@hanifta_hanim
|
Kamp alanına doğru dönerken, harika bir evin önünden geçiyorduk. Evin her yeri ahşapla kaplıydı. Küçücük sevimli bir yapısı vardı. Verandanın yanlarındaki pembe begonviller, eve harika bir hava katmıştı. İnsanın yaşamayı isteyeceği, doğanın içinde, harika manzaraya sahip bir evdi. "Tuğba ev çok güzel değil mi? Bakınca insanın içi açılıyor." Tuğba'nın da sesi etkilenmiş çıkıyordu. "Evet gerçekten harika görünüyor. Evin sıcaklığı insana geçiyor. Böyle bir evde yaşamak ister misin?" Böyle evleri çok sevdiğim halde ormanın içinde tek başıma kalma hissi, çokta hoşuma gitmiyordu. Bu evde yaşamak için yanımda ailemin olması şarttı. Eğer tek başıma isem, bu ev benim için korkutucu bile olabilirdi. "Tek başıma asla yaşamak istemeyeceğim bir yer. Düşüncesi bile ürkütüyor. Düşünsene hırsızı, arsızı geliyormuş. Senden kimsenin haberi olmaz. Iyy düşünmek bile istemiyorum... Büyük ailemle ise, bu evin kapısından girmek imkansız. Kısacası Akmanlar için burası oyuncak ev gibi kalır. " Tuğba bileğindeki tokasını çıkardı ve sıcaktan ensesini yakan saçlarını toplayıp, at kuyruğu yaptı. İki elini arkaya getirip, ağaca sırtını yaslarken, meraklı sesiyle sordu. "Peki minik ailenle?" Yanına doğru giderken, hiç düşünmeden cevap verdim. "Eşimin kim olacağına bağlı. Onun yanında kendimi güvende hisseder isem, gözüm kapalı kalırım. Şey sanırım ancak tek gözümü kapatabilirim." Tuğba ona sarılmam için elini kaldırdı. Yanına gidip sarılırken, alayla karışık konuşmaya başladı. "Gel buraya korkak. Normalde konuşmalarını duyan, bu kız korkusuz der ama sen gerçekte çok farklısın." Tuğba ile hem yürüyüp, hem muhabbet etmeye devam ediyorduk. Onunla karakterlerimiz çok farklı olduğu halde, birbirimizi tamamlıyorduk. O çok iyi bir dinleyici, dost hatta kardeş gibiydi bana, bazen bu saydıklarımın çok daha fazlası. "Trabzon'daki ev çok kalabalık değil mi Beyza? Nasıl geçiyor orda zaman? " Yüzümü sıcak bir tebessüm kapladı. Trabzon kendim olabildiğim gerçek yuvamdı. Orada zaman akar, hiçbir olaya yetişemez, sürekli bir olayın içinde kaybolurdum. Zaman zaman kuzen kavgaları, ağabey kıskançlıkları, yengelerimin beni hanım hanımcık kız yapma çabaları da buna eşlik ederdi. Trabzon demek, imkanlarımız olduğu halde aslımızı unutmamaktı. Belirlediğimiz bir fındıklığı, her sene Akmanlar olarak birlikte toplar, geldiğimiz yeri, insanların yaşadığı zorlukları, sadece fındık hasatıyla evini geçindirenlerin nasıl zorluklardan geçtiğini göz önünde bulundururduk. Bazen acil iş toplantısı olsa dahi, soluk fındıklıkta alınırdı. Yorucu olsa da birbirine bağlılığımız için paha biçilemezdi. Gözlerimi kapattığımda, kendimi fındık çuvalının altında ezilirken buluyordum. Yengelerimin attığı fırçalar kulağımda yankılanıyor, peşine Yavuz Selim'in cevabını duyuyordum. "Ne işin var senin çuval taşımakla, az hanım hanımcık ol! Bırak, uşaklar taşır!" "Benim beyaz çikolatamı, kendinize benzetmeyin. O sert görünüp, ona bakan erkeklerin bakışlarını kesmek zorunda." Ah Yavuz Selim mavi gökyüzüm, ilk fındık çuvalını sırtıma tutuştururken, yere düşürmüştüm. İki eliyle omuzlarımdan tutup, 'Erkekler güçlü kızları sevmezler, onlara güçlü olduğunu göster ki kimse sana bakmaya cesaret edemesin. Sen sadece benim beyaz çikolatam olarak kalacaksın tamam mı?' diye gaz vermiş, bende düşüp kalksam da pes etmemiştim. Tabii ben sadece onun beyaz çikolatası olurken, o maviş gözleriyle herkesin gökyüzü oluyordu. Gözlerimi açıp, anılarımı yolcu ettikten sonra tebessümle yanıt verdim. "Kalabalık mı? Sürüsüne bereket dedikleri cinsten. Evden içeri adımını atınca, etrafını seni seven insanların çevirmesi harika bir duygu. Sende benimle gelince evini ve evdekileri