Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@hayallerdebirisi2

 

 

Çocukları en son iki gün önce görmüştüm. Beni dışarı davet etmedikleri için değil, çok davet ettiler, sadece ben mesafeli durmanın daha iyi olacağını düşündüm.

 

 

Artık partiler yok, karaoke veya eğlence parkları yok, sadece iş var.

 

 

Müzik videosunun çekimleri başlayana kadar onları görmeyeceğim için, kendi başıma geçirebileceğim birkaç günüm daha var. Margot, gerçekten de, son zamanlarda hiç ortalıkta yoktu. Tüm zamanını Min ile takılarak geçiriyor, bu gerçekten garip. Genellikle kıçıma yapışmış olurdu, zamanımın her küçük saniyesini organize ederdi ve muhtemelen bana aptalca şeyler için bağırırdı, örneğin çarpışan arabalarda ölebileceğim gerçeği gibi. Kafamdaki küçük kırmızı şişliği gördüğünde bağırmadığını söylemiyorum, ama kesinlikle bu konuda daha az dramatikti.

 

 

Tanımadığım bir şehirde tek başıma vakit geçirmek o kadar da eğlenceli değil ve tek başıma araba kullanmak da pek hoşuma gitmiyor, bu yüzden tek yaptığım şey otelin spor salonunda egzersiz yapmak ve Kore dizileri izlemek.

 

 

Kapının çalınması televizyonu durdurmama sebep oluyor ama kapıyı açmadım.

 

 

"Fiona, lütfen aç kapıyı, iki gündür bizden kaçıyorsun." Jimin'in yumuşak sesini kapının diğer tarafından duydum.

 

 

"Neden buradayız ki?" derin bir ses aniden sinirlenerek söylendi. Taehyung! Arada duvar olmasına rağmen gözlerini devirdiğini hissedebiliyordum.

 

 

"Şşş, Tae, onun o odadan çıkmasını istiyoruz." Hafif yüksek bir ses onu susturuyor. Jin?

 

 

"Fiona, tatlım, sana Hotteok getirdim, Kore krepleri... Ben yaptım... Gerçekten çok güzeller." Jin tekrar bağırdı.

 

 

Kapıya yaklaştım ama açmadım. Bunun iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum, belki de böyle devam etmeliydim. Kendimi gerçekten kötü hissetsem de, yapılması gereken doğru şey bu, profesyonel kalmalıyım.

 

 

Bir süre koridorda yüksek bir sessizlik hakim oldu.

 

 

Gittiler mi?

 

 

"Tamam, siktir et, kapıyı sökeceğim." Taehyung sessizliği bozarak yüksek sesle bağırdı.

 

 

NE YAPMAK İSTİYOR?

 

 

Hemen gözetleme deliğine baktım. Kapıya doğru koşmaya hazırlanıyordu ama neyse ki kapıya vurmadan önce Jin onu bir omzundan yakalayıp çekti.

 

 

"EVET, DELİ KARDEŞİM" diye bağırdı Jin, Tae'ye ve omzunun arkasından ona ölümcül bir bakış attı.

 

Gülmemi engellemek için iki elimi ağzımın üzerine koydum ve tekrar gözetleme deliğine uzanıp baktım. Jimin hala kapıya yaslanmış, bir eli de kapının üzerindeydi.

 

 

"Bana kızgın mısın?" dedi yere bakan gözleri ile düşmüş bir surat ifadesiyle

 

 

O anda suçluluk duygusu bir fırtına gibi içimden koptu, boğazımın ağrıdığını ve midemin yandığını hissettim. Bunu yapamam, ona kızgın olduğumu mu düşünüyor? Nasıl olabilir ? O benim için sadece bir melek.

 

 

Onun böyle düşünmesine izin veremem!

 

 

Daha fazla beklemeden hızla kapıyı açtım ve neredeyse halının üzerine düşmesine sebep oldum.

 

 

"Harika, yaşıyorsun!" dedi Tae gözlerini devirerek, ben de bakışlarımı Jimin'e çevirmeden önce Jimin de gözlerine ulaşmayan bir gülümsemeyle beni izliyordu.

 

 

"Sana kızgın değilim" dedim yumuşakça

 

 

Gülümsemesi genişledi, ardından bana sıkıca sarıldı ve beni yukarı kaldırdı ve döndürdü. "Tanrıya şükür, neyi yanlış yaptığımı bilmiyordum." dedi gülerek ve beni tekrar ayaklarımın üzerine indirerek.

