@hivdasnk
|
2. Sarhoş
Bölüm Şarkısı | NF - Can You Hold Me 🌼
Bazen kendimi kafese sıkışmış, yaralı bir kuş gibi hissediyordum. Kaçmak istiyordum ama canım yanıyordu, çığlık atmak; bağırmak istiyordum ama kimse sesimi duymuyordu. Kendimi anlatamıyordum, suskunluğum göğüs kafesimi dikenli bir tel gibi sarmıştı. Kemiklerim sızlıyordu ama ben konuşamıyordum. Uçmayı unutmuştum, korkuyordum çünkü bütün hayatımı bir korkuyu saklamak için tuğlalar örerek yaşamıştım. Korkum bir gölge misali bedenimin üstüne seriliydi, boğuluyordum. Benim korkum babamdı, onunla arama her zaman tuğlalar örmüştüm ama onun gölgesi her zaman üstümdeydi. Kaçmanın tek yolu susmaktı benim için. Ama susmak boğazımı acıtıyordu, ben ölmek değil artık gerçekten yaşamak istiyordum. Yaşamayı öğrenmeyi. Elimdeki sıcak kahveleri taşımakta artık zorlanıyordum, hâlâ titremeye devam eden ellerim kahvenin sıcaklığından nasibini almıştı ama ayaklarım hareket edemiyordu. Zeminden yükselen sarmaşıklar ayaklarımdan bedenime doğru bir yılan gibi sürünmüş beni olduğum yere sabitlemişti akabinde geçen her saniyede biraz daha nefessiz kalıyordum. Taner telefondaki kişiye birkaç bir şey daha söyleyip telefonu kapattı, derin bir nefesi sesli bir şekilde bırakırken omuzlarının kalkıp inişini seyrettim öylece. Taner arkasını döndü ve gözleri gözlerime değdi. Susmaya devam ettim o ise söyleyecek bir şeyler aradı birkaç saniye, zihninde yaşanan kargaşa tenime üfleniyordu sanki. Kargaşa durdu, her şeyin yıkık dökük olduğunu hissettim ve Taner hiçbir şey söylemeden suratıma bakmaya devam etti. "Kimsin sen?" dedim sesimi güçlü tutmaya çalışarak ama bu çalışmaktan öteye geçmemiş sesim olabildiğince kısık ve güçsüz çıkmıştı. Taner gözlerime bakarak bana doğru yürümeye başladı ama ben geri gitmek şöyle dursun hâlâ nefes almakta bile zorlanıyordum. O yaklaştıkça harelerinden gözlerimi çekmek istedim ama yenilgim çok kısa sürdü, harelerinin perdesi altına gizlenmiş yangına bakmaya devam ettim. Taner bana bakmayı bir saniye bile bırakmadan elimdeki bardakları aldı, bardakları alır almaz da çatılı kaşları ellerime döndü. "Kızım kaynar bunlar, eline dökmüşsün bi' de." Dedi kahveleri duvarın yanında duran sehpanın üstüne bırakırken. "Soruma cevap ver." Dedim ve sesim bu sefer daha güçlü çıkmıştı. Taner duraksayıp bana döndü yüzünde her zaman bir maske gibi suratına yerleştirdiği o ifade vardı. Korkuyordum, korktuğumu biliyordu. "Hazal istersen git babana anlat, istersen git polise inan umurumda değil." Dedi. Gitmek için arkasını döndüğünde göğsümün altındaki yılan çatallı dilini kalbimde gezdirmeye başlamıştı. Gözlerimin dolmasına engel olamadım, nefret etsem de engelleyemedim bunu. Zamanın altında ölüyordum, iyileşeceğimi düşündüğüm her an zaman yaralarımdaki dikişleri söküyordu. Alışmıştım ama geçmiyordu. "Ne yaptı?" Sorduğum soruyla birlikte neredeyse kapının önüne varmış olan beden duraksadı. "Canını neyle yaktı?" İkinci sorum daha çok dikkatini çekmiş olacak ki tamamen bana döndü. Soru işaretleriyle kaynayan bakışları yüzümde dolaşırken birkaç dakika öncesine göre daha iyiydim. En azından ellerim titremiyordu artık. Taner'in kaşları alnını kırıştırarak havalanırken olduğu yerden birkaç adım bana doğru attı. "Sana ne yaptı?" "İlk ben sordum." Dediğimde dolgun dudaklarında belli belirsiz bir gülümseyişin izi geçti ama bu çok hızlı oldu. Anılarının gözlerinin önünden geçişini izlerken burnunu kırıştırdı. "Babam." Dedi, ondan beklenilmeyecek kadar güçsüz bir sesle. Taner'in cevabıyla söylediği her şeye hazırlıklı olduğunu düşünen kalbim göğsümün altında sıkıştı. Saniyeler birer bıçak gibi tane tane vücuduma saplanırken gözlerimi gözlerinden çektim. Yutkunma ihtiyacı hiç bu kadar beni sarmamıştı. Kendi içimde verdiğim iç savaşta öylesine kaybolmuştum ki hemen önümde duran adamı konuşana kadar fark edemedim. "Sıra sende." Dedi Taner gözlerine bakmam için yangını yüzüme vurarak. Ona baktım, kahvelerinde hızla bir şeyler geçti; sanki tahmin edebilmiş ama etmek istemiyor gibiydi. Dudaklarımda silik bir tebessümün tohumları gömülürken yanağımı kesen gözyaşımı hissettim. "Annem." Dedim benim bile duyarken zorlandığım bir sesle. Geçmiş benim için çoğu kişiden daha karanlıktı, babamın bana armağan etti çocukluğum kara bulutların altında her gün ıslanıyordu. Ellerimi yüzüme götürüp derin bir nefes alarak Taner'in yanından geçtim. Ellerim hızla saçlarıma giderken geniş salona geçip bahçeye açılan cam kapıya yöneldim. Birkaç saniye camdaki yansımama baktım, yansımadan Taner'in yavaş adımlarla yanıma yaklaştığını hissediyordum. Bana baktı akabinde cam kapıyı aralayıp bahçeye çıktığında peşinden gittim. O sigarasını çakmağındaki ateşle yakarken ben etrafta birinin olup olmadığına baktım. Bugün Taner'le birlikte bir araba daha vardı ve o oradaki adamların nerede olduğu henüz şimdi aklıma düşen can sıkıcı bir soruydu. "Onları gönderdim sadece ben varım." Dedi Soykan sanki zihnimden geçen her kelime onun gözlerine seriliyormuş gibi. Bahçe salıncağına oturduğumda birkaç saniye sonra yanıma oturdu. "Sormak istediğin bir şey varsa..." "Çok şey var." Dedim bakışlarımı hızla ona çevirirken. "Madem ölmesini istiyorsun, neden hayatını kurtardın?" "O kadar kolay ölmesine izin veremezdim, on iki yılda yaşadığım her şeyi fazlasıyla