Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6. Bir Parça Yasemin

@hivdasnk

 

 

 

 

6. Bir Parça Yasemin

Bölüm Şarkısı | Manga, Göksel - Dursun Zaman

Ölüm size yaklaştığında damarlarınızdaki kanın bile titrediğini hissedersiniz, nefesiniz güneşli günün gülümseyen yüzüne karşı hiçliğe karışır, beyazlar içerisindeki karanlığı sadece siz hissedersiniz. Bir şeyler olacaktır, olacakların varlığı ruhuna üflenir insanın. Ölüm geliyorum der ve gelir sadece bazıları onu duyar ve başını çevirir.

Ama belirsizlik ölümün kılıcıydı, ölümün varlığı ruhuma üflenmişti ama bir kargaşanın içinde cevap ararken dizlerinin üstüne düştüğünde kalkmak seni her seferinde daha sert düşürüyordu zemine. Belirsizdi her şey ve bu ölümden daha beterdi.

Dakikalardır yatağın üstünde öylece oturuyordum, yeterince uyusam da yorgunluğundan sıyrılamayan bedenim ne uyumama izin veriyordu ne de hareket etmeme. Başımı ahşap yatak başlığına dayayıp karanlık odada ayın bıraktığı ince bir ışıkla aydınlanan tavana döndüm, gölgem boğuk görüntüsüyle orada dursa da bana gülüyordu. Kalbimin karanlığında yaşananların varlığıydı onu güldüren, kendime bile yalanlar uydurduğum gerçekleri bana hatırlatmak ister gibiydi.

Bakışlarımı tavandan çekip birkaç saniyeliğine gözlerime yumdum, uyumam lazımdı. Yusuf’un evinde kaç saat uyuduğum umurumda değildi, uykunun tekrar beni sarması lazımdı. Ellerimi dağınık saçlarıma atıp onları geriye attım ve uyumayı başaramayacağımın kabullenişiyle yataktan kalktım. Belki bir bardak bitki çayı uyumam için yardımcı olabilirdi.

Sessiz olmaya özen göstererek önce uzun holü akabinde merdivenlerden indim. Mutfağa girdiğimde benim aldığım bitki çaylarının olduğu dolabı açıp papatya çayını çıkarttım. Kettleda kaynattığım suyu bulduğum en büyük kupanın içine döküp mutfaktaki bahçeye açılan kapıdan dışarıya çıktım. Soğuk hava, sadece siyah külotlu çorabın örttüğü bacaklarımın bile titremesine sebep oldu ama buna kısa sürede alışacağımı bilerek bahçedeki salıncağa oturdum. Salıncağın köşesine sinip bacaklarımı kendime çektim ve elimdeki sıcak kupayı avuçlarımın arasında daha sıkı tuttum.

Sıcak çaydan sızan ince dumanın sisli havanın içinde usulca yükselişini izledim, çayı yudumlarken bir yandan da kupanın üstünde uzun tırnaklarımla bir ritim tutturdum. Bedenim soğuğa şimdiden alışmış, ufak bir ürperti dışında tepki göstermiyordu.

“Sen de uyuyamamışsın.” Duyduğum tanıdık sesle omzumun üstünden bahçe kapısına baktım. Barış yorgun bakışları eşlik eden ufak bir gülümsemeyle yanıma gelip salıncaktaki boşluğa kuruldu. Sarı saçları dağılmış ve alnının üstüne dökülmüştü, altında gri bir eşofman üstünde de bol bir sweat vardı. Ona aynı gülümsemeyle karşılık verdim ama ilk kez ikimiz arasında garip bir soğukluk vardı.

“Yusuf’un evinde fazla uyumuş. Sen niye uyumadın.” Oturduğum yerde dikleşip bu sefer bağdaş kurarak oturdum. Barış yavaşça omuz silkti gri eşofmanın cebinden sigara paketini çıkartıp ince dalı dudaklarının arasına yerleştirirken.

“Uyku tutmadı. Kafam kazan gibi.” Dedi sigarasının ucunu ateşleyip derince çekti içine. “Normalde böyle olunca Savaş’ın yanına giderdim de” güldü ama bu gülüşün altında yatan ima kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. “Şu an aramız biraz garip.”

“Seni korumaya çalışıyor.” Dediğimde Barış’ın yeşilden nasibini almış gözleri bana döndü.

“Naz, Nehir’den neden nefret ediyorsunuz sen de Savaş’ta. Onu tanımıyorsunuz bile.” Dudaklarından dökülen isyana karşı gülümsedim. Gözlerinin ardındaki karmaşa Nehir’e duyulan nefret değildi, Savaş’la aralarının böyle olmasına sebep olmasıydı.

“Sen neden ona bu kadar güveniyorsun, sen de onu tanımıyorsun Barış.” Barış sustu, başını tekrar önüne çevirip sigarasından bu sefer daha derin bir duman aldı. “Barış o kızdan nefret falan etmiyoruz ne ben ne de Savaş. Sadece birilerine bu kadar hızlı güvenip benimseyemeyiz. Üstelik o Nehir’in ilk izlenimi de pek iyi değil.”

