Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5. Maskenin Ardında

@hivdasnk

 

 

 

 

 

 

5. Maskenin Ardında

 

 

 

 

 

Bölüm Şarkısı | The Neighbourhood – Afraid

 

 

Hayatın kargaşasının ortasında, bozulmuş kalplerin zehriyle ağlıyordum. Kurtulabileceğimi sanmıştım, asi bir genç kız olarak kalıp büyüdükçe toparlanacağımı. Ama o zehir benim kalbime çoktan dikenini batırmıştım, ben büyüdükçe yok oluyordum.

 

“Yeter hadi ikizin de eve gidip uyuyun.” Dedi Sıraç, sigarasını kül tablasına bastırırken. “Devamsızlığınız falan da yok zaten, notları da istersiniz birinden. Toparlanın biraz.” Yusuf oflayarak başını geriye attı. Bilgisayarını alıp saatlerce arama yapmak istiyordu ama bedeni buna izin vermeyecek kadar yorgundu.

 

Ben de öyleydim, yorganın altına girip saatlerce yatmak istiyordum ama bugün annem gün boyu evde olacaktı ve ona gece uykusuzdum derse girmedim bahanesini sunamazdım, söz konusu okul ve dersler olunca takıntılı biriydi ve içinden çıkamadığım enkazın tozu gözlerime kaçmışken şu an en son ihtiyacım olan şey onunla bir tartışma yaşamaktı.

 

“Yusuf gitsin, annem evde bugün. Ona bir şeyler açıklamakla uğraşamam.” Dedim, dirseğimi masaya yaslayıp başımı da elime yaslarken.

 

“Kızım gel sen de bana ama yemek yapmam, evi de en son bir hafta önce bi süpürüp bıraktım ona göre.” Dedi Yusuf bir yandan da gözlerini ovuşturuyordu. Bütün yorgunluğumla ona gülümseyip Sıraç’a döndüğümde o da onaylayarak başını salladı.

 

Fazla diretmeden onayladım ve Sıraç’la vedalaşıp Yusuf’un evine gitmek için yola çıktık.

 

Yusuf küçük bir apartman dairesinde tek yaşıyordu, Evine daha önce de gelmiştim ve her gelişimde küçük de olsa bu kadar dağınık olabilmesine hayret etmiştim ve yine öyleydi. Kapıdan girince küçük Amerikan Mutfak ve sadece l koltuk sehpa ve televizyondan oluşan bir salon vardı ama sanki bir ordu geçmiş gibi dağınıktı. Koltuğun üstüne saçılmış kıyafaetler, kablolar, dosayalar ayrıca mutfak tezgâhını boylu boyunca kaplayan bulaşıklar. “Olum tamam temizlemiyorsun da bu kadar pisliği tek başına nasıl yaratıyorsun sen ya.” Dedim ayyakıbılarımı çıkartıp Yusuf’un önüme bıraktığı terlikleri giyerken. Terlikler büyük olduğu için yürümekte zorlanıyordum ama bunu umursamadım.

 

“Sorgulama güzelim sorgulama, ne yapayım temizlik yapacak vaktim mi var benim.”

 

“Lan bari bir temizlikçi falan çağır.”

 

“Para sıçıyordum çünkü ben de Naz, kızım bizim grubun zenginleri bi Araf kardeşler bi de sen.”

 

“A-a, milletin banka hesabını hackleyip para aktarıyorsun ama.” Dedim kollarımı göğsümün altında bağlarken Yusuf’sa sadece omuz silkmekle yetindi ve tezgâhın üstündeki sürahiden yine tezgâhın üstünde duran bardağa su doldurdu.

 

“Ona da canım Dağhan Hocamız izin vermiyor Bal Böceği, dikkat çekecek kadar yüklü bir meblağ alamıyorum. Ulan aslında beni bir salsalar Trump’ı bile maaşa bağlarım da vurdular bana zincirleri. Ah ah.” Yusuf suyu bir yudum da kafasına dikerken ben dediklerini dinleyip umutsuzca başımı salladım.

 

“Ortalık biraz rahatladıktan sonra gelirim beraber toplarız ama bak kaçmak yok yardım edeceksin.” Dedim bir yandan da tehditvari olması için parmağımı yüzüne doğru sallarken. Yusuf gözlerini kocaman açarken gülümsedi.

