Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Sokak Lambasının Altındaki Çocuklar

@hivdasnk

 

 

 

 

 

 

 

1. Sokak Lambasının Altındaki Çocuklar

 

Bölüm Şakısı | Duman - Kolay Değil

Şeytan kimdi?

Tanrının yarattığı bir melek, şımarık ve asi bir çocuk ya da acısı öfkesine yenilen kimsesiz.

Kimdi bilmiyorum, ama dakikaların göğsümün üstünden kazınarak geçtiği her an şeytanı göğsümde büyütüyordum. Bir meleğin kanatları kopmuştu ve ben o kanatların kanında boğulurken tek yapabildiğim gözlerimi yumup zihnimde dönen çığlıkları ayrıştırmaya çalışmaktı. Başaramıyordum, çığlıklar çok fazlaydı ve o çığlıkların arasından bana uzatılan eli tutmak için her şeyimi verebilecekken sadece seslerin dinmesini bekliyordum. Acım bir öfkeydi ve ben ona yeniliyordum.

Hastane koridorunun ışıkları altında oturuyor, sürekli olarak bir fısıltı şeklinde dua eden annemden ve sadece sessizce bekleyen babamı izliyordum. Üçümüz de aynı kişiyi bekliyorduk, üçümüz de aynı kişinin nefesinde boğuluyorduk ve ben o kişinin hiç atamadığı çığlıkta ölüyordum.

Ablamın.

Birkaç saat önce onu odasında, beyaz tenine hiç acımadan geçirdiği ipin ucunda bulmuştum. Onu gördüğümde atamadığı çığlık olmuş, dökemediği gözyaşlarında boğulmuştum. “Naz.” İsmimi seslenen kişiye dönemdim ama o duyduğumun farkındalığıyla derin bir nefes alarak yanıma oturdu. “Bir şey olmayacak, biliyorsun değil mi? Yağmur…”

“Ölmek istedi.” Keskin sözlerim dudaklarımın arasından sızdığı an ilk dudaklarımı kesmişti. “Ablam ölmek istedi Elyas ve biz bunu fark edemedik.” Şimdi sözlerimi söylerken Elyas’ın gözlerinin içine bakıyordum. Onu her zaman şen şakrak görmeye alışkınken şimdi kehribar gözleri kızarıktı. Söylediği sözler beni rahatlatmak için değildi, kendi içindi. Âşık olduğu kadın içerideydi ve onun elinden hiçbir şey gelmiyordu.

“Düzelecek, tamam mı? Düzelteceğim.” Konuştuğu her saniye sesi titriyor bedeni kasılıyordu ama bunu umursamadan sinir ve alayla güldüm, zira yalan sözler en son duymak isteyeceğim şeylerdi. O adam ablama dokunduğunda da aynı sözleri duymuştum ama kimse bir şey yapamamıştı. Herkes her şeyi kaderin kalın çarşafının üzerine sermiş, gözlerini yummuştu.

“Ne yapacaksın?” dedim çatallaşmış sesimle. “Adamı bulup öldürecek misin?” Kaşları çatıldı, kalbini kırmıştım.

“Nazlı.”

“Gerçekleştiremeyeceğin sözlerden bahsetme Elyas.” Başımı hafifçe omzuma yasladım ona bakarken. “Kalbin kırılır.” Bakışlarımı tekrar ondan çekip yere çevirdim ama onun kırgın bakışlarının yüzümde gezdiğini biliyordum. Suçlu o değildi belki ama Elyas her şeyi düzeltecek o kahraman da değildi hatta bu kargaşanın içinde o hiçbir şeydi.

Ablamın olduğu yoğun bakım kapısı açıldığında herkes merakla ayaklanmış bense bedenimin oturduğum sandalyeye kör zincirlerle bağlanmış gibi oturmaya devam ederek sadece başımı çevirmiştim. O an doktorun yüzünü görmüştüm ve duygularının gölgesi gözlerimin ardına sinsi bir yılan gibi sızarak zehrini bırakmıştı. “Doktor Bey, durumu nedir? Kızım, kızım Yağmur.” Doktor sustu, annemin titreyen adımlarla ona doğru ilerlemesini izlerken başını eğmişti.

