Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2-) Meş'um

@hewininyoluu

 

Aynaya bak, konuş.

Sen bir isyansın.

Aynaya bak, konuş sen bir haykırışsın.

Aynaya bak çocuk ve konuş.

Sen bir günahın bedelisin.

Aynaya bak, konuş, sen bir ceza, bir kabus, bir cehennemsin.

Aynadakine bak ve de ki; Sen kimsesizliğin suretisin.

Sen var olan, var olmayan bütün kötülüklersin.

Tanrı'da sensin, şeytan da. Acı da sensin umut da.

Nefes alanda sensin, ölü olanda sen.

 

Soğuk ve rutubet kokan o eve yine gitmiştim.

Artık bu eve neredeyse her gün geliyor ve o aynanın karşısına geçip kendimi izliyordum.

Hayır, kendine aşık bir narsist değilim.

Yalnızca yıllardır bana öğretileni yapıyorum. Bu kırık olan fakat parçalanmamış aynaya bakıyorum.

Öylesine bir adam değildim, öylesine bir hayatım yoktu, öylesine bir günüm olmazdı, gecem olmazdı... Öylesine olan hiçbir şeyim olmazdı.

Şimdi ezberlediğim yüzümde ki çizikler kadar yaşanmışlıkları ve yaşanması mümkün olanları düşünüyorum.

Düşünmek; dipsiz bir kuyu, kapısız bir ev ve sonu olmayan bir yolculuk.

Düşünmek; diri diri toprağa gömmek kendini.

Gözlerim şakaklarımdan çeneme kadar ulaşan sönük yanık izine daldı. Fazla belirgin değildi hatta uzaktan göründüğünü bile sanmıyordum fakat derime işlemişti işte. Bir kusur değil bir gururdu.

Sus, sessiz ol çocuk. Yanmıyor artık canın.

Sakin ol çocuk, ellerin üşümüyor, alıştın artık.

Ağlama çocuk, tenin de kalbin de yanmıyor artık.

Unut çocuk, hiçbir masal annenin söylediği gibi iyi sonla bitmez.

Ellerime baktım. Kesik izleriyle dolu, nasırlı ellere baktım.

Unut çocuk, avuçların terlemeyecek korkudan ve gözlerin dolmayacak acıdan.

Düştüğün yerden kalk ve silkelen çocuk, senin senden başka kimsen yok.

Kes artık bu sessiz haykırışları çocuk, kalbin titreyen ellerinde.

Sızlamasın yaraların çocuk, kalbin bir katilin elinde.

Anlatamazsın artık çocuk, dilin acımasızlıkla mühürlendi.

Sevemiyorsun artık çocuk, dokunamıyorsun, gülemiyorsun, ağlayamıyorsun ve anlatamıyorsun artık çocuk.

Hissedemez oldun çocuk.

Kaldır gözlerini ve kırık aynalara çevir ruhunu. Maskesi düştü her bir masalın.

Sen artık öldün çocuk, mucizeler ancak masal kahramanlarına aittir.

Titrek ellerindeki kanı çekilmiş kalbi, acıya dolaya dolaya göm bu kurak toprağa.

😔

 

Soğuk mezar taşının üzerinde duran isme baktım ve dudaklarımı araladım.

Konuşmak istedim. Tek bir kelime söylemeyi diledim. Fakat öylece donuk bakışlarla yazıya bakmaktan başka bir şey yapamadım.

Hep aynı sessizlikle, yarım kalmış cümlelerimle bakıyorum çiçeklerle süslenmiş mezarlığa.

Hep aynı karanlıkla bakıyorum, hiç tutamadığım yeminlerime.

Hiç söyleyemediğim, söylemediğim sözlerime bakıyorum aynı acıyla.

Ben hiç sevmediğim sessizliğime bakıyorum.

Anneme bakıyorum ve hiç inanmadığım o masallardaki mucizelerin gerçekleşmesini bekliyorum. Yattığı topraktan kalkıp bana gülümsesin diye bekliyorum. Bekliyorum.

Bekliyorum buzullarla çevrili ruhumu tek bir bakışıyla eritsin diye. Bekliyorum bana sarılmasını yeniden insan olabilmek için.

Bekliyorum , bekliyorum, bekliyorum.

Sessizce durdum ve öylece bekledim yaşamayı.

Soğuk rüzgarın yüzüme tokat gibi çarpmasıyla kendime geldim. Oturduğum yerden kalkıp silkelendim ve bir kez daha anneme bakmadan yürüdüm.

Hava bulutluydu. Bulutlar dolu doluydu. Sanki yağmaları için bir yaprağın hareket etmesi yeterliydi.

Yere düşen yapraklara basarak yürüdüm.

Bir kahkaha sesi duyduğumda durkasadım. Tiz fakat gürdü. Bir kadına aitti.

Umursamadan yürümeye devam ettim fakat birkaç kahkaha sesi daha duydum. Adımlarım komut vermeden o yöne ilerledi. Bir mezarlıkta bu kadar ses çıkması garipti.

"İnanabiliyor musun baba! Resmen o koca göbekli, keltoş adam maaşımı vermemek için kalp krizi geçirmiş numarası yaptı!" Ve bir kahkaha sesi daha.

Seslere iyice yaklaşmıştım.

"Neyse ki onunla onun anlayacağı dilden konuşunca maaşımı yatırdı." Gülümseyen sesiyle devam etti. "Bu müdür oyunbaz bir adam. Fakat beni henüz tanımıyor. Bende kurnaz bir kızım!"

Bir süre sustu ve eski sesine kıyasla daha durgun fakat gülümseyerek devam etti. "Şimdi bana 'Ah benim yaramaz kızım.' dediğini duyar gibiyim."

Aklına bir şey gelmiş gibi bir ses çıkardı. "Biliyor musun Mira bugün ameliyat olmak istediğini söyledi!" Şen bir kahkaha attı. Onun attığı kahkahayla nedensizce gerilmiş omuzlarım biraz da olsun gevşedi.

Kadını gördüğümde bir mezarın yanı başında bağdaş kurarak oturmuştu. Yüzünün yalnızca sağ tarafı görünüyordu. Saçlarını dağınık bir topuz yapmıştı ve üzerinde ince bir kazak vardı. Üşüdüğünün bilincinde olmamalıydı zira bedeni tir tir titriyordu.

İlkbahar mevsiminde olsaydık da kışın soğukluğu hâlâ üzerimizdeydi.

"Ameliyatı için uzun süredir para biriktiriyordum zaten. Tamamlanması için az bir meblağ kaldı."