 

 

"Hey, ben de ona sarılmak istiyorum" dedi Jin, Jimin'in arkasından bana doğru yaklaşıp kollarını açarak. "AMAN TANRIM, NE OLUYOR, HİÇBİR ŞEY GÖRMEDİM YEMİN EDERİM" diye bağırmaya başladı, bana yaklaşmadan önce elleriyle gözlerini kapattı.

 

 

Tepkisi karşısında kafam karışmış bir şekilde aşağı bakıyorum ve kapıyı sadece ipeksi-çok kısa geceliğimle açtığımı fark ediyorum. Kahretsin! Hemen sabahlığımı alıp üzerime giydim.

 

 

"Kahretsin, nefes al kardeşim." Taehyung, Jin'in sırtını okşarken, duvara dönük şekilde . "Ona neredeyse kalp krizi geçirtiyordun." Bu sefer bana söylüyordu, sırıtmasını gizlemeye çalışıyor, hala abisinin sırtını okşuyordu.

 

 

"Onu umursama." Jimin kahkahasının arasında bana güvence verdi. "Sadece biraz fazla dramatik."

 

 

"Onu suçlayabilir misin?" Dedi Tae. "Sütyen takmadığını biliyorsun değil mi?!"

 

 

Sıçtım.!

 

 

Gözlerimi ona doğru kıstım ama nasıl cevap vereceğimi bilemediğimden sessiz kalmaya karar verdim.

 

 

Sonunda Jimin aramızdaki alaycı durumu bozuyor. "Yani, bu akşam yemeğe geliyor musun?"

 

"Bilmiyorum.." diye başlıyorum ama yavru köpek göz torbalarıyla beni susturdu. "Tamam, varım! Ama sadece akşam yemeği, tamam mı?" Başka bir parti-parti evet- gecesi olmadığından emin olmak için soruyorum! Akşam yemeği sorun değil, birlikte çalışan insanlar akşam yemekleri yiyor, değil mi?!

 

 

"Söz veriyorum!" diye cevapladı serçe parmağını kaldırıp.

 

 

Onlar gittikten sonra hızlıca duş aldım ve akşam yemeği için hazırlanmaya başladım. Bunu tekrar tekrar düşünmekten kendimi alamadım. Bu iyi bir fikir olamazdı. Planımı iyi yapıyordum ama Jimin'in ona kızdığımı düşündüğünde sesini duymak bir saniyede her şeyi yeniden düşünmeme neden oldu.

 

 

O adamı önemsiyorum, itiraf etmek istemesem de onu daha yakından tanımak istiyorum ve kesinlikle onunla takılmak istiyorum, hepsiyle.

 

Tae’yle bile.

 

Konuştuğu her zaman çok kaba görünüyor ama onun sadece doğal ve dürüst olduğunu fark ettim, her şeyi biraz daha nazikçe söyleyebilirdi ama her zaman samimi. Hala ondan hoşlanmıyorum ama ona bunun için saygı duyuyorum.

 

Ve Jungkook!

 

O adamı hiç anlamıyorum, bana sürekli karışık sinyaller veriyor. Bir an nazik, şefkatli ve arkadaş canlısı, diğer an ise o sırıtışla sinirlerimi çok kolay bozan bir gıcık. Her zaman o lanet sırıtış.

 

 

Telefonumda gelen bildirim sesi beni düşüncelerimden uyandırdı. Telefonu elime alıp ekran kilidini açtım.

 

 

Bilinmeyen: Hadi kıçını aşağı indir :)

 

 

Salona ulaştığımda onu resepsiyonun tezgahına sırtını yaslamış bir şekilde gördüm, siyah çizmeleri ve kaslı bacaklarını mükemmel bir şekilde çerçeveleyen siyah dar kot pantolonu, pantolonunun içine sokulmuş çizgili beyaz bir gömlek, kolları dirseklerinin altına kıvrılmış ve göğsünü ortaya çıkaran iki açık düğme. Meyveli-miskli kokusu her yeri istila ediyor ve yaklaştıkça daha da güçleniyor, ama kötü bir şekilde değil, neredeyse rahat (?) Bir kolu göğsünde çaprazlanmış, diğeri telefonunu tutuyor, telefona bakıyordu.