 

“Harbi mi kız, valla olur bok içinde yaşamama az kalmıştı.”

 

Yusuf evin diğer taraflarına nazaran daha temiz olana yatağını benim uyumama için verirken, kendisine bir battaniye ve yastık alıp koltukta uyumaya gittiğinde tüm gün sızlayan başımı ellerimin arasına alıp ofladım, Yusuf büyük ihtimalle kafasını yastığa koyduğu gibi uyumuştur bu yüzden ondan ilaç istemek yerine yorganın altına girip baş ağrımın da dinmesini dileyerek gözlerimi yumdum.

 

Dün gece kovalamaca oynadığım uyku şimdi bütün gölgesiyle etrafımı sardığında kendimi ona teslim etmem sadece birkaç dakika aldı.

 

Öfke sadece kalbimde değildi, bütün benliğimi ele geçirmeye başlamıştı ve onun bir kahraman edasıyla sahte gülümsemesine yenilip kendimi ona teslim edeli ne kadar olmuştu artık bunu anlayamıyordum öyle ki artık bedenim bile bunu bir iz gibi taşıyordu.

 

Sürekli olarak zeminde yoğun bi ses çıkararak yere vuran ayağım ve ellerimi sanki düşmanmışçasına saplanan tırnaklarım bunun ilk kanıtıydı ama nefesimdeki yoğunluk hepsinden daha büyüktü.

 

“Nazlı.” Ablamın hafif sesini duyduğumda başımı kaldırıp odamın hafif aralık kapısından bana bakan kadına döndüm. “Gelebilir miyim.” Derin bir nefes aldım, dudaklarımı birbirine bastırıp biraz olsun sakinleşmeyi dileyerek başımı salladığımda ablam ardından kapıyı kapatarak yanıma geldi. Koyu renkli saçlarından birkaç tutam tokasından kaçmayı başarmış beyaz teninin üstüne düşmüştü, gece geç saat olmasına rağmen karakola gitmek zorunda kaldığımız için üstüne pijamaları değil siyah askılı bir elbise vardı.

 

Ablam yanıma otururken benimkine eş gözleri yüzümde dolanıyordu ama ben ona bakmıyordum, ona bakmak istemiyordum. “Biraz daha iyi misin?” diye sordu parmaklarını yüzüme düşen sarı saçlarıma atıp onları geriye atarken.

 

“O kızı öldürme isteğim dışında mı?” diye sorduğumda ablam iç çekti.

 

Ben kafeden çıktıktan hemen sonra kız polisi aramış üstelik benim değil ablamın adını vermişti bu yüzden gecenin bir saati polis memurları evimize kadar gelmişti. Anne ve babamla büyük bir kavganın ardından şimdi odamda bütün öfkemle duruyordum.

 

“Nazlı lütfen, bu yaptığın doğru bir şey değildi biliyorsun. Öylece gidip birilerine saldıramazsın.” Sözlerinin aksine sesi öylesine yumuşaktı ki içimde köpüren ağlama isteğini tetikliyordu, yine de sertçe yutkunup bu isteği geldiği yere gömdüm.

 

“İnsanların kalp kırması, başkalarının hayatını umarsızca taciz etmesi doğru benimki mi değil abla. Eğer sorun buysa elimi sürmeden o kızın hayatını zindan edebilirim hiç sorun değil.” Sözlerimin arasında ufak gülüşlerimi tutamamış ve bu ablamın gözlerine korkuyla yansımıştı.

 

“Nazlı ben bunun doğru olduğunu savunmuyorum ama birinin kalbi kirli diye senin de öyle olman gerekmiyor.”

 

“Bence kimsenin kalbi kırılmasın diye öylece susmamalısın da biri canını yakarsa karşılık verirsin basit bi’ matematik abla. Tamam sen onlar gibi olamayacak kadar naifsin farkındayım ama ben değilim. Ben senin gibi sakinliğimi koruyamam susamam, bana çamur atana gülümseyemem ya da sana.” Ellerimi saçlarımın arasından geçirip onları tamamen geriye attım ve bedenimi tamamen ablama çevirdim. “Abla anla işte, birinin kalbi kirliyse gülümseyerek ya da susarak baş edemezsin bununla.” Abla gülümsedi, elini yanağıma koyup parmağını orada dolaştırdı.