Onun bu kadar rahat konuşabiliyor olması, sanki konuştuğu insan hiç ölmemiş gibi onunla sohbet edebiliyor olması bana imkanı mümkün olmayan bir hayalim gibi gelmişti.

Bende bugün anneme kahkahalarla gülüp Pamira'nın ihtiyacı olan kalbin bulunduğunu söylemek isterdim.

İki yanımda duran ellerim yumruk oldu. İçim yine söyleyemediklerine kin tuttu, öfke duydu.

Gök aniden gürledi. Dolmuş bulutlar yağmurlarını özgürce akıttılar.

Kadın başını gökyüzüne çevirdi ve titreyen bedenine rağmen gülümsedi. Ne garipti.

Onu izlemekten vazgeçtim ve mezarlıktan çıktım.

Kılıç'ı arabanın önünde dururken gördüm.

Üzerimde ki ceketi çıkarttım ve ona uzattım. Önce şaşırdı daha sonra güldü ve ceketi elimden aldı. "Sırf ben üşümeyeyim diye ceketini bana mı veriyorsun!?" Avuçlarını yukarıya kaldırdı. "Ey aşk sen nelere kadirsin!"

Kaşlarımı çattım ve yüzümü buruşturdum. Bu herifin bazen kafatasını açıp orada gerçekten bir beyin olup olmadığını öğrenmek istiyordum.

Tam bana yaklaşıp sarılacakken onu omuzlarından ittirdim. Geriye savruldu ve ellerini yüzüne yerleştirip acayip bir dramla bana baktı. "Bana, bana! Kılıç'ına?"

"Kes gevezeliği." Dedim ellerimi şakaklarıma yaslayıp. "Ceketi daha fazla ıslatmadan gelen şu kadına ver ve de ki;" Yutkundum. "Üşüyorsun."

Kılıç yüzüme değişik bir ifadeyle bakakaldığında ayağımın ucuyla bacağına tekmeyi geçirdim. "Hadi."

Başını iki yana salladı ve kadına doğru koşar adımlarla ilerledi.

Kadın tam da mezarlıktan çıkmak üzereydi.

Kılıç onun yanına vardığında ceketi ona uzattı. Kadının yüzünden önce bir şaşkınlık geldi geçti. Ceketi titrek elleriyle aldı. Kılıç ona ne dediyse kadın bakışlarını bana çevirdi. Gözleri gözlerime değdiğinde kafamın içinde bulunan uğultulu rüzgar sesleri durgunlaştı.

Minnetle gülümsedi ve başını teşekkür eder gibi hafif bir açıyla öne eğdi. Yüzüme bu kadar rahat gülümsemesi içimi huzursuz etti.

Hiç bir tepki vermeden yüzüne baktım. Gözlerim kısıldı. Burnu ve yanakları kızarmıştı ve yüzüne birkaç saç teli yapışmıştı. Kırmızı dudakları ve bembeyaz dişleri yağan yağmura rağmen güneş misali doğmuştu mezarlığa. Garipti.

Bir gülüşün böylesi bir etkiye sahip olması...

Ceketi giyindiğinde onun üzerinde çuval gibi durmuş olması neredeyse kıvrılmasına neden olacaktı dudaklarımın.

Islak bir kelebek gibiydi.

İna bir kez daha bakmadan arabaya bindim. Kılıç'ta geliyordu arabaya doğru.

Kadına her ne kadar bakmak istemesem de gözlerim yine değdi gözlerine. Bu yüzü sanki daha önce görmüş gibi hissettim.

Yabancı değildi aksine tanıdık, çok tanıdık biri gibiydi.

İki eliyle de sıkı sıkı tutunmuştu cekete ve bana bakıyordu. Derin bir nefes aldım fakat aldığım nefes ciğerlerime yetmedi. Camı açtım, elimi camdan aşağıya sarkıttım. Neyse ki ellerimde siyah eldivenlerim vardı. Kadının gözleri elime takıldı. Gülümseyen yüzü silikleşti. Neden eldiven takmış olduğumu düşündüğünü biliyordum.

Kılıç şoför koltuğuna oturduğunda bana baktı.

"Gidelim mi?"

Başımı salladım onaylayarak. Araba çalıştığında kadın arkamızda kaldı.

Başımı yavaşça koltuğun arkasına yasladım ve derin bir nefes aldım.

Kılıç'ın bakışları hâlâ üzerimdeydi.

"Söyle." Dedim rahatlaması için.

"Neyi?"

"Söylememek için çırpındıklarını."

"O kadını tanıyor musun?" Dedi sesindeki gerginlikle.

Baygın bakışlarımı ona çevirdim.

"Tanıyorum ya da tanımıyorum ne fark eder?"

Ciddiyetle yüzüme baktı. Kılıç'ın ciddi olduğu nadir anlar vardı fakat bu durumda ciddi değil de benimle dalga geçip saatlerce gülmesi gerekiyordu.

Ne de olsa dünya yansa sigara yakıp da izleyecek adam, bir kadın üşümesin diye ceketini vermişti.

"Çok şey fark eder." Dedi mırıldanarak.

Kaşlarım refleksle çatıldı. "Neyin var Kılıç? Bana dürüst ol."

Bana dönüp gülümsemeye çalıştı ama yüzünde eğreti duran bu yalancı gülüş gözlerimi kısmama neden oldu. "Bir şey yok." Dedi. "Sadece bu kalp ameliyatı için gerginim."

Ona inanmasam da başımı salladım. "Gerginliğe gerek yok. Kardeşim yaşayacak."

"Nereye gidiyoruz?" Dedi yola dönüp.

"Darian."

"Neden ceketini verdin? Ben de verebilirdim?" Dediğinde bakışlarımı ona çevirmeden yağan yağmuru izledim.

"Ne diye eşeliyorsun Kılıç?"

"Nedeni belli değil mi Ateşin Varisi?"

Gözlerim hışımla ona döndüğünde sinir hücrelerim patlamaya hazırdı. "Kes sesini."

Böyleydim işte öfkem patlamaya hazır bir bomba gibiydi ve ben bile kestiremiyordum hangi ara patlayacağını.

Yüzüme bakmaktan vazgeçti. Gülümsediğinde bunun sinirle verdiği bir tepki olduğunu anladım.

"Kılıç kafanı sikmeden bırak kurmayı." Dedim hırlarcasına.

Bana cevap vermedi ve yol boyu bir daha tek kelime etmeden Darian'nın malikanesine vardık.

Burası dört katlı bir eğlence merkeziydi. En azından böyle görünüyordu.