“Üzgünüm, beyin ölümü gerçekleşti.” Adamın ağzından çıkan dört kelime, annemin bir anda attığı sonsuz çığlık, Elyas’ın dudaklarından süzülen ablamın ismi…

Oturduğum sandalyeye ellerimin arasında sıkarken gözyaşım dudağımı yakarak geçtiğinde hiçbir şey söyleyemedim. Nefesim boğazımda düğümlenirken kalbimin sonsuz bir acıyla acıdığını hissettim.

Ablam ölmüştü.

Ablam öldürülmüştü.

Bir dağın yamacında ellerimi kesen taşlarla tutunuyordum ama artık ne bedenim buna dayanabiliyordu ne de nefesim benimleydi. Dudaklarımı araladım, sızan her nefes damlası gözlerimdeki yaşın celladıydı. Delicesine etrafıma bakarken ne görmek istediğimi bile bilmiyordum. Annemin çığlıkları bir kırbaç gibi ruhumu kamçılarken hızla yerimden kalktım.

Orada duramazdım. Orada ölüm vardı ve ben o kadar güçlü değildim. Bununla baş edecek kadar güçlü değildim, küçük bir kız çocuğundan başka hiçbir şey değildim ve içimdeki acıyla baş edemezdim.

Dakikalar içinde gözyaşlarım yüzümden süzülürken kendimi hastanenin arka çıkışından çıkarken buldum. Sert rüzgâr yüzüme eserken titreyen bedenimi duvara yasladım. Ne yapacağımı bilmez bir şekilde gözlerimi yumarken, nefes almaya çalışıyordum ama işe yaramıyordu, ölecek gibi hissediyordum.

“Öleceğim.” Diye fısıldadım kendi kendime. “Allah’ım öleceğim.” Saçlarım ıslanmış yüzüme yapışırken başımı sallıyordum, sanki başımı ne kadar hızlı sallarsam her sarsıntı beni geçmişe biraz daha yaklaştırır ve ben ablamı kurtarabilirmişim gibi.

“Canın yanıyor.” Duyduğum sesle birlikte hızla gözlerimi açmış karşımdaki altı erkeğe bakarken bir adım geri gitmiştim. “Başın sağ olsun Nazlı.”

“Siz kimsiniz?” İçimdeki acı saniyeler içinde kendini gizlerken duruşumu dikleştirerek karşımdaki insanlara bakmaya başladım. Göğsümde kabaran korkuyu onlara fark ettirmemek için elimden geleni yaparken kaşlarım çatılmıştı. En önlerinde duran orta yaşlı, kıvırcık dağınık saçlı adam bana doğru bir adım atınca hızla geri çekilik elimi kaldırdım. “Bir adım daha atarsanız çığlık atarım.” Adam duraksadı ve başını onaylar şekilde salladı. Sokak lambası yüzüne vuruyordu ama yine de onu net geremiyordum. “Kimsiniz dedim?”

“İsmim Dağhan, yemin ederim ki sana ne zarar vereceğiz ne de dokunacağız. Canın yanıyor ve öfkelisin sana bunu bildiğimi söylemeye geldim.” Adamın sesi sakindi, kehribar gözleri ise ona güvenmemi ister gibiydi.

“Bi’ halt bildiğin yok senin.” Adam arkasındakilere döndü, bakışları birkaç saniye gölgenin ardında kalmış tanımadığım yabancılarda dolandı akabinde yavaşça bana döndüğünde duruşu dikleşmişti.

