Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4-) Donuk Ruhlar

@hewininyoluu

Dikkatsizce düşürülmüş bir kürek gibi ruhumu kaybettim.

-Fernando Pessoa-

05.03.1989

Karan Afil Mir her zamanki sessizliğiyle pahalı purosunu bahçede tüttürürken odalarına çekilmiş ev halkı korkuyla titriyordu. Her biri saniyeleri, dakikaları sayarken onun bağırışını ne zaman duyacaklarını hesap ediyorlardı.

Biri hariç.

Efken Ezel Mir.

Babasını gördüğü an ayakta dikilmiş, donuk bir vaziyette kapıya bakıyordu. Minik elleri yumruk olmuştu fakat titriyordu hiç durmadan. İçinden tekrar ediyordu. "Aileme dokunmasın." diyordu. "N'olur aileme dokunmasın Allah'ım."

O küçük haliyle hem annesini hem de kardeşini korumak için babasının ona saldırmasını istiyordu. Annesi hamileydi, kardeşi henüz yedi yaşındaydı. Onlar için kendini feda etmeyi öğrenmişti erken yaşta.

Karan Bey yağan yağmurdan ıslanmaması için başında şemsiye tutan yakın korumasına baktı. Bu adam Kılıç Dumanlı'nın babası Altan Dumanlı'ydı.

"Bugün ev sence de fazla sessiz değil mi Altan?"

"Evet." dedi çünkü aksini söylemek mümkün değildi.

Biten purosunu parmak uçlarında söndürüp Altan Dumanlı'ya uzattı çöpe atması için.

Büyük ellerini birbirine sürttü. "Bugünkü kurban sence kim?"

"Oğlunuz Efken Bey olabilir efendim."

Karan Bey yüzüne eklediği bilmiş sırıtmayla "Neden?" diye sordu. Nedenini en iyi bilen oydu.

"Bilmiyorum fakat sizi ne zaman görse diğerleri gibi kaçmak yerine kapıda durup sizin gelmenizi bekliyor."

Karan Bey gülmeyi bıraktı. "O babasının oğlu. Cesareti de baş kaldırışı da benim olduğunun kanıtı."

İçinde açbeaç duran canavarın onu dürtmesiyle olduğu yerden adım adım uzaklaşırken arkasından bakan Altan Dumanlı şimdiden küçük çocuğa üzülmüştü. Onunda beş yaşlarında bir oğlu vardı fakat o onun saçlarına bile dokunmaya kıyamazdı. Böyle bir babanın çocuklarının olması onun için üzücüydü.

Karan Bey içeri girdiğinde oğlunu gördü. Gözlerinde duran korku onu biraz daha heveslendirmişti.

Siyah, rugan ayakkabılarıyla attığı her adım ve zeminde çıkarttığı her sinir bozucu ses Efken'nin biraz daha kasılmasına sebep oldu.

"Babanı her seferinde kapıda mı karşılayacaksın oğlum?"

Efken gözlerini sonuna kadar açmış yumruk olan ellerini açıp kapatarak babasının korkunç siyah gözlerine bakıyordu. Yumruklarını açıp kapatmak ona her zaman iyi gelirdi fakat şimdi iyi gelmiyordu.

Karan Bey büyük elini çocuğun küçük yüzüne yerleştirdi. "Seni cesaretin için seviyorum oğlum. Diğerleri gibi olsaydın..." dedi iğrenerek merdivenlerden yukarıya bakıp. "Beni büyük hayal kırıklığına uğratırdın."

Efken'nin kulakları onu duymuyordu. O kadar korkuyordu ki, babasının gözlerine bakmaktan başka bir şey yapamıyordu. Ne olurdu sanki bugünde onu cezalandırmasaydı?

Efken'i kolundan tutup evin aşağısında duran imza odasına sürükledi. Aşağıya doğru kıvrılan merdivenlerden inmeye başladılar.

"Söylesene Efken..." Karanlık ses tonu Efken'nin ruhana çarpan bir duvardı sanki."Sen onları korurken onlar neden seni korumuyor?"

Karan Bey bunu sanki çocukluğuna soruyor gibiydi. O da yaşattıklarının birebir aynısını yaşamıştı. O da annesini, ablasını korurken babasına boyun eğmişti. Onu korumak için kimsenin uğraşmadığını gördüğünde ise babası gibi karanlık olmayı seçmişti.

Efken susuyordu. Karan Bey o incecik kolu daha fazla sıktı iri elleriyle.

"Anlasana oğlum. Sen onlar için basit bir korumadan fazlası değilsin."

Merdivenden inmeye devam ederlerken hışımla başını oğluna çevirdi."Bir paçavradan farksızsın."

Karan Bey bunları hem oğluna hem de çocukluğuna bastıra bastıra söylerken Efken indiği her bir basamakta hızlanan kalp atışlarını daha fazla duymaya başlıyordu.

"Onlar benim ailem." dedi titreyen sesiyle.