 

“Peki değdi mi, için soğudu mu?” Sorusuna karşı duraksadım, ilk başta soğumuştu evet ama şimdi ilk seferinden daha büyük bir yangın vardı içimde.

 

“Birkaç saat öncesine kadar evet.”

 

“İşte bunun sonu yok Nazlı, öfkelenmenin sonu yok.” Ablam başını omzuna yatırdığında mavi gözlerinde bir dalga vardı ama kıyıya ulaşana kadar küçülüyordu. Ablam her büyük dalgayı göğsünde küçültüp, okyanusun hırçınlığını yok edebiliyordu. “Eğer içinden ağlamak geliyorsa,” parmağına göz kapaklarıma getirdi ama değdirmeden sadece gölgesiyle gezindi. “Ağlamalısın, bunu kalbinde karartma.” Ona bir cevap vermedim, titreyen dudaklarımı birbirine bastırarak susturdum.

 

Kelimelerimi öldürdüm, cümlelerimin mezarlığına çiçek olarak gömdüm. Gözyaşlarım korkuyla geri kaçsa da kalbime doğru akıttılar kendilerini, orada küçük benle birlikte ıslandılar. Öfkeyle eğitilmiş benliğim ağlamanın sancısıyla kıvrandığındı, onu içimde öldürmek istedim ama bunu yapmaya gücüm yetmedi.

 

Sadece sustum, suskunluğumun arasından sızan sinsi yalvarışlarım ablamın göğsüne konduğu, ablam bunu sorgulamadı sadece anladı. Ben bile kendimle bir anlaşmazlığın çıkmazındayken o anladı ve kollarını boynuma sardı. “Düzelecek bir tanem. Sen beni, ben seni düzelteceğim. Yalnız değilsin Nazlı, sen benim kollarımda ağlayan o küçük bebeksin ve bunu hiçbir gerçek değiştirmeyecek.”

 

 

 

Kalbim zehirdi.

 

Ben o zehri kendi ellerimle göğüs kafesimi delip bırakmıştım kalbime.

 

Kalbim zehirdi çünkü kalpleri zehirliydi.

 

Uyku kollarını bedenimden ayırmış ama ben küçülmüş bedenimi ondan uzaklaştırmadan, gözlerim karanlığa kapalı öylece bekliyordum tekrar beni sarması için. Yorgundum, kaç saat olmuştu uyuyalı bilmesem de uyanık zihnim dış dünyaya hâlâ kapalı anılarım ve şimdinin sessizliği arasındaki ipi beline bağlamış bir boşlukta sallanıyordu.

 

“Nazlı.” İsmimi seslenen sese karşılık vermek istedim ama gözlerime çöken yorgunluğun ağırlığı buna izin vermedi. “Naz, uyan.” Tanıdığım ses tekrar kulaklarıma dolduğunda bu sefer kaşlarımı çatmıştım. “Naz.” Gözlerimi kırpıştırdım, Yusuf yüzündeki endişenin silik nefesiyle bana bakıyordu, oda karanlık olsa da holden yansıyan ışık yüzünü seçmem için yeterliydi.

 

Gözlerimi kırpıştırarak açmamla Yusuf doğrularak benden uzaklaştı, bir süre ne olduğunu açıklamasını beklemek için yüzüne baktım ama yüzündeki endişe dışında bir şey yoktu. “Ne oldu?” diye sordum onun sessizliğinin bozulmayacağını anlayarak akabinde gözlerim perdenin aralık bıraktığı cama kaydı, hava kararmıştı oysaki ben uyurken henüz sabah saatlerindeydik. “Kaç saattir uyuyorum ben.”

 

“Çok saattir, yani akşam on bire merdiven dayamış durumdayız şu an.” Yusuf’un söylediklerini anlık olarak algılamamıştım çünkü bu kadar derin bir uykuya dalabileceğimi düşünmüyordum. Komodinin üstünde duran telefonumu aldığımda kilit ekranında sadece tek bir bildirim vardı.

 

Bilinmeyen bir numara.