tatmadan ölmesine izin vermezdim Hazal. Acı çektiğini görene kadar olmaz." O an anladım ki Taner bunu yapabilecek belki de tek kişiydi. Ondan hep nefret etmiş de olsam hiçbir zaman buna cesaret edemezdim, onun ölmesi için Tanrı'ya her gece yalvarmış da olsam kanını ellerimde görmeye cesaretim yoktu. O kadar güçlü değildim, Taner'in aksine. "İsmim Taner Yavuz." Dedi sigarasının dumanı dudaklarından bir ip gibi düşerken. "Taner Yavuz Özer. Yavuz babamın adıydı." Söylediği şeyle sertçe yutkundum ama konuşmadım. "O öldükten sonra ismini aldım ama kullanmazdım." "Babam yanında tuttuğu adamı araştırır kim olduğunu öğrenirse..." "Öğrenemez." Dedi dudaklarımı şaşkınlıkla aralık bırakacak kadar kendinden emin bir şekilde. "Çoktan araştırdı bile, Soner Tomer adında bir adamın oğlu olduğumu sanıyor." "Kendinden fazla eminsin." Dediğimde güldü ve başını salladı. "Onun gibi bir adamı öldürmeye yemin ettiysen kendinden emin olmalısın." "O adamdan aldığın yüzük, babam için miydi?" Yavaşça başını salladı. "Yüzüğü nasıl ve kimden aldığımı bilmiyor, şeytan olduğu düşünülen biri için çabuk kandırılıyor." Sesi alay eder gibiydi ama ben bunun doğru olmadığına emindim. Babam gerçekten de şeytanın kanından içmiş bir adamdı, onu kandırmak zordu. "O akşam seni yemekte ele verebilirdim." Dediğimde tekrar çillerle kaplı yüzünde alaylı bir gülümseme oluştu. "Onunla pek de bir şeyler paylaşan biri gibi değildin, öyle ki erkek arkadaşınla yemek yemesi bile seni deli ediyordu." Kaşlarımı çattım söylediği şeyle, Burak'la bu konuyu hâlâ konuşmamıştım. Bir kavga olacağını biliyordum ama bir süre öfkemi dinlendirmenin daha sağlıklı olacağını da bildiğim için bir süre uzak kalmaya karar vermiştim. "Ama az önce babama söyleyeceğimi zannettin." "Araları ne kadar kötü olursa olsun bir kızın babasının ölmesine izin verebileceği aklıma geldi." Dediğinde kaşlarımı çattım. Kız çocuklar en çok babalarına düşkün olurlardı, babaları kızların ilk aşkı ve ilk kahramanıydı ama bir kız çocuğu en çok da babasından nefret edebilirdi. Bir babanın yapabileceği kadar kimse bir kızın kalbini acıtamazdı. Bazen annemi babam değildi bir yabancı öldürseydi yine de böyle canım yanar mıydı diye düşünüyorum, ben annemi öldüren adama mı yoksa babama mı öfkeliydim? Hangisi daha çok harlamıştı göğsümün altındaki yangını? "Hazal?" Taner'in sesiyle bakışlarımı ona çevirdim. "İyi misin?" diye sorduğunda gözlerinin aksine sesi hissizdi. Gözleriyse, onlar hakkında kimsenin kullanacağı yeterli bir cümle yoktu. Bir yazarın kalemi Taner'in gözleri hakkında kâğıda dokunduğu her an kırılırdı, ressamın fırçasındaki boya tuvalde akıp giderdi. Harelerinin ardı fazla karışıktı, ne hissettiğini anlamadım. "İyim." Değildim. "Sadece ne söylemem gerektiğini bilmiyorum, Taner ben de yıllarca ondan nefret ettim ama hiçbir zaman senin kadar cesaretli olamadım." Taner sessiz kaldı ve bunun için ona minnet duydum. Zihnim fazla yorgundu ve göğüs kafesimin altında yaşayan yılanın çatallı dili kalbime dokunup dururken konuşmak zordu. "Git ve uyu, bu kadar şey senin için fazla olmalı." Bir cevap vermeden sadece başımı sallayıp onu bahçede bırakarak bahçeden çıktım. Odama giderken uyuyamayacağımı biliyordum, yine de o an Taner'in veya başka birinin yanında değil de kendimle olmam gerektiğini hissediyordum. Taner'in söylediklerinden sonra ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. İlk önce korku vardı ama şimdi o da yoktu. Ruhumu okyanusun içinde bırakan bu hissin ne olduğunu çözmek imkânsız gibiydi, bir şey hissetmem gerekiyor muydu onu bile bilmiyordum. Belki de ondan korkmalıydım peki ama ne için? Benden daha cesur olduğu için mi? Hissettiklerini her gün fazlasıyla hissediyordum ikimiz arasındaki tek fark o hissettikleri için harekete geçecek kadar güçlüyken ben değildim. Babamdan nefret ettiğim kadar korkuyordum da çünkü onun söyleyebileceği ya da yapabileceği her şeyin beni herkesin yapabileceğinden daha çok yaralardı. Diğer kızlar için babaları onların sığınacağı limanken benim babam benim hayatımın canavarıydı, ondan kaçmak için bir limanım da yoktu. Düşüncelerimin denizinde çırpınırken odama ulaşmış kendimi çarşafı dağılmış yatağıma bıraktım. Gözlerimi kapattım uyuyamayacağımı bildiğim halde, zihnim bu gece açık kalacaktı. 🌼 Ağlıyordum, küçük bedenim içinde ilk kez tattığı duyguya dayanamıyor ve ağlamak bile ağır geliyordu. Babama baktım zifirden gelen bakışları bana değil karşısındaki adama bakıyordu. Adama bir şey söylüyor ama bütün konuşmaları bulanıktı, dediklerini anlamıyordum. Şu an ne olduğunu bile bilmiyordum zihnimde aynı görüntü yankılanıyordu: Annemin bedeni. Güzel yüzünü ilk kez öyle görmüştüm, hiç gibiydi. Babam bana baktı, yanıma gelip gelmemekte kararsız bedeni en sonunda bana doğru birkaç adım attığında koltukta biraz daha kaydım. Bakışlarını yumuşak tutmaya çalışsa da irislerinin arkasına saklanan iblisin acımasız gözlerini görebiliyordum. Önümde eğildiğinde titrek gözlerle ona baktım, gülümsedi; gülümseyişi bile beni korkuttu. "Hazal." Dedi elli saçlarıma giderken, kendimi geri çekmek istedim ama sanki o an Medusa'nın gözlerine yenik düşmüş taşlaşmıştım. "Acıktın mı?" diye sorduğunda başımı salladım. "Annemi istiyorum." Dediğimde yüzündeki sahte gülümseme daha fazla yer edinememiş irislerinin