"Onlar hiçbir zaman senin ailen değildi!" dedi büyük bir bağırışla. Artık yanında duran kişi oğlu değil çocukluğuydu. "Aile olsaydınız seni benim önüme bir köpek gibi atmazlardı!"

Çocuk başını iki yana salladı. Gözlerinden firar eden yaşlar dudaklarının arasına sızıyor, tuzlu bir tat geliyordu ağzına. Babasının dedikleri doğru değildi onun için çünkü annesi onu yanına çağırmasına rağmen o gitmemişti. Gidememişti.

"Çağırdılar beni..." Ağlamaklı sesiyle konuştu."Ben gitmedim."

Tahta kapının önünde durduklarında Karan Bey kahkaha attı. Korkunç kahkahası boş depoda yankıladı, Efken kulaklarını söküp atmak istedi.

"O canın anneciğin Barlas'ı koruyup kolladığı kadar eminim seni de koruyabilirdi." dedi alayla. "Ama seni korumak istemedi. Sence neden?"

Efken her ne kadar bu tuzağa düşmek istemese de kendini hep o kuyunun en dibinde buluyordu. Şüphe kuyusunda.

"Ben onlardan daha dayanıklıyım." Çenesini dik tuttu.

"Göreceğiz." dedi babası ve ayağıyla tahta kapıyı ittirdi.

Çıkan ses Efken'nin ruhundaki yaraların nakaratı gibiydi.

Efken'i önce beyaz hastane yatağına uzandırdı ardından yatağın köşesinde duran demir kelepçeleri el bileklerine ve ayak bileklerine taktı.

Efken'nin gözyaşları artık dur durak bilmiyordu. Masum yaşları beyaz örtüye düşüyor her seferinde ıslanıyordu.

"Ne yapacaksın bana?"

Karan Bey ellerine siyah eldivenlerini geçirdi özenle. Tezgahın üzerinde duran kesici alet takımını da sedyenin yanında duran komodinin üzerine koydu.

"Oyun oynayacağız oğlum korkma." dediğinde sesindeki tehlikeli tını hiç de iyi şeylerin habercisi değildi.

Ardından çelik kovayı alıp oğlunun başına geçirdi. Efken küçük bir hıçkırık kaçırdı dudaklarından. Artık şimdi her yer karanlıktı. Kelepçeli elleri beyaz örtüye tutundu sıkıca. Korku ona en yakın histi. Ensesinden hiç ayrılmazdı.

Karan Bey kapıda duran adamı çağırdı. "Gel bakalım Arslan." dedi ve yatağın yanında ki siyah deri koltuğa oturdu.

Yardımcısı Arslan Bey içeri girdiğinde bu görüntü ona hiçte yabancı değildi.

Tam Efken'in başında durdu adam. Elindeki su şişesinin kapağına küçük bir delik açtı Karan Bey. "Damla damla."

Adam şişeyi alıp çelik kovaya damlattı suyu.

İrkildi Efken. Gelen her bir damla sesi beyninin içinde yankılandı. "Bana bunu yapma baba." dedi. "Su sesinden ne kadar korktuğumu biliyorsun. Bunu oğluna yapma. Lütfen."

 

Karan Bey yine kahkaha attı. "Bu defa yalnızca su sesi yok dayanıklı oğlum." dedi alayla ve özenle kesici aletlerden tırnak pensini aldı eline.

 

"Fark ettim de tırnakların fazla uzamış."

 

Efken soğuk soğuk terlemeye başladı. Su sesi ömrü boyunca duymak istemediği tek sesti. Bedeni daha çok titredi. Nefes alamadığını hissediyordu.

 

Suyu hissetmeden boğuluyordu çocuk, onu boğan babasıydı.

 

Çocuğun beyaz örtüye sıkı sıkı tutunan elini sertçe tuttu.

 

Önce hiç acıtmadan uzayan tırnakları kesti ardından da kökünden tutup koparttı.

Efken'in çığlıkları babasına zevk verirken başında duran yabancı adama acı veriyordu. Eti tırnaktan ayırırken babası, Efken acı acı ağlıyordu. Aklını kaybedeceğini hissetti. Ruhunu kaybedeceğini, kalbini kaybedeceğini hissetti Efken. Acının onu henüz bu yaşta yok edebileceğini hissetti.

Sol ele geçti Karan Bey. "Öğrendin mi artık çocuk? Ne kadar dayanıklı olursan ol..." burnundan gülerek verdiği nefesle devam etti. "Senin de canın acır."

Baş parmaktaki tırnağı tek eliyle hırsla çekti. Beyaz örtü kana bulanmıştı artık. Efken öleceğini hissediyordu. Bu ilk değildi biliyordu ama sonda değildi.

"Canımı yakan sensin baba!" diye bağırdı Efken ağlaya ağlaya. Gözleri acıdan olsa gerek arkaya kayıyordu artık. "Neden?"

