@hanifta_hanim
|
Rüzgar kirpiklerimi ve yüzümü okşarken, bir yandan da harika bir manzaraya doğru arabayı sürüyordum. Her şey normal seyrinde gidiyor, biz eğlenceli şekilde geçireceğimiz 2 gün için çıldırıyorduk. "Can canım arabayı hızlı sür. Bizim kurduğumuz çadır yerini, kimseye kaptırmayalım. " "Tamam kuzum zaten hızlıyız. Biraz daha gaza basarsam kimse yerimizi kapamaz, sen yine de Ayaz'ı ara, olurda bizden önce giderse bizim için yerimizi kapsın." Tuğba çantasından telefonu çıkardı ve Ayaz'a söylediklerimi tekrarladı. Her yıl aynı kamp alanına gittiğimiz için çadır yerimiz bir alışkanlık halini almıştı. Tabii yerin güzelliğini, kendine ait balkona benzer bir alanının olması da etkiliyordu. Düzenimiz genel olarak oturmuştu. Bizim çadırımızın yanına da Ayaz çadırını kurardı, böylelikle sabah namazına beraber gider, herhangi bir korku yaşamazdım. Kamp alanının benim için tek kötü yanı, yol kenarında bariyeri olmayan bir uçurumdan geçiyor olmamızdı. "Kuzum bu virajdan sonra unutma. " "Biliyorum canım. Ne zaman kampa gideceğiz desek, önce yolun bu kısmı aklıma geliyor. Bu korkumu yenmek için ne kadar uğraşsam da üstesinden gelemiyorum." Tuğba ses tonunu kontrol ederek çıkarmaya çalışsa da üzgünlüğü barındırdığı sesiyle "Zamanla düzelir belki..." diye fısıldadı. Arabanın hızını yavaşça düşürdüm. Bir insan yanımızdan yürüyerek geçecek olsa, bizi rahatça geçebilirdi. Direksiyona sıkı sıkı sarıldığımda ellerim, ayaklarım deli gibi terliyor, karnıma ise kramplar giriyordu. Tuğba, her zaman olduğu gibi beni cesaretlendirip motive ediyordu; ama benim gözümün önüne, annemle babamın savrulmuş bedenleri geliyordu. Nefes alışverişim sıklaşıyor, kalp atışlarım kulaklarımda çınlıyordu. "Az kaldı can canım, son 30 metre. Her yıl geçmeyi başardığın gibi bu yılda başaracaksın. Seni çok seviyorum, sadece buna odaklan ve nefes alış verişlerini minimuma indir." Kampa gittiğimiz ilk yılla, bu yıl arasında benim için kocaman bir fark vardı. Uçurum kenarından geçtiğimizi anlayınca hızımı olabildiğince düşürsem de yolun tam nerede normal halini alacağını bilmediğim için nefes alışverişlerimi kontrol altına alamayıp, titremeye başlamıştım. Arabayı öylece yol ortasında durdurup ağlama krizine girmiş, arabadan kendimi dışarı atmıştım. Allah'tan Tuğba'm yanımdaydı da beni sakinleştirip ayağa kaldırmıştı. 'Hadi beraber yürüyüp kaç metre bu şekilde gittiğine bakalım. Eğer çok uzak mesafe ise geri döneriz ama kısa bir yer ise, arabayı sen yavaş yavaş sürebilirsin. Sana inanıyorum.' diye diye beni cesaretlendirmiş ve ben, pes etsem de o, bundan asla vaz geçmemişti. "Geçtik kuzum. Yine başardın, tebrik ederim. " Derin nefesler alıp gerilen omuzlarımı gevşetmek için uğraştım. Terlemiş olan el içlerimi ise eşofmanımın üstüne sildim. Şimdi yine hızımı arttırabilir, yerimizi kapmak için acele edebilirdim. Hızımızı arttırmış şekilde arabayı sürerken arkamdaki araba yanımıza gelip, hızlarımızı eşitledi. Çok hızlı gittiğimiz için gözümü yoldan ayırmak istemedim. "Tuğbikim bak bakalım iş yerindekilerden biri mi? Yerimizi kaptırmayalım, eğer onlardan birisi ise biraz daha hızlanabilirim. Toprak yola varmamıza zaten az kaldı. Oraya girdiğimizde arkamızda kalmak zorundalar, başka geçiş yok." Tuğba'nın bozulan morali ile "Hayır bu şaka olmalı! " cümlesine "Ne, ne oldu?" diye soruyla karşılık verdim "Boş ver, sen arabayı sür ve yan tarafına asla bakma. Sağ salim şekilde varmak istiyorum." "Tuğba, kim var söylesene? Hale gıcığı mı? Onun bizi geçmesi imkansız, hem o hız yapamaz?" Tuğba her ne kadar sesini ayarladığını düşünse de hayal kırıklığı sesine yansıyordu. "Evet evet o, bakmana bile gerek yok." Kafamı kısa süreli yan tarafa çevirdim. "Aaa Ferit'in ne işi var burada? Nereye gidiyor acaba? " "Aman bize ne? Sen önüne bak, hızını düşür." Ferit'e el işaretiyle selam verdiğim sırada şoför koltuğunda onu gördüm. "Allah'ın cezası, senden kurtuluş yok mu! " Avazım çıktığı kadar bağırarak gazı kökledim. "Ne olur sakin ol, bu şekilde ölmek istemiyorum. Bizi geçsinler, hiçbir şey olmaz. Görmemezlikten gel ne olur. " Tuğba yan koltuğumda acınası halde bana yalvarıyordu ama öfkem üst seviyeye çıktığı için arabanın