@hazalaba
|
Selamm Umarım önceki bölümü beğenerek devam etmeyi seçmişssinizdirr Beni buradan ve ınstagram: hazalabaa'dan takip ederseniz çok sevinirimmm beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfenn keyifli okumalarr Uyduracağım yalanları kafamda sıralarken küçük adımlarla yanına doğru ilerledim. Yüzünde köşeye sıkışmamdan dolayı eğlenen bir ifade vardı. Sancak ağabeyle aramızda saygı sınırları olsa da birbirimize sataşmadan duramıyorduk. Daha çok ben ona sataşıyordum o da beni kovalıyordu. Yüzümdeki sahte kızgınlıkla kollarımı göğsümde toparlayıp, "Başıma iş açtığımı nereden çıkarıyorsun?" Uzun boylu olduğundan yüzlerimiz aynı hizaya gelebilsin diye eğilerek işaret parmağı ve orta parmağının arasıyla burnumu sıkıştırıp çekiştirdi. "Bana yalan mı söyleyeceksin Pinokyo?" Eline vurup inkar etmek için geri çekildiğimde lafımı ağzıma tıktı. "Nur'la bir araya gelip böyle kaçıştığınıza göre," kaşlarını çatıp arkamdaki bir noktaya döndüğünde dudağımı ısırdım. Kelimenin tam anlamıyla sıçtın Hadi ya! Omzumun üzerinden sokağın başına baktığımda korumalardan biri beni işaret ediyordu. Sancak abi öfkeli bakışlarını adamlardan bana çevirerek kolumu tuttu. "O adam neden seni işaret ediyor Mahira? Yine ne yaptınız?!" Başparmağımla işaret parmağımın ucunu göstererek masum masum sırıttım. "Birazcık kavga çıkarmış olabilirim?" Sertçe, "Biraz ve sen?" dediğinde kelimelere yaptığı baskıdan ne kadar kızdığını anlayabiliyordum. Ela gözlerini ışıkta seçemediğim için kızgınlığının büyüklüğünü de anlamıyordum. "Siz o heriflerden kaçıyordunuz demek!" Hala yerlerinde duran adamlara aldırmadan üzerimdeki kıyafetlere bakıp kaşlarını çattı. "Senin bu üzerindeki kıyafete ne demeli?" "Ne varmış üzerimde?" aksi aksi konuşup kıyafetlerime döndüğümde sesimi kesmeye karar verdim. Koşuşturmadan dolayı eteğim giydiğim şortu bile aşmıştı ve çıplak bacaklarımın neredeyse tamamı ortadaydı. "Sen bu haldeyken onlar da seni kovalayacak kadar cesurlar ha!" Üzerindeki ceketi çıkararak omuzlarıma bıraktı ve önümü kapattı. "Açıklayabilirim," dediğimde attığı korkutucu bakışla susmak zorunda kaldım. Giydiği gömleğin kollarını katlayarak dirseklerine kadar çekti. Kaldırdığı ağırlıkların maşallahı varmış ki kollarındaki kaslar sıktığı yumruğu yüzünden anında şişerken damarları sokak lambasının altında yeterince belirgindi. Kaldırdığı ağırlıkların mı yoksa Sancak'ın mı maşallahı var bilemeyeceğim Mahira. Sus be edepsiz. O senin abin! İç sesime haddini bildirmeyi bırakarak Sancak’ın öfkeli sesine odaklandım. Öne çıkarak "Gelsinler bakalım. Akşamın bu saatinde seni kovalamak neymiş bir de bana anlatsınlar." Adamları başıyla yanımıza çağırdığında ne yapacağımı bilemeyerek parmaklarımla oynamaya başladım. Adamlar Sancak abinin işaretini bekliyormuşçasına yanımıza doğru yürümeye başladıklarında adımlarıyla eş zamanlı olarak kalbim tekrar delicesine atmaya kulaklarımda gümbürdemeye başladı. Sancak abi tuttuğu kolumu çekiştirerek bedenimi arkasına aldı ve adamlarla aramda geniş, uzun gövdesiyle etten duvar oldu. Yaptığı harekete