@hilal_durakh
|
Tek Kare Pranga
Suçlu arayan yüreklerin derin sancılı acılarına gömülen insanlardandık. Belki de biraz güler ve eğlenirdik. Biraz ağlar ve yolumuzu bulmaya ant içerdik ama eskimeyen tek duygu acılarımızdı, anılarımızdı, yüreğimiz ve içinde biriktirdiğimiz kurtuluş dolu cümlelerimizdi. Neyi seçip neyi reddettiğimiz ise yalnızca bize sunulan koca bir saçmalıktı. Bakışlarım gecenin koyuluğunda dolaştı. Yorgundum. Ellerim ayaklarım acıyla harmanlanmıştı. Korku ise iki katına çıkmış ve yüreğimi kanatmıştı. Bu gün canımı yakacak çok şeyi hissediyordum. Düşlüyor ve umut ediyordum. Fakat düşlemekte yalnız bir saçmalıktı. Bizim seçim şansımız yoktu. Düşünme kurma ihtimalimizde yoktu. Yalnızca yürüyorduk. Yalnızca yürüyorduk… Bakışlarım usulca gökyüzündeki aya çıktı. Parlaktı. Gece olmayı özleyen yanlarım parlayan bu yuvarlak küreyi gördükçe iki katına çıkıyordu. Durduramadığım saçma bir hisle öylece kaykılan bir seçimin içinde duruyordum. Duruyor ve bir adım ileri gidemiyordum. Seçim şandım yoktu! Benim seçim şansım hiç yoktu. Pencereden içeri süzülen ay ışığının önüne kalın bulutlar örttü. Saat geçti ve ben beklemek zorunda kalan bir avuç kahırdan başka bir şey değildim. Kaybolan ruhum çoktan yüreğimi dağlamıştı. İncitmişti. Yük olmuştu omuzlarıma ve artık kimsenin ihtişamlı hayatını umursamayacak kadar kör olmuştum. Kör olmak güzeldi. Kör olmak çok güzeldi… Bakışlarım pencerenin önündeki demirliklere kaydı. Gözlerimi kapatmak istedim. Kurtulamıyordum. Bu histen bir türlü kurtulamıyordum. Ne oluyordu. Ne istiyordum. Ne düşündüğümü bile saniyeler sonra unutmuştum. Ne düşünüyordum gerçekten. Ne düşünüyordum… Ayaklarım yerden kesildi. Cümleler ağzıma tıkıldı. Ağzıma tıkılan tüm cümleler beni fevkalade bir şekilde yok etmişti. Her şey bir yana... Korku her şeyden daha baskındı… Ne yapmalıydım. Ne yapacaktım. Ölüm güzel olmalıydı… Ölüm çok güzel olmalıydı… Ağlamak istedim. Tüm kinimi, içimde biriktirdiğim tüm bu karabasan hisleri yok etmek istercesine ağlamak istedim ama ağlayamadım. Tüm gözyaşlarım tükenmişti. Benim gözyaşlarımı tüketmişlerdi... Ağlayamayacak kadar yüreğimi incitmişlerdi ve içimi kanatmışlardı. Yok sayılmak bir yana. Artık yok sayılmanın bile ince çizgisinde yer aldığımı sanmıyordum. Öylesine unutulmuştum. Öylesine bir kenara atılmıştım. Öylesine kaybolmuştum. Öylesine bir köşeye fırlatılmıştım. Bir ses geldi. İçim titredi. Korku iki katına çıktı. Omuzlarıma Doladığım ellerim titredi. Korkum iki katına çıktı. Bunu hak etmiyordum… Ben bunu hak etmiyordum. Ben bunu hak etmiyordum. Ben bunu hak etmiyordum… Beynimden geçen her düşünce suçsuz olduğumu bağırdı fakat kimse beni duymadı. Yine kimse beni duymamıştı. Ağır bir adım sesi durdu kapının önünde. Yutkundum. Acı her yerimi kapladı. Tüm bedenimi. Ellerimi, ayaklarımı, kollarımı ve bacaklarımı… Derin nefeslerim aksi bir hisle hızlandı. Kaybedilecek onca şeyden geriye bir tek bedenim kalmıştı. Kapı tok bir ses bıraktı. Yüreğim ağzıma geldi. Ardından sonuna dek açılan kapının ardından bir ışık huzmesi döküldü oturduğum köşeye. Böylece karanlıkta kalan her yanım ışıkla donatılmıştı. Nefesim daha da hızlandı. Korkum