@hewininyoluu
|
Kalbim sıkışıyor ve tüm anılarım ıstıraba dönüyor. -Fernando Pessoa- İnsan kaçtığı yere koşarmış. Ne zaman kurtuldum dese o zaman bileklerinde ki prangalar daha da sıkılaşırmış. Kalp unuttum der beyin alay eder, ruh iyileştim der can kanarmış. İnsan her seferinde biraz daha yok olduğu, biraz daha can verdiği yere adım adım yaklaşırmış da fark edemezmiş. Acıya dolana dolana acının sahibine gidermiş insan. Şimdi Ekin Karaaslan'nın dediklerini hazmetmeye çalışırken ellerim yumruk olmuş, ikide bir açıp kapatarak gerginliğimi azaltmaya çalışıyordum. Bedenim taş kesilmiş ayakta öylece dikiliyordum. Ne yapacağımı bilemez haldeydim. Yıllardır korumaya çalıştığım kardeşim, Pamira'm, ellerimde büyüyen minik kızım o canin evinde miydi? Hem de iki yıldır? Yedi yüz otuz gündür onunla mıydı? Babamla mıydı? Günün birinde onunla karşı karşıya geleceğimizi biliyordum. Ama bu benim kardeşim yüzünden olmamalıydı. Benim kardeşim o adamın ellerindeyken olmamalıydı. Ona da bize yaptığı gibi yapmışsa... İşte o zaman onun o zifiri kanını akıtırdım. İşte o zaman canını yakardım, canını alırdım. Ölmediğine emindim ama ya ölmekten beter hale gelmişse? Bu azapla nasıl yaşardım bilmiyordum, nasıl nefes almaya devam ederdim bilmiyordum. Göğüs kafesimin altında taş diye taşıdığım kalp titredi. Bu defa can korkusundan değil canımın canı korkusundan. Bu defa kaybetme korkusundan. Avucumun içinde büyüyen yaralı kuşun; iyileşip, uçup gittiği yerde zarar görme ihtimali kalbimi titretti. Omuzlarımdan tutup sarsan Ekin'le düşüncelerimin ağırlığı biraz da olsa azaldı. "Ne yaptın sen?" Dedim fısıltıyla. Kollarını ittirdim omuzumun üstünden. "Ne yaptın?" Hazmedemiyordum. Onu kendi elleriyle cehennemin sahibi olan adama vermesini hazmedemiyordum. Gözleri açıldı. Yutkundu. "Zorundaydım." "Değildin!" Omuzlarında ittirdim. Koltuğa düştü. "Bana gelebilirdin!Kardeşimi koruyabilirdin." Gözlerimin dolduğunu gözümün içi sızladığında hissettim. Tüm bedenim cayır cayır yanıyordu. Bu hissin yabancısı olmasam da acının dozu hep aynı şekilde hissediliyordu. Bu ateş ruhumu kül ediyordu. "Sen iyi biri değildin." Dedi ayağa kalkıp. "Caniydin!" Benim kadar çok derin nefesler aldı. "O kızın kalbe ihtiyacı vardı ve sen ona yardım edemiyordun." Güldü hırsla. "Her gün birilerini öldüren adamın elinde iyileşemezdi. Ben ona yardım ettim." Arsızca kendini daha fazla savunmasına izin vermeden kolundan tutup evden çıkarttım. Arabaya bindiğimizde "Onu benden kurtardığını sanıyorsun değil mi?" Tüm gücümle bağırdım. "Şimdi gidip göreceğiz!" Arabayı tüm hızıyla kullandım. O bana Pamira'yı götürdüğü yeri korka korka tarif ederken ben yol bitene kadar bittiğimi hissettim. Meğer Pamira ile aynı şehirdeyken ben onu hep uzaklarda aramışım. "Ben gelmek istemiyorum." Dediğinde keskin bakışlarımın odağına girdi. "Geleceksin." Dişlerimin arasından konuştum. "İyilik yaptığını sanıyorsun ya hani. Bunu görüp gurur duyacaksın kendinle." Arabayı durduğumda geldiğimiz yer üç katlı lüks bir evdi. Kapıda duran korumalara hiç zorluk çıkartmadan kafalarına sıktım belimde ki silahla. Ekin bana dehşetle baktığında içeri girdik birlikte. Önüme çıkan her korumaya sıktım gözümü kırpmadan. Babamın yanında çalışan adamların hiç birine vicdanımın kırıntısı dahi yoktu. Büyük holden içeri girdiğimizde Ekin arkamdaydı. Yukarı doğru çıktık, her odayı gezdim ama hiçbirinde onu bulamadım. En son teras katına çıktım. Onu heybetli duruşuyla sırtı bana dönükken gördüm. Olduğum yerde durdum. Bu oydu. Babamdı. Görmeyi hak etmediği temiz gökyüzüne bakıyor, almayı hak etmediği soluğu ciğerlerine çekiyordu. Çıt dahi çıkartmadan onu izledim. Cehennemi bana yuva yapan adamı izledim. Yavaşça bana döndüğüne kollarını iki yana açtı sarılayım diye pişkince. Gülümsüyordu gözlerinde ki vahşi pırıltılarla. Gülümsüyordu dudaklarında ki sahtelikle. O hiç değişmemişti. Yüzünde duran kırışıklıklar bile yabancı gelmedi bana. Masmavi gözlerindeki leke daha fazla büyümüş gibiydi. Sarı gür saçları hep gördüğüm bildiğim şekildeydi. İri vücudu, geniş omuzları aynıydı. O aynı sarsılmazlığıyla karşımdaydı. "Babana sarılmayacak mısın oğlum?" O benim buraya geleceğimi biliyordu. Hatta bilerek Ekin'i seçmişti. Beni ona götürecek diye. Bilerek burada kalmıştı, bilerek Ekin'i öldürmemişti. Bir gün onu bulacağımı bildiği için. "Yoksa konuşacak cesaretin yok mu karşımda?" Kollarını indirdi. "Yine?" "Ne yaptın kardeşime?!" diye bağırıp yakalarından tuttum içimde büyümeye başlayan öfkeyle. "Ne yaptın şerefsiz!" Gözleri ellerime değdiğinde gülümsemesi solmuştu. "Gömleğimin kırışmasından nefret ederim Ezel." Doğru söylüyordu. Hayatı boyunca kıyafetleri onun için her zaman çok önemli olmuştu. Çocuklarından bile. Daha sıkı kavradım o gereksiz gömleğini. "Pamira nerede?!" Bileğimden tutup ittirmeye çalışsa da benim gücüme karşı koyamadı. "Fazla saldırgan olmuşsun..." Dedi yalancı bir haya kırıklığıyla. "Ben seni böyle mi yetiştirdim oğlum?" Midem bulanıyordu yüzünü gördükçe, sesini duydukça. Yakalarını bırakıp bir adım attım geriye doğru. "Konuş." "O iyi oğlum." Elimle yüzümü sıvazladım. "Zifiri kanını akıtmamı mı istiyorsun sen?" Dedim. "Seni öldürenin ben olmamı mı istiyorsun?" "İstersen sesini duyabilirsin ama göremezsin." Dişlerimi kıracak kadar sıktım çenemi. "Ne yaptın lan kardeşime?" Cebinden telefonunu çıkarttı. Birini aradı. Telefon çaldı çaldı ve açıldı. Sesi hoparlörden kulaklarıma ilişti. "Babacığım?" Diyordu Pamira. Bir adım sendeledim. Hayır yanlış duymamıştım. Pamira gülümseyen sesiyle babacığım diyordu. "Güzel kızım?" Dedi karşımda duran adam. "Tatilin nasıl gidiyor?" "Çok eğleniyorum baba! Arkadaşlarımla birazdan denize gireceğiz!" Çocukluğumu işkenceleriyle katleden adam kahkaha attı. "Öyleyse seni daha fazla rahatsız etmeyeyim kızım. Size iyi eğlenceler." Pamira kıkırdadı. "Görüşürüz babacığım! Seni çok seviyorum." Ve telefon kapandı. Elim boynumda duran kolyeye gitti. Nefes alamıyordum. Bir adım daha sendelediğimde Ekin arkamdan destek oldu. "İyi misin?" Karan Afil Mir gülmeyi bıraktı. "Pamira benim kızım. Onun saçının teline zarar gelmesin diye canımı veririm." Ona dışarıdan bakan biri onun gerçekten bir baba olduğunu düşünebilirdi. Ama o baba kelimesinin yakınından bile geçemezdi. "Yalan söylüyorsun." Güçlü tuttuğum sesimle konuştum. "Sen eskiden olduğun kişiyle aynısın." "Eskiden neydim ki ben oğlum?" Aramızda bir adımlık mesafe bırakacak kadar yakınlaştı bana. Sahi neydi o? Vicdansız? Cani? Canavar? Acımasız? Gaddar? Hangi kelime yeterdi onun pisliğini açıklamaya? Hangi kelime yeterdi onu anlatmaya? "Pamira benimle kalacak." Dedim sert sesimle. "Onu senin kirli ellerine bırakmam." "Ne acı..." Dedi kaşlarını bükerek. "Kendini temiz sanman." "Adresi