itiraz edip tehlikeyi tek başına üstelenmesine izin vermek istemiyordum ama hareketimi sezmiş gibi ela gözlerini benim kahverengi gözlerime dikti. "Hayır, arkamda kalacaksın Mahira," dudak çizgileri olanlardan hoşnut olmadığını belirterek keskinleşti. "Burada birine zarar gelecek olursa bu kişi sen değil, ben olacağım." "Sancak abi," "Hayır," aksini kabul etmeyen ses tonu kendimi berbat hissetmeme neden oldu. "Olanların hesabını sonra vereceksin?" Susmam gerektiğini anlayarak önüne dönmesini bekledim ve omzunun üzerinden gelenlere bakmak için parmak ucumda yükseldim. Bir doksan beşlik duvar bir atmış yedilik boyum için pek seyirlik yer bırakmıyordu. Adamlar Sancak ağabeyin karşısında durduğunda içimden bildiğim duaları etmeye başladım. "Hayırdır beyler?" Adamlardan yapılı olanı yine konuşma görevini üstelendi. "Bu arkadaşı bir alacağız?" "Sen kimi alıyorsun dümbük!" diye arkadan bağırdığımda kesinlikle Sancak abinin yanımda olmasına güvenmiyordum. Sancak abi, beni duymazdan gelerek adamlara yaklaştı. "Ona dokunduğun parmaklarını tek tek sökerim!" dediğinde sesini ilk defa bu kadar hiddetli duyuyordum. Adam başını yana eğerek kolunu uzattı. "Senin kız meyhanede bizim ağabeye yanlış yaptı?" Olayı dağıtmak için bodoslama daldım. "Yanlış manlış o nasıl tabirler öyle. Biraz medeni olalım canım." "Meyhane?" Sancak Ağabey arkasını dönmeden omzunun üzerinden baktı. Burun kemerini sıkarken sakin kalmak için kendini zorluyordu ancak bilmiyordu ki işler daha da yolundan çıkacaktı. "Meyhanede ne işin var Mahira?!" diye bağırdı. "Meyhaneye mi gitmişim?" sağa sola bakarak üzerime alınmamaya çalıştım. Adam, "Geldin ya?" "Gelmiş miyim?" "Geldin ya bacım?" "Ben mi gelmişim?" Koruma kafası karışmış şekilde yanındaki adama baktığında iyice salağa dönmüştü. Zavallı bilmiyordu ki beni. "Yanında kızıl saçlı ufacık bir bacı vardı. Bizim patronla buluşacaktı.” Diğeri isyanla, “Sende onunla geldin ya bacım?" Sancak abi sağa sola dönen başımın tepesine elini koyarak hareket etmemi engelledi. "Bana bak Mahira," dediğinde kirpiklerimi kırpıştırarak masum masum baktım. "Adamların aklıyla uğraşmayı bırak. Bilmiyorlar ki senin hakkından bir ben gelirim. Şimdi söyle bakalım gittiniz mi gitmediniz mi?" "Biz şimdi Nur'la bir yere gittik ama," diyerek dudak büzdüm fakat karşımdaki duvardan tepki alamadığımda taktik değiştirdim. "Orası meyhane miymiş?" "Mahira!" diye bağırmasıyla yerimde sıçradım. "Vallahi bak bizim amacımız meyhaneye gitmek değildi ancak onların patronu dedikleri karaktersiz şe.." küfür etmeme izin vermeden avucunu ağzıma kapatmasıyla tenindeki sıcaklık bedenimi ısıttı. "Sus!" diye uyararak yavaşça elini dudaklarımdan çekip aynı ciddiyetle adamlara döndü. "Ya sonra?" "Ağabeye dünya kadar küfür edip kafasına tabak bıçak ne varsa fırlattı." Adama kötü kötü bakarak yumruklarımı büzdüm. İspiyoncu pisliğe hemen olayları anlatmaya başlamıştı. ”Ama hak ettiler!" Sancak abi parmaklarını burun kemerine tekrar bastırarak sakinleşmek için derin nefesler alıp verdi. Adamları daha fazla dinlemek istemeyerek