iki katına çıktı. Acı her zerremde büyüdü. Gelmişti. Celladım kapıda ölümüm için gün saymamı beklemeden belirmişti. Sanki saatlere ihtiyacım yokmuş gibi beni yalnız bırakmaktan bir an olsun vazgeçmeyerek karşıma doğru yürüdü. Başımı kaldırıp bir kez yüzüne bakmadım. Bir kez dönüp yüzüne bakamadım! Yürüdü. Yürüdü ve görüş açıma giren siyah kundura ayakkabılar derince yutkunmamı sağladı. Siyah çorapları ve öylece büyük duran kumaş pantolonunun paçaları. O’ydu! Sonum için gelmişti. “Benim küçük piyonum hazır mı?” Kalın ve korkunç sesi kulağıma dolduğunda yutkunamadım. Ölümüm için gelmişti. Beni öldürecekti… Beni… Kafamı daha çok eğdim. Korkudan ellerim titriyordu. Ne yapacağımı bilmeyerek yutkundum. Eğer seçim şansı olmayan harabelerseniz eninde sonunda ölüme boyun eğiyordunuz… Bir anda bir dizini kırarak önümde diz çöktüğünde nefesim kesildi. Korkuyla biraz geri çekilmeye çalıştım fakat buna izin vermedi ve büyük ellerini sağ koluma sardı. Bir gözümden süzülen yaş yanağıma oradan da çeneme düştü. Eğer bir gün ölümümün nasıl olacağını sorsalar hiç düşünmeden kendi ecelimle olacağını söylerdim. Kendi ecelimle ölecek ve bu dünyadan silinecektim. Eğer bir zamanlar bu soruyu sorsaydılar hiç şüphe etmeden bu cevabı verirdim fakat şimdi… Şimdi ölümüm kimin elinden olurdu… Bilmiyordum. Ölümüm kimin elinden olurdu! Bir gözyaşı daha süzüldü. Küçük kalbim atmayı bırakmak istercesine yavaşladı. Korkum hat safhaya ulaştı. Boğazını temizledi, titredim. “Yüzüme bakmayacak mısın?” Diye, sordu. Sesi sakindi fakat sakin olmasının ardında yatan o sebebin ne olduğunu biliyordum. Bu adam benim en büyük felaketimdi. Başımı korkudan kaldıramadım. Ellerim bağımsızca yanımda durmuş beni öldürememesi için yalvaracak kıvama gelmişti. Ölümden neden korkardı ki bir insan… Ben neden korkuyordum! Korkmamalıydım fakat neden bu denli ellerim titriyordu. “Yüzüme bak!” Dedi hafif sindirilmemiş bir sesle. Başımı kaldıramadım. Sanki ellerimde ki tüm derman çekilmişti. Vücudumu oynatamıyordum. Tüm hislerimi benden öylece çekip almışlardı. Ben ölmek için doğmuştum. Ben bu gün için doğmuştum. Eli hızla kalktı ve ben bu hareketiyle biraz daha gerileyecekken sertçe çenemi tuttu. “Lütfen vurma…” Diye fısıldadım çaresizce. Sesimi yok etmişti. Beni yok etmişti. Her şeyimi yok etmişti. Bu adam benim felaketimdi… “Sana yüzüme bak, dedim!” Dedi çenemi sıkarak kafamı yerden kaldırdı. Bu hareketi çenemi acıtmıştı. İki yanda duran hissiz ellerim onun bu baskısını bir nebze durdurmak için ellerine gitti. Çaresizce onlara tutundu. Ben bunu hak etmiyordum. Gözyaşları bir kez daha düştü. Ağlamak bile sessizdi… Ağlamak bile zordu. Ağlamak bile çaresizce geliyordu. Gözleri puslanmış gözlerime değdi. Korku. Siyahları yok olmamı memnuniyetle bekler gibi gülümsüyordu. Diğer eli kolumu biraz daha sıktı. “Öğrenmen gerekiyor. Sözümü dinlemeyi öğrenmen gerekiyor ama zamanı var. Gerçi artık pek önemi yok ama…” Diye söylendi. Dudakları çatlamıştı. Sakalları uzamıştı, kaşları çatılmıştı. Korkunç görünüyordu. Daha çok titredim. Kafamı korkuyla salladım. Eğer sallamazsam beni öldüreceğinden değil döveceğinden korktum. Böyle biri değildim. Böyle biri