@hivdasnk
|
4. Öfkenin Lekesi Bölüm Şarkısı | Dedüblüman - Günü Gelir ☀ Bir girdabın ortasında, şeytanın boynuma vurduğu urgandan kaçmaya çalışıyordum. Boğazımdaki sancının kökleri kalbimin en ücra köşesindeki karanlığın gövdesine tutunmuştu, o karanlık benim evimdi ama ben o evde her gün ölüyordum. Dün geceden kalan uykusuzluğum göz kapaklarıma bir kanca gibi takılmış direncimi kırmaya çalışıyordu. Tırnaklarımı içindeki kahvenin sıcaklığıyla ısınmış karton bardağa her vurduğumda çıkan ses kafedeki kalabalığın arasında kulaklarıma dolan tek sesti. Dün gece ben üç yıl önceki bendim, dün gece zaman belini kırmış beni aynı döngünün selinin ortasına bırakmıştı. “Kızım başım şişti ha tık tık.” Yusuf bilgisayarından başını kaldırıp aniden elimi tutunca ona döndüm, bir sonraki dersimiz iptal olduğu için Yusuf araştırmasına devam etmek için kafeye gelmek istemiş bense bir ruh gibi sadece onu takip etmekle yetinmiştim. Yeşile çalan gözleri tıpkı benimkiler gibi kızarıktı, gözlerimiz renkli olduğu için yorgunluğumuz çok daha netti ama ikimiz de bu konu hakkında konuşmadık. Yusuf elimi yukarı doğru kaldırıp çatılı kaşlarıyla uzun, vişne rengindeki tırnaklarıma çatılı kaşlarla bakmaya başladı. “Bal Böceği biz sana silah, bıçak falan vermeyelim ha. Valla bak adam öldürürsün sen zaten bu tırnaklarla, bu ne kızım yaşamına nasıl devam ediyorsun sen bunlarla.” Ona karşı göz devirmekle yetinip elimi çektim ve bu sefer karton kutuda ritim tutmak yerine içindeki kahveyi içmeyi tercih ettim. “Hem sen bunları bu kadar uzatmayı nasıl başardın merak ediyorum doğrusu.” “Uzatmadım ki.” Dedim omuz silkerek. “Protez tırnak bunlar.” “O ne lan?” dedi Yusuf, bakışlarından ve yüzünün aldığı şekilden hiçbir şey anlamadığı belli oluyordu. “Protez dediğin şey dişe yapılmaz mı, tırnak ne alaka.” “Of Yusuf, taktın mı takıyorsun. Takma tırnak gibi bir şey işte.” Vay arkadaşım, lensi, kirpiği peruğu bitti şimdi de tırnağın mı yapayını yapmışlar. Sizin kadın milleti olarak dolandırıcısınız yemin ederim bak. İşin sonunda sen cinayetten değil dolandırıcılıktan hapse, demedi deme Bal Böceği.” Dudaklarım anlık kıvrılırken başımı salladım yavaşça. Bazen Yusuf’un ‘hiçbir şey önemli değil’ tavırlarına ihtiyaç duyuyordum ve o anlarda o sanki zihnimi okuyormuş gibi o kadar saçma bir konuyla geliyordu ki zihnimdeki her bir ses bir anlığına duruyordu. Yusuf beni güldürdüğü için zafer kazanmış gibi gülüp tekrar bilgisayarına döndü ama o kadar çok esnemeye ve gözlerine kırpıştırmaya başlamıştı ki vücudu uyku için alarm veriyor gibiydi. Yusuf elini kahvesine attığında salladı ve boş olduğunu fark edince dudak büktü. “Ben bir kahve alayım.” Deyip ayaklanacağı sırada elini tutup tekrar oturmasını sağladım. “Bence sen eve git ve uyu, kahveye değil uyumaya ihtiyacın var.” “Bana diyene bak, kaç saat uyudun sen sanki? Şu gözlerine bak kıpkırmızı olmuşlar.” Gözlerimi ondan kaçırdığımda Yusuf’un sırıttığını hissetmiştim. Ben oturduğum yerde arkama yaslanıp kollarımı göğsümde bağladım çünkü buna verecek bir cevabım yoktu. Yusuf kendine kahve almak için gittiği sırada gözlerimin bütün kuruluğuna rağmen tekrar