arkasına saklanan iblisin gözleri şimdi tüm çıplaklığıyla karşımdaydı. "Neye inat ediyorsun hâlâ. Artık sadece ben ve sen varız. Şımarıklık etmeyi bırak." Sesi zehirliydi, insanı hem korkutan hem de öfkelendiren türden bir zehir. "Selma!" diye bağırdığında yerimden kıpırdayamadığım için oturduğum koltuğa biraz daha sindim. "Yiyecek bir şeyler hazırla." "Aç değil... " "Lafımı ikiletmek yok Hazal, günlerdir doğru dürüst bir şey yemiyorsun." İtiraz edemedim, karşımdaki bir canavar bense onun için kolayca başını koparabileceği tutsağı. Birkaç dakika sonra evimizin hizmetlisi Selma Abla elindeki tepsiyle birlikte salona girdi. O bile elindeki tepsiyi taşırken titriyordu. Tepsiyi koltuğun üstüne bırakıp hızlı adımlarla tekrar mutfağa döndü. Kadının getirdiği patates ve köftelere bakarken yüzümü buruşturdum. Aç değildim, nefret beni o kadar doldurmuştu ki midemde hiçbir şey için yer yoktu. "Ye hadi." Dedi babam donuk bir sesle. Onu duymazdan geldim, bakışlarım tabaktaydı, ona bakmak istemedim. Bir süre bekledi ve birkaç kez daha dediklerini tekrarladı. Başımı salladım, istemiyordum. Babamın aniden çenemi kavrayan elleriyle inledim. Canımı yakıyordu, canımı o kadar yakıyordu ki dudaklarım aralanmış, gözyaşlarımdan her şeyi bulanıklaştıran gözlerimle ona bakıyordum. "Sana lafımı ikiletme dedim!" Çatala patates alıp patatesi zorla dudaklarımın arasından geçirdiğinde gözyaşlarım fazlalaşmış hıçkırıklarım bir çığlık gibi yankılanmaya başlamıştı. "Hazal!" Duyduğum sesle irkilerek başımı kaldırdım. Selin ve Yakup endişeli gözlerle bana bakıyorlardı. Sertçe yutkundum zihnimde bir mürekkep gibi kollarını dağıtan iblisin gözlerini gaya kuyusunun içine döktüm. Biliyordum ki tekrar ortaya çıkacaktı, belki de ölene kadar bir gölge misali iblisin gözleri benliğimin etrafında gezecekti ve bunun için elimden hiçbir şey gelmiyordu. Önümde hiç dokunulmadan duran kahvaltı tabağına baktık ve istemsizce yüzümü buruşturdum, yemek yemeyi sevmezdim evet ama bazı zamanlar yemek görmek bile midemi bulandırıyordu. "İyi misin kuzum?" diye sordu Selin cevabını bilmesine rağmen. Yine de masadaki herkesin bildiği yalanı tekrarlayıp başımı salladım yavaşça. "İyim, yemek kokusu midemi bulandırdı sadece." Dedim sandalyede arkama yaslanırken. Yakup'un itiraz etmek için aralanan dudaklarını gördüm ama hemen vazgeçip kahvaltısına devam etti. Masadaki sessiz rüzgârın yaratıcısı bendim ve bu sefer bundan tiksindim. Selin ve Yakup'u sürekli bu sessizliğin uçurumunun ucuna sürüklemekten hep nefret ediyordum ama onlar bunu hiçbir zaman sorun etmiyor aksine böyle zamanlarda daha hassas davranırlardı bana. Bazen onlar için kırılmasından korktukları porselen bir bebek gibi hissediyordum, dokunmaya bile korktukları ama bir an bile yalnız bırakmadıkları bir bebek gibi. "Taner dışarıda." Dedi Selin. Başımı sallayıp onu onayladım. Büyük ihtimalle nasıl oldu da burada bulunmasına izin verdim diye düşünüyorlardı. "Biliyorum, dün geceden beri dışarıda. Babam göndermiş." "Ve sen kıyameti kopartmadın?" Selin'in sorgulayıcı bakışları yüzümde gezinirken ben önümdeki tabağa bakıyordum. Arkadaşlarımın bakışlarının mürekkebi çehreme bulaşırken sessizliğin örtüsünü saçlarıma örtüp ikisinin de cevapsızlığımı kabullenişini bekledim. Selin endişeli Yakup ise gergindi, bir açıklamayı hak ediyorlardı bunun farkındalığı tüm ağırlığıyla göğsüme yerleşmişti ama şimdilik bir şey söylemek istemiyordum; en azından Taner'le tekrar konuşana kadar. Telefonum bildirim sesi odada yankılandığında bakışlarımı dakikalar sonra hiç dokunulmamış tabağımdan çekip telefonuma döndüm. Mesaj Burak'tandı, bana bir kafenin konumu atmış ve önemli olduğunu belirtmişti. Sıkıntıyla iç çekip elimi dalgalandırdığım saçlarıma attım. "Burak." Dedim sessizliğin örtüsü saçlarımdan kayarken. "Önemliymiş." "Kıçımın kenarı!" Yakup'un sitem dolu sesiyle ona döndüm. Ağzını yediği sosislerle doldurduğu için sesi boğuk çıkıyordu. "İki gün sonra mı aklına gelmişsin? Peh! Ben papatyam bana sinirli olacak kapısında yatarım be, köpek gibi beklerim. Havlarım bile." Ben söylediklerine gülerken Selin göz devirdi. "Yakup başladın yine, abartma." Dedi Selin, Yakup yeşil gözlerini olabildiğine açarak Selin'e döndü. "Selin, inanmıyor musun bana!" "Havlamana mı?" "Niye havlamayayım minik papatyam, sen istersen havlarım da miyavlarım da! Kızım halı sahada giydiğim formanın arkasında bile hanımcı yazıyor. Bak inanmıyorsan havlim hemen." Yakup ağzındakileri yuttu ve Selin'le ikimizin ciddiye alışının aksine havlamaya başladı, sonrasında uludu... "Ay Yakup dur! Tamam inandım." Dedi Selin bir yandan da eliyle Yakup'un ağzını kapatmaya çalışıyordu çünkü çiğnediği her şey tamamıyla gözüküyordu. "Yakup iğrençsin ya!" dedim masadan kalkarken ama sözlerimim aksine dudaklarım durduramadığım bir gülümseyişle kaplanmıştı. İkisiyle vedalaştıktan sonra atölyeye gitmeden önce Burak'la buluşmama kararı almış, Burak'a geleceğime dair kısa bir mesaj atmıştım. Evden çıktığımda evin küçük bahçesinin dışında arabasının önünde telefonla konuşan bedene baktım. Dün geceden beri buradan hiç ayrılmadığını belli edercesine gözleri uykusuzluğun parmaklarına sarılmıştı. Yorgun bakıyordu ama sanki buna alışmış gibi. "Günaydın." Dedim adımlarımı ona doğru atarken o çoktan telefonu