görürsün." "2 kişilik bir hayata alışmışken, nasıl olacak hiç bilmiyorum Beyza." Evet bu Tuğba için zor olabilirdi. Kafasını döndürdüğü her yerden birisi çıkacak, evimizdeki gibi gürültüsüz bir ortam olmayacaktı. "Bende bilmiyorum, hep beraber göreceğiz." Muhabbet eşliğinde kamp alanına çoktan gelmiştik bile. Ağacın gölgesine oturup, sandalyelerimizi denize doğru çevirdik ve biraz soluklandık. "Sıcak havalar, rüzgarsız çekilmiyor. Hiç dayanamıyorum bu havalara Tuğba. " "Rüzgarsız havaları eğlenceli hale getirelim o zaman. Hadi kalk, badminton oynayalım. " "Hayır dediğimi hiç duydun mu? Eğlenmeye geldik zaten, biraz keyiflenelim. " Ayağa kalktık ve düz bir yere geçtik. Kendimize bir alan belirleyip, oynamaya başladık. Biz oyuna başlarken bizi izlemek için arkadaşlarımız yanımıza doluştu çünkü ikimizde bu oyunu oynarken aşırı ciddileşiyor, sanki birbirimize düşman rakip gibi oluyorduk. Bu olayda insanların hoşuna gidiyordu. Tuğba beni sinir edeceğinden emin bir şekilde çapraz atışlarına başladığında tahammülsüz bir nefes verdim. En sinir olduğum oynama şeklinin bu olduğunu çok iyi biliyordu. "Doğru at şu tüy topu, yoksa karşı atışımda sana acımadan geçiririm raketi! " İşte söylenmeye çoktan başlamıştık bile. "Hadi bakalım at da nasıl karşılanırmış sana göstereyim. " "Laz damarıma basma Tuğba acımam." "Senden korkan mı var? Hadi tüm gücünü göster. " Yanda bizi izleyenlere çoktan eğlence çıkmıştı bile. Raketi tüy topa sert bir şekilde vurunca Tuğba yetişip, karşılayamadı. "Sana söylemiştim damarıma basma diye. Dürüst oynamıyorsun, ben resmen üstüne doğru atarken, sen çapraz atışlarla karşılık veriyorsun." "Seni koşturmak hoşuma gidiyor. Hem sen çocuk gibi oradan oraya atlamayı seversin, hadi şimdi çok konuşma da karşıla." diyerek tekrar oyunu başlattı. Oyunda tekrara girdiğinin farkında bile değildi. Sürekli çapraz atışlar yapıyordu. "Sana dürüst oyna diyorum, beni çıldırtma." "Sen mızmızlanan bir bebeksin, seni yenmek çok eğlenceli olacak. " "Bebek mi? Bu savaş ilanı biliyorsun değil mi? Ben senden 2 ay büyüğüm, bana abla diyeceksin. " Cevap vermeye o kadar efor harcıyordum ki tüy topa son anda vurdum. "Komik olma, asla sana abla demeyeceğim çünkü senden çok daha olgunum. " Tüy topu her zaman olduğu gibi sıralı bir şekilde çaprazlama atıyordu. Sağ tarafıma attığı tüy topu üzerine değil de sol tarafına doğru yavaşça attım. "Olgun ihtiyar ne oldu, topu karşılayamadın? " Tuğba yerinde sinirden zıplamaya başladı. Saçları bir oraya, bir buraya savrulurken, o kadar sevimli görünüyordu ki yanaklarını mıncırmamak için kendimi zor tutuyordum. "Ama sen böyle sinirden zıplayınca çok tatlı görünüyorsun ve ablacığın sana kıyamıyor. İstiyorsan yenileyim?" Ayaz araya girip "Kızlar kan ter içinde kaldınız su molası verin" diyerek su verdi. Suyumuzu içerken Tuğba yanıma geldi. "Bu Hale neden sana düşmanı gibi bakıyor? Dikkatimi çekti bakışları. Her sayı kazandığında bir sana bir de Demir'e bakıyordu." "Dikkatimi bile çekmedi kuzum. Benim bildiğim hiçbir şey yok ama onu biliyorsun illa bir nedeni vardır." Tekrar oyuna başladığımızda son puan diye konuştuk. Birbirimizle sürtüşüyor, yine laf sokuyorduk. Tuğba tüy topu sol tarafıma atınca karşılamak için hamle yaptım ama ayağım bir şeye takıldığı için yeri boyladım. Daha ne olduğunu anlayamadan dizimin ve el içlerimin yanmasıyla inledim. Hale kulağıma eğilip "Onu sana kaptıracağımı düşünüyorsan yanılıyorsun, canını yakarım senin. Demir benim!" dedi. Tuğba bir anda koşmaya başladı ama beni es geçip Hale'ye doğru atıldı. "Kızım seni döverim. Beyza'nın ayağına nasıl çelme takarsın sen?" Hale iftiraya uğramış gibi şaşkınlıkla ağzını yayarak karşılık verdi. "Aa yalana bakın! Ben