yaşarmak için çırpındığını fark ettiğimde yavaşça yutkundum. Ağlamaktan nefret ediyordum. Ağlarken en güçsüzdüm, güçsüz hissetmekten nefret ediyordum. “Naz.” Tanıdık sesi duyduğumda omzumun üstünden masaya gelen arkadaşıma baktım. “Gözlerinin haline kızım senin uyumadın mı sen?” Savaş hemen yanımdaki sandalyeyi çekip otururken çatılı kaşlarının ardında gözlerime kitlendi. “Uyku tutmadı gece.” Dedim sadece bu konuyu kapatmasını umarak. Yusuf elinde kahveyle geldiğinde Savaş’ın çatılı kaşlarının altındaki gözlerinin hedefi bu sefer Yusuf oldu. “Aha bu salak da aynı. Ne lan bu haliniz. Hadi gece uyumadınız bok mu var sabah derse geliyorsunuz?” “Aşkım ya nasıl da beni düşünüyor.” Dedi Yusuf yüzündeki gülümsemeyle oturduğu yere yayıldı. “Yusuf yemin ederim o ağzına kürekle vururum.” “Senin vurduğun yerde gül biter yiğidim.” “Olum ne gevşek herifsin ya.” Dedi Savaş yüzünü buruşturarak arkasına yasladı, Yusuf ise bu durumdan aldı hazla Savaş’a öpücük atıp kahvesinden bir yudum aldı. “Barış nerede?” diye sordum ben de soğumak üzere olan kahvemi yudumlamadan önce. “Şu kızın yanına gitti.” Dedi Savaş, ilk başta kimden bahsettiğini anlamadım lakin Savaş’ın bu durumdan rahatsız olduğunu anlamıştım. “Hangi kız?” “Şu fotoğrafçı sapık, ben kızın hafıza kartını kırmıştım ya sabah yenisini aldı onu götürmeye gitti.” “Barış Beye bak be, dünkü olanlardan sonra aklında mı tutmuş bunu harbiden.” Dedi Yusuf bilgisayarını kapatıp çantasına koyarken. Söyledikleri Savaş’ın daha da gerilmesine sebep olmuş gibi Savaş elini boynundaki güneş hilal birleşimi dövmeye atıp orayı kaşıdı. Bu dövmenin aynısı, aynı yerde Barış’ta da vardı ve ikisi de gerildikleri zaman elleri o dövmedeydi. Ben ise tepkisizdim ilk başta, lakin aklıma dün gece gönderilen video ve bizi fotoğraflayan kızın görüntüleri bir sıra halinde aklımda dizildiğinde sinirlendiğimi hissetmiştim. Birileri üç yıl önce benim cinayet videomu çekmişti, başka bir kız haftalarca benim ve arkadaşlarımın fotoğraflarını gizli gizli çekmişti. Zihnimde dönüp duran kasırgalarla yutkundum. “Naz ders başlayacak.” Dedi Yusuf yerinden kalkarken. “Benle Barış’ın da dersi başlayacak, tabii beyefendi gelirse.” Savaş da oturduğu yerden kalktığında hiçbir şey söylemeden çantamı ve sandalyenin arkasına astığım deri ceketimi alıp üzerime geçirdim. Fakülteye doğru yürürken Barış’ı ve o kızı gördük. Barış elindeki küçük poşeti kıza verdiği sırada kızın yüzünde abartılı bir gülümseme yer edinmişti bile ve aynı gülümsemenin hafifletilmiş hali Barış’ın dudaklarına yansımıştı. “Barış mı lan o.” Dedi Yusuf duraksayıp eliyle Barış ve o kızı gösterirken. Geçmiş belini tekrar büktü, aynı videonun parçaları o kızın gözlerinde yansımasıyla canlandı zihnimde, öfke bir zehir gibi yüreğime yansı ve bedenim aklımı terk ettiği an kendimi onlara doğru yürürken buldum. “Naz!” arkamdan seslenen arkadaşımı görmezden gelirken saniyeler içerisinde yanına ulaştığım kızın kazağının yakasını iki elimde kavrayıp kızı hemen arkamızdaki duvara yasladım. Şaşkınlık adını bilmediğim kızın açık kahve gözlerinde bir patla yansıttı akabinde aynı gözlerde kokunun perdesi