Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Ölüm Yemini

@hivdasnk

 

 

1. Ölüm Yemini

 

Bölüm Şarkısı | Perdenin Ardındakiler - Beni Kendinden Kurtar

🌼

 

Gecenin göğünde, karanlığın perdesinin altında küçük bir kız ağlayarak yere çökmüştü. Küçük kollarını bacaklarına sermiş hıçkırıklarını sessizliğe gömmeye çalışıyordu. Sesler çok ürkütücüydü, şeytanın fısıltısı küçük bedenini üşütüyordu.

Sessizliğin beyaz perdesi kulak yakıcı bir silah sesiyle yırtıldı şimdi ölümün suskunluğu bütün evin duvarlarına sıçramıştı. Küçük kız başını kaldırdı, gözyaşları yanaklarını ıslatmış bedeni korkuyla titremeye başlamıştı. Hızla atan kalbi göğsüne ağır geliyordu Yine de yavaşça kalktı, kendini sakladığı dolaptan çıktığında annesinin cansız bedeni yerdeydi.

O küçük kız bendim ve annemin başında elinde silahla dikilen kişiyse babamdı. Babama döndüm, elindeki silahı sıkıca tutarken ağlıyordu; anneme baktım, uyuyordu. Ama hiç uyanmayacaktı. Kalbim hızla atmaya başladı, çok fazla kan vardı. Annemin beyaz elbisesini kirleten kan çok fazlaydı. “Anne.” Diye fısıldadım yavaşça. Babam bana döndü, bunu hissettim ama ona dönmedim. Gözlerim yerde yatan annemdeydi. “Anne?” dedim tekrar bu sefer sesim titremişti. Cevap vermiyordu ve o sustukça benim kalbim daha hızlı atmaya başlamıştı.

“Hazal.” Dedi babam bana doğru bir adım atarken ama hızla ondan uzaklaştım.

“Yaklaşma bana!” diye bağırdım. “Korkuyorum.” Dedim. Babam hiçbir şey söylemedi sadece bana baktı. Ona bakmak istemedim. Ama anneme de bakamıyordum. O gün bir meleğin bir şeytana âşık olduğu için kanatlarının koparılışına şahit olmuştum, O gün hiçbir çocuğun şahit olmaması gereken şeye şahit olmuştum. Yutkundum ve gözlerimi sıkıca yumdum.

Gözlerimi açtım. Şimdi o küçük kız değildim. Şimdi yirmi dört yaşında genç bir kadındım ama kalbim hâlâ aynı acıyı her gün bana sunuyordu. “Ne zaman başlayacak acaba?” diyen arkadaşıma döndüm. Yüzünde hem heyecan hem de büyük bir korku vardı. Bir kafes dövüşünü izlemeye gelmiştik çünkü Selin’in sevgilisi de bugün dövüşecekti ve bunu sadece aptal bir iddia için yapıyordu.

“Bilmem.” Dedim arkama yaslanırken. “Benden söylemesi, Yakup bugün sağlam dayak yiyecek.”

“Öyle deme be!” dedi Selin ama o da bunun farkındaydı. Yakup yapılı ve güçlüydü ama buradaki insanlar ölümüne dövüşüyordu ve eğer biri ölürse bu kimsenin umurunda olmazdı. “Ağızlarına sıçar benim sevgilim.” Dedi Selin belini dikleştirip bana bakarken.

“Sevgilinin ağzına sıçtıklarında ağlama ama.” Dedim alayla, Selin de bana göz devirip tekrar önüne döndü.

“Amma negatif enerji yayıyorsun Hazal, birazcık olumlu ol.”

“Selin kafes dövüşü izlemeye geldik, sence tek kötü enerji ben miyim?”

“Doğru. Tamam sustum.”

Hakem ringe çıkıp konuşmaya yapmaya başladığında insanlar çığlık atmaya başlamışlardı. Bu duruma istemsizce yüzümü buruştururken Yakup ve tanımadığım bir adam sonunda gelmişti. İnsanlar Yakup’u sevmediklerini belli edercesine bağırırken diğer adamı alkışlıyorlardı. Adam kırklı yaşlardaydı ve bedeni bir gorili andırıyordu. Yakup kendinden uzun olan adama bakarken yüzünde düz bir ifade vardı, korktuğunu belli etmek istemiyor gibiydi. Yavaşça bize döndüğünde Selin’e göz kırptı. Hakem düdüğü çaldı dövüş başladı ve ilk yumruğu Yakup yedi. “Siktir.” Dedim tek yumrukla sersemlemiş arkadaşıma bakarken. Yakup tekrar kalkıp adama karşı bir hamlede bulundu ama boşa gitti.

“Siktir, siktir, siktir.” Dedi Selin elimi sıkıca tutarken. “Lan bu insan değil ki!” diye bağırdı ama kimse onu umursamamıştı. Yakup birkaç dakika sonra adamın karın boşluğuna sert bir tekme atmıştı ama bu adama fazla zarar vermiş gibi durmuyordu. Yakup’un ise açık renkli saçları terden ıslanmış, beyaz teni kızarıklıklar içindeydi.

Kaç dakika geçmişti bilmiyordum ama Yakup hiç pes etmeden adama vurmaya devam ediyordu. Onun saldırıları adamı yorsa da kendisi daha bitkin bir haldeydi. “Böyle devam ederse ölüsü çıkacak bu salağın.” Dedim. Selin de bunu biliyordu. Sevgilisinin bitkin haline bakarken birden elimi bırakıp ringin etrafını saran tellere dayandı.

“Bebeğim yeter, uğraşma daha fazla. Lütfen.” Dedi ağlamaklı çıkan sesiyle. Yakup yerde karnını tutarak dururken yavaşça başını sallayarak pes etti. İnsanlar çığlıklarla kazanan adamı tebrik ederken benle Selin ringden çıkan Yakup’un yanına gitmiştik. “İyi misin?” dedi Selin ellerini sevgilisinin yüzüne yerleştirirken.

“Amına koduğumun çocuğu sanırsın bana Hulk, tek yumruk işlemez mi lan.” Dedi gözlerini boş bir noktaya dikerken.

“Kafası gitmiş bunun.” Dedim çantamdan çıkardığım peçeteyi kaşına koyarken.

“Düzeleceğiz inşallah be, şu olaylar bi’ bitsin.”