böyle bir şey yapmadım." "Gözlerimle gördüm. Seni yolarım, ona dokunmana asla izin vermem! "Saçını eliyle kavradığı gibi onu uzağa savurdu. "Hadi şimdi bir daha inkar et, senin vitrinin olan yüzünde morluklara neden olayım." Olayın şokundan ne yapacağımı bilemez haldeyken, yanıma Ayazla Demir aynı anda geldiler. Ferit ve diğerleri ise, Tuğba'yı sakinleştirmeye çalışıyordu. Ayaz, hüzünlü gözleriyle hasar kontrolü yaptığında konuşmaya başladı. "Dizin kanıyor, avuç içlerinde soyulmuş, hemen seni kaldırıp yarana bakmamız lazım." "Daha neler, ben kalkarım. Düştük de ölmedik ya." Ağaçtan destek alarak kalktığımda, biraz yürümeye çalıştım ama başaramadım. Ayaz, canımın yandığını görünce kızgın bir halde söze girdi. "Beyza şu an saçmalıyorsun, gel işte seni taşıyayım." Ayaz'ın o sözünden sonra Demir Bey'in gözlerinden alev çıksa da Ayaz'a doğru dönüp, sakin çıkarmaya çalıştığı sesiyle konuşmaya başladı. "Ayaz, ben kamp alanını bilmiyorum. Sen koş pansuman için ilk yardım çantasını biran önce al ki yara mikrop kapmasın." "Gerek yok." diye araya girsem de Ayaz hızlı adımlarla yanımızdan uzaklaştı. "Sakın! Ben gider-" Daha cümlemi bitiremeden Demir Bey aradaki mesafeyi kapatıp kucağına almak için hamlede bulundu; ama canım çok yanmış olsa da geriye doğru hızlı bir adım attım. "Buraya gel!" "Hayatta olmaz! Günün sonunda bir şekilde bana yakın olan tek kişi siz oluyorsunuz. Sizin yüzünüzden günaha girmekten bıktım, artık duracağınız yeri öğrenmeniz gerekiyor!" Cümlelerim mimiksiz yüz ifadesinin keyifli bir ifadeye dönmesine neden olurken sanki doğrulamak ister gibi "Tek kişi? " diye sordu. Bu kelimeleri soru soran bir ifadeyle sorduğu için kafamı evet anlamında salladım fakat beni üzen bu doğrulama, onu daha fazla keyiflendirmişe benziyordu. "O zaman seni günaha sokmayalım ve senden 3 gün daha uzak duralım." "3 gün mü?" Şaşkın bir şekilde ağzımdan çıkan soru onu ilgilendirmemiş olacak ki "Canın çok yanıyor mu?" diye sordu. Yapacağı hamleden korktuğum için sorusu biter bitmez hızlı bir şekilde "Hayır hiç yanmıyor, ben kendim yürüyebilirim." diye cevapladım. Derin aldığı nefesle beraber başını sağa sola sallayıp söylediğim cümleye inanmadığını gösterdi. Bu ifade karşısında aksini iddia etmeye çalışır şekilde adım atmaya başladım. Canım çok fazla yanıyordu ama canımın yanmasından çok daha önemli olan doğrularım vardı. "Nasıl oluyor da beni çıldırtmayı kolaylıkla başarıyorsun?" Zorla attığım adımlarımı durdurup başımı hafifçe ona doğru çevirdim. O cidden bunun cevabını merak ediyordu. "Çıldırmaya meraklı olduğunuz için olabilir mi?" Sorusuna soruyla cevap vermem onunda cevap vermek yerine soru sormasına neden oluyordu. "Asıl senin çıldırtmaya meraklı olmandan kaynaklanıyor olabilir mi?" Bu konuyu uzatsakta bir sonuca bağlayamayacağımızı bildiğim için yürümeye devam ettim. Adımlarıma canımın çok yanması eşlik etse de sonunda çadırın yanına gitmeyi başarmıştım. Tam sandalyeye oturduğum sırada Ayaz geldi. Pansuman malzemelerini çıkarırken Demir Bey'in sert bakışları karşısında ne yapacağımı bilemedim. Ayaz, avuç içlerimi temizleyecekti ki Demir Bey araya girdi. " Ver ben yaparım, elinde emanet gibi duruyor. " Ayaz sert bir sesle "Ne alaka, siz doktorsunuz da benim mi haberim yok? Bırakın ben yaparım." diye karşılık verdi. Korktuğum durum başıma gelmişti. Biraz daha uzatırlarsa aralarında kavga çıkması an meselesi iken Demir Bey, Tuğba'ya seslenip konuşmasına devam etti. "Bırak Tuğba yapsın, kızın canını yakacaksın. " İkisinin yönü birbirine dönmüş şekilde elleri yumruk halini almıştı ve ben, onların saçma kavga nedenlerinden olmak istemiyordum. "Ay başlarım sizin keyfinize! Verin şu oksijenli suyu, ben kendi