“Ablan öldü.” Adam duraksadı. “Hatta öldürüldü değil mi? Tecavüze uğradı, adalet sağlanmayınca da…”

“Kes sesini!” Dudaklarından dökülen her doğru söz kalbime batan zehirli bir diken gibiydi ve o konuştukça acımın isyanı beni çıldırtacak derece büyüyordu. Onun bütün bunları nerden bildiğini sormam gerekiyordu ama ben sözlerinin altında ezilmiş, sorgulayamıyordum.

“Her şeyin farkındayım Nazlı, dünya adaletsiz hem de çok. Bunu hepimiz yaşadık.” Bana doğru tekrar bir adım attığında bu sefer onu durdurmadım. Diğerlerinin de pür dikkat bizi izlediklerinin farkındaydım ama hiçbiri konuşmuyor, sanki nefes dahi almıyorlardı. “Emin ol şu an yaşadığım depremin altında hepimiz ezildik ama hiçbirimiz için adalet sağlanmadı. Ama bu bir son değil.” Ağladığım için akan burnumu çekerken yüzüme yapışmış saçları kulağımın arkasına sıkıştırdım. Dağhan yavaşça gülümsediğinde gözlerimin tekrar dolduğunu hissettim. “Herkes bu depremden sonra güçlü kalmaz, bazıları acıyla kıvranırken bazıları öfkelenir. Öfkeli misin?”

Bir dağı yıkacak kadar öfkeliydim, herkesten nefret edecek kadar, ölecek kadar değil öldürecek kadar öfkeliydim.

“Çok. Ama elimden bir şey gelmiyor.”

“Gelebilir, öfkeni kontrol etmeyi öğrendiğin zaman elinden her şey gelir. Acın bitmeyecek belki ama ablan için yarım kalmış adaleti sen sağlayabilirsin, hatta ablan gibi herkesin adalet kılıcı olabilirsin.” Sözlerinin çıkacağı yeri anladığımda dudaklarım titremişti. “O adalet sağlanacak Nazlı, bunu senin mi yoksa bizim mi sağlayacağımıza sen karar ver.” Cebinden çıkarttığı küçük bir kâğıt parçasını bana uzattığında gözlerimi birkaç saniye o kâğıt parçasında tutmuş akabinde titreyen parmaklarımla kâğıdı elinden almıştım. Numarası yazıyordu.

“Bir haftan var, kararını verdiğinde bana mesaj atman yeterli.” Dağhan tekrar gülümsedi ve bu sefer geriye doğru birkaç adım atıp arkasına döndü. Sokak lambasının aydınlatmadığı gölgedeki herkes onun peşinden ilerlerken içlerinden biri birkaç saniyeliğine duraksamış bana bakmayı sürdürmüştü.

Gözlerimi ona sabitlediğimde sakallı yüzünü zar zor seçebiliyordum. Bakışları ikilemde kalmış gibiydi, ona bakarken yavaşça yutkundum.

“Demir.” Dağhan’ın sesini ikinci kez duyduğumda bakışlarını benden almıştı. İsminin Demir olduğunu öğrendiğim adam da onların peşine takıldığında geriye sadece elimdeki kâğıt parçası kalmıştı.

Öfkeliydim, öfkem kana susamış bir kurt gibiydi; pençeleri ilk baş beni kanatmaya başlamıştım. Öfkeliydim ama bunu kullanmak beni korkutuyordu. Lakin korkumun mu yoksa öfkemin mi daha güçlü olduğunu bilmiyordum. Derin bir nefes aldım bir cevap dilenircesine, gözlerimi kapattım sanki bütün çözüm göz kapaklarımın ardındaymışçasına ama sadece boşluk ve çığlıklar vardı.

Elimdeki kâğıdı avucumun içine sıkıştırıp sıkmaya başladığımda bir gözyaşı daha göz pınarlarımdan akıp yanağımdan süzüldü.

Adalet…

Gerçek miydi? Ya da gerçekleştirilebilir? Ellerimde gizli miydi onun mürekkebi? Sorular midemi bulandırdığında son kez onların gittiği yola baktım.