 

“Annenlere mesaj attım, arkadaşında kalacağını söyledim. Çok sorgulamadı zaten, tamam diyip geçti.” Dedi Yusuf, buna karşılık kaşlarımı çattım, telefonumun şifresini bilmiyordu.

 

“Telefonumun şifresini mi kırdın sen?” Dedim çatılı kaşlarımın alnıma kırıştırmasına izin vererek. Yusuf elini ensesine atıp omuz silkti, sahte bir mahcupluk takıntı yüzüne ama buna inanmam olası bile değildi.

 

“Yok bilgisayardan yazdım ben, direkt WhatsApp’ını hackledim.”

 

“Yusuf.” Sesimdeki sinirli tona karşılık Yusuf bu sefer göz devirdi.

 

“Ne yapayım, uyuyordun.” Dedi Yusuf. Başını başka tarafa çevirdiğinde söylemek istediği şeylerin dilini kestiğini fark ettim bu yüzden kaşlarım bir kez daha çatıldı.

 

“Yusuf,” bana döndü, bilinmezlikle titreyen gözbebekleri karanlığın ışında parladı. “ne oldu?”

 

“Demir Abi aradı, oraya gitmemiz lazım. Sıraç da geçiyor şimdi, Begüm biraz ateşlenmiş o yüzden Dağhan gelmeyecek.” Sözlerini yuttu ama ondan ayrılmayan bakışlarımla yutkunup devam etti; “Yeni bir video daha geldi Nazlı. Bir cinayet kanıtı daha.”

 

Ona bir cevap vermedim, videonun kimle alakalı olduğunu sormadım ya da videoda kim olduğunu sadece başımı salladım çünkü soğumuş bedenim başka bir şey yapacak güçte değildi.

 

Üstümdeki battaniyeyi kenara atıp yukarıya kaymış triko elbisemi kalkarken düzelttim, siyah külotlu çoraplarıma rağmen bacaklarımın soğukluğu elimle temas ettiğinde istemsizce ürperdim. Ev soğuk değildi aslında, şubat ayının soğukluğuna rağmen içerisi sıcaktı ama bedenim bundan nasiplenememişti.

 

Arabada giderken bir rüyadan ziyade bir anı gibi uykumda canlanan görüntüler kalbimi kurutuyordu, sorun o anının varlığı değildi. O anıdaki ellerimi tutan kadınını yokluğuydu.

 

Demir ve İkizler şehir merkezine biraz uzak düşen bir villada yaşıyorlardı, evlerinin yakınında fazla yer yoktu ve bunun sebebi küçüklüklerinden beri aldıkları eğitimlerdi. Babalarının koydukları kuralların çemberinden taşmamak için insanlardan ne kadar uzak o kadar güvenliydi.

 

Arabadan inip geniş bahçeden girdiğimizde gözlerim istemsizce alışkın olduğum bahçede dolaştı, bana dövüşmeyi ve silah kullanmayı burada öğretmişlerdi. Elime ilk kez soğuk metalin değdiği o gece dışında silah kullanmayı burada öğrenmiştim ve o gün o şeytanı öldürdüğüm gece ki gibi silahı kolaylıkla kavrayamamıştım.

 

Ben düşüncelerimin denizinde boğulurken çoktan kapıya gelmiştik ve Yusuf zili çalmıştı bile. Kapıyı açan Savaş’tı. Yüzünde ne olduğunu seçemedim bir ifade vardı ama bunun bütün güzellikleri dışarıda bırakmış bir sis olduğunu da biliyordum. Yorgun bakışlarımı gördüğünde dudaklarında yarım yamalak bir gülümseme belirdi ama hızla kayboldu. Salona geçtiğimizde Demir, Sıraç ve Barış koltuklara rastgele dağılmış oturuyorlardı.

 

Barış kollarının arasına bir yastık almış koltuğun en köşesine sinmiş öylece boşluğa bakıyordu. Sıraç onun hemen çaprazındaki koltuktaydı ve odaklı bakışlarının ucunda sehpanın üstündeki telefon vardı.

 

Demir ise tekli koltukta oturmuş, dirseklerini dizlerine kırmış başını eğmişti. Biçimli kaşları çatılı, çenesi dişlerini sıktığını en net şekilde belli ederek keskinleşmişti. Salona girdiğimizde başını hafifçe kaldırdığında göz göze geldik, gülümsedi ama gözlerinin ardındaki depremin tozları boğazımda düğümlendi.