Karan Bey ikinci parmaktaki tırnağı da söktü. Efken bir çığlık daha attı onu izleyen ailesinden bihaberken. Odada duran kameralar onları çekerken, odalarında saklanan ailesi bu anları acı acı izliyordu. Annesi hüngür hüngür ağlıyordu. Barlas'ı banyoya kilitlemişti fakat o da duyuyordu hepsini. Efken onun öz oğluydu. Barlas'ın annesi kimdi bilemese de onunda annesi sayılırdı.

Karnı burnunda olan kadın kulaklarını eliyle kapatmış yatağın kenarına çökmüştü. Canından kopan canı acı çekiyordu. Bundan daha büyük bir ızdırap yoktu.

Küçük Barlas banyonun içerisinden annesine seslendi. "Anne, abimi kurtarmalıyız!" dedi kapıya yumruklarını geçirip. "Onun bize ihtiyacı var! Yanımıza almalıyız onu anne."

Annesi onu duymuyordu. Olduğu yerde durmadan sallanıyor, hüngür hüngür ağlıyordu.

Karan Bey son parmakta duran tırnağı da koparttığında Efken artık nefes almak için bile çabalamıyordu. Kovaya damlayan sus damlaları kalbinin kulağında atmasına neden olurken bilinci artık acıya dayanamayacak hale gelmişti.

Babası bunu fark ettiği an koluna sakinleştiriciyi enjekte etti. Onun çığlıklarının susması demek, Karan Bey için başarısızlık demekti.

"Henüz bitmedi oğlum. Bu kadar çabuk pes edemezsin. Sen babanın oğlusun."

Efken'nin gözünden akan yaş şakaklarına oradan da beyaz örtüye düştü. "Benim en büyük şanssızlığım senin oğlun olmaktı." dedi ve artık hiçbir şey konuşmadı.

Karan Bey kucağında tuttuğu tuz dolu kovaya Efken'nin ellerini koydu sertçe. Efken'nin koca haykırışı başında duran adamın gözlerinden akan yaşı hızlandırdı. Bir babanın oğluna yaptığı işkenceler koca adamı titretiyordu acıdan. Bu kahrolası adamda hiç mi vicdan yoktu diye düşünüyordu ama o da buna göz yumup yardım ettiği için kınadığı adam kadar vicdansızdı. Bilmiyordu.

Annesi bu haykırışı duyduğu an ayağa fırlayıp ekranın başına geçti. Gördüğü görüntü kulaklarının çınlamasına, başının dönmesine , gözlerinin kararmasına sebep oldu. Öyle bir güçle ağladı ki kadın bilinci kayboldu, yere sertçe düştü.

Bu sesleri duyan Barlas yumruklarını daha hızlı kapıya geçiriyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. "Anne! Abim ölmedi de!" bir yumruk daha attığında kapının dibine çöktü. "Abim ölmedi değil mi anne?"

Efken'nin ses telleri kopana kadar attığı çığlık babasının kahkahalarına karışıyordu. Sağ eli de koydu tuz dolu kovaya. Tuzun rengi de kana bulanmıştı artık.

Onun beyazları hep kana bulanmak için vardı sanki.

Efken ruhunun ve bedenin her köşesinde hissettiği acıya daha fazla dayanamayıp bayıldı.

Karan Bey alnında ki teri elinin tersiyle silip, gözleri Efken'de olan adama gitmesi için bir işaret verdi. Adam çıktığında Karan Bey ayağa kalkıp tezgahın altında duran çekmeceden fotoğraf makinesini aldı. Olay yerini inceleyen bir polis gibi oğlunu her açıdan çekti. Onlardan uzak bir iş görüşmesine gitmek zorunda kaldığında bu fotoğraflar işine çok yarıyordu. İçinde ki aç canavar biraz da olsa sakinleşiyordu.

Fotoğraf çekmeyi bırakıp sargı bezlerini ve pansuman aletlerini alıp oğlunun ellerini sardı. Yaraladığı her yeri sarabileceğini sanan bir baba çocuğunun ruhunda ki izleri göremeyecek kadar hastalıklıydı.

Çocuğunun başında duran kovayı da çıkartıp yüzünü inceledi. Bu sırada içkisini yudumluyor zevkle gülüyordu. Efken'nin göz pınarlarında henüz akmamış olan yaşa parmağını değdirdi. Parmağını burnuna götürdü, kokladı. Kokusuz gözyaşının acı koktuğunu en iyi o biliyordu. Bu acının sebebi olması da ona gurur veriyordu.

Kelepçeleri çıkarttı. Çocuğun sıska bedenini güçlü ama güvenilmez kolları arasına aldı. Bir çocuğun en güvenli limanı babasının kolları olmalıydı oysa. Onun için babasının kolları demek ölümün kolları demekti. Öyle soğuk öyle afallatıcıydı ki gerçekten ölmeyi dilerdi ama bu asla gerçekleşmezdi. Babası, onu kollarının arasında her gün ayrı ayrı senaryolarla öldürürdü ama asla nefesinin kesilmesine izin vermezdi. Çünkü o babasının oğluydu.