elimi kendim temizlerim." Elime oksijenli suyu döktüğümde öyle bir yaktı ki vicdansız, ne kadar belli etmemeye çalışsam da yüzüme hafif yansıdı. Bu sırada Tuğba ve Ferit gelince Tuğba hüzünlü gözleriyle iyi olup olmadığımı kontrol etti. "Kusura bakma kuzum, seni de öylece bıraktım ama dayağı hak etmişti." Ferit, Tuğba'nın hüzünlü sesinin aksine kahkahayla araya girdi. "Beyza görmeliydin, Hale'yi elinden zor aldık. Yalnız Tuğba yanındaysa sırtın yere gelmez, bugün görmüş olduk." Ferit' in sözünden sonra tebessümle Tuğbikime bakarken o hâlâ hüzünlü gözleriyle bana bakıyordu. "Neyse kuzum hadi çadıra geçip dizine bakayım, bu haliyle bile çok kötü görünüyor." deyip destek vererek, beni çadıra götürdü. ⏳⌛ Akşam yemekleri yenmiş, her yıl olduğu gibi sohbet çemberi oluşturulmuştu. Fatih Bey bana dönerek, "Nasıl oldun güzel kızım, biraz daha iyi misin?" diye sordu. "İyiyim Fatih amca, bu akşam Nermin teyzeyle nasıl tanıştığınızı ve evlendiğinizi anlatırsanız daha da iyi olacağım. " O sırada Demir Bey ve Ferit geldi ve burada ne oluyor diye sordular. "Her yıl yaptığımız kampta akşam yemeğinden sonra sohbet çemberi oluştururuz Demir Bey. Şimdi Fatih amca, eşiyle nasıl tanıştığını anlatacak." Cümlemden sonra Fatih Bey araya girip beni düzeltti. "Güzel kızım, kampın kurallarından biri de hitapların bir kenara atılmasıydı. Birbirinizle yakınlaşın, mesafeleri kapatın diye yapıyoruz bu kampı. Neden Demir Bey diye hitap ediyorsun?" "Unutmuşum Fatih amca, şimdi düzeltirim." Fatih Bey'deki bakışlarımı Demir Bey'e çevirdim. İçimi kaplayan haylaz ifade şu an tam olarak yüzüme tatlı bir gülümsemeyle yayılıyordu ve ben, bu gülümsemeye insanlara göre sevecen olsa da Demir Bey'e göre pekte sevecenlik tonunda olmayan bir ses ekliyordum. "Demir ağabey sizde oturmak ister misiniz?" Millet ağabey dediğim için kahkaha atmaya başlarken Demir de kaşlarını kaldırıp demek öyle der gibi baktı ve özellikle gelip yanıma oturdu. Yana doğru kaydığımda gidebilecek fazla bir alan olmadığını fark ettim. Tuğba ile yer değiştirdiğimiz sırada Fatih amca tekrar konuşmasına başladı. " 25 yaşında filinta gibi delikanlıydım ama göreceksiniz kızlar gerçek anlamda peşimden ayrılmıyor, bana rahat vermiyorlardı. Bir gün pastaneye gittim. Dikkatimi biri çekti. Baktım tatlı almış parasını ödemek için kasaya yöneliyor. Görmelisiniz o kadar güzel, o kadar temiz bakıyor ki kalbimin attığını ilk o gün hissettim. Tabii o zamanlar bende kendine güven fazlasıyla var. O güne kadar hangi kıza göz kırptıysam, hep koşarak bana gelmişlerdi. Yanına gittim ve tatlınızın ücretini ben ödemek istiyorum dedim. Şöyle bir döndü yüzüme baktı. Ne münasebet siz kim olduğunuzu sanıyorsunuz dedi. O günden sonra ben peşinden koştum, o beni terslemeye devam etti. Onsuz nefes alamaz olduğumu anladığımda ise peşini asla bırakmadım. Aradan aylar geçti ve aşkıma o da karşılık verdi. Bir gün onu isteyeceklerini duyunca, kan beynime sıçradı. O gün onunla o evden kaçtık ve arkamıza bakmadık. Hâlâ ilk ve son aşkım olur Nermin. Şimdi soracaksınız, o kadar kızla çıktın nasıl ilk aşkın oluyor diye? Eğer kalbinizi yokladığınızda sadece o oradaysa ve yüreğinizde başka birine yer yoksa, işte o sizin gerçekten ilk aşkınızdır. " Herkes hikayesini hayranlıkla dinlerken beni üzen kimseyi üzmemiş olacak ki kimse benim sorduğum soruyu sormadı. "Fatih amca, neden ailesini ikna etmek yerine kaçmayı tercih ettiniz? Ben bu kısmı anlamadım? " " Onu kaybetme korkusuna çok fazla kapıldığım için. " "Ama eşiniz sizi seviyordu, pekala sabırla bekleyebilirdi. Veya siz ailesinin kapısını aşındırabilir, eşinizi bir seçim yapmaya veya sevdiklerini arkada bırakmaya zorlamamış olurdunuz." Herkes ikimiz arasında