“Nah düzeleceksin, geri zekâlı.” Dedi Selin. Beraber Yakup’u arkalara konan sandalyelerden birine oturttuk. O sırada aynı adamın karşısına başka biri daha çıkmıştı. Kıvırcık saçlı, uzun boylu ve esmer biriydi. Ellerini beyaz bantlarla sarmıştı. Altında sadece gri dar bir pantolon vardı, üstü tamamen çıplaktı. Bana uzak olan bakışlarına rağmen harelerinin bıçaklarını tenimde hissettim, insanlar heyecanla çığlık atıyordu ama o dik bakışlarını yüzümde tutuyordu. Yapılı bir vücudu olsa da az önce arkadaşımı ezen adama göre daha zayıf duruyordu.

“Salağa bak, benim gibi birini bile haşat eden adamın karşısına çıkıyor avel.” Dedi Yakup. Bakışları dövüşmek üzere olan iki adamda olsa da bakışları boştu.

“Ay gerçekten, yazık olacak yakışıklı da çocukmuş.” Dedi Selin, söylediklerinden sonra Yakup’un boş gözleri hiddetle büyümüştü.

“Selin! Ne demek yakışıklı ya, sen benden başkasını nasıl yakışıklı bulursun?”

“Ay yok ne yakışıklısı, senin şimdi yüzün gözün kaydı ya ondan oldu o, anlık.” Ben ikisinin bu haline gülerken Yakup kollarını bağlayıp trip atmaya başlamıştı ve şimdi daha komik duruyordu.

“Abartma Yakup.” Dedim bir yandan da kanayan kaşına peçete tutuyordum. “Kafes dövüşlerine çıkmaktan başka vasfı olmayan bi’ adamı mı kıskanıyorsun?”

“Ne abartacağım ya, yakışıklı dedi resmen. Ulan ben yapsam ikiniz bir olur sıçarsınız ağzıma.”

“E doğru.” Dedim Seline dönüp, dudağını ısırıp omuz silkmekle yetindi. Biz konuşurken adını bilmediğim iki adam dövüşmeye başlamıştı bile. Adam yorgunluktan mı yoksa karşısındaki kişi yüzünden mi bilinmez daha kötü dövüşüyordu. Esmer adam tek bir yumruk dahi yememişken adam nefes nefeseydi. Tezahüratlardan yapan herkes ‘Taner’ diye bağırmaya başlamıştı. Az önceki adam için yükselen her ses şimdi adının Taner olduğunu öğrendiğim adam için yükseliyordu. Adam yumruk atmak için atılmıştı ki Taner adamın kolunu tutup bacak arkasına sert bir tekme attı ve adam dizlerinin üstüne çöktü. Taner adamın kolunu beline yasladığında artık adam nefes almakta bile zorlanıyordu. Ben dikkatle onları izlerken insanlar o kadar çok çığlık atıyorlardı ki Taner’in adamın parmağındaki yüzüğü çıkarışını kimse fark etmedi. Ringe doğru biraz yaklaştım, elindeki diğer yüzüğü ringe bırakırken adamdan aldığı yüzüğü cebine attı.

“Ne yapıyor bu ya?” dedim kısık bir sesle. Taner kafasını kaldırdı, kahve gözleri gözlerime değdiğinde yamuk bir gülüşle göz kırptı. Yutkundum, belki de sandığım kadar vasıfsız değildi. Dövüş bitti, yerde yatan adamı kimse umursamadı ve herkes Taner’i alkışladı. Taner yerdeki adama son kez bakıp ringden çıktığında yerden siyah bir kapüşonlu alıp üstüne geçirerek çıktı.

Nedenini bilmediğim bir sebepten o kapıdan çıkana kadar onu izledim, demir kapıyı ardından kapattı ama ben kapalı kapıya bakmaya devam ettim. Arkama tekrar döndüğümde Selin nerden bulduğunu bilmediğim malzemelerle Yakup’un yaralarına pansuman yapıyordu. Kapıya son kez tekrar baktığımda nefesimin boğazıma sıkıştığını hissederek derin bir nefes aldım.

Yakup soyunma odasından eşyalarını aldıktan sonra hep beraber dövüşün yapıldığı depodan çıktık. Kapıdan çıkar çıkmaz soğuk rüzgâr bedenimi bir kefen gibi sarmıştı. Soğuk havada fazla kalmamak için hızlı adımlarla arabaya bindik. Yakup hâlâ kötü durumda olduğu için arka koltukta Selin’in omzunda uyuya kalmıştı.

“Yarın eve gidecek misin?” diye sordu Selin, soruyu sorarken çekingen ve endişeliydi. Yeşil gözleri dikiz aynasından gözlerimi bulduğunda yutkundum. İkimiz de evin anlamını biliyorduk. İkimizde o evden nefret ediyorduk. Çünkü o evde annemin kanıyla yaşayan bir adam vardı, o adamdan ikimiz de nefret ediyorduk.

“Gitmezsem beni rahat bırakmaz.” Dedim, ruhumun etrafını saran hastalık sesime sıçramıştı. Onun hakkında konuşurken bile sesim hep hastalanırdı.

“Tamam o zaman yarın seni Yakup’la beraber bırakırız, ne zaman dönmek istersen de ara hemen gelip alırız seni.” Arkadaşım endişeli bir şekilde konuşurken gülümsedim, hep yanımda olması, hep yanımda olacaklarını bilmek güzeldi. Hayatıma toz taneleri şeklinde yayılmış nadir güzelliklerdendi Yakup ve Selin.

Selin her zaman bana bir anne gibi yaklaşırdı. Ben dokuz yaşında annemi kaybettim ve kısa zaman sonra Selin’i buldum. Benden iki yaş büyüktü sadece ama bazen onlarca yaş büyükmüş gibi korurdu beni. Babamı sadece ona anlatmıştım, gözlerimin ardındaki kan nehrinde yıkanmış kanatlarımı bir tek o görmüştü. Ardından da Yakup. “Hazal.” Dedi Selin kısık bir sesle. Dikiz aynasından arkadaşımın gözlerine baktım. “Seni seviyorum bebeğim biliyorsun değil mi? Senin için hep buradayım.” Dedi, sanki düşüncelerimi doğrulamak ister gibi.

“Biliyorum.” Dedim küçük bir gülümsemeyle. “Ben de seni seviyorum.”