Bir hafta, dedim kendime. Bütün bunların cevabı bir haftaya gizlenmişti ve ben bunu çözmek zorundaydım.

 

Gözyaşlarım bir kılıç kadar keskindi yanaklarımdan süzülürken. Günler önce bana ait olan çığlıklarım kafamın içinde bir kasırga gibi dönüyordu; titreyen bedenim, boğazımı yakan nefesim hepsini tekrar yaşıyordum sanki. O soğuk odada değildim, yatağımda oturmuş öylece boş duvarı seyrediyordum ama o duvar anılarımın kanıyla yıkanıyordu.

Ablamın sessizliği o duvarın arkasında saklıydı, beni duymuyordu; beni bir daha asla duyamayacaktı. Tavanda öylece sallanan bedeninden ayrılan ruhu bir daha bana dokunmayacak, narin elleri saçlarımı okşamayacaktı. Benim çığlıklarım ablamın sessizliğine çarptı, bu sessizlik benim çığlıklarımdan daha güçlü ve yakıcıydı.

Ellerimin arasındaki kolyeyi daha sıkı tuttum, o gün ablamın boynundaydı onun ruhu son kez bu kolyeye sarılmıştı.

Son bir hafta benim için cehennemin kapıları aralanmıştı. Elyas gitmişti, çünkü kalıp baş edecek kadar güçlü değildi; annem kendini ilaçlara adamış, ruhunu ablamla birlikte gömmüştü; babam ise hayatındaki her şey gibi bunu da zihninin gerisine karanlık bir kuyuya gömmüş, kendini yine işine ve hastalarına adamıştı.

Ben ise kaybolmuştum, herkes kaybının acısıyla kıvranırken benim acım günden güne öfkemi körüklemiş kanlı bir savaşa dönüşmüştü kalbimde. Ben de mücadele etmeyi bırakmıştım, içimdeki savaşın asıl düşmanının kim olduğunu biliyordum ve bu savaşı bitirmek onu bitirmekten geçiyordu. Bir başkasının ellerinde değil, benim ellerimde.

Derin bir nefes aldığımda bu bir haftadır olduğu gibi yine göğsümü yaktı. Bugün ablamın şeytanıyla yüz yüze gelecektim.

Ablamın hayatını çalan kişiyle, tecavüzcüsüyle…

Odamdaki sessizlik telefonumun birkaç saniye çalmasıyla bozulmuştu. Yanımda duran telefonu aldım, arayan kişinin zamanı geldiği için aradığını biliyordum bu yüzden hemen ayağa kalkıp aynanın karşısına geçtim ve gözlerimdeki yaşları sertçe sildim. Bu gece bu aynada gördüğüm kızın kalbini yerinden sökecektim, bu gece ablamın kalbini çalanlardan hesap soracaktım.

Siyah bir pantolon ve tişört giyindikten sonra yine siyah renkli bir kapüşonlu giyip sadece telefonumu alarak çıktım. Odamdan çıktığım an annemin odasının aralık kapısıyla karşılaştım. Fazla vaktim olmadığı için aralık kapıya yaklaşıp ay ışığı yüzüne vurmuş anneme baktım. Bu gece yalnızdı çünkü babam yine ofisinde dünyayla arasına bir perde çekmişti; her gece olduğu gibi.

Annemse tamamen bambaşka bir kadındı sanki. Etrafımızdaki herkes onun güçlü ve dik başlılığından söz ederdi. Benim annem mükemmel bir kadındı ama şimdi uyku ilaçlarının zehriyle uyuyordu. İlaç kutularına çarptı gözüm, karanlıkta çok seçemesem de orda olduklarını görebiliyordum.

Yavaşça gülümsedim, mahvolmuştuk. Hepimiz teker teker mahvolmuştuk, bu dünya bizi mahvetmişti ve şimdi bir şeytan bir meleğin kalbini eline almış gülümsüyordu.