geçen diyaloğu can kulağıyla dinliyordu, Hale ise konuşmanın arasına beni küçümser şekilde soruyla giriyordu. "Ne yani ailesinin keyfini mi bekleseydiler? Hem sen aşktan ne anlarsın ki bugüne kadar hiç sevgilin oldu mu?" Derin bir nefes alarak ona doğru baktım. İkinci sorusunu sorarken yüzünü alan alaylı tavrı görmezden gelerek konuşmaya başladığımda ses tonumu ayarlamak için çaba sarf ettim. "Aile için çaba gösterilebilirdi. Bir kere bile istemeyi denemeden bu şekilde olması çok yanlış. Sonuçta anne ve babadan bahsediyoruz. Bir insanın hayatındaki en önemli temel taşlardan ikisi... Bu arada kusura bakma Hale'ciğim, aşk senin düşündüğün kadar sığ bir duygu değil. Lütfen nefsinizin azgınlıklarını aşk diye adlandırmayın." Hale ile ilgili gözümün önüne gelen her görüntüyü oradan uzaklaştırmakta zorlanmış olsam da sonunda başarmıştım. "Son soruna gelince evet bugüne kadar hiç sevgilim olmadı ve ben 24 yaşındayım. Bundan da hiçbir zaman utanmadım, aksine gurur duydum." Fatih Bey kafasıyla onaylayarak, konuşmaya başladı. "Senin şu anda ki aile bilincin bizde o zamanlar, ne yazık ki yoktu kızım. Baba olduktan sonra önemini kavradığım aile bilincinin, sende bu yaşta olması harika bir şey. Senin gibi onları düşünen bir evlatları oldukları için anne ve baban çok şanslı olmalı. " Duyduğum cümleler burnumun direğini sızlatırken kısık bir sesle "İnşallah öyledir." diye fısıldadım. Hale, verdiğim cevaba çok öfkelenmiş olacak ki devam etti. "Her yerini kapatmışsın zaten, senin neyine aşık olacaklarda kaçıracaklar? " "Höst! Kim, kimi kaçırıyor? " Tuğba verdiğim tepkiye kahkaha atarak muhabbete karıştı. "Hale'ciğim üzgünüm ama Beyza köklü bir aileden geliyor. Bunu pek söylemeyi sevmez. Akmanlardan kız kaçırmak, eceline susamak gibi bir şey. Hele Beyza'nın bu işte rızası yoksa önce adamı o vurur, sonra da tüm Akmanlar." Tuğba'nın cümlesinden sonra Hale ile göz göze geldik. Sırıtarak "Hem de ıskalamadan vururum." dediğimde Hale'nin rengi gerçek anlamda kaçtı. Bir iki kere öksürdükten sonra hızlıca yanımızdan kalktı. Biraz daha sohbet ettikten sonra herkes çadırlarına çekilmeye başladı. Saat gece yarısını çoktan geçmişti bile. Yatsı namazını kıldıktan sonra Tuğba ile ayı izlerken, Trabzon yolculuğu için nasıl bir yol izleyeceğimizi konuştuk. İkimizde farklı duygular içerisindeydik. Buraya da şirkete de fazlasıyla alışmıştık. Uzun konuşmalarımızdan sonra uyumak için çadıra geçtik. ⏳💙⌛ "Oğlum bir rahat dur len, hayvan gibi adamsın. Çek şu ayaklarını! " Hafif gözlerimi aralayıp baktım. Ferit söylendiği için önemsemedim. Zaten çadırda yatmak, beni epey zorlamıştı. Bir insan neden bu tercihi yapıp, kendini küçücük yere hapseder anlamış bile değildim. Ben konfor adamıydım. Tüm hizmet ayağıma gelecek, bende yumuşak yatağımda rahatça uyuyacaktım. Şimdi şu kahrolası durumum, sinir bozucuydu. Bunlar yetmezmiş gibi sabaha kadar da Ferit'in söylenmelerini dinledim ve hâlâ söylenmeye devam ediyordu. "Seninle aynı çadırda mı yatılır? Çek lan sonradan çıkmalarını! " O sırada Ferit'in alarmı çaldı. Alarmını kapattıktan sonra çadırın tül fermuarını açıp, söylenmelerine devam etti. Daha fazla dayanamadım ve bende konuşmaya başladım. "Sus lan artık! Küçücük çadıra sığmaya çalışıyorum zaten sende hiç susmadın. " Elimdeki yastığı, kafasına doğru geçirdim. Bu saatte uyandırdığı içinde söylenmeye devam ettim. Bu sırada Ferit, namazını kılmak için dışarı çıktı. Bende arkasından çıktım. Çıkar çıkmaz kollarımı gererek esnemeye çalıştım. Her yerim kaskatı kesilmişti. Ayaz'ın sesini duyunca, geldiği yöne baktım. Adi herif, Beyza'nın çadırının dibindeydi! "Beyza hadi uyan, sabah namazını geçireceksin. " "Hadi ama kaç dakikadır