"Annen de görmüş oldu artık..." güldü hafifçe odadan çıkıp merdivenlere ilerlerken. "Senin de etten tırnaktan bir varlık olduğunu."

Merdivenleri çıkarken konuşmaya devam etti. "Bencillikten gözleri kör olmuş." Farkında olmadan çocuğun bedenini sıkıyordu. "Oysa sende onun oğluydun."

"Seni düşünen tek kişi baban oğlum." diyordu. "Annen sadece üvey kardeşini düşünüyor."

Merdivenler bittiğinde çocuğu koltuğa uzandırdı. Yüzü o kadar solgundu ki onu böyle gören biri öldüğünü düşünebilirdi.

Efken zaten ölmüştü, doğduğu ilk günden beri hem de.

Saatler sonra gözlerini araladığında annesini başucunda ağlarken gördü.

"Oğlum." dedi annesi sevgiyle saçlarını okşarken. "Koruyamadım babandan affet beni."

Efken gözlerini kırpıştırdı. Bir şeyler söylemek istiyordu ama sesi içine kaçmış gibiydi. Annesi öptü oğlunun yüzünü onlarca kez. "Kendi oğlumu koruyamadım." dedi daha çok ağlayarak. Barlas'ı koruyabilmişti ama kendi kanından olanı koruyamamıştı.

"Barlas iyi mi anne?"

Ağzından çıkan ilk cümleyle kadın başını oğlunun omuzuna koydu. Sarsıla sarsıla ağladı. Oğlunun vicdanına, kendi korkaklığına, kocasının acımasızlığına ağladı. Elinden başka şey gelmezdi çünkü.

"Barlas iyi." dediğinde Efken rahatlayarak gözlerini yumdu. Bunca işkenceyi boşuna çekmemişti, kardeşini ve annesini koruyabilmişti.

"Özür dilerim oğlum. Özür dilerim."

Efken annesinin gözlerine baktı. Gördüğü çaresizlikle babasının ona söylediği her bir söz silindi.

"Bebek iyi mi?" diye sordu bu defa Efken. Pamira'dan bahsediyordu. Pamira ve Barlas'ın anneleri kimdi bilmiyorlardı fakat onlar üç yıl önce gelmişlerdi bu eve.

"Baban onu götürdü."

Efken yattığı yerden doğrulmak istedi ama annesi izin vermedi. "Hastalanmıştı Pamira. Hastaneye götürdü korkma."

"Ona zarar verecek anne." ayaklandı annesini düşünmeden. "Onun kalbi dayanmaz."

"Oğlum!" dedi annesi. Öne atıldı ve oğlunun kollarından tuttu. "Baban ona zarar vermez ama seni mahveder karşısında görürse!" sıkı sıkı sarıldı oğlunun cılız bedenine. "Seni bırakamam oğlum. Gitmene izin veremem."

Efken de annesine sarıldı. "Babam bugün bana daha fazla şey yapmaz anne. Bırak da kardeşimi kurtarayım."

Annesi daha sıkı sarıldı bırakmak istemezcesine. "Bir kere bıraktım bir daha bırakmam."

"Eğer Pamira zor durumdaysa ne seni ne de kendimi affedebilirim anne. Buna razı mısın?"

Bu defa annesinin sarılışı gevşedi. "Sana zarar vermesine de razı olamam."

"Bugün cezam bitti anne. Merak etme sağ salim geleceğiz kardeşimle." dediğinde annesi ayrıldı oğlundan.

Henüz on üç yaşındaydı ama üstlendiği korumacı rol omuzlarına tam oturmuştu.

"Seni bekleyeceğim burada oğlum tamam mı? Hemen gelin." Öptü oğlunu iki yanağından.

Efken hafifçe gülümsedi. Arkasını dönmeden önce "Seni çok seviyorum anne, umut çiçeğine su vermeyi unutma." dedi. Bahsettiği çiçek onların odasında duran, birlikte büyüttükleri beyaz frezya çiçeğiydi. Umut çiçeği.

"Ben de seni çok seviyorum canım oğlum. Umut çiçeğini birlikte sulayacağız." dedi annesi gülümseyen dudaklarına tezat ağlayan gözlerle.

O çiçeği bir daha hiç sulayamadılar.

Kapıyı açıp dışarı çıktığında korumalar Efken'e baktı. Efken adamların üzerinde tek tek göz gezdirdi. İri yarı adamların hiçbirinin yüzünde tek bir ifade yoktu. Altan Dumanlı arabanın önünde sigarasını tüttürürken Efken panikledi. Altan Dumanlı babasının en yakın korumasıydı ve ayrıldıkları tek an babasının bir canavara dönüştüğü andı.

Hemen koşar adımlarla yanına gitti. "Babam nerede?" diye sordu nefes nefese.

Altan Dumanlı, elleri sargı bezine bağlı olan küçük çocuğa baktı göz ucuyla. "Ne yapacaksın babanı?"

"Kardeşimi götürmüş Altan abi. Onu bulmam gerekiyor."

