elime kalemi aldım. Masada yan tarafa döndüm ve benim gözümde hatalı olan yerleri gösterdim.


"Bu kadar uzun topuk boyu kullanırsanız, zavallı kadınlar parmakları üzerinde kalır ve ayakkabıyı ayağından çıkarmak için eve gitmeye can atarlar. Siyah kalın taban kullandığınız içinde ayakkabı renginde alternatife gitmelisiniz veya taban rengini daha yumuşak kullanmalısınız." Renk kartelasını elime alıp ayakkabı ile uyum sağlayacak sıcak renkler arasında gezindikten sonra "Bence karteladaki bu rengi deneyelim. Şimdi nasıl görünüyor?" diye sordum.


"Sana çocuk diyorum ama işinde çok yeteneklisin Beyza. Aferin kız sana."


Tuğba'nın övgü dolu sözlerine "Ağzından benim için güzel laf duymakta bir başka oluyor Tuğbikim." diye cevap verdim.


"İyi ki gelmişsin Beyza, şu an çok farklı görünüyor. "


Ayaz'ın cümlesinden sonra ellerimle halkı selamlıyor gibi yapıp, söze atıldım.


"Teşekkürler, teşekkürler bu kadar övgüyü, fazlasıyla hak ettiğimi biliyorum."


Ayaz sandalyesini bana doğru çevirip gülmeye başladığında ben yine muzip tavrıma devam ediyordum. Onların yanında kendim olmayı başarıyor, içimden gelen her şeyi rahatlıkla yapabiliyordum.


"Birde asistanlık işinde iyi olsanız da çalan telefonlara ben bakmasam Beyza Hanım."


Yine sinir bozan sesiyle arkamda bitivermişti. Hiç arkamı dönüp yüzüne bile bakmadan, konuşmaya başladım.


"Acaba diyorum, asistanlık benim işim olmadığı için mi iyi değilim?"

Sesi sert, çok sertti ama ben, artık onun bu hallerine alışıyor, korkmamak için elimden geleni yapıyordum.


"Odana!"

Duymamazlıktan gelip masanın üzerindeki kağıda "İmdat! Beni kurtarın, ben sizleri orada çok özlüyorum." yazdım.


Tuğba ile Ayaz gülmeye başladı. Ayaz başka bir kalem alıp "Bizde seni çok özlüyoruz. Merak etme yarın seni buradan kaçıracağız" diye yazdı ve kağıdı bana doğru çevirdi.


Demir Bey, daha sinirli bir halde kükredi. Gitmek istemiyordum işte, orada boğulduğumu hissediyordum. Biraz daha burada durup, huzurlu hissetmek istiyordum ve bu isteğimin şımarıklık olmadığını biliyordum. Asistanı olmak, sürekli onun sinirine maruz kalmak benim seçimim değildi.


"Hemen odana dedim!"


Yazmaya devam ettim. "Bugün kurtarmanız mümkün değil mi? Tuğba bir şeyler yap." Tuğba gözlerimin içine merhametle baktı, biliyordum kesinlikle bana kıyamıyordu. Gözlerini tamam anlamında kapattı ve ayağa kalkıp Demir Bey'in yanına doğru gitti.


"Demir Bey size çizimlerimizi göstermek istiyorum. Bana biraz zaman ayırır mısınız?"


"Acelesi var mı?"


"Fikriniz önemli. "


"Tamam gidelim. Beyza sende gel."


Sonunda kurtulmuştum. Biraz daha burada kalıp rahat bir nefes alabilecektim. Ayaklarımı masadan sallarken cevap verdim.


"Tamam siz gidin, bende arkanızdan geliyorum."


Kapıyı açık bırakıp gittiler. Derin bir oh çektim. Demir Bey yanımda olmadığı zaman, eskiden olduğum gibi neşeli halime dönebiliyor, hayattan keyif aldığımı tekrar hissediyordum.


"Bir kahvenizi alırım Ayaz Bey. "


"Sadece kahve mi Beyza Hanım? Yanında en sevdiğiniz bitter çikolatada olmasın mı?"


Ayaz'ın yanında her zaman olduğu gibi çok mutluydum. Düşünceli, kırmayan, saygı duyan hali paha biçilemezdi. Yüzümü kaplayan gülümsememle cevapladım.


"Olsun, olsun... "


Ayaz gidip 2 tane filtre kahve aldı ve muhabbet etmeye annesinden başladık.


Annesiyle başından geçen olayları anlatırken annesinin taklidini yaptı. Sessiz tebessümümün kahkahaya dönüştüğünü fark edince kendimi frenlemeye çalışıp elimle ağzımı kapattım. Ses çıkarmamı engellemiştim ama hâlâ kendimi toparlamayı başaramamıştım.

Eğer yanımda çok komik bir şey oluyorsa, ben sadece gülmüyor, elimle yanımda kim veya ne varsa vurmaya başlıyor, ayaklarımla da tepiniyordum. Şu an yanımda Tuğba olsaydı, büyük bir ihtimalle omzunu çürütmüş olurdum O olmadığı için sessizce masaya vurmakla yetindim. Ayaz o halimi görünce kahveleri masadan alıp, gülümseyerek "Yine koptu bizim deli kız. Şimdi derin derin nefes al, inanıyorum başaracaksın." dedi.


Kendimi ancak birkaç saniye sonra toparlayabildim.


"Sakinim daha sakin... Bir daha işyerinde bana, lütfen annenin taklidini yapma. Böyle gülünce herkes deli gözüyle bakıyor. Utanıyorum artık."


Gülmekten ağrımış çenemi elimle ovuyor, annesinin taklidini yaptığı halini unutmaya çalışıyordum. Ayaz'ın yanında olmak bana çok iyi geliyordu. Özellikle Demir Bey'i tanıdıktan sonra onun yanından, Ayaz'ın yanına gitmek; kara kıştan çıkıp, baharın ılık sıcaklığına teslim olmak gibiydi.


