Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@hayallerdebirisi2

 

Henüz yirmi dakika bile olmamıştı ki Jin ve Hobi roller coaster'larda birkaç kez bayıldılar!

“Hyung, iyisin. Sadece tatlı bir şeyler ye." Nam, hala bayılacak gibi hisseden Hobi'yi rahatlatıyordu.

Jin ise bankta uzanmış, gökyüzüne dehşet içinde bakarken Suga onu sakinleştirmek için başını okşuyordu.

 

Aman Tanrım, hız trenlerinden nefret ediyorum!

 

"Tamam, şimdi sıra bizde." dedi Jungkook ve beni kolumdan tutup roller coaster koltuklarına doğru sürükledi.

 

"Hayır! Teşekkür ederim, iyiyim!" diye hemen cevap verdim ve arkamı dönüp gitmek için harekete geçmeye çalıştım ama bir adım bile atamadan önüme geçti.

 

"Ne? Korkuyor musun?"

 

İşte, o meydan okuyan sırıtış yine. Bunu neden yapıyor? Beni kışkırtıyor..

 

Sadece gözlerinin içine baktım ve yanından geçmeye çalışıyordum, ama o hemen kolunu kalçalarıma dolayarak beni tekrar yerime oturttu.

 

"Senin kötü bir kız olduğunu düşünmüştüm" diye sırıttı. YİNE!

 

Sözleri yüzünden biraz ürperdim ve cevap verdim. “Tamam, birincisi, bunu asla söylemedim! İkincisi, böyle şeyler söylemeyi bırak. Özellikle bu suratla." Yüzünü işaret ettim.

 

Sevimli bir şekilde gülmeye başladı, burnunu tavşan gibi kırıştırıyordu. Ona bakınca ben de gülmeye başladım ta ki gözlerimiz buluşana ve ikimiz de birbirimize bakmaya başlayana kadar.

 

"Hadi, bir tur at! Çok eğlenceli olacak!" diyip başını yana eğerek, ceylan gözleri sabırsızlıkla bana bakıyordu.

 

Siktir! O istediğini yaptırmada çok iyi!

 

"Mmm. tamam!" Gözlerimi devirerek teslim oldum.

 

Yüzünde geniş bir gülümsemeyle oturmama yardım edip yanıma oturdu.

 

"Endişelenme, düşersen seni tutarım."

 

"Evet, tamam! Sanki bunu yapabilirmişsin gibi!" Gözlerimi devirip güvenlik kemerlerinin etrafındaki kayışları sıktım!

 

Benim dehşete kapılmış ifademi izlerken hafifçe kıkırdadı. "Rahatla, eğlenceli olacak" diyip ileriye bakarak ve uyluğumu okşadı.

 

Gözlerim kocaman açılmış bir şekilde uyluğumun üzerindeki eline baktım, ama ona bir şey söylememe fırsat kalmadan hız treni tam hızla ilerlemeye başladı!

 

Gözlerimi kapatıp, baş aşağı çevrilirken mutlu olabileceğim bir yer düşünmeye çalışıyordum.

 

Nefret ediyorum!

Nefret ediyorum!

Nefret ediyorum!

Düşün Fiona, düşün... mutlu olduğum yer... hadi ama... Aklıma gelen tek şey yatağım!

 

"Hadi Fiona, gözlerini aç" diye bağırdığını duydum Jungkook'un.

 

Yavaşça bir gözümü açmaya başladım ve sonra diğerini.

 

Düşündüğümden daha da kötü!

 

"Hey, bana bak" diye tekrar bağırdı, başımı çevirip ona baktım. Saçları rüzgardan dağılmış ve yine o sevimli tavşan suratını yapıyordu.

 

Tanrım! O çok eğleniyor!

 

"Elini ver bana"

 

Hala onu izlerken sağ elimle emniyet kemerini bıraktım ve onunkini tuttum.

 

Ellerimizi yukarı kaldırıp çığlık atmaya başladı.

 

“VUUUUHUUUUUUUUUUUUUUUU”

 

Ne kadar çılgınca davrandığına gülmeye başladım ve aniden bunun o kadar da kötü olmadığını, neredeyse bundan zevk aldığımı fark ettim. Tekrar ona bakmak için döndüm ve diğer elimi kaldırarak ona katıldım.