 

Savaş Barış’ın oturduğu koltuğa geçerken ben ve Yusuf Sıraç’ın yanına oturduk. “Bir şey bulabildin mi?” diye sordu Demir, bu sorunun Yusuf’a karşı olduğunu biliyordum ama o Yusuf’a değil yere bakıyordu.

 

Orada ne görüyordu bilmek istedim, kahve gözlerinin ardında yükselen her bir silik görüntüyü görmek istedim ama ellerimi ellerine değdirmeye bile korkakken gözlerinin ardına bakamayacağımı biliyordum.

 

“Yok.” Dedi Yusuf sırtını koltuğa yaslarken. “Bu sefer farklı numara, hatta farklı bir ülke. Bi de dalga geçer gibi maskeyle videoya çıkmış.” Yusuf cümlesinin sonuna doğru gülmeye başlayınca kaşlarım çatıldı. Aniden geldiğimiz için videoyu izlememiştim bile, bahsettiği maske bir yana videoki hangimizdi onu dahi bilmiyordum.

 

“Ne maskesi?” diye sorduğumda Demir’in bakışları bana değdi.

 

“Videoyu izlemedin mi?” Başımı salladım yavaşça, elbisemi kollarını avucumun içine toplayıp deri ceketimin cebindeki telefonumu çıkarttım.

 

“Ben uyuyordum, Yusuf uyandırınca apar topar geldik vaktim olmadı.” Telefonumun kilit ekranında yerini koruyan bildirime girdim. Bu sefer bir mesaj yoktu sadece bir video.

 

Videoyu açtım, karşımdaki Yusuf’tu. Bir masanın başında önündeki bilgisayardan aceleyle bir şeyler yapıyordu. Video tepeden bir noktadan çekilmişti ama Yusuf’un profili net bir şekilde belli oluyordu. Masada ona ait siyah bir şapka vardı ve normalde yüzünü kapatan yarım maskesini çenesinin altına indirmişti. Bunu sıkıntı etmemesinin sebebinin bütün kameraların hacklenmiş olmasıydı, ya da biz öyle sanıyorduk.

 

Video hızlandı, Yusuf bilgisayarı kapatıp masanın üstündeki şapkasını tekrar başına takıp maskesiyle yüzünü örterken masadan kalkmıştı ama aynı sırada kapı açıldı. İçeriye giren adamı tanıyordum, içindeki tüm pislikleriyle biliyordum.

 

O adam ölmüştü.

 

Yusuf’un elinde tuttuğu bir silahın namlusundan fırlayan kurşundu onu öldüren.

 

Videoyu saniye saniye sonunu bilerek izledim. Adam öldü akabinde Yusuf kulağındaki kulaklıkla ikizleri çağırdı, cesedi dışarı çıkarttılar. Video hızla ve içeriye başka biri daha girdi.

 

Nefesimi tuttum, geçmişimiz kanlı kalemini tutan adamdı içeriye giren.

 

Yüzünde yarısı kırmızı yarısı siyah bir maskeyle girdi içeriye, maskeden görünmeyen gözleri kameranın olduğu yere odaklandı, yaklaştı ve kamerayı aldı. Video bitti. Siyah ekrandan gözlerimi ayırmadım, nefesimi tutmaya devam ettim. Maskenin ardındaki yüzden nefret ettim. Onu öldürme iç güdüm damarlarımda bir uyuşturucu gibi yayılırken gözlerimi yumdum.

 

Aklımda beni delirtecek kadar yüksek sesle milyonlarca soru geçti ama en yüksek çığlığın sahibi o tek bir soruydu; Neden?

 

“Adam düşündüğümüzden daha tehlikeli çıktı.” Dedi Yusuf, sesindeki kırıklığı saklmaya çalışsa da onu tanıyordum. Onun da tıpkı benim gibi beynini parçalayan sorular vardı ve bundan kurtulmak neredeyse imkansızdı.