örtüldü. “Ne yapıyorsun sen ya? Manyak mısın?” dedi kız beni itmeye çalışarak. “Eh var birazcık.” Dedim ellerimin arasındaki kazağını daha da sıkarak. “Naz, ne yapıyorsun bıraksana kızı?” dedi Barış ama omzumun üstünden ona bakmamla anlık duraksadı, dudakları tekrar aralandı ama bir şey söylemedi. Bakışları tekrar kıza çevirdiğimde öfkenin gözlerimde bir çukur açtığını biliyordum. “Bana bak güzelim. O fotoğraf makinesini o sefer kırmadım ama eğer dün uzaktan yakından alakan varsa…” “Ne diyorsun sen ya, hiçbir şeyle alakam yok benim. Fotoğrafınızı çektim kartımı kırdınız daha ne istiyorsun.” “Dua et.” Dedi yüzümü kızın yüzüne yaklaştırırken. “Dua et o kameranı parçalayıp vermedim eline ama senden şüphelenmeme sebep olacak en ufak bir olay dahi olursa canını yakarım senin.” “Nazlı tamam bırak artık kızı.” Barış beni kolumdan tutup uzaklaştırırken bu sefer ona direnmedim. Arkamda dikilen Savaş ve Yusuf da aynı şaşkınlıkla duruyorlar ama bir tepki vermiyorlardı. Kız önce bir süre boş gözlerle bakmayı sürdürdü akabinde Barış’a dönüp elindeki poşeti tekrar ona geri verdi. “Kart için teşekkürler ama tek isteğim benden uzak durun yeter.” Son kelimelerini bana bakarak söylemişti ve omzundan düşen çantasını düzeltip yanımızdan ayrılırken Barış kızın peşinden gidecek gibi oldu ama Savaş önüne geçerek onu engelledi. “Naz Allah aşkına delirdin mi sen?” dedi Barış, sinirli olduğu her halinde belli oluyordu ama bu sadece öfkemi tetikledi. “Yok daha delirmedim ama yakındır.” Dedim kollarımı göğsümün altında bağlarken. “Kızı durup dururken suçladın, tamam geçen sefer yaptığı saçmaydı ama bu neydi şimdi.” “Barış.” Dedi Savaş uyarır bir tonda susmasını ister gibi, Barış’ın gözleri bir anlığına kardeşine dönse de tekrar bana döndü. “Bak anlıyorum, öfkelisin gerginsin ama suçsuz birinin üstüne böyle atlayamazsın Naz.” “Pardon, ne düşünmemi bekliyordun ya. O kız gizli gizli fotoğraflarımızı ekiyordu bizim.” “O video çekildiğinde o kız Ankara’daydı burada bile değildi, değilmiş yani. Bizim okula da bu dönem gelmiş, saldırmak yerine sorgulasaydın keşke.” Bir şey söylemedim, sadece öylece arkadaşıma baktım ama dilimi dişlerimin arasına kıstırmaktan kendimi alamadım. Öfkeliydim, gözüm bir suçlu arıyordu ve o kız bu iş için biçilmiş kaftandı. Ama pişmanlık? Hayır onu içimde aradım ama bulamadım. “Hayırdır ikizim, kişisel sapığımızla baya sohbet kurmuşsun.” Dedi Savaş, benden çok daha sinirli ve tepkili duruyordu. “Birilerini tanımak suç mu Savaş. Ayrıca ismi Nehir, sapık deyip durma kıza.” “Onun gibi birini tanımaya ihtiyacın yok senin, bir kere arkandan gizli iş çeviren ikincisini de yapar.” “Ön yargılısın.” “Temkinliyim Barış.” Dedi Savaş kardeşine doğru bir adım atarken. “Bence buna hakkım var, sen de öyle yapmak zorundasın.” Barış başka bir şey söylemedi, söylese de bu Savaş’ı sinirlendirmekten öteye geçmeyecekti. “Ders başlamış bile.” Dedi Yusuf elindeki telefona bakarak. “Bizim Kıl Nurettin kesin almaz bizi derse, Sıraç da çıkar birazdan zaten terasa gidelim.” Hiç kimse Yusuf’a cevap vermedi ama o onaylandığını zaten biliyordu. Ben arkamı dönüp yürümeye başladığımda