başını kaldırdı ve buz gibi ses tonuyla, "Bittiyse elimden bir kaza çıkmadan mahallemden defolup gidiyorsunuz. Ha gitmem derseniz ne sizin için ne de patronunuz için hiç iyi şeyler yaşanmayacak." "Kızı almadan hiçbir yere gitmiyoruz," diye diklenen kısa boylu korumaya bakarak Sancak ağabey ukalaca sırıttı. "Öyle bir gidersiniz ki koçum," adamın gülüşüne kalp atışlarımı çılgına çevirecek keskinlikte gülümsedi. "Rıza Akbar'a elimiz boş gidemeyiz," bu sefer yapılı, jöleden mi yoksa yağdan mı saçları ıslak olduğunu bilemediğim adam devam etti. “Rıza’ya Sancak Kızıltepe göndermedi dersiniz. O kim olduğumu bilir ha bilmezse araştırmasını söyleyin mutlaka peşine düşüp pisliklerini ortaya dökmemi istemez." Sesi buz kadar soğuk bir o kadar durgun ve tehditkardı. Adamlara gözdağı vermekle birlikte bulaşılmayacak biri olduğunu kıt kafalarına sokuyordu. Kız Mahira sende Kartal Ayazkan'ın kardeşi, dolmuşlar birliğinin gözdesiyim diye bağırsana Sonra da ağabeyim öğrendiğinde ağzıma bir tane patlatsın Adamlar birbirine bakarken ne yapacaklarını bilemez haldelerdi. Ufak kalan kelek koruma giydiği takımın önünü açıp gömleğiyle pantolonu arasına sıkıştırdığı tabancasını gösterdi. Soluğum korkumdan dolayı kesildiğinde Sancak abinin koluna parmaklarımı geçirdim. Kalbim kulaklarımda nabzımla birlikte atıyordu ve ona bir şey olma korkusuyla kımıldayamıyordum. Sancak abi tabancayı gördüğünde tepki göstermeden bana doğru döndüğünde güven verir şekilde gülümsedi ve bu sefer tamamen arkasında kalmamı sağladı. Hiç beklemediğim anda kendi belinde sakladığı tabancasını eline alıp emniyetini kapattı ve tehditkar şekilde adamın kafasına tuttu. "Mahallemden gitmek için on saniyeniz var?" Yağlı kafa arkadaşının kolunu tutarak geriye doğru çekiştirdi."Aptallık yapma," diyerek arkadaşını uyardı. “Gidiyoruz." “Ama Rıza patron?” “Eğer bu adam dediği gibi biriyse yaşatmaz bizi,” Adamlar birbirlerine bakıp geri geri giderken zorlukla yutkundum. Sonunda adamlar gittiğinde Sancak abi bana doğru döndü. Gözlerim tahminime göre kocan açılmıştı ayrıca zar zor nefes alıyordum. “İyi misin?” Tepki vermediğimi fark ettiğinde elindekinden korktuğumu düşünerek tabancaya baktı ve parmakları arasında döndürerek çevirdi, beline tekrar yerleştirdi. Ela gözleri benimkilere dönerken yüz ifadesinden başıma pek iyi şeylerin gelmeyeceğini işaret ediyordu. Kollarını göğsünde toparladı ve çenesini hafifçe oynattı. "Şimdi hesap vakti." İçimdeki korku artan nabzımla birlikte yavaşlarken Sancak abi korktuğumu düşünerek önümde diz çöküp iliklenmeyen ceketinin son düğmesini ilikledi. "Korktun mu güzelim?” Yumuşak sesle sorduğunda sinirinin etkisi geçmiş yerini ufaktan endişe almıştı. "Pinokyo?" Derin nefes alarak, "İyiyim," başımı iki yana salladığımda zorlukla "Abi," dedim. Diz çöktüğü yerden kalkmadan önce gözlerimin içine ruhumu okumanın bir yolunu bulmuşçasına bakarak "Güzel," diye mırıldandı ve gözümün önüne düşen saç tutamını kulağımın arkasına itekledi. "Silah?" diye sordum. "Ruhsatlı. Bazen karşı tarafın müvekkiline güven olmuyor." diye