hızını arttırıyordum. Ben gaza basıp hızımı arttırdıkça o da hızını arttırıyordu fakat yol iki yönlü olduğu için karşıdan araba gelince arkama geçmek zorunda kaldı. "Şimdi geçsin de göreyim, onun burnundan getireceğim. Toprak yola girince canın sıkılabilir hazırlıklı ol Tuğbik, bir kaplumbağa edasıyla gideceğiz." Sağ tarafa sinyal verip, arabanın hızını düşürdüm. Bu yolda sollama yapmak imkansızdı ve kamp alanına gidene kadar yol böyleydi. " Beyza çok fenasın, sinir etmek için yaptığını kesin anlar." "Hayır kuzum ben fena değilim. Toprak yol olduğu için arabamız tozlanmasın diye uğraşıyorum yoksa ondan bana ne, neden sinir etmeye çalışayım ki? " Tuğba kahkaha atmaya başlarken arkadan gelen korna sesini umursamadık. Kornayı daha uzun çalmaya başladıklarında ise, müziğin sesini açtık. Demir Bey arabadan inip yürüyerek yanıma geldi. "Bu ne şimdi, beni sinirlendirmek için yapıyorsun değil mi? Hızlandır arabayı! " Onu duymamazlıktan geldim ve müziği son sese getirdim. "Bak birde duymamazlıktan geliyor. Bu nasıl araba sürmek, yürürken seni geçebilirim." "Tam önüme doğru geçin de sinirimi sizden çıkarayım. Şaka yaptığımı düşünüyorsanız, kafanızdaki yara bandına bakın ve kalemliği hatırlayın!" Öfkeyle dişlerinin arasından konuşuyordu. "Bir insan birini, ne kadar çıldırtabilirse beni o kadar çıldırtıyorsun! " "Teveccühünüz, teveccühünüz. Bunu yapmayı bir görev bilirim." Alayla söylediğim bu söz, onu daha da kızdırdı. "Vallahi seni zorla arabadan indirir, şu ağacın altına bağlarım." Onun tehditlerinden artık sıkılmıştım ve beni yönlendirmesine izin verecek değildim. "Aman Allah'ım, şu an çok korktum. Dikkatli ol Tuğba, korkudan biraz daha yavaşlayıp arabayı durdurabilirim. Ani fren yaptığımda bir yerin acımasın." "Bak birde dalga geçiyor, bunu sen istedin." Arabanın kapısını açmaya çalıştı ama araba kilitliydi. Tam camdan iç kilide doğru uzanıyordu ki arabayı hızlandırdım ve arkada kaldı. Söylenerek kendi arabasına doğru yöneldiğinde arabasına binip yine arkama yanaştı. Onu sinir etmek için arabanın hızını arttırıyor, sonra da minimum düzeye indirip bir kaplumbağa yavaşlığında ilerliyordum. "Tuğba'cığım müziğin sesini kıs ve arkadan gelen huzur veren sesi dinle." Tuğba sesi kıstığında Demir'in öfke dolu bağırma sesleri arkadan geliyordu. "Var ya cidden, çok fenasın Beyza." Tuğba'nın övgü dolu cümlesine "Teşekkür ederim bir tanem. Şimdi yeni oyuna hazırlıklı ol." diye cevap verdiğim zaman mutlulukla gülümsedim. Hızımı bir arttırıp bir düşürüyordum ve arkadan gelen sesleri, beni mutlu etmeye yetiyordu. "Bak görüyorsun Ferit, beni çıldırtmak için yapıyor. Beyza, seni elime geçirirsem fena yapacağım. Seni, o halinle kucaklayıp direk denize atacağım! " Sesimi korkuyormuş gibi ayarlayıp alayla onunla konuşmam, çok daha fazla sinirini bozuyordu. "Şu an çok korkuyorum, Demir Bey!" Kamp alanına dönerken Tuğba'ya "Direk bagajdan çadırı al kuzum. Sen önden bizim yeri kap, ben işlemlerle ilgilenirim." dedim. Arabayı park ettikten sonra arabadan indik. Tuğba bagajdan çadırı alırken Demir'i gördüm. O da arabayı park edip inmişti ve bildiğin sırıtıyordu. Onun sırıtan halini gördüğüm an, söylediklerinin ciddiyetine ancak şimdi varıyordum. Gerçekten bu manyak adam, bana söylediği şeyleri yapmazdı değil mi? Yok ya yapmazdı, bana dokunmaması gerektiğini çok iyi biliyordu. Ferit'le beraber bana doğru gelirken gülerek, göz kıpırtı ve konuşmaya başladı. "Seni denize atmak, çok keyifli olacak çocuk!" Önce arkama dönüp görmediğim birisi mi var diye baktım. Kimsenin olmadığını görünce arabanın diğer tarafına doğru geçtim. "Hangi çocuğu atacaksınız? Ben kimseyi göremiyorum." Arabanın diğer tarafına doğru gelirken, yüzündeki gülümseme ile cevapladı. "Burada senden başka, çocuk mu var? Seni omzuma aldığımda kime söylediğimi daha iyi anlayacaksın!" "Saçmalamayın Demir Bey, böyle bir şey yapamazsınız, bana dokunmaya kalkmayın! " "Seni kucakladığımda söylediğin tüm bu sözleri, kulağına fısıldayacağım merak etme." "Sizin hiç utanmanız yok mu?" Ben arabanın etrafında döndükçe o da dönüyordu. Niyetinde ciddi olduğunu anladığımda korkudan kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Arabanın etrafında Ferit'in bulunduğu yere doğru döndüm ve Ferit'in arkasına saklandım. "Ferit ne olur, beni kurtar. " "Ah Beyza bu manyağı bilmiyor musun? Gelene kadar söylendi. Sende az değilsin ama çok uğraştın. Hızını artırdığın zaman sinirlerini yatıştırmaya çalışırken bir anda yavaşlayınca öfkesini üst seviyeye çıkardın. 