“Farkındayım ama Savaş onu tanısa bile hep nefretle bakacakmış gibi geliyor.”

“Dedim ya, seni korumaya çalışıyor.” Derin bir nefes aldım, aklıma düşen sözler nefesimi boğdu. Barış’ın birkaç yıl önce anlattığı anın varlığı kalbimi acıttı. “Hatırlıyor musun, Savaş’ın Cem’le tanıştığımızda ona nasıl davrandığını.” Kaşları yavaşça geçmişin hatırasıyla çatıldı. “Cem ondan uzak dursun diye her şeyi yapıyordu. Ben bunu ilk başta ikisinin de erkek olmasıyla alakalı olduğunu sanıyordum.” Kaşları daha derin çatıldı, şimdi iki parmağının arasında duran izmariti eziyordu. “Sonra sebebini öğrendiğimde…” Tekrar derin bir nefes aldım, ona bunu hatırlatmış olmaktan nefret ettim ama anlaması gerekiyordu. Nedenleri bilmeden anlamayacaktı, hatırlamazsa nedenler olmazdı.

“Olanların benden çok onu etkilediğini anlamam uzun sürdü. Savaş’la abim olmasaydı ben o çukurun içinden çıkamazdım.” Bakışları bana dokunduğunda yeşil harelerle kaplı gözleri kızarmaya başlamış yaşlarla dolmuştu bile. “Eğer aşk için kalbim kırılırsa tekrar kaldıramayacağımı düşünüyor.”

“Eğer tekrar kalbin kırılırsa o bunu kaldıramaz.” Gülümsedi, yeşil gözlerinden bir yaş süzüldüğünde aynı yaşların benim gözlerime de hücum ettiğini hissettim.

“Benim kollarımda öldü ama ben Nil’in ölüsünü toprağa gömecek kadar cesur değildim.

06.03.2020

Ellerini sıktı, hızlı atan kalbinin sesine karışan nefes sesleriyle gülümsedi ve gözlerini karşısındaki ormandan rengini çalmış gözlere dikti, aynı anda onun dudaklarında da aynı gülümsemeyi gördü. Savaş beyaz sargılı ellerini kaldırıp yumruğunu savurduğunda ikisinin de gülümsemesi silinmiş ciddiyetin koyu iplikleri yüzlerine dikilmişti.

İkizler, birbirilerine savurdukları her bir darbeden kaçabiliyorlardı, birbirilerini eğitmeleri onların atacakları adımları bile bilmelerine sebep oluyor ve aldıkları nefesin sesini bile tanımalarına sebep oluyordu. Bu yüzdendi neredeyse yaptıkları her bir antrenman yenilgisiz sonlanırdı. “Yemekten sonra Nil’le buluşmam lazım.” Dedi Barış nefes alışverişlerinin arasında akabinde Savaş’ın savurduğu tekmeden kaçtı. “Yurtta kızın biriyle kavga etmiş, aklım kaldı.” Bu sefer hamle sırası Barış’taydı ama Savaş da kardeşi gibi gelen hamleden kaçtı.

“Ne kavgası?” diye sordu Savaş, akıttığı terle birlikte alnına yapışmış siyah saçlarını birkaç saniyede alnının üstünden çekip yumruklarını önüne tekrar siper etti.

“Şu Nil’i sahiplenmek isteyen aile vardı ya, vazgeçmişlerdi. Kızın biri bu konuyla dalga mı ne geçmiş, tartışmışlar.” Barış duraksadı, yumruklarını indirip yeşil gözlerinin ardında sakladığı kızı düşündü, gecenin siyahlığından bile daha kara olan gözlerindeki kırgınlık zihninde canlandığında öfke bütün damarlarından kalbine doğru bir yol çizdi. “Telefonda ağlayacak gibiydi Savaş, gidip görmem lazım.”

“Nil’in doğum gününe ne kadar kaldı demiştin.” Dedi Savaş o da kardeşi gibi yumruklarını indirmiş derin nefes alışverişlerinin ardında konuşmuştu.

“Bir ay kaldı, niye ki?” dedi Barış çatılı kaşlarının ardından, kardeşinin bir planı olduğunu fark etmiş ama anlayamamıştı.

“Tamam işte, bir ay dişini sıksın. On sekiz olunca da direkt bir ev tutarız ama babamın anlamaması için nakit para lazım bize.”

“Ev tutacak kadar nakti nasıl bulacağız.” Dedi Barış parmaklarını dağılmış sarı saçlarının içinden geçirirken. Savaş omuz silkti, yere fırlattığı beyaz tişörtünü yüzündeki teri silmek için kullandı, tişörtü göğsündeki terleri silmek için de kullanırken babasından imza kalan ve henüz taze olan yarasasının tekrar kanamaya başladığını fark etti, derisindeki ince sızıyla yüzünü buruştururken göz ucuyla ona bakan kardeşine dönüp onun fark etmemesini umut ederek hızla sızan kanı tişörtüyle sildi.