"Tamam bir dahakine dikkat ederim. Hadi soğumadan kahveni iç. Sana verdiğim kitabı bitirdin mi?"


Kahveyi uzatırken gülümsüyor, merakla vereceğim cevabı bekliyordu.


"Az kaldı bugün, yarın bitiririm. Çok sevdiğin kitaplar bitiyor diye sende, benim gibi üzülüyor musun Ayaz?"


Ayaz'ın kesinlikle ses tonu çok sakindi ve onu dinleyen insana dinginlik veriyordu.


"Evet. Ya ağırdan alıyorum, ya da dayanamayıp hemen bitiriyorum ve çok hoşuma giden sayfalarını tekrar okuyorum."

"O bende de oluyor. Bazen kitaba gözüm takılınca etkilendiğim bölümü açıyor ve tekrar okuyorum."


Bu konuda bile onunla aynı şeyleri yapıyorduk. Ayaz çekmecesinden ona okuması için verdiğim kitabı çıkardı.


"Kitap için teşekkür ederim."


Kitabı elime aldım. Yine özenle okuduğu her halinden belliydi. Kitaplarımda dikkat ettiğim en önemli nokta, sayfaların katlanmamış ve çizilmemiş olmasıydı. Kitapta hoşuma giden bir söz varsa, altını çizmeye kıyamaz post-it yapıştırır, onun üzerine yazardım.


Tuğba yanımıza gelip, kulağıma doğru eğildi ve ciddi bir sesle konuşmaya başladı.


"Kuzum, Demir Bey'e çizimleri gösterdim ama beni dinlemiyordu. Ne zaman ona baksam size bakıyor ve sertçe parmaklarını masaya teker teker vuruyordu. Hele ikinizin gülme sesi gelince, buraya gelecek sandım. Sinirden gözleri kıpkırmızı oldu. Şimdi de kapıda seni bekliyor. Selan verildi, haberin olsun. "


Yine bedenimi korku ele geçirmeye başlamıştı. Her ne kadar kendimi cesaretlendirmeye çalışsam da bu yaşadıklarım bana fazla geliyordu. Sesimi kontrol ederek, şaka yollu cevap vermeye çalıştım.


"İçime su serptiğin için teşekkür ederim canım. "


Masadan kalkıp, Ayaz'a kahve için teşekkür ettim. Arkamı döndüğümde o, kapıda bekliyordu. Ayaz'ın sesiyle tekrar ona doğru döndüm.


"Kızlar yarın kamp öncesi yaptığımız gibi erkenden gelir, eşyaları arabaya yerleştiririm. Siz sakın ağır kaldırmayın."


"Tamam şimdiden teşekkür ederim. Ne yapalım sana, canın ne çekiyor? "


"Elmalı kurabiyelerini özledim, ondan yaparsan çok iyi olur. "


"Tamam, yarın görüşürüz. "

Artık o kızgın gözlere bakmaktan yorulmuş hissediyordum. Kapıdaki hali yine aynıydı. Çokça kızmış, gözlerinden alev çıkıyordu. Kendime aynı soruları sorup, aynı cevapları vermekten sıkılmıştım. O odaya girmek eziyet gibiydi. Alıştığım gibi kapıdan girerken, yine gözleriyle beni boğuyor, kapıyı da sertçe çarpıyordu. Biraz kibar davransa, suyuma gelse ne olurdu sanki.


Allah'ım bu adamın demir gibi sert ve soğuk bakışını hak edecek, ne yapmış olabilirim. Neden ben? Neden bir başkası değil?


Sürekli kendime sorduğum soruları ona sorarak bir cevap bekliyordum.


"Demir Bey, neden asistanınız olarak beni seçtiniz? Neden sürekli bana kötü davranıp, bağırıyorsunuz? Neden yaklaşmayın dediğim halde yaklaşıyorsunuz? Ve neden sürekli yanlış anlaşılacak şekilde davranıp, konuşuyorsunuz?"


Sinirle elini dudaklarına doğru götürüp, sus işareti yaptı. Elinin üzerindeki dövmesi bile gerilmiş, damarları dışarıya doğru çıkmıştı. Gözleri ise ateş saçıyordu ve ben, o ateşe maruz kalıp yanmaktan küle döndüğümü hissediyordum.


"Önce sen benim sorularıma cevap ver. Ne dedi sana da güldün? Onun masasına gidip, neden oturdun? Ben, sana odana git dediğimde ona ne yazdın ve o, sana cevap olarak ne yazdı? Senin evini nereden biliyor? Sen, ona özel kurabiye mi yapacaksın? Neden benim yanımda değil de onun yanında çok mutlusun? "


Yine bitmek bilmeyen sorularını öfkesini sunarak sıralamıştı. Neden tüm sorularının Ayazla ilgili olduğunu anlayamıyordum. Sevdiğim tüm insanları benden uzaklaştırıp, beni yalnızlığa mahkum etmek istiyor gibiydi. Bu ahşap kapılarda onun için değil miydi sanki.


"Cevap ver bana, cevap!" derken bir anda öyle bir bağırdı ki yerimden sıçradım. Kırılmaktan yorulmuş, tarafım sessizce fısıldıyordu.


"Demir bey, bana bağıran halinizden çok sıkıldım artık. Beni korkutup, üzmek neden hoşunuza gidiyor?"


"Hoşuma gittiğini mi düşünüyorsun?


Başından beri, sana her şeyi açık açık söyledim. Ben ne diyorsam onu yapacaksın. Sana biriyle konuşma diyorsam konuşmayacaksın. Benden başka hiçbir erkeğe gülmeyeceksin."


Bir erkek, neden bir kıza sadece ona gülmesi gerektiğini söyler? Anlamaya çalışıyorum, çok uğraşıyorum ama olmuyordu. Yine aklımı bulandırıyor, başka duygularla mı bana böyle davrandığını merak ediyordum. Onun bana hissettiklerinden şüpheye düşüp, davranışının altında yatan gerçeği anlamaya çalışıyordum.