Etrafı onlarca korumalarla kaplı ve zırhlı araçlarla çevriliydi.

Buraya normal ve başıboş insanlar giremezdi. Onlar şans eseri girdiklerini sansalar bile Darian Emrick her birini araştırıp özel olarak kabul ederdi.

İçeri girmeden önce kapıda duran görevli selam verdiğinde tek gözümü kırptım selamına karşılık. Lüks mekanın içi her zamankinden daha kalabalıktı.

Herkesin gözleri üzerime çevrildiğinde şarkı sesi kısılmıştı.

Sessiz bir baş selamıyla eğlencelerine devam etmeleri için onay verdim. Çığlık sesleriyle şarkı sesi aynı anda yükseldi. Her ne kadar burası Darian'nın olsa da en az onun kadar değer ve saygı görürdüm.

Bu her zaman onun sinirlerini bozmaya yetiyordu çünkü onun için otorite her şeydi. Bulunduğu yerin kontrolü sadece onda olmak zorundaydı. Başka birisi bunu almaya yeltenirse işte o zaman ne olacağını ben bile kestirmekte zorlanırdım.

İlk zemin kat yalnızca eğlence ve dans yeriydi. Burada asla müstehcen hareketlerde bulunulamazdı. Darian bunu fark ettiği an en ağır şekilde kişiyi rezil edip gönderirdi. Katı kurallarının dışına çıkılması onun için katlanılamazdı çünkü dediğim gibi otorite onun her şeyidir.

İkinci kat ikili münasebetlerin daha rahat olduğu bir yerdi.

Üçüncü kat Darian Emrick'e aitti. O da orada hallederdi işlerini.

Dördüncü kat ise toplantıların yapıldığı, işlerin görüşüldüğü yerdi.

Buranın birde depo alanı vardı. Yerin altı. Ne kadar nefret etsemde Darian uyuşturucu üretimi yapıyordu orada. Ülkesinde satmıyor olsa bile gönderdiği yerde de insanlar zehirleniyordu.

Kılıç'a baktığımda ellerini cebine yerleştirmiş ve ifadesiz suratıyla öylece etrafa bakıyordu.

"Sen burada kal." dediğim de itiraz etmesine izin vermeden başımı iki yana salladım.

Hızlı adımlarla ilerledim dördüncü kata doğru.

Gelen giden herkes bana selam veriyor bende onların selamlarına sessizce karşılık veriyordum.

Darian'nın odasına kapıyı çalmadan daldım.

Onu büyük camın önünde manzarayı izlerken gördüm.

Manzara dediğime bakmayın. Burası ıssız bir ormanın derinliklerindeydi.

Kapıyı arkamdan kapattım ve içeride yürümeye başladım.

Başını bana çevirmeden "Gel Efken." Dedi boriton sesiyle.

Gözlerimi devirdim Pamira'dan öğrendiğim kadarıyla. Ne zaman ağzımdan sinirine dokunan bir söz çıksa gözlerini devirirdi-ki bu her saat hatta her saniye olurdu.- Korkuyordum artık gözleri beynin arkasına kaçacaktı diye.

"Sikimsonik hareketlerinden vazgeç. Gelmiştim zaten."

Bana döndü yavaşça. "Hiç değişmeyeceksin değil mi?" Dedi başını iki yana sallayarak. "Senin yanında bir beyefendi olarak durmak çok zor." Güldü alayla. "Sahi neden içinde ki o sokak çocuğunu susturmayı denemiyorsun?"

Çalışma masasına ilerledim ve masanın üzerinde duran cırcır mıknatısı elime aldım. Onu umursadığım pek söylenemezdi.

"Hâlâ saklıyorsun." Dedim ikisini ellerimde çevirip oynayarak. "Geçmişi görmek canını yakmıyor mu?"

Yanıma ne ara geldiğini bilmiyordum fakat elimdeki mıknatısı aniden eline alıp cebine yerleştirdi.

"Basit bir alışkanlık."

"Buraya neden geldiğimi merak etmiyor musun?" Dedim masanın önünden çekilip büyük kitaplığa doğru yürüdüm.

Gözlerim kitaplıkta gezindi.

"Neden geldiğini biliyorum." Dedi derince verdiği nefesle birlikte.

Elime Fernando Pessoa'nın eseri olan Huzursuzluğun Kitabı'nı aldım.

Üniversite yıllarında bir genç kızın elinde görmüştüm bu kitabı. Kitabın arasında duran yüzlerce post-it dikkatimi çekmişti. Kızın, elindeki renkli kalemlerle sürekli kitabın üzerine bir şeyler çizmesiyle kitabı merak etmiş, almaya karar vermiştim. Aldığım günün gecesi yirmi üç yıllık hayatımda ilk defa bir geceyi boğulmadan, yanmadan geçirmiştim. O kız bunu hiç bilmese de ona minnettardım.

Öylesine bir kitap değildi tıpkı öylesine bir adam olmadığım gibi.

"Kalbi buldun." Dediğinde kitabın sayfalarını çevirmeye başladım.

"Pek sevinmişe benzemiyorsun?"

"O bu dünyaya alışık değil." Gergin sesiyle devam etti. "Yaşamak sandığı kadar güzel değil."

"Hayat, bir başkasının karman çorman ettiği bir yumaktır. Yerde yuvarlarsanız, sonuna kadar açarsanız ya da özenle sararsanız bir anlam kazanır. Ama kendi halindeyken, özgün düğümleri olmayan bir mesele, merkezi olmayan bir karmaşadır." Dedim kitaptan bir alıntıyı söyleyerek. Kitabı eski yerine koydum ve karşısına geçtim.

"Öğrenecek. Ya bu yumağı anlamlı hale getirecek ya da öylece karmakarışıklaşacak. Yaşamayı yeni yürümeye başlayan bir bebek gibi öğrenecek." Gözleri bunun imkansızlığından bahsetti.

"Düştüğünde kaldırırım, ağladığında sakinleştiririm, endişelendiğinde rahatlatırım." Gözlerim gözlerinde çekilmeden kelimelerin üzerine bastırdım. "Ama öğretirim."

Yüzünde bir tebessüm oluştu. Kırıktı.

Yıllardır ögretileni yaptım. Görmezden geldim kırıkları.

"O kalbin bulunmasıyla bir ilgin var mı?" Dedim konuyu değiştirip.

Bana bakmaktan vazgeçti ve kitaplıktan az önce aldığım kitabı aldı. Sayfaları sakinlikle çevirdi.