 

Yumuşak eli sıkıca elimi kavrıyordu, rüzgar parfümünü yoğunlaştırıyor ve ben sadece onun yüksek, sevimli kahkahasını ve hızla atan kalbimi duyuyordum.

 

Umarım bu durum bir an önce son bulur…

 

Sonunda hız treni durdu ve şaşırtıcı bir şekilde kusmak ya da bayılmak gibi bir isteğim yoktu ama yine de yakın zamanda tekrar yapacağımı sanmıyordum.

 

"Çok eğlenceliydi, değil mi?" diye sordu ve beni koltuğumdan kaldırmak için elimi tutarak kalkmam için yardımcı oldu.

 

"İyiydi." diye cevap verdim elini tutarak.

 

"Hadi ama, seni orada çılgınca hareket ederken gördüm!" dedi şakacı bir şekilde kolumu ittirdi bu gözlerimi devirmemi ve gülümsememi sağladı.

 

Aslında o kadar da kötü değildi, sadece tekrar küçük bir kız gibi hissettim, etrafımda bir sürü paparazzi olmadan ve bizi tanıyan ve bir fotoğraf veya imza için peşimizden koşan insanlar olmadan bu tarz şeyleri yapabilen normal bir insan gibi! Hayatımı seviyorum, ama bazen sadece haber olmadan halka açık yerlerde normal şeyler yapabilmeyi diliyorum!

 

Birdenbire, indiğimden beri etrafta paparazzi veya hayran görmediğimi fark ettim.

 

"Sana bir şey sorabilir miyim?" Başımı ona doğru çevirdim.

 

“Tabi ki”

 

"Bugünlerde neden hiç paparazzi veya hayran göremiyoruz?"

 

"Şirketimiz Güney Kore'deki medyanın %90'ına sahip, dolayısıyla çektikleri her fotoğraf, çevrimiçi olmadan önce Hybe yönetimine geçiyor. Ama yine de dikkatli olmalısın çünkü %10'luk kısım hiçbir şeyi umursamayan, fırsat buldukları anda sahte haber ve fotoğraf yaymaya hazır insanlara ait."

 

Devam etmeden önce söylediklerini anlamaya çalışıyordum. "Peki ya hayranlar?"

 

"İki gecedir dışarıdayız ve etrafta sadece bizim olduğumuzu fark etmedin mi?" diye sordu bana şaşkın bir bakışla.

 

Etrafıma baktığımda aslında burada sadece bizden başka kimsenin olmadığını fark ettim.

 

"Bir yere gitmeden önce personellerimiz mekanın sahibini arıyor, böylece orada bulunmak istediğimiz süre boyunca orayı kiralıyoruz." diye açıkladı.

 

Mantıklı, birçok ünlü de bunu yapıyor. Özellikle gerçekten ünlü olduğunuzda, dışarıda biraz zaman geçirmenin tek yolu bu!

 

Yürümeye devam ederken Jimin ve Tae'yi Atış Poligonunda kutuları düşürmeye çalışırken gördüm.

 

"YAŞASIN atış poligonu!" diye bağırıp, ellerimi çırptım ve coşkuyla onlara doğru zıpladım.

 

"Senin için bir tane kazanmamı ister misin?" Jungkook yaklaşıp tezgahın arkasındaki oyuncak ayıları işaret ederek sordu.

 

Bunun nereye varacağını gerçekten bilmek istiyorum…

 

Başımı salladım ve ona bambi gözlerle baktım.

 

Silahı eline aldı ve nişan almak için bir gözünü kapattı, kol kasları ve damarları artık oldukça belirgindi.

 

Ateş etmeye başladı. birinci kutu aşağı... ikinci kutu aşağı... üçüncü kutu aşağı... dördüncü kutu, ıskaladı... beşinci kutu, ıskaladı. altıncı kutu, aşağı. yedinci, sekizinci, dokuzuncu ve onuncu kutular aşağı.

 

"On üzerinden sekiz! Bu çok etkileyici!" Tezgahın arkasındaki adam ellerini çırparak Jungkook'u alkışladı, Jungkook kıkırdayıp bana döndü. "Hangisini istiyorsun?"