“Demir abime söyleriz.” Dedi kanın rengiyle kirlenen tişörtü kenara fırlatırken. “O acil bir durum için babamdan gizli para kaldırıyordu.”

“O zaman Nil’i öğrenir.” Dedi Barış göğsüne düşen ağrıyla birlikte dilini ısırdı.

Kalbine alıp sakladığı kadını o ve Savaş dışında kimse bilmiyordu, bilmemelilerdi zira bu onlara yasaktı. Hazar Araf’ın oğullarına hisler yasaktı gözyaşları gibi ve eğer bu yasağı çiğnerlerse göğüslerine yeni bir bıçak darbesinden fazlası gelirdi zira dünya üzerindeki herhangi bir kadına yenilen bir kalp babalarının kabul edeceği son şeydi.

“O zaman anlatırız Barış.” Dedi Savaş tamamen kardeşine dönerken. “Zaten en başından anlatmamız lazımdı, abim babamla yan yana sürekli, onu bizden daha iyi takip eder.” Başını omzuna yaslayıp kaşlarını alnını kırıştırarak kaldırdı. “Nil’i de daha iyi koruruz, saklarız.” Barış duraksadı, kardeşinden kaçırdığı gözlerini boş duvara sabitledi. Nil’le tanıştığı ilk zamanları düşündü, onu Savaş’a dahi anlatırken kalbini sıkan korkuyu. Küçük kadınından uzak durmasını isteyecek herkesten kaçmak isteğini bir gayya kuyusuna gömmüş ama o kadının gözlerindeki gülüşe her baktığında o kuyunun başında bedenini kuyudan atlayacak kadar sarkıtıyordu. Onu o gayya kuyusunun sonsuz döngüsünden ayıran tek kişi Savaş’tı, kalbinin bir parçası Nil’deydi lakin ikiz kardeşi onun ayrı bedende ruhunu taşıyan kişiydi. “Hem nikahta ben kız tarafı olacağıma göre bi de erkek tarafı lazım.” Barış kardeşinin söylediklerine karşı bir an duraksadı akabinde dudaklarından kaçan kahkahayla birlikte başını salladı.

“Yapma be ikizim, ilk zamanlar Nil’le tanışmayı bile kabul etmiyordun, şimdi de kız tarafı mı oldun?”

“E olum erkek tarafı olmak sıkıcı olur, hem benim karşı çıktığım Nil değildi. Söylediklerim hâlâ geçerli babam değil öğrenmek bundan şüphelense bile seni yine o yoldan döndürürüm. Senin sikinde değil biliyorum da babamın ,olur da öğrenirse, sana yapacakları benim sikimde.” Barış’ın dudaklarındaki gülümseme titredi, ihtimaller nefesindeki her bir taneciğin katiliydi ama henüz birkaç ay önce keşfettiği kalbindeki atışın sebebi aklına bir hançerle kazınmış kuralların önüne geçmişti. Savaş haklıydı, damarlarından akacak kan umurunda değildi, zira alışmıştı da zaten Nil olsa da olmasa da babası yeni bir ders için o kanı ellerine akıtacaktı.

“Babam neyi öğrenmeyecek.” Duydukları sesle birlikte ikizler endişeyle evlerinde onlara özel yapılmış spor salonun açık kapısına baktılar, Demir ellerini arkada birleştirmiş az önce duyduklarının bıraktığı etkiyle kaşları çatık bir şekilde kardeşlerine bakıyordu. Üstündeki siyah gömlek gerilmişti ve birkaç düğmesi açıktı. Genç adam kardeşlerine doğru birkaç adım atarken ikisi endişeyle birbirlerine ve tekrar abilerine dönüyordu. Birbirilerini zıt olan gözleri bu sefer abilerinde sabitlendiğinde çatılı kaşlar biraz olsun gevşemişti. “Nil kim?” diye sordu Demir bu sefer bakışlarını Barış’a sabitlerken.

Barış yutkundu, dudakları birkaç kez aralandı ama “Abi,” demekten öteye gidememişti.

“Barış,” dedi Demir elini kardeşinin ensenine atıp gözlerini gözlerine sabitlemeye zorlarken. “Nil, kim?” kelimeleri bir vurgun gibi dudaklarından dökülürken korkunun silik rengi kardeşinin orman gözlerinde gezindi. Demir, ikizlerinin abisi olmaktan önce onların eğitmeniydi. Yapacakları hatalardan, atacakları adımdan sorumluydu bu onun babaları tarafından verilmiş göreviydi ama herkesin gözlerinden kaçırdığı görevi ise ikizleri önce babalarından korumaktı.