diğerlerinin de ardımdan geliyordu. Kampüsteki teraslı kafeye geldiğimizde boş masalardan birine kuruldu, Barış hâlâ tepkili duruyordu. Bunu anlamıyordum, bu onun yapacağı bir şey değildi. Evet belki kardeşine göre kalbi daha yumuşaktı ama çizdiği sınırların dışındakiler için değildi bu. “Ne lan bu suratınızın hali?” Sıraç’ın sesini duyduğumda omzumun üstünden ona bakıp hiçbir şey söylemeden tekrar önüme döndüm. “Hayırdır?” “Bir şey yok abisi, ufak bir kargaşa yaşandı da.” Dedi Yusuf yerinde daha da yayılırken. “Ne kargaşası?” “Şu dünkü sapık kızı hatırlıyor musun?” Sıraç başını salladı, şimdi gözleri daha da meraklı bakıyordu. “Heh işte bizim psikopat prensesimiz o kızın üstüne saldırdı.” “Ne?” Sıraç’ın yüzümde gezinen bakışlarına karşılık vermedim, sadece tırnaklarımı bir bıçak gibi kullanıp parmaklarıma batırmaya devam ettim. “Naz, ne oluyor kızım doğru düzgün anlatın şunu.” “Önemli bir şey değil, o dünkü videodan sonra bir anlığına o kızdan şüphelendim işte kendimi kaybettim.” Sıraç başka soru sormadı sadece iç çekip arkasına yaslandı, Savaş’ın uzattığı sigara paketinden bir dal alıp yaktı ve masa birkaç dakikalığına sessizliğin boyasıyla boyandı. “Aha milli sapığımız yine geldi.” Dedi Yusuf oturduğu yerde dikleşirken, gözleri direkt olarak terasa açılan kapıdaydı. Kapıya doğru baktığımda isminin Nehir olduğunu henüz öğrendiğim kızı gördüm, gözyaşlarıyla ıslattığı yanaklarını siliyordu, bu görüntü kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Koyu renkli gözleri bizi fark ettiği an anlık duraksadı akabinde ellerini kısa siyah saçlarının arasından geçirip geldiği kapıdan tekrar çıktı. Barış’ın kapıdan çıkıp giden kıza bakışlarını fark ettiğimde kaşlarım tekrar çatıldı ama ayaklanmaya çalıştığında kolunu tutan Savaş oldu. “Savaş, bırak bak ağlıyor kız.” “Lan sana ne dün bir bugün iki ne samimiyetin var kızla da gidip gözünün yaşını sileceksin.” “Özür dilemeye gideceğim Savaş.” “Neyin özrü?” dedim kendimi tutamayarak, Nehir denen kızla tartışan bendim ve biliyordum ki gözündeki yaşların bir sebebi varsa büyük olasılıkla bu da bendim. “Kızı suçsuz yere suçladık ya Nazlı, onun özrü.” “Kızı suçlayan benim,” dedim kollarımı masanın üstüne yatırıp eğilerek, “Üstüne saldıran da ama kimse benim adıma özür dileyemez Barış, o kıza güvenmiyorum. Yaptığım yanlış veya değil, benim adıma özür dileme.” Barış’ın açık yeşil gözlerinde bir kargaşa oldu, yüzünde anlam veremediğim bir his vardı ve bu his benim karnıma bir yumruktu. Onunla bir konuşma yaptığım için bile tuhaf hissediyordum, en başından beri Barış’ın ban karşı ılımlı yaklaşımları alışkındım ne ben ne de o birbirimize karşı böyle bir çıkışta bulunmamıştık şimdiyse henüz adından başka bir şeyini bilmediğimiz bir kız için düştüğümüz durum beni bir tufanın içine bırakmıştı. Abisinin azarladığı küçük bir kız gibi hissediyordum kendimi, ve biliyordum ki o da aynı tuhaflığın içinde kısılı kalmıştı. “Senden özür falan beklemiyorum zaten, kendi adıma dileyeceğim oldu mu?” Başka bir şey söylemeden masadan kalktığında Savaş arkasından seslenmiş ve peşinden gitmek için ayaklanmıştı ki Sıraç onu