kapatmıştı. "Günaydın." Dedi bakışlarındaki boşluklar anlamlandıramağım gölgelerle kuşatılmıştı, sesi her zamanki gibi tek düze dudaklarından dökülürken gözlerindeki kahve perdelerin ardınlar yüzlerce gölge dolaşıyor ve fısıldıyordu. "Nereye?" Sorusuyla birlikte kaşlarım havalanırken ona alayla baktım. "Taner burada durmana sesimi çıkartmamış olmam beni sorguya tabi tutmana izin vereceğim anlamına gelmiyor." "Cevabın bu olduğundan şüpheliyim." Bu sefer sinirle nefesimi bırakıp dişlerimi sertçe alt dudağımda dolaştırdım. Kahve perdelerinin ardında dolaşan gölgeler haricinde onda hiçbir değişiklik yoktu, dün geceki konuşma sanki bir yazarın sayfalarının arasında kaybolmuş Taner'se o sayfaları koparıp sonsuzluğun çukuruna atmıştı. Fazla tepkisizdi bu durumsa sinirimi bozmak için yeterliydi. "Cevap?" diyerek onu tekrarladığımda yavaşça başını salladı. Omzumdan düşen çantamı düzeltirken kendi arabama doğru yürüdüm. "Seni ilgilendirmez." Arabaya doğru birkaç adım atmıştım ki bileğime sarılan elle durmak zorunda kaldım. Benimkine nazaran daha güçlü ve büyük eli bileğime sarıldığında direnmedim ama sinirle yükselen nefesi burnumdan bırakıp ona döndüm. "Ne?" "Dengesiz misin kızım sen?" dedi alnını kırıştırarak çatılan kaşlarıyla birlikte. "Ben miyim dengesiz?" dedim bileğimi elinden kurtarırken. "Aynen sensin dengesiz." Boyu benden uzun olduğu için bana yukarıdan bakıyordu ve bu zaten fitili yeni ateşlenmiş sinirimi daha da arttırıyordu. "Dün minnoş kediden farksızdım, şimdi kuyruğuna basılmış gibisin." Bütün bunları o kadar düz bir şekilde söylemişti ki güzel yüzüne esaslı bir yumruk atma isteği bir günah gibi boynuma dolanmıştı. "Hadi be oradan!" "Hazal, her nereye gidiyorsan seni yalnız gönderemem." "Yapma ya?" dedim alayla sırıtarak. "Babam mı istedi bunu da?" dedim ama bunun Taner'in sinirle kasılmasına sebep olacağından bilinçsiz bir şekilde. Cevapsız kaldığında alayla sırıtmayı sürdürdüm. "Boş versene." Tekrar gitmeye yelteneceğim sırada elleri beni durdurmak için oradaydı. "Hazal." Dediğinde sesinde her zaman yerini koruyan sertlik kırılmıştı, bu sefer sadece ciddiyetin kör kılıcı ses tellerine dokunmuştu. "O heriften nefret etmem başka bir şey, bu başka. Ortalık karışık, sana zarar gelmesinden korktuğu için sürekli birilerini yanına göndermeye çalışıyor." Sözleri bu sefer benim için alay konusu olmadı, olamadı. Babam, neye sahip olursa olsun her zaman daha fazlasını ister ve bunu her zaman iğrenç yollarla yapardı. İnsanları öfkelendirir, canlarını yakardı akabinde bir süre Türkiye'den uzaklaşır her şeyin tamamen temizlenmesini beklerdi bu daha önce de olmuştu. Buna alışkındım lakin bu sefer daha büyük bir bokun içine girmiş gibi hissediyordum. "Ne yaptı yine." Dedim içimde yükselen sıkıntıyı dudaklarımın arasından dökülen sesime dokundurarak. "Birilerini kızdırdı diyelim. Bu işe seni katarlar mı bilmiyorum ama baban bundan endişeli, onun canını yakmak için seni kullanabileceklerini düşünüyor. Bu yüzden inatlaşma benimle de nereye gideceksen götüreyim." "Tamam." Dedim bu sefer diretmeden Taner'in arabasına doğru onunla birlikte adımladım. Taner şoför koltuğunun kapısını açarken arka kapıyı açmıştım ki beni durdurdu. "Pişt." Dedi başını sorgularcasına sallarken. "Şoförün müyüm kızım ben senin? Binsene ön koltuğa." Kollarımı arabanın üstüne koyup tek kaşımı alayla kaldırdım. "Allah Allah, bir dakika önce şoförüm olmak için pek hevesli duruyordun." "Hazal." Dediğinde sesi tehditkârdı, bu yutkunmama sebep olsa da dik başlılığımdan ödün vermedim. "Sınama beni güzelim, geç bin şu ön koltuğa o varla yok arası burnunun dikine gidip de durma." Burnuma mı laf etmişti o? "Aa, sen kendi koca burnuna bak be, marul kafa!" "En azından burnum var." Kollarını tıpkı benimki gibi arabanın üstüne atıp dudaklarına hinliğin kıvrımını çizdi. "Millet benimki gibi burna sahip olmak için para ödüyor be!" "Yapma ya, enayisi çok ülkenin desene." Gülümsedi, gülümseyişi kaşlarımı sinirle çatmama sebep oldu. Göğsümün altındaki yılan sivri dilini kalbime batırdığı bağırmak istedim ama bir şey yapmadan çillerle kaplı yüzünde gökyüzünün karanlığına yükselen ay gibi ayrı düşen gülümseyişine çatılı kaşlarımla bakmaya devam ettim. Kendime itiraf ettiğim için içim öfkeyle dolsa da güzel bir gülüşü vardı. "Şimdi arabaya bin baş belası, uğraştırma beni." Deyip arabaya bindiğinde onu takip ettim. "Nereye gidiyoruz." "Beşiktaş'ta bir kafeye, Burak adresi atmıştı." Dedim telefonumu açıp Burak'ın attığı konumu açarken. "Sarışın bebeyle mi buluşacaksın?" Taner'in sorusuyla anlamakta zorluk çeken bakışlarımı suretine döndürdüm. İfadesi düzdü, boşluktan başka hiçbir şey bulamadım ona baktığımda. Cevap vermedim o da sorgulamadı bu durumu sadece telefonumu alıp açtığım konuma baktı. Dudakları arasında bir nefesin geçişini hissettim akabinde ince bir gülümseyiş. "Burada mı buluşacaksınız?" "Evet, biliyor musun burayı?" "Sahibi bi' tanıdığım." Söylediği şeyden sonra arabayı çalıştırıp telefonumu bana geri verdi. Yirmi dakika süren yol boyunca tekrar konuşmadı ben de onun sessizliğinin ritmine uydum. Araba durduğunda geldiğimiz kafeye baktım, etrafı camdan olan kafe güzel duruyordu. Etrafa göz gezdirsem de Burak'ın arabasını göremediğim için ona geldiğime dair kısa bir mesaj attım. Taner'le