Barış ikiz kardeşine döndüğünde, kardeşinin onu anlatmasını teşvik etmek için yavaşça gözlerini kırpmasıyla yutkundu. Abisine döndü, derin bir nefes eşliğinde dudaklarını araladı. “Abi, Nil benim kız arkadaşım.” Demir elini kardeşinin ensesinden çekip bir adım uzaklaştı, duyup da anımsadıkları kardeşinin dilinden dökülünce endişe kara bir bulut gibi etrafını sarmıştı, eli bu sefer siyah sakallarında hışırtı çıkartarak dolaştı. Bu sefer Savaş’a döndüğünde ona güven vermek ister gibiydi lakin içindeki koruyucu melek kılıcını çekmişti bile.

“Barış, abim ne kız arkadaşı. Lan siz ne yaptığınız farkında mısınız?” Sesindeki öfke değildi, korkunun sıcak nefesiydi, bunu Demir de ikizler de çok iyi biliyordu. Barış yutkundu, sevdiği siyah gözleri düşündü ve tekrar gülümsedi. “Babam öğrenirse ne olur biliyor musun Barış?” Bakışları Savaş’a döndü yavaşça “Sadece seni değil Savaş’ı da cezalandırır. Oğlum siz benden nasıl gizlersiniz böyle bir şeyi?”

“Abi engel olursun diye.” Dedi Barış, sesindeki tedirginlik Demir’i sakinleştirmemişti.

“Lan tabi engel olacağım! Girdiğin bokun içinde boğulacaksınız, ikiniz de.”

“Abi saklarız.” Dedi Barış abisini ikna etmek için ona bir adım atarken. “Dikkatli davranıyoruz yemin ederim, Nil’le tek de buluşmuyorum Savaş yanımda oluyor. Üç ay oldu babam şüphelenmedi, hallediyoruz bir şekilde.”

“Barış olmaz, bir kız için canınızın yanmasına izin vermem olmaz.”

“Diğer türlü acımıyor mu sanki.” Dedi Savaş suskunluğunun arasında bir fısıltı gibi yayılırken. Gözleri direkt olarak abisindeydi, endişeyle parıldayan kahve gözleri her gece kendi gözlerinin altında görüyor, hissediyordu. Ne hissettiğini anlıyordu lakin kardeşinin kalbindeki hisleri kendi kalbinde hissediyordu.

Barış bir kıza âşık olmuştu, hem de öylesine ki o kızın gözlerine bakarken öfke canavardan kaçan küçük bir çocuk gibi kuytu köşelere saklanıyordu. Savaş da seviyordu Nil’i, hiç var olmamış küçük bir kız kardeş gibiydi, korunması gerekiyordu ve Savaş bunu elinde olmayan bir dürtüyle sağlamak istiyordu.

“Babama fazladan bir bahane olur sadece.” Eli göğsünün hemen altındaki yara izine gittiğinde abisinin de çatılı kaşlarının altındaki bakışlarının o yaraya vardı. “Suyun altında 5 dakikadan daha az nefessiz kaldım diye bu yara. Nil olsa da olmasa da babam bir şekilde canımızı yakar. Onun bizi eğitme şekli bu abi, bunu sen de biliyorsun.” Demir sustu, kardeşinin göğsünde tekrar kendi kanıyla kirlenen yarasına bakarken sadece yutkundu. Elinden bir şey gelemeyişine lanet etti, dünya üzerindeki en güçlü adamı çıplak elleriyle öldürebilirdi ama Hazar Araf’ın karşısında ilk gece bu eve adım atan on iki yaşındaki kimsesiz çocuktu. Ellerini siyah saçlarına atıp onları sertçe çekiştirdi, yüzünde dolanan iki çift meraklı göz baktı tek tek.

“Dikkatli olacaksınız.” Dedi sesindeki ciddiyeti en net haliyle yükseltirken. “İkinizi de söylüyorum, canınız ne kadar az yanarsa, vücudunuzda ne kadar az yara izi olabilirse o kadar olacak. Fazlasını siz göze alsanız da ben almıyorum. Benden habersiz adım atmak yok, bana sormadan o kızla buluşmak da yok.” İkizler abilerinin kabullenişiyle birlikte gözlerine birbirilerine değdirip gülümsediler. “Lan sırıtmayın boş boş, ben hastaneye geçiyorum siz de antrenmana devam edin akşam yemeğine de geç kalmak yok.” Demir tekrar spor odasından çıkmak için arkasını dönmüştü ki Barış bu akşam yaptığı planı hatırlamasıyla abisine doğru yöneldi.

“Abi, bizim bu akşam çıkmamız lazım.”

“O niye lan?”

“Nehir’in yanına gideceğiz, çok uzun kalmayız da bi görmem lazım onu.” Demir biraz çekingenlik ve heyecanla kendine bakan kardeşine doğru sadece başını salladı. Onu durdurması belki de vazgeçene kadar bir yerde kilitli tutmalıydı. Zarar görecekti, bu kalbinin en karanlık kuyusundan ona fısıldıyordu ama ilk kez mutluğun cimri tadını alan kardeşlerinden bunu mahrum etmek de bir o kadar acımasızcaydı, bu yüzden kabullendi. Zarar görürse yarasını sarardı, korkarsa onu kolları altına saklardı ama ilk kez çocuklaşan kalbine engel olamazdı.