değildim. Bu denli güçsüz değildim. Çenemi tutan eli yavaşça kırışmış saçlarıma kaydı. Köpeği sever gibi saçlarımı sevdiğinde daha çok ağlamak istedim. Bakışları sertçe yüzümde dolaştı. “Aferin.” Dedi. Ellerim güçsüzce yine iki yanıma düştü. Üç gündür doğru düzgün yemek yiyemiyordum. Bedenimdeki yaralar hafiften kapanmaya başlamıştı fakat yorgunluk yerli yerinde duruyordu. Açlıktan ne dediğini bile duymuyordum. Gözlerine bakmaya devam ettim. Yalvarmak istemiyorum bu adama ama bu his, bu midemde oluşan kezzap beni öldürüyordu. Bu beni öldürüyordu… “Bunu bana neden yapıyorsun?” Güçsüz çıkan sesim bin parçaya bölündü. Gözleri kısıldı. Ve yüzünde yarım yamalak iğrenç bir gülümseme oluştu. Ağlamak eğer daha kolay olsaydı tüm bedenimde son kalan su damlalarını da harcardım fakat güçsüzce gözyaşlarımı bile silemeyecek kıvamdaydım. Şuracıkta belinde duran silahı çıkarıp kafama yaslasa ve bir anda sıksa dua edecek ve şükredecek durumdaydım… Kazanacak neyim kalmıştı ki… Hiçbir şey… “Sana daha hiçbir şey yapmadım güzelim.” İğrenç sesi yüreğimi üşüttü. “Daha sana elimi bile sürmedim… Sana bir şey yapsaydım bu güzellikte karşımda duramazdın.” Saçlarımı seven eli yavaşça aşağı süzülen perçemimi kulağımın ardına sakladı. Gözlerim kapandı. Gözlerine bakamıyordum. Onunla ilgili hiçbir şey görmek istemiyordum. “saçların bu demli gür olmazdı. Hepsini kökünden koparırdım. Gözlerin bu denli ışıltılı bakmazdı. Bakamazdı…O ışıltıyı gözlerinden çekip alırdım. Tenin cezbedici bir şekilde parlamazdı. O teninin ışığını söndürürdüm. Anlıyor musun? Bunu yapardım!” Her konuşuşunda iğrenç nefesi yüzümü yaladı. Onun nefesini daha fazla hissetmemek için kafamı aşağı eğdim fakat bunu yapacağımı anlamış gibi izin vermedi. Tekrar çenemi sert bir şekilde tutup kaldırdı ve “Yüzüme bak!” Diye tüm hücrelerimi incitmek istercesine yüzüme doğru bağırdı. Hemen gözlerimi açtım. Korku bu ya… Bir an bile beklememiştim. Solmayı bekleyen canım hiçbir zaman korkularını aşmayı beklemezdi. Şu anda da beklememiştim. Kalbim acıdı. Sonumu düşününce korkum iki katına çıktı… Bu adam bir Azrail’di. Ölüm bu adamın ellerinde solmayı bekleyen bir kavram oluvermişti. Onun kollarında titredim. Kapkara gözleri gözlerimi esir aldığında o gözlerin içinde parıldayan ifade midemi bulandırdı. “Ama biliyor musun?” Diye sordu. Yutkundum. Neyi biliyor muydum? Bu adamdan nefret ediyordum. Gözlerimdeki soru dolu ifadeyi görmüş gibi hafifçe gülümsedi. “Tüm bunları yapacak kadar zamanım yok. Yoksa yapardım. Tüm bedenini incitmek için elimden ne geliyorsa yapardım…” Sona doğru sesi fısıltıya dönüşmüştü. Korkunç görünüyordu. Gözlerimdeki korkudan besleniyor gibi yüzündeki gülümseme büyüdü. Benim ise aklıma takılan son söyledikleriydi. Gerçekten öldürecekti beni! Aman allahım, beni gerçekten öldürecekti. Gözlerim sanki yaşlar kalmış gibi tekrar doldu. Beni öldürecekti… Korkum arttı. Ellerim daha çok titredi. Sesimi bulmak için iki üç kez yutkundum fakat karşısında öyle küçüktüm ki kendimden nefret ettim. Bu kadar güçsüz durmaktan nefret ettim. Bu denli korku dolu görünmekten ve hiçbir şeye yarayamamaktan nefret ettim. “Beni öldürecek misin?” Sonunda sesimi