🌼

Arka koltukta geçip giden yolu izlerken derin bir nefes aldım. Selin’in ve Yakup’un sık sık bana değen bakışlarını hissetsem de onlara dönmüyordum. Tek yaptığım cama yaslanıp uzun siyah saçlarımı parmağıma dolamaktı. Selin’in endişesi vücuduma çarpıyordu buna alışıktım o her zaman endişeliydi ama Yakup’un öfkeli nefesini duymaya alışkın değildim. Onun öfkesinin yüzeye çıkışı nadirdi ama öfkesi ucu bucağı olmayan bir okyanusun ortasında kalmaktan da farksızdı. Öfkeliydi, istemeye istemeye beni o cehenneme kendisi götürdüğü için, öfkeliydi çünkü beni nefret ettiğim şeyden uzak tutamıyordu ama şu an ne benim ne de Selin’in onun öfkesini dindirecek gücümüz vardı.

Araba yavaşladı ve cehennemin kapısının önünde durdu. Camdan o iğrendiğim eve bakarken tanıdık simanın arabasından inerek bize doğru baktığı gördüm. Burak, erkek arkadaşım. “Bu piç ne arıyor burada?” dedi Yakup hepimiz arabadan inmeden hemen önce. Arabadan indiğimi gören erkek arkadaşımın yüzünde büyük bir gülümseme yer edindi ve gözündeki güneş gözlüklerini çıkarttı. “Tipe bak, kış ayında neyin gözlüğünü takıyorsa.”

“Yakup.” Dedi Selin uyarıcı bir tonda.

“Burak?”

“Sevgilim.” Dedi ve kolunu belime sarıp yanağıma ufak bir öpücük bırakırken.

“Ne işin var senin burada?” dedim boş bakışlarımı ona dikerken.

“Baban çağırdı.” Dedi. Cevabı beni tatmin etmemiş aksine boş bakışlarımı sertleştirmişti.

“Ne alaka? Bana niye haber vermedin?”

“Sebebini ben de bilmiyorum zaten ani gelişti. İşe giderken aradı beni bende hemen geldim.” Sesini her ne kadar enerjik tutmaya çalışsa da bakışlarımın onu gerdiğini hissediyordum. Bu durumdan nefret etsem de onun hayatıma girdiği iki yıl boyunca sürekli kendini babama sevdirtmeye çalışmıştı. Babamla aramdakini sadece anlaşmazlıklarla dolu bir baba kız ilişkisi sansa da bunu yapmasından nefret ediyordum. Benim her seferinde kaçtığım adama yaklaşması sinir bozucuydu, hatta bazen mide bulandırıcı.

Burak bakışlarını benden çekip arkamda duran arkadaşlarıma çevirdi. Kolu hâlâ belime sarılı duruyordu, şu an bundan bile nefret ediyordum. “N’aber Selin?” diye sordu Yakup’u görmezden gelerek.

“İyi.” Dedi Selin tek düze bir sesle, sadece cevap vermiş olmasının bile Yakup’u sinirlendirmesine yeteceğini bilerek. Eli sevgilisinin elini sıkıca tutmuştu, herhangi bir harekette müdahale etmek ister gibiydi.

“Gidiyor musunuz, kalıyor musunuz?”

“Yok Hazal’ı bırakmak için geldik, akşam da almaya geleceğiz.”

“Keyfinize bakın siz, akşam gelmenize gerek kalmadı. Ben buradayım zaten.” Dedi Burak bir saniyeliğine bana bakıp tekrar arkadaşlarıma dönerken.

“Hazoş.” Dedi Yakup bakışlarını sevgilimden çekip bana çevirirken. “Eve döneceğin zaman ara direkt geliriz, yakınlarda bir kafe var orda olacağız biz.” Sesi iğneleyiciydi ve bu sözlerin aslında bana değil sevgilime karşı olduğunu biliyordum.

“Yakup, gerek yok dedim ya.” Dedi Burak, az önceki gülümseyen sesi gerginleşmişti.

“Hazal, hatta istersen bahçede bekleyelim arabada.”

“Hah açtı abi modunu.” Dedi Selin kısık bir sesle ama hepimiz duymuştuk.

“Yakup, dediğimi duymadın galiba. Hazal benim sevgilim, ben yanındayken sana gerek yok.” Burak’ın sözlerinden sonra Yakup bakışlarını ona çevirdi.

“Senle konuşan mı var andaval.” Burak’a doğru bir adım atmaya çalıştığında Selin olacağı biliyormuş gibi onu geriye çekti.

“Tamam, ararım ben sizi.” Dedim artık bu kargaşanın bitmesini umarak. Burak şaşkın bir şekilde bana dönse de bir şey dememişti. “Arabada falan da beklemeyin, ben ararım gelirsiniz zaten hemen.” Yakup bir an olsun yatıştıktan sonra yavaşça başını salladı. Selin’in bana doğru özür dileyen bakışlarına karşılık gülümsedim. Onlar gittiğinde içime derin bir nefes çekip evin kapısına döndüm. Kapının önünde durduğum her an göğsüme ağır geliyordu. Burak’ın belimdeki eli avcumu kavradığında dahi o his kaybolmamıştı. Normalde koşarken bile zorlanmayacağım topuklularla şimdi ayakta durmak daha zordu. Üzerimdeki uzun kabanın örtmeye yetmediği, elbisemin açıkta bıraktığı bacaklarım acıyordu, bu kapının önündeyken her şey çok zordu. Kapıya doğru beraber bir iki adım attıktan sonra Burak kapıyı çaldı. Çalan zil sesi kulaklarımda bir çığlık misali yankılandı. Mideme giren krampları görmezden gelmeye çalışsam da yüzümü buruşturmadan edemedim. Burak bir saniyeliğine bana dönmüş ama açılan kapıyla birlikte hiçbir şey söylemeden tekrar bakışlarını benden çekmişti.

Evin hizmetlisi yüzündeki gülümsemeyle bizi karşılamış, üstümüzdeki paltoları almış ve salona kadar bize eşlik etmişti. Burak eli tutmak için yeltendiğinde onun bir adım önüne geçerek elimi tutmasına engel oldum. Burada olmaktan özelliklede onunla birlikte burada olmaktan nefret ediyordum. Babama karşı yüzünde kondurduğu gülümseyişten, elini her seferinde aynı sevecenlikle sıkmasından, onunla sohbet etmesinden, kendisini onunla yan yana koyduğu her durum midemi bulandırıyordu. Bundan nefret ettiğimi bilse de bazen benim nefretimden ziyade babamın onu sevmesi daha önemliymiş gibi davranıyordu. Yakup’un Burak’tan hoşlanmamasının bir sebebi de buydu.