"Hayat tehâyül edebildiğimiz kadardır." Dedi o da kitaptan bir söz alıntılayarak.

"İyi biri olabileceğimi mi hayal ediyorsun Ateş?" Dedi açıklayarak ne demek istediğini. Lakabım; Ateşin Varisi'ydi fakat Darian bana Ateş demekten vazgeçmiyordu. Nedenini ne ben sormuştum ne de o söylemişti. Belki de ailesini aldığını sandığı ateşi bana benzetiyordu. Fakat yanıldığı nokta şu ki; Ailesini ben almamıştım, o bırakmıştı.

"İyi biri nasıl olunur bilmiyorum Kesik."

"Öyleyse kardeşine bak. Sen hayatı ona öğretirken, o da sana nasıl iyi biri olunabileceğini anlatsın."

"İyi bir olamayacak kadar karanlığız artık." dedim çenemle onu da göstererek ve titremeye başlayan ellerimi pantolonumun cebine yerleştirdim.

"Sen iyi biri olmaya fazla yakınsın." Dedi gülerek. Bir ima vardı sesinde.

"Dolandırma lafı. Neyden bahsediyorsun?" dedim sinirlenerek. Bugün hap almayı unutmuştum ve her şeye sinirlenip yakabilecek durumdaydım. Alnım terlemeye başlamış, nefes alışverişlerim kontrolümden çıkmıştı.

Arkasına döndü ve gülümseyerek konuştu. "Tanımadığın bir kadının üşümesini istemeyecek kadar iyi olmaya yakınsın diyorum." Çalışma masasının altında bulunan çekmeceyi açtı ve içinden çıkardığı hapla yanıma geldi. Gözlerim artık yuvalarından fırlayacak gibiydi.

Hapı elime bıraktı. Masanın üzerinde duran su bardağına sürahideki suyu doldurdu.

Bu sakinleştirici ilaçlarımdandı fakat o neden yanında bulunduruyordu?

"Eyvallah." dedim ve hapı susuz yuttum.

Alayla gülümsedi. "Bu hapların sana faydası sadece anlık."

"Anlıkta olsa işe yarıyor."

"Kafes dövüşüne gittin mi?" Dedi ve bir sigara yaktı.

"Kadına ceket verdiğimi biliyorsan bunu da biliyorsundur."

Sustu.

"Kalp bulundu." Dedim ve bunu binlerce kez tekrar etmek istedim. Çünkü hayatta duyduğum en güzel şeydi bu.

"Tebrikler." Dedi sigarasından aldığı nefesle. Hayat sikinde değilmiş gibi davranıyor olsa da onu tanıyordum. Belki de benden çok o sevinmişti kalbin bulunmasına.

"Onunla konuşmak istemiyor musun?"

Gözlerimin içine şüpheyle baktı. "Konuşmam gerekmiyor." Bunu ona ilk defa söylediğim için meraklanmıştı.

"Kendini Pamira'dan daha fazla saklayamazsın. Her gün seninle konuşmanın hayalini kuruyor." Sesli bir nefes verdim. "Bencillik etmeyi bırak. Kardeşin yaşamaya başladığında yanında görmek isteyeceğini tek kişi sensin. Yıllardır bunun hayalini kuruyor."

"Ona öldüğümü söylemiş olsaydın böyle saçma hayallerle kendini avutmazdı!" Diye bağırdı sonunda haykırırcasına.

Onu uzun süredir yaşama belirtisi gösterirken görmemiştim ve neredeyse bu hali kahkaha atmama sebep olacaktı. Darian ancak hissetmeye başladığında öfkelenirdi. Onun dışında ya hep sessiz, alaycı ya da kibarlaşmaya çalışan bir adamdı.

İfadesizce gözlerine baktım.

"Onunla karşılaşmayacağız Efken." Gözlerini yumdu ve sık sık derin nefesler alıp verdi. Sakinleşmeye çalıştı. "Onunla aynı karede olmayı bırak gözleri bir kere bile gözlerime değmeyecek."

"O senin kız kardeşin Darian." Dedim bu gerçeği kavraması için üstüne basa basa.

"Değil!"

"Annen hayatta."

"Öldü." dedi başını iki yana sallayarak. Gözleri boşluğa daldı. Elinde duran sigarası yere düştü. Eğilip hemen sigarayı aldım ve parmak uçlarımla söndürüp çöpe attım.

"Ölmedi. O yangında ölen tek şey senin çocukluğun."

Gözlerimin içine baktı ve konuştu.

"Herkes öldü Ateş." Yutkundu. "Ateş, öldürdü onları."

Sustum ve öylece onu izledim. O yangından sonra bir daha kendine gelemeyen Darian'nı izledim.

Pamira'nın bir diğer abisi oydu. Annelerimiz ayrıydı. Pamira onun öz benim üvey kardeşimdi. Ama bu asla mühim değildi bizim için. O benimde öz kardeşimdi.

Darian ve Pamira'nın annesi yaşıyordu.

Fakat yaşamak kelimesinden öylesine uzaktı ki, o hayatta demek çok zordu. Kocasını ve oğlunu aynı anda kaybetmişti. Kızı ise kaybolmanın eşiğinde olmalıydı onun için.

Önceden hep gülümseyen, şen kahkahalar atan kadın şimdilerde etrafta öfkeyle, acıyla dolaşıyordu.

"Sende iyi biliyorsun ölmediğini ama ölmüş olduğunu sanmak kolayına geliyor."

Yanıma hızla geldi ve yumruğunu suratıma geçirdi. "Bir bok bildiğin yok senin!"

Başımı sol tarafıma düştüğünde gözlerimi kaldırıp yüzüne baktım.

"Vurduğun benim Darian, gerçekler değil." Dedim ve bu defa yüzüne yumruğu ben geçirdim.

"Senin mantıklı sandığın o yolun mayınlı olduğundan haberin yok!" Öfkeden delirerek bir yumruk daha attı bana.

"Ne?" Dedim geriye çekilip sakinleşmeye çalışarak.

"Siktir git Ateş." Dudağındaki kanı baş parmağıyla sildi. Gözlerini kaldırıp bana baktı. "Bir daha da gelme."

Ağızımı açıp cevap vereceğim sırada silah patlamaları kulağımıza ulaştı.

Darian'nın arkasında duran pencerenin camını bir mermi deldi geçti, cam tuzla buz olurken Darian'ı kolundan tutup yanıma çektim.

Darian'nın yüzü gerilirken ikimizde aynı anda belimizden silahları çekip birbirimize baktık.

"Sikip giden başkaları olacak sanırım." Dedim alayla.