kafeye yürürken ben önde o ise birkaç adım gerimde duruyordu. Aramızda birkaç adım olmasına rağmen Taner'in sırtımda gezinen gözlerinin gölgesi sanki bir uçurum uzağımdaydı, bunu o sağlıyordu hissedebiliyordum ama sorumu cevapsız bırakan neden bundan rahatsız olduğumdu. Kafeye girdiğimiz gibi gözlerim tek tük boş olan masalarda gezindi, kafenin arkasında kalan balkona doğru adımlamaya başladığımda Taner bir süre beni takip etti ama sonrasında duraksadı. Neden duraksadığını öğrenmek için ona dönmüştüm ki onu tanıdığım şu birkaç günde beni en çok dumura uğratan şeyi gördüm. Taner'in koyu kahveleri ışıldıyor büyük dudaklarında daha öncekilere benzemeyen mutluluğun ışığında yıkanmış bir gülümseme vardı. Birkaç saniye sonra dudaklarında yer eden gülümseyişin özünü fark ettim, esmer bir kız hızlı adımlarla Taner'e yaklaşıp kollarını boynuna doladı. Göğüs kafesimin altında yaşamını sürdüren yılan tısladığında onun kafasını taşla ezmek istedim. O yılanla yıllardır yaşıyordum ama son birkaç gündür ondan nefret etme derecesine gelmiştim. Konu özellikle de Taner olduğunda çatallı dili asla durmuyor, ıslak derisi sürekli kalbimin etrafında sürünüyordu. O yılanın başını kopartmaya kararlıydım ama bunu nasıl başaracağım meçhuldü. İkilinin sarılışını izlemek yerine hızlı adımlarla balkondaki boş masaya yerleştim, gözlerim Taner'e değdiğinde karşısındaki kızla birlikte boş bir masaya oturmuştu ve sürekli gülümsüyordu, bu çocuk bu kadar gülümseyebiliyor muydu? Gülümsememesi lazım, bu sinirlerimi bozuyor. Aradan çok zaman geçmeden Burak'ı gördüm bakışlarım istemsizce Taner'e değdiğinde gözlerini karşısındaki esmer kızdan çekmiş çatılmış kaşlarıyla Burak'ın bana doğru adımlayışını izliyordu. Burak bana doğru geldiğinde ayağa kalkmadım ama o yüzünde her zaman görmeye alışkın olduğum gülüşüyle bana yaklaşıp dudaklarını yanağıma bastırdı. "Sevgilim, çok bekletmedim değil mi?" dedi karşımdaki yere geçerken. Bir şey söylemeden sadece başımı salladım. O sırada garson gelmiş siparişlerimizi almıştı. "Geleceğini düşünmemiştim açıkçası hâlâ bana sinirli olduğunu biliyorum çünkü." "Ne bekliyordun ki?" Ses tonumun beni bile korkutacak derece soğuk ve sert olduğunun farkındaydım ama bunu umursamadım, bu onun için büyük bir uyarı olmalıydı. Onu sevmek için verdiğim çabayı daha da zorlaştırdığının farkında bile değildi... Burak birkaç saniye yeşile kaçan gözlerini yüzümde gezdirip ne söyleyeceğini düşündü. Ama ne kadar düşünürse düşünsün dudaklarının arasından çıkacak her kelime harelerimden sızan kılıcın ötesine geçemeyecekti. "Hazal o senin baban." Dedi sessizliğini bozarken. "Sevdiğim kadının babasıyla iyi anlaşmaya çalışmak neden bu kadar büyük bir sorun anlamıyorum." Burak az önceki düşüncelerimi kör bir kılıcın kanında yıkadı, söyledikleri harelerimden sızan kılıcı geçti; öfkemin kanlı elleri kelimelerinin gövdesinden akan kanlarla ellerini yıkadı ve açığa çıkmak için sivri tırnaklarını kollarıma batırdı. "Ben bile bunu istemiyorken sana ne oluyor?" dedim kollarımı masaya yaslarken. Burak sustu gözleri öfkemin kanlı çevresinde gezinirken tekrar konuşacaktı ki garson kız siparişlerimizi getirdi, ikimizde önümüze kahvelerimi bırakan kızın gitmesini bekledik. Burak konuşma isteğiyle çırpınırken buna izin vermedim. "Babamla samimi olmanı istemiyorum Burak, ben onunla olan her görüşmeden kaçmak için an kolluyorken senin her seferinde hevesle ona yanaşman sinirlerimi bozuyor." “Hazal o senin baban." Dediğinde derin bir nefes verip arkama yaslandım. "Aranızda ne geçti bilmiyorum çünkü bana hiçbir zaman anlatmadın ama her ne olmuş olursa olsun bir baba ve kızı sonsuza dek düşman kalamaz ya. Ona sonsuza dek kırgın kalamazsın." Sözleri benim için anılarımın üstüne örtülmüş kanlı perdenin ardında bir çığlıktı. O günden beri yaşadığım her şey o kanlı perdenin ardındaydı, asla yok olmayacaktı ama en azından o perdenin altındaydı ve Burak'ın o perdeyi kaldırma isteği canımı sıkıyordu. "Beni buraya babam hakkında konuşmak için mi çağırdın?" dedim elimi masanın üstündeki çantama atarken. "Eğer öyleyse ben gidiyorum." Masadan kalkmaya yeltenmiştim ki elini elimin üstüne koyarak beni durdurdu. "Hayır, dur lütfen." Dedi endişeyle. Tekrar yerime oturduğumda arkama yaslanıp kollarımı göğsümün altında birleştirdim. "Ne o zaman?" dedim vereceği cevabı beklerken. Rahatlamış bir tavırla arkasına yaslandığı sırada gözleri kıs bir süre için kafenin içinde dolaştı ve yüzündeki memnuniyetsiz ifadeden anladığım Taner'i görüşmüş olduğuydu. Taner'e baktım ara sıra bu tarafa baksa da gözleri daha çok karşısında ona heyecanla bir şeyler anlatan kızdaydı. Kız yüzünde büyük bir gülümseyişle Taner' bir şeyler anlatırken karşı çıkamadığım bir dürtüyle kızı süzdüm. Kahve, uzun, düz saçları vardı; fiziğini -çoğu kadını kıskandırabilecek derece iyi bir fiziği vardı- belli eden var siyah dar bir elbise giymişti. Yeşil gözleri ve gerçekten güzel bir yüzü vardı lakin oldukça küçük duruyordu. Kaşlarımı çattım, kaç yaşındaydı bu kız da Taner'le birlikteydi? Taner'in yaşını bilmesem de benden bile büyük olduğunu tahmin etmek zor değildi. "Bu herif ne arıyor burada?" dedi Burak, ses tonu rahatsızlığını açıkça belli ediyordu. Bakışlarımı ikiliden çekip karşımda oturan sarışın adama çevirdim. "O çok sevdiğin babamın