Telefonumun ışığı ikinci kez yandığında annemin kapısından uzaklaşıp kapüşonlumun şapkasını başıma geçirdim. Babam ofisindeyken hiçbir şeyi fark etmezdi ama yine de ona yakalanmamak için üstün bir çabayla çıktım evden. Evden çıktığımda siyah bir araba beni bekliyordu. Arabaya bindim, beni almaya gelen çocuk göz ucuyla bana bakıp arabayı çalıştırdı. Adının Sıraç olduğunu hatırladığım çocuk bana hiçbir soru sormadı, ben de ona. Gergin değildi, olmaması gerektiği kadar rahattı hatta. Yolda birkaç kez sigara içti ve radyodan kısık sesli bir müzik açtı. Sanki her gün yaptığı bir şey gibiydi bu onun için, hoş öyleydi ya.

Gece yarısını çoktan geçtiğimiz için etrafta kimse yoktu ama yol ilerledikçe daha kararıyordu, sanki ay bile ışığını buraya bağışlamıyordu. Araba şehrin dışında kalan bir arazide durdu, karanlık arazideki tek ışık arabanın farlarından çıkan ışıktı ve o ışığın sonunda bir grup adam beni bekliyordu. “Hazır mısın?” diye sordu Sıraç bana dönerek; kısa siyah saçlarının benzersiz bir eşi gibi olan kahve gözleri ona yakışmayan bir endişeyle bakıyordu. “İstersen seni şu an evine bırakabilirim Nazlı, hiçbir şeye mecbur değilsin ama arabadan indiğinde çok geç olabilir.”

“Hayır.” Dedim tek düze bir sesle. “Eğer eve dönersem bununla yaşayamam.” Sıraç yavaşça başını salladığında beraber arabadan indik. O diğer adamların yanına geçerken ben kollarımı bağdaştırıp karşımdaki adamlara baktım. En ortalarında duran adama baktım, Dağhan… Bana düştüğüm bataklıktan çıkmak için şans veren kişi. Otuzlarının sonunda ama buna rağmen genç duran bir adamdı. Beni gördüğünde yavaşça gülümsedi. Demir hemen Dağhan’ın yanında duruyor, siyah gözleri bütün mimiklerimi inceliyordu, arkasında da isminin Yusuf olduğunu bildiğim sarışın ve diğerlerine nazaran daha saf duran çocuk duruyordu.

Onlarla ilk anlaşmayı kabul ettiğimde tanışmıştım. Dağhan beni çalıştığı okula çağırıp herkesle tanıştırmış ve bugünü anlatmıştı.

Demir Dağhan’dan sonra en büyüklerdi, aynı zamanda Savaş ve Barış’ın da üvey abisiydi. Savaş ve Barış yan yana durduklarında asla benzemeseler de ikiz kardeşlerdi. Sıraç Dağhan’la yaşıyordu, Yusuf ise gruba en son giren kişiydi.

“Hoş geldin.” Dedi Dağhan ellerini ceketinin ceplerine koyarak. Ona cevap vermeyip yavaşça başımı salladım, sadece bu gecenin hemen bitmesini istiyordum.

“Nerde o?” diye sorduğumda dudaklarındaki gülümseme kırıldı.

“İkizler onu getiriyor ama önce bir şeyden emin olmam lazım Nazlı?” Sesi endişeden çok bir cevap bekliyor gibiydi ve eğer duyacağı cevaptan memnun olmazsa beni eve geri postalayacaktı.

“O adamın sonu değişmeyecek ama bunu kimin yapacağı senin hayatını değiştirecek. Bunu yaparsan kendi adaletini sağlarsın ama artık bizden biri olursun ve adaleti sadece kendin için değil herkes için sağlayacağına dair yeminin olur.” Sessiz kalıp onu dinledim, bunları zaten biliyordum ama o sanki bunları hiç söylememiş gibi tane tane, yavaş yavaş tekrar anlatıyordu. “Eskisi gibi bir hayatın olmayacak, artık bir karanlığa sahip olacaksın.”