"Peki neden size gülmem gerekiyor, bunu da açıklar mısınız?"


"Ben öyle istiyorum, sende yapacaksın."


İşte yine onun saçma takıntıları ve emirleri ile karşı karşıyaydım. O sadece onun sözünü dinlememi, onun kölesiymişim gibi davranmamı istiyordu. Bu isteğine boyun eğmeyeceğimi bildiği halde, tavrını diretiyor olması beni vazgeçmeye ve buradan gitmeye itiyordu.


"Yapmazsam ne olacak peki?"


"Yapana kadar durmayacağım, gerekirse burnundan getireceğim ama asla durmayacağımı bil! "


Önceden kendimi daha güçlü, daha mutlu hissediyordum. Şu an hissettiğim şey, çaresizlik duygusuydu. Her ne kadar belli etmemeye çalışsamda zorlu günlerden geçiyordum.


"Demir bey, ben artık Trabzon'a ailemin yanına dönmeye karar verdim. Bugün istifa dilekçemi yazar bırakırım."


Elini ensesine götürüp, sinirine sinir kattı. Yine üzerime doğru yürümeye başladı.


"Yeter artık, ne olur durun, dayanamıyorum görmüyor musunuz? Sizin istediğiniz gibi asistanlığınızı yaptım ama olmuyor işte sürekli daha fazlasını istiyor, hayatımı yönetebileceğinizi sanıyorsunuz. Siz kazandınız, çok sevdiğim işyerinden de bu şehirden gideceğim.

Trabzon'a gider, ailemin şirketinde çalışırım. En azından sabahtan akşama kadar, bu şekilde gerilimin içinde kalmam. Ben mesleğimde başarılı olduğum için buradaydım, paraya ihtiyacım olduğu için değil."


Üzerime gelmeye devam ediyordu. Trabzon'a döneceğimi söyledikten sonra, gözlerindeki ateş büyüdü. Kendini de beni de yakmadan bırakmayacaktı.


"Kafana estiği gibi gidebileceğini mi düşünüyorsun? Buna asla izin vermem! Benden kurtulmak sandığın kadar kolay değil."

Üzerime geldikçe, kendimi korumak adına, arkaya doğru gittim. Vücudum artık aynaya tamamen yaslanmış, gidecek yerim kalmamıştı.


"Yeter artık, alanıma girmeyin!"

Direniyordum ama olmuyordu işte. Gözlerinde gördüğüm siyaha çalan o renkten çok korkuyordum. Beni yakmadan bırakmayacaktı.


"Şimdi o çizdiğin alanına gireceğim, sende beni izleyeceksin! "


O sırada kapı açılıp, Ferit içeri girdi. Elinde çorbayla öylece kala kaldı. Çaresizce ondan yardım dilendim.


"Ferit ne olur yardım et! Sen halden anlıyorsun, koyduğum mesafeleri hiçe sayıyor. Bir şey yap!"


Ferit sinirle elindeki çorbaları masaya koydu. Öfkeyle Demir Bey'in kolundan tuttu. Demir inatla, yanımdan ayrılmamak için direndi. Ferit daha öfkeli koluna sarılarak, yanımdan uzaklaştırınca gerilen bedenim yeri buldu. Öylece yere çöktüm ve gözyaşlarıma engel olamadım.


"Ne yaptığını sanıyorsun sen Demir? Nasıl davranıyorsun böyle? Seni dün de uyardım!"


Demir Bey öfkeyle soluyordu. Ferit bana doğru dönüp eğildi ve beni teskin etmek için sakince konuştu.


"Beyza ağlama, tamam geçti. "


Sanki beni Demir'den bir tek o kurtarabilirmiş gibi tüm çaresizliğimle yaptıklarını anlatıyorum.


"Ferit, çok yoruldum artık, hiçbir şey bilmiyorsun. Sürekli her şeyime karışıp bağırıyor. Tamam bunları sineye çekiyorum ama yaklaşma dediğim halde, aramızda az mesafe bırakana kadar geliyor. Ben bunun hesabını Allah'a veremem. Trabzon'a döneceğim diyorum, izin vermem benden kurtulamazsın diyor. Biraz yüzüm gülüyor, benden başkasına gülemezsin diyor. Ben bu adamın nefretini kazanmak için ne yaptım Allah aşkına sen söyle? Gönlünü eğlendirmek için asistan arıyorsa ağzına düşen çok var. Benden uzak dursun lütfen, tükendiğimi hissediyorum artık dayanamıyorum."


Ferit derin nefesler alıp önümden öfkeyle kalktı ve Demir'e baktı.


"Demir odana geç, geliyorum!"


Demir'in gözünü öfkesi kör etmiş sinirle geziniyordu. Ferit bir daha sesini yükseltip bağıracaktı ki araya girdim.


"Ferit ne olur, Tuğba ve Ayaz duyacak konuya dahil olacaklar, iş dönülmez noktaya gelecek diye korkuyorum."

Demir öfkeyle gezindiği yerden, yeri delercesine adımlar atıp, yanıma geldi. Parmağıyla bana ikazda bulunurken, tüm damarları sinirden kabarmış şekilde bağırıyordu.


"Hâlâ Ayaz diyor, o itin adını ağzından duymayacağım. Hele ona öyle güzel güldüğünü görmeyeceğim. Ferit bak öldürürüm onu, gözünün yaşına bakmam öldürürüm! Yaparım diyorsam yaparım, bunu en iyi sen biliyorsun."


Ferit, Demir'i kolundan tutup, içeri sürüklediğinde kapıyı kapattı ve ben çöktüğüm yerde öylece kalakaldım.


💙💙💙

"Demir sen ne yaptığını sanıyorsun? Kıza kaçacak yer bırakmamıştın. Geldiğimde kız senle arasını açmak için resmen aynaya yapışmıştı. Bu kızdan uzak dur!"


