@hilal_durakh
|
PÜRÜZSÜZ... Gökyüzü delici bir acının içinde boğuluyormuş gibi tüm feryatlarını bulutların ardına saklamıştı. Gün doğalı saatler olmuş ve eylül kendini belli etmek istercesine karanlık gökyüzünü bir an olsun kuşatmaktan vazgeçmemişti. Aynı inatçı bir çocuğun hırçınlığında bağırıyor ve annesinin gelmesini istiyordu… Ankara çabuk soğurdu. Çabuk çarpardı havası. Eylül olmasına rağmen birkaç kişi kalın hırkalarıyla Kızılay meydanının ortasında belli bir telaşla koşuşturuyorlardı. Genç adam şaşkındı. Ankara da çocukluğu geçmişti fakat ilk defa Kızılay meydanını bu denli boş görüyordu. Bu denli soğuk, bu denli inatçı… İçini bir sıkıntı kapladı. Ne düşünmesi gerektiğini hesaplamayı bırakmalıydı… Biliyordu, fakat her küçük olayda kendini vazgeçirecek bir psikolojide adımları geri sayarken bunu nasıl yapardı! Saçmalıktı! Bir seçim yapmıştı. Bunun geri dönüşü olmazdı. Olmamalıydı. İçinde sakladığı düşüncelerin bir sonu yoktu ama artık sonu gelmez hislerinin önünü kesmeliydi. Yoksa sonunu göremez hale gelecekti genç adam… Korku duydu! İçinde tüm karnını ve göğüs kafesini sarmalayacak büyüklükte bir korku! Düşünce selinin içinde harap olmuş beyninin dur durak bilmeyen düşüncelerine sağır olmayı diledi… Böylece göğüs kafesini sarmalayan bu Lanet duyguyu ciğerlerinden söküp atabilirdi. Yanı başından bir araba geçti. Kırmızı ışık yandı. Küçük bir insan seli oluştu. Kızılay da her gün böyleydi... Bakışları gökyüzüne doğru kalktı. Yüzüne yansıyan fosforlu tabelaların ışıkları içinde saklayamadığı bir hissin yüreğinden taşmasına neden oldu. Bu hissi oldu olası sevmezdi. Kendisini aciz hissetmekten başka bir boka yaramıyordu. Kulaklarına korna sesleri doluştu. Bir an kaldırımın köşesinde olup olmadığını bile unutmuş gibi hafifçe yerinden sıçradı. Derin birkaç nefes verdi. Olmalıydı, yapmalıydı. Bu seçim ona aitti. Bundan sonrasını onlar düşünecekti. Bu planı ilmek ilmek örmüşken birinin çıkıp tüm bu düşüncelerini baltalamasına izin veremezdi. O ilk seçimi yapmıştı ve sıra onlardaydı! O yıllar önce kendisine yapılan hiçbir şeyi unutmamıştı… Ve bundan sonra kimseye unutturmayacaktı. Peki ya onlar? Onlar kendilerine yapılanları unutmuşlar mıydı? Bilmeliydi! Öğrenmeliydi! Bakışlarını gökyüzünden çekti. Artık orada çok sevdiği kişinin yüz çizgileri yoktu. Saniyeler önce zihninde düşündüğü kirli planlarına onu alet edemezdi. O rahat dursundu! O rahat uyusundu… Yutkundu. Ardından bir saniye bir düşünmeden bakışlarını mor fosforlu renge sahip tabelaya çevirdi. Hayal. Kafenin isminin neden böylesine saçma olduğunu düşündü. Sonra ansızın beynine üşüşen bir soru daha tüm kalbini hızlandırdı. Unutmuş muydu? Hatırlatacaktı. Yaşadığı her şeyi hatırlatacak ve onu silkeleyecekti. Gözleri kafenin tabelasından aheste aheste indi ve görüş açısına giren kızla dikleşti. Bir rüzgâr esti. Gök gürledi fakat yağmur yağmadı. Rüzgâr varken yağmur yağmazdı! Gözleri genç kızın düşünceli yüzünde oyalandı. Eğer bir seçim yaptıysa arkasında duracaktı. Bu yolda yanında olmasını istediği insanlar vardı ve eninde sonunda onun yanında yerlerini alacaklardı. Biliyordu! Ama bilmek yetmiyordu. Harekete geçmek ve bir sonuca ulaşmak istiyordu. Gözleri bir an dalgınlıkla genç kızın hüzünle bezenmiş göz çukurlarında duraksadı. İçini tuhaf bir his sarmaladı. Eğer imkânı olsaydı bazı şeyleri önceden değiştirirdi. Bu kızın gözleri tam olarak onun bu sözlerini hatırlatmıştı genç adama… Saniyeler geçti. Belki dakikalar. Yağmur yağmadı. Gök gürledi fakat yağmur hiç yağmadı. Genç kız iki kez kahve makinesinde ellerini yaktı. Genç adam bunu gördü, hiçbir şey yapamadı. Birkaç saniye daha geçti. Yanına yaklaşan adım seslerini duyumsadı. Kalbi dur durak bilmeden heyelana kapılmış topraktan