bulduğum da gözleri dudaklarıma kaydı. Gülümsemesi büyüdü. “Sayılır…” Dedi. Korkum arttı. Gözyaşlarım akmayı bekler gibi yanaklarıma süzüldü. Şükretmeliydim ama neden korkuyordum! “Hem öleceksin,” gözyaşlarımı elinin tersiyle sertçe sildi. “Hem de öldüreceksin!” “Ne!” Dedim dehşetle. Güldü. “Hemen gözlerini belertme,” Eğlenen sesi yutkunmama neden oldu. Öldüreceksin de neydi? Bu adam neyden bahsediyordu. Ölürdüm ama kimseyi öldüremezdim. Öyle bir insan değildim. Ben kimseyi öldüremezdim. “Hem öldürmek sandığın kadar korkunç bir şey değil. Senin o narin ellerine başkasının sıcakkanı öyle yakışır ki…” Gözlerindeki parıltıda neyin nesiydi? Gözlerim daha da büyüdü. Bu adam ne diyordu! “Be- Ben kimseyi öldüremem!” Bir çırpıda konuştum. Bu adam neyden bahsediyordu! Korku tüm bünyeme yayıldı. Derin nefeslerim hız kazandı. Ondan uzaklaşmaya çalıştım. “Anlıyor musun? Ben kimseyi öldüremem. Lütfen beni öldür ama birini öldürmemi isteme…” Dedim, çaresizce. Bir insanın kanı… Benim ellerimde mi olacaktı? Korkunçtu. ‘sana dünyayı dar edeceğim!’ derken bunu kast ettiğini düşünmemiştim. Gözyaşlarım hızlandı. Birini öldürme fikri bile tüm bünyemi alt üst etmişti. Ondan kaçmaya çalıştığımı gördüğünde kolumu sıkan eli sertçe beni kendisine çekti. Korkuyla gözlerine baktım. Bakışları keskinleşmiş ve korkunç bir hal almıştı. “Öldüreceksin!” Dedi, soğuk sesi tavanı aştı. Dışarıdaki güze karıştı. “Hem de bir değil… Bir çok kişiyi öldüreceksin.” “Hayır!” Yüzüne öyle bir bağırdım ki bu yaptığıma şaşkınca bakakaldı. “Konuşmaya bile hakkın yokken neye itiraz ediyorsun?” Sesi öyle alay doluydu ki.. Korkum arttı. Ellerimin titreyişi çoğaldı. Bunu bana yapamazdı. Bunu bana yapmasındı. Her şeyi yapsındı ama bunu yapmasındı… Bir an bir cesaretle kolumu sıktığı elinden kurtarmaya çalıştım. “Bırak!” Diye bağırdım. “Öldürmeyeceğim. Anladın mı? Piç kurusu ben kimseyi öldüremeyeceğim. Senin gibi kanı bozuk olmaktansa ölmeyi yeğlerim. İğrenç sapık!” Kendimi tutamayarak ona direnmeye çalıştım. Bir an bir şey oldu ve gözlerindeki ateş arttı. Eli hızla kalktı ve yüzüme doğru sert bir tokat attığında yerimden zemine doğru savruldum. Bana vurmuştu. Ellerim hızla yanağıma vurduğu yere ulaşırken çenemin ağrısıyla iki büklüm kaldım. “Ben yapacaksın dediysem, yapacaksın!” Saçlarımın arasından ona baktım. Ateş saçan gözleri acımı deşer gibi yüzümü inceledi. İçimde büyüyen ateşe uydum, şeytanımın sesi kulaklarım da müzik oldu ve bir an kendimin bile şaşıracağı şeyler çıktı dudaklarımdan.“Öldüreceğim,” Dedim soğuk bir sesle. Öyle yanıyordu ki içim. Öyle kanıyordu ki açık kalan yaram... Memnuniyetle gözlerinin kısıldığını gördüm. Benimde gözlerim kısıldı. “Ama, seni! Öyle bir öldüreceğim ki tüm dünya iyi ki ölmüş diyecek! İyi ki geberip gitmiş diyecek! Orospu çocuğu!” Diye bağırdım. Öyle güçsüzdüm ki tüm bu kelimeler süzülerek çıkmıştı ağzımdan. Bu sefer durmadı. Gözlerindeki ateşe tezat koca bir bomba oldu ve hızla ayağa kalkarak savrulan bedenime art arda teme atmaya başladı. Ağladım. O her tekme atışında öylece ağladım. Günahım neydi? Acım neden bu denli büyüktü. Allah’ım ben bu dünya da birine zarar mı vermiştim. Neden açık kalan