ver. Pamira nerede?" "Tatilde." Gözlerimde ki ateş gözlerindeki ifadesizlikle çarpıştı. "Yemin olsun seni gebertirim." "Bodrum, Muğla." Dediğinde omuzlarından ittirip iğrenerek son bir kez suratına baktım. Ekin ile çıkıp gidecekken bir silah patladı. Yanımda duran beden sarsılarak yere düştü. Ekin sırtından vurulmuştu fakat kurşun göğüs kafesine denk gelmişti. Tüm kaslarım gerildi. Endişe tüm ruhuma sirayet etti. Ben babamın pisliğinden bir kere daha utanmıştım. Onu buraya ben sürüklemiştim. Allah kahretsin ki benim yüzümden olmuştu! "İhanetin bedeli yalnızca ölümdür Ezel." "Değildir!" Dedim başımı iki yana sallayarak. "Değildir." "İhanete uğradığını gördüğüne anlayacaksın." Ekin'i omuzlarıma attım. "Bir gün sıktığın tüm kurşunları sen taşıyacaksın." Dedim son kez. Ölmeyecekti. Ölemezdi. Onun ardında bırakamayacağı bir kızı vardı. Ölmesine izin veremezdim. Arabaya taşıyıp arka koltuğa yerleştirdim onu. Bilinci yavaş yavaş kayboluyordu. Kan kaybetmemesi için üstümde duran kazağı hiç düşünmeden çıkartıp sırtından kalbine doğru sıkıca sarıp bağladım. "Sakın gözlerini kapatma." Dedim başını tutarak. "Babasın sen! Yaşamak zorundasın!" "Ölmemeliyim Efken." Göz pınarlarında akmayı bekleyen yaşla konuştu. "Kızım babası olmadan eksik kalır." Alnından iri tanelerle terler dökülürken kurumuş dudaklarını ıslattı. İçim sızladı. "Ölmeyeceksin." Dedim binlerce kez tekrar ederek. "Ölmeyeceksin." Hemen şoför koltuğuna geçip arabayı en yakın hastaneye götürdüm. Neyse ki fazla uzak değildi. Bir sedye getirildi, Ekin ameliyathaneye alındı. Kılıç'ı aradım hızlıca bana bir kıyafet getirmesi için. Gelen geçen herkesin bana saçma sapan bir şekilde bakmasından sıkılmıştım. Kılıç geldi elinde duran siyah boğazlı kazakla. Kazağı üzerime geçirip oturdum hemen. "Kim vuruldu söylemeyecek misin?" Gözlerimi ona çevirdim. O da hemen yanımda ki koltuğa oturdu. "Pamira'yı götüren ambulansın şoförü." Dedim sıkıntıyla. "Kim yaptı? Niye yaptı?" "Karan Afil Mir." İsmi ağzımdan bir küfür gibi çıkmıştı. Öylesine pas tutmuş bir kalbi vardı ki adı da onun kadar kir ve kötülük içindeydi sanki. Tam o sırada yanımıza koşarak gelen kadına baktım. Kelebek'in burada ne işi vardı? Ayağa kalktım hızlıca. Ağlıyordu. Hem de hiç durmadan hüngür hüngür. Bu kızı böyle görüşüm iki olmuştu. Ve bu beni delirtiyordu. "Kelebek?" Dedim. "Senin burada ne işin var?" "Katil!" Diyerek bağırmaya başladı. Yumruk yaptığı ellerini omuzlarıma geçirdi. "Ekin'i öldürdün mü sonunda!" Alnım kırıştı. Kaşlarım mümkünmüşcesine biraz daha çatıldı. "Bu caniliği de yaptın mı!?" Omuzlarıma daha sert geçirdi yumruklarını. Onu durdurmak istiyordum ama hareket edemeyecek kadar bozguna uğramıştım. Neyden bahsediyordu bu kadın? Beynim düşünmeyi unutmuş gibiydi. Öylece yüzüne bakmaktan başka şey yapmıyordum. "İğreniyorum senden!" Dedi ve ben bu defa yutkunamadım. Canım belki de uzun zaman sonra ilk defa bu kadar çok acıdı. "Sevdiğim adam senin yüzünden ölürse sana dünyanı dar ederim! Duydun mu beni?!" Yere çöktü daha sonra. Dizlerini kendine çekip kollarını bacaklarına sardı. "Lütfen ona bir şey olmasın." Diye dua etmeye başladı. Beynimin içinde dönüp duran cümle kaskatı kesilmeme neden oldu. Sevdiğim adam senin yüzünden ölürse sana dünyayı dar ederim! Sevdiği adam, Ekin Karaaslan. Bu defa o ağlarken onu sakinleştiremedim. Bu defa onun gözleri de beni sakinleştiremedi. "Ekin için benimle arkadaş olmak istedin." Dedim farkındalıkla. "Onu benden kurtarmak için, evime girdin." Başımı salladım iki yana. İçimdeki öfkeyle öyle bir yumruk attım ki duvara duvarın içine elimin girdiğini gördüm. Üst üste savurdum yumruklarımı. Taşıyamadığım öfkenin kurbanıydım yine. "Kandırdın beni!" Bir yumruk daha attım duvara. "Yalan söyledin!" Bağırdım delicesine. Başımı eğip yüzüne baktım. Sık nefeslerim göğsümün hareketini hızlandırıyordu. "Hiç biri tesadüf değildi... O gün karşıma sevdiğin adam için çıktın. Otelden bilerek kaçtın, evime girip Ekin hakkında ipucu bulmak için." Ayaklarımın önünde kızarık gözleriyle bana bakan kadına baktım. Dudaklarını aralayıp konuşacağı sırada susturdum onu. "Ama suç sende değil." Dedim. Yumruğumu göğsüme vurdum. "Sana inanmayı tercih eden ben de." Hızlıca çıkıp gittim hastaneden. Bir çift göze su olup dökülmüş müydü sahiden yüreğim? Sonra göğsüme attığı tekmeyle sökülmüştü belki de nefesim. Bir yalanın önümde devrilişi, bir ateşin daha ruhumda harlanışı... O Kelebek, ruhumun derinliklerinde saklı en temel ateşti sanki. Yutmaya çalıştığım en büyük yumru. Akmasın diye direndiğim en acılı gözyaşı. Onu ne için suçluyordum sahi? Tek sorun yalan söylemiş olması mıydı? Yoksa Ekin'e aşık olması mıydı sorun? Neydi beni delirten şey? Arabadan inip yine o uçurumun kenarına oturdum. Bu uçurumun derinliklerinde saklanmak istedim. Acının gürültüsünden kaçmak, insanların yalanlarından, umutların sinsiliğinden, kırgınlıkların yakıcılığından kaçıp uçurumun köşesine sinmek istedim. Belki o bile kabul etmezdi beni. Hayat beni daha kaç kere yıkıp, vurup, kıracak? Ben daha hangi darbeyle silinip yok olacağım? Hangi acı sonumu getirecek? Ben daha nasıl tutunmaya çalışacaktım sökük tırnaklarımla bu hayatın yakalarına? İğreniyorum senden! Yüreğimde bıraktığı yükün kaç ton olduğunu bilseydi yine de bu cümleyi haykırır mıydı suratıma suratıma? Katil! Bunu duyuşum ilk değildi de onun ağzından çıktığı için olsa gerek... ezilmiştim bu kelimenin altında. Bu caniliği de yaptın mı!? Gözlerimi sıkı sıkıya yumdum. Yok olmak istedim, toprak olmak istedim. İçimdeki karadeliğin beni de içine çekmesini istedim. Islak bir kelebeğin yüreğime konma ihtimali bile düşünülmemeliydi belki. O karanlığıma sızan bir ışık değildi... Karanlığımı yalanlarıyla daha fazla kirletmeyi amaçlayan yalancı bir kelebekti. Sandığın kadar temiz değilim demişti... Sandığımdan daha temizsin demiştim. Belli ki ben yine yanılmıştım. İğrenilecek bir adam mıydım? Evet. Cani miydim? Belki. Ama bunları onun ağzından duymayı hak ediyor muydum? Bilmiyordum. Geçecekti ama. Bu da geçecekti bastıra bastıra. Bu da geçecekti hiç yaşanmamış gibi. Bu da geçecekti ben görmezden gele gele. Yazardan. "Emin misiniz Efken Bey? Bu iş olduğundan daha tehlike-" Efken'nin alev saçan bakışları adamın susmasına yetti. "Bu sözlerin hiçbiri kulağıma ilişmiyor. Gerekli olanları hazırla Cevdet." Cevdet Aktan karşısında duran bu gözü kara adama hayranlıkla baktı. Herkes onun kadar korkusuz olmak isterdi ama kimse onun kadar acı çekmek istemezdi. O tüm önemli mevkilerin koruduğu adam Efken Ezel Mir'di. Onun adını duyanlar irkilir. Yutkunamazlardı. Nefes alışverişlerini bile düzenli tutmaya çalışırdı. O, devlet adamlarının saygıyla önünde eğildiği, onunla iş yapmak isteyen milletvekillerinin teklifler, dilekçeler