@hivdasnk
|
6. Sergi
Bölüm Şarkısı | Sufle, Can Ozan - Hiç Kimsenin Günahı Yok 🌼 Zamanın içinde, akreple yelkovanın arasına saklanmış onlarca kaçıştan biriydim. Gecenin perdesini saçlarıma örtmüş, nefesiyle gözlerimi boyamıştım saklanırken. Taner’den kaçıyordum ama adımları gölgemin üstüne düşüyordu. Taner benden kaçıyordu, ama gözleri gözlerimin üstüne yığılıyordu. Günler devrilmişti üstümüze, Taner Kenanlara tekrar gittiğinde onunla değildim, kapımın önünde dururken yanına gitmedim, atölyeye gelirken ayrı arabalarlaydık. İkimiz de birbirimizi görmezden gelerek gizlice izliyorduk birbirimizi. Ona ne zaman dönsem gölgesi üstümdeydi, bana ne zaman dönse karalarım ona bakıyordu. Bütün bu kaçış boyun göğsümün altındaki yılan hiç susmamıştı, sivri dişlerini bana batırıyor, tıslaması zihnimin duvarlarında dönüp duruyordu. İlk kez onu bu kadar susturmak istedim, o yılanın başını ezmeliydim zira bedeni benim göğsümün altındaydı, bakışlarıysa Taner’in sırtında. “Hazal Hanım, ikramcılar imzanızı istiyor.” Baharın sesiyle birlikte oturduğum yerden başımı kaldırdım, bu gece sergim vardı. Bana bakan genç kıza gülümseyerek bana uzattığı belgeye imza attım. “Sen git artık Bahar, gerisini hallederiz biz.” Dediğimde genç kızın bakışları yine itirazlarla doldu. “Ama sergi.” “E biz varız ya.” Selin elindeki kahvelerle gülümseyerek yanımıza geldi. Kahvelerden birini elime tutuşturduktan sonra koluna omzuma doladı. “Hamilesin sen biz hallederiz burayı.” Selin ve ben Baharı zor bela bi taksiye bindirdikten sonra oturup kahvelerimizi içmiştik, dün geceden beri uyumamıştım, en çok da Selin yüzünden çünkü tablolardan çok beni bir sanat eseri olduğum konusunda ısrar etmiş bin bir çeşit elbise denettirmişti bana. “Yakup’la Taner’in anlaşacağını hiç düşünmezdim.” Dedi Selin az ötede birlikte tabloları asan ikiliye bakarak. “Burak’la değil anlaşmak nefