@hayallerdebirisi2
|
Öğle yemeğinden sonra uyumaya gitmek şimdiye kadar aklıma gelen en iyi fikir olmayabilirdi. Jet lag beni öldürüyordu hatırlayabildiğim tek şey odaya girdiğim ve gözlerimin kapanması! Tanrıya şükür otelimiz HYBE binasının karşısındaydı yoksa restoranda uyuyakalabilirdim. 9 saat uyudum ve hala bok gibi hissediyorum. Yatakta yatmak istemiyorum ama gece yarısı, hiç tanımadığım bir şehirde bu saatte ne yapabilirim ?
Pencereden dışarı baktığımda görebildiğim ilk şey HYBE binası, ikinci kattaki bir oda hariç tüm ışıklar kapalı, spor salonu hala ışıklar açık. Bu saatte spor yapan o ucube kim?
Belki kimse spor yapmıyordur, belki de birileri temizliyordur ama yine de bu saatte mi?
Boks eldivenli bir adamın boks torbasına yumruk attığını gördüğüm anda sorumun cevabını hemen aldım.
Gözlerimi hafifçe kısıp ona bakmaya çalıştım sanırım onu tanıyorum.
Hayır, burada tanıdığım kimse yok.
Kahretsin!
Bekle!
Bu Jungkook!
Neden gece yarısı çalışıyor?
Yorulmuyor mu?
İki dakika boyunca yumruk attıktan sonra durup yanındaki havluyla boynundaki teri kuruluyordu, bir an bu adamı izlediğimi fark ettim.
Bunu daha çok anlamamı sağlayan şey, onun da bana bakıyor olmasıydı!
SİKTİR!
BENİ GÖRDÜ!
Şimdi ne yapmam gerekiyor?
Hala bana bakıyordu elini bana doğru sallayıp, hafifçe sırıttı.
Perdeleri kapatıp yatağa dönmeden önce el sallamaya karar verdim.
Siktir! Beni tuhaf biri sanacak. Gece yarısı pencereden ona bakıyordum! Benim sorunum ne? Kahretsin! Kahretsin! Kahretsin!
08.00 HYBE stüdyosu
Kendime küfür etmeyi bırakıp onu gördüğümde ne yapacağımı düşünmem biraz zaman aldı ama aklıma hiçbir şey gelmedi.
Hiçbir şey olmamış gibi davranacağım. Kimseyi öldürmedim, sadece pencereden dışarı bakıyordum, değil mi?
Düşüncelerimden sıyrılıp koridorda onların seslerini daha net duymaya başladım.
Odaya ilk girenler Jimin ve Suga oldu.
"Günaydın sabah güneşi" diye girdi Jimin geniş bir gülümsemeyle
"Günaydın" dedim gülümseyerek. Bir nevi refleksti, bu adama gülümsememek imkansızdı!
"Günaydın" Suga kanepede sürünerek elini sallıyordu, sanırım hala uyuyor.
Onları Namjoon, Jin ve Hobi takip ediyor.
"Günaydın Fiona!" Nam sevimli gamzesini göstererek
“Günaydın çocuklar.”
"Ah, sen erken kalkanlardansın." Jin neredeyse bağırıyordu
"Aslında hayır, dün bütün gece uyudum bu yüzden bu gece gerçekten uyuyamadım, bilirsin, jet lag"
"O zaman biraz kahveye ihtiyacın olabilir" dedi Hobi bana sıcak bir fincan kahve uzatırken
"Kahve içmiyorum ama teşekkür ederim." özür dileyen bir gülümsemeyle cevap verdim.
Hepsi yaptıkları işi bırakıp bana şok içinde bakıyorlardı.
Yanlış bir şey mi söyledim? Neden hepsi bana iki başım varmış gibi bakıyor?
Ben bir şey söyleyemeden Tae odaya girdi. Gri eşofman altı, siyah tişört, ipeksi bir sabahlık ve tüylü terlikler giyiyordu. Bu adam gerçekten pijamalarıyla mı geldi?
“Günaydın”
Durup başını salladı ve tek kelime etmedi!
Sanırım oda sabah insanı değil.
Biraz etrafa bakıyorum ama hala Jungkook'tan eser yok. Nerede o?
"Peki, yedinciniz nerede?" diye soruyorum, kayıtsız görünmeye çalışarak
"Ah, onu aslında görmemiş olman tuhaf, o her zaman ilk gelen oluyor." Nam bana cevap verdi.
"Belki spor salonundadır" diye cevap verdi Jimin
Spor salonunda mı? Yine mi? Bu adam orada mı yaşıyor yoksa?!
“Herkese günaydın”
SİKTİR!
O burada.
Odaklan Fiona. Sadece rahatla.
“Günaydın Jungkook” çocuklar ona el salladı.
“Günaydın” içime kaçmış sesim yüzünden fısıldar şekilde söylemiştim.
Başını bana çevirip sırıtıyor! Bunu neden yapıyor? O şeytani sırıtış. Bunu görmezden geleceğim!
Etrafıma bakıyorum, Margot'u arıyorum ama hala ondan eser yok. Garip. Asla geç kalmazdı, genellikle olması gereken yere ilk gelen o oluyordu. Hala uyuyor mu?
Lanet olsun Margot, neredesin sen?!
"Birini mi arıyorsun?" diye soruyor Nam bana yaklaşarak
"Evet, Margot, genelde zamanında gelir, bu yüzden ben de onu arıyo-" cümlemi bitirmeden önce bana cevap verdi "Ah doğru! Muhtemelen Min'le dışarıdadır, sanırım onu yakında göremezsin. Ama endişelenme, emin ellerdesin" diye göz kırptı. Kafam karıştı! Min'le mi dışarıda? Bunu profesyonelce karşılamamız gerekmiyor muydu? Yani sadece bir gündür buradayız.
"Peki, teşekkür ederim. Başlamadan önce bir fincan çay alacağım sanırım" Gülümseyerek ona karşılık verdim ve mutfağa doğru yöneldim. Evet, bu binada bir mutfak da var ama sanırım kullandıkları tek şey hazır bu ramenler ve üzerinde yeşil tabelalar olan bu küçük sarı şişeler. Bu şey ne lan? Korece yazılmış, bu yüzden hiçbir fikrim yok
"Bu muzlu süt" arkamdan bir ses duydum aniden. Göğsümde bir elimle ona doğru döndüm "Tanrım! Beni korkuttun" Ve tabii ki sırıttı.
"Üzgünüm, bunu kastetmemiştim." diye güldü. "Denemelisin, gerçekten çok güzel." küçük şişelerden birini açıp yaklaşarak. "Al." Elime alıp bir yudum alıyorum. Bana ceylan gözleriyle ve dudakları aralanmış bir şekilde bakıyor, bir tepki bekliyordu. "Güzel." diyorum gülümseyerek.
"Güzel mi? Sadece güzel mi?" İfadesi şaşkın bir hal aldı. "Ne söylemem gerekiyor?! Muzlu süt, muz gibi tadı var, başka bir şey değil" Yumuşak bir tonla tekrar ettim, biraz gülümseyerek
Bir adım daha yaklaştı ve ellerini tezgaha koyup, beni de aralarında sıkıştırıyordu. Gözleri benimkileri delicekmiş şekilde bakıyordu ve öne doğru eğiliyordu. "Ah, buna takıntılı olacaksın, güven bana" sesi neredeyse bir fısıltı gibi çıkıyordu. Birbirimizin gözlerine bakmaya devam ediyorduk ve hissettiğim tek şey dudaklarımdaki nefesi. ÇOK YAKINDI. Neden beni böyle kızdırıyordu? Belki de dün gece onu izlediğim içindir!?? Gözleri dudaklarıma kayıyordu, kendi dudaklarını yalıyor ve tabii ki sırıtıyordu. Şu anda ürperiyordum ve kalbimin sesini kulaklarımda duyabiliyordum ama kendimi toparlamam gerekiyor. Sıcak, yalan söylemeyeceğim ve harika kokuyor... Ama hayır, bu doğru değil! İşaret parmağımı göğsüne koyup onu geriye ittim "çok yakınsın" sakin görünmeye çalışıyorum Yanından geçip kapıya doğru gidiyorum "ve bu arada, çayın tadı daha güzel" Odadan çıkmadan önce bitiriyorum.
Stüdyoya geri döndüğümde, bunu düşünmeden duramıyorum. Hayatımın en tuhaf anıydı. Muzlu süt hakkında konuştuğumuz an mı? Ne olduğunu bilmiyorum ama bu iş birliğine başlamanın harika bir yolu Fiona.
Geri adım attığımda Jimin gülümseyerek yanıma yaklaşıyor, bu adam bana gerçekten huzur veriyor. “Tatlı şey, her şey yolunda mı?" Sadece başımı sallıyorum ve gülümsüyorum. "İyi çünkü başlamak üzereyiz. Jungkook'u gördün mü?" "Muzlu Süt" dediğim tek şey oluyor, "Evet, o adam takıntılı" diyor gözlerini devirerek.
"Fiona, bu senin parçanın sözleri olacak. Bana bunun hakkında ne düşündüğünü söyle." Nam kağıtları bana uzatarak söylüyor. Hızlıca okudum, şarkı sözlerinin yarısı Korece yazılmış bu yüzden şarkının tam olarak ne hakkında olduğunu bilmiyorum ama İngilizce kısmından bunun bir ayrılıkla ilgili olduğunu tahmin edebiliyordum.
Ed'in bana gönderdiği enstrümantal kısmı duydum sadece, ama bu şarkının nasıl duyulması gerektiği konusunda kafamda bir fikir vardı.
"Tamam, deneyelim o zaman" diyorum kayıt odasına girip kulaklıkları takarken.
Diğer taraftaki Suga başparmağını yukarı kaldırdı ve taban çalmaya başladı.
Kaybolmuştum, etrafımdaki dünyada Cevap bulmaya çalışıyordum Tüm gece ve gündüz Aklımı kaçırıyorum Beni anlayan tek kişisin Tüm yaşadıklarımı Evet, söylemeliyim ki Oh, bebeğim ben
Daha iyisini yapabilirim Seni daha sıkı tutabilirim Sabaha kadar olan Işık sensin Ve neredeyse seni kaybediyordum Ama seni asla unutamam Sen benim yaşama sebepimsin
Aladığım zamanlarda hep yanımdaydın Senin için ordaydım ama sonra aklımı kaçırdım Her şeyi mahvettiğimi biliyorum ama söz veriyorum Oh- Oh, Bunu düzeltebilirim
Sorun değil Sorun değil Oh- Oh, Bunu düzeltebilirim Sorun değil Sorun değil Oh- Oh, Bunu düzeltebilirim
Müzik durduğunda şarkı söylemeyi bırakıp kulaklığımı çıkardım.
"Ee? Nasıldı?" diye soruyorum çocuklara ama bir şey söylemek yerine hepsi kocaman açılmış gözlerle bana bakıp gülümsüyorlar.
"Güzel miydi yoksa boğulan bir martı gibi mi ses çıkarıyorum?" diye tekrar soruyorum şaşkınlıkla ama hepsi az önce söylediklerime gülmeye başlıyorlar.
"Mükemmeldi" Nam bana güvence veriyor, ona gülümsedim ve Jin ile bana göz kırpan Jimin'in arasına, kanepeye oturdum.
Adamlar teker teker içeri girip kendi kısımlarını kaydederken, saatler ilerliyordu ve farkına varmadan akşam yemeği vakti geçmişti.
"Tamam sanırım bugünlük bu kadar yeter" dedi Suga sandalyesinden kalkarak "Şimdi yemek yiyelim mi?"
"Hayır, kendimizi aç bırakalım" diye bağırdı Jin ve herkesi güldürdü.
"Gangnam'daki yeni yeri denemeye ne dersin?" diye önerdi Jimin stüdyodan çıkarken. "Yemeklerin gerçekten iyi olduğunu ve ayrıca büyük bir karaoke odaları olduğunu duydum."
"Şarkı söylemekten sıkılmadın mı?" Diye Hobi ona sordu. "Asla" Jimin ona göz kırparak cevap verdi.
"Fiona, sen de bizimle geliyorsun" dedi Nam omzunun üzerinden bana bakarak.
"Şu anda bilmiyorum, biraz yorgunum ve Margot'dan bütün gün haber alamadım.." Tekrar ediyorum ama daha fazla devam edemeden Jimin kolunu omzuma atıyor. "Bu bir soru değildi! Bizimle geliyorsun!"
Bunun üzerine binadan çıkıp bizi bekleyen kocaman siyah bir arabanın olduğu otoparka doğru yöneliyoruz.
Hikaye hakkında fikirleriniz nedir? Sevdiniz mi ? Devam etmeli miyim bilemedim 😅 |
0% |