 

Gecenin perdesi bütün gökyüzüne örtünmüş, ay güneşin tahtını elinden alarak gökyüzünde kendi cılız ışığıyla hüküm sürüyordu. Her gece zihnindeki çığlıkların kanlı sesiyle ayla birlikte tüm gece ayakta dururdu lakin bu sefer öyle değildi; yüzünde sevdiği kadını görmüşlüğün gülümsemesi kalbinde bir bilinmezliğin zehriydi genç adamı uyutmayan. Mutluydu, artık sırrını abisi de biliyordu ve biliyordu ki abisi onun sırrını en güçlü zincirlerle korurdu. Yine de göğüs kafesine lanet edip, gülümsemesine dikenlerini batıran kalbine bir anlam veremedi.

Elindeki telefonda sevdiği kadından gelen bir iyi geceler mesajı sonrası gelen mesaja baktı ‘Seni seviyorum’. Bu cümleyi son üç aydır neredeyse her gece görüyor, duyuyor ve kalbi aynı heyecanla hızlanıyordu. Garipti bu Barış için belki de yasak olduğu için onu bu kadar heyecanlandırıyordu lakin daha önce de kadınlarla birlikte olmuş ilk kez kendini bir kadının gözlerine gömmek istemişti. Ruhu ışığını onun gözlerinde söndürsün, kalbi onun göğüs kafesine yerleşsin.

Yasak olan bir kadına dokunması değildi, onu kalbine kabul etmesiydi.

Elinde tuttuğu telefonun ışığı gelen aramayla çalmaya başladığında Barış oturduğu yatağın üstünde doğruldu. Arayan babasıydı ve onun akşam yemeğinden hemen sonra hiçbir şey söylemeden evden çıkışını hatırlayınca nefesinin aniden boğazına düğümlendiğini hissetti. Hazar Araf oğullarını kolay kolay aramazdı, söyleyeceklerini ya Demir aracılığıyla ya da yüz yüzeyken söylerdi.

Genç adam kalbindeki zehrin daha da büyüdüğünü hissetti ve bütün hücreleri aksini yapmasını istese de telefona cevap verdi. “Baba?”

“Kardeşini de alıp sana atacağım adrese gel, bir saatiniz var.” Hazar Araf’ın sesi alıştığı gibi değildi, o hep öfkeli ve nefret doluydu ama şimdi sesinde gezenin duygular çok daha farklıydı, bütün öfkesinden sıyrılmış sadece korkuyu sinsi bir yılan gibi göğsüne bırakmak ister gibi.

“Bir şey mi oldu?”

“Ne zamandan beri söylediklerimi sorgular oldun, sana ne diyorsam onu yap. Anlaşıldı mı?”

“Evet efendim.” Telefon kapandı, Barış korkunun kokusunun yayıldığını hissetti ama bu hisse alışmaya bile vakti yoktu, ikiz kardeşini uyandırmalı ve babasının dediklerini yerine getirmeliydi. Odasının bir köeşinde duran duran postallarını hızlıca ayağına geçirip odadan çıktı, üstündeki ince badi dışında ceket dahi almak aklına gelmemişti sadece biran önce oraya gidip içindeki kuşkuların sona ermesi için dua etti.

Savaş’ın odasına girdiğinde onu uyurken bulunca kısık sesli küfretti, kardeşinin çok sık uyuyamadığını ve uyuduğu sürelerin de çok kısıtlı olduğunu bildiği için onu bundan tamamen mahrum etmek istemiyordu ama isteklerinin önündeki emirler onu buna mecbur etti. “Savaş.” Parmakları kardeşinin koluna değdiği an onun aniden yatakta doğrulmasıyla bir adım geri attı.

“Barış, ne oldu olum gece gece?” Savaş gözlerini açtığında ona endişeyle bakan kardeşini görmüş ve biçimli kaşları aynı hızla çatılmıştı. “Hayırdır lan kâbus mu gördün yine.” Diye sordu ve içinden kardeşinin bütün bedeniyle bağıran endişenin bu olması için dua etti, olmadığını bilse de.

“Babam çağırıyor.”

“Nereye çağırıyor?”

“Bilmiyorum Savaş soru sorma, konum attı bir saate orada olmamız lazım. Ben arabada bekliyorum hadi.” Dedi Barış Savaş’ın tekrar bir şey söylemesine dahi izin vermeden girdiği gibi hızlı adımlarla odadan çıktı.