gönderdiği adamdı. "Siz nasıl isterseniz efendim." Dedi Jandarma Genel Komutanlığı Başkanı olan Cevdet Bey. "Tüm özel kolluk askerlerini hazırlıyorum derhal." Efken başını salladı memnuniyetle. Oturduğu koltuktan kalkıp çıkışa ilerledi. "Her ülkenin sizin gibi bir yiğide ihtiyacı var." Dedi saçlarına ak düşmüş takım elbiseli adam. Normal kalıplarda bir adamdı. Esmer, 1.85 boylarındaydı. Efken'e duyduğu saygı bakışlarından fırlıyordu. Efken omuzunun gerisinden Cevdet'e baktı. "Ne yazık ki her ülkenin bizim gibi bir lideri yok." Dedi duvarda asılı olan Atatürk resmine bakışları kayarken. Cevdet gururla gülümserken ceketini ilikledi. Bu adamın onun çocuğu olmasını ne çok isterdi. Maalesef ne bir karısı ne de bir çocuğu vardı. Efken'i oğlu olarak görüyor ve ona içleri ısıtacak bir bakış atıyordu her seferinde fakat Efken kırıkları görmezden gelmeyi öğrendiği kadar sıcak bakışları da görmezden gelmeyi öğrenmişti. Efken odadan çıkarken askerler ona sessiz bir baş selamı vermişti. Efken'nin kendini iyi hissettiği nadir yerlerden biriydi burası. O da onlara sessizce karşılık verdiğinde hazırlıklar başlamıştı. Herkes ülkeye sızan Rus mafyalarını bitirmeye yönelik yapılacak operasyon için hazırlanıyordu. Efken her operasyona girmezdi fakat bu iş diğer yapılan tüm işlerden daha büyüktü. Bu iş için kısa fakat verimli bir şekilde çalışmıştı. Öğrendiği her bilgi bu işin kolayca bitmesine sebep olacaktı. Bu adamlar tüm kötü çetelerin kurucusuydu. Uyuşturucu, kadın ticareti, silah ve insan kaçakçılığı... her türden pislikleri kapsıyordu. O kadar gizli ve temiz saklıyorlardı ki kendini bunu fark eden ilk ve tek kişi Efken Ezel Mir'di. Bir restorantta iş görüşmesi yaparken görmüştü adamı. Mavi gözlü, sarışın bir adamdı. Çevresini onlarca beyaz gömlekli korumlar sarmıştı ve hareketlerinde şüphe uyandırıcı bir his vardı. O sırada Efken bir iş toplantısında olmasına rağmen dikkat etmişti bu adama. Çünkü tıpkı babasına benziyordu. Aynı tehlikeli parıltılar vardı adamın buz mavisi gözlerinde. Ardından peşine adamlarını takmıştı takip etmek için. Öğrendikleriyleyse MİT ile iletişime geçmiş, durumu bildirmiş, olaya dahil olmuştu. On yıldır bir imparatorluk kurmuşlardı, masum insanların kanlarıyla süslü olan. Şimdi o imparatorluğu yıkmanın vakti gelmişti. *** Kulağına yerleştirdiği küçük kulaklıktan yeterince rahatsız olan Efken'nin bir de üstüne giden Kılıç hiç susmayacak gibiydi. "Ya şu heriflerin bok gibi paraları var. Üç kuruş alamıyoruz. Aptallık etme Efken!" Dedi cırtlak sesiyle. Efken yüzündeki ifadesizlikle Rus Mafyası'nın gelmesini bekliyordu barda. Elinde duran içki bardağından gelen koku midesini bulandırırken, özellikle yanından geçen her kadının attığı davetkâr bakışlara göz devirmemek için de direniyordu. Plana uygun gidileceğinden dolayı, askerler büyük bir araçta Efken'den gelecek işaretleri beklerken hepsi tetikteydi. Kılıç'ın yanında duran özel kolluk kuvvetlerinden olan esmer adam Kılıç'a ters bir bakış attığında Kılıç olduğu yerde huzursuzca kıpırdandı. "Ve n'olur biri şu kurt bakışlı adamı yanımdan alsın artık!" Korkulu çıkmıştı sesi. "Gözleriyle kurşun atıyor bana!" Bir diğer asker göz devirdi. "Susmak nedir bilir misin?" Burada duran herkes onun çenesinden yorulmuşa benziyordu. Kılıç elini göğsüne koydu yalancı bir şaşkınlıkla baktı. "Ayol çıkaramadım şimdi. Nedir o?" İki minibüs dolu asker sıkıntıyla nefeslerini verdi aynı anda. Hepsi bu geveze adamı şuracıkta boğmak istiyordu. Tam yanında duran asker konuşacakken Kılıç kaldırdığı eliyle susturdu adamı. "Sakın tek kelime daha edeyim deme!" Dedi yalancı bir dramla. "Neden biliyor musun?!" Eli burun kemerine gitti. Gözlerini yumdu. "Çünkü inanırım!" Askerler artık uğraşmak istemiyordu onunla. Minibüsten atmak tek çareydi ama Efken Bey'in yakın arkadaşı olması bunu engelliyordu. Efken dudaklarına yasladığı bardakla konuştu. "Bir daha o ahmak çeneni açarsan sana dünyayı dar ederim Kılıç." Kılıç duyduğu sesle güldü. "Oy benim yiğidim." Göğsünü gerdi. "Şimdiden özledim seni." Gözlerini kırpıştırdı. "Gel de dar mı edersin düz mü edersin keyfin bilir." Öteki minibüste olan bir kadın sesi kızgın sesiyle konuştu. "Oraya gelip o güzel çeneni dağıtmamı istemiyorsan sus artık!" Sesinde duran patlamaya hazır bomba Kılıç'ı eğlendirdi. "Çenemi güzel bulmanızı bir tarafa atarsak güzel hanımefendi... Buraya gelmenizi çok isterim." Flörtöz tavrıyla herkes şok olmuştu. Bu adamın bu kadar rahat olmasını akılları almıyordu. "Efken Bey." Dedi kameraları inceleyen adam. "İzniniz olursa arkadaşınız Kılıç Dumanlı'nın çenesini canını yakmayacak şekilde bağlayabilir miyiz?" Efken cevap veremeden Kılıç öne atıldı. Ellerini dizlerine vurarak ah vah etti yaşlı kadınlar gibi. "Vay benim garip çenem! Ne isterler senden! " Hayali göz yaşlarını elindeki buruşuk peçeteyle sildi. "OY.." dedi ağıt yakar gibi bağırarak. "Kimse bilmez çenemin ne kadar kıymetli olduğunu. Oyy! Oy!" Efken göz devirdi. Sıkılmıştı artık. "Kulaklığını çıkarmanız kafi." Dedi. Çünkü biliyordu ki çenesini kapatırlarsa daha da susmayacak boğazından garip garip sesler çıkartarak şarkı söylemeye çalışacaktı. Denemişliği vardı ve bu konuşmasından daha sinir bozucuydu. Kılıç'ın kulaklığını çıkartmak isteyen asker elini uzattığında Kılıç adamın elini ısırdı. Adam ses çıkartamasa da yüzünü buruşturuyordu. "Bırak." Dedi sessizce. Bağırırsa eğer ekibin konsantrasyonu bozulacaktı, biliyordu. Kılıç daha çok ısırdı elini. "Kulaklığıma dokunma." Dedi boğuk sesiyle. Adam dişlerini sıktı. Bu herif gerçekten manyaktı. Tamam dercesine başını salladı. Asker elinin kenarına baktığında kanadığını ve diş izlerinin derine battığını gördü. Lanet etti Kılıç'a. Tam o sırada Efken arka kapıdan gelmiş olan mafya liderini; Dimitre Roshan'ı gördü. Yerinde dikleşirken adamın her adımını hissettirmeden takip etti. Duvar köşesinde olan koltuklara oturdu. Yanına Efken'den gözlerini alamayan sarışın kadın geldi. Elini Dimitre'nin omuzuna koydu. Dimitre içkisini yudumladı, elini kızın ince beline attı. Gözleri etrafta çılgınca dans eden insanların üzerinde gezindi. Babasından ona kalan bu imparatorluk ona gurur veriyordu. Mutlulukla gülümsüyordu sanki hak ediyormuş gibi. Efken ne yapacağını, nasıl dikkatini çekeceğini biliyordu. Gözleri sarışın kadına değdi, göz kırptı. Kadın gözlerinden geçen heyecan pırıltılarıyla ellerini Dimitre'nin omuzundan çekti. Bir adım ileriye doğru atmıştı ki Dimitre kaşlarını çattı. Yanındaki kadının başka bir adamın yanına gitmesi kabul görülemezdi ona göre, çünkü kadınları malı sayıyordu. Bir kadının yanından kendi isteğiyle ayrılması onun için gurur kırıcı bir olay olurdu. Kadın, Efken'nin dibinde durdu davetkar ve istekli bakışlarını ona attı. Tam Efken'nin dudaklarına