Geniş salona girdiğimizde babamın suretini gördüm. Elindeki kahveyi yudumlarken sırtı bana dönüktü. Adımlarım istemsizce durdu, onun yanına geldiğim için anneme ihanet ediyormuşum gibi geliyordu zira öyleydi de. Bu ev onun kanıyla kurulmuş, babamın bütün gücü annemin kanıyla var olmuştu. Benimse ondan uzaklaşmak dışında elimden hiçbir şey gelmiyordu. Hoş onu bile beceremiyordum, babam ondan tamamen kopmama asla izin vermemişti. “Serkan Bey.” Dedi hizmetli. Babam başını bize çevirirken Burak’ın kolu belime dolanmıştı. Babam bizi görünce oturduğu yerden yüzündeki gülümsemeyle kalktı. Kollarını iki yana açarak bana doğru birkaç adım attığında kaçıp gitmek istedim ama sevgilim belimi sıkı sıkıya saran kolları buna engel oldu. Bana dokunması bu dünyadaki en büyük günahımdı, şeytan bu günahı her gün gururla izliyordu. Şeytan acizliğime her gün kahkahalarla gülüyor benimse susmak dışında elimden bir şey gelmiyordu. Kendimden nefret ediyordum. Bütün bunlara dur diyemediğim için.

“Kızım.” Dedi babam kollarını bana sararken. Hiçbir tepki vermeden sadece benden uzaklaşmasını bekledim. Benden ayrıldığında gözleri gözlerimi buldu anlık düzleşen yüzüne saliseler içerisinde bir gülümseme yerleştirip Burak’a dönmüştü. “Burak.” Dedi elini sevgilimi doğru uzatırken. “Sen de hoş geldin.” Burak bir saniye bile düşünmeden babamın elini sıktığında gözlerim ikisinin birleşen ellerine dokundu ama o görüntüye fazla bakmadım. Bakmadım çünkü bütün nefretimi tek bir adama adamışken sevgilimden de nefret etmek istemedim.

“Hoş bulduk efendim.” Dedi Burak. Babam elini salona doğru uzattığında Burak’ın bana dokunmasına izin vermeden, ikisini de arkamda bırakarak geniş koltuklardan birine oturdum. İkisinin de sırtımda gezen bakışlarını hissediyordum ama onlara bakmayı reddettim. Bacak bacak üstüne atarak kollarımı elbisemin açıkta bıraktığı bacağıma dayadım. Burak yanıma babam da karşımıza oturduğunda gözlerimi ona çevirdim.

Onun aksine benim dudaklarımda bir düzlük, gözlerimdeyse cehennemde yanmış bir meleğin nefreti vardı. O benim bu halime alışıktı, on yedi yıldır ona olan bakışlarım hiç değişmemişti. On yedi yıldır ona olan nefretim ve öfkem sadece büyümüş, göğüs kafesimin altındaki ateş hiç dinmemişti. Onu o ateşte yakmayı her gün dilediysem de sapa sağlam ve kibirli bir şekilde karşımda oturuyordu. “Gelmenize sevindim.” Dedi babam yüzündeki gülümsemeyi söndürmeden.

“Başka şansım var mıydı?” dedim Burak’ın varlığını es geçerek. Babamın gülümsemesi sönmüş Burak beni sakinleştirmek için elini elimin üstüne koymuştu ama büyük elinden elimi geri çektim. “Burak’ı neden çağırdın?” Ortamdaki bütün kasvetin sahibi olduğum için gururlandım. Bu evde mutluluğa yer yoktu. Bu ev annemin kanıyla inşa edilmişken sahte de olsa hiçbir gülümseyişe yer yoktu.

“Kızım ve damadımla yemek yemek istedim.” Dedi babam, bu sefer gülümsemiyordu. Söylediği şeyle tek kaşımı kaldırarak ona bakmaya devam ettim.

“Benim böyle bir isteğim olduğunu nerden çıkarttın peki.” Dedim aynı tek düzelik ve nefretle.

“Hazal.” Burak’a döndüm durmamı ister gibi bakıyordu ama umurum dışıydı, bana bile danışmadan buraya gelmesi saçmalıktı. Bakışlarımı ondan çekip tekrar babama döndürdüğümde ne söyleyeceğini düşünüyor gibiydi.

“Bana düşmanınmışım gibi bakma.” Dedi babam, sesi acar çeker gibiydi. Bu beni anlık da gülümsetti. Gelen hizmetli kadın yemeğin hazır olduğunu söylediğinde hep birlikte masaya geçtik. Babam masanın başına otururken ve Burak karşılıklı şekilde oturmuştuk. Önüme konan yemeğe bakarken yüzümü buruşturmamak için üstün bir çaba sarf etmiştim. Yemek yemekten nefret ederdim, babam bunu bile almıştı ben yıllar önce. “İlişkiniz başlayalı iki yıl oldu öyle değil mi?” diye sordu babam tabağındaki eti keserken. Ben suskunluğumu bozmazken Burak onu hızla onayladı.

“Evet efendim.” Gözleri beni buldu ve genişçe gülümsedi. “Henüz geçen ay ikinci yılımızı kutladık.” Gülümsemem gerekiyor muydu? Gülümsemedim. Buradan çıktığımız büyük bir kavga edeceğimizi ikimiz de biliyorken ona karşı sevimli bir tavır takınamazdım.

“Peki evlilik?” diye sordu babam. Burak da ben de aynı anda şaşkınlıkla babama dönmüştük, o ise yemeğini yemeye devam ediyordu. Aramızda bu konuya dair hiçbir zaman bir konuşma geçmemişti. Ne Burak ne de ben bu konuya dair en ufak bir imada dahi bulunmamıştık bu iki yıl boyunca. Kaşlarım alnımı kırıştırarak çatılırken önümde duran yemeğe çevirdim bakışlarımı.

“Biz...” dedi Burak ve duraksayarak boğazını temizledi. “Biz bu konuyu daha önce konuşmadık açıkçası.” Bu sefer kaşları çatılan babam olmuştu. Burak’a dokunana sert bakışları Burak’ı germiş gibiydi.