Temkinli adımlarla cama doğru ilerledim.

"Bu işin içinden de sen çıkarsan, öldürürüm seni."

Gözlerimi birkez daha devirdiğim sırada dağların arasında, bir ağacın kenarında hareketlik sezdim ve bir an bile düşünmeden ateş ettim. Bir bedenin hareketlendiğini ve yere yığıldığını gördüm.

Gözlerimi çevirip yanımda bana bakan adama döndüm.

"Ben kaçak dövüşmem Kesik. Böyle küçük oyunlarla işim olmaz." Dediğimde gülümsedi ve silahı doğrulttuğu yere bir gözünü kapatarak ateş etti. Biri daha yere yığıldı. "İyi bilirim." Dedi ve piç piç gülümsemeye devam etti.

Camdan aşağıya baktığımda etrafta kimse yoktu fakat çatışma sesleri devam ediyordu. Hızlı adımlarla odadan çıktım ve aşağıya indim. Arkamdan Darian'da geliyordu.

Gördüğüm manzarayla son basamakta durmak zorunda kaldım. Etraf kan gölüne dönmüştü. Daha demin eğlenceyle dans eden herkes yerde cansız bedenleriyle uzanıyordu.

Gözlerim Kesik'e dödüğünde dişlerimi sıktım. "Dua et, Kılıç nefes alıyor olsun. Dua et."

Bir şey demesine fırsat vermeden etrafta gözlerimi gezdirdim. Hayır, yerde yatan hiç kimse Kılıç değildi. Derin bir nefes verdim ve çıkışa yürüdüm. "Ben yukarıya bakacağım. Orada olabilir." dedi Kesik.

Kılıç, bana can bağının gerçek olduğunu kanıtlayan kişiydi. Kardeşimdi.

Sekiz yaşımdan itibaren onun yüzünü hep görmüştüm.

Her atacağı adımı, atmayı düşündüğü adımı ezbere bilirim.

Her attığım adımı, atmayı düşündüğüm adımı ezbere bilirdi.

Dışarıya çıktığımda arabanın orada olmadığını fark ettim.

Telefonumu çıkarıp Kılıç'ı aradım.

Çaldı, çaldı, çaldı. Ve sonunda açtı.

"Neredesin?" Dedim gür sesimle bağırıp.

"Efken," Sesi tedirgindi.

"Kılıç iyi olduğunu söyle." Dedim dişlerimin arasından. Parmaklarımın arasındaki telefonu kıracak kadar sıkı kavramıştım.

"Pamira zehirlenmiş, ameliyata alınmış fakat saatlerdir onu bulamıyorum."

Öyle bir ağırlık bıraktı ki katran karası yüreğime bu cümle, öyle bir yumru oluştu ki boğazımda, elimde duran telefonun kırılma sesi kulaklarıma ulaştı.

Yanıma hangi ara geldiğini anlayamadığım Darian telefonu elimden alıp çamurlu yere attı. Cebinden çıkarttığı telefonunu da düşünmeden verdi bana.

"Kötü bir haber aldın." Yutkundum. Donuk yüzümle yüzüne baktım.

"Ama Kılıç'tan değil." Başını salladı. Pamira'dan almıştım. Anladı.

Ağzımı açıp ona Pamira'nın zehirlendiğini ve kaybolduğunu söyleyecekken elini havaya kaldırdı ve gözlerini sıkıca yumdu.

"Sus ve gitmen gereken yere git." Cebinden çıkardığı araba anahtarını uzattığında düşünmeden aldım. Ağzımın içinde bir küfür yuvarlandı. O da seziyordu, Pamira'ya bir şey olduğunu ama her zamanki gibi kaçıyordu.

Arabaya atlayıp hastaneye ulaştığımda kapıdaki kalabalık dikkatimi çekti ama hızla Pamira'nın olduğu odanın önüne geldim. İçeri girdiğimde Kılıç'ın yatağın üzerine oturmuş omuzları düşük bir halde gördüm.

Elinde duran sigarayı gördüğümde öyle bir öfkeyle sarsıldım ki ne ara yanına gidip yumruğu yüzüne yapıştırdım bilmiyorum.

"Pamira'nın odasında sigara içmeye nasıl cesaret edersin!"

Yere düştü, yüzünü kaldırıp da gözlerimin içine bakmadı.

Öfkemin beni boğmasına izin vermedim. Elimle yüzümü sıvazladım. "Pamira nerede?" Dedim fakat cevap vermedi. Derin bir nefes aldım. "Ameliyattan henüz çıkmadı mı?"

Cevapsız kaldı yeniden.

"Senin belanı sikmeyi bilirdim de Pamira'ya dua et!" diye sinirle bağırıp odadan çıktım.

Ameliyathanenin önüne öyle çevik adımlarla gittim ki sanki yer yerinden sallandı. O soğuk kapıya yumruklarımı geçirdim. Öfkemin nefesimi kestiğini hissediyordum.

Cam çatladı, kırıklar yere döküldü. Bir yumruk daha savuracakken bir el bileğimi tutu.

Yumuşak doku tenime değdiğinde arkamı bile dönmeden bileğimi kurtardım ve uzaklaştım oradan.

Arkamdan tanıdık bir kadın sesi bağırdı. "Yaran kanıyor."

Bu iki cümle neden derin bir yere dokunmuş gibi hissettirdi bilmiyorum.

Sanki yara dediği yer bedenimde değil, ruhumdaydı.

Duraksasam bile arkamı dönmemeye yemin etmiş gibi ilerledim tekrar.

Dışarı çıkıp Kılıç'ı aradım.

"Adamları toparla." Dedim ve telefonu kapattım.

Aniden karşıma çıkan Züleyha Hanımla duraksadım. Ağlamaktan beyazı kırmızıya dönen gözleri benimle buluştuğunda nefretle baktı yüzüme.

"Koruyamadın onu!" Diye bağırdı yüzüme doğru. "Hiç bir işi doğru yapamadığın gibi bunu da mahvettin!" Omuzlarımdan ittirse de milim kıpırdamadan bekledim öfkesini kusmasını. "Seni her pisliğine rağmen seven tek kişiye de sahip çıkamadın!"

Yutkunmak zor geldi.

O yinede devam etti içi çıkarcasına bağırmaya. "Tıpkı baban gibi iğrenç bir adamsın sen! Ailesini düşünmeyen iğrenç bir adam!"