açıkladığında başımı salladım. "O adamları vuracak mıydın?" "Gerekirse," soruma anında cevap vererek eliyle dağılan siyah saçlarını düzeltti. Sabrını zorladığım yüzünden okunarak, "Olanları dökülmeye başlayacak mısın?" "Anlatacağım ama kızmak ve abilerime söylemek yok," tamamen kendime gelerek pazarlığa geçtim. Olanları kimseye söylememesi gerekiyordu. Nur yüzünden başıma bir iş daha açılırsa bu sefer Volkan abimin dilinden kurtulamazdım. Tek kaşını kaldırıp sırıttı. "Pazarlık yapacak durumda olduğunu mu düşünüyorsun?" Eh o zaman yapılacak belli Mahira. Kaç! Koşmak için arkamı döndüğümde anında takım elbisesinin ense kısmından tutarak kendine doğru çekti. Uyguladığı güçten dolayı ayaklarım azıcıkta olsa havalanmıştı. “Öyle kaçmak yok," Omuz silkerek "Deneyeyim dedim," Omuzlarımdan tutup kendine doğru çevirdiğinde köşeyi dönen tanıdık minibüs ışıkları yüzünden şaşkınlıkla nefes aldım. Sancak abinin kolunu tuttuğum gibi zorlukla kendime çektim. Farlar ikimizi tamamen ortaya çıkarmadan önce Sancak abi omzumu bırakarak kolunu tutan elimi yakaladı. İkimizi birden ara sokağa çekiştirip bedenimi arkamda kalan duvara yasladı. Üzerime eğilerek kaşlarını çattı."İkimizi düşürdüğün duruma bakar mısın?!" Nefesi yüzüme vururken bakışlarımı bakışlarından kaçırdım. Ne diyeceğimi ilk defa bilmiyordum. Kartal abimin dolmuş yanımızdan geçerken görünmemi engellemek için sırtını sokağa döndü. "Biri görse abilerine nasıl açıklayacağım!" İkimize birden vuran rüzgar yüzünden burnuma dolan güçlü kokusuyla soluk borum parfümüyle doldu. Bergamotla birlikte biberiye karışımı kokuyordu ve aklım tamamen karışmış, duyularım darmaduman olmuştu. Sancak abi yolun boşalmasıyla geriye çekilerek kaşlarını çattı. "Mahira kızmaya başlıyorum," Bacağımı çimdikleyerek, "Şimdi şöyle," diye mırıldandım tüm olanları istemeye istemeye anlatmaya başladım. Her kelimemde kaşları mümkün olabilirmiş gibi daha çok çatılıyordu. "Sende içeri girmesine izin verdin." arkasındaki duvara yaslanmış kollarını göğsünde toparlayarak üsten üsten bakıyordu. "Yetmedi adama hakaret edip saldırdın. Tüm bunların ötesinde adam zaten dolandırıcıymış." "Ama ne yapsaydım? Yalnız girmesine izin mi verseydim?" "Ben onu mu kast ettim Mahira," bıkkınlıkla soluğunu verdi. "Sen içeri girmeseydin Nur tıpış tıpış seni takip ederdi." "Hayır içeri girerdi." "Girmezdi!" "Zengin koca aşkını biliyorsun," diyerek haksızlığıma kılıf uydurdum. Belki yaptığımın baştan aşağıya doğru yanı yoktu ancak Nur'u yalnız bırakmaktansa başıma gelecekleri yaşamaya razıydım. "Sen gitmeseydin ve onunda gidemeyeceğini belirtseydin Nur, seni kaybetmektense evde kalmayı tercih ederdi. Sen arkadaşına her zaman olduğu gibi hayır diyemedin." Yılların verdiği bilmişlikle konuşuyordu ve haklı olduğunu biliyordum. Yaslandığı yerden ayaklanarak karşıma dikildi. "Ya size içeride bir şey yapsalardı!" "İzin vermezdim," "İkimizde savunma eğitiminin olmadığını biliyoruz." Kızmaktan çok endişeyle, "Oradan çıkamayabilirdin veya sana bir şey yapabilirlerdi." Haklı olduğunu biliyordum ancak üzgün hissetmemin