 

Gözlerimi tekrar sıkıca yumduğumda aklımda canlanan silik bir anı kaşlarımın çatılmasına sebep oldu, Dağhan’ın bizim için bulduğu görevlerin hepsini araştırarak bulmuş, bazıları için aylarını harcamıştı ama o gün gittiğimiz kumarhanenin altında yatan uyuşturucu ticaretini biz bulmamıştık, o sır bizim ayaklarıma gelip serilmişti.

 

“Biz bu kumarhaneye gittiğimizde, yani uyuşturucu baronunu çökertmek için. Oraya nasıl gittiğimizi hatırlıyor musunuz?” Sorduğum soruyla birlikte bütün arkadaşlarımın gözleri bana dönmüştü, bakışlarımı hepsinde gezdirdim hepsinin aklında aynı anı canlandı.

 

“Adamın biri vardı, biz eve gelirken kriz geçiriyordu. Üstünde de bir not vardı. Uyuşturucuyu nereden aldığına dair.” Dedi Savaş düşüncelerinin arasında akabinde aydınlanmış bir şekilde şaşkın bakışları gözlerime sabitlendi. “Hasiktir. Piç kurusu resmen bizi kaydetmek için önümüze yem atmış.”

 

“Ve biz de o yemi yedik.” Dedi Demir, bakışlarını yerden kaldırmadan. Birbirine kenetli parmaklarını sıktığını fark ettiğimde elini tutmak istedim, tıpkı her parmaklarımı parçaladığımda bana yaptığı gibi ama sadece ona bakmakla yetindim.

 

“Abi,” dedi Savaş bu sefer Demir’e dönerken. “Ne yapacağız?” Demir başını kaldırdı, çatılı kaşlarının altında kalan kahve gözleri hepimizin üzerinde gezdi, mavilerimde duraksadı. Bakışları anlık yumuşasa da yine bütün duvarlarıyla kaplandı. Elini kısa sakkalarında dolaştırıp sertçe kaşıdı ve olduğu yerde doğruldu.

 

“Bu adamın derdi hepimizle ve artık eminiz ki hepimizle alakalı bir şeyler elinde. Biz onu fark etmesek de bizde bir adım önce. Dikkatli olacaksınız.” Dedi sesindeki ciddiyet tüylerimi ürpertmişti, onun bu hali alışagelmiş bir şeydi ama şimdi eskiden farklıydı, elinden bir şey gelemeyişiyle yaşadığı öfke tenime dokunacak kadar sıcaktı. “Özellikle tanımadığınız insanlara karşı mesafenizi daha çok koruyun,” Demir’in sözleriyle Savaş’ın imalı bakışları Barış’a dönmüştü. İkisi de sussa da aralarında geçen bir konuşma vardı ve Barış bundan bütün benliğiyle rahatsızdı. “Olabildiğince yalnız dolaşmayın, hastanedeki işleri bırakamam ben ama siz bir arada kalın, en ufak bir şüpheniz olursa üstüne gidin.”

 

“Üç yıldır izini belli etmeden bu kadar içimizi girmiş birinden uzaklaşmak kolay olmayacak, hayatımızın içine çoktan girmiş biri de olabilir.” Dedi Sıraç dudaklarının arasına bir sigara yerleştirirken.

 

“Düşünmekten beynim patlayacak şimdi.” Dedi Yusuf kafasını geriye doğru atarken. “Piçe bak, üç yıl boyunca beklemiş resmen. Bence kesin kadın, bu kadar detaycı ve sabırlı olmasının başka açıklaması yok. Biz erkekler biraz şeyizdir bu konularda.” Başını kaldırıp omuz silkti. “Şey işte.”

 

“Kaç saat uyudun lan sen.” Dedi Sıraç yüzünü buruşturarak Yusuf’a bakarken. Yusuf bir süre düşünüp tekrar omuz silkti.

 

“Üç falan herhalde.”

 

“Anlaşıldı, senin uyuman lazım. Hayır zaten salaktın uykusuzken ekstra salaksın.”

 

“Sensin salak, dövmeli domuz seni.” Dedi Yusuf ama Sıraç’ın yastıkla yüzüne vurmasıyla çığlık atarak arkama sinmesi çok uzun sürmemişti.

 

“Bu gece burada kalın hepiniz.” Dedi Demir o da Sıraç gibi dudaklarının arasına bir sigara yerleştirmiş, dumanı usulca bırakırken konuşmuştu.