Altan Dumanlı kaşlarını çatarak biten sigarasını yere atıp ayağının ucuyla söndürdü. Efken hissettiği öfkeyle eğilip yerden izmariti almak istedi ama sarılı ellerinden dolayı bu mümkün değildi. "Onu neden çöpe atmıyorsun?"

"Sende baban gibi bu konuda fazla hassassın minik kurt." dedi alayla Altan Dumanlı ve yerdeki izmariti alıp cebine attı. "İlerde ona benzeyeceksin diye korkmuyorum değil."

"Babamı bulmam gerekiyor. Bana yardım et." dedi Efken onu umursamadan. Başka zaman olsa onunla büyük kavga eder, babası gibi olmadığını bağıra bağıra söylerdi ama şimdi kardeşinin canı tehlikedeydi.

"O bebek senin kardeşin değil. Neden endişeleniyorsun ki?"

"Kardeşim."

"Başka bir kadından."

"Olsun, kardeşim." dedi Efken sinirlenerek.

"Evine git çocuk. Bugün fazla hırpalandın."

"Kalp bağımız var bizim neyini anlamıyorsun? Uyurken bana çok güvendiği için elimi tutuyor üstelik. Beni görünce mutlu oluyor, gülümsüyor. Beni taklit ediyor ve yanağımı seviyor. O benim kardeşim." dedi çocuksu bir öfkeyle.

Altan Dumanlı ona hayır diyeceği sırada aklına oğlu geldi. Bu çocuğa yardım etmezse nasıl hesap verecekti ahirette. Nasıl bakacaktı oğlunun yüzüne. Vicdan muhasebesinde yenik düşünce kaşlarını indirdi ve yere çömelerek Efken'nin boyuna geldi.

"Bir şartla seni ona götürürüm." dedi elini omuzuna koyarak.

Efken heyecanla başını salladı onaylayarak. Şart ne ise kabul etmişti çoktan.

"Babanın çalışma odasında ki kasadan bana bir eşya getirmeni istiyorum."

Gözlerini kırpmadan olduğu yerde şaşkınca baktı Altan Dumanlı'ya. Babası onu yakalarsa ne olacağını bilmiyor muydu sanki? Tüm ailesi yok olurdu gözlerinin önünde.

"Merak etme minik kurt, kasanın şifresini biliyorum. Üstelik yakalanmayacak kadar zeki olduğunu da." dedi gülerek ve Efken'nin omuzuna hafifçe baskı uyguladı. Altan Dumanlı'nın ondan istediği şey Karan Afil Mir'in sonunu getirecek belgelerdi.

Efken hayır demek istiyordu ama kardeşi şuan zor bir durumda olabilirdi. Belki de kardeşinin ona ihtiyacı vardı ama korkaklığı yüzünden yanında olamayacaktı.

Yutkundu sertçe. "Tamam, şartını kabul ediyorum." dediğinde Altan Dumanlı parlayan gözleriyle ayağa kalktı. "Öyleyse kardeşine götüreyim seni."

Birlikte arabaya bindiklerinde Efken korkuyla titriyordu. Can korkusundan değil, canının canı korkusundan.

Gözleri eline kaydığında acının tazeliği baş gösteriyordu.

"Çok acıyor mu?" diye sordu Altan Dumanlı gözlerini yoldan ayırmadan.

"Hayır, hiç acımıyor ben alışkınım hem." dedi Efken imza odasında attığı çığlıklar kulaklarından eksilmiyorken.

"Sizi de kurtaracağım bu cehennemden minik kurt. Artık acıya değil mutluluğa alışacaksınız."

Efken onun dediklerine inanmak istese de içinde onu sinsice yoklayan huzursuzluk buna engel oluyordu.

Araba durdu. Efken ineceği sırada Altan Dumanlı buna izin vermedi. "Dikkatli ol çocuk. Seni buraya getirenin ben olduğumu söyleme sakın."

Efken başını salladı onaylayarak ve arabadan çıkıp geldikleri evin kapısını çaldı. Kapıyı hizmetli yaşlı bir kadın açtığında Efken onun bir şey demesine izin vermeden salona girdi. Orada olmadıklarını gördüğünde merdivenlerden çıkıp tüm odaları gezdi. En son girmek üzere olduğu kapının önünde durdu. Tahta kapıyı açmadan önce biraz soluklandı. Kapının ardından gelen ses ile nefes alışverişleri sıklaştı.

"O burada kalmayacak Züleyha." dedi babasının sesi.

"Onu benden ayırma Karan, o benim evladım." dedi bir kadının çaresiz sesi.

Efken merakla kapıyı hafifçe araladı. Gördüğü manzarayla gözleri büyüdü. Babası kucağında duran bebeği sarmış yanağından öpüyordu. Gözü yaşlı bir kadın ise yatakta oturmuş kızına hasretle bakıyordu.

"Senin değil, benim evladım." Karan Bey'in sesi sahipleniciydi. "Bizi bırakıp kaçmaya çalıştığın gün onun üzerindeki tüm hakları kaybettin."