hatta utanmamın nedeni bu değildi. Kendimi düşürdüğüm konumu görmesinden dolayı kötü hissediyordum. Eğer Nur'a çekip gideceğimi, benimle gelmezse bir daha onunla konuşmayacağımı söyleseydim arkadaşlığımız daha baskın geleceğini biliyordum. Sadece kendi merakımı bastıramamıştım. Yerdeki taşları ayağımın ucuyla itelerken ceketinin uçlarıyla oynamaya başladım. "Haklısın," "Bana laf yetiştirme," dediğinde verdiğim cevabı duymuş olacak şaşırarak yüzüme baktı. Laf dalaşına girip haksız çıkarana kadar devam etmek yerine kabullenmiş olmam garip gelmişti. Büyük eli omzumu bulduğunda daha sakin konuştu. "Hatanı anladıysan," "Bu konu," diyerek işaret parmağımla ikimizi gösterdim. "Aramızda kalacak mı?" "Volkan'dan bir şey saklamayacağımı biliyorsun." elini omzumdan çekti. Büyük ağabeyimle aralarında olan arkadaşlık bağının sağlam olduğunu herkes biliyordu. Aynı sokakta aynı caddede büyümüş adamlardı. Aralarına hiçbir şey girmezdi. "Biliyorum," dudağımı büzerek, "En azından Kartal abim bilmesin. Volkan abime de daha sonra söylesen?" Öneride bulunmama gülerek kaşlarını kaldırdı. Kollarını yine her zaman ki gibi göğsünde birleştirmişti ve boyundan dolayı başımı kaldırmak zorunda kalıyordum. "Ağabeyinin sinirleri yatışana kadar yani," "Bir nebze," "O zaman alman gereken dersi nasıl alacaksın?" kaçamak bakışlarımdan dolayı eğilerek kendisiyle ilgilenmemi sağladı. "Hımm düşüneyim bir." Öldürmesine razıydık değil mi? Bu adam seni süründürmeden bırakmaz Mahira. Sen bir de bu durumdan eğleniyor musun? Sence? İç sesim manyak şekilde Sancak abiye takıntılıydı ve bu durum hiç de sağlıklı durmuyordu. Adamın benden büyük olup Volkan ağabeyimin arkadaşı olması bir yana Kartal abimden de büyüktü. Kısacası her türlü abim olmak zorundaydı. "Sana diyorum Mahira," diyerek burnumun dibinde elini şaklattı. İşkillenerek gözlerini kısıp ellerini cebine soktu. "Fazla sessizsin ama," "Bence anlaşabiliriz?" şirin şirin gülümseyerek başımı yana eğip yerimde sallandım. "Hadi ya," diyerek tepkimle dalga geçti. Bozularak suratım asıldığında gözlerini kısarak birkaç saniye düşündü daha sonra mahalledeki kızların düşeceği sırıtmasıyla göz kırptı. "Ben sana ne ceza vereceğimi biliyorum." "Ne?" diye bağırdım. "Düş önüme haydi," açık açık eğlendiğini gizlemeden omzumdan tutarak kendisiyle birlikte yürümem için çekiştirdi. Somurtarak tutuşundan kurtuldum. "Ama anlaşırız dediğimde bunu kast etmemiştim!" Tek kelime etmeden yürümeye başladığında nefesimi sertçe bıraktım. Yakalana yakalana bu adama yakalandığıma inanamıyordum. Aramızdaki mesafe gittikçe açıldığında yetişmek için yanına koştum. "Bari ne olduğunu söyle!" "Yarın öğrenirsin," yandan bakarak yüzündeki sırıtmayı korudu. "Söylemeyeceksin değil mi?!" “Sence?” Oflayarak kollarımı göğsümde birleştirdiğimde tepkimle eğlenerek eve doğru tek kelime etmeden yürümeye başladı. “Yarın öğrenirsin.” & Şu hayatta nefret ettiğim bir şey varsa o da erkenden kalkıp derse gitmek zorunda olduğumdu. Kesinlikle sabah insanı değildim ve sabah yapılan her etkinliğede şiddetle karşıydım. Topladığım