'Bu kızın bana meydan okumaları hiç bitmiyor, göstereceğim ona!' deyip durdu. " "Ne yapayım, gelmemesi gerekiyordu. İki güzel günüm vardı, onu da mahvedecek. " Demir, Ferit'in önüne gelirken ciddi bir sesle konuşuyordu. "Seni benim elimden, Ferit mi alacak? Şaka yapıyor olmalısın. Seni alana kadar kimi ezip geçmem gerekiyorsa geçeceğim ve sen, benim kollarımda olacaksın. " Ferit öksürmeye başlayıp çıkıştı. "Ağır ol Demir!" Bu sözler karşısında kalbim çok hızlı bir şekilde atmaya başladı. Bunlar nasıl sözlerdi? Bu kadar basit bir şey için kullanılacak gibi değildi. Şimdi ne olmuştu da yine aklıma, o tuhaf rüya gelmişti. Mideme kramplar girmeye başladığında kendimi biran önce toparlamam gerektiği için meydan okurcasına konuştum. "Bunun olmaması için elimden geleni yapacağım. Siz de görüp izleyeceksiniz." Demir'in öfkeli sesi, yerimde korkuyla irkilmeme neden oluyordu. "Ferit önümden çık! " "Saçmalama Demir, bırak kızı. " Ferit izin vermedikçe daha da öfkeleniyordu. "Ferit, kendini ezip geçtirtme bana! " Kalbimin çarpıntısı duygularımı alt üst etmişti. O esnada yanaşan arabanın sesini duydum. Kafamı çevirip baktığımda Ayaz'ı gördüm. Şimdi bu manyak adamdan kaçmak için yapmadığım bir şey yapacaktım. Ayaz'ın arabasına binecek, gerekirse onunla geri dönecektim. "Bana dokunmamanız için elimden geleni yapacağım. Gerekirse başka kişilere sığınacağım ama yine de sizin bana dokunmanıza izin vermeyeceğim!" Bir çırpıda Ayaz'a doğru koşarak arabasına bindim ve kapıyı kilitledim. Ayaz şaşkın bir şekilde ne olduğunu sorduğu sırada Demir, bindiğim arabanın Ayaz'ın arabası olduğunu anladı. Öfkeyle kapıya doğru gelip açmaya çalıştı. 'İn o arabadan! Dönüşü olmayan, yollara sokma beni!" Neden şimdi gözlerindeki öfkenin arkasında perdelenen, hüznü görüyordum? Neden, kendimi bir yol ayrımında hissediyordum? Bencil bir adamdan kaçarken beni düşünen bir adama sığındığım için neden suçlu hissediyordum? Düşüncelerimi, öfkeyle çıkan sesi bölüyordu. "İn o arabadan... Hemen telefonuna bak! " Arabanın camına öyle bir vurdu ki biran kırılacak sandım. Ferit onu sakinleştirmeye çalışıyordu ama arabaya bindiğim dakikadan sonraki öfkesi gözünü kör etmişti. Cebinden telefonunu öfkeyle çıkardıktan bir kaç saniye sonra telefonuma bildirim geldi. "O lanet olası arabadan hemen inmezsen adamlarımı arar, tüm yolları kapattırırım. Sizi bulduğum an, o arabadan seni zorla indirirken o itin yaşıyor olması için bana dua edersin. Arabada onunla tek başına geçirdiğin her bir saniye için onun kemiklerini kıracak, seni de karşısında tutup kulaklarını kırılan kemik sesleriyle çınlatacağım. Yapamayacağımı düşünmen işime gelir, bendeki bu öfke ancak dediklerimi yaptıktan sonra son bulur!" Ellerim korkuyla titremeye başladı. Bu ne tür bir manyaktı? Kimseden korkusu yok muydu? Mesajı okuduktan sonra kalbim ağzımda ona doğru baktım. Gözlerindeki karanlık tarafı gördüğüm an, söylediklerini rahatlıkla hayata geçireceğini anladım. "Beyza ne oldu, söyleyecek misin?" Ağzımı açıp olanlarla ilgili tek bir kelime söylesem, Ayaz'ın durmayacağına adım gibi emindim. Araf'ta kalmak böyle bir şeydi sanırım? Ne yapmam gerektiğine bir türlü karar veremiyordum. Kalbim 'Hadi Ayazla evine geri dön.' diyorken aklım ise 'Senin yüzünden onun kılına zarar gelirse kendini asla affetmezsin.' diyordu. Kararsızlık içinde elimi kapının kilidine doğru uzattım. "Bir şey yok. Fazlasıyla sinirlendirdim, o da çok kızdı. Şimdi ben ineyim, sen de arabanı boş bir yere park et." Tam inecekken elini koluma doğru getirdi. Parmakları kıyafetime değmeden elini yumruk haline getirerek öylece havada bıraktı. İşte Ayaz'ın yanında olmak bu yüzden güvenliydi. O her zaman duracağı yeri biliyordu. "İnmek zorunda değilsin. İstiyorsan seni geri götürebilirim." "Teşekkür ederim ama buna gerek yok. Güzel geçireceğimiz, iki gün bizi bekliyor. Hem senin için