"Onu sevmiyorsun Karan!" Bağırdı kadın ayaklanarak. Artık sabrı kalmamıştı karşısında duran vicdansız adama. "Sen sevmek ne demek onu bile bilmezsin! Büyüdüğü an işkencelerine başlayacaksın. İnsan olan biri nasıl evladına eziyet eder! Söylesene! Efken'e yaptıklarını bu masum bebeğe de mi yapacaksın! Bjna izin vermem!"

Babasının nasıl sinirlendiğini hissedebiliyordu Efken. Omuzları gerilmiş, olduğu yerde dikleşmiş, bir eli yumruk olmuştu bile çoktan. "Ben kötü bir adam değildim Züleyha. Seni de sevdim zamanında. Ama sen beni hiçbir zaman sevemedin." Sesinde asılı duran acı Efken'nin yutkunmasına sebep oldu. Babasını ilk defa bu kadar yalın görüyordu.

Züleyha Hanım eline aldığı vazoyu sinirle yere fırlattı. "Ben senin için ömrümü verdim! Senin için ailemi karşıma aldım! Senin için bu kirli dünyana göz yumdum! Şimdi karşımda arsızca beni sevmedin diyorsun! Allah senin belanı versin!"

Karan Bey'in kucağında duran Pamira'nın irkilerek uyanması ve ağlayarak çığlık atması bir oldu.

Karan Bey öfkesiyle hareket edeceği sırada kucağında duran bebeği fark etti. Öfkesi silindi, omuzları gevşedi. "Ağlama bebeğim. Baban yanında." dedi fısıldayarak. Kızına duyduğu şefkat onu da şaşırtmıştı, kapıda ağlayarak onları izleyen Efken'i de.

"Kızımı korkutuyorsun Züleyha." dedi sakince Karan Afil Mir. "Bunları daha sonra konuşuruz."

Züleyha Hanım, Karan Bey'in bu kadar çabuk sakinleşmesine ve Pamira'ya bu kadar nazik davranmasından dolayı şaşkınca bakıyordu ona.

Pamira sakinleşip babasının kokusuyla tekrar uyuya kaldı.

Karan Bey'in sırtı Efken'e dönük olduğundan onun yüz ifadesini göremiyordu Efken.

"Ona asla zarar vermem." Dedi Karan Bey sessizce yatağın kenarın oturup. "O benim biricik kızım, ruhum. Nasıl canını yakabilirim Züleyha? Nasıl böyle bir şeyi düşünebilirsin?"

Züleyha Hanım da sakinleşip kızına çevirdi bakışlarını. "Efken'e neden böyle davranmıyorsun?"

"O aşık olduğum kadının bir parçası değil Züleyha. O bir günahın bedeli." diye dişlerinin arasından konuştu. Kaşlarını kaldırdı. Bakışlarını yanına duran kadına çevirdi. "Ama Pamira da Barlas da senin kanından, aşık olduğum kadının kanından."

"Onlara iyi bakacağına söz ver Karan. Evlatlarıma iyi bakacağına söz ver."

"Ömrümün sonuna kadar onları koruyacağım. Söz." dedi ve kadının dudaklarına eğilip bir öpücük bıraktı.

Efken onları izlemeye devam edemedi. Aralık duran kapıyı yavaşça kapattı. Başını kapının koluna yaslayıp gözlerini yumdu. Gözlerinden akan yaşlar içindeki acıyı daha çok derinleştirdi. Bugün tırnaklarını kökünden söküp atan adam mıydı babası yoksa Pamira'yı öpüp koklayan adam mıydı?

Taş kafalı değildi insanoğlu. Taş kalpliydi. O taş çatlamadan anlayamıyordu çoğu şeyi. Efken'nin kalp yerine taşıdığı taş çatlamıştı. Umudu acıya bürünmüştü. Aklından geçmeyen şey kalbini delip geçmişti.

İçinde yanan ateşe ilk kibriti babası atmıştı. Gözlerinde parlayan ışığı ilk babası kısmıştı. Dudaklarında ki şen kahkahanın yerini buruk bir tebessüme babası teslim etmişti. Omuzlarında ki sarsılmaz duruşa babası o kadar büyük bir yüklemişti ki kamburlaşmıştı Efken. Babası ona tutunacak tek bir dal dahi bırakmayıp, son dalı da avuçlarını kanata kanata söküp almıştı elinden.

Yanaklarında ki yaşı kolunun tersiyle sildi. Son bir kez kapıya bakıp ayrıldı oradan.

Dışarı çıktığında Altan Dumanlı'nın arabasını olduğu yerde göremedi. Gözleri doldu yine.

Hayatı hep böyle mi olacaktı? Bıraktığı yerde kimseyi bulamayacak mıydı?

Ağlamamak için tuttu kendini. Yavaşça yürüdü yolda. Nereye gideceğini bilmeden yürüdü. Kalbi yine darmadağındı.