kolundan tutarak durdurdu. “Savaş, dur biraz sakinleşsin.” Savaş tekrar yerine otursa da gerginliği her halinden belli oluyordu. Ellerimi sarı saçlarımın arasına atarken onları çekiştirip hıncımı çıkartmak istedim lakin sadece sertçe geriye atmakla yetindim. Kimse bir süre daha konuşmadı, Yusuf bile saçma bir espri atarak herkesi konuşturmaya çalışmadı sadece sustuk. Benim ve Savaş’ın gerginliğinin arasında Sıraç ve Yusuf’un ara sıra göz göze gelip birbirilerine sessizce bir şeyler aktardığının farkındaydım ama bunu umursamadım. “Hayırdır yüzünüzden düşen bin parça.” Cem’in keyifli sesini duyduğumda dudaklarımda zoraki bir gülümsemeyle ona baktım. Sarı kıvırcık saçları yine dağınıktı, açık kahve gözlerinden yorgunluğu belli olsa da yüzünde keyifli bir gülümseme vardı. Cem Savaş’ın yanındaki boşalan sandalyeye otururp omzundaki çantayı masaya bıraktığın da Savaş’ın gerginliğinin biraz dahi olsa azaldığını hissedebiliyordum. İkisinin arasındaki ilişki gördüğüm en inişli çıkışlı ilişkilerden biriydi, Savaş çoğu zaman Cem’e sert ve yüksek duvarlar örer ve o duvarlar yüzünden ikisi sürekli kavga ederlerdi ama biliyordum ki Cem’in varlığı dahi Savaş’ın sakinleşmesine yardımcı oluyordu. Öfkesinin hedefi hiçbir zaman o değildi, onu korumaktı sadece bunu sağlamaya çalışırken tutması gereken dengeyi her zaman kaybediyordu. “Asıl sana sormak lazım enişte.” Dedi Yusuf yerinde dikleşirken, yüzünde muzip bir gülümsemeyle Ceme bakıyordu. Cem göz kırparak ‘ne oldu’ dercesine kafa salladığında Yusuf otuz iki diş sırıttı. “Hayırdır ne bu mutluluk.” Cem’in yüzündeki gülümseme genişledi, kolunu Savaş’ın oturduğu sandalyenin sırtına uzatıp oturduğu yerde yayıldı. Hepimiz merakla onu beklerken o sadece yüzlerime gülümseyerek bakmaya başladı. “Söylersin inşallah bugün.” Dedi sevgilisine bakarken. “Maaşıma zam yapıldı.” Dediğinde buna en çok şaşıran Sıraç olmuştu. “Ha siktir lan oradan, olum biz seninle aynı anda girdik işe anasını satayım.” Sıraç tüm sitemiyle söylenmeye başlayınca Cem’in yüzündeki gülümseme bir kahkahaya dönüştü. “Sen çok bir boka yaramıyormuşsun demek ki.” Dedi Yusuf cümlesinin sonunda Cem gibi kahkaha atmaya başlarken. Sıraç Yusuf’a vurmak için uzandığı an Yusuf beni iki kolumdan tutup kendi önüne siper ettiğinde Sıraç’la yüz yüze gelmiş ve diğerleri gibi gülmemek için alt dudağımı dişlemeye başlamıştım. “Eniştelerin bi’ tanesi, yeni maaşınla bize bir şeyler ısmarlarsın artık. Bak ısmarlarsan en best eniştem sen olursun.” “Lan salak, enişte diyebileceğin başka biri mi var sanki.” Dedi Savaş önündeki küp şekerlerden birini Yusuf’un yüzüne atarken. “Çocuğun işi gücü yok sana yemek mi ısmarlayacak itin dölü.” “Bak bak bak, nasıl da korurmuş sevgilisini. Ayrıca Demir Abi var eniştem sayılabilecek, gerçi Nazlı mı yengem yoksa Demir Abi mi eniştem ona tam karar vermiş değilim ama galiba kız tarafı olmayı seçeceğim.” Konunun birden bire nasıl ben ve Demir’e geldiğinin anlamanın verdiği şaşkınlıkla gözlerimi büyütüp Yusuf’a döndüm, yüzünde her zamanki muzip gülüşlerinden biri vardı ama ben etine tırnaklarımı batırdığım an yüzündeki gülümseme silinmiş tiz bir