farksızdı. Sesler hızlandı bakışlarını genç kızdan çekmedi. Ve tam on beş dakika saymıştı genç adam sabırsızca… Yanında duraksayan adım sesleri, ardından onun kalın sesi doldu kulaklarına, “Bu kızı neden gurupta istediğini hala anlamadım…” En yakın dostunun sesiyle bakışlarını genç kızdan çekerek yanında duran arkadaşının gözlerinin içine baktı. “Namını duymayan yok Gökhan…” “Zapt edilemez. Birinin boyunduruğu altında hele ki senin gibi bir adamın elleri altında çalışacak bir kız değil.” Duraksadı Gökhan, saçları rüzgâr yüzünden dalgalanıyordu. Ardından Başını sağa sola sallarken buldu kendini. “Ama zaten sen bunların hepsini biliyorsun değil mi?” Elleri ceplerine gitti genç adamın. Bakışlarını az önce kafenin penceresine yansıyan genç kızın yüzünden çekmişti. “Biliyorum…” Dedi. Cebinden bir sigara paketi çıkardı. Duraksadıkları duvarın dibi onların korunaklı sığınağıydı. “Fakat denemeden bilemeyiz…” diye bir öneri sundu. Gökhan güldü. Arkadaşının ona doğru uzattığı sigara paketinden bir dal sigara alarak dudaklarına yasladı. “Az önce çocukla yanına bir not gönderdim.” Duraksadı Gökhan. “Bu uçuk fikrini kabul etmeyeceğine adım kadar eminim..” Diye söylendi. Genç adamın bakışları hiç istemese de yine aynı yerde durdu. Genç kızın yüzünde. Başı döndü, içinde büyüyen bu heyecanın yarısı amacına ulaşacağı içindi diğer yarısı ise nedensiz bir avuç dangalakça düşünce… “Hiçbir şeyden emin olma… “Diye fısıldadı genç adam ağzına sıkıştırdığı sigaranın ucunu alevlerken. “Eğer bu kız teklifimi kabul ederse ne olur biliyor musun?” Bakışları genç kızdan usulca döndü ve en yakın dostunda duraksadı… “Sonunu getiririm. Onun tam olarak sonunu getiririm Gökhan.” “Biliyorum.” Anlamlandırmadığı şeyler vardı Gökhan’ın, “Ama bu kıza nasıl bu kadar güveniyorsun?” Diye, sordu. “Amcası…” “Biliyorum amcasını…”Kaşları çatıldı Gökhan’ın. “ Bu kız, sırtını yaslayacağın biri değil… En yanındakini bile tehlikeye atarken bir an olsun yutkunmayan birine nasıl güven duyabilirsin?” Durdu genç adam. Orası öyleydi. Fakat bu kızın duygusuz olması onun planlarında kullanacağı bir kukla olmasının önüne geçmezdi. Onun beyni zehirdi ve o beyni sonuna dek kullanmak istiyordu. Derin bir heyecan daha duydu. “Güven mi?” Diye aynı kısık sesiyle konuştu. Gözleri kısılmış, çenesi kasılmıştı. “Bu işte kimse kimseye güvenmeyecek Gökhan. Kimse kimseye sırtını yaslamayacak. Kimse kimsenin dostu olmayacak! Bu işi düzgünce bitirip yollarımızı ayıracağız. Bunun tersi oluyorsa bil ki ya gerçekten kafayı yedik. Ya da ortada çok büyük dümen dönüyor.” Gökhan yutkundu. Ardından dostu diye adlandırdığı adamın gözlerinden harelerini çekti. “Güven olmadan nasıl yan yana duracaksınız?” Diye sordu… Bunu bir türlü beyni almıyordu. Elli kere de sorsa net bir cevap alamayacaktı. Ya da cevap hiçbir zaman tatmin edici olmayacaktı… “Bizi bir arada tutacak şey güven değil…” Gözleri kısıldı. Karşısında ona hala anlamsızca bakan adamın sırtına iki kez vurdu ardından arkasını dönerek ilerlemeye başladı. Bu sorunun cevabını kaç kez verirse versin dostu anlamıyordu. Anlatmaktan yorulmuştu bu yüzden sustu. Ve yürüdü. Arkasından onu takip ettiğini biliyordu. Yürüdü ve düşündü genç adam. O seçimini yapmıştı. Sırada ki seçim genç kızındı. O sırtındaki yüklerden kurtulmuştu belki de sırtına yeni yükler aldığını bilmeden yapmıştı bunu fakat yapmıştı. Sıra o kızın yüklerindeydi. Ya kazanacaktı, tüm bu hislerini, acılarını, serzenişlerini bir kenara fırlatarak kazanacaktı. Ya da… Ya da kaybedecekti. Acıya bulanacak, hırsla yerinden debelenecekti. Kartlar az önce dağıtılmıştı, nefesler tutulmuştu. Rüzgâr esecek ve fırtına çıkaracaktı. Biliyordu genç adam. Bu yolun sonu ya ölümdü. Ya da sonu belirsiz bir vicdan azabı…
...
|
0% |