yaptığım kurabiyeler, tam senin istediğin gibi oldu. Hadi arabadan ineyim de biran önce yerleşelim." Konuyu dağıtıp Ayaz'ın şüphelerini gidermek için elimden geleni yaptım, hatta yüzüme sahte bir gülümseme bile yerleştirdim. Arabadan indiğim sırada Demir'in gözlerine öfkeyle baktım. Ayaz gittikten sonra üzerine doğru yürürken gözüm dönmüş bir haldeydi. "Sen kimsin?" "Sen, kim olduğunu sanıyorsun? " "Beni tehditlerinle mi, yola getireceksin?" Her bir cümlemde bir adım daha üzerine doğru gidiyordum. "Gün geçtikçe senden nefret etmem için çokça nedenler sunuyorsun bana!" Ellerimi göğsüne dayayıp onu sertçe ittim; ama o, yerinden bir adım bile oynamazken ben geriye doğru bir adım sendeliyordum. Gücümün yetmediği bedenine, öfkem daha da arttı. "Yanında küçücük kalıp, gücüm sana yetmediği için mi bu pervasızlığın?" "Peki benimle ilgili yaptığın her tehditte vurguladığın ne?" Tuğba ve Ferit aramıza girmeye çalışıyordu ama bu sefer onlara ben müsaade etmiyordum. Tüm öfkemi kusacak, içimdeki zehri akıtacaktım ona! Sonra sanki o yokmuş gibi bu iki günü doyasıya yaşayacak, benden çalmasına izin vermeyecektim. Sabırla susuyordu. Öfkemi kusmama müsaade eden hali, gözüme daha sinir bozucu geliyordu. Sanki dediğim hiçbir şeyden etkilenmiyormuş gibi görünen hali öfkemde boğulmamı sağlıyordu. "Sen beni sahipsiz mi sanıyorsun? Ailem koca Karadeniz'i buraya döker, yine de beni senin eline bırakmaz!" Bir kere daha onu itmeye çalıştım lakin o, yerinde bir dağ gibi duruyordu. Onu itmekten yorgun düşen kollarımda artık derman kalmamıştı. Göğsündeki ellerim, tişörtünü avuçlarımın içine alarak, yumruk halini aldı. Başım ise yenilmiş bir şekilde öne doğru düştü. "Dur artık sana yalvarıyorum..." Hem ağlıyor hem de yenilmiş hissediyordum. Her gün bir şekilde beni ağlattığı için gücümün gitgide tükendiğine şahit oluyordum. En önemlisi de ben yine yok olmak istiyordum. Hüzünlü sesiyle "Duramam, anlamıyorsun... Yapamam..." dedi. "Felaketim oluyorsun Demir... Dur artık dayanamıyorum! Eski halime dönmekten korkuyorum." Tuğba yanıma doğru geldikten sonra elini omzuma koydu ve beni kendine doğru çekti. Sırtımı okşarken konuşmaya başladı. "Belki de artık Trabzon'a dönmenin zamanı gelmiştir. İnsanları düşüneceğim derken günden güne sahte gülüşler ardında eridiğini biliyorum. Bu kadarına gerek yok." Yıkılmış sesimle "Seni arkamda bırakıp gidemem." diye fısıldadım. "Ben de gelirim. Hem Trabzon, yeni başlangıçlar için çok iyi bir seçenek olmaz mı? Hadi gözyaşlarını sil ve bu 2 günün tadını çıkaralım, sonra da İzmir'e veda edelim." Konuşmalarımızı Demir'in "Asla izin vermem!" sesi böldüğünde Tuğba öfkeyle cevapladı. "Bu konuda sizden izin almayacağım!" Ona öfkeyle bağıran sesi, benimle bir anne naifliği ile konuşuyordu. "Beyza hadi kuzum, sen çadır yerine git ve Ayaz'a yardım etmeye başla. Bende birazdan geliyorum." Demir Bey tam gidecekken Tuğba tekrar öfkesini soludu. "Demir Bey sizinle konuşacaklarım var, siz kalın!" Göz yaşlarımı silip oradan uzaklaştım ve biraz toparlanmam için kendime zaman verdim. Bir an önce bu ruh halinden çıkacak, benden çalmasına asla müsaade etmeyecektim. Ayaz'ın yanına gittiğimde kendi eşyalarını arabadan indirdiğini gördüm. "Kolay gelsin. " "Teşekkür ederim. Ne oldu sana? Senin yüzün neden düştü böyle? Sana hep söylüyorum, asık suratlı olmak sana hiç yakışmıyor." Son 2 gün herkesten, her şeyden uzaklaşmak için son 2 gün. Bu günlerin kötü geçmesine izin vermeyecek, buradan güzel anılarla ayrılacaktım. Yanımda Tuğba da olacağı için bir yanım mutluyken, Ayaz'dan ve arkadaşlarımdan uzaklaşmak düşüncesi göğsüme bıçak gibi saplanıyordu. Her şerde bir hayır vardır, iyi düşünmelisin Beyza diye kendimi teselli etmeye başladığımda daha iyi hissediyordum. Şimdi tüm düşüncelerimi rafa kaldırıp, yüzüme sahte bir gülücük takınmalıydım. "Çok sıcak havaları sevmediğimi biliyorsun Ayaz. Bak güneş, ellerimin üzerini kaşındırmaya başladı bile. Ondan böyleyim." Elinde çadırla Tuğba, Ferit ve Demir geldiler. Tuğba, Demir ile ne konuşmuşsa etkili olmuş görünüyordu. "Kuzum çadırımızı getirdim, hadi kuralım." Tuğba çadırı yere koyup, Ayaz'a doğru döndü. "Çadır kurma yarışını başlatıyorum. Her yıl