 

"Sen seç" diye cevapladım, hala ona Bambi gözleriyle bakıyordum.

 

"Şu" sevimli kırmızı bir kurdelesi olan küçük alpakayı işaret etti.

 

"Bak, tıpkı sana benziyor." dedi ve Jimin ile Tae'yi güldürdü.

 

Şakacı bir şekilde göğsüne vurdum ve alpaka'yı tuttum.

 

"Tamam, şimdi bende deneyebilir miyim?" diye sordum, önce bana sonra Jungkook'a şaşkın şaşkın bakan adama.

 

Herkes birbirine bakıyor ve sonra bana bakıyordu.

 

"Evet, tabii." dedi adam bana silahı uzatırken hala şüpheliydi.

 

Tek elimle alıp ona teşekkür ettim ve ateş etmeye başladım.

 

bir-iki-üç-dört-beş-altı-yedi-sekiz-dokuz-on kutular, aşağı.

 

Silahı tezgaha koydum ve bana bakan adama şaşkınlıkla baktım, sonra arkamı dönüp diğerine baktım. Jungkook kocaman gözlerle ve kalkık kaşlarla bana bakıyordu, Jimin ve Tae ise ağızları açık bir şekilde bakıyorlardı.

 

"Ah evet! Bu oyunda harikayım." Jungkook'a bakarak söyledim.

 

"Lütfen o olsun." dedim adama, beyaz tavşanı işaret ederek, o da hala şaşkın bir ifadeyle tavşanı bana uzattı.

 

Elimdekini alıp Jungkook'a uzattım. "Al, bana seni hatırlatıyor." dedim hafifçe kıkırdayarak.

 

Biraz daha yaklaştı.Elimden tavşanı alıp tuttu ve bir süre ona bakmaya başladı, sonra bakışlarını bana çevirip gülümsedi. "Teşekkür ederim."

 

İşte yine gülümsüyor.

 

"BU ÇOK ATEŞLİYDİ!" Jimin hala inanamayarak bağırırken Tae sadece bana bakıyordu.

 

Gülümsedim ve utangaç bir şekilde aşağı baktım ama kapının diğer tarafından birinin bağırdığını duyduğumda başımı hemen yukarı çevirdim.

 

"KOOOOKIEEE!" diye bağırıyordu ona el sallarken.

 

Bakışlarımı ona çevirdim, gözleri parlıyor, gülümsüyor ve el sallıyordu.

 

Tavşanı tezgahın üzerine koyup ona doğru koştu, kalçasından tutup kaldırdı ve dönerken sıkıca sarılıyordu, böylece çok kısa olan eteği uzun bacaklarının daha fazlasını ortaya çıkarıyordu.

 

"O kim?" diye sordum fısıldayarak Jimin'e

 

"O Suki." diye fısıldadı

 

"Yine o kaltak." Tae, onun dinleyip dinlemediğini umursamadan konuşmuştu.

 

Onu biraz şaşırmış bir şekilde izledim.

 

Gerçekten orospu mu yoksa sadece Taehyung mu ondan hoşlanmıyor?

O benden de hoşlanmıyor ve beni tanımıyordu bile.

 

Yürürken arkamızdaki iki adamı selamlayan Jungkook'a bakmak için döndüm. Suki'ye daha yakından bakıyordum. Uzun, dalgalı koyu saçları, mavi lensleri, kırmızı dudakları ve mükemmel soluk teni vardı.

 

Yaklaştıklarında arkalarındaki iki adamdan birini tanıyordum ve o da beni tanıyordu.

 

"Aman Tanrım! Fiona! Burada ne yapıyorsun?" diyip bana sıkıca sarıldı ve şaşkınlıkla gülümsüyordu.

 

"Jackson! Seni görmek çok güzel." dedim ve ona sarıldım.

 

"Siz birbirinizi tanıyor musunuz?" Jungkook şaşkınlıkla sordu, işaret parmağını benimle Jackson arasında sallarken, bir kolunu da Suki'nin omzuna attı.

 

Kollarından ayrılıp ona bakmak için döndük.