isteği. Beni korumak için." Burak güldü ama bu gülüş daha çok sinir ve alay barındırıyordu. "Babanın adamlarının etrafında dolaşmasını sevmediğini sanıyordum." Dedi. Haklıydı da. Babam en son kapımın önüne iki koruma gönderdiğinde adamların arabasını parçalamış ve iki adamı da hırpalamıştım. Burak bunu bilmiyordu, bilmesindi de. O anlar gözümün önüne bir resim gibi serildi; Yakup'un beni sakinleştirmek için sıkıca karnıma sarılmış kolları, Selin'in endişe ve korkuyla akan gözyaşları ve benim dinmeyen öfkemle aldığım nefeslerle birlikte yanaklarımı hızla istila eden gözyaşlarım. Hepsi bir sıra halinde zihnimin etrafında dolaştı. "Sevmiyorum zaten. Geçici bi' durum, babamla kavga etmekle uğraşmak istemedim." Burak başını sallasa da rahatsızlığı hâlâ kendini belli ediyordu. Ben tekrar konuşmasını beklerken çalan telefon sesiyle gözlerimi devirdim. Burak çalan telefonunu ceketinin iç cebinden çıkarıp parmağıyla beklemem için işaret vererek telefonuyla birlikte masadan uzaklaştı. Onun masadan kalkmasıyla birlikte bu sefer benim telefonuma düşen mesajın sesini duydum. Telefonumu çıkardığımda bilinmeyen bir numaradan gelen iki mesaj vardı. Mesaja tıkladım ve gözlerimin önüne serilen görüntü yutkunmamı zorlaştırdı; Burak'ın ve yüzünü tanıdığım kadını içinde barındıran fotoğraf bedenimi üşüttü. Kadın Burak'ın asistanıydı onu sadece birkaç kez görmüştüm olsam da ondan hiçbir zaman hoşlanmamıştım ve şimdi ikisinin Burak'ın şirketteki odasında öpüşürken çekilmiş videosu hislerimin ne kadar doğru olduğunu doğruluyordu. Videonun devamı daha da çirkinleşiyordu ve video bitti bense zihnimde sürekli dönüp duran videoya ne tepki vereceğimi düşündüm ama sadece kaşlarımı çatıp bana mesajı atan numarayı arayabildim, numara kullanım dışıydı. Videoyu tekrar açtık, tekrar ve tekrar... Gözlerim videonun her karesinde dolaşırken şeytanın bana aptal diye fısıldayışlarını duyuyordum. Hayatım boyunca bütün nefretimi babama saklamıştım ve özellikle de hayatımdaki insana karşı bir nefret beslemekten hep kaçmıştım, bu olasılığı her zaman toprağın altına gömmüştüm ama şimdi nefretimin kapıları tekrar aralandı. "Hayatım." Burak'ın sesini duyduğumda telefonumu kapatıp masaya koydum. "Kusura bakma işle alakalıydı." Dedi. Yüzünü inceledim, bir zamanlar sevmek için her seferinde kendimi daha da zorladığım yüzü şimdi bende sadece mide bulantısına neden oluyordu. Her zaman mükemmel şekilde düzgün duran sarı saçlarına, kehribar rengi gözlerine, kemikli yüzünü saran sakallarına bakarken bir zaman o yüze aşkla bakacağımı düşünmüştüm ama iğrenme duygusu çok büyük bir şekilde içimde yükseliyordu. "Önemli değil." Dedim nefretimin kapısını kapatırken. Burak elini tekrar ceketinin cebine koyup içinden küçük, kare bir kutu çıkarttığında yutkundum. Burak elindeki kutuyla birlikte ayağa kalkıp önüme geldiğinde tek yaptığım boş gözlerle onu seyretmekte ve ne yapacağını anladığımda nefretim daha hızlı alev aldı. Burak önümde diz çöktü, kutuyu açıp içindeki yüzüğü görmemi sağlarken tekrardan kusursuz gülümsemesini sundu bana. "Hazal." İsmim dudaklarından döküldüğünde yüzümü buruşturmamak için kendimi zorladım. "Benimle evlenir misin?" Zihnim az önceki videonun her karesini gözlerimin önüne seriyor, göğsümün altındaki yılan öfkeyle tıslıyordu. İnsanların bize baktığını hissediyordum, Taner'in de... Bense gözlerimi karşımdaki adamın kehribar rengi gözlerinden ayırmıyordum, gülümseyişi solmaya başlayana dek ona bakmayı sürdürdüm lakin yılanın zehrini salmasıyla birlikte kendimi zorlayarak gülümsedim. Dudaklarım o kelimeyi sarf etmek için aralanmadı, aralanamadı ama yavaşça başımı sallamam Burak'ın tekrar gülümsemesi için yeterli olmuştu. Elimi tuttu, bundan nefret ettim. Beni ayağa kaldırıp yüzüğü parmağıma geçirdiğinde siyahlarım hâlâ yüzünde dolanmaya devam ediyordu. Burak bana sarıldığı sırada gözlerim bu sefer Taner'inkilere döndü. Yanındaki kız sevinçle bize bakıp alkış tutarken onun yüzünde sert bir ifade vardı ve o sert ifadenin kırıklarının içinden sızan anlama çabasını fark ettiğimde kaşlarımı çattım. Sonrası benim için karın ağrısıydı, Burak o kadar çok gülümsüyor ve neşe saçıyordu ki içimdeki onu öldürme isteğini her saniye körüklüyordu. Geçen bir saat boyunca onun gülümseyişlerine karşılık verme çabam karnıma ağrılar sokmuştu artık kalkmak istediğimi söylediğimde ise rahatlamıştım. Yüzüne daha fazla bakmak istemiyordum. Onun sarılışına karşılık verip direkt olarak Tanerlerin oturduğu masaya geçtim. "Artık gitmek istiyorum." Dedim ikilinin konuşmasını bölüp masalarına gölgemi devirirken. Taner yüzündeki gergin ifadeyle bana bakıp başını salladı. İsmini bilmediğim kız Taner'le birlikte aceleyle kalktı. "Hafta sonu gösteriyi izlemeye geleceksin değil mi?" dedi kız sesindeki heyecanı duyurmaktan çekinmeyerek. Taner gülümseyerek kızı kolunun altına alıp göğsüne yasladı. "Gelmeye çalışacağım güzelim." Sözlerinden sonra gözlerimi devirmeden edemedim. "Ben dışarıda bekliyorum." Dedim ikisinin sarılışını daha fazla seyretmemek için, hızlı adımlarla kafeden çıkıp arabanın yanına geldiğimde Taner hemen ardımdan gelmişti. İkimiz de bir şey söylemeden arabaya bindiğimizde, "Atölyeye gideceğim." Dedim sadece. Taner bana bakmadan arabayı sürmeye başlamıştı. Ona atölyenin adresini verişim