dudaklarını yaslayacağı sırada Efken'nin geri çekilişi ve Kılıç'ın korkuyla çığlık atması bir oldu. "Operasyon falan derken namusun elden gidiyehh Efken!" Yanında duran adam istemeden güldü. Dimitre gerginlikle ayağa kalktı, Efken'nin yanına ulaştı. Bu sırada kadın korkuyla uzaklaştı. Kameraları izleyen adam güldü. "Bu kadar çabuk dikkatini çekmeniz hayranlık uyandırıcı." Kılıç sinir bozucu şekilde adama bakarak güldü. "Ona sadece ben hayran olabilirim yalnız." "Burada yeni misin?" Dedi kalın sesiyle Dimitre. Hafif bir aksanı vardı ama bunu ancak dikkatli biri anlayabilirdi. "Hayır çoğunlukla hafta sonu geliyorum." Böylelikle Dimitre onu daha önce neden görmediğini sorgulamayacaktı çünkü o sadece hafta içi burada oluyordu. "Adın?" Dedi sorarcasına dirseğini bar tezgahına yaslayarak. Duruşunda bile gardını alan savaşçı gibi bir hali vardı. Gözlerini umursamaz bir tavırla adama çevirdi. "Azer Sönmez." Kaşlarıyla karşısında duran adamı işaret etti. "Senin?" Dimitre'nin gözlerinden derin bir parıltı geçti, olduğu yerde dikleşti. Babasının adı da Azer'di ve o babasına aşık bir çocuktu. Efken bunu biliyordu ve adımlarını düşünerek atıyordu. Şimdi karşısında gardını alan bir savaşçı değil babasına özlem duyan küçük bir çocuk vardı. Efken zaaflara oynamayı babasından öğrenmişti. "İsmini yanlış verecek çünkü güvenmiyor." Dedi onları izleyen asker kadın. Efken bundan pek emin değildi çünkü karşısında duran adamın gözlerindeki gerçeklik ona böyle düşündürüyordu. Ona göre herkesin rol yapmayı bıraktığı bir yer vardı ve şimdi Efken tam o sınırda duruyordu. "Dimitre Roshan." Dedi adam Efken'nin yüzünü incelerken. Efken dışında herkes şaşkınlıkla onları izliyordu. "Nasıl?" dedi asker kadın. Gözlerini sonuna kadar açmış nefesini tutmuştu. "Kaç tane operasyon yaptık hiçbirinde gerçek kimliğini söylemedi." Kılıç göğsünü kabarttı. "Manipüle etti zeki kardeşim." dedi. "Adam rahmetli babasıyla aynı isimde birini gördüğü an saklanma ihtiyacı duymadı." "Memnun oldum." Dedi Efken dudağının ucuyla. "Bende öyle. İstersen odamda bir kahve içebiliriz Azer." Yerinde dikleşip ellerini beyaz pantolonun cebine yerleştirdi. "Burası fazla kalabalık rahatça sohbet edebileceğimizi sanmıyorum." Efken bu kadar hızlı olmasını beklemese de başını onaylayarak salladı. İkisi birlikte üst kata çıkarken Dimitre kendine yeni bir dost bulduğunu düşünüyordu. Üstelik babasıyla adaş olmaları onu heyecanlandırıyordu. Kılıç kaşlarını çattı. "Umarım bu adamın gay olduğunu unutmamıştır teklifini kabul ederken." Yanında duran asker bıyık altı güldü. O da Kılıç ile aynı fikirdeydi. Geldikleri kapının önünde Dimitre kapının eşiğinde duran sensöre elini yerleştirdi. Demir kapının iki kanadı da sessizce açıldı. İçeri girdiklerinde Efken çaktırmadan kapının arasına bir taş koydu ve böylelikle kapı yarı aralık kaldı. Efken risk almıştı. Eğer Dimitre bunu fark ederse bir dakika bile düşünmeden Efken'in kafasına sıkardı. Fakat Dimitre farketmeden gülümsedi ve masasına ilerledi. Kendini burada daha rahat hissediyordu. "Burası da benim krallığım." Dedi. "Sende içinde olduğuna göre heyecanlı olmalısın Azer." Kibir panzehri olmayan bir zehirdi. İnsanı yer bitirirdi. Önce fark etmezdiniz ama sonrasında kalbinizi kemiren bir böceğin varlığıyla egonuzu okşamak için yanıp tutuşurdunuz. "Ne büyük şeref." Dedi Efken ama sesindeki alay tozunu yalnıza onu tanıyanlar bilirdi. Adam derin bir nefes verip büyük çalışma masasına oturdu. Ardından masanın üzerinde duran telefondan çalışanı aradı. "Bize iki sade kahve." Efken ona sormadan karar vermesine dudağının kenarıyla güldü. İyi bilirdi bu adamları. Kendi çöplüğünde öten her horoz gibi yanındakilere oyuncağı gözüyle bakar, daha sonra onları onlara ait olan bir yerde gördüğünde korkudan ödleri kopardı. İçi boş adam dedikleri cinstendi bunlar. Kılıç ciğeri sökülürcesine hapşırdığında Efken yüzünü buruşturmamak için dişlerini sıktı. Kulak zarının patladığını düşündü. Kılıç'ın yanında duran adam midesi bulanmış gibi öğk diye bir ses çıkarttığında Kılıç gözlerini kırpıştırıp sinirlice baktı. "Eğer hemen çok yaşa demezsen ölüyormuşum." Adamın umursamaz bir şekilde göz devirdiğini gören Kılıç, "Çok yaşa de." dedi sabırsızca. Asker onu umursamadı. Kılıç kendini yere attı. İri cüssesinin minibüse sığması zor olsa da o yapmıştı. "Hoşt lan. Az öte de öl." Dedi ayağının ucuyla bacağına vuran asker. Kılıç gözlerini açmamaya ne kadar kararlı olsa da sinirlenmişti bu adama. Ne yapmıştı ki ona? Alt tarafı hazırlık yapılırken üzerine sıcak kahve dökmüş, yanlışlıkla telefonunu çamura düşürmüş, elini ısırmıştı. Bunun için mi ondan nefret ediyordu? Kılıç'ı uzun süredir izleyen genç, kadın asker gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Onun bu şebek halleri kadını hiç olmadığı kadar güldürüyordu. Onun gibi bir adamı daha önce hiç görmemişti. Kılıç'ın önüne geldi kimseye çaktırmadan. Ayağının ucuyla omuzuna dokundu. "Feriha kalk bir gören olacak!" Kılıç bu sesin hayal olduğunu düşündü çünkü burada duran kimsenin bu repliği bilmediğine emindi. Gözlerini açmadı. Kadın bir kez daha dokundu omuzuna. "Feriha! Kalksana!" Dedi kadın fısıltıyla bağırırken. Kılıç sanki kimse görmüyor gibi tek gözünü açıp karşısında ona gülerek bakan kadını gördü. Yeşil harelerinden geçen baharla iki gözünü de açtı. "Lütfen gerçek olduğunu söyle." Kadın dizinin üstüne çöküp Kılıç'ın yüzünü inceledi. Yakışıklı bir yüzü var diye geçirdi içinden. Hele o yeşil gözleri... Derince yutkundu ikisi de birbirinin gözlerine bakarken. "Hiç olmadığım kadar gerçeğim." Dedi sessizce. Kılıç güldü. Bu gülüş diğer gülüşlerinin aksine derin ve manidardı. Efken kahvesini yudumlarken aynı zamanda odayı inceliyordu. Kırmızı ve siyah renkler hakimdi. Büyük bir çalışma masası, onun önünde iki tane tekli sandalye. Tablolar. Hepsinde iki erkeğin birbirine olan tutkusu anlatılıyor. Odanın ortasında siyah düz bir halı vardı. "Ne işle ilgileniyorsun?" Dedi Dimitre sessizliği bozarak. Efken odayı izlerken çattığı kaşlarını gevşetip adama döndü. "Uyuşturucu, cinayet..." Herhangi bir şeyden bahseder gibiydi. Böylelikle Dimitre onu kendine daha yakın görecekti. Gözlerinden geçen parıltılarda bunu kanıtlar nitelikteydi. "Ne tür cinayetler?" Burnunu çekti Efken. "Seri katilim, paramı alır adamı öldürürüm." Dimitre'nin zevkli kahkahası odanın içini doldururken Efken tek kaşını kaldırıp adama baktı. "Komik olduğunu sanmıyorum." "Aksine hoşuma gitti." Dedi Dimitre ellerini masanın üzerinde birleştirirken. "Babamda gençken seri katilmiş. Babama bu kadar benziyor olman şaşırttı beni." "Ne güzel." Dedi Efken umursamaz bir şekilde. Sanki bunları bir bir araştırıp, planlamamış gibi. "Seninle çalışmak isterim Azer." "Öyle mi?" Dedi Efken kaşlarını