“Biliyorum.” Dedim yavaşça. “Bunu bildiğim için buradayım.” Dağhan’ın biraz gerisinde Demir başını eğerek gülümsedi ama onu seçebiliyordum. Yüzündeki gülümseyiş alaycı değildi ama ne olduğunu da tam anlamıyla çözememiştim. Birkaç dakikalık sessizliğin ardından siyah bir araba araziye girdi. Arabanın farlarından yayılan ışıkla birlikte gözlerimi kıstım. İkizler arabadan çıktılar önce akabinde arabanın bagajından onu çıkarttılar. İkizlerin bütün tepkisizliğine rağmen tepinip küfürler savunuyordu.

Onu görünce kalbim acımaya başladı, kaburgalarım içe gömülerek kalbimi kanatıyordu. Ablamın katili karşımdaydı; çaresiz, acınası bir halde… Yutkunup gözümden akan yaşları sildim.

“Bırakın lan beni!” diye tekrar bağırdı ama ikizler onu yere fırlatınca acı iniltisi tekrar konuşmasına engel oldu. “Orospu çocukları! Öldüreceğim sizi! Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz? Hepinizin hayatını bitireceğim, hepinizin!” Yerden kalkarken gözleri beni buldu ve az önceki hırçınlığı sona erdi.

Savaş önce kardeşine ardından adama bakıp yumruğunu adamın çenesine geçirdi. “Lan bana bak piç kurusu, yoldan beri sabrımı sınıyorsun, sınama.” Dedi dişlerinin arasından konuşurken. Tekrar bizden tarafa baktığında bir baş selamıyla birlikte kardeşiyle birlikte biraz uzaklaştı.

“Salim Alaca.” Dedi Dağhan küçümser bakışları adamın üstünde tutarken. “Tuncay Alaca’nın oğlu, beceriksiz, aptal, tek işlevi babasının arkasına sığınmak olan haysiyetsiz bir sapık.” Gözlerinde anlık bir korku gördüm, bu korku beni gülümsetecekti ki durdum. “Sen?” diye fısıldadı pis nefesini havaya bırakırken. “Ne istiyorsun lan benden?” Sözleri agresif olsa da bir kedi gibi uysallaşmıştı.

“Ablamı aldın benden.” Dedim yavaşça, başını salladı. Gözlerimde gördüğü acının ellerimi şimdiden kana buladığını görüyordu ve bu onu korkutuyordu.

“Ben bir şey yapmadım, dava düştü işte! Hem intihar etti senin ablan beni suçlayamazsın.” Dedi. Gözlerimin önünde ablamın cansız bedeni derenin üstündeki bulanık bir yansıma gibi düşüyordu. Tırnaklarımı elimin içine bastırıp içimdeki öfkenin elleriyle adamın çenesine tekme attım. “Orospu çocuğu!” diye bağırdım. “Ne istedin lan ondan! Ne istedin benim ablamdan!” İkinci bir tekme ve üçüncü… Sıraç yanıma gelip kollarımdan beni tuttu ve yavaşça uzaklaştırdı.

“Sakinleş.” Dedi yavaşça. Derin bir nefes alıp yerde kıvranan adama baktım. Çektiği acıyı ablam görüyor mudur? Katledilen gülüşü tekrar doğar mı bu acıyla?

Yanımıza yaklaşan adım seslerini duyduğumda zamanın geldiğini biliyordum. Demir hemen yanımda durdu harelerinin gölgesi önce yerdeki şeytana sonra bana döndü ve soğuk metali bana uzattı. Silaha baktım, daha önce değil silah tutmak görmemiştim bile. Yine de elime aldım. Soğuk metal tenime değdiğinde ürperdim ama bunu belli etmedim. Demir silahı bırakmadan elimle nasıl tutmam gerektiğini gösterdi. Silahı sıkıca kavramamı sağladı ama elimi bırakmadı. Eğer bırakırsa elimden kayıp düşeceğini en az benim kadar iyi biliyordu. “Buradan dönüş yok.” Diye fısıldadı sadece benim duyabileceğim bir şekilde. “İstersen ben yapabilirim, söylemen yeter.” Ona döndüm, boyu benden uzun olduğu için başını eğmişti. Siyah gözlerinin gölgesinde kendimi gördüm. Eskiden aynaya baktığımda gördüğüm kişi değildim. Kan şimdiden tenimde bir mühür gibi gezinmiş eskiden gördüğüm kişiyi boğmuştu.