 

 

"Burada ne yapıyorsun?" diye sordum şaşkınlıkla, başını kaldırmasını sağlayarak. Bana baktı ve gülümsedi. "Başardın!"

 

 

Başını bir yana eğerek beni baştan aşağı süzdü ve ardından küstahça bir gülümsemeyle gülümsedi. "İyi görünüyorsun."

 

 

Dışarıdan hafif kayıtsız bir ifade takınsam da, içimden aptalca bir iltifattan ne kadar memnun olduğumu kendime haykırıyordum.

 

 

Dudaklarımdan tereddütsüz kaçan gülümsemeyi saklamaya çalışarak ona cevap verdim. "Teşekkürler, ama sen burada ne yapıyorsun?"

 

"Jimin bana yemeğe geleceğini söyledi, ben de yakınlarda olduğum için gelip seni alayım diye düşündüm." Tezgahtan uzaklaşıp bana yaklaşarak cevap verdi.

 

"Sokağın karşısındaki restoranda akşam yemeği yiyeceğimizi sanıyordum." Kaşlarımı çatarak dışarıyı işaret ettim.

 

 

"Hayır, Jin'in evine gidiyoruz." yanımdan geçerken söyledi, ona bakmak için döndüm. Siyah kapıya birkaç metre kala durdu ve bana tekrar bakarak başını omzunun üzerinden salladı. "Hadi gidelim bebeğim."

 

 

"HUH?!" diye bağırdım inanmazlıkla, ama o kapıdan içeri girmeye devam etti, ben de onu hızla otoparka kadar takip ettim, aniden siyah Mercedes'inin yanında durdu ve kapıyı açıp bana bakarak sırıtıyor. "Telaşlanma bebeğim, arabaya bin, geç kaldık." göz kırparak arabaya bindi.

 

 

Bu çocuk..

 

 

Ben de kapıyı açıp arabaya bindim.

 

 

"Sadece bir akşam yemeği olduğunu sanıyordum." Emniyet kemerine uzanıp takmaya çalışıyorum ama görünüşe göre her çektiğimde sıkışmaya karar veriyordu. "Evet öyle... şey... bir nevi... bir barbekü partisi." emniyet kemerini takıp arabayı çalıştırırken söylüyor. "Ama endişelenme, sadece biz olacağız."

 

"Sadece biz derken?" diye sordum hala lanet olası emniyet kemerini indirmeye çalışırken, benim çabalamamı izlerken bana doğru eğildi ve emniyet kemerimi fren yapmadan nazikçe aşağı çekti. "Biz ve çocuklar." dedi yumuşak bir sesle, yüzüme biraz daha yakın, neredeyse dudaklarımda nefesini duyabiliyorduöm. Bir dakika birbirimize bakıyoruz, sonra tekrar yerine oturdu ve arabayı sürmeye başladı. Yavaşça yutkundum ve bakışlarımı pencereden dışarı çevirdim. O yoğun göz teması biraz fazlaydı. Ama garip, kendimi rahatsız hissetmiyordum.

 

 

"Peki. Son birkaç gündür seni bu kadar meşgul eden şey neydi?" Birdenbire düşüncelerimi böldü.

 

 

Ah, demek ki fark etmiş! Her ne kadar bu günlerde kendisinden haber alamadığım tek kişi olsa da, belki de kız arkadaşıyla vakit geçiriyordu, ki bunu anlıyorum. Zaten neden bir yabancıyı arıyor olsun ki?!

 

 

"K dramalar" diye cevap verdim

 

 

Gözleri hala yolda, kıkırdadı ve bir kaşını kaldırdı. "Ah, ve bu yüzden mi bizden kaçınıyordun?"

 

 

"Senden kaçmıyordum." Gözlerimi pencereden dışarı çevirip yalana yakalanmamaya çalışarak cevap verdim.

 

 

"Evet...tamam." tekrar konuştu. "Ama bilgin olsun, Jimin senin için gerçekten endişeliydi."

 

Ve işte bu, o suçluluk duygusu beni tekrar ele geçirdi.

 

 

"Başın nasıl?" diye sordu, kırmızı ışıkta durduk ve gözlerini bana çevirdi, ama ben cevap veremeden önce bana doğru eğilip parmaklarıyla bir tutam saçı kulağımın arkasına kaydırdı. "Bakayım." Mükemmel şekilli yüzüne bakmaktan kendimi alamadım, çenesinin keskin gelişi bir kayayı kesebilirdi.