saçlarımı son bir kez daha kontrol ettikten sonra köşeye ayırdığım altın rengindeki halka küpelerimi takıp makyajıma vakit kaybetmeden başladım. Yüzüme sürdüğüm nemlendiriciyle karıştırdığım güneş kremimin üzerine pudrayla geçerek göz makyajımı şeftali ve kahve tonunda sürdüm. Bin bir zorluklarla sürdüğüm ve asla eşit olmayan eyelinerımla daha fazla uğraşmayarak pes ettim. Ne yaparsam yapayım sol gözüm sağ gözüm eşit olmuyordu. "Mahira! Geç kalacağız." Kartal ağabeyim bağırarak tüm evi inlettiğinde hızlıca rimelimle rujumu sürdüm. "Beş dakikaya geliyorum," diyerek kapıya doğru resmen böğürdüm. Aceleyle deri pantolonumun üzerine kalın askılı giyerek trençkotumu ve mantomu aldığım gibi odadan fırladım. Merdivenlerden koşarak inip nefes nefese salona daldım. Annem çayları koyarken masanın iki başındaki yerlerine abilerim geçmiş gelmemi bekliyorlardı. Çantamı ve trençkotumu koltuğun üzerine koyarak yanlarına ilerledim. Ben Mahira Ayazkan. Yirmi yaşında çılgın, iki tane böceğin yanında büyümüş çiçek, mahallenin delisi, başarılı bilgisayar mühendisi üçüncü sınıf öğrencisiyim. Dinlediğim tek söz okulda hocanın anlattığı derstir. O yüzden yaptıklarımdan ders almam ders veririm. Her zaman haklıyımdır değilsem adamın burnunda getire getire haklı çıkarım. Bence egoistim desem daha mı iyidir Ona egoist denmez. Öz güveni yüksek denir cahil! Volkan abimin oturduğu sandalyenin yanına giderek arkasından sarıldım ve yanağına kocaman sulu bir öpücük bıraktım. En büyük abim Volkan Ayazkan, yirmi yedi yaşında tüm mahallede maviş gözlerinin oluşturduğu hayran kitlesi olan bir seksen altılık boyuyla mahallenin gözde bekarıydı. Kendisi lisede edebiyat öğretmenliği yapıyordu ve bu mesleği seçmesinin en büyük etkisinin Kartal abimin kelimelerini düzeltme aşkı olduğunu düşünüyorduk. Kendisi evin medeniliğini yukarıda tutuyordu ancak sağı solu belli olmadığı da vardı. "Günaydın yakışıklı," yanına tam oturacakken karşımda kötü kötü bakan Kartal abimin kıskanç bakışlarını görünce oturmadan yanına koşturdum. "Seni unuttuğumu mu sandım esmerim?" Yanağından makas aldığımda yalandan, "Mahira," diye uyardı. Aksiliğini görmezden gelerek yanağından kocaman öperek Volkan abimin yanındaki yerime geçtim. "Üzerindeki badinin önü niye o kadar açık bakayım?" aksi aksi bakarak çatalının ucundaki peyniri yedi. "Üzerindeki tişörtte sorun yok," diye uyardığında Volkan abim telefonuna gelen mesajla dikkati oraya kaydırdı. "Ayrıca tişört Kartal," uyardığında keyifle arkama yasladım. En büyük eğlencem iki abimin dalaşmasıydı. "Her ne haltsa," diye laf dalaşına girdiğinde annem çayları önümüze koyarak yerine geçti. "Susun bakayım. Geliyor terlik." böylelikle eğlencem sona ermiş bulunuyordu. "Anne kaç yaşına geldik hala terlikle mi korkutuyorsun?" tabağıma kaşar peynir ve salatalık koyarken güldüm. "Çıkarayım mı şimdi bir tane?" yere doğru eğildiğinde ellerimi kaldırarak Volkan abimin arkasına saklandım. "Yok canım ne alaka şimdi." "Mahira bitir tabağındakileri yine senin yüzünden geç kaldık." Kartal abim ince belli çay