“Sorun değil. Ben yapacağım.” Yutkundum. “Hazırım.” Dedim. Birkaç saniye daha bana baktıktan sonra başını sağlayıp artık ağlamaya başlayan adama döndü. “Yapman gereken tek şey tetiği çekmek, sonra bütün hayatın değişecek.” Silahı kaldırıp adamın baş hizasına getirdim.

“Yalvarırım yapma! Bırak beni gideyim yalvarırım.” Dedi adam. Sesi bile midemi bulandırıyordu.

“Özür dile.” Dedim titreyen sesime engel olamayarak.

“Ne?”

“Ablama yaşattıkların için özür dile, ona…” Derin bir nefes aldım sonsuzuncu kez. “Tecavüz ettiğin için ve ölmesine sebep olduğun için özür dile.” Ağlaması şiddetlendi.

“Özür dilerim, yemin ederim çok pişmanım. Yalvarırım affet beni. Çok üzgünüm.” Sesi bütün arazide yankılanırken gülümsedim.

“Tamam.” Dedim yavaşça silahı indirdiğimi gördüğünde umutla ışıldayan gözleri parladı ve tam o anda silahı tekrar doğrulttum ve tetiği çektim.

Silahın sesi boş arazide yankılanırken boşluğun sesi doldurdu kulaklarımı, şimdi herkes susmuştu . Adamın cansız bedeni yere yığılırken ağlıyordum. Ablamın şeytanını ayaklarımın dibinde, kanlar içinde yatıyordu. Mahkemeden çıkarken yüzündeki zafer gülüşü şimdi ölümün pençeleriyle katledilmişti. Dağhan bileğimi tutup yavaşça indirdiğinde hâlâ aynı noktaya nişan aldığımı fark ettim.

“Bitti. Ablan için sağlanmayan adaleti sen sağladın Nazlı. İlk şeytanını avladın.” Elini bileğimden çekip bakışlarını benden ayırdı. “Sıraç, Nazlı’yı evine bırak. Dinlenmesi gerek.” Sıraç yanıma geldiğinde bir robot gibi onu takip edip arabaya bindim. Biz giderken ikizlerin cesedi yerden kaldırdıklarını gördüm.

Yol boyu hiç konuşmasam da Sıraç’ın bakışları ara ara yüzüme değiyor tekrar çekiliyordu. Evimin önünde durduğumuzda derin bir nefes alıp tekrar bana döndü. “İlk sefer zordur, karşındaki kişi dünyadaki en kötü kişi bile olsa zordur.” Dedi yavaşça.

Ağlamak istiyordum; saatlerce, günlerce hatta aylarca ağlamak istiyordum. Beklediğim bu değildi. Böyle zor hissettirmesini beklemiyordum. “Böyle hissettirmesi çok saçma.”

“Zamanla alışırsın.”

“Öldürmeye mi?”

“Böyle hissetmeye.”

“Bu his hiç geçmeyecek değil mi?”

“Birini öldürdün Nazlı.” Dedi Sıraç. Yavaşça gülümsedim, öldürmüştüm değil mi? Ben hep ailenin küçük, asabikızıydım. Annem ve ablam bu dünyadaki en güçlü kadınlardı bir gün onlar kadar güçlü hissetmeyi dilemiştim hep. Şimdi güçlü hissediyordum ama aynı zamanda bitik hissediyordum. “Bu hisle savaşmayı öğreneceksin ama yenmeyi hiçbirimiz öğrenemeyiz. İlk başta uyuyamayacaksın, gözlerini her kapattığında onu göreceksin. Kâbuslarına girecek, kendinden bile nefret edeceksin, sonra alışacaksın; onu rüyanda gördüğün her an hiçbir şey olmamış gibi davranmaya başlayacaksın.”