Gecenin ıssızlığında giden yol cehennemin kapılarına doğru attıkları adımlardı, ikizler bunu biliyordu ikisi de en derinlerinde hissediyor ama suskunluklarıyla sarıyorlardı birbirlerini. Savaş ellerinin arasındaki direksiyonu daha sıkı tutarken sertçe yutkunup yolcu koltuğunda başını yere eğmiş kardeşine baktı birkaç saniyeliğine. Parmakları geçen yıl beraber yaptırdıkları dövmenin üstünde geziniyordu; nefes alışverişleri tıkalı gözleri uzun aralıklarla kapalı duruyordu.

Araba boş bir limanın önüne geldiğinde yavaşladı, şimdi Hazar Araf’ın gözleri bütün nefretiyle onlara bakıyordu. İkizler aynı anda yutkundu, babalarının yanındaki adamlara göz gezdirler önce bu alışagelmişin dışındaydı.

Bu gece bu limanda kaderin celladı Savaş ve Barış’ın boğazındaydı, ikizler bunu biliyordu ama nedeni babalarının arkasında gizliydi.

“Abime yaz.” Dedi Savaş sessizliğin ortasına düşen bir çığ gibi bir sesle. Barış babasında mıhlanmış bakışlarını kardeşine çevirdiğinde kaşları çatılı göz bebekleri titrekti.

“Ne?”

“Dediğimi yap Barış, abime yaz.” Barış bu sefer gözlerini kardeşinin odakladığı yere götürdü, kime ait olduğu belli olmayan bir gölge babası ve adamlarının ardına saklanmıştı. Elleri ihtimallerle birlikte titrekçe üstündeki siyah badiye sarıldı. “Barış Demir abime yaz dedim. Nil burada.

Korku ecelin ta kendisiydi, gerçekler ise ecelin hançeri. O hançer Barış’ın şah damarının üstünde bütün nefesine hakimiyetiyle duruyordu. Bakışlarını kardeşinden ayırmadı, ayıramadı zira gözlerinin önüne serilecekleri görmek için güçlü değildi, Barış en güçsüzlüğüyle gözlerini yumdu. Kardeşinin yeni bir ikazına sebep vermeden saniyeler içerisinde abisine bulundukları yerin konumunu ve içine düştükleri çıkmazı birkaç kelimeyle yazdı. “Hadi.” Dedi Savaş arabanın kapısını açarken.

Babalarına doğru attıkları birkaç adım ecelin nefesini hızlandırıyordu. Hazar Araf oğullarına baktı, kahve gözlerinde bu sefer sadece nefret değil en büyük tiksinti vardı. “On yıl.” Dedi Adam öfkesini dudaklarından ateş gibi bırakırken. “Tam on yıldır ikinizi de adam etmeye çalıştım.” Derin bir nefes alıp siyah eldivenlerinin sardığı ellerinin arasındaki bastonu sıktı. “Umutsuz vakaymışsınız.” Adımları oğullarına doğru ilerlediğinde arkasında gizlenen gölgenin sahibi artık daha netti.

Genç kız dizlerinin üstünde, elleri arkasından bağlanmış ve sesinin çımasına engel olan kumaş parçasıyla öylece duruyor sadece omuzlarını sarsacak kadar şiddetli bir şekilde ağlıyordu. Barış sevgilinin gözyaşlarıyla kaplı gözlerine baktığında ona doğru gitmek istedi ama koluna tutunan el buna engel oldu. “Barış sakın.” Dedi Savaş gözlerini babasından çekmeden.

“Baba.” Dedi genç adam titreyen sesine engel olamadan ve bu babasını daha da öfkelendirmişti. Hazar Araf hızlı adımlarla oğluna gidip elini boğazına dayadı. Barış sustu, ona doğru hamle yapmaya çalışan kardeşini tutan adamlara bakarken sadece yutkunabildi.

“Hadsiz!” diye bağıran adama döndü bu sefer gözlerindeki korku bu sefer saklayabileceğinin ötesindeydi. “Hiçbir zaman bana layık bir evlat olamadın zaten.” Dedi Hazar Araf, boğazına sarıldığı oğluna tiksinerek baktı. “Ama bu kadarını senden bile beklemezdim, böyle bir iğrençliğe cüret edeceğini hiç düşünmedim.”

“Baba!” Dedi Savaş koluna sarılan adamlardan kurtulmak istediği an başına dayanan silahla dudakları yavaşça kıvrılıp aynı yavaşlıkla yok oldu. “Kendi oğlunu mu öldürteceksin?”

“Gerekirse.” Dedi Hazar Araf oğluna bakmadan. “Oğullarımın bana ve söylediğim sözlere saygısı bittiyse ölüm onların hakkı.”