bardağını kafasına dikerek elinde kalan ekmek kırıntılarını masaya silkeledi. Kartal Ayazkan. Ortanca ağabeyim yirmi dört yaşında esmer, kelimenin tam anlamıyla kıroydu. Elinde tesbihi, renkli klas gömlekleri ve gözünüzü kör edecek parlaklıktaki siyah kunduralarıyla evde kalmış, okumayı tercih etmeyen ablalarımızın gözdesiydi. Mesleği dolmuş şoförlüğüydü ve kelime haznemin, müthiş hakaretlerimin hepsi Kartal abimden geliyordu. En büyük yeteneğiyse 16 kişilik dolmuşa 32 kişi sıkıştırmasıydı. Evin direği rolüne bürünmeyi on dokuz yaşında babamın vefatıyla üstelenmişti ve onun mesleğini devam ettirmişti. Babamın tıpatıp kopyası olduğu için vefatından sonra peşine gölgesi gibi takılmıştım. Çoğu zaman dolmuşta yanında oturur hostesliğini yapardım. “Abin doğruyu söylüyor. Yemeğini hemen bitir dersine yetiş." Annem geç kalmalarımdan bıkarak yandan sinirle baktı. Emine Ayazkan. Evimizin sultanı, Selim Ayazkan'ın biricik eşiydi. Babam dolmuş şoförü annemse ev hanımıydı. Birbirlerinin severek evlenmişlerdi ve maalesef kaderin acımasızlığıyla beş yıl önce babamın vefatıyla ayrılmışlardı. Her ne kadar belli etmese de ona olan özlemini her gün gözlerinde görüyordum. Aynı zamanda acısını bizimle gidermeye çalıştığını da. Babamın vefatıyla birlikte hepimiz büyük acılar yaşamıştık ve hala yaşıyorduk. Kartal ağabeyim ayakkabılarını giymek için masadan kalkıp giderken tabağımdakileri aceleyle ağzıma tıkarak çayımı kafaya diktim. "Haydi gidelim o zaman," "Sakin sakin yemeğini yemelisin,” Volkan abimin uyarısıyla başımı salladım ancak dolmuşun sefer saatine yetişemezsem kendim okula gitmek zorundaydım. Volkan abimin dersiyse öğleden sonradaydı. "Okulda yerim," diyerek çantamı almak için koştum. "Harçlığın var mı?" Sinsi gülerek kaşlarımı kaldırdım ve çantamı öne uzattım. "Sence?" "Tabi ki yok," diyerek şımarma güldü ve cüzdanını çıkarak içinden yüzlük uzattı. "Al bakalım minnoş." Normalde olsa minnoş lafına etmediğimi bırakmazdım ancak söz konusu iki yüzlük olduğunda kendimi bile tanımazdım. Yanına koşturarak elindeki parayı kaptım. "Aşkımsın ya!" Annem sahte kızgınlıkla, "Size şunu şımartmayın demiyor muyum ben," "Şunu ne demek Emine Sultan! Ben bu evin gözünün gönlünün açılmasını sağlayan yegane şahsiyetim." Elimle baştan aşağıya kendimi göstererek yerimde döndüm. "Şu böcekler içinde hele," "Bak bak ver bakayım parayı," dediğinde abim bana dönmüş tek kaşını kaldırarak elini uzattı. “Böcek demek ha,” İki avucumu çenemin altında birleştirerek burnumu çektim. "Aç mı kalayım?” Kendimi göstererek, “Ben, ben evinizin biricik minnoşu." Ağabeyimle annem birbirlerine bakarak benimle uğraşmak için gülüşürken evin önünden gelen dolmuşun korna sesiyle aceleyle yerimde fırlayarak koştum. Trençkotumu alarak salondan çıkmadan önce ikisine de öpücük attım. "Çok çok özleyin beni!" Evin kapısını arkamdan kapattıktan sonra koştura koştura bahçeden çıkarak kapının önünde park edilmiş dolmuşun arka kapısının önüne geçtim. Abim bazen ayda bir bazense hafta bir dolmuşun arkasında yazan sözü değiştirirdi. Arka kısıma yazılmış