sesleniyorum... " Çadırın yanına doğru gittim. Ayaz sabırlı bir şekilde aynı ses tonuyla seslenmeye devam ediyordu. Bu adamın bu kadar düşünceli, sakin, korumacı tavrını gördükçe içimden onu boğasım geliyordu. "Hayırdır?" "Sabah namazına Beyza'yı uyandırmaya çalışıyorum ama bir türlü uyanmıyor. " "Bırak uyusun o zaman, ne diye diretiyorsun? " "Bir kere öyle yaptım, nasıl beni namaza uyandırmazsın diye çok ağladı. Temiz hava, yorgunluk vesaire onu kendinden geçiriyor ve uyanmakta zorlanıyor. Şimdi aynısı olursa yine çok ağlar." Ayaz'ın cümlesini çadırda bağıran Tuğba'nın sesi böldü. "Kalk artık, kalk! Çocuk çadırın kenarında 5 dakikadır. Bende bile uyku bırakmadın." "Ne olur 5 dakika daha..." Beyza'nın cümlesinden sonra çadır bir anda sallanmaya başladı. "Vicdansız o nasıl vurmak, canımı yakıyorsun... Tamam tamam tülbentimi takıp hemen çıkıyorum." Aradan biraz süre geçtikten sonra Tuğba tekrar bağırdı. "Seni gerçekten döverim! Tülbentini takarken uyuya mı kaldın sen?" Tekrar çadırdan itme sesleri geldikten sonra Beyza "Tamam be vurma, çıkıyorum." dedi. Çadırın fermuar sesiyle Beyza sürünerek çadırdan çıktı. Gözlerini açıp açıp kapıyor, bir türlü uyanamıyordu. Şimdi onu alsam göğsüme yaslasam ve orada uyusa ne güzel olurdu. Az kaldı Demir, sabret! Senin olmasına sayılı günler kaldı. Düşünceler içinde ona bakarken, Ayaz'ın ona bakışını gördüm. Resmen gözlerinin içi gülüyor ve şefkatle onu izliyordu. "Beyza hadi ama namaz vakti çıkacak. Gitmek zorundayız. Eğer biraz daha oyalanırsan, ben tek başıma abdest almaya gideceğim, sen de tek kaldığın için korkacaksın. " Gözlerini hafif aralayıp, yüzüne iç yakan gülümsemesini yerleştirdi. "Sen bana kıyamazsın ki hep beni beklersin. " Uyku mahmuru sesinin çekiciliği ile Ayaz'a söylediği sözler birleşince kıskançlık duygum üst seviyeye çıktı. Onun bu halini benden başka birinin görmesi, ellerimi sıkı sıkıya yumruk yapmama neden oldu. "Ayaz kalk sen git! Namazın geçecek yoksa, ben onun ayılmasını sağlarım." "Beyza hadi ama sana kıyamıyorum diye, bu kadar bana yüklenme. Namaza son 20 dakika kalmış, hemen kalk. " "Ne 20 dakika mı, neden daha önce uyandırmadınız? " deyip yerinden sendeleyerek kalktı. Koşa koşa abdest alıp, beraber namazlarını kıldılar. Olay çıkarmamak için kendime sürekli telkinler verdim. Son 3 gün Demir, sabret son 3 gün... 3 gün sonra sana evet diyecek ve senin karın olacak... ⏳⌛ Gün içinde sürekli kendime aynı telkinleri verdim. Onların birbirleri için yaratılmış hallerine göğüs gerdim. Her açıdan birbirlerini tamamlayan halleri, başkaları için mükemmel görünse de benim için katlanılmazdı. O benim sevdiğim kadındı ve ben, ondan ne olursa olsun vazgeçmeyecek, zorla da olsa onu yanımda tutacaktım. Ayaz'ın annesi rahatsızlanınca Ayaz kampa erken veda etti. En azından şu an kıskançlık duygum biraz daha hafifler diye düşündüm ama o, etrafa ölünesi gülüşlerini yayarken bu pekte mümkün olmuyordu. Gece yatarken Beyza, Tuğba'yı sıkı sıkıya tembihliyordu. "Bak ne olur uyumama izin verme sonra ne kadar üzüldüğümü sen biliyorsun" diyordu. Ferit'e sabah namazının kaçta olduğunu sordum ve alarmı kurup yattım. Bugün 3 gün sonra benim olacak kadını, sabah namazına ben kaldıracaktım. Duygusu bile muhteşemdi. Benim kadınım... Çalan alarmla soluğu Beyza'nın çadırında aldım. "Beyza..." "Beyza sabah namazına kalkmalısın. " "Beyza hadi bak, namazın geçecek. " Aklıma gördüğüm rüya gelince tüm duygularımın harekete geçip, kalbimin çarptığını hissettim. Onu fazlasıyla arzuluyor, gerçekte de o rüyayı yaşamak için sıkça dua ediyordum. İlk defa bu hayattan bir şey istemiştim ve bu istek beni dua etmeye sürüklemişti. "Hadi ama Beyza uyan artık. " Tuğba yine devreye girmişti. Çadırda