dışında ikimiz arasında sessizliğin gölgesinin geçmesine izin verdim. Parmaklarım istemsizce parmağımda takılı duran yüzüğe gidiyor, ellerim onun varlığını sorguluyordu. O video olmasaydı dahi bu yüzüğün parmağımda durması beni yine aynı karın ağrısıyla buluşturacaktı. Atölyeye giden yol arabanın tekerlekleri altında kayarken Taner'in gözleri yüzüğüme değdi, parmaklarımla yüzüğün üstünü kapattım dünyada sahip olduğum en büyük kusuru kapatır misali. Ellerimin altındaki kusuru biliyordu, biliyordum yine de gözler önüne serilişi nefesimi hiç olmadığı kadar ciğerlerime hapsediyordu. Derin bir nefes almak istedim ama bir an için neden ve nasıl nefes alındığı tozlu bir anı gibi zihnimin duvarlarının arkasına saklandı, yutkundum Taner bunu fark etmedi ya da umursamadı zira gözleri bir daha bana değmedi. Benim için kendimi sorgularken geçen yol bittiğinde Taner yine sessizliğin esareti altında arabadan indi. Tavrını kız arkadaşının yanında gösterdiğim tavra bağlayıp onun adımlarını takip ederek sustum. İkimiz beraber atölyeye yürürken o bir iki adım gerimdeydi tekrardan. Atölyeye girdiğimde ilk dikkatimi çeken şey elindeki kahveyle masada oturan asistanımdı, beni görünce yüzüne büyük bir gülümseme çizmiş ve ayaklanmıştı. Ayağa kalktığında ilk fark ettiğim şey göbeğiydi, hamileliği artık kendini göstermeye başlamıştı. "Hazal Hanım, hoş geldiniz." Üzerimdeki deri ceketi ve telefonu askıya asarken bana doğru konuşan kıza gülümsedim. "Hoş bulduk Bahar, gelen giden yok değil mi?" "Yok kimse gelmedi." Dedi Bahar yüzünde gerçekten sahici olduğunu bildiğim gülümsemesini korurken. Baharın gözleri bir an Taner'e değdiğinde yüzündeki merakı hissettim ama ona bir şey söylemedim. "Tamam sen çık artık, bu aralar fazla yorulmaman lazım. Bundan sonra acil bir şey olmadıkça işe gelme." Dediğimde hızla başını salladı. "Hazal Hanım iki hafta sonra sergi var." Dediğinde ona tekrar gülümsedim, gerçekten de tatlı bir kızdı ve ona karşı hep bir sempati duyardım. Bahar'ın yanına gidip elimi hafif çıkık karnında gezdirdim. "Bahar hamilesin, dinlenmen ve bebeğe iyi bakman lazım. Sergi meselesini de düşünme, dediğim gibi acil bir şey olursa seni çağırırım zaten." Bahar tekrar itiraz eder gibi olmuş ama ona sunduğum kesin bakışlar onu bu durumdan vaz geçirmişti. Bahar çıktıktan sonra koltukta oturup telefonuyla uğraşan Taner'e son kez bakıp tablolarımı yaptığım arka odaya geçtim. Oda içindeki tablolar, boyalarımın bulunduğu raf ve şövale dışında boştu. Salınık duran dalgalı saçlarımı tepeden hızlı ve gevşek bir topuz yapıp yerde, duvara sayalı duran ve yarım bıraktığım resmin önüne oturdum. Gevşek topuzumdan kaçan bir tutam saç şakaklarımdan aşağıya kaymıştı ama bu beni rahatsız etmediği için düzeltme gereği duymadım. Üzeri kurumuş boyalarla kaplı fırçalarımdan birini alıp siyah boyaya bandırdım ve göğüs kafesinden başını sarkıtan yılanın siyah bedenini boyamaya başladım. Ben önümdeki resimle ilgilenirken Taner'in geldiğini duymuş hatta etraftaki tabloları da incelediğini fark etmiştim ama onun kafeden çıktığımızda imzaladığı sessizlik anlaşmasını sürdürmeye devam ettim. "Güzel çizimler." Sessizliğe ettiği yemini bozduğunda omzumun üzerinden ona baktım, eline küçük boyutlarda bir tablo almış hiçbir şey anlamadığı lakin beğendiğini belli eden bakışlarını tablonun üstünde dolaştırıyordu. "Sağ ol." Dedim kısaca ve resmime geri döndüm. "O sarışın bebe sana evlenme teklifi etti ha?" "Öyle oldu." "Gülmen falan gerekmez mi peki?" dediğinde bakışlarım tekrar onu buldu. Boyalarımın bulunduğu masaya kalçasını yaslamış, kollarını göğsünün altında gevşekçe bağlamış bir şekilde beni izleyen adamın sorusuna ne cevap vereceğimi düşündüm. "Ne bilim kadınlar evlilik teklifi aldıktan sonra -özellikle de kabul ettikleri bir evlilik teklifi- mutlu falan olmazlar mı? Senin cenazeni kaldıracaklarmış gibi duruyorsun." Sözleri odanın duvarlarına bir kırbaç gibi çarparken yutkunup tekrar yaptığım resme döndüm. Haklılığı yutkunmama sebep oldu, göğsümün altındaki yılanı hissediyordum sözleri onun da canını sıkmış gibiydi. "Biraz küçük değil mi?" Taner'in sorusunu yanıtsız bırakıp kendi aklımı kurcalayan soruyu ona sundum konunun dağılmasını umarak. "Derken?" "Sevgilin diyorum." Dedim içine alayı barındıran sesimle. "Biraz küçük değil mi? Reşit gibi bile durmuyor." Bu sefer bedenimi ondan yana çevirip tepkilerini dikkatlice süzdüm. Kaşları çatılmış gözlerime hâlâ neyden bahsettiğimi anlamak ister gibi bakıyordu ama bu kısa sürdü, dişlerini çıkık alt dudağına geçirip başını salladı. "İsmi Şebnem." Dedi keskin bir sesle. "On yedi yaşında ve sevgilim değil. Kız kardeşim." Kaşlarım yavaşça havalanırken bedenimi tekrar önümdeki tuvale çevirdim. "Yanlış anladığım için özür dilememi bekliyorsan çok beklersin marul kafa." Güldüğünü işittiğimde dudaklarım aklımı ret ederek yana doğru kıvrıldı ve o bunu görmediği için şükrettim. "Şimdi sıra sende." Önüne konunun sağılması için sunduğum sorunun bu kadar kısa bir dikkat dağıtıcı oluşuna lanet ettim bu sefer. Ona cevap vermek zorunda değildim ama göğüs kafesimin altında varlığını yıllardır sürdüren yılan çatallı dilini dudakları arasına alarak tıslamaya başlamış, dudaklarım cevabı içine alan kelimeleri firar ettirmek için hazırlanıyorlardı. "Bana evlenme teklifi