 

"Evet, aslında birlikte çalıştık." Jackson'a bakarak cevap verdim, Suki'nin bakışlarını üzerimden kaçırmaya çalışıyordum.

 

"Birlikte mi çalıştınız? Ne zaman?" diye soruyordu Jimin bu sefer.

 

"Sanırım geçen yıl, değil mi?!" Jackson bana bakarak cevap verdi, onay için, başımı sallayarak ona onay verdim. Sonra tekrar bana döndü. "Burada ne yapıyorsun?"

 

“Bir işbirliği yapıyoruz." Jungkook benden önce cevapladı.

 

"Harika! Ne kadar kalacaksın?"

 

"Henüz bilmiyorum. Sadece müzik videosunu bitirmek kaldı. Sanırım çok uzun olmaz." Anlayışla başını sallayan adama cevap verdim.

 

Bir anlık sessizlikten sonra Suki'ye ve bir elini tutan adama döndüm. "Bu arada ben Fiona, tanıştığıma memnun oldum."

 

Elimi tuttu ve yüzünde sahte bir gülümsemeyle hafifçe sıktı. "Evet, biliyoruz." "Suki"

 

Ben de ona sahte bir şekilde gülümsedim ve bana nazikçe gülümseyen adama döndüm. “Bambam! Seninle tanıştığıma memnun oldum." Ben de sıcak bir şekilde gülümsedim.

 

O çok tatlı.

 

"Tamam, şimdi çarpışan arabalara gidebilir miyiz?!" Suki sinirlenerek Jungkook'a döndü, ona sormaktan çok onu uyarıyor gibiydi.

 

"Evet bebeğim, tabii ki." İtaat ediyordu ve hala bir kolu onun omuzlarındayken arabalara doğru yöneliyorlardı.

 

Arkalarına bakmadan uzaklaşmalarını izlerken gözlerimi tavşanın durduğu tezgaha çevirdim, gördüğüm manzara karşısında gözlerim biraz hüzünlendi.

Unuttu.

Jimin tavşanı aldı ve bana doğru yaklaşarak "Ona sonra veririm." diye fısıldadı. Yumuşak bir gülümsemeyle başımı salladım ve gözlerimi çoktan çarpışan arabalara giden Jungkook ve Suki'ye çevirdim.

 

"Hadi gidelim!" dedi Jackson, kolunu omzuma atarak. Onlara doğru yönelirken yumuşamış gözlerle bana döndü. "Senin ve Shawn'ın başına gelenleri duydum, üzgünüm."

 

"Evet, sorun değil. Sanırım birbirimiz için yaratılmamışız." gözlerime ulaşmayan bir gülümsemeyle cevap veriyorum, o da bunu fark etti.

 

"Biliyor musun, beni yanlış anlama, Shawn'ı severim, iyi bir adamdır ama her zaman seni biraz aşağıya çektiğini düşünürdüm. Sanki birinin senin daha iyi tarafını ortaya çıkarmasına ihtiyacın varmış gibi hissediyorum" dedi bana güven verici bir tonda bakarak.

 

Cevap vermedim, sadece bir saniye ona baktım ve sonra gözlerimi yere çevirdim ve az önce söylediği şeyi düşünmeden edemiyordum.

 

Doğru mu? Yani arkadaş olduğumuzda çok eğlenceli şeyler yapardık. Bir araya geldikten sonra arkadaşlarıyla dışarı çıkmayı bıraktı ve bu yüzden benimkileri görmeme izin verilmedi, yani izin verildi, ama beni bu konuda suçlu hissettirmeye çalışırdı.

Ne zaman yeni bir şey yapmak istesem, "bu aptalca!" ya da "bu çocukça!" diyerek lafımı kesiyordu. Bu yüzden birçok şeye olan ilgimi kaybetmeye başladım.

Belki de Jackson haklıdır.

Eğer bizimle geçirdiği o kısa sürede bunu fark etmiş ise bu doğru olmalıydı.

 

Bakışlarımı ona doğru çevirdim. "Evet, sanırım bu doğru." Hafif bir gülümsemeyle cevap verdim.

 

"Ama hey, artık bekarsın, gençsin ve tanıdığım en ateşli kızsın, bu yüzden eğlen!" dedi şakacı bir tonda.