olduğu gibi kaybedip bize dondurma almaya hazır mısın?" Ayaz duyduğu cümleden sonra gülümseyerek ince eşofman üstünü çıkardı ve ağacın dalına astı. "Bu yıl kaybetmeye niyetim yok kızlar. Sizi yeneceğim." Ferit gülerek söze girdi. "Ortada bedava bir dondurma varsa bizde varız." Ferit çok değişik bir adamdı. Onu yeni tanımama rağmen, bana ağabeylik yapıyor, Demir Bey'den kaçtıkça sığındığım liman oluyordu. Şen şakrak sesiyle, attığı kahkahalarla, yaptığı ağabeyliklerle, iyi ki tanımışım diyorum. Gülümseyerek cevap verdim. "Komik olma Ferit, daha önce hiç çadır kurduğunuzu sanmıyorum." Tuğba yanıma gelip sarıldı. "Kuzum bırak işte, bu yıl dondurmayı bu beceriksiz ikiliye kilitleriz." Ah bu benim çabuk öfkelenip, çabuk sönen ve kin tutmayı beceremeyen kalbim. Ne çabuk yarım saat önceyi unutup kendini, çevreni neşelendirmek için çabalıyorsun ve yine acını arkalara atıp, üzerine yalancı mutluluğunla set çekiyorsun. Demir bey, söze girdi. "Bir dondurma için, sizinle yarışacak değilim ama diyorsanız ki kazanan ilk takım, en son çadırı kuran takıma, bir gün için istediği her şeyi yaptırabilir. İşte o zaman sizinle yarışırım. " Herkese baktıktan sonra "Ama herkes iki kişi. Bir tek Ayaz tek kişi kalıyor, ona haksızlık olur. O zaman bitiren takım, Ayaz'a yardım etsin. Herkes kabul ediyorsa, ben varım." dedim. Tuğba'yla kendime o kadar çok güveniyordum ki, gözüm kapalı bu oyuna girebilirdim çünkü bu kampta çadırımızı kurup, herkesin çadır kurmasına bir tek biz yardım ediyorduk. İşi sistematik bir şekilde hallediyorduk. Tuğba heyecanlı bir sesle "Hadi o zaman, herkes kabul ediyorsa yarışı başlatıyorum. Yarış başlasın. " diye bağırdı. Tuğbayla hızlı bir şekilde çadırımızı açtık. İki taraftan çadırın demirlerini, hızlı bir şekilde çakıp, üzerine geçecek çubukları aynı anda taktık. Çubuklara çadırın askılarını da geçirdik. Şu an bir tek çadırın üst kısmı vardı. Çadırın üst kısmını yerlerine takıp, çantaları koymamız için olan giriş bölümünün de çubuklarını geçirip gerdik. Son bir iş kalmıştı çadırın iplerini gerip sabitlemek. Onu yaptığımız esnada Ferit ve Demir'in içler acısı halini görüp, kahkaha attık. Çadırımız çoktan kurulmuştu bile. "Can canım, Ayaz bu 2 beceriksizi tek başına yener, bence bunlar çubukların nereye takılacağını bile bilmiyor. " Tuğba kahkahayla cevapladı. "Gölgeye geçelim ve acınası hallerinden keyif alalım. " Ferit ve Demir bize bakıp, şaşkınlıkla aynı anda konuşmaya başladı. "Şaka yapıyor olmalısınız. " "Kendimize güvenmediğimiz hiçbir konuda iddiaya girmeyiz. Siz bu yarışa girerken, acaba ne düşünüyordunuz? Demir Bey'in iddiayı arttırması bizim için büyük bir nimet oldu. Bugün hiçbir iş yapasım yoktu zaten. Harika bir gün bizi bekliyor. " Demir elindeki çubukları, sinirle yere attığı sırada, Ayaz çoktan çadırını kurmuştu bile. O sırada ekibin geri kalanı geldi. Sarılmaca çadır yerleri belirleme derken, herkes bir yere dağıldı. Hamile olduğu için Ayşe'nin çadırını ben kurdum. Birazcık karnını sevip, bebeğiyle konuştuktan sonra çadırıma doğru geldim. Demir tek başına çadırla cebelleşiyordu. Ferit ise görünürde yoktu. "Ha gayret başaracaksınız Demir Bey. Biraz ara verip sandalyemi gölgeye taşır mısınız?" Kafasını kaldırıp bana baktı. Tam ağzını açıp konuşacaktı ki vazgeçti. Gidip sandalyemi alıp, gölgeye taşıdı. Bu sırada Hale ağzında şişirip patlattığı sakızıyla, Demir Bey'in yanına geldi. "Demir, sana yardımcı olmamı ister misin?" Demir kafasını ona doğru çevirip, şöyle bir baktı. Sonra benim onları izlediğimi görünce konuşmaya başladı. "Demir derken? Bu ne samimiyet. " Hale biraz bozulmuş halde lafa girecekken araya girdim. "Demir Bey, kitabım çantamda kalmış, hemen getirir misiniz? Birde lütfen gelirken soğuk bir şeyler alın. Bu esnada da sevgiliniz, becerilerini size sergilesin ve kuramadığınız çadırı kursun. Ee boşuna dememişler, yuvayı dişi kuş yapar diye. Şimdi dişi kuşunuz, size tüm maharetlerini sergilesin. " Söylediklerim karşısında Hale'nin yüzü gülüyor, Demir Bey'in yüzü ise sirke satıyordu. Ona en çok yakışan yüz ifadesinin bu ifade olduğuna karar verdiğim sırada yanıma doğru geldi. Kulağıma eğilerek "Bugün her istediğini sessiz bir şekilde