“Burak biliyorsun seni severim.” Dedi babam elindeki peçeteyle ağzını sildim ve kırmızı renkli peçeteyi elinin içinde sıkıştırdı. “Ama kızıma karşı yapacağın herhangi bir yanlışın bedelini de ağır ödersin.” Burak babamın söyledikleriyle yutkunurken benim içimde öfkenin kızıl kolları uzanmıştı.

“Senin korumana ihtiyacım yok.” Dedim bakışlarımı ona çevirirken. Bana döndü ama bir cevap vermeden tekrar gözlerini sevgilime çevirdi.

“İki yıl birbirinizi tanımanız için zaten yeterli bir süreydi. İşlerin ciddileşme vakti geldi de geçiyor bile.” Beni umursamadan aynı tavra devam etmesiyle tırnaklarımı avuçlarımın içine batırdım.

“Benim adıma konuşup durma. Bu seninle alakalı bir şey değil.” Dedim sertçe.

“Sen benim kızımsın, seni alakadar eden her şey beni de eder, Hazal.” Tekrar konuşmak için dudaklarımı aralamıştım ki içeriye giren kişiyle sustum. Kaşlarım çatılmış bakışlarım masaya doğru yaklaşan bedenin üstünde dönmeye başlamıştı. Taner.

“Serkan Bey.” Dedi babama doğru adımlarını atarken. Gözleri bana dokunduğunda dudakları hafifçe aralandı ama kahve harelerindeki boşluktan hiçbir şey çıkaramamıştım. Boş bakışlarını babama çevirirken babam da bedenini ona doğru çevirmişti.

“Ah, Yavuz gel.” Dedi babam. Yavuz? İsmi Taner değil miydi? Taner -ya da Yavuz- elindeki küçük kutuyu babama doğru uzattığında babamın yüzünde zafer dolu bir gülümseme yer aldı. Ben pür dikkat ona bakarken o benden tarafa hiç bakmıyordu. Çillerle kaplı yüzünde yakıcı bir donukluk vardı. Babam küçük kutunun kapağını açarken hiçbir şey söylemeden öylece bekledi. “Güzel diye fısıldadı babam içinde ne olduğunu bilmediğim kutuyu kapatırken. Bakışları Taner’ e döndüğünde Taner dikleşti. Siyah boğazlı bir badi ve ince siyah bir ceket giymiş. Boynunda bir zincir ve burnunda henüz yeni fark ettiğim ince bir halka vardı. “İyi iş çıkarttın.” Dedi babam ama o hiçbir tepki vermeden sadece başını sallamakla yetindi. Babam nihayetinde bana ve Burak’ döndü. Onun bütün köpeklerini tanırdım, yüzlerini tanımadıklarımda kendini bir şekilde belli ederdi. Diğerlerinin aksine Taner onlara benzemiyordu, daha da tuhafı babamdan korkuyor gibi durmuyordu. Onda bir gariplik olduğunu sezsem de sessizliğimi korudum, ta ki babam onu tanıtma isteğiyle konuşana kadar.

“Kızım Hazal.” Dedi bakışlarını bana çevirirken. Taner bana baktı, az önceki boşluğa nazaran bu sefer harelerinin ardında bir rüzgâr esmişti ama bunu hemen toparladı. “Ve Burak.” Dedi babam bu sefer bakışlarını Burak’a çevirirken. “Müstakbel damadım.” Dedi. Bazen beni bile isteye öfkelendiriyor, sınırlarımı test ediyor gibi hissediyordum. Taner salona girdiğinde sadece perdenin arkasına gizlenmiş öfkem saklandığı yerden çıkarken tırnaklarımı avuç içlerime daha çok batırarak sakin kalmaya çalıştım. Taner Burak’a doğru bakmamıştı bile, gözlerinin ateşini yumruk yaptığım elimin üzerinde hissediyordum. “Yavuz,” dedi babam bakışlarını bana ve Burak’a değdirirken. “Kendisi henüz yeni ama söylemeliyim ki etrafımdaki çoğu kişiden daha başarılı. Üstelik hayatımı kurtardı.” Taner yine bir tepki vermedi. Bakışlarını benden çekmiyordu ve bu istemsizce yerimde kıpırdanmama sebep olmuştu. Burak Taner’in bakışlarının hâlâ benden çekmeyişiyle yavaşça öksürdü ve Taner’e alttan bir bakış attı.

“Sen gidebilirsin.” Dedi babam elindeki kutuyu ona uzatırken. Taner kutuyu aldı babama tekrar dönmeden bana doğru bir baş selamı verdiğinde yutkunmakta zorlandım. Kim olduğunu delicesine merak ediyordum ve babamın yanında oluşu bile bu merakımı öldürmeye yetmiyordu. Babamın hayatını kurtarmış ve sonrasında yanında mı çalışmaya başlamıştı? Onu tanımasam da bütün bunların bu kadarla sınırlı olmadığını hissedebiliyordum. En başta isminin yalan olmasıydı bu hislerimin kökündeki tohum.

Yemeğin geri kalanında konuşmamıştım, Burak ve babam ara sıra birkaç kelimelik cümleler kurmuşlar da ama benim sessizliğim onları da suskunluğun gölgesi altına almıştı. Yemek bittiği gibi Selin’e beni almaları için mesaj atmıştım, dakikalar içindeyse geldiklerine dair mesajı almıştım. Ben babamla vedalaşma gereği bile duymazken Burak onunla tokalaşmış ve birkaç kelimelik veda cümlesi sarf etmişti. Kapıdan çıktığımızda Yakup ve Selin’i arabanın hemen yanında gördüm, onları görmenin huzuru göğüs kafesimin altındaki ateşi en azından dindirmeye yardım edince derin bir nefesi dudaklarımın arasından bıraktım. “Hazal.” Dedi Burak elini koluma atıp beni dururken. “Sinirli misin?” diye sordu hafif endişesini sesine sızdırırken.

“Sence?” diye sordum onun aksine düz çıkan sesimle.

“Hazal o senin baban. Beni yemeğe çağırdı ben de geldim.”

“Ben bile gelmek istemezken babamla yemek yemek için fazla heveslisin Burak.”

“Sevgilim.” Dedi Burak tekrar bir açıklama yapmak için dudaklarını araladığında ondan bir adım uzaklaştım.