 

"Eğleniyor musun?" diye sordum şaşkınlıkla ama aynı zamanda bunun ne kadar komik olduğuna gülerek.

 

Bana baktı ve hafifçe kıkırdayarak "Evet! Bilirsin... eğlenceli..." dedi ve göz kırparak bitirdi.

 

"Evet... Bunu yapmayacağım" diye cevap verdim gülerek ve başımı sallayarak.

 

Diğerlerinin yanında durduğumuzda kahkahalarımızı bırakıp önümüzdeki Nam'a baktık, Nam kollarını kocaman açmış bir şekilde bağırıyordu. "TAMAM BAYANLAR VE BAYLAR, ARABALARINIZI SEÇİN!"

 

Herkes eşleşerek arabaya atladı. Jungkook ve Suki tabii ki, Nam ve Jackson, Bambam ve Jimin, etrafa baktım ve Tae'yi gördüm, elleri ceplerinde, gözlerini devirerek "Hadi, bütün geceyi geçiremeyiz." diye bana bağırdı.

 

Lütfen hayır, o değil! Herkes ama o değil! Herhangi bir adam bile daha iyi olurdu!

 

Kırmızı arabaya doğru yöneldi ve sürücü koltuğuna oturdu, derin bir nefes alıp onu takip ettim ama oturmadan önce ona baktım. “Ben süreceğim."

 

Alaycı bir kahkaha attı. "Şaka mı yapıyorsun?"

 

Ben de alaycı bir şekilde gülümseyerek başımı salladım. "Hayır, hareket et"

 

O homurdandı ve gözlerini devirerek yolcu koltuğuna kaydı.

 

Arabalar çalışmaya başladı ve kısa sürede ortalık karıştı. Nam ve Jackson iki hareketsiz arabanın arasında sıkıştılar, Nam arabadan çıkmaya çalışırken Jackson ona bağırıyordu.

 

Jimin müzikle dans ederken Bambam onu ​​bir eliyle tutuyor ve diğer eliyle arabayı sürmeye çalışıyor Jungkook ve Suki'den kaçınmaya çalışıyordu. En azından Jungkook öyle, Suki sadece orada kollarını göğsünde kavuşturmuş ve sinirli bir ifadeyle duruyordu. Tae ve ben etrafta dolaşırken diğerlerine çarpıyor ve müzikle eğleniyorduk. Tae'nin güldüğünü ilk kez gördüğümü fark ettim, bu yüzden ona bakmaya başladım, ta ki sıkıştıkları yerden kaçmış olan Nam ve Jackson aniden arkadan arabamıza şiddetle çarpana kadar, öne doğru sıçrayıp kafalarımız birbirimize çarptı.

 

Herkes durup bize doğru koşmaya başladı.

 

"İyi misin?" diye sordum Tae'ye, incinmiş olup olmadığını görmek için kafasına dokunarak. Bana kaşlarını kaldırarak ve gözlerinde meraklı bir bakışla bakıyordu ve ardından "Evet, iyiyim... teşekkürler" dedi.

 

"AMAN TANRIM, ÇOK ÜZGÜNÜM, İYİ MİSİNİZ?" Jackson panik içinde bize sorarken Nam, Tae'nin kafasının kanayıp kanamadığını kontrol ediyordu. Jimin de bana aynısını yapıyordu.

 

"Evet, iyiyiz. Endişelenme" dedim Jackson'ı rahatlatarak, Jimin diğer elimi tutarak banka ulaşmama yardım ederken bir elimle başımı tutarak ayağa kalktım. Otururken etrafıma bakıyordum ve Suki'nin içinde olduğu arabada tek başına durduğunu gördüm. Ama Jungkook'tan hiçbir iz yok.

Nereye gittiğini merak edecek zaman bile olmadan, elinde bir buz paketiyle bankın arkasından çıktı. "Bu işe yaramalı." diyip buzu nazikçe başıma koydu. Buzu aldım ve ona gülümseyen gözlerle bakarak yumuşakça "teşekkür ederim" dedim.