çatıp. "Teklifin nedir?" Dimitre bilmişlikle gülümsedi. "Hayal edemeyeceğin kadar para." Ayağa kalkıp kitaplığın altında duran kasaya şifreyi girdi. Kasa açıldığında içinde duran pis işlerinin belgeleri dışında haksız yere kazandığı her şeyin tapusu, dolarları, mücevherleri vardı. Çıkardığı dört deste doları masanın üzerine attı. "İlk avansın." Efken kulaklığına dokunup gelmeleri için uyarıyı verdiğinde askerler çoktan minibüsten inmiş barda olan herkesi göz altına almıştı bile. "Artık çalışacak bir işin kaldıysa tabii." Dedi Efken ayağa kalkıp elini cebine yerleştirirken. Bu sırada demir kapıyı askerler kolayca açtı. Dimitre karşısında gördüğü askerlerle olduğu yerde dona kaldı. Asker onu ani bir manevrayla boğazından tutup Efken'e doğru çevirdi. Diğer askerler ise çoktan odanın içine dalmış her yeri talan etmişti bile. "Şerefsiz!" Diye bağırdı Efken'e doğru. "Nasıl tuzak kurarsın bana!" "Şerefsiz olsaydım şuan senin olduğun yerde ben olurdum." "Ben her türlü çıkacağım o delikten! Kork benden!" Efken yüzünü buruşturdu. "Kes artık o boktan sesini." Yavaş adımlarla çıktı odadan. Dışarıya çıktığındaysa Kılıç'ı gördü. "Gidelim." Kılıç, Efken'e sarıldı. "Aslan kardeşim." Eliyle sırtını sıvazladı. "Yine herkesi kendine hayran bıraktın." Ayrıldıklarında Efken, "Kıracağım o çeneni. Boşuna yalakalık yapma." dedi. Birlikte arabaya doğru yürüdüler. "Kırarsın evimin direği. Biliyorum." Tam o anda büyük bir alkış tufanı koptu. Efken arkasına döndüğünde gördüğü manzarayla derince yutkundu. Tüm askeri birlik dizilmiş alkış tutuyordu Efken'e. Kimse bu işin bu kadar kolay biteceğini düşünmüyordu fakat Efken o kadar işe yarar bilgiler edinmişti ki hemen çözüvermişti düğümü. Jandarma Genel Komutanlığı Başkanı Cevdet Bey, İstanbul Emniyet Müdürü Kenan Bey, İstihbarat Uzmanı Mehmet Bey ön sıradan ceketlerini iliklemiş alkış tutuyorlardı. Efken başını hafifçe eğip elini göğsüne koydu. "Eyvallah." Herkesle tek tek el sıkıştı, iltifatlarını kabul etti ve vedalaştı. Hepsi yavaş yavaş dağıldıktan sonra arabanın önünde durdular. "Arabayı sen kullan." Dedi Efken yorgun çıkan sesiyle ve yolcu koltuğuna oturdu. Kılıç'ta arabayı çalıştırdığında "Nereye?" Diye sordu. Eliyle alnını ovaladı. "Hastaneye. Ekin'i göreceğim." Kılıç ses çıkartmadan hastaneye sürdü arabayı. Efken ise Ekin'in vurulmasına sebep olduğunu aklından çıkarmadı. Kelebek'i ise düşünmemeye çalışıyordu. Hastaneye geldiklerinde arabadan indiler. Doktor ilk müdahale sayesinde hayati tehlikeyi atlattığını söylemişti ve ameliyattan sonra odaya almışlardı. Üst kata çıktıklarında koridorun solundaki ikinci odaya girdiler. Lamia ile Ekin'i sohbet ederlerken gördüler. Efken gözünü kaçırıp direkt Ekin'e odaklandı. İkiside şaşkındı gecenin bir yarısında buraya gelmelerine. "Ekin ile yalnız görüşeceğim." Dedi Efken gözlerini Ekin'den ayırmadan. "Çıkın dışarı." Lamia tam ağzını aralayıp dolu gözlerle Efken'e cevap verecekken Kılıç onu kolundan tutup odadan çıkardı. Efken sessiz adımlarla yatağın yanında duran tekli koltuğa oturdu. Dirseklerini dizine yaslayıp öne doğru hafifçe eğildi. "Benim yüzümden vuruldun." Dedi çatık kaşlarını bir an bile düzeltmeden. "Nasıl telafi edebilirim bilmiyorum ama istediğin ne varsa yapabilirim Ekin." Ekin uzandığı yerden doğrulmaya çalışırken canın acısıyla inledi. Efken kolundan tutup onu oturur pozisyona getirdi. "Sen hayatımı kurtardın." Dedi gülümseyerek. "Kızımı korudun kolladın." Kaşlarını kaldırıp Efken'in omuzuna dostça vurdu. "Seninle gelmeseydim de beni öldürecekti. Sende beni orada bırakıp çekip gitmek yerine hayatımı kurtardın." Efken derin bir nefes verdi. Suçlanmayı bekliyordu fakat aksi olmuştu. "Kızımla görüntülü konuşabildim sayende. Onun iyi olduğuna emin olabildim." Dedi minnetle. Efken adamlarına söylemiş, kızı koruma altına almış ve görüntülü konuşabilme imkanı tanımıştı. "Senin hakkında düşündüğüm, söylediğim tüm saçma sapan şeyler için özür dilerim. Affet." Dedi Ekin pişmanlıkla. Ona cani dediği an aklından çıkmıyordu. Vicdanı sızlıyordu. Bir adam cani olsaydı bu kadar uğraşır mıydı tanımadığı biri için? "Affedilecek bir şey yok Ekin." Dedi ayağa kalkıp Efken. Elini bu defa Ekin'in omuzuna o koydu. Karşısında duran kişi Kelebek'in sevdiği adamdı ve o bunu bir türlü unutamıyordu. "Ne zaman istersen en güvenli şekilde onu yanına getirebilirim. Seni de gönderebilirim. Söylemen yeterli." Ekin yüzünü acıyla buruşturduğunda Efken elinin ağırlığını unutmuştu. Ona göre hafif olan dokunuş Ekin'in iki büklüm olmasına neden olmuştu. Efken elini çekti. "Sağ ol Efken. Hakkını ödeyemem." "Eyvallah." Dedi Efken ve odadan çıktı. Bu sırada Kılıç ve Lamia kollarını önünde birleştirmiş, birbirlerine sinirle bakıyordu. Lamia kapıyı dinlemek istemiş Kılıç buna engel olmuş ve aralarında bir tartışma geçmişti. Efken, Lamia'ya hiç bakmadan Kılıç'a gitmek için göz kırptı. Kılıç Efken'in yanına adımlarken Lamia, Efken'in kolunu tuttu gitmemesi için. "Dinle beni." Dedi mırıldanarak. Efken gözlerini bir kez bile değdirmedi gözlerine. Kolunu sertçe kendine çekti. Gözleri duvardayken konuştu. "Kanatlarını kırmadan uzaklaş benden." Ardına bir kez bile bakmadan gitti Efken. Lamia'nın gözlerinden bir damla yaş aktı. Pişmanlığı boynuna bir urgan gibi dolanmıştı. Ona söylediklerini hatırladıkça kalbi sancıyordu. Daha iki gün önce gözlerini gözlerinden ayırmayan adam şimdi yüzüne bile bakmıyordu. Bu sadece onun suçuydu çünkü karşısına geçip doğruları söylemek varken o korkup yalan söylemeyi tercih etmişti. Efken herkesin ona söylediği gibi korkunç bir adam değildi. Kılıç olduğu yerde durmuş ağlayan kadına bakıyordu. Efken'in onu gördüğü ilk an gözlerinde ki baharı fark etmişti. Bu kadın o bahara kar yağdırmıştı belki ama kar yağdı diye de bahar bir daha gelmekten vaz geçmezdi. Ağlamasına dayanamayarak elini koluna koydu. "Ağlama." Dedi. "Yeter." Lamia daha fazla ağladı. "Ona cani dedim." Başını iki yana salladı gözlerini yumdu. "Katil dedim." Kılıç burukça gülümsedi. "İğreniyorum senden bile dedim." Akan burnunu çekti. "Hak etmiyordu." "Efken alışıktır böyle sözler duymaya." Dedi üzgünce Kılıç. "Aldırma." "Ama..." dedi gözlerini açıp. "Kırıldı." burnunu çekti yine. Kılıç kırıldığını biliyordu ama yine de inkâr etti. "Efken iki gündür tanıdığı birine kırılamaz." Onun gözlerinden kırıldığını anlamıştı zaten Kılıç ama Efken'nin kırgınlığı gözlerinden hiç ayrılmazdı ki. Bu Lamia'dan önce de böyleydi sonra da böyle olacaktı. Efken'nin kırgınlığı aldığı nefeste bile vardı. Attığı adımda, içtiği suda, baktığı gökyüzünde... onun kırgınlığı her yerdeydi. "Ağlama artık. Kafatasın sümük doldu, olmayan beyin hücrelerini de öldüreceksin böyle giderse." Dedi Kılıç alayla. Lamia gülümsemesini durduramadı. Kılıç'ın omuzuna