Ondan uzak durmam mümkünmüş ama ben yapmıyormuşum gibi konuşması beni geriyordu. Onu gördüğüm ilk dakikadan beri, ondan uzak durmam gerektiğini yüzlerce kere kendime söyledim. Yapma Demir o çok farklı, sen yan ama onu yakma, çok masum, çok temiz, senin pis hayatına fazla dedim ama kalbime dinletemedim. Benim gibi gününü gün eden adam, bir gülüşü, bir bakışı için peşinden ayrılmaz bir dilenciye döndü. Onu görmeden nefes alamaz oldu.


"Ne uzak durması! Bu mümkünmüş gibi konuşma. Yanımda olmadığında nefes alamadığımı hissediyorum."


"Peki kızı neden ağlatıyorsun? Neden üzerine gidiyorsun? Dur diyorsa, durmayı öğren! "


Ferit, Beyza'yı kız kardeşi gibi sahiplenip korumaya başlamıştı bile; çünkü Beyza'nın benden korktuğunda ona sığınıp yardım isteyeceğini anlıyordu. Beni durdurabilecek, tek kişinin kendi olduğunu o da biliyordu.


"Sinirime yeniliyorum. O Ayaz itinin yanında nasıl mutlu olduğunu, sen görmedin? Adam gözünün içine bakıyor. Neyi sevip sevmediğini biliyor, onun sağlığı için endişe ediyor. Aklıma onların o hali gelince Beyza'yı kaybedecekmişim gibi geliyor. Her şeyi, herkesi yıkasım geliyor. "


Ses tonunu düşürüp, bana kabul ettirmeye çalışır gibi konuşmaya başladı.


"Beyza'nın seçimine saygı duymak zorundasın. Ayazla aralarında..."


"O cümleyi sakın tamamlama Ferit! En yakın arkadaşım demem, çeneni dağıtırım. Beyza'yı benden başka kimseye yar etmeyeceğim. Benim olması için ne yapmam gerekiyorsa yapacağım. İster gönlü olsun, ister olmasın!"


Aklımdan tek tek neler geçirdiğimi veya onu tanıdığım günden beri neleri planladığımı bilseydiniz ne demek istediğimi anlar, aşkımın büyüklüğünden korkardınız; ama siz onu kaybetmemek için göze aldıklarımı veya gözden çıkardığım bu canımı, göremeyecek kadar körsünüz.


Ferit öfkesine, öfke katarak konuşuyordu ama ben çoktan niyeti bozmuştum.


"Ne demek ister gönlü olsun, ister olmasın. Eğer bu kıza zarar verirsen, asıl arkadaş markadaş demem, beni karşında bulursun!"


"Söz konusu oysa, herkesi silmeye razıyım. Ne kadar çok sevdiğimi bilmiyorsun. Uyuyamıyorum oğlum, nefes alamıyorum diyorum. Sen, bugüne kadar kim için böyle olduğumu gördün."


Ferit elini omuzuma koyup sıkarken, şaşkınlığını yenilmiş sesiyle aktarıyordu.


"Bende o yüzden şaşırıyorum ya, seni tanıyamıyorum. Sen hayatına girmesi için kimseyle uğraşmadın. Bu kız için yaptıkların beni şaşırtıp korkutuyor Demir. Gözün hiçbir şeyi görmüyor, biraz aklı selim düşün. "


Ferit'i dinlerken gözlerim Beyza'ya kaydı, yerde öylece ağlıyordu. Küçük olan bedeni iyice büzüşmüş, sanki yok olmak istiyordu. Onu o halde görünce sinirlerim daha fazla geriliyordu. Ayağa kalkıp, hemen yanına gittim.


"Yerde durma, hasta olacaksın!"


Kafasını kaldırıp, öyle bir baktı ki...


"Beni düşünüyor gibi yapmayın, gerçekten komik duruyor."


Aşığım sana kadın! Bunu göremeyecek kadar kör masumluğun var. Söylemeye kalksam, seni yanımda bir dakika bile durdurmayacak doğruların var. İkisi arasında sıkışıp, kaldığım için öfkem göremiyor musun? Beni asla kabul etmeyeceğini bildiğim için hırçınlığım. Seni onun yanında mutlu gördükçe kalbimi siyahlar ele geçiyor ve gözlerim hiçbir şey görmüyor.


"Hadi kalk inat etme, çorban soğumadan iç."


Gözlerinin kahvelerini bir tek öfkeliyken benden saklamıyor, boğulana kadar o kahveleri içmeme izin veriyordu.


"Siz dalga mı geçiyorsunuz? O çorbayı alır, kafanıza geçiririm! "


Aşık olduğum için mi, her hareketi güzel ve şirin görünüyordu acaba?


İçimden geçenleri Ferit'in sesi tarafından bölünüyordu.


"Ama o kadar emek verdim Beyza, bana yazık değil mi? İnan bunun kafasına acıdığım yok, çorbaya yazık. Hadi yerden kalk. "


Beyza'nın yanına doğru gidip kalkması için elimi uzattım. Sinirle cevapladı.


"Bu adam niye bu kadar kıt? Demir Bey, sizin elinizi tutabilmem için dedem, babam, kardeşim, dayım, amcam veya eşim olmanız gerekiyor. Bunlardan hiçbiri olmadığınıza göre, o eli her uzattığınızda havada kalacak. Görüşlerime saygı duyun artık."


"Sende ikiletme o zaman. Sana kalk diyorsam kalkacaksın, o çorbayı da içeceksin! "


Yine çıldırtmış olmalıyım ki sinirle yerden kalktı. Gözleri öfkeyle kocaman açıldı. Kalın olan dudakları gerilerek, kaşları çatıldı.


"Yeter damarıma basıp duruyorsunuz, sabrımın da bir sonu var! "


Sinirle masanın üzerindeki kalemliği aldı ve yukarıya doğru kaldırdı.