Nefesim kesildi. Canımı söküp alsaydı böyle acımazdı. "Keşke sende onun gibi yok olsaydın!" Tam elini kaldırıp yüzüme tokadını savuracakken Kılıç araya girdi. Havada duran eli bileğinden yakaladı.

Uzun zamandır bizi dinlediğini biliyordum.

"Yenge dur artık!" Dedi. "Birini suçlayacaksan bu kişi Efken değil."

Yanlarından sessiz adımlarla ayrıldım.

Söylediği her cümle beynimin içinde yankılandı. Fısıltıların şiddeti çığlığa dönüştü.

Belki de haklıydı.

Hemen hastanenin mobese kayıtlarına bakmak için alt kata indim.

İçeride koltuğun üzerinde uyuklayan adamı gördüğümde yakasından tutup duvara fırlattım.

Adam korkuyla bağırdığında tekme savurdum bacaklarına ve yere düştü.

"N'oluyor lan?"

"Burayı yatak odası gibi kullanmasaydın bilirdin itin dölü!" Yakasından tuttuğum gibi kapının önüne attım.

Kapıyı da kilitledim ve bilgisayarların önüne oturdum.

Kapıya birkaç defa vurdu. Hayır belasını sikecektim en sonunda o olacaktı. "O elini bir yerlerinde montelemeden siktir git!"

Sonunda ses kesildi.

Dikkatle kayıtlara odaklandım.

Odanın önünden yalnızca doktorlar geçiyor birkaç dakikanın sonunda odadan çıkıyorlardı.

Odaya en son otuzlarında daha önce hiç görmediğim bir kadın girdi. Yüzünde cerrahi bir maske vardı, saçlarında beyaz bir bone, ellerinde eldiven. Yalnızca gözleri gorünüyordu. Tedirgince sağına soluna baktı. Önünden ilerleyen sepete dikkatle baktım. İçinde ağır bir şeyler olmalıydı çünkü kadın ittirmekte zorlanıyor gibiydi.

Telefonu çıkartıp kadını çektim.

Her şey olağan akışındaymış gibi ilerlerken aniden elektrikler kesildi.

Kalp atışlarım kulaklarımda patladı.

Makinelere bağlıydı Pamira. Elektrik olmadan yaşayamaz, nefes bile alamazdı.

Kamera kayıtlarının elektrik akışının olduğu yerde olmadığını biliyordum.

Öfkeyle bağırıp elimi masaya geçirdim ve hızla odadan çıkıp hastanenin dışına ilerledim.

Dışarıda tüm adamları sıralı bir şekilde dizilmiş gördüm. Kılıç önlerinde durmuş bir şeyler söylüyordu.

Beni gördüğünde yanımda durdu. Adamların hepsi özel eğitimlilerdi ve tüm zorluklarından üstesinden sağ çıkabilen insanlardı.

"Hastane çıkışı kayıtlara bakın, o saatlerde çıkan tüm ambulansları takip ettirin. Pamira elektrikler kesildiği an yaşayamaz, onu bulun." dedim boğazımdaki yumruya rağmen. Bunu söylemek hiç kolay olmasa da ben alışkındım. Alışkındım, gün bitmeden tüm heveslerimin kursağımda kalmasından. Alışkındım, umutlarımın bir paçavraymışcasına kursağımda, çöp yığını gibi birikmesine. Alışkındım boğazıma kadar acıyla dolmaya.

"Hastane mutfağıyla ilgilenen tüm çalışanları sorgulayın. Zehirlenmiş."

Yarım bir kalple bunları kaldıramazdı. Kaldıramazdı.

Adamların hepsi başıyla onaylıyordu.

Birkaç şey daha söyledikten sonra herkes işinin başına döndü. Kılıç yanımdaydı. Elini omuzuma koydu. "Affet beni kardeşim. Affet."

Gözlerim gözlerine takıldı. Bana değil yere bakıyordu. "Neyi affedeyim Kılıç?" dedim sert sesimle.

Yutkundu, yüzüme baktı, "Affet." dedi tekrar ve ekledi. "Onu koruyamadım." Arkasını dönüp gitti.

Derince bir nefes verip alnımı sıvazladım. Telefonu cebimden çıkarttığım gibi bir arama düştü ekrana.

"A."

Armayı onayladığımda ses çıkartmadan telefonu kulağıma götürüdüm.

Bir kadın sesi telaşla konuşmaya başladı.

"Darian! Bana yardım etmelisin!"

Sustum ve bunun kim olduğunu düşünmeye başladım. Darian'nın sevgilisi olamazdı çünkü ben kendimi bildim bileli kadınlara karşı hep bir mesafesi vardı. Arkadaşı olabilir miydi diye düşünecekken kadın konuştu.

"Lanet olsun Darian! Kardeşim kaçırıldı! Onu koruyacağına söz vermiştin!" diye bağırdığında kaşlarım çatıldı.

Bu kadın kimdi ve kardeşi neden kaçırılıyordu? Hem de benim kardeşimin kaçırıldığı zamanla eşdeğer?

"Sana en başından beri güvenmemem gerekirdi değil mi?! Yalancının tekisin!" dediğinde telefonu kapatacağını anladım.

"Konum at." Dediğimde kapattı.

Kadın benim Darian olmadığımı anlayacak halde olmadığı için konumu atacağından emindim. Ki telefondan gelen mesaj sesiyle bu düşüncem doğrulandı. Darian'nın arabasına binip gelen konuma gittim.

Geldiğim yer iki katlı bahçeli bir evdi. Kapıyı çaldığımda genç bir kadın açtı kapıyı. Onu daha önce görüp görmediğimi sorgulamaya gerek yoktu zira bu kadın herkesin tanıdığı ünlü psikolog Meva Talay'dı. Bu kadın Pamira ile de konuşurdu ve bu çoğu zaman Pamira'ya iyi gelirdi.

Beni gördüğünde önce şaşırdı, sonra korktu ve geriye doğru adımlar attı. Bu kadının Darian ile bağlantısı neydi? Pamira olamazdı, onun ismini duymaya tahammülü bile yoktu.

İçeri girip kapıyı arkamdan sertçe kapattım. Kadın dolu gözleriyle konuştu. "Yalvarırım sessiz ol kardeşim içeride uyuyor."

"Kaç kardeşin var senin?"

"İki."

Gözlerim evi tararken salona doğru ilerledim. Sıcak bir havası vardı evin. Her renk mevcuttu ve uyumsuzdu. Yanan şöminenin önünde durdum. Ellerimi cebime yerleştirdim.

Meva Talay'ın çekingen adımları yanımda durdu. Bana bakıyordu. Hayır, yarama bakıyordu.