yazıyı gülerek okudum. Yetişemezsen el salla 👋 Geçen hafta yazdığı sözse: Aşıksan vur saza, şoförsen bas gaza. Ben ilerlerim yolumda tozumu size yutturmaya Bu arka kapı sözlerine en kısa sürede el atmam gerekiyordu. Başka bir korna sesiyle abimi bekletmemek için dolmuşa doğru ilerledim. Açtığı kapıdan çıkarak yanında yere oturdum ve çantamı kucağıma bıraktım. Abim geç kaldığımız için oturur oturmaz evin önünden ayrılarak mahallenin çıkışına doğru sürmeye başladı. "Arka yazı yine yakıyor," "Eyvallah," diyerek yolcu almak için sağa yaklaştığında yumruğumla göğsüme vurarak başımı eğdim. "Eyvallah abi," "Şebek," İlk yolcumuzu alarak okul yolunda ilerlemeye başladık. Ankara trafiğine ne kadar yakalanmak istememekte önümüzdeki araç yüzünden yakalanacak gibi duruyorduk. Kartal ağabeyim vitesi üçe alarak dolmuşu hızlandırdı. Önümüzdeki beyaz sedan geçmemiz için izin vermediği gibi bir de kanı gibi son şeritte araç sürüyordu. Arka tarafta yolcularsa abime hızlanıp aracı sollaması için gaz veriyordu. "Geç kardeş şu aracı. Yolu kendinin sanmış besbelli." Yolcuların en büyük yanlışlarının biriyse şoförü gazlamaktı. Çünkü bir Ankara dolmuşçusu için yol senetti ayrıca vur dedin mi öldürüyorlardı. Ağabeyim yan tarafta açılan boşluğa dalıp yavaş süren arabayı sollarken camdan dışarıyı uzanan kolunun üstünden sarkarak başını çıkardı ve bağırdı. "Senin aldığım ehliyete sıçayım lan!" dolmuş hafiften yoldan çıktığında arkadan bağıran yolcuları görmezden geldi. Yürek yemiş şoför ağabeyime laf atmış olacak ki, "Lan bebe sok o elini camdan içeriye aşağıya inersem alırım paçanı aşağıya!" Yoldan çıkmak üzere olan dolmuşu sabit tutmak için yerimden fırlayarak direksiyonun üzerine atlayıp sıkıca tuttum. "Abi Allah aşkına sen ne yapıyorsun?" Beni dinlemeyip hala kavga etmeye devam eden abimin tişörtünün arkasını tutarak kendime çektim. Aracı yolda tutmak zaten zordu bir de millet bir ton laf etmeye başlamıştı. "Sencede eşek cennetine gitmek için genç ve çıtır değil miyim?" Abim sözlerimden dolayı aniden içeri girerken kavga ettiği adam hızla yanımızdan kaçarak gitti. Tek eliyle direksiyonu tutarak kızarmış suratla bu sefer bana sardı. "Sus kız sıçarım bacağına. Beni Volkan abinle karıştırdın herhalde!" "Ne dedim ben ya?" Yerime oturdum. "Ayrıca bunu abimize söyleyeceğim!" "Bunca insanın içinde çıtır falan ters," dediğinde omuz silkerek yerine oturdum. "Volkan'a da bir şey söylemek yok!" "Bir güzellik yaparsan düşünürüm." Sinsi sinsi sırıtarak, "Dolmuşla hızlı ve öfkeliye katılmaya karar verdin herhalde!" "Kardeşim ne biçim sürüyorsun öyle!" diye arkadan teyzenin biri bağırdığında bu sefer ona dönmeye çalıştığında omzundan tuttum. "Ah annem duysa bir," "Bacaksıza bak sen! Ağabeyini mi tehdit ediyorsun sen." "Öyle demeyelim de..," cümlemi tamamlayamadan çantamdan gelen telefon sesiyle ağabeyimle kavga etmeyi bırakarak cihazı çıkardım. Mesaj Sancak abiden gelmişti ve hiçte hayra alamet değildi. Sancak Abi: İlk cezan için akşam görüşürüz Pinokyo.
beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfenn |
0% |