“Tamam, ne yapacaksan bana yap.” Dedi Barış içindeki bütün çırpınışlarla. “Onun suçu yok yemin ederim, yasağı çiğneyen benim ne Savaş’ın ne de Nil’in suçu var baba; ceza neyse bana ver onlara değil.” Sesindeki yalvarışlara, yeşil gözlerindeki haykırışlar eklendiğinde Hazar oğlunun yakasını bırakıp yüzünü ekşitti. Onun geri adımlarının ardından iki adam da Barış’ı tutmak için gelmişti. “Baba, dur…” Babasının sevdiğe kadına doğru attığı her bir adımda kalbinin bile hıçkırıklarına boğulduğunu hissetti genç adam, Hazar Araf genç kızı kolundan tutup ayağa kaldırırken elindeki bastonun demir başlığını çekti ve elinde artık keskin bir hançer tutuyordu. “Baba bir daha adını anmam yemin ederim, görmem bir daha buradan gönderirim, n’olur bırak.” Keskin metal genç kızın ince derisine dayandığında korkuyla gözlerini yumdu, sevdiği adamın yakarışlarına sadece gözlerindeki yaşların daha da hızlanmasıyla cevap verebiliyordu. “Baba! Onun bir suçu yok ben gittim ona ne olur yapma.”

“Şu haline bak!” diye bağırdı Hazar Araf kızın saçlarını elinin arasına sarıp canını en derinden yakmak ister gibi kendine doğru çekerken. “Sürtüğün biri için düştüğün şu acizliğe bak!” Elindeki hançeri genç kızın ince derisine bastırdığında genç kız ağzına bağlanan kumaş parçasına rağmen canının acısını belli edercesine bağırdı. “Önemli bir dersten kaldın oğlum, şimdi yeni bir sınav zamanı.” Hançer deriyi kesiti, kan ince bir şerit halinde genç kızın beyaz teninin üstünden akarken Barış gözlerini kardeşine çevirdi, bir şey yapması için yalvardı ona akabinde Savaş küçük bir baş sallayışıyla kendini tutan kollardan ayrıldı.

İkizler aynı anda onları tutan adamlardan ayrılmışlardı lakin Savaş ense köküne silah kabzasıyla vurulmasıyla olduğu yerde sendeledi. Barış ayakta durmakta zorlanan kardeşine baktı birkaç saniye akabinde yere yığılan kardeşine doğru gitmek istedi ama ona doğru uzanan el bakışlarını ondan çekmeye mecbur bıraktı. Barış ona doğru uzanan eli tek hamlede tutup elin sahibin karın boşluğuna attığı tekmeyle kendinden uzaklaştırdı.

“Barış!” duyduğu tiz çığlıkla birlikte genç adam sevgilisine döndü, babası iki büklüm bir şekilde olduğu yerde dururken Nil ona doğru koşuyordu.

“Nil.” Adımlarını ona doğru uzattı, ayağının altında kaçıp giden tozlu yol ona ulaşmaya yakınken bir ses patladı, kuşlar çığlıklarla birlikte gökyüzünden kaçtı, ay hançerini göğsüne sapladı zaman durdu.

Hazar Araf’ın elinde tuttuğu silahın namlusu Nil’i hedef almıştı.

Genç kız belinden yükselen acıyla birlikte adımlarını durdurmuş, hissettiği acıyla dudaklarını aralamıştı. Derin nefes alışverişleriyle geceden çaldığı gözlerini sevdiği adama dikti, dudakları titredi bedeni artık ayakta duramayacağı kadar ağırdı. “Nil?” dedi genç adam fısıltıyla. Adımları hızlandı, kolları düşmek üzere olan kıza sarıldığında dizlerinin üstüne çöküp sevdiği kadını kucağına çekti.

Nil zorlanan nefesine rağmen dudaklarını araladı lakin dudakları iyi hissettirecek tatlı yalanları fısıldayamayacak kadar yorgundu, elini zorlukla gözyaşlarını akıtmaya başlayan adamın yüzüne koydu; sakallarında gezdirdi parmaklarını. “Yok, yok bir şey yok.” Barış dudaklarını genç kızın alnına bastırdı, belki ona bıraktığı buse iyi ederdi onu. “Bir şey yok güzelim, tamam mı korkma.” Dedi, içindeki korku dokuz yaşında gördüğü kâbustan korkup uyanan Barış’tı, o gün kardeşinin kollarının arasında açık ışığın altında uyumuştu lakin Nil’in kolları onu saramazdı. “Birazcık dayan tamam mı, biliyorum canın yanıyor ama halledeceğim bir tanem yemin ederim.”

“Bir daha sözlerimi ezip geçmemen gerektiğini anlamışsındır.” Dedi Hazar Araf, Barış ona dönmedi sadece gözünden akan yaşın sevgilisinin yanağına düşüşünü izledi. “Gidelim.” Hazar Araf ve adamları boş limandan ayrıldı.

“Barış.” Dedi genç kız ciğerlerine dolmayı reddeden nefesinin azlığında boğulurken. “Sorun yok tamam mı, sorun yok. Artık acımıyor.” Genç kızın her kelimesinin ardından Barış reddederek başını salladı, gözyaşları dudaklarından dökülen hıçkırıklarla akmaya devam etti.