 

 

Parmakları saçlarımda ve başparmağıyla başımı okşuyordu. “Acıyor mu?"

 

 

Evet, öyle! Ama aptal beynim tepki vermiyordu, sadece bakmaya devam ediyordum, ki onun bunu fark etmesi uzun sürmedi.

 

 

Neyse ki ışık yeşile döndü ve o da arkaya yaslanıp tekrar araba kullanmaya başladı ama tabii ki saklamaya çalıştığı küstah gülümsemesiyle beni kızdırması uzun sürmedi. "Yanakların kızarıyor bebeğim."

 

 

İşte sebebi!

 

 

"Kendini övme Jeon." Gözlerimi devirerek cevap verdim, dudaklarımda oluşan gülümsemeyi kontrol etmeye çalışıyordum. "Değilim." dedi ileriye bakarak, dudakları artık kahkahayı gizleyemeyecek şekilde kıvrıldı. "Tamam, biraz öyleyim." diye itiraf etti, beni de güldüren o tavşan suratını yapıyordu.

 

 

Konuyu değiştirmeye çalışarak tekrar ona bakmak için döndüm. "Peki, kız arkadaşın bu gece geliyor mu?" Az önce sorduğum şeyi açıklamak için bir an durdu, soru onu kesinlikle şaşırtmıştı. "Hayır aslında, bu sabah Miami'ye gitti." Sadece başımı sallayıp bakışlarımı tekrar çevirdim ama başımı hemen ona çevirdim ve sesini netleştirerek tekrar konuştu. "Ve o benim kız arkadaşım değil."

 

"Evet, doğru, karmaşık bir ilişkiniz vardı." Alaycı bir şekilde cevap verdim ve ondan sinirli ama yine de eğlenen bir göz devirmesi aldım.

 

 

"Peki ya sen?" başını tekrar bana doğru çevirdi, yüzünde şeytani bir sırıtış belirdi.

 

 

"Peki ya ben?" diye sordum, şaşkınlıkla kaşlarımı çatarak

 

 

"Birisiyle çıkmayı mı planlıyorsun? Çünkü bence Bambam senden hoşlanıyor." diyip kaşını oynattı.

 

 

"Evet, belki! O sevimli!" Şaşkın ifadesinden beklediği cevabın bu olmadığını fark ettim, ama şu anda onunla uğraşmak çok eğlenceliydi, bu yüzden biraz daha devam etmeye karar verdim.

 

 

"Aslında onu düşünmeyi bırakamıyorum, sanki birbirimiz için yaratılmışız gibi hissediyorum, biliyor musun? Ruh eşleri!" Hayalperest gözlerle devam ediyordum, sürekli ona baktım ve hem bana inanmaz bakışlar atıyordu hemde yola odaklanmaya çalışıyordu.

 

 

"Vay canına! Yavaşla orada! Kafanda koca bir Disney hikayesi yaratmışsın." dedi gıcırtılı bir sesle ve beni kahkahalara boğan derinden endişeli sesle, hemen ardından benim gibi gülerek bana eşlik etti.

 

 

Gülüşmemizden sonra başımı koltuğa yasladım. "Gerçekten çok tatlı ama şu anda sadece kendime ve müziğe odaklanmak istiyorum, şu anda randevuya çıkmak istemiyorum." Anladığını belirten bir şekilde başını salladı ve bir eliyle direksiyonu sağa sola çevirerek arabayı Suga'nın beyaz Range Rover'ı ile Jimin'in siyah Porsche'si arasına park etti. Arabayı kapattıktan sonra bana dönüp göz kırptı. "Geldik" dedi ve arabadan inmeden önce bana gülümsedi.

 

 

Bu yolculuğun o kadar da kötü olmadığını düşünmeden edemiyordum, evet beni kızdırmayı ve sinirlerimi bozmayı seviyor ama bunu komik bir şekilde yapıyordu ve bu beni asla rahatsız etmiyordu. Oldukça iyi anlaşabileceğimizi düşünmeye başlıyor-

 

"O GÜZEL KIÇINI KALDIR VE BURAYA GEL” Arka bahçeden bağırdığını duydum, arabadan inmemi bekliyordu.

 

 

"Evet, boş ver. Muhtemelen onu bir gün öldüreceğim!" diye mırıldandım kendi kendime, arabadan inip kapıyı kapatırken.

 

Loading...
0%