“Konuşmak istemiyorum, gider misin?” Yenilgiyle başını sallayıp arabasına doğru ilerlerken onu öylece izledim. Ben Selinlerden yana yürürken Burak’ın arabası evin bahçesinden çıkmıştı.

“Bir şey mi yaptı bu andaval.” Dedi Yakup Burak’ın arabasının arkasından bakarken.

“Yok bir şey.” Dedim ama sesimdeki siniri saklayamamıştım.

“Gidelim hadi. Burada durmak canımı sıkıyor.” Dedi Selin arabaya binmek için arkasını dönüp ilerlerken. Arabanın arka kapısını açmıştım ki gördüğüm yüzle birlikte duraksadım. Taner. Elindeki sigarasını yudumlarken gözleri üzerime sabitlenmişti. İlk başta görmezden gelmek istemiştim ama bedenim beni dinlemeyi reddetti.

“Geliyorum şimdi.” Dedim arkadaşlarımı arkamda bırakırken. Selin arkamdan seslense de ona dönüp tekrar bakmadım. Taner ben ona doğru yürürken ifadesini hiç bozmadan bana bakmaya devam ediyordu. Elindeki sigarasını atıp ayağıyla üstünü çiğnerken dahi gözlerini benden ayırmıyordu.

“Sorun mu var?” Aramızda sadece birkaç adım kaldığında sessizliğin kalın duvarı duvaklarının arasından kayıp giden kelimelerle birlikte yıkılmıştı. “Hazal Hanım.” Diye devam etti sözlerine. Dudaklarındaki çarpık gülüş ve sesindeki ima kaşlarımı çatmama sebep oldu. Yüzünü inceledim istemsizce. Esmer teninin üzerine özenle serilmiş çillerine rağmen yüzü sert duruyordu, küçük denilemeyecek burnundaki halka bile sert yüzünü kıramıyordu. Kahve gözleri boştu ya da o kadar fazla şey vardı ki anlamakta zorlanıyordum. Kollarımı göğsümün üstünde bağdaştırıp kaşlarımı çatmayı bıraktım ve tıpkı onun yaptığı gibi yüzüme yarım bir gülümseme bıraktım.

“Evet var.” Dedim onun yaptığı gibi imalı bir sesle. Dudaklarındaki gülümseyiş silinmiş, düz bir ifadeyle bana bakarken kaşları çatılmıştı. “Mesela neden sahte isim kullanıyorsun.” Dedim. Beklediğimin aksine hiçbir tepki vermedi aksine dümdüz bir ifadeyle bana bakmayı devam ediyordu. Buna şaşırsam da başımı dik tutup gözlerine bakmayı sürdürdüm. Taner bana doğru bir iki adım attığında geri adım atmak istesem de bacaklarımı kıpırdatamadım. Aklım uzaklaşmamı söylerken bedenim itaat etmiyordu. Ellerini pantolonun cebine sokmuş, boyu uzun olduğu için başını eğerek bana bakmayı sürdürüyordu.

“Öyle bir şey olduğunu nerden çıkardın.”

“Dün gece.” Diye fısıldadığımda zihninde bana baktığı anın canlandığını hissediyordum. “İnsanlar sana Taner diyordu.” Dedim kendimden emin bir ifadeyle. Burnundan nefes vererek güldü.

“Belki de iki ismim vardır.” Dedi ama bu benim için yeterli değildi. Mantıklıydı ve olası ama yine de içimde bir yerlerde başka bir şey olduğunu hissediyordum.

“Neden babamın yanındasın?”

“Babanın yanında çalışan her çalışana sorar mısın bu soruyu?” dedi alayla.

“Hayır.” Dedim bakışlarımı bir saniyeliğine ondan alıp geniş bahçeye döndüm. Bahçedeki korumaların gözünü üzerimde hissetsem de bu bende herhangi bir şey hissettirmedi. Buna alışmıştım. “Ama sana sormak istedim.” Dedim tekrar ona bakarken. Cevap vermedi bunun yerine bana doğru bir adım daha attı.

“Öyle gerekiyor.” Dedi düz bir sesle.

“Onun gibi bir adamın yanında çalışmak için sağlam sebepler gerekir.” Dedim ve tekrar başımı dikerek gözlerine baktım. “Para için böyle bir çukura girecek birine benzemiyorsun.” Bakışlarımla onu bir saniyeliğine süzüp dudaklarıma tekrar alaylı bir kıvrım ekledim. “Ya da öyle misin?” Bu sefer ifadesi bozulmuştu, gözlerinin ardında büyük bir yangın o yangının köklerinde öfke sallanıyordu.

“Seni ilgilendirmeyen şeylerle uğraşma bence.” Dedi sesi de en az gözleri kadar öfkeliydi. Tekrar bir şey söyleyecek gibi olsam da hızlı adımlarla yanımdan geçip gitti. Bu olaya neden bu kadar takıldığımı kendime bile açıklayamadım, yıllardır babamın yanında onun gibi sayısını unuttuğum kadar adam olmuştu. Sebep ne olursa olsun hepsinden bütün benliğimle nefret etmiştim. Babamın çoğu adamı bana yaklaşmaya ya da bakmaya çekinirdi çünkü o an bütün öfkemi onlara kusardım.

“Hazal!” Selin’in sesiyle daldığımın yeni farkına varıp irkilerek onlara döndüm. İkisi de meraklı bakışlarıyla bana bakıyorlardır. Yanlarına gidip hiçbir şey söylemeden arabaya bindim. Ne olduğunu sorduklarındaysa geçiştirmiştim, kendime açıklayamadığım şeyleri onlara açıklamakla uğraşmak istemedim. Eve vardığımızda Selin’in de Yakup’un soru sormak için çıldırdıklarını bilsem de ikisi de sessiz kalmışlardı, bu iyiydi çünkü o eve her girişimde zihnimde bedenimde yoruluyordu. Bir de şu evlilik meselesi beni daha fazla sinirlendirmiş ve zihnime yerleşen düşünceleriyle yormuştu.

Selin Yakup için atıştırmalık bir şey hazırlamış benim de yemem için ısrar etmişti ama reddedip odama çıktım. Kıyafetlerimi değiştirip yatağa uzandığımda elim hemen yatağımın yanında, komodinin üstünde duran resme takılmıştı; annem…

Resmi ellerimin arasına aldım, onu çok net hatırlamamakla birlikte fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla ona benziyordum. Bu fark eden ben değil Selin’di. Bunun benim için sağladığı huzur hayatımın hiçbir noktasında belirmemişti. Siyah düz saçlar, küçük ve kalkık bir burun, her zaman hafif pembe dudaklar ve öne doğru çıkık bir çene. Onun ikizi gibiydim. Annemden tek farkım o daha minyon bir insandı bense uzun boyluydum onun aksine.

Fotoğrafın üstünde parmaklarımı dolaştırırken gözümden ince bir damla aktı, yüzümdeki makyajı hâlâ çıkarmamış olmayı umursamadan fotoğrafı kollarımın arasına alıp geniş yatakta cenin pozisyonuna geçip uzandım. Gülümsedim çünkü onu hissediyordum. Yumuşak elli saçlarımı okşamasa da ruhunun nefesini her zaman saçlarıma üflediğini biliyordum. Gözlerimi yumup uykunun kollarının zihnime sarılmasına izin verdim…

 

🌼

Aradan iki gün geçmişti, Yakup’la Selin’e evde olanları anlatmıştım ve Yakup çıldırmıştı. Oldum olası Burak’a güvenmez ve bazen şaşıracağım kadar büyük bir nefret besliyordu ona karşı. Bunu sorgulamayı uzun zaman önce bırakmıştım, Selin ‘Abilik damarları kabarıyor boş ver.’ Diyerek geçiştiriyordu bu durumu ama ne ben ne de o bu duruma inanmıyorduk çünkü Burak’tan önce de hayatıma giren erkekler olmuştu. Evet Yakup onlara karşı da fazla ılımlı olmamıştı ama hiçbirine bu derece öfke hissetmemişti. Yine de ikimiz de bu durumu onu daha fazla sinirlendirmemek için uzatmadık.

Taner hakkında anlattıklarıma karşı fazla tepki vermemişlerdi. O gece orada babamın isteği üzeri bulunduğunu düşündüler. İtiraz etmedim ya da sorgulamadım çünkü en olası ihtimal buydu ayrıca Taner’in babama getirdiği kutuyu da anımsayınca bunu kabullenmek zor değildi. Peki ben neden kabullenemiyordum. Göğüs kafesimden uzanan yılanın çatallı dili neden her seferinde kulaklarıma sürtünüp sorgulamamı istiyordu? Bu geçen sürede Burak birkaç kez aramış ve mesaj bırakmıştı ama onu konuşmak istemediğimi söyleyerek geçiştirmiştim.

Kendime ait küçük resim atölyesinden eve giderken iki gündür aklımı kurcalayan şeyler hâlâ dinmemişti ve biliyordum ki tatmin edici bir cevap bulana kadar da dinmeyecekti. Eve yaklaşmaya başladığımda evin önündeki iki siyaj arabaya kaşlarımı çatarak baktım. Arabalardan birini tanıyordum, babamın adamlarının kullandığı arabalardan biriydi, diğer arabayı ise tanımakta zorlandım. Kırmızı, lüks bir arabaydı arabalardan anlamasam da bu arabanın milyonluk bir değeri olduğunu tahmin etmek zor değildi. Arabamı park edip indiğimde arabalarının içine bakmak istediğim ama iki arabada filmliydi ve içlerindeki kişiyi göremedim. Kırmızı arabanın kapısı aralandığında olduğum yerde bekledim inecek olan kişiyi. Adam arabadan indi ve olabilecek en düz ifadeyle yüzüme baktı, gördüğüm kişiyle kaşlarımı çattım; Taner.

“Senin burada ne işin var?” diye sordum aramızdaki mesafeyi koruyarak.

“Baban istedi.” Dediğinde sesindeki öfkeyi bütün hücrelerimle hissetmiştim, burada olmaktan memnun değildi.

“Neden?” İkinci sorumla birlikte sinirle gülüp, burnundan sert bir nefes aldı.

“Çünkü baş belası,” O bana doğru birkaç adım atarken ben, bana karşı kullandığı hitap şekline takılmıştım. “Baban etrafında kendi adamlarından birini istiyor ama sen etrafındaki herkesten nefret ettiğin için bir de en son gönderdiği adamların arabasına çekiçle saldırıp adamları da hırpaladığın için yanına birini koyacak birini bulamamış.”

“Sen piyangodan mı çıktın?”

“Dün benim yanıma gelip bahçede benimle konuştuğunu görenler yetiştirmiş babana.” Kollarını iki yana açıp başını eğdi. “Babanda sevgili kızının benden diğerlerine nazaran daha az iğrendiğini düşünüp bu değerli görevi bana verdi.” Dedi. Sesi hâlâ öfkeliydi ve bu öfkesinin altında istemsizce ben varmışım gibi hissediyordum.

“Burada olmaktan memnun değil gibisin?” diye sordum tek kaşımı kaldırıp dikkatle onu izlerken.

“Olur mu canım! Senin gibi bi’ baş belasına bakıcılık yapmak benim için bir onur.” Dedi aynı sert sesiyle. Tepkisine yüzümü buruşturdum, burada olmasını isteyen ben değildim. Dudaklarım arasından öfkeyle bir nefes verdim.

“İyi defolup gidebilirsin. Senin burada olmanı isteyen ben değildim.” Başka bir şey söylemeden eve doğru yürümeye başlamıştım ki tekrar sesini duydum:

“Hazal!” Duraksayıp omzumun üstünden ona baktım. Birkaç saniye sessizce yüzüme baktı akabinde sertçe yutkunduğunu fark ettim. “Dikkatli ol.” Dedi ama sesi bu sefer sert değildi ya da öfkeli, bu sefer ne olduğunu anlamadım. Hiçbir şey söylemeden eve girdim. Yakup salonda söylenip duruyor Selin’de onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

“Yakup bir dur artık! Dönüp durma benim de başımı döndürdün.” Diye carladı Selin yattığı yerden kalkarken. Son on dakikadır ikimiz de Yakup’un evin içinde volta atışını izliyorduk.

“Kızım evimin önüne dizilmiş sikik herifler. Neymiş Hazal’ı koruyacaklarmış, piçlere bak! Kızın huzuruna kaçıran onlar, onlar olmasa bizim ne derdimiz ne de sıkıntımız olur.” Sinirle bağırmaya başladığında Selin’le birbirimize baktık.