Hava kararana kadar yürüdü. En son çıkmaz, tenha bir sokağa girdi. Dizleri onu taşımayı bıraktı, yıkık dökük bir duvarın önüne çöktü. Dizlerini kendine çekti, kollarını bacaklarına sardı. Başını yasladı dizine. İçi dışına çıkana kadar ağladı. Yaşanması mümkünken yaşayamadığı her şeye ağladı.

"Daha ne kadar ağlamayı düşünüyorsun? Hayır yani gözyaşlarınla İstanbul barajı dolardı da ondan söylüyorum. Devlet Su İşleri Bakanlığı'yla konuşup seni yanlarına almalarını söyleyeceğim en sonunda. Bir faydası olur belki gözyaşlarının." diyen çocuksu sesle Efken başını kaldırıp ona gülümseyen erkek çocuğuna baktı. Küçük yuvarlak yüzlü, beyaz tenli bir çocuktu. Kolunun arasına sıkıştırmış futbol topuyla Efken'e bakıyordu.

"Sen kimsin?" dedi Efken ağlamaktan kısılmış sesiyle.

Çocuk gözlerini devirdi pek başarılı olamasa da. "İyilerin dostu kötülerin düşmanı selena olamayacağıma göre sıradan bir çocuğum işte." Bir dizi repliğiyle karşılık veren kişi elbette Kılıç Dumalı'dan başkası değildi. "Asıl sen kimsin?"

"Sıradan bir çocuğum bende." diye cevap verdiğinde Efken, aslında ikisi de iyi biliyordu. Onlar sıradan çocuklar değildi.

"Öyleyse neden evinde değilsin?"

"Yolumu kaybettim."

"Evden mi kaçtın?"

Efken başını iki yana salladı. "Hayır."

Kılıç sol elini uzattı Efken'e. "Buluruz bizde evinin yolunu bunun için ağlama."

Efken gözlerini kırpıştırdı. Tanımadığı biri ona elini uzatıyordu. Ona güvenmeli miydi yoksa kaçıp gitmeli miydi?

"Tut elimi." dedi Kılıç sabırsızlıkla. "Sana yardım edeceğim."

"Tutarsam bırakırsın." dedi tereddütle Efken. Çünkü tutunduğu her el bırakmıştı onu dikenli yolların yarısında.

"Bırakmam, korkma."

Efken inanmak istedi çocuğa ve elini uzattı. "Bırakırsan topunu patlatırım." dedi tehdit edercesine. Bu tamamen korkuyla çıkmıştı ağzından.

Kılıç, Efken'nin sarılı ellerini gördüğünde yutkundu ve bileklerinden tutup kendine çekti ayağa kaldırmak için.

"Anlaştık." dedi Kılıç çocuksu yüzündeki ciddiyetle. "Elini bırakırsam topumu patlatabilirsin."

Birlikte yürüdüler çıkmaz sokaktan çıkıp.

"Evinin adresini söyle."

Efken ona adresi söylediğinde Kılıç şaşkınlıkla gözlerini belertti. "Babam da orada çalışıyor." dedi yürümeye başlarlarken. Efken'nin bileklerini sıkı sıkı tutmuştu.

Efken kaşlarını çattı. "Ne iş yapıyor?"

"Yakın koruma."

"Altan abi mi senin baban?" dedi Efken şaşkınlıkla. Yakın koruma olan bir tek oydu çünkü.

İkisi de büyük caddede yürürken duraksamıştılar. "Evet! Tanıyor musun onu?"

Efken başını salladı onaylayarak. Yürümeye devam ettiler. "Bana senden bahsetmişti bir keresinde."

"Öyle mi?" dedi Kılıç heyecanlanarak. "Ne dedi?"

"Neşeli, eğlenceli ve zeki bir çocukmuşsun."

Kılıç göğsünü kabarta kabarta yan gözle baktı Efken'e. "Doğru söylemiş." dedi.

Birlikte konuşa konuşa evin önüne geldiler. Kılıç büyük malikaneye bakıp ıslık çalmaya çalıştı ama çıkan ses sadece üfleme sesiydi. "Vay be!" dedi. "Tıpkı çizgi filmlerde ki şatolara beziyor."

"Çizgi film mi?" Efken ilk defa duyduğu şeyle gözlerini kırpıştırdı. "O ne?"

"Bilmiyor musun?"

Efken başını masumca iki yana salladı.

Kılıç, Efken'nin hiç çizgi film izlemediğini anladığında içini hemen bir hüzün bulutu kaplamıştı. Kaşları düşmüş, omuzları inmişti. "Çocuk animasyonu ama hiç güzel değil. Bende sadece bir kere izledim." dedi kendisini kötü hissetmemesi için.

"Anladım."

Bahçeye girdiklerinde Kılıç, Efken'nin bileklerini bırakmamıştı henüz.

Altan Dumalı'yı aradı ikisinin de gözleri. Bulamadıklarında Efken başka bir korumaya dönüp sordu. "Altan abi nerede?"