"Hadi o ağzınızı bir daha açıp, bana emir verin, şunu kafanıza fırlatmazsam benim adım Beyza değil. "


"Sakin ol şampiyon. "


Ferit onu yumuşatmak için araya girse de fazlasıyla gözü dönmüştü.


"Sen karışma Ferit, bunu arkadaşın fazlasıyla hak ediyor. "


"Yerden kalktığına göre, tek problem içmediğin çorba. Şimdi çorbanı içer misin?"


"İnsanda iştah mı bırakıyorsunuz? İçmeyeceğim. "


Sürekli burnunun dikine gidiyordu. Biraz sözümü dinlese iş asla kavgaya dönmeyecekti ama o asiydi. Başkalarına sakin davranıp, bana hırçın olması beni daha çok geriyordu.


"Sana o çorbayı iç dedim! "


"Bende, bana bir daha emir verirseniz, bunu kafanıza geçiririm dedim! "


Kalemliği öyle acımasızca savurdu ki gerçekten kafama geldi. Yerimde bir iki adım sendeledim. Elimi başıma doğru götürdüğümde hafif kanadığını gördüm. O esnada Beyza korkuyla bağırmaya başladı.


"Demir kanıyor, iyi misin? Ferit koş, ilk yardım çantasını getir! "


Sanki daha demin, kalemliği bana atan o değilmiş gibi kolumdan tutup, beni koltuğuna oturttu. Saçlarımı eliyle arkaya doğru attı. Masadaki peçeteyi suyla ıslatıp, kanları özenle temizledi.


"Çok acıyor mu?"


"Kafamı kırdın, tabii ki acıyor. "


İşte onun zaafı da merhametiydi. Yapılan her şeyi çabuk unutuyor, yine yardımıma ilk olarak o koşuyordu. Zaten asistanlık işini de arkadaşlarına duyduğu merhamet için kabul etmemiş miydi?

"Daha fazlasını hak ediyorsunuz ama yine de size kıyamıyorum."


Gerçekten kıyamıyordu. Bana bakarken yüreğimin içini görebilecek gibi bakıyor, gözlerinin içini canımı acıtmış olduğu için hüzün kaplıyordu.


"İyi ki de kıyamıyorsun, demek ki kıysan mezarda olacağım."


Hem eliyle yarayı kenardan kontrol ediyor hem de konuşuyordu. Bilmiyordu ki onun kokusunu içime çekip hasret gideriyordum.


"Demir, insanı çileden çıkarıyorsun. Sana kaç kere emrivaki konuşma dedim. Sinirlendirme beni, yoldan çıkarma... "

Ferit hemen ilk yardım çantasını getirdi. Biraz geç kalsaydı, ne olurdu sanki. Beyza elinden ilk yardım çantasını aldı.


"Ferit, gel sen yap."


"Ferit, doktor getirmeye gitsin." diye söze girdim.


Merhametine öfke kattığı sesiyle, konuşmaya başladı.


"Aslında iyi olur Ferit. Şimdi ölüp bir yerde kalırsa benden bilecekler, eceline susamıştı diye kimse söylemeyecek. "


Ferit kahkaha atmaya başlayıp, öne doğru katlandı. Kafasını kaldırıp, beni görünce sert bakışlarım karşısında bir anda sustu.


"Tamam ben gidip, getiriyorum. Olumsuz bir şey olursa beni arayın. "


İlk yardım çantasını açarak içinden malzemeleri çıkardı. Gazlı beze oksijenli su döktü.


"Şimdi biraz acıyabilir, hazırlıklı olun. "


Eli pamuk gibi hafifti ama benimle ilgilenmesi için acıdı dedim. Üflemeye başladı. O üfledikçe yaz günü olmasına rağmen, iliklerime kadar üşüyordum.


"Hâlâ çok acıyor. "

Biraz daha üfledikten sonrada geri çekilip, söylenmeye başladı.


"Alt tarafı kalemliği attım amma büyüttünüz. Hem dikişlik bir şey bile değil. Canınız bu kadar mı tatlı?"


"Kalemliği kafama atman, normalmiş gibi bahsediyorsun. Merhametsiz ne olacak! Şurada beyin kanaması geçirecek olsam ne yapacaksın?"


Benden uzaklaşıp, karşıma sandalyeye oturdu ve gülmeye başladı. Canımın artık yanmadığını düşünüyor olacak ki rahat görünüyordu.


" Size hiçbir şey olmaz. Kalın kafalının tekisiniz. "


Onu yanımda istiyordum işte, sadece benim yanımda olsa, bana böyle uzak davranmasa olmaz mıydı?


"Çabuk buraya gelip, yarama üfle acıyor."


Önce bir yüzüme baktı, sonra masanın ucundaki dergiyi alıp, önüme bıraktı.


"Seni akıllanmamış görüyorum Demir. Böyle giderse, sen çok yaşamazsın. O kalın kafana, sürekli darbe yersin. Benimle emir kipiyle konuşma. Şimdi al bu dergiyi yelpaze gibi kullan, sana acıyıp merhamet edende kabahat. Keşke kafana, bir şey daha fırlatsaydım."


O sırada doktorla Ferit geldi. Doktor kontrollerini yaptı. Yarayla ilgilendi.


"Dikişlik bir yara değil. Eğer baş dönmesi, kusma, bulanık görme, denge kaybı, uyku hali olursa mutlaka hastaneye getirin birde sakın uyutmayın " dedikten sonra pansuman yapıp, eşyalarını topladı ve gitti.


Beyza doktoru yolcu ettikten sonra yanımıza geldi.


" Ferit arkadaşını al, evine götürüp ilgilen."


Tam Ferit söze girecekti araya girdim.


"Ferit'in restoranıyla ilgilenmesi gerek, zaten bizim için çok zaman kaybetti. Ferit sen, beni eve bırak. Evde kimse yok, ses de çıkmaz güzelce uyurum. Kendimi kötü hissediyorum. "


Yapmam gereken çok basitti. Bana acıyacak ve sonsuz merhametine saracaktı.