büyük çaplı bir hengamenin sonunda, Beyza çadırın önüne kendini zorla atmıştı. Yanına doğru gittim. Gözlerini açmaya çalışıyor ama her defasında göz kapaklarına yeniliyordu. Dizlerini karnına çekip elleriyle dizlerini sardı ve başını dizlerine yasladı. "Hadi ama uyanmalısın." diyordum ama uyanmaması için dua ediyordum. Mescitteki gibi yanağını dizine yaslandığı için dudakları yine fazlasıyla talepkâr görünüyordu. Ona yakın olmak, uzak olmaktan daha zordu. Duygularımı frenlemeye çalışıyordum fakat ona dokunamamak, binlerce kez ölmek kadar acılı ve kıvrandırıcıydı. "Beyza hadi ama kahvelerine hasret bırakma. Uyan artık çok özledim." Ona gördüğüm rüyadaki gibi seslendiğimde "Demir ne olur, birkaç dakika daha... " diye yanıt verdi. Sesi yine uyku mahmuru ve çekiciydi. Onun bu hali zor yutkunmama, kalbimin çok daha hızlı çarpmasına neden oluyordu; ama biliyordum ki ona dokunursam iş yine kavgaya dönecek, bana kafa tutup tehditler savuracaktı. O halinin bile beni kendine çekip dayanılmaz çekiciliğe dönüştüğünü bilse, asla tehdit savurmayacağından emindim. "Beyza dayanamayacağım ama bence biran önce uyanmalısın. Kendimi kontrol etmekte güçlük çekiyorum. " Ne dediğimden bir haber, tüm masumluğunu sergiliyordu. Beyaz teni karanlıkta bile parlıyor, beni kendine çekiyordu. Parmağımı yanağına doğru yakınlaştırdım. Hayali olarak yanağında gezdirip, dudaklarına doğru götürdüm. Sabret Demir, şimdi bunu yaparsan yine kıyameti koparacak ve seni aşık bir adam değil de sınır ihlali yapan bir öküz olarak görecek. Ferit yanıma geldi. Önce hiçbir şey demeden bizi izledi sonrada "Çok mu aşıksın Demir? Seni bu saatte bir kadının başucunda ona dokunmadan sadece izlerken ilk defa görüyorum. Hem de gözlerinde, yüzünde hiç görmediğim aşkı görüyorum ve buna çok şaşırıyorum." dedi. "Ben bile buna şaşırıyorken senin şaşırman çok normal Ferit. Ona duyduğum duyguları aşk diye adlandırmak bile, haksızlık geliyor. Ona baktıkça, onun temizliğini gördükçe, kalbimin lekelerinin azaldığını hissediyorum. Güzelliği karşısında eriyorum. Gerçekten mi bu kadar güzel, yoksa benim gözümde mi anlayamıyorum. " Ferit'in kıskançlık damarıma basan sözleri, beni çileden çıkarmaya yetiyordu. "Gerçekte çok güzel, hatta fazla güzel. İnsanın dikkatini çekecek kadar hem de... Yani sadece senin gözünde değil. " Duyduğum cümleler ile elime geçirdiğim taşı, ona doğru savururken bir yandan da dişlerimin arasından konuşuyordum. "Ferit senin o gözlerini oyarım. Bir daha Beyza'ya bakmayacaksın! " "Bak yengemi hemen de nasıl kıskanıyor. Yalnız vaktin çıkmasına az kaldı. Biraz daha onu seyre dalarsan, vakit çıkacak ve bilet sana kesilecek bil." Ferit'in cümlesinden sonra sessizce "Beyza hadi uyan artık." diye fısıldarken hayvan herif öyle bir "Beyza kalk kız, namazın geçecek!" diye bağırdı ki kız korkudan yerinde sıçradı. "Hayvan herif, öyle bağırılır mı!" "Ne- neredeyim b- ben? Saat kaç? Yine mi uyanamadım? Kaç dakika kaldı? Niye bu saate bıraktınız? O uyuzu akşam tembihledim, beni uyandır diye. Niye uyandırmadı?" Soru yağmuruna tutarken bir yandan terliğini giymeye çalışıyordu ama uyku sersemi olduğu için bir türlü başaramıyordu. "Sakin ol, daha var." Terliğini düzeltip giyinmesine yardımcı oldum. "Siz niye bu saatte ayaktasınız?" "Seni namaza uyandırmak için kalktım." "Teşekkür ederim ama bir şey daha var. Ben tek başıma abdest almaya giderken uzak olduğu için korkuyorum. Benimle gelseniz, sorun olur mu?" Soruyu sorarken bildiğin kıvranıyor, korkuyu kendine konduramıyordu. "Hadi koş, namaza geç kalma. " Beraber hızlı adımlarla lavabolara doğru gittik. Kadınlar bölümüne giderken "İstiyorsanız sizde abdest alın Demir Bey. Hazır günün bu saati uyanmışken