yapacağım; ama yarın olduğunda seni kucaklayıp denize atacak, bugün yaptıklarının acısını senden çıkaracağım bunu unutma! Birde şu kadına sevgilin deyip durma, gözünün önünde bir insan nasıl sevgilim olurmuş gösteririm sana." dedi. Kafamı ona doğru çevirip, sert bakışlar eşliğinde öfkemi sundum. "Gözümün önünde iğrençlikler yapmayın da nerede, ne fuşki koklanıyorsanız koklanın." Yine gerilmiş, ağzımdan çıkan sözlere dikkat etmeden konuşmuştum fakat bu adamın yanında ancak kendimi bu kadar frenleyebiliyordum. "Fuşki ne demek?" "Merak etmeyin sizin çok seveceğiniz bir koku? Bir gün karşılaşırsak size gösteririm, sizde hasret giderirsiniz. " Demir çantamı ve yanında büyük boy limonatamı getirirken Hale de orada tüm beceriksizliği ile çadırı kurmakla uğraşıyordu. Çantamdan kitabımı çıkardım ve okumaya koyuldum. Şu an okuduğum roman, birbirine aşık olan iki gencin kavuşmak için ne kadar uğraşsalar da sürekli engellerle karşılaştığını ve bunları aşmak için ellerinden gelen herşeyi nasıl aşkla yaptıklarını anlatıyordu. Tek temennim birbirine kavuşacak şekilde romanın bitmesiydi çünkü ben mutsuz sonlu kitapları okumaktan nefret eder, her mutsuz sonda deli gibi ağlardım. Hale'nin mızlanma sesi, kitapla arama girdi. "Ama Demir'ciğim bu olmuyor. Tırnaklarımın arasına pislikler girdi. Baksana nasılda kötü oldular." Demir, ona anlamsız bir şekilde bakıyordu. "Ama Demirciği ona yardım etmelisin. Tırnaklarının arasına pislikler girerse, çok üzülür ve kırılır. Sevgilinin kırılmasını istemezsin değil mi? Şimdi onu kucağına al ve denize götür. Deniz her türlü pisliği temizler. Bu arada sende girmeyi unutma. Senin de onunla temizlenmeye ihtiyacın var. Çıktıktan sonra da kuramadığınız çadırınızı alın ve sevgilinizin çadırının yanına kurun. Burada sürekli sizin dırdırınızı çekemem. " " Emin misin Beyza? Bunu yapmamı ister misin? " " Gözümün ve kulağımın önünden çabuk çekilinde, ne yaparsanız yapın. " Demir öfkeyle dönüp, Hale'yi kucağına aldı. Hale'nin mutluluktan attığı çığlık sesleri, kampı inletti. Gözlerimin içine bakarken, onu denize doğru götürdü ve birlikte denize girdiler. İşte böyle sığ bir görüntü, ancak ikisine yakışabilirdi. Gözlerimi kitabıma sabitledim. O tarafa bakmamak için kendime söz verdim ve ben her zaman sözünde duran biriydim. "Ooo kitaplar, okunmaya başlanmış bile. " Ayaz'ın naif sesine doğru başımı çevirdim. Siyah eşofmanının üzerine giydiği beyaz tişörtü ve hafif dağılmış saçları ona çok yakışmıştı. "Yanına kitap aldın değil mi? Eğer unuttuysan, senin içinde getirdim. " "Aldım ama benim karnım çok acıktı Beyza. Elmalı kurabiye yapmıştın ya, artık yiyebilir miyim?" "Tabii ki sen yanına gidip çay al, bende senin için çıkarayım. " Ayaz kendine çay almaya gittiğinde Hale ve Demir ıslak kıyafetleriyle denizden çıkmaya başladılar. Ayaz için yan tarafıma bir tane sandalye açtım. Bu sırada elinde çayla geldi. "Niye zahmet ettin? Sen yorulmasaydın keşke ben açardım. " "Yorulmadım ki… Hadi otur çayın soğumadan kurabiyelerden ye." Tabağa koyduğum kurabiyeleri Ayaz' a verdim. O ise çayı ve tabağı masaya bırakıp, çadırının yanına gitti ve çantasından büyük bir hediye paketi çıkardı. "Bak sana ne aldım?" "Niye zahmet ettin, ne gerek vardı? " Hem hediye paketini açıyor hem de onu dinliyordum. "Geçen yıl, canının nasıl yandığını unutmadım. Bende her ihtimale karşı sana en büyüğünden aldım. " Paketten harika bir hasır şapka çıktı. Özenle ve en büyük olanı seçtiği çok belliydi. "Ayaz bu çok güzel." Ayaz şapkayı elimden alıp, bana değmeden dikkatli bir şekilde taktı ve bir iki adım geriye gidip, baktı. "Umduğumdan çok daha güzel oldu. Sıradan bir şapka olmasına rağmen, sende harika durdu. Bilerek en büyüğünden aldım, artık güneş tenine zarar veremez. " Ayaz'ın güzel sözlerini, Hale'nin arsız sesi böldü. "Çok şanslısın Beyza, Ayaz her zaman olduğu gibi seni çok düşünüyor. Sizin kadar uyumlu bir çift, Ayaz kadar aşık bir adam görmedim. " Bir anda utançla öksürmeye başladım. Şimdi bu sözleri söylemekte nereden çıkmıştı? Ayaz bana içmem için su uzattıktan sonra Hale'ye döndü. "Konuşmalarına dikkat et Hale! İleriye sakın gideyim deme. Beyza ile kurduğun her cümleyi kurarken, iki kere