vurdu ama eline geçen tek şey acıyan eliydi. "Of." Dedi yüzünü buruşturarak. "Acıdı." "Burada mı kalacaksın sen?" Dedi Kılıç merakla. "Evet. Onu bırakamam." Gözlerini kapıya dikti. Seviyordu onu, tek taraflı olsa bile. Çocukluğunun dostuydu Ekin. Aşk yoksa bile aralarında sevgi vardı. Anlayışla başını salladı Kılıç. Onu başkasını seviyor diye suçlayamazdı fakat yine de Efken için üzülüyordu. Çünkü onun da üzüldüğünü biliyordu. "Bir şeye ihtiyacınız olursa kapıdaki adamlara söylersiniz." Dedi ve gitti. Arkasından Lamia bağırdı. "Teşekkür ederim hiçte keskin olmayan Kılıç!" Kılıç güldü. Dışarı çıktığında Efken'i arabanın önünde sigarasını tüttürürken gördü ve derin bir nefes verdi. Kardeşten öte gördüğü adamın hayatının hiç bir anında mutlu olamadığını bilmek canının acımasına neden oluyordu. Efken yanındaki hareketlikle biten sigarasını parmak uçlarında söndürdü ve çöp tenekesine attı. "Bitti mi tesellin?" Dedi alayla. "Oldukça pişman." Verdiği nefesle konuştu. "Ağladı hiç durmadan." Arabanın kapısını açtı Efken. "Ve bunun benim için bir önemi olduğunu mu sanıyorsun?" Yolcu koltuğuna oturdu. Söylediklerinin aksine önemsiyordu Efken. Her şeyden çok onun akan yaşlarını önemsiyordu. Kılıç başını iki yana salladı. Efken için pişmanlık hiçbir zaman önemli değildi. Ona göre kimse pişman olacağı hareketlerde bulunmamalıydı. Bulunursa da bu onun sorumluluğundaydı. Hiçbir şekilde bu konu hakkında düşünmez, sağduyulu davranamazdı. Kılıç'ta arabaya binip sürdü. "Nereye?" "Deniz kıyısında ki otel." Kılıç neden diye sormadan sürdü oraya doğru. Efken'nin içinde ki huzursuzluk nefes alamamasına sebep olurken sessizce mırıldandı. "Ekin'in kızı..." Dedi daha sonra yüzünü sıkıntıyla sıvazladı. "Kelebek'in olabilir mi?" Kılıç, Efken'nin bunun olmaması için dua ettiğini biliyordu. O da bunun için dua ediyordu. Efken'nin belki de kendisi için ilk defa yaşamaya değer bir şey bulduğunu hissedebiliyordu. Bunu da kaybederse kaybolacaktı, biliyordu. "Bilmiyorum kardeşim." Dedi. "Umarım değildir." "Öğren." "O kadını neden bu kadar umursuyorsun?" Bunu sormasında ki amacı Efken'nin kendisiyle yüzleşmesini sağlamaktı. Efken kaşlarını daha çok çattı. Bu soruyu kendine de sormuştu ama aldığı cevap koca bir sessizlikti. Bunun belirsizliğiyle boğuşurken bu sorunun yüzüne tokat gibi çarpması afallatmıştı onu. "O bana yalan söyledi..." Dedi ne diyeceğini bilemez bir halde. Kılıç kaşlarını kaldırdı. "Ve bu seni neden bu kadar delirtti?" Efken gözlerini ona çevirdi. "Çünkü ben ne zaman inanmaya çalışsam elime geçen tek şey bir bıçak yarasından fazlası değil." Yutkundu ve derin bir nefes aldı. "Ona değil, kendime kızıyorum." Kılıç başını iki yana salladı. "Kaç yıllık kardeşimsin. İlk defa seni bu kadar öfkeli gördüm. Bu sadece kendine kızdığın için olmuş olsaydı Pamira gittiğinde de olurdu. Çünkü sen onun gidişiyle de kendine kızmıştın." Efken de şaşkındı. O öfkenin ciğerlerini nasıl yaktığını hâlâ hissedebiliyordu. Sustu. Dilinden dökülecek tek bir kelime yetmezdi kendini açıklamaya. Araba durdu. Kılıç, Efken'nin yüzüne baktı. "Bir gün bu öfkenin yerine gerçekçi gülüşünü göreceğim. İşte o zaman sana bunu uzun süredir hak ettiğini söyleyip sıkı sıkı sarılacağım Ateşin Varisi." "O gün öldüğüm gün olacak. Ve sen bana sadece ölümü hak ettiğimi söyleyeceksin Kılıç." Dedi Efken sert sesiyle ve arabadan indi. Ardından Kılıç'ta indiğinde otele girdiler. Efken hızlı adımlarıyla kimsenin yüzüne bakmadan asansöre bindi Kılıç'la birlikte. Asansörde Hazan'ın olduğunu gördüklerinde önce şaşırdılar daha sonra içeri girdiler. Asansörün kapısı kapandığında Efken hemen Hazan'ın yanında duruyordu. "Merhaba." Dedi uzun boylu güzel kadın, yumuşak sesiyle. Heyecandan elleri titriyordu, kalbi tekliyordu. Efken gözlerini ona çevirdi. Onunla gerçek bir sevgili olmuşlardı üniversite yıllarında. İkisi de birbirlerini sevmişti zamanında. Ki Hazan hâlâ Efken'i çok seviyordu. "Ne işin var benim otelimde?" Dedi Efken sert çıkan sesiyle. Hazan aldığı tepkiyle gözlerini kırpıştırdı. Bu otelde yalnızca Efken'i görmek için kalıyordu. Onunla konuşma fırsatı yakalamak için evine bile gitmiyordu. "Sadece..." Dedi mırıldanarak. "Burayı seviyorum." "O zaman kendine sevecek bir başka otel bul." Kılıç gözlerini ikisinin üzerinde gezdirirken içinden Bu yelloz karıyı yolmak vardı şimdi burada diye geçiriyordu. Ona göre bu kadın ikiyüzlü kelimesinin vücut bulmuş haliydi. Efken'e çektirdiklerini unutmak mümkün değildi. Asansör durduğunda Efken ve Kılıç koridorun soluna doğru ilerledi. Efken gergindi. Hazan'da arkalarından onların adımlarına yetişmeye çalıştı topuklu ayakkabılarıyla. "Efken! Bekler misin?" Dedi sesini yükselterek. Efken'nin adımları durdu. Kılıç'a gitmesi için işaret verdi. Kılıç sinirle soludu ve Hazan'a bakıp mırıldandı. "Sinsi yelloz." Hazan duyduğu şeyle kaşlarını kaldırdı. "Ağzını topla Kılıç." Kılıç ağzını yamulttu. "Oğzıno toplo Koloç." Gözlerini kısıp düşmanca gözlerle Hazan'a baktı. "Senin o bin seanslık ördek dudaklarını kerpetenle parçalara ayırırım ecdadı gelse toplayamaz." Efken Kılıç'ın sözleriyle elini omuzuna koydu. "Hadi kardeşim." Sesindeki sinir Kılıç'ın durması için son uyarıydı. Ne olursa olsun, iyi kötü Hazan onun geçmişindeki kadındı. Kılıç gözlerini Hazan'dan ayırmadan geriye doğru adımladı. Hazan ise duyduklarının etkisiyle kıpkırmızı kesilmişti. Kılıç'ı uzun süredir tanıyordu ve aralarında ki saygı hiçbir zaman yok olmamıştı fakat yaptığı son şeyle o saygıyı da kaybetmişti biliyordu. Tıpkı Efken'i kaybettiği gibi. Hazan boğazını temizledi ve kendini toparladı. "Konuşmamız gerekiyor Efken." Efken buzdan farksız gözlerini ondan ayırmadı. "Konuş öyleyse." Hazan gözlerini rahatsızca etrafta gezdirdi. Gelen geçen herkes onlara bakıyor, onları izliyordu. "Burada olmaz. Ayaküstü konuşulacak mevzular değil." "Konu neyle ilgili?" Diye sordu Efken. Ona göre zaman ayıracaktı Hazan'a. "Ediz Bey hakkında." Efken olduğu yerde dikleşti. Kaşları çatıldı. Hazan elini Efken'nin omuzuna koyacakken Efken geri çekildi. "Küçük bir işim var. Aşağıda bekle." Dedi ve arkasını dönüp gitti. Hazan attığı her adımın geri teptiğini görmesiyle dumur olmuş, öylece Efken'nin gidişini izliyordu. Bir zamanlar sevgi gördüğü gözlerinde artık koca bir boşluk vardı ve o onun gözlerinde kötü de olsa bir his görmek için yanıp tutuşuyordu. Efken kamera odasına girdiğinde Kılıç'ı ayakta dikilmiş dört dönerken gördü. Kılıç Efken'i gördüğünde adımlarını durdurdu. "O sinsi yellozun ne işi varmış Ediz Bey ile?" Dediğinde Efken sıkıntıyla nefesini verdi. "Kapı dinlemekten utanmıyor musun?" Kılıç alınmış gözlerle baktı. "Utanmak nedir ki? Bilmiyorum ben." Dedi. "Sen beni tanımıyor musun?" "Tanımamış olsam, hayatım nasıl olurdu acaba diye