siz de Rabb'ime şükrünüzü sunarsınız." dedikten sonra içerden seslenmeye devam etti. "Nasıl abdest alacağınızı hatırlıyorsunuz değil mi? Eğer hatırlamıyorsanız yine anlatırım." "Hatırlıyorum merak etme. " Bu kız beni iyi olana sürüklüyordu. Çeşmeye tebessümle şöyle bir baktım. Ben yine abdest alıyordum. Beyza namazını bitirdikten sonra teşekkür edip çadırına dönerken "Şükür nasıl ve neden yapılır anlatır mısın?" diye sordum. Beklemediği sorum karşısında bana doğru dönerek hafif gülümsedi, ardından terliklerini giyip yanıma doğru geldi. " Yani seni uyutmayacağım diyorsunuz?" İki tane sandalye açıp denize doğru çevirdik. Hava daha aydınlanmamıştı. Nahif sesiyle konuşurken manzaraya karşı bakıyordu. "Şükür, nimeti verene teşekkür etmek, memnuniyetini ve minnettarlığını sunmaktır. Şöyle ufacık bir düşünce yolculuğuna çıkacak olsak, ağzımız sadece şükür için açardık Demir Bey. Şurada keyifle manzara karşısında konuşurken o manzarayı izlememiz için bize gören göz ve konuşma yetisi veren Rabb'ime şükrümüzü sunmamız gerekiyor. Şükür bununla da bitmiyor. Yediğin nimetin, çarpan kalbinin, yani yaratılan bunca güzelliği sana bahşedenin kim olduğuna ve her şeyin onun dilemesiyle olduğu gerçeğine sarılıyorsun." Gökyüzündeki bakışlarını kısa süreli bana çevirerek "Şükür, nefse karşı bir kalkan gibidir Demir Bey. Şükrünüzü bolca yapın." dedi, ardından da hasretim olan gözlerini tekrar manzaraya doğru çevirdi. "Rabb'im bilsin ki kuluma verdiğim bunca güzel nimetlerin benden geldiğini kulum artık biliyor ve şükrünü devam ettiriyor... Birazdan doğacak olan güneşin, ne kadar güzel yaratılmış olduğunu fark edin ve arkasındaki ilahi gücü görün. " Ses tonu gittikçe yorgun çıktığı gibi bir de gözkapakları ağırlaşmaya başlıyordu. "Bir çiçeği gördüğünüzde bile Allah'ın onu ne güzel yaratmış olduğunu, gökkuşağı renkleriyle bezeyip güzel kokularla kuluna sunduğu güzelliği görün. Çiçek işte demeyin, ondaki derinliği görün. " Beyza bunları anlatırken gözümü ondan alamıyordum. Ben onun için şükrümü sunuyordum Allah'a. Bu kadar güzel yaratmış olduğu için, bu kadar temiz bir kalbe sahip olduğu için, onu benim karşıma çıkardığı için ve daha bir çok şükür... Göz kapaklarını zor açık tutuyor, uyumamak için direniyordu ama son sözleri öyle ağzının içinden çıkmıştı ki zor anlaşılıyordu. "Güneşin doğuşunu izle Demir, asıl kudret sahibini gör ve ona verdiği her nimet için şükret. " Göz kapakları kapanırken başı çoktan öne düşmüştü bile. Dedikleri aklımın her yerine işlemişti. 'Güneşin doğuşunu izle Demir, asıl kudret sahibini gör ve ona verdiği her nimet için şükret'... Ayağa kalkıp ona doğru döndüm. Düşen başını ellerimin arasına alıp, kafasını sandalyenin arkasına doğru kaldırdım. Şu an boynu daha rahat edebilecekti. Ellerimi yüzünden çekmek canımı fazlasıyla yakıyor, tenim onu deli gibi istiyordu. Zorla olsa da ellerimi, yüzünden çekebilmiş, kendimi yatıştırmak için aynı konuşmaları tekrarlamıştım. Senin zaafın ailen ve sevdiklerin Beyza. Söz konusu onlar olunca kendini feda ediyorsun. Seni başka türlü, benimle evlenmeye ikna edemezdim. Bana vermeyeceğin şansı zorla almak zorundayım. Çok kızacak, çok ağlayacaksın hatta benden nefret edeceksin ama benim yanımda olmuş olacaksın. Seni yanımda tutmanın başka yolu olmadığını, dün bir kez daha anladım. Seni zorla kaçıracak olsam, pes etmeden esaretinden kurtulmak için savaşacaksın ve bulduğun ilk fırsatta ailene koşacaksın; ama ailenin iyiliğini düşündüğün bir evlilikte kaçamayacak, onlara karşı duyduğun merhamet zincirini ayaklarına vuracaksın. Esaretin bir gün gerçek aşka dönüşene kadar, sana dokunmayacağım; fakat o güne kadar şimdi olduğu gibi sadece benim yanımda olacaksın... |
0% |