düşün. Onu senin ağzına düşürmeyeceğimi iyice kavra ve kendinle karıştırma. " Ayaz, benim utanmış halimi görünce iyice sinirlendi. "Gözlerini yere indirmek için hiçbir sebep yok. Lütfen bana bak Beyza. " Duyduğum sözlerden sonra, gözlerine bakmam şu an için imkansızdı. Bir an önce oradan uzaklaşmam gerekiyordu. "Şey, ben biraz yürüsem iyi olacak. Sen de kurabiyeleri afiyetle ye. Senin için getirdiğim kitap, çantanın üstünde istediğin zaman alıp okuyabilirsin. " Oradan nasıl bir utançla ayrıldığımı bilmiyordum. Yürürken aklımdan bir sürü soru geçiyordu. Biz dışarıdan uyumlu bir çift olarak mı görünüyorduk? Ayaz gerçekten aşık bir adama mı benziyordu ? Hayır hayır Beyza, ne olur aklını bulandırma. Bunları Hale söyledi. Onun yanında aynı adamı, iki kez göremediğin bir kadının lafıyla temiz düşüncelerini kirletme. Sen Ayaz'ı sevmiyorsun, o da seni sevmiyor. Siz aranızdaki mesafeyi korumaya çalışan iki yakın arkadaşsınız. Ama sürekli Demir 'in de imaları bu yönde oluyordu. Hayır hayır hiçbir imayı düşünme! Eğer düşünürsen ve düşüncelerin bozulmaya başlarsa bu işin sonu hayra çıkmaz ve gelmesini beklediğin değerli nasibinin yüzüne bakamazsın. O yüzden haram düşüncelerden uzak dur. Bak dağa, taşa, denize, ne kadar güzel yaratıldıklarını gör ve tefekkür et. Telefonun sesiyle düşüncelerim bölündü. "Pamuğum napaysun?" diyerek açtığım telefonda dedemin sesini pekte hoş bulmadım. "Dede ne oldu, sesin kötü geliyor?" Her ne kadar bir şey yok, seni çok göresledum dese de ben, dedemi de sesini de çok iyi tanıyordum. "Bende seni göresledum pamuğum, bakarsın iki gün sonra yanına kaçar deli torunun, bolca hasret gideririz. " Hüzünlü sesini mutluluk kaplayınca içimdeki sıkıntıyı söküp attı. " Tamam pamuğum söz geleceğim. Salı günü bir engel çıkmazsa oradayım. O uşak bozuntusu torunlarına söyle, en küçük torunun canlarını okuyacak sonra kimse gelip, sana ağlamasın." Telefonu kapattığım sırada minik bir kedi yavrusu gördüm. Onu kucağıma alıp okşamaya başladım. "Ama sen çok güzelsin. Ne oldu, annen nerede senin? Yoksa sen kayıp mı oldun? Korkma, ben senin anneni bulurum. Karnın açsa da gider, bir şeyler yediririm sana." Ona öpüp sarılırken, uzaktan bir başka kedinin sesi geldi. "Bak annen seni arıyor, sesi buraya kadar geliyor. Hadi beraber gidelim, seni çok özlemesin." Kedi elimi yalayarak, miyavlamaya başladı. Sanki dilini anlıyormuş gibi ona karşılık verdim. "Evet miyav miyav, bende ailemi özledim. Dedem salı günü temelli onun yanında kalacağımı bilse, o günü bayram ilan eder. Hadi bakalım işte annen. Koş git yanına ve sakın ayrılma, sonra özlesende göremiyorsun. " Kediyi annesinin yanına doğru bırakırken, konuşmamı Demir Bey'in sesi böldü. "Seni asla Trabzon'a göndermeyeceğim! " "Ay şu an duyduğum ses, ne kadar sinir bozucu bir ses Allah'ım! En çokta bu sesi duymayacağım için mutluyum." Omzumdan tutup, beni kendine doğru çevirdi. "Sana göndermeyeceğim diyorum. Beni duyuyor musun?" Üzerinin ıslak olduğunu fark ettim. Üzerini bile değiştirmeden buraya gelmişti. Sanki K-9 gibi kokumu alıp, beni bulmuştu uyuz. Cevap bile vermeden, tekrar arkamı döndüm. Ona tekrar bakmayacaktım. Tekrar omuzlarımı tutup, beni kendine doğru çevirdi ama bu sefer ellerini dönmeyeyim diye orda tuttu. "Gözlerime bak! Seni asla göndermeyeceğim. Trabzon'u unut. " "Lütfen o pis ellerini, omuzlarımdan çeker misin? Gerçekten midem kaldırmıyor." Israrla ellerini çekmiyordu. Bende onun gözlerine bakmıyordum. "Kaldır şu kafanı, gözlerime bak!" "Demir Bey, Hale sizi yeteri kadar eğlendiremedi mi? Niye geldiniz? Çekin şu ellerinizi üzerimden. Benimle konuşurken, mesafenizi koruyun demekten yoruldum. " "Mesafeyi korumam için hiçbir neden yok! Sen zaten benimsin." Kafamı kaldırıp, gözlerine öfkeyle baktım. Bunu söyleyen adam 10 dakika önce bir kadını kucaklayıp, onunla denize giren ve o ıslak kıyafetlerle yanıma gelen adamın ta kendisiydi. Utanmadan onun olduğumu söyleyen arsız halleri, beni öfkelendirmeye yetiyordu. Ellerimi bir anda göğsüne koyup, onu ittim. "Ne zamandan beri sizinim! Daha demin denize girdiğiniz kadınla karıştırıyorsunuz beni herhalde. Ben Beyza, hatırladınız mı?" "Başlatma beni kadınına! Sen