düşünmüyorum değil Kılıç." Dedi Efken bezgince kameraların önünde duran koltuğa geçip. "Bana bana?! Kılıç'ına? Nasıl bu kadar kırıcı olursun!" Dedi Bihter edasıyla sesini inceltip ağlamaklı gözlerle Efken'e bakarken. Efken ona döndü. "Sus artık kardeşim." Kılıç kollarını önünde birleştirip küskünce başını başka tarafa çevirdi. Efken onun bu haliyle Lamia'yı hatırladı ve derin bir nefes verip ekrana döndü. O saatlerde Lamia restoranda yemeğini yiyordu. Daha sonra yanına Hazan geliyor ve karşısına oturuyordu. Biraz sohbet ettiklerinde Hazan ayağa kalkıyor ve gidiyor, Lamia da on dakikanın sonrasına odasına gitmek için ayaklanıyordu. Onun ardından yaşlı olduğu belli olan göbekli, kısa bir adam arkasından onu takip ediyordu. Asansörün önünde durduklarında adamın ona dik dik bakmasından rahatsız olan Lamia olduğu yerde kıpırdandı. Adam elini Lamia'nın saçına attığı an Efken daha fazlasını izleyemeden ekrana yumruğunu geçirdi. Ekran tuzla buz oldu. Efken öfkeyle bağırdı. Yumruk yaptığı eli hastanede yara aldığı için şimdi kanamıştı. "Geberteceğim bu piçi!" Hızlıca odadan çıkıp adamın oda numarasını öğrendi. Daha sonra arkasında Kılıç'la birlikte adamın odasına girdi. Adam kapının sertçe açılmasıyla birlikte yattığı yataktan korkuyla fırladı. "Siz kimsiniz?" dedi geri geri giderken. Efken dişlerini gıcırdattı. "Senin bir tercih hakkın olmayacak it herif. Ecelin." dedi ürkütücü sesiyle ve sessiz ama güçlü adımlarla adama yaklaştı. Kılıç ise arkasındaki duvara yaslanıp cebine koyduğu çekirdekleri avucuna doldurdu. "Efkencim, Efkencim." dedi ayıp edercesine. "İtleri utandırıyorsun. Ayıp. " Çıtladığı çekirdeğin çöpünü yere tükürdü. Adam korku dolu gözlerle "Çıkın odamdan yoksa polis çağırırım!" diye sesini yükselttiği an Efken adamın bileğini tuttu ve ani bir manevrayla kırdı. Adam acıyla bağırırken Kılıç kahkaha attı. "Seyir zevki yüksek bir film." "Kelebek'e bu elinle mi dokundun?" dedi biraz daha bükerken bileğini. Ardından sağ elini de tutup onu da kırdı. Adam iki büklüm olmuş bağırıyordu acıyla. "Yoksa bu elinle mi?" "Bunu ikisini de kırmadan önce soracaktın kardeşim." dudağının kenarıyla güldü. "Artık bir önemi kalmadı hangisiyle dokunduğunun." Adam gözlerinden akan yaşlarla bağırdı. "Kimden bahsediyorsunuz siz?" "İki gün önce asansörde sıkıştırdığın kadından bahsediyoruz orospu çocuğu!" dedi ve bu sefer yumruğunu adamın suratına en sert şekilde geçirdi. Adam yere yığıldığında "O kadın istedi!" dedi korkuyla. Efken'nin kaşları çatıldığında Kılıç'ta yaslandığı duvardan ayrılıp adamın yanına gitti. "Ne kadını?" "Bilmiyorum bana para verdi. Onu rahatsız etmemi istedi. Bilmiyorum. Tanımıyorum bile kadını." dedi başını iki yana sallayarak. "Biri sana para verdi ve Kelebek'i rahatsız etmeni söyledi öyle mi?" dedi Kılıç anlamak istercesine. Bir yandan da Lamia'ya Kelebek demiş olması şaşırtmıştı onu. "Evet." Kılıç adamın yüzüne öfkeyle tükürdü. "Şerefsiz." Efken tekmesini adamın bacak arasına geçirdiğinde adamın çığlığı odanın duvarlarına çarpıp Efken'nin kulaklarında yankı yaptı. Adam bayıldığında bir tekme de Kılıç attı. "Geber." Efken derin nefesler alıp vererek sakinleştirici hapını cebinden çıkartıp yuttu. "Bunu ondan kim istemiş öğren." Kılıç başını onaylayarak salladı ve odadan çıktı. Efken öfkesini atamayarak bir tekme daha geçirip aşağıya Hazan'ın yanına indi. Hazan restorantta oturmuş, gergince bacaklarını titretiyor, etrafa bakıp Efken'nin gelip gelmediğini kontrol ediyordu. Gözleri Efken'le buluştuğunda ayağa kalktı. Efken masanın dibinde durup "Konuş." Dedi ruhsuz sesiyle. "O-oturalım mı?" Efken sıkıntıyla nefesini verip oturduğunda Hazan da oturmuştu. "Nasılsın?" Dedi Hazan ilgiyle gözlerini Efken'nin üzerinde gezdirirken. "Her şey yolunda mı?" "Artık konuya gir." Dedi Efken sinirle. Bu kadınla aynı masada oturmaları bile tüm hücrelerini geriyordu. "Senin samimiyetsiz ilginle uğraşacak vaktim yok." Hazan'ın hakkı varmış gibi gözlerinin doldurması Efken'nin dişlerini biraz daha sıkmasına neden oldu. Onu şuracıkta öldürmüyorsa bu sadece geçmişe olan saygısındandı. "Ediz Bey seninle Pamira hakkında konuşacağını söyledi Efken." Titreyen sesini düzeltmek için boğazını temizledi. "Adresi de burada yazılı." Dedi avucunda duran buruşmuş kağıdı önüne koyarken. Efken kağıda bakmadan Hazan'ın önüne ittirdi. "Konuşmak isteyen o ise gelip konuşur. Ayağına gidecek olan ben değilim." "Bunu kabul edeceğini sanmıyorum." "Fikrini sormadım. Söylediklerimi aynen iletirsin Ediz Bey'ine." Dedi ve ayaklandı. Tam gideceği sırada Hazan onu durdurdu. "Yeni sevgili yapmışsın." Dedi alayla. Artık masum yanını bırakmış, hırslı halini ortaya koymuştu. "Onu da beni sevdiğin gibi sevebilecek misin?" Efken kaşlarını çattı. "Ne zırvalıyorsun yine?" Hazan hırsla tuttu iki yandan Efken'i. "O küçük fahişeden bahsediyorum." Dedi gözlerini belerterek. "Onu da sevecek misin beni sevdiğin kadar?" Efken, Lamia'dan bahsettiğini anladığı an kulakları çınlamaya başladı. Gözü karardı. Sertçe ittirdi Hazan'ı. Hazan yere düşmemek için masaya tutunduğunda Efken ona doğru eğildi. "Onun hakkında bırak böyle konuşmayı aklının ucundan dahi kötü bir şey geçirirsen bil ki yaşatmam seni." Gözleriyle alev saçtı ona korkuyla bakan kadına. "Herkesi kendin gibi görmekten de vaz geç." "Anladın mı beni?!" Diye bağırdığında Efken, Hazan ağlayarak başını salladı. "Konuş, anladın mı?" "A-anladım." Efken bir kez daha iğrenerek baktı kadına ve otelden çıkıp arabasına ilerledi. Kimsenin Lamia hakkında kötü bir şey söylemesine tahammülü yoktu. Arabanın önünde gördüğü yüzle adımları durdu. Lamia arabaya yaslanmış Efken'i bekliyordu. Efken'i gördüğünde doğruldu ve gözlerini kırpmadan bütün heybetiyle ona yaklaşan adama baktı. Efken hızlı adımlarla ulaştı Lamia'nın yanına. "Ne işin var senin burada?" Dedi sert sesiyle. "Kim sana burada olduğumu söyledi?" "Kılıç'ı aradım kapıdaki korumaların telefonundan. Ondan öğrendim burada olduğunu." Dedi gözlerini Efken'nin gözlerinden ayırmayarak. Efken, gökyüzünü gözlerinde taşıyan kadından gözlerini her ne kadar ayırmak istese de çoktan kenetlenmişti katran karası, masmavi gökyüzüne. "İçeriye girecektim ama seni eski sevgilinle konuşunca gördüğümde rahatsız etmek istemedim." Dediğinde merak vardı gözlerinde. Barışmışlar mıydı diye sormak istiyordu ama haddine değil diye susmayı tercih ediyordu. "İyi. Şimdi de beni daha fazla rahatsız etmeden git." Dedi ve arabasına bindi. Tam çalıştıracakken arabayı Lamia yanına, yolcu koltuğuna oturdu. "Bu sahneyi tekrar yaşamak istediğimi sanmıyorum." Dedi Efken dişlerinin arasından kükrercesine. "İn arabamdan." "Olmaz. Konuşmamız gerekiyor." "İn!" "İnmeyeceğim işte." Dedi Lamia kollarını önünde birleştirip. Efken bu kadının inadıyla daha