"Demir Bey saçmalamayın, doktoru duydunuz ya. "


İçimden böyle endişelenirsin işte küçük hanım. Şimdi benimle ilgilenme de göreyim diye geçirirken onlara "Beyza lütfen karışma. Midem bulanıyor, gidip uyuyacağım." dedim.


Ferit ise durumu anlamış olacak ki arkadan parmağını salladı. Beyza görmeden ona, git işareti yaptım. Omuzlarını silkti. Sinirli sinirli bakınca ses çıkarmadı. Bu sırada Beyza, odada bir oraya bir buraya yürürken, sesli düşünüyordu.


"Eve götürsem, tek başımıza uygun olmaz.

Onların evine gitsek, o hiç uygun olmaz.

Ferit'in işi var ilgilenemiyor. Tuğba'yla eve gitsek, yarın kampa gideceğimiz için yetiştirilmesi gereken işler var, bırakıp gelemez. Ayaz'ı yanımıza alsak, yanlarında tek kalacağım için yine sıkıntı. Ay Allah'ım kafayı yiyeceğim, sıkıntıdan mideme kramplar girdi! "

İki eliyle midesini tutup, iki büklüm oldu. Sonra yüzündeki kocaman gülümsemesiyle eğildiği yerden kalktı.


" Buldum! Hastaneye yatıralım, onlar baksın. "


Ferit'in kahkaha sesleri, odayı inletti. Ben ise hayal kırıklığıyla, söze girdim.


"Eve gideceğim ben. Uzatmayın abartılacak bir şey yok, biraz uyursam geçer. Bana karışmayın dedim ya! "


Telaşla yanıma doğru koştu. Önümde durup gözlerimin içine baktı. Tüm duygularım ona akıyordu.


"Olmaz öyle, doktoru duydunuz uyumamanız gerekiyor. Hem bir anda uyumak ve mide bulantısı nerden çıktı şimdi. Ne güzel iyiydiniz. Ferit ne yapayım, sen söyle, kafayı yemek üzereyim. "


"Benimle restorana gelin. Üst katta çalışma odamdan girilen, bana ait gizli bir oda var. Yoğun bir iş günü geçirirsem, bazen eve gidecek halim olmuyor, orda kalıyorum. Bende ara ara uğrar, kontrol ederim ne dersin?"


"Şu an en iyi fikir buymuş gibi görünüyor. Hadi gidelim."


Ferit beni kaldırmak için yanıma geldi. Kulağına eğilip, dişlerimin arasından "Senin odana da, sana da... Elime benimle ilgilenmesi için bir fırsat geçti, onda da sen araya girdin. " dedim.


Ferit sinirle bana döndü ve gözlerimin içine bakarak konuştu. Çok ciddi görünüyordu.


"Bu kız senin helalin olana kadar, benim tarafım belli Demir. Ayağını denk al, onu kardeşim gibi koruyacağım" diye sert sesiyle uyardı.


Ferit'in iş yerine gidene kadar, aynı cümle kafamda dolanıp durdu. 'Helalin olana kadar' . Beyza ile bir şekilde evlenmem gerekiyordu. Bana bağlanması için beni sevmesi için bu şarttı. Ancak böyle olurdu ama bunu nasıl kabul ettirebilirim işte onu bilmiyordum. Şimdi dönsem benimle evlen, sana aşık oldum desem acaba kabul eder miydi?


Kimi kandırıyorsun Demir, o sana böyle bir şansı asla vermez. O şansı ancak zorla alabilirsin ondan.


O zaman kaçırsam, en sonunda pes eder miydi? Harama girmemek için benimle evlenir miydi? Çözüm bul Demir, çözüm bul! Beyza'yı en yakın zamanda helalin yap.


"Demir Bey, hiç konuşmadınız iyi misiniz?


" Demir Bey bir şey mi oldu? Cevap verin n'olur. "


Düşüncelere öyle bir dalmıştım ki ne ara Ferit'in yatağına yatırdılar farkında değildim.


"Üşüyorum ve uykum var. "


Elini korkuyla alnıma getirip sıcaklığını kontrol etti. Elleri sıcacıktı. Gördüğüm rüya aklıma geldi. Şimdi onu öyle doyasıya öpsem, yanıma yatırsam benim olsa... Rüyası bile o kadar güzelse gerçek halini düşünemiyordum. Bir şeyden çok emindim. Zorlu yollardan geçecek olsak bile o rüya gerçek olana kadar ben asla durmayacaktım.


"Ateşin yok Demir, üstünü örteyim biraz iyi gelir. Bu arada nasıl hissediyorsun, baş dönmen var mı? Karnın acıktı mı?"


"Biraz puslu görüyorum ama midem bulanmıyor. Karnım çok acıktı. Bir şey getirebilir misin?"


Kafasını tamam anlamında salladı ve odadan çıktı. Hemen adamlarımı aradım.


"Hemen beni dinle. Devreye soktuğumuz Beyza AKMAN planını hızlandırın. Her şey konuştuğumuz gibi ilerleyecek. Kimseye acımak, merhamet etmek yok! Planda yolunda gitmeyen, bir şey olursa bedelini canınızla ödersiniz! "


Telefonu kapattıktan bir iki dakika sonra Beyza elinde tepsiyle geldi.


"Hadi kalkın, yemeğinizi yiyin Demir Bey. "


"Kalkamam, puslu görüyorum."


"Hayır yatakta yemenize izin vermem! O ne öyle yatalak mısınız siz? Sinir oluyorum bu işe, kalkın sandalyeye oturun, tepsiyi kucağınıza veririm. "


"Beyza burada keyiften yatmıyorum. Senin yüzünden buradayım hatırlıyorsun değil mi?"