“Nil, ne olur. Çok seviyorum ben seni, özür dilerim çok sevdim ben seni.” Genç kızın sakallarında dolaşan elini öptü, saçlarını okşadı; durmaya başlayan kalbini hissetti. “Savaş!” diye haykırdı genç adam çaresizlikle “Savaş bir şey yap, çok kan kaybetti nefes alamıyor.” Genç kızın eli yanağından düştü, gözleri sonsuzluğun içine düşüp kapandığında haykırışları daha çok arttı. “Savaş! Yalvarırım bir şey yap, Nil ölüyor; çok kan kaybetti ölüyor, ölmesin yalvarırım bir şey yap.”

İsmi diline ilk kez zehirdi, beyazlar içindeki yüzüne bakmak ilk kez ecele davetti.

Savaş, uğultular içinde duyduğu haykırışlarla gözlerini kırpıştırdı, ensesindeki ağrıya küfrederek yerinden doğruldu ve gözlerinin bir süre netlik kazanması için bekledi. Kendine geldiği ilk an gördükleriyle yutkundu, kalbinin ilk kez acıdığını hissederek olduğu yerden kalktı, ağlayarak kollarındaki kızın kısa, siyah saçlarına öpücükler bırakan kardeşine yavaş adımlarla yaklaştı. “Benim yüzümden oldu.” Diye fısıldadı genç adam dudaklarını sevdiği kadının saçlarından ayırmadan. “Ben sevdim, benim yüzümden oldu.”

Güneş tepedeyken kar yağdı, çiçekler dahi soğukla birlikte sustu, kuşlar intihar etti. Küçük bir çocuk karanlıktan korktu ışığı açmak istedi ama ışık ona yasaklandı, karanlıkta boğuldu. Korkusunu gömdü, kalbini susturdu ama gözyaşları zehrini yine o küçük çocuğa bıraktı.

Savaş kardeşinin yanına geldiğinde kolları arasındaki kıza baktı, henüz birkaç saat önce gülümsediğini gördüğü kıza. Hıçkırıklarının arasında sevdiği kızın adını fısıldayan kardeşinin başını göğsüne yaslayıp kollarıyla onu sardı sarı saçlarının arasına dudaklarını bastırdı.

Onu her şeyden koruyabilirdi belki, babasının vereceği ceza için kendini öne atabilirdi, kesilen elini sarabilirdi lakin sevdiği kadının kollarındaki ölü bedeni onun sarabileceğinden çok fazlaydı. Nil’in sırtındaki kurşun Barış’ın kalbine gömülmüştü ve hiçbir ilaç iyileştiremezdi artık.

“Savaş öldü, benim yüzümden öldü.” Dedi genç adam, nefesi artık göğsüne yüktü aldığı her nefes için Tanrı’ya sitem ettim. “Nil öldü.”

“Nasıl dayandın?” dedim tırnaklarımı avuçlarıma bastırırken, sorum Barış’ın dudaklarında silik bir gülümseme oldu, yeşil gözlerini bana çevirdiğinde ince bir yaş yanağına doğru süzüldü.

“Eğer dayanabilseydim burada olmazdık herhalde.” Omuz silkti yavaşça, başını geniş bahçeye çevirirdi. Onun aklında canlanan anılar, gözlerimin önünde mürekkebi akmış bir tabloya dönüştü. “Birileri ölünce, senden de bir şeyler ölüyor, sonra yeniden canlanıyor ama daha zehirli bir şey. Olduğun yerde duramıyorsun, kendini gömebildiğin kadar karanlığa gömmek istiyorsun.” Alt dudağımı dişlerimin arasına geçirdim, gözümden akan yaşı sertçe sildim, ona bütün bunları hatırlattığım için kendime küfrettim. “Nil’in bir mezarı olmadı, olamadı yani. Yasemin çiçeğini çok severdi, biz de Savaş’la onun toprağının üstünü yasemin çiçekleri diktik.” Konuşurken dudaklarından sızan gülüşlerine engel olamamıştı lakin bu bende daha çok ağlama isteği doğurdu. “Hâlâ acıyor Naz, alışamadım. Her dayanamadığımda bir demet yasemin çiçeği alır yanına giderim, elimden başka bir şey gelmiyor.”

Barış sustu, onun suskunluğuna bir ip bağlayıp o ipin ucunu kalbime doladım. Güneş yavaşça yükselirken karanlığın bizi terk edişini izledik.

Biri ölürdü.

Öldüğü yerde yeni bir cehennem doğardı.

Biz o cehennemin tohumlarıydık.

Toprağımızın üstüne yasemin çiçekleri yeşerirdi, göğsümüzden akan kan o çiçeğe can suyu oldu.

Bir çiçek, bir kadının ruhuna evrildi, çiçeğin yapraklarına güzelliğini serpti.

 

 

 

 

Bölüm sonuuu

 

 

 

 

Yazarken aşırı zorlandım o yüzden biraz geç gelen bir bölüm, oldu

 

 

 

 

Bölüm hakkındakı düşünleriniz 👉🖤

 

 

 

 

İnstagram : aurora.snk

Loading...
0%