çığlıkla yerinden sıçramıştı. “Polis, bıçakladı beni. Yemin ederim kesti etimi, psikopat kadın! Bundan sonra Bal Böceği falan değilsin sen, Vahşi Böceksin bundan sonra.” “Yusuf delirtme insanı ne yengesi ne eniştesi ya!” dedim sesimi yükseltmekten kendimi alıkoyamayarak ama bu Yusuf’un sadece göz devirmesine sebep oldu. “Yav he, masa altından elini tutan da Yüce Honos’tu zaten.” Sesindeki imayı görmek, fark etmek istemesem de elimin üstündeki el izini hissedebiliyordum, ne zaman gerginlikten tırnak etlerimi kanatmaya başlasam Demir bunu bir şekilde fark ediyor ve elimi büyük avucunun içine hapsedip bunu yapmama engel oluyordu. Bana yaklaşmasına izin vermiyordum, ona yaklaşmamak için direniyordum ama bedenimdeki her bir hücre bana ihanet edercesine ona gitmek istiyordu. Bazen buna yeniliyordum çünkü bazen ona öylesine ihtiyaç duyuyordum ki ciğerlerimi dolduran bir esrar dumanı gibi kıvranıyordum. “Sizin Demir abiyle aranızda bir şey mi var?” diye sordu Cem, Yusuf’un koluna tırnaklarımı bir kez daha batırdım ve o yine çığlık attı. “Yok öyle bir şey.” “Tabii tabii.” Savaş’ın da Yusuf’u destekler nitelikte konuşup gülümsemesiyle bir kez daha kaşlarımı çattım. “Bu arada Barış’ı gördüm, Nehir’leydi. Tanıştıklarını bilmiyordum.” Cem’in söyledikleri masaya bir kez daha siyahın en ışıksız haliyle yansıdığında Cem merakla bize bakmaya başlamıştı. “Sen nereden tanıyorsun o kızı?” diye sordu Savaş çatılı kaşlarıyla. “E o da fotoğraf bölümün de birinci sınıflardan, alttan aldığım dersleri ortak alıyoruz.” “Olum sen son sınıf değil misin lan? Birinci sınıftan alttan dersin mi var senin.” Dedi Yusuf. “Orasını karıştırma, hoca taktı bana ama halledeceğim bu yıl.” “Sen aynı derste olduğun herkesi tanıyor musun?” Savaş’ın sesindeki sertlik Cem’i duraksattı. “O ne demek şimdi?” “Ne demekse o demek Cem.” “Savaş kızla aynı dersi alıyorum, birkaç kez sohbet ettim işte. Neyi sorguluyorsun şu an?” “Hay sikeceğim herkes de bu kızı korumanın peşinde.” “İyi misin sen?” İkisinin arasındaki gerginliğin büyüyeceğini anlamıştım ama nasıl bir müdahalede bulunmam gerektiğini bilmiyordum bu yüzden sadece ayağımı Savaş’ın ayağına vurup gözlerimle sakinleşmesini istedim ama bir duvardan farksız olan yüzü sadece birkaç saniyeliğine bana dönmüş sonra tekrar Cem’e dönmüştü. “İyim Cem, kişisel sapığımızla arkadaş olduğunu öğrenmiş oldum sadece.” “Ne sapığı, Savaş düzgün anlat şu olayı.” “Önemli bir şey değil enişte ya, bu kız galiba okuldaki herkesin fotoğraflarını çekiyormuş e bizimkileri biraz fazla çekmiş. Savaş’ı da bilirsin kindardır taktı mı takar, bir de Barış kıza biraz samimi olunca e bizimki iyice kıl oldu. Sana değil yani siniri.” Yusuf olayı toparlamak için bir umut konuşmuştu ama ne Savaş yumuşayacak gibiydi ne de Cem’in savaşı sakinleştirecek gücü. İkisini de artık iyi tanıyordum ve suskunluklarında bile ne hissettiklerini anlayabiliyordum. “Nehir iyi kızdır, sapıklık falan yapmıyordur yani. Okulda zaten dikkat çekiyorsunuz ondan çekmiştir sizin fotoğraflarınızı.” Dedi Cem, ben kaşlarımı çatarken Savaş sinirle güldü. “Hay sikeceğim Nehri’nizi şimdi. İyiyse iyi bize