fazla uğraşmak istemiyordu. Arabadan inip Lamia'yı arabadan atmak için çıktığında kapıda onları izleyen Hazan'ı gördüğünde öfkeyle vurdu arabanın üstüne. Onu arabadan atarsa Hazan'ın Lamia'yı rahatsız edeceğini biliyordu. Yine yerine geçip arabayı sürmeye başladı. "Kemerini tak." Dediğinde Lamia hızlıca onu onaylayarak kemerini taktı. Efken tüm hızıyla sürdü arabayı. "Arabayı yavaş kullanır mısın?" Dedi Lamia korkuyla. Ağladı ağlayacak bir hali vardı ama Efken onu duyacak durumda değildi. "Efken!" Dedi bağırarak. "Yavaş sür!" Lamia babasını trafik kazasında kaybetmişti. Ondandır ki çok hassastı araba konusunda. Sırf daha fazla çocuk bir trafik kazasında, aniden, hiç beklenmedik bir anda, ailesini kaybetmesin diye inşaat mühendisliği okumuştu. Güvenli yollar, geçitler yapmış, trafiği en güvenilir hale getirmişti. Çukurlarla dolu köy yollarında, bataklık olan yollarda bir çok proje hayata geçirmişti. Bölümünün en başarılı öğrencisi oydu ve şimdi ülkenin en iyi şirketinde çalışıyordu. Önlerine çıkan bir kamyonla Lamia'nın çığlık atması ve arabanın durması bir oldu. Kamyon geçip giderken Lamia hâlâ transta kalmış gibi çığlık atıyordu. Gözleri yola kilitlenmiş sanki çocukluğunda ki o an'a geri dönmüştü. Babasının boynundan fışkıran kanın yüzüne sıçradığı o an'a dönmüştü. Efken kaşlarını çatmış Lamia'nın iki kolundan tutmuştu. "Sakin ol. Bir şey olmadı. Hiçbir şey olmadı." Dedi onu sakinleştirmek için. Ne olduğunu o da daha kavrayabilmiş değildi. Lamia yola bakarak ağlamaya başladığında Efken başını tutup kendisine çevirdi onu. "Korkma. Geçti, ben buradayım." Dedi. Sesindeki güvenilir his Lamia'nın kalbini sarmaladı. Lamia derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştı. Onu kendine çeken geçmişten kurtulmak istedi. Gözleri Efken'le buluştuğunda sükunet ruhuna sirayet etti. "Bir daha bunu yapma." Dedi gözlerinden eksik olmayan korku ve acıyla. "Bir daha bu kadar hızlı olma." Tamam dercesine salladı başını Efken. Korkmuştu Lamia'yı böyle görünce. Onu korkutanın kendisi olduğu bilinciyle de suçluluk duyuyordu ama duymamıştı onun yavaş sür deyişlerini. "Özür dilerim." Dedi ellerini yüzünden çekip. "Tutmalıydım kendimi." Arabanın arka koltuğunda duran suya uzanıp Lamia'ya verdi. İkisi de sustu ve Efken arabayı yavaşça sürmeye başladı. Gün ağarmaya başlıyordu. "Seni hastaneye bırakacağım." Dediğinde Efken, Lamia içtiği suyu dudaklarından ayırıp "Hayır." Dedi. Eve gidip Ekin'e kıyafet alması gerekiyordu. "Nereye gideceksin? Söyle." "Ekin'in evine." Efken sorgulamadan başını salladı. Ekin'in evinin adresini biliyordu. "Bana kızgınsın biliyorum ama ben çaresizce yalan söyledim." Dedi Efken'nin yan profilini izlerken. Gözleri yüzündeki yanık izine dalarken kaçırdı hemen gözlerini. Rahatsız olmasını istemiyordu. "Ekin bana söylemişti bu durumu. Ortadan kaybolduğu an onu bulmamı söylemişti bana. Bir gün onu bulamayınca senin onu kaçırdığını anlamıştım ve yanına yaklaşıp onu kurtarmam için küçük bir an kolladım. Sonra senin evinde kaldığım gece senin evden çıktığını gördüm. Takip ettim seni. Yanlış anladım Ekin'i hastaneye götürdüğünü gördüğümde ve aptallıkla sana saçma sapan şeyler söyledim." Dedi alelacele konuşurken. "Özür dilerim." "Neden?" Diye sordu Efken sakinlikle. "Bana gerçekleri söylediğinde seni yemezdim. Cani olduğum kadar canavar olduğumu da düşünüyorsun belli ki." Lamia gözlerini pişmanlıkla yumdu. "Cani de değilsin, canavar da. Ama bana seni öyle anlattılar." "Kim anlattı?" Dedi Efken merakla. Anlamaya başlamıştı Lamia'yı ama yaşadığı kırgınlığı hazmetmesi zor olacaktı biliyordu. "Arkadaşım araştırmıştı seni. Saniye." Dediğinde Efken dudaklarını birbirine bastırdı. "Saniye mi?" Dedi. "Büyüyünce dakika mı olacak peki?" Ortamı yumuşatmak için ilk defa böylesine saçma bir espri yapmıştı. Lamia'nın ondan korkmasını istemiyordu. Sesindeki ciddiyetle yaptığı şaka biraz daha soğumuştu. Lamia güldü, gerginliğini üzerinden yavaş yavaş atmaya başlarken. "Bu espri yeteneğini gerçekten geliştirmemiz gerekiyor." Efken başını iki yana sallayarak daha fazla konuşmadı. Araba Ekin'in evinin önünde durdu. "Beni affedebilecek misin?" Dedi Lamia. "Ben sana söylediklerim için hiç affetmeyeceğim kendimi." Başını önüne eğip elleriyle uğraşmaya başladı. Efken onun bu mahcup haline dayanamayıp, elini çenesinin altına koydu ve başını kaldırdı. "Sorun yok. Ama artık konuşmaya da gerek yok. Yoluna dönme vaktin geldi." Kelebek diyeceği sırada durdurdu kendini. "Arkadaş olmayacak mıyız?" Dedi üzgünce Lamia. Efken'nin elleri hâlâ Lamia'nın çenesinde dururken ve Lamia kaşlarını bükmüş hüzünlü gözlerle Efken'e bakarken, Efken dudaklarından hayır kelimesini çıkarmakta zorluk çekiyordu. Gözlerini Lamia'dan çekti. Yola dikti bakışlarını. "Yalanla başlayan hiçbir şey gerçek olmaz. Biz seninle arkadaş olamayız." "Yalandan da olsa sen iyi bir arkadaştın Efken." Dedi Lamia. "Lütfen hemen hayır deme." Dedi ve arabadan inip dört katlı binaya girdi. Efken başını direksiyona yasladı. Lamia'yı bir daha görmemek onun için kolay olur muydu? Efken, Lamia'nın Ekin'i sevdiğini bile bile onunla arkadaş olabilir miydi? Ona söylediği yalanlara rağmen yine de gözlerine bakabilir miydi? Biliyordu aslında Efken, o bir daha Lamia'nın gözleri olmadan yaşayamazdı. Nefes alamazdı. O bir daha Lamia'yı bırakamazdı. Kör bir iple bağlanmıştı pas tutmuş kalbi, ışıldayan kalbine. Bu ip o istese bile kopamazdı artık. Gidemedi Efken. Gitmek gelmedi içinden, durdu ve öylece düşündü. İki kapının önünde durmuş, kararsız gözleriyle elini kaldırıyordu. Huzurun kapısına elini uzatırken, acının kapısı açılıyordu. "Gidemezsin." Diyordu alayla. "Dönüp dolaşacağın yer burası." Efken başını iki yana sallıyor, "Umut." Diyordu. "Bu defa umut var." Acı alayla gülüyor, kapısını kapatıyordu. "Senin yuvan burası. Acının kolları. Bir gün çalacaksın kapımı kimsesiz bir çocuk gibi." Efken daldığı alemden cama vurulan sesle kalktı. Lamia gülümseyen yüzüyle ona bakıyordu. "Aç kapıyı arkadaşım." Efken başını salladı. Kapı açıldığında Lamia hızlıca koltuğa oturdu ve elindeki küçük çantayı arka koltuğa attı. "Demek artık arkadaşız Efken." Efken yorgun bakışlarını gözlerine değdirdi. Ne diyeceğini bilemedi. Kabul mu etmişti yoksa hâlâ o iki kapı arasında mı kalmıştı bilmiyordu. "Öyleyse," dedi Lamia gülümseyen sesiyle, işaret parmağını Efken'in çatık kaşlarının ortasına koydu. "Çatışmasın artık kaşların." Gevşetti alnını ovuşturarak. Efken'nin gözlerinden cılız bir parıltı geçti. "Olur mu onlar kavga etmeden duramıyor." Dedi alayla. "Çatışmasın derken yani..." Diye doğru kelimeyi bulmak isteyince, Efken kaşlarını kaldırıp dudaklarının sus çizgisine koydu parmağını. "Öyleyse, buluşmasın artık iki dudağın birbirine senin de." |
0% |