yaram sürekli kanıyordu. Kan kustum. Dakikalarca karnıma vurdu. Hızını alamadı. Saçlarımı kavradı. Canım öyle bir yandı ki ellerim hızla yanan saç diplerime gitti. Çaresizce onları kendime doğru çektim ama bu adam beni öldürmek ister gibi öylece çekmeye devam etti. “Kim orospu göreceğiz sürtük!”diye Bağırıyor ve bana sürekli vuruyordu. Ellerindeki ateş vücudumu kora çeviriyordu. Her bir vuruşu bedenimi derin ve sancılı acılara kurban veriyordu. Kollarımı tuttu. Saçlarımda ki ellerinin baskısı artınca kendimi tutamayarak yüksek sesli bir çığlık attım. Bedenim kavruldu. Yerde sürüklenen bedenimin altından kayan zeminin soğukluğu tenimi acıttı. Yaktı, elektriğin yakabileceğini ben o an anladım. “Orospu çocuğu öyle mi?” Kızgın çıkan soğuk sesi ürkek halimi önüme savurdu. Öyle ifadesizce beni karşı duvara doğru savurdu ki bir an çuval olduğumu ve sürüklenmem gerektiğini düşündürdü… Kollarımla yerden destek alırken önümde diz çöktüğünü gördüm. Sağ eli havaya doğru kalktığında bana vuracağını düşündüğüm için kafamı eğmiştim ki o saçlarımı arkadan tapalayarak yüzümü yüzüne doğru kaldırdı. Korkudan nefesimi yutmak isterken gözlerinin siyahı ateş edercesine gözlerime tutundu. Korku tüm zerremi kavurdu. Eğer ölüm kapını ne zaman çalmamı istersin diye sorsaydı şüphesiz bu adamın gazabını görmektense ölmeyi şu an tercih edeceğimi söylerdim… “Hani nerde lan! Nerede o çok övdüğün, arkanda dağ gibi durduğunu söylediğin arkadaşın nerde? Sattı lan seni! Benim malımsın artık. Anlıyor musun?” Yüzü yüzüme yaklaştı, kalbim korkunun tutsağı, gecenin acısına dönüştü. İzem… İzem ölse bile benim peşimi bırakmazdı. Bu adam yalan söylüyordu. “Ama kaçmış olması onu bulup öldürmeyeceğim anlamına gelmiyor. En az senin ölümün kadar kötü olacak onun ölümü.” Bir an öyle bir doldum ki… Nefesim çıkmadı, öldüm sandım ama ölümün nasıl bir şey olduğunu bile bilmiyordum. Öyle bir ağlamaya başladım ki karşımda karanlık gözleriyle beni izleyen adam yüzünü buruşturtarak benden uzaklaştı. Ardından uzaklaştığı yerden mahvolmuş halimi izledi. Kendimden utandım. Binlerce kez kendimden utandım… “Zavallısın… Hep öyle kalacaksın piyonum.” Diye fısıldadı, daha fazla ağladım. Cehennemi tatmama saatler hatta dakikalar kalmıştı… Ölüm ise yakındı. “Hazırlan, benim için bir salon dolusu insanı öldüreceksin!” daha çok ağladım. Adımı unuttum o an. Kim olduğumu, ne yaptığımı. Korku tüm zerremi kapladı. Tüm bedenim sıtma geçirir gibi titriyor kalbimi sökercesine sancıyordu… “Ve elbette kendini de…” Arkasını döndü usulca ardından kundura ayakkabılarının arkasını gördüm. Daha sonra kapı açıldı ve sert adımlarıyla odayı terk etti. Oda da ben, korkudan bir tarafa düşmüş ruhum ve çaresizce yardım bekleyen aklım kalmıştık. Boğazım acıdı. Sertçe öksürdüm. Karımın ağrısı arttı. Kollarımı bedenime sardım. Bundan önce ne olmuştu en ince detayına dek hatırlıyordum… Peki, bundan sonra ne olacaktı? Aklımda düşünemediğim onlarca düşünceden biri daha yerini almıştı. “Neredesin İzem?” Dudaklarım kavruldu. Umut yüreğim de sönmeye başlayan bir mumdu. Yüreğim ise hala rüzgârı engellemeye çalışıyordu. “Beni neden burada bıraktın…”
... Devam edecek...
|
0% |