ne, sana ne. Kız gizli gizli fotoğraflarımızı çekiyor sen de kalkıp koruyor musun? Ne kadardır tanıyorsun sanki sen bu kızı.” “Anlaşıldı.” Dedi Cem çantasını masanın üstünden alıp sandalyeden kalkarken. “Savaş Beyimiz bugün tersinden kalkmış, hiç dürtmeyelim. Malum sonra öfkesine pek hâkim olamıyor.” Cem’in aniden kalkmasıyla Savaş tekrar sinirle gülüp başını çevirdi. “Cem, az önce Barış’la da tartıştı aynı konudan. Senle ilgili değil bi’ dur.” En azından Cem’in sakinleşmesini umarak konuşsam da gözlerinden iknaya açık olmadığını belli ediyordu. “Sorun değil Naz ya, konu zaten genelde benimle ilgili olmuyor da işin sonunda biz kavga ediyoruz niyeyse.” Cem omzundaki çantasını düzelttikten sonra dudaklarında zoraki bir gülümseme yer edindi. Ne o Savaş’a ne de Savaş ona bakıyordu. “Görüşürüz sonra.” Cem gittikten hemen sonra sinirle Savaş’a döndüm. “Savaş, napıyorsun?” “Ne yapmışım Naz, amına koduğumun kızı melek sanki gelen geçen bana koruyor.” “Savaş iyi misin abisi sen, tamam Barış’a sinirlendi, Cem’in neyden haberi var ki çocuktan sinirini çıkartıyorsun.” Dedi Sıraç da, o da aynı şekilde kızmıştı Savaş’a. Savaş ve Cem ilk tanıştıklarında hepimiz Cem’in Savaş’a ilgisinin farkındaydık. Savaş bunu görmezden gelmek istese de ona çekildiğiniin farkındaydım ve ona bir adım atması için onu cesaretlendirmiştim. Benim aksime Sıraç Cem’i uyarmıştı, Savaş’ı benden çok daha uzun zamandır tanıyordu ve yine benim aksime olacakları önceden tahmin etmişti. Savaş Cem’in canını yakardı. Ama bu yangında da en çok kendi yara alırdı. “Salak salak davranma şu çocuğa, kum torbası mı olum bu kime öfkelensen ona patlıyorsun, çocuk seni merak etse kavga çıkarıyorsun. Sorup soruştursa kendinden daha da uzaklaştırıyorsun. Savaş yapma, farkındayım Cem’e böyle davranırken senin de canın yanıyor.” Dedi Sıraç, bu sefer sinirli olan oydu. Savaş sustu, yüzüne kondurduğu donukluk yumuşasa da öfkesiyle büyük bir savaş içerisindeydi. Elini ensesine atıp sertçe ovalarken ofladı. “Siktir git çocuğun peşinden.” Savaş bir süre Sıraç’a bakıp yerinden kalktı ve dudaklarının arasından bir küfür savurdu. “Kıza bak lan, bi geldi dört leş bıraktı resmen. Harbiden ne Nehir’miş arkadaş!” dedi Yusuf dudağını bükerek. Nehir denen kıza ördüğüm zehrin tek sebebi o fotoğraflar değildi bunu hissediyordum, ne dün gece geçmişimin kanlı izi ne de başka bir şey. Adlandırmadığım bir kuşku o kızın gözlerinden göğsüme akmış beni ona karşı büyük bir öfke ve şüpheyle sarıyordu. Buna bir ad veremedim, arkadaşımla tartışmama dahi sebep olan köklerine ulaşamadığım hisse küfrettim lakin bunu içimden atamazdım. Bunun adı kin miydi yoksa ön yargı mı seçemedim sadece zihnim fazla bulanıktı ve o kızı bu bulanıklıkta yok etmek istedim. ☀ Yeni bölümmm Bölümler inanılmaz bir yavaşlıkla geliyor farkındayım ve bu okunmayı da etkiliyor ama uzun bölümler yazıyorum bi de yazarken uzun uzun ekranla bakışıyorum sürekli. Aslında bölümü noktalamak istediğim yerde değilim ama bölümü uzatmak yayın zamanını da epey uzatacak bu yüzden burada kestim.
Bölüm sonu yorumları Bal Böceklerim 👉🖤 İnsa : aurora.snk Twitter : asiretpelusu
|
0% |