İkili koltuğun üzerine tepsiyi bıraktı. Yanıma gelip çarşafı açtı. Üşüdüğümü söyleyince yine elini alnıma götürdü ama bana dokunmak onu o kadar üzüyordu ki yüzündeki ifade ayna gibi her şeyi yansıtıyordu.


"Hiçbir şeyiniz yok, ben size yardımcı olacağım. Kalkın oturarak yiyin yemeğinizi ki yatağa kırıntı dökülmesin, sonra gece boyu rüyanıza girer, elime ne geçiyorsa kalın kafanıza atarım. Çok korkar, rüyamı Kara Beyza bastı dersiniz. "


Bir yandan tebessüm ediyor, bir yandan da küçücük cüssesiyle ayaklarımı pantolonumun kumaşını tutarak çekiştirip, yataktan çıkarmaya çalışıyordu. Bir elini arkamdaki yastığa koyarken, diğer kolunu da yastığın diğer tarafına uzatıp, kaldırmaya çalıştı. Söylenmesi de peşinden geldi.


"Yardımcı olsanıza Demir Bey, kendinizi biraz kaldırın. İri yarı adamsınız kolum çok ağırdı. Hem bana yardım etmezseniz, sizi kaldırmaya nasıl yardımcı olabilirim ki?"


Birazcık kafamı kaldırıp şalının ucuna burnumu dayadım. Kokusunu doyasıya içime çekmeye çalıştım. Şu an zamanın durması için Allah'a yalvardım.


"Hadi ne olur, gücüm kalmadı."


"Gözlerim kararıyor, Beyza."


"Ay vallahi çığlık atacağım, bu nasıl bir naz ya! Birde delikanlı adam olacaksınız. "


Yediğim azar sonrası ona yardımcı oldum ve ikili koltuğa oturduk. Dizlerime tepsiyi koydu ve yememi söyledi. Elime böyle bir fırsat geçmiş, ben o yemeği yer miyim hiç? Kaşığı çorbaya daldırdım, merhamet etsin diye ellerimi titretip döktüm.


Gülümseyerek "Ha gayret başaracaksınız, size güveniyorum." dedi.


"Yiyemiyorum işte görmüyor musun? Dizimden al, uyuyacağım artık dayanamıyorum. "


"Birde çatalla diğer yemekleri yemeyi deneyin, başarabilirsiniz belki. "


"Yapamıyorum, görmüyor musun?"


Dokunmadan kaşığı elimden alıp "Bana doğru dönün." dedi ve çorbayı içirmeye başladı. Güneş tam yüzüne vuruyor, koyu olan kahve gözleri, hafif açığa dönüyordu. Gözlerindeki hareleri izlemek çok keyifliydi. Kalp atış hızımı durduramıyordum.


"Demir Bey, lütfen öyle bakmayın."


"Nasıl bakıyorum?"

"Öyle işte..."


Yanakları pembeleşmeye başladığı sırada gözlerini benden kaçırdı. Çorbayı içirdikten sonra dudağımı silmem için peçeteyi uzattı. Uzattığı peçeteyi elini kavrayarak alırken gözlerine bakmaya çalıştım ama gözleri yerdeydi ve bakışları ile beraber elini de hemen benden kaçırdı.


"Ben silerim, sen zahmet etme."


"Demir Bey sizi uyarmaktan yorulduğumu hissediyorum. Lütfen dokunmadan almaya çalışın. "


"Sana dokunmamı neden istemiyorsun? Benden nefret mi ediyorsun?"


Bir saniye bile sürmeyen bakışlarını yüzümde gezdirdi ve sorumu sakin bir sesle cevapladı.


"Demir Bey, bunun nefretle veya sevgi ile bir alakası yok. Şimdi size iyi duygular besliyorum desem, akan gözyaşlarıma yazık olur ama konunun gerçekten bununla bir alakası yok. Yabancı bir erkekle aramda her açıdan mesafe olması gerekiyor. Evet eksiklerimin, yapamadıklarımın farkındayım ama ben, kendimden ümitliyim; çünkü elimden gelenin daha fazlasını yapmak için çabalıyorum ve Allah'ın emri üzerine yaşamak istiyorum.

Nur Suresinde ﴾26﴿' Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler de kötü kadınlara lâyıktır. Temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yakışır. Onlar, iftiracıların kendileri hakkında söylediklerinden uzaktırlar; onlar için bir bağışlama, değerli bir nasip vardır.'

Allah bu şekilde emrediyor. Ben temiz bir şekilde, değerli nasibimi bekliyorum ve inanıyorum ki o da beni bekliyor. Düşünsenize nefsine uyup onca haram ilişki yaşamaktansa onun da beni sabırla beklediğini, işte ben bu ayetin gerçekleşeceği hayırlı nasibimi bekliyorum."


Temizliği karşısındaki öfkem artıyordu. O kendini böyle korurken, peki ben ne yapıyordum? Birlikte olduğum kadınların sayısını bile bilmeyecek kadar kirli bir zihniyetin içinde kaybolmuştum. İliklerime kadar hissettiğim fark gözümde büyürken asla beni kendine yar görmeyeceğini daha iyi anlıyordum.


Ses tonumu korumaya çalışarak "Peki bu değerli nasibin Ayaz mı?" diye sordum.


"Neden konu hep Ayaz'a geliyor, anlamıyorum. Evet Ayaz'a çok değer veriyorum; çünkü bugüne kadar çizgisini aşıp bana dokunmaya kalkışmadı. Hep özenli davrandı. Kahve bardağını uzatırken bile alttan tutup, benim almam için alan oluşturdu. Yanımda dururken, hep aramızdaki mesafeyi ayarlamaya çalıştı. Nasibim mi kısmına gelince onu Allah bilir. İnsanın külli kaderinde değişmeyen 3 şeyden biri de eşidir derler. Evleneceğim kişiyi ben bile bilmezken bu sorunuzu cevaplayamam. Zaten evlenmek gibi de bir niyetim yok." Birkaç saniye durduktan sonra aklına bir şey gelmiş gibi içten bir şekilde tebessüm etti. "Gerçi bu kararıma ağabeylerim çok mutlu olsa da dedem çok üzülüyor. Pamuğum her zaman dizine yatırıp beni severken 'Sen böyleysen, senin uşakların ne güzel olur. O uşaklarını görmeden ölmeyeyim da hadi artık evlen' deyip beni ikna etmeye çalışıyor. "


Çocukların rüyamdaki gibiyse deden çok haklı Beyza. Dedeni o güzel çocuklardan mahrum etme demeyi ne çok isterdim.