“Anladım…” dedim, çünkü dudaklarım başka bir kelime sarf edemeyecek kadar yorgundu.

Arabadan ineceğim sırada Sıraç tekrar bir şey söyler gibi oldu ama sustu. Anahtarımı yanıma almadığım için evin bahçesine girip mutfağa açılan cam kapıdan içeriye girdim. Annem ilacın etkisinde olduğu için uyanmamıştı ve babam da büyük ihtimalle hâlâ ofisteydi. Yine de yavaş olmaya özen göstererek odama girdim.

Odanın ışığını açmasam da gecenin güneşinin beyaz ışığı odama dolmuştu ve aynadaki yansımamı zor da olsa seçebiliyordum. İki saat öncekiyle aynı kişi değildim, iki saat önce tek yaptığım şey ağlamaktı şimdiyse şeytanın pis kanı elime bulaşmıştı. Bununla gurur duymasam da üzülmüyordum da. On yedi yaşında, ablasını kaybetmiş bir kızın yapabileceği en zor şeyi yapmıştım; ablamın katilini öldürmüştüm. Ablam; Yağmur beni izliyor mudur, ruhunun gölgesi titreyen bedenimin üstünde bir örtü gibi serili midir? Ne düşünüyordur? Benimle gurur mu duyuyor yoksa bana kızgın mıydı? Cevabını asla bulamayacaktım, sadece şimdi solan gülümsemesinin biraz olsun çiçek açmış olması için Tanrı’ya dua ettim.

Banyoya girdiğim gibi üstümdeki kıyafetleri çıkartıp sıcak suyun altına girdim. Alnımı soğuk fayansa dayayıp bedenimin üzerinden uçup giden ruhun izini silinmesini bekledim. Suyun altında ne kadar kaldığımı bilmiyordum ama beyaz cildim kızarmış, derim acıyordu. Banyodan çıktığımda üstüme pijamalarımı giyip odamdan çıktım. Annemin odasının kapısı bıraktığım gibi aralıktı, uyanmayacağını bilsem de ses çıkartmamaya özen göstererek odasına girdim ve yanındaki boşluğa kıvrıldım. Kolunun belime sarıp narin ellerini sıkıca tuttum. Benim varlığımı hissetmiş gibi belimdeki ellerini sıkılaştırarak kafasını saçlarıma yasladı. Gözümden bir damla yavaşça düşerken gözlerimi kapattım. Artık hayatımın köklerini kaldırdığımın farkındaydım. Ben bile artık ben değildim ki.

Dudaklarıma birbirine bastırarak derin bir nefes aldım, düşünmek beni daha çok yoracaktı bunun farkındaydım. Düşünmeyi bırakmalıydım, düşünmeyi bırakırsam alışırdım. Alışmam gerekiyordu…

 

 

 

 

 

 

 

Birinci bölüm sonu

 

 

 

 

 

 

 

Bu bölüm wattyde de vardı ama olanlar hepinizin malumu ve ben de tekrar kitabı başka bir yerde yayınlamak için çok düşündüm ve beklemektense artık yapabileceklerimi değerlendirmek istedim ve sonuç buradayım, her ne kadar adminiyle birkaç tartışmam olsa da galiba yazmaya olan bağımlılığım inadımı yendi...

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi bekliyorum ve küçük bir uyarı üniversite öğrencisiyim, yurtta kalıyorum o yüzden düzenli bölüm yüklemeye çalışıcam ama gecikmeler yaşanabilir motivemi yüksek tutup sürekli yazıp bölüm yayınlamaya çalışacağım.

İnstagram : aurora.snk

Twiteer : asiretpelusu

Loading...
0%