etmeden iki dakika önce bir numara bana Burak ve asistanının Burak'ın şirketteki odasında sevişirken çekilmiş bir videosunu gönderdi." Bütün bunları tek bir nefeste söylemiş o sırada karşımda tamamlanmayı bekleyen yılanın gövdesini boyamaya devam etmiştim. Söylediklerim kalbimi acıtmadı sadece ona olan nefretimi bir kez daha körükledi. Taner bir süre sessizliğini korudu. Şaşkınlığın onu dumura uğrattığını düşünmüştüm ama ona baktığımda yüzünde şaşkınlık yoktu, yüzündeki ifadenin ve harelerinin ardında yaşanan depremi anlayamadım. "Şaşırmış durmuyorsun." Dediğimde omuzlarını silkti. "O sarışın bebenin öyle düzenli, huzurlu ilişki tipi biri olmadığı her halinden belliydi. Yani herifi iki kez gördüm ama bu bile yetti onu anlamama." Dedi Taner umursamaz bir tavırla. Yakup ve Selin de ona asla güvenmezdi, galiba bütün bu gerçeklikten kaçan ve şu an bir aptal durumuna düşen sadece bendim. "Madem bu piç seni aldatıyor, teklifini niye kabul ettin kızım?" Dişlerimi sertçe dudaklarıma geçirip elimdeki fırçanın gövdesini avuçlarımın arasına daha sıkı hapsettim. "Taner." Dedim kısık ama onun duyacağını bilerek. "Karşıda bir market var, oradan içki alır mısın?" Taner'in gözleri bir süre sırtımda dolaştı ama onu görmesem de başını sallayışını hissetmiştim akabinde odadan ayrılırken ayakkabılarının zeminde bıraktığı sesleri duyduğumda başımı yukarı kaldırıp derin bir nefesi burnumdan içeriye çektim. Bir elim hâlâ fırçanın ince bedenini kavramışken diğer elimin uzun, sivri tırnaklarını çıplak dizlerime batırdım. Kendime sürekli söylediğim yalanı zihnimden tekrar geçirdim; hal olacak, halledeceksin çünkü sen güçlüsün, küçük bir kız çocuğu değil. Koltukta Taner'in gelişini beklerken ikimiz için de bardak çıkarmıştım, atölyeye alkol sokmaktan hoşlanmasam da bazı zamanlar arkadaşlarımla içtiğim şarap için kadehler duruyordu. Taner geri geldiğinde elinde iki poşet vardı, poşetleri koltuğun önündeki beyaz sehpanın üzerine bırakıp üstündeki ceketi çıkarttı ve gelişi güzel tekli koltuğun üstüne bıraktı. Onu beklemeden şişelerden birinin kapağını açıp onun bardağını es geçerek kendi bardağımı doldurdum. "Şarap kadehi?" dedi elindeki bardağı tutup tek kaşını kaldırmış bir şekilde bana bakarken, ona bakıp sadece omuz silktim ve bardaktaki içkiyi tek yudumda içtim. Boğazımdan akan acı sıvıyla yüzümü buruşturduğumda Taner'in dudaklarından kaçan küfrü işittim. "Kızım yavaş, arkandan koşturan mı var." Söylediklerine herhangi bir tepki vermeden bardağımı tekrar doldurdum o da benim bu halime umutsuzca son kez bakıp beni takip ederek bardağındaki içkiyi tek dikişte bitirmişti. Ne kadar süre geçmişti ya da Taner'le kaç kadehi bitirmiştik bilmiyorum ama içeriye sızan ayın sinsi ışığı ve içimde yükselen ağlama isteği çok fazla olduğunu söylüyordu. Taner lavaboyu kullanmak için kalktıktan sadece birkaç saniye sonra gözyaşlarım kendime söylediğim yalanların dürüstlük kılıcı olup yanaklarıma akmaya başladı. Ayakkabılarımı çıkartmış, bacaklarımı koltuğun üstünde kendime çekmiştim. Elimdeki kadehi bırakmasam da içi boştu. Tuvaletin kapısının açıldığını duyduğumda Taner'in çıktığını anladım. "Taner." Şu an bulanık aklıma itaat edemeyen dudaklarım titreyerek adını fısıldadı. "Ben galiba sarhoş oldum." Dediğimde sesim de tıpkı dudaklarım gibi titremişti. Taner aceleci adımlarla yanıma gelip oturmuş elimdeki boş kadehi masanın üstüne koymuştu. "Olursun tabii kızım bu kadar içmeye." Gözyaşlarımla bulanıklaşan bakışlarımı hâlâ dinç duran adama çevirdim. "Ama sen olmadın." Elimi gözlerimin altına akan ıslaklara sürttüğümde akan makyajımın elimi lekeledi ve bu ağlama isteğimi daha da güçlendirdi. "Maskaram da aktı, o kadar para verdim ben buna ya!" İsyankâr sesim dudaklarımın arasından firar eden hıçkırıkla noktalanırken burnumu çektim sertçe. "Niye ağlıyorsun kızım sen şimdi." Dedi Taner şaşkın bir ifadeyle. Ellerimle gözlerimi kapatırken omuz silktim. "Bilmiyorum, ağlamak istiyorum sadece." Bir süre tepkisizce beni izleyen bedenin bana doğru yaklaştığını hissettim, ellerim önce kararsızlıkla ardından sıkıca omuzlarıma ve belime sarıldı. "Ağla bakalım baş belası." Başımı sert göğsüne yaslayıp sarsılan omuzlarımı sarmasına izin verdim. Şu an ne yaptığımın ya da yarın bu konuda ne hissedeceğime dair bütün düşünceler yılanın zehriyle felç kalmış, nemli toprağın altına gömülmüştü. Taner sessizdi, duvarlarda burnumu çekişimin ve ara sıra dudaklarımdan kaçan hıçkırıkların sesi çarpışırken yorgun bedenimi yanımdaki bedene doğru daha fazla yasladım. Ağlama isteği hâlâ fazlaydı ama anlamsızca içimde her zaman yerini koruyan huzursuzluk o gece uykuya daldı ya da Taner'in kolları o huzursuzluğun celladıydı lakin biliyordum ki ayın sinsi ışığı benden uzaklaşacak, güneş tekrar huzursuzluğu içme doğuracaktı. Güneşin doğuşunu düşünmemeye çalışarak durulan gözyaşlarımın ardından gözlerimi bu sefer yorgunluğun getirisiyle kapalı tutmaya devam ettim, uyku sinsice bedenime yaklaşırken yaslandığım bedenin kime ait olduğunu umursamadım. Sadece gözyaşları içerisinde ve akan bir makyajla iyi hissediyordum. Bu hisle birkaç saat daha kalmak için kendime izin verdim. 🌼
Bölüm sonuuu
Bu bölümleri aslında iki yıl önce yayımlamış olmam ama her şeye baştan başlamak garip hissettiriyo
Bölüm sonu yorumlarııı 👉 |
0% |