" Peki siz, neden sürekli konuyu Ayaz'a götürüyorsunuz?


"Konu Ayaz değil Beyza, konu senin yanında her kim varsa o."

Gözlerini kaldırmadan konuşuyor, yine bana bakmıyordu. Ses tonu kısık bir şekilde çıktı. Utandığı her halinden belliydi.


"Demir Bey, bazen sözlerinizin nereye gidebileceğini düşünmeden, bodoslama konuşuyorsunuz. Sizin amacınızın, inatla hakimiyetin sizde olduğunu göstermek olduğunu bildiğim halde ben bile konuşmalarınızı yanlış anlıyor, farklı düşüncelere kapılıyorum. Lütfen benimle konuşurken biraz daha özenli konuşun. Kendimi geçtim fakat insanlar yanlış bir kanaate varacaklar diye korkuyorum."


"İnsanlar umurumda mı sanıyorsun? "


"Neyse Demir Bey, konu yine kavgaya dönecek artık sizi tanıyorum. Ben sizinle kavga etmekten yoruldum. Özellikle son 2 gün yaşadıklarım bana yeteri kadar ağır geldi."


Benden herhangi bir cevap alamayınca "Ben en iyisi tepsiyi kaldırayım. " dedi.


Cümlesinden sonra tepsiyi kucağımdan aldı ve gitti. Öfkeden ayağa kalkıp, kendimi bilmez halde odayı adımladım. Olmayacaktı işte! Bu iş güzellikle olmayacaktı. Her konuşmamızda aynı hisse kapılıyordum. Ne param, ne yakışıklı olmam umurunda bile değildi. Her bir cümlesi aklıma geldikçe kalbimin sıkıştığını ve nefessiz kaldığımı hissediyordum. Şu an yatağa girip sadece uyumak, bu duygudan olabildiğince uzaklaşmak istiyordum.


"Demir Bey, size kahve getirdim. Uyumamanız gerektiğini biliyorsunuz, hadi kalkın."


Gözlerimi açmak, yüzüne bakmak istemiyordum. Her ona baktığımda yüreğim ve bedenim ona akarken duvara çarpıyordum.


"Uyumuyorum Beyza, sadece gözümü kapatıyorum. Sen artık git, kendimi daha iyi hissediyorum. "


"Tamam. Getirdiğim kahveyi bitirin ben de hemen gideyim."


"Canım istemiyor, lütfen git!"


Önce sert sesimle biraz duraksadı sonra da önüme doğru gelip sandalyesini çekti. Merhametli sesi beni eritiyor olsa da yumuşamayacak, her defasında onun gözünde hiç olduğumla bir kez daha yüzleşmeyecektim.


"Ama Demir Bey, ya size bir şey olursa?"


"Ne güzel işte benden kurtulmuş olursun. İstediğin bu değil mi?"


Gözlerini kalbime kilitlemiş gibi konuşuyordu.


"Değil tabii. Bunu nereden çıkarıyorsunuz? Hadi kahvenizi soğutmadan için, uyumayacağınızdan emin olmak zorundayım. "


Üzgün bir şekilde kahveyi tekrar eline aldı ve bana uzattı. Şu halim ne kadar acınasıydı. Beni görmeyen bir kız için yaptıklarımı düşününce Beyza'dan önceki halim 'Sen tam bir malsın! Dışarda hayat akıyor ve sen burada bununla zaman kaybediyorsun. Dışarı çık, tüm kadınlar unutturur sana bu kızı' diyor; onu gördükten sonraki halim ise 'Bırak seni masumluğuyla yıkasın. Temizlen artık tüm pisliklerden. Ne bu gülüşü, ne bu bakışı unutacaksın artık kendine çeki düzen ver' diyordu.


"Demir Bey, içmeyecek misiniz?"


Kendimle verdiğim savaşta neden öfkeli olduğumu çok iyi biliyordum. Onu acınası halde istemeye devam eden yanım, bana çok yabancıydı. Ben hiçbir kadının peşinde koşmayan bir adamdım ve bu kız için yaptıklarım fazla, çok fazlaydı.


" Sana içmeyeceğim dedim ya! Uzatma git işte! "


Bir anda öfkeyle bağırınca Beyza korkuyla yerinde irkildi. Elindeki kahve, parmaklarına ve üzerine döküldü. Acıyla sandalyeden kalktığında kıyafetini teninden çekmeye çalışıp, havalandırdı. Onun canı yanan halini görür görmez yerimden kalktım, yine ona zarar vermiştim.


"İyi misin Beyza? Bakayım çok yandı mı?"


Cevap vermiyor, aldığı derin nefesle beni duymazdan geliyordu. Onun beni görmeyen, yok sayan hali beni öfke girdabında savuruyordu.


"Beni çıldırtma, sana bakayım dedim!"


Onu omuzundan tutup, bana doğru çevirdim. Yanan elini, avuçlarımın arasına alarak üflemeye çalıştım ama elini hemen avuç içimden çekti. Yerde olan gözlerini kaldırıp gözlerime öyle bir öfkeyle baktı ki işte o an, ne olursa olsun artık yanımda durmayacağını anladım.


Çantasını alıp, kapıdan çıkarken "Sizsiz dünyada cenneti yaşayacağım için çok mutlu olacağım. Hem de çok... " dedi ve gitti.


Loading...
0%