“Çekicimi alayım mı?” Diye sordum Yakup’a alttan bir bakış atarak. Önce anlamayarak baktı sonra hatırlamış olmalı ki sırıtmaya başladı.

“Yok fıstık kalsın, en son benim de kafama vuruyordun sen o çekiçle. Mümkünse ses otur yerinde.” Gülümseyip ona bir asker selamı verdim.

“Anlaşıldı efendim, başka bir isteğiniz.”

“Valla bir de şu it sevgilinden ayrılsan…” diye devam etti ama o cümlesini bitiremeden Selin kafasına attığı yastıkla onu susturmuştu. Yakup’un az önceki öfkesi gitmiş şimdi kedi bakışlarıyla Selin’e yanaşıyordu. “Ne dedim ki sanki papatyam. Kardeşimi koruyorum ben, dış kapının dış mandalı mıyım ben Selin?” dedi sahte bir üzgünlükle. “Abiyim ben abi!” dedi belini dikleştirirken.

“Ne alakası var Yakup?” dedi Selin bıkkın bir nefes vererek.

“E o zaman? Hazoşu it sürülerinden korumak benim görevim. Bekar güzel kız, itler de dolu.”

“Yakup Hazal’ın kendi aklı var.” Dedi Selin uyarır bir tonda. Yakup’un bu tavırlarına hiçbir zaman alınmamıştım, alınmam da. Tek derdinin beni korumak olduğunu biliyordum ayrıca ona ve Selin’e Burak’tan daha çok güvenip değer verdiğim açık bir gerçekti. Yakup daha fazla bir şey söylemedi. Zaten daha sonrasında hepimiz odalarımıza çıkmıştık. Uykum yoktu, bir saat boyunca yatakta dönüp dolaşsam da uyuyamamıştım. Sıkıntıyla oflayıp üstümdeki battaniyeyi atıp yataktan çıktım. Odamda küçük bir balkon vardı, üstüme ince bir hırka alıp kendimi balkona attım. Diğer araba yoktu ama Taner oradaydı, arabaya yaslanmış sigara içiyordu. Ona baktığımı hissetmiş gibi bakışlarını bana çevirdi. Yüzü ifadesizdi ama yine de burada olmaktan hoşlanmadığını anlamak zor değildi. Sigarasını son kez üfledi, izmaritini ayaklarının altında çiğnedi ama bakışlarını çekmedi. Yaslandığı arabadan ayrılıp kapıyı işaret ettiğinde önce ne demek istediğini anlamadım, kapıya doğru yürümeye başladığında ne istediğini anlayarak olduğum yerden ayrılıp ses çıkarmamaya özen göstererek kapıya inmiştim.

Kapıyı açtığımda sorgulayarak baktım ona o ise sadece boş bakıyordu. “Ne bakıyorsun kızım tuvalete gireceğim.” Dedi yanımdan geçerken. Göz devirerek kapıyı kapattım.

“Üst katta soldan ikinci kapı.” Başını sallayıp üst kata çıktığında Yakup’un ya da Selin’in uyanmaması için sessiz olması konusunda onu uyardım. Ben salondaki boş koltuğa uzanırken Taner birkaç dakikanın ardından merdivenlerden seri adımlarla iniyordu. “Sessiz olsana be adam!” dedim kaşlarımı çatarak. Bana bakıp omuz silkti. Tekrar kapıya yöneldiği sırada kendimin bile anlam veremeyeceği bir hamleyle yerimden kalkıp, “Kahve içer misin?” diye sordum. Taner’in adımları durdu, omuzunun üstünden bana baktığında söylediğime şimdiden pişman olmuştum.

Birbirimize baktığımız o birkaç saniyede ne söylemem gerekiyordu ya da bir şey söylemem gerekiyor muydu düşündüm. Bedenimin bir kez daha aklıma yaptığı itaatsizliğe lanet ettim. Tanımadığım bir adamı, daha da kötüsü babam için çalışıyordu; babam istediği için buradaydı.

Bu sefer kendimden iğrendim, yıllarca göğsümün altında yatan küçük kıza ne hesap vereceğimi düşündüm. Kalbim göğsüme ağır geliyordu ama itaatsizliğine yine de devam ediyordu. Sertçe yutkundum, yılanın çatallı dili bu sefer enseme uzanmış soğuk derisi bedenimi üşütürken tıslıyordu. O mutluydu, göğsümün altındaki küçük kız ise öfkeli.

Taner ellerini pantolonun ceplerine sokup, sorgulayan bakışlarıyla birlikte bana doğru birkaç adım attı. “Hazal, ne yapmaya çalışıyorsun?” diye sordu ama bu soruyu ben de kendime sormuş sessizliğin kanıyla yıkanan bir kitap bulmuştum sadece, cevaplar yoktu sadece kan.

“Hava soğuk diye dedim, iyi be içmezsen içme!” Arkamı ona doğru döndüğümde,

“Sade olsun.” Dedi tek düze bir sesle. Başka bir şey söylemeden yanıma gelip karşımdaki koltuğa oturdu.

İkimize de kahve yaptıktan sonra kupaları elime alıp salona dönmek için mutfaktan çıkmıştım ki Taner’in sesini duyduğumda duraksadım. “Soykan neyin ne olduğunu biliyorum.” Dedi telefonda konuştuğu kişiye, sesi sertti. “Yani? Ne yapmamı istiyorsun. Soykan o adam benim ellerimde acı çekmeden duramayacağım. Siktirme şimdi tehlikesini ben bilmiyorum mu lan tehlikeli olduğunu! Ben o adamı öldürmeye yemin ettim.” Ellerimin titrediğini sıçrayan sıcak kahveyle fark edip bir adım geri attım. Kalbim fazla hızlı çarpıyordu, yükselen nefes alışverişlerimi bastırmak için dudaklarımı birbirine bastırdım. Kimden bahsettiğini söylemese de ensemde dolaşan yılan sinsice gülüyordu, ikimiz de kimden bahsettiğini biliyorduk. Babam. Taner’in öldürmek istediği kişi babamdı…

🌼

 

 

Birinci Bölüm sonuuu

 

 

Kendimi buraya alıştırmaya çalışıyorum yavaş yavaş...

 

 

Yorumlarda buluşalım 🖤👉

Loading...
0%