 

“Abi ben kalamam.” Dedi Sıraç.

 

“Niye lan?”

 

“Mesai var bugün gececiyim, normalde çoktan başlamam lazımdı da video olayları olunca Cem’den rica ettim idare etmesi için.” Demir yavaşça Sıraç’a başını sallayarak karşılık verip onaylar şekilde göz yumdu.

 

“Tamam, dikkatli ol yine de.”

 

“Tamam abi merak etmeyin siz.” Dedi Sıraç ve hemen sonra gitmek için ayaklandı. Sıraç Dağhan’ın evinde kalsa da geçim kaynağını sağlamak son iki yıldır aynı barda çalışıyordu, Sıraç orada çalışmaya başladığından beri o bara sık sık gitmeye başlamıştık, Cem ve Savaş’ın arasındaki her şeyde böyle başlamıştı.

 

Sıraç evden çıktıktan sonra herkes uyumak için odalarına çıkmıştı, Yusuf misafir odalarından birine geçtiğinde Demir benim kalacağım diğer misafir odasına kadar bana eşlik etmeyi teklif etmişti.

 

Evin ikinci katında, geniş holün sonundaki odanın kapısına gelince sırtımı kapıya dönüp yorgunlukla kısılmış gözlerimi Demir’e çevirdim. Koyu kahve gözleri hölün loş ışığının altında daha da karaydı ama içinde dönen savaş binlerce yangının ateşini var ediyordu. Büyük elini her zaman aynı uzunlukta tuttuğu siyah sakallarını atıp kısık bi hışırtı çıkararak kaşıdı. Aklından ne geçiyordu bilmek istesem de şu an duymaya tek ihtiyacım olan şey her şeyin çözülmüş olduğuydu.

 

O maskenin ardındaki adamın ölümü, kalbimin göğsümü delme ihtiyacını bitirebilirdi.

 

“Ne düşünüyorsun?” diye sorduğumda sanki ruhuyla bedenin arasındaki ince bağ tekrar onları bir etmiş gibi aniden başını kaldırıp gözlerini kıstı akabinde dudaklarında hafif bir gülümseme yer edindi.

 

“Üstündeki kazakla nasıl uyuyacaksın diye düşünüyordum.” Dedi. Dudaklarım tıpkı onunkiler gibi kıvrılırken kollarımı göğsümün üstünde bağdaştırdım.

 

“Kazak değil bu elbise.”

 

“Daha fena ya.”

 

“Uyurum ben, Yusuf’un evinde de böyle uyumuştum, rahatsız etmiyor.” Yavaşça başını salladı, dilinin ucuna gelip sertçe geri gönderdiği kelimelerin varlığı dudaklarıma dikilmiş iplikti. Gözlerini gözlerimden ayırmadı ama dudaklarından bir şeyler de dökülmedi ne dün gece bıraktığı yalanlar ne de bir gerçeğin kanlı sayfaları. “İyi geceler o zaman.” Dedim ikimiz arasındaki garipliğin bitme ihtiyacıyla. Demir başını salladı, dudakları tekrar aynı yavaşlıkla kıvrıldı.

 

“İyi geceler.” Ona arkamı dönüp kapıdan içeriye girdiğimde o kapının ardında durduğunu biliyordum, her şeyin dışında bu ikimiz hakkındaydı, adımlarının ona varamayışı ben ona varamamamdı. Demir bu dünyada tanıdığım en cesur adamlardan biriydi ama bana neden diyecek kadar değil, hoş ona verebilecek bir cevabım yoktu. Zihnimin gerisinde beni küçümseyen ve suçlayan o kadının varlığını anlatamazdım ona, kalbimdeki kırıklığın üstüne bırakılmış yara bandından taşan kanın nedenlerini ondan uzak tutmak istedim. Uzakta kalsındı ikimizin de kalbi, ellerimizdeki kanın varlığına alışmıştık ama bu alışabileceğimizin ötesiydi.

 

Demir benden çok öteydi.

 

Ona ulaşmak haddim değildi.

 

 

 

 

 

Bölüm sonuuu

 

 

 

 

 

Aktifliğim berbat ama olduğu kadar be

 

 

 

 

 

Bölüm sonu yorumları 🖤👉

Loading...
0%