 

Başını salladı ve gülümseyerek ellerini ceplerine koydu, gözleri endişeyle bana bakıyor.du "İyi olduğundan emin misin? Eğer iyi değilsen seni hastaneye götürebil-“

 

"İyiyim Jungkook." Hafifçe gülümseyerek sözünü kestim. Bir an hiçbir şey söylemeden birbirimize baktık ama bu anı yüksek bir ses bozdu.

 

"Kookie artık gidebilir miyiz?" diye sordu Suki masum bir yüzle göğsüne yaslanarak.

 

Ona ve sonra bana ve tekrar ona baktı. "Yapamam, Fiona, Jimin, Tae'yi eve bırakmam gerek" dedi özür dilercesine.

 

Başını çevirip bana baktı ve tekrar ona dönerek alaycı bir şekilde güldü. "Bambam onları eve götürebilir."

 

"Sanmıyor-" diyordu ki ben bu garip durumdan kurtulmak için sözünü kestim "Gidebilirsin, sorun değil."

 

Jungkook konuşmadan önce atladı. "Harika, hadi gidelim" ve elini tutup onu sürükledi. Başını çevirip bana özür dilercesine el salladı, ben de el salladım ve diğerlerine katılmak için ayağa kalktım.

 

"Jungkook nereye gidiyor?" diye sordu Jimin, siyah Mercedes'in gidişini izlerken.

 

"Suki eve gitmek istiyordu." diye cevap verdim.

 

"YAHH, YA BİZ??" Tae inanamayarak bağırdı ve Jimin'in olduğu yerde zıplamasına neden oldu.

 

"Sizi arabayla bırakabilirim!" diye teklif etti Bambam nazikçe gülümseyerek.

 

Jackson'ı ön koltuğa oturmaya ikna etmek zordu ama Jimin ve Tae ile arkada oturmanın daha rahat olacağını düşündüm, beni orta koltuğa koyacaklarını düşünmesem de.

 

"Ortada oturmam söz konusu bile değil." Tae sol kapıyı açıp içeri atlamadan önce bunu söylemişti.

 

"Sen en küçüğümüssün" diye kendini haklı çıkarmaya çalıştı Jimin gülerek ve kapıyı bana açtı.

 

Eve dönüş yolculuğu kesinlikle daha sessiz. "Karanlıkta yavaş dans" çalmaya başlar başlamaz, zihnim hız trenlerindeki anı tekrarlamaya başladı. O ölüm tuzağından zevk aldığıma inanamıyordum, ama yine de eğlenceliydi, başlarda biraz korkutucuydu, ama eğlenceliydi! Bakışlarım aniden Jimin'in kucağında yatan doldurulmuş tavşana kaydı, gözlerim biraz hüzünlendi. Bunu unutmuştu. Yani büyük bir sorun değil, sonuçta bu insanlarla yeni tanıştım, bu şeyleri umursamamalıyım, değil mi?

 

Düşmüş ifademi fark eden Jimin, kolunu omzuma doladı ve alnımdaki kırmızı işarete bakmak için başını eğdi. "İyi misin?" diye sordu, başparmağıyla dikkatlice okşayarak.

 

Başımı omzuna koydum ve hiçbir şey söylemeden başımı salladım.

Ellerini birbirine kenetleyip sıkıca bana sarılıyordu ve başını başımın üstüne koydu.

 

Onu sadece birkaç gündür tanıyor olsam bile, kollarında kendimi rahat hissediyorum.

 

Bu adamlarda garip bir şey var.

Neden onlarla birlikteyken böyle hissediyorum?

Neden Jimin'le rahat hissediyorum?

Neden Tae'nin etrafında umursamaz hissediyorum?

Neden Jungkook için üzülüyorum?

Gittiği için üzgünüm.

Tavşanını unuttuğu için üzgünüm.

 

Umursamam gerekirdi.

Tavşanı umursamamalıyım.

Onun umursamamış olmasını umursamamalıyım.

Gitmesini umursamamalıyım.

Daha önce ne kadar umursadığını umursamamalıyım.

Onu, onları umursamamalıyım.

Ben sadece iş için buradayım, arkadaş edinmek için değil.

 

Onlarla birlikte buradan ayrılıp bu işbirliğini bitirmeliyim ki, eve dönüp bu konuyu unutabileyim.

 

Loading...
0%