kucağına al git dedin ben de yaptım. Ne oldu şimdi kıskandın mı?" Nasıl bu kadar rahat davrana bildiğini anlayamıyordum. Hem onu kıskanabileceğimi nasıl düşünebilirdi. O sadece benim sinirimi bozan bir patrondu, bundan fazlası değil! "Sizi kıskanmam için hiçbir neden yok Demir bey. Bunu neden anlamıyorsunuz? Size Ferit'in ofisinde söylediğim ayeti hatırlıyorsunuz değil mi? Sizin layığınız o zaten. Tekrar ediyorum benim sizi kıskanmam için hiçbir neden yok ama midemde belli bir noktadan sonrasını kaldırmıyor. Başka bir kadını kucaklayıp, denize girmiş bir adamın, o ıslak kıyafetleriyle karşıma çıkıp 'sen zaten benimsin' demesi beni iğrendiriyor. " "Beni de senin, o itin arabasına binip kapıyı kilitlemen iğrendiriyor. " Yine öfkeden çıldırmış halde, dişlerinin arasından konuşuyordu. Ayazla ilgili bu şekilde konuşulmasına katlanamıyordum. " Ayaz onun adı doğru konuşun! Benim Ayazla iki dakika arabasında olmam ile sizin yaptığınız kıyaslanabilir mi? " Elini boynuna götürüp, sağa sola doğru sinirle yürümeye başladı. Yine gözlerinde aynı karanlık vardı. Artık onu tanıyordum. "Sakin olayım, sana sesimi yükseltmeyim diye uğraşıyorum ama beni delirtiyorsun! Her bir sözün burama saplanıyor. Beni kan revan içinde bırakıyorsun, sonra da sakin kalmamı bekliyorsun." Konuşurken işaret parmağıyla kalbine doğru hızlı hızlı vuruyordu. " Peki siz öyle bağırarak konuşunca sınırlarımı aşınca öfkeyle bakınca beni sürekli tehdit edince benim kanayan yerlerim neden görmezden geliniyor? Tek sizin hissettikleriniz önemli olduğu için mi?" Sözlerim sinirlerini iyice bozmuş olacak ki gözlerini yeniden öfkeyle bana sabitledi. "Seninle konuşarak bir noktaya varılmıyor anladım. Yürü benimle geliyorsun. Yoksa seni zorla sürükleyerek götürürüm." 'Ne münasebet sizinle hiçbir yere gelmem. Şuracıkta bana dokunan elinizi kırarım!" Yüzüne anlamsız bir gülüş yerleştirirken, elini yüzüme doğru getirdi. Eli değmiyordu ama çok yakındı. "İtiraf etmeliyim ki küçücük boyunla bana kafa tutan haline bayılıyorum ama sözümü çokça tekrar ettirdiğin zaman, sana çok kızıyorum." Tuğba ve Ferit 'in sesi uzaktan geliyor bana sesleniyorlardı. "Buradayım gelin." diye bağırdım. Ağaçların arasından yanımıza doğru gelirken, Demir'in konuşmasını iki adım geriye gidip cevapladım. "Bende itiraf etmeliyim ki, sizi sinirlendirdiğim zaman, çok mutlu oluyorum. Ama ağzınızı açıp sesinizi duyduğum zaman, size çok kızıyorum. Yani diyorum ki az huzur!" "Öyle mi? Çabuk buraya gel! " Yine ayarı kaçmıştı manyağın, üzerime doğru yürümeye başladı. O geldikçe ben geri geri gidiyordum. "Siz manyak, had sınır bilmeyen, insanı sinir eden adamın tekisiniz, biliyorsunuz değil mi? Şükür ki sadece 2 gün daha size katlanacağım. Sonrası çokça huzur benim için..." Tuğba bize doğru yaklaşırken, bağırmaya başladı. "Ay yeter artık! Sürekli sizi ayırmak zorunda mıyız? Demir Bey, rahat bırakın arkadaşımı!" Demir bana doğru söylene söylene bağırıyordu. "Sonrası çokça huzurmuş, senin olduğun yerde huzur mu olur?" Ferit, Demir'in ıslak üstünü görünce, merak edip sordu. " Hayırdır Demir, bu ne hal? " " Hadi cevapla... Anlat ne yaptığını ama sen utanma diye ben anlatırım, yine sana kıyamadım. Sarı saçlı bir kız var ya Hale, seni onunla tanıştırmayı unutmuş olabilir. İşte o, Demirin sevgilisi, onu kucağına alıp denize girdiler. Ama görmelisiniz birbirleri için yaratılmış gibiydiler. Bittiğini sanıyorsan daha bitmedi Ferit, biraz daha detay var. Sonra senin bu yüzsüz arkadaşın peşimden gelip, seni bir yere göndermem diyor, hem de ıslak üstünden de utanmıyor. Ben anlatmaktan yoruldum, ona sen anlat. O benim hiçbir şeyim!.. Bana karışamaz, bana dokunamaz, benimle istediği gibi konuşamaz. Sırf bunun yüzünden gidip, tanımadığım biriyle evleneceğim. O kadar bezdim ya! " Gözlerinden alev saçarken, konuşmaya başladı. "Hadi bir daha söyle, ne yapacaksın!" Bana doğru gelirken, adımlarını yeri delecek şekilde sert atıyordu. Ondan korkup, susacak değildim. "Tabii ki seve seve söylerim. " Tuğba'yla Ferit'in arkasına doğru koşarken, arkamı dönüp bağırdım. "Sırf senin yüzden Trabzon'a gidip, birisiyle evleneceğim ve seni hayatımda bir daha görmeyeceğim patron bozuntusu!" |
0% |