Koruma gözlerini Efken'e değdirmeden bariton sesiyle cevap verdi. "Babanızla bir iş görüşmesine gitti efendim."

"Öyleyse ben artık gideyim." Dedi Kılıç.

"Geç oldu. Bugün burada kal, baban geldiğinde birlikte gidersiniz."

"Ama-" diye itiraz edeceği sırada Efken sözünü kesti. "Beni bırakmayacağını söylemiştin." dedi. "Sözünden dönersen topunu patlatırım hem."

Kılıç kararsızlıkla yerinde kıpırdandı. Gözü topuna kaydığında başını onaylayarak salladı. Bu topu çok seviyordu ve babası gelene kadar burada durması sorun olmazdı diye düşünüyordu.

Birlikte eve girdiklerinde ikisi de oldukları yerde donup kaldılar. Kılıç'ın kollarının arasında duran top yere düştü aniden. Oda buram buram kan kokuyordu. Buram buram acı kokuyordu.

Kırık eski bir tabure vardı yere düşmüş. Karşıda duran duvara saplanmış bir kurşun, yerde kan lekeleri vardı.

Efken korkuyla gözlerini yukarıda sallanan çıplak ayaklara değdirdi. "Hayır." dedi. "Hayır, kabus görüyorum. Hayır." gözlerinden çisil çisil akan yaşlarıyla başını delicesine iki yana salladı.

Öyle derin ve ürkütücü bir sessizlik vardı ki evin içinde iki çocukta nefes dahi alamıyordu. Efken gözlerini kaldırdı, annesinin sallanan cansız bedenine baktı. Kalbini delip geçen kurşun yarasına baktı.

Soluğu annesinin dibinde aldı. Ayak bileklerinden tutup sargılı ellerine rağmen çekmeye çalıştı. "Hadi anneciğim, in aşağıya." dedi. "Rol yapmana gerek yok babam evde değil." Biraz daha çekti ayak bileğini. "Hadi Anne! Daha umut çiçeğini sulayacağız, in aşağıya."

Kılıç olduğu yerde donakalmış öylece tavandan aşağı sallanan cesede bakıyordu.

"Kılıç." dedi Efken çaresiz sesiyle. "Annem beni dinlemiyor ama belki seni dinler." Akan burnunu kazağıyla sildi. "Söyle ona babam evde değil, insin aşağıya sarılsın bana."

Kılıç, Efken'nin yüzüne dehşetle bakıyordu. Olanları kavrayamıyordu.

"Ne duruyorsun!" diye bağırdı Efken ağlayarak. "Söyle oğlu onu çok özledi, insin aşağıya! Söyle!" tekrar tuttu annesinin ayağını, öptü onlarca kez. Dudakları annesinin soğumuş tenine değdiğinde cayır cayır yandığını hissetti Efken. "Yalvarırım anneciğim... Yalvarırım bana bir şey söyle."

Tam o sırada içeriye Karan Afil Mir girdi. "Ölüler konuşamaz oğlum. Bunu sana öğrettiğimi sanıyordum." dedi ellerini ceplerine koyarken. "Annen öldü." Boğazını temizledi. "Bunu çabuk kabullenmelisin."

Efken yere yığıldı. Gözleri babasının gözlerinden ayrılmazken nefes almayı unutmuştu. Kılıç koşarak Efken'nin yanına ulaştı ve kollarından tuttu.

"Bana şöyle bakmayı kes Efken. Bu manzaranın sorumlusu sensin ben değil."

"N-ne?" dedi Efken anlamaya çalışırken. Annesi onun yüzünden mi ölmüştü?

"Bugün beni takip ettin, kapımı dinledin." dedi yüzünü buruşturarak. "Ve bunun cezasının ölüm olduğunu biliyordun."

"Hayır baba, onu öldürmedin. Hayır." dedi inanmak istemezcesine. Öyle çok ağlıyordu ki gözlerinin beyazı kırmızıya dönmüştü çoktan. Babası yalnızca annesini değil karnında ki kardeşini de öldürmüştü.

Babası yüzüne son bir kez daha bakıp umursamadan çıktı dışarı.

Efken öyle gür bir çığlık attı ki dışarıda duran tüm korumaların gözünden bir damla yaş düştü. Bir evladın çığlığı, yüreği pas tutmuş herkesi ağlatmaya yetti.

Efken o gün öldü. Annesinin göğsünü delen kurşun umudunu delip geçmişti aslında, annesinin boynunda ki urgan aydınlığını boğmuştu. Efken o gün öldü. Annesinin kesilen nefesi, onun aldığı her nefesin ciğerlerine batmasına sebep oldu. Yoktu ölümün çaresi, yoktu gidenin geri gelme ihtimali. Yoktu bu acının dermanı, yoktu bu pişmanlığın geri dönüşü. Duyguları köreldi o gün, sesi kısıldı yüreğinin. Efken sessizliğe gömüldü, çınlayan sessizliği ruhunu acıya mahkum etti.

Loading...
0%