"Çek bakışlarını." Dedim dişlerimin arasından yanan ateşi izlerken.

Dediğimi yaptı ve koltuğa geçip oturdu. Bir süre sustuktan sonra ona döndüm.

"Sormadan anlatmaya başlasan iyi edersin."

"Anlatacak bir şeyi-"

Elimi kaldırıp sözünü kestim. "Bu palavraları bırak. Beni öfkeli görmek isteyeceğini sanmıyorum."

Sigara paketimi çıkartıp bir dal çıkarttım. Kadına baktığımda elini saçlarına götürüp savurduğunu ve derin bir nefes verdiğini gördüm. Stresliydi, bacaklarını durmadan sallıyordu. Korkuyordu, gözbebeği durmadan büyüyordu. Öfkeliydi, kaşları aklından geçenlerle çatlıyordu.

Sigaramın ucunu ateşledim ve bir duman çektim.

"Konuş."

"Darian ile ünversiteden beri arkadaştık." dediğinde kaşlarım havalandı. Bana yalan söylemeye cürret edecek kadar salak olamazdı değil mi?

"Hangi üniversiteymiş o?" dedim alayla.

Bir süre yüzüme baktıktan sonra gözlerini kaçırıp, "Oxford." dediğinde içtiğim sigarayı dudaklarımdan ayırdım, yanına oturdum. Bileğini elimle sertçe tuttum. Elleri titriyordu.

Sigarının ucunu hafifçe nabzının attığı yere değdirdiğimde bileğini kurtarmaya çalıştı. "Eğer bir yalanını daha yakalarsam sigaraları nabzının üzerinde söndürmekten çekinmem." dedim ve bileğini ittirerek bıraktım. Çoktan sigarayı üzerinde bastırmış olmam gerekirdi oysa.

Nedensizce kadının üzerinde sigarayı söndürmek istemedim. Belki de ikimiz de kardeşinin kaçırılmış olması onunla empati yapmaya sürüklemişti beni. Belki de Pamira'nın psikoloğu olmasından dolayıydı. Belki de o izi her gördüğünde beni hatırlamasın diye. Bilmiyorum.

Ayağa kalkıp tekrar şöminenin yanına gittim fakat yüzüm ona dönüktü.

Eliyle bileğini ovalarken yüzüme baktı. Artık gözlerinde yalnızca öfke ve hırs vardı. Bu kadar kolay rol değiştiriyor olması kaşlarımı çatmama neden olmuştu. O gerçekten iyi bir oyuncuydu.

"Dışarı." dediğinde artık oyununu bitirmeye kararlı olduğunu anladım ve arkasından ilerledim.

Bahçenin arka tarafına geldiğimizde belinden silahı çıkartıp doğrultması an meselesi oldu. Ellerimi cebime yerleştirdim ve "Göstermeye çalıştığın saf biri olmadığını hep seziyordum." dedim.

"Göstermemek için uğraştığın insan yönünün olduğunu ben de hep seziyordum." dedi namluyu göğsüme yaslayıp.

Neredeyse gülecektim. Neredeyse...

"Anlat."

"Silahım göğsündeyken bu kadar rahat olman garip." dediğinde ani bir manevrayla silahı aldım ve göğsüne ben dayadım. Gizleyemediği gerçek bir şaşkınlıkla suratıma bakarken "Özel eğitim. Çözmeye çalışma." dedim silahı nasıl aldığımı sorguladığını bilerek.

"Beni öldürmeyeceksin." dedi kendinden emin bir şekilde.

Boşta kalan elimle cebimden çıkarttığım naneli sakızı ağzıma attım. Sigaranın ağzımda bıraktığı o iğrenç tattan nefret ediyordum. Dışarıdan belli olamayacak kadar hafif çiğnemeye başladım.

"Öldürmem gerekirse bir saniye bile düşünmeyeceğimi biliyorsundur." dedim.

Silahı elimden almak için hareket ettiğinde namluyu bu defa şakağına yasladım.

"Birini öldürmek istersem çürük kalbinden değil küçük beyninden vururum." dedim ciddileşerek. Vaktim kalmamıştı, Pamira'yı bulmam gerekiyordu.

"Ya şimdi her şeyi apaçık söylersin ve kurtulursun ya da ben kendi imkanlarımla öğrenirim ve ölürsün." dediğimde ona tamamen ikinci bir şans veriyordum. Kullanıp kullanmamak ona kalmıştı.

Başını onaylayarak salladığında namluyu kafasından çektim.

"Ben normal, sıradan bir psikolog değilim." Gözlerine gurur bulaştı fakat tedirginliği silinmemişti.

"Ben özel suikastçı Aren Lerzan Kamer."

Dediğinde bu ismi daha önce babamın ağzından duyduğumu hatırladım.

Aren Lerzan Kamer'i ağır bir eğitime tabii tutun. Sağ kalırsa özel olarak ilgilenin.

Gözlerim gözlerinde takılı kaldığında "Karan Afil Mir." dedim babamın ismini sayıklayarak.

Yutkundu. "Baban beni yetiştirdi Ezel. Hatırladığına sevindim."

"Efken diyeceksin." Dedim dişlerimin arasından. Kimse bana bu isimle hitap edemezdi. Babam hariç.

"Babanı sana anlatmayacağım Efken. Onu en acı sen tanırsın fakat en iyi biz tanırız." Gözlerine bulaşan nefret bir zamanlar babasından intikam almak isteyen Efken'i hatırlatmıştı bana.

"Siz?"

"Ben ve Barlas Mir."

Darian'dan bahsediyordu. Darian nasıl kendini geçmişinden soyutlamışsa aynen isminden de kurtulmuştu.

Konuşmak zor geldi.

"Bir şekilde aramızda dost düşman bağı oluştu. Kahretsin ki ondan nefret ediyorum ama ona yardım etmek zorundayım."

"Kardeşim hasta." dedi ve gözlerine acı bulaştı. "Onun iyi olması gerekiyor, bunu sağlayacak tek kişi de Barlas."

Gözlerimi ovaladım. Kim bilir daha ne sırlar, ne kapalı kutular, ne karanlık gerçekler vardı ve ben bunların dışındaydım.

"Darian ne yapabilir?"

"Kardeşime hayat olabilir." dedi elinin tersiyle yaşını silerek. "Onun ihtiyacı olan iliği verebilir."

Bir süre gözlerine baktım. Kardeşine uyumlu olan ilik Darian'a aitse neden öncesinde bu yapılmadı?

"Darian'nın işlerini de sen yapıyorsun öyle mi?"

Başını salladı onaylayarak "Kardeşimi bulmam gerekiyor Efken." Yutkundu. "Git artık."

Elimde duran silahı önüne attım. "Kendi kardeşini kurtarmayan adamın sana yardım edeceğini düşünmen..." Kısa bir bakış attım ona. "Akılsızlık." dedim ve arkamı dönüp gittim. Darian hayatı boyunca geçmişten uzak durdu. Onu silmeye, yok etmeye çalıştı. Kardeşini, annesini gözünü dahi kırpmadan unuttu. Ona göre onun tek annesi benim annemdi. O da ölmüştü.

Arabaya bindiğimde Kılıç'ı aradım.

"İyi bir haber ver."

"İz yok." Dediğinde onu öldürmek istedim.

"Ya o izi bulun ya da yok olun."

Telefonu kapatıp eve sürdüm.

Eve çok sık gelip kalmazdım ama anlamsız bir dürtüyle gitmek istedim.

Pamira'nın nefes alıp verdiğini bilmek istiyordum. Dayanamıyordum. Yumruğumu direksiyona geçirdim. Onun iyi olması gerekiyordu, yaşaması gerekiyordu. Kalbi henüz yeni bulmuştuk ve ona daha bu haberi veremeden gidemezdi. Gidemezdi. Hayatında bir kere olsun gökyüzünü rahatça soluyabilmeliydi. Hayran kaldığı yıldızları bir kere izleyebilmeliydi. Doğan güneşe en parlak haliyle gülümsemeliydi. Korkmadan ağlayabilmeli, üzülmeli, çığlık atabilmeliydi.

Yaşayabilmeliydi. Bir kez olsun aldığı nefesi hissedebilmeliydi.

Beni bırakmamalıydı.

Beni benimle bırakmamalıydı.

Eve geldiğimde mutfağa gittim hızlıca. Dolaptan hapları çıkarttığımda bir bardak suyu hazır ettim. Siyah kabanı üstümden söküp atarcasına çıkarttım. Kazağın kollarını da sıvadıktan sonra derin bir nefes verdim.

Önce sakinleştirici ilacı aldım. Darian'nın verdiği ilaç bünyeme hafif geldiği için uzun süreli beni ayakta tutamamıştı. İğneli olanı da çıkartıp koluma sertçe batırıp enjekte ettim. Her mevsim kazak giymemin nedenlerinden biri de buydu. Bir çok çürük, morluk, veyanık vardı.

Yemek masasında duran beyaz zarfı gördüğümde elime aldım.

Üzerinde kırmızı bir kalemle Pamira'nın el yazısıyla yazılan yazıyı gördüm.

"Efken Ağabeyime." yazıyordu.

Zarfı açıp okumaya başladım. Kalbim aldığım sakinleştiricilerle bile hızlıca atmaktan vazgeçmedi.

Abiciğim eğer şuan bu mektubu okuyorsan ben çoktan uzaklarda bir yerde gülerek gökyüzünü seyrediyorumdur. Evet, doğru okuyorsun abi. Gökyüzünü izleyebiliyorum. Soğuk tavana asılı olan gökyüzünü değil sonsuz olan gökyüzünü, ulaşılamayan, dokunulamayan.

Kalbi buldum demektir bu abi! Bir kalbim var ve bunu hissedebiliyorum demektir bu!

Bunu yazıyorum çünkü nefes aldığımı bilmeni istiyorum. Gerçek bir nefes.

Sende nefes al. Gerçek bir nefes.

Geçmişin iplerini boynuna dolamaktan vazgeç. O ipe beni gördükçe düğüm attığını biliyorum ve gidiyorum.

Üzülerek değil, kahkahalarla!

Sana oynadığım zehirlenme numarası için affet ama yapmak zorundaydım. O ameliyat masasında bana kalp takıldı abi.

Beni bulmaya çalışma. Ben vazgeçtim senden. Sende vazgeç benden. Önce geçmişin yakasını, sonra da benim yakamı bırak.

Ben iyiyim. Senin yanında olduğumdan daha iyiyim.

Beni bırakmıştı.

Beni benimle bırakmıştı.

Her satırı onlarca, yüzlerce, binlerce kez okudum. Ezberledim. Beynimin de, kartlaşmış kalbimin de her köşesine kazıdım. Yine de sevinmiştim. Yaşıyordu ve kalbi vardı artık. Sevindim ama içimde acıyan yeri uyuşturmaya yetmedi bu. Sevindim ama ateşimin sönmesine yetmedi bu. Elbette sevinmiştim ama...

Ama'ların sonu yoktu, bu acının da sonunun olmadığı gibi.

Hissettiklerimden en ağır basanı belki de hayal kırıklığıydı. Kalbi bulduğum da ona nasıl söyleyebileceğimi hayal etmiştim her defasında. Boynuma sarılıyordu, heyecandan yerinde duramıyordu, bana beni çok sevdiğini bağırarak söylüyordu fakat sonu her ne şekilde olursa olsun mutlu bitiyordu.

Tüm hayallerimin onun tarafından enkaza uğrayacağını düşünemedim. Onun için kurduğum hayallerin başıma yıkılacağını düşünemedim. Düşünememiştim işte onun tarafından da yarı yolda bırakılacağımı. O yolun bitmesine son bir adım kaldığında beni terk edebileceğini hiç düşünememiştim. Aptaldım, çünkü yine inanmayı seçmiştim.

Dizlerim güçsüzleşti. Duvarın dibine çöktüm. İlk yere düşüşüm değildi fakat en sert ve en acıtanı buydu annemin gidişinden sonra.

Gözüm canımı en çok acıtan satırda durdu.

Ben vazgeçtim senden. Sende vazgeç benden. Önce geçmişin yakasını, sonra da benim yakamı bırak.

"Vazgeçtin benden." dedim fısıldayarak. "Zaten vazgeçemeyeceğini düşünmek saçmalıktı. Sen Darian'nın kardeşiydin, tıpkı onun gibi elbette beni kimsesiz bırakacaktın."

Mektubu ellerimde buruşturdum. Çok al ama hani beni seven tek kişi oydu?

Başımı duvara vurdum. "Aptal."

Üst üste başımı duvara vurdum ama kendime bunu söylemekten hiç vazgeçmedim. "Aptal."

Başımdan akan kanların yere düştüğünde çıkarttığı sesi dinledim.

Artık o yoktu. Bunu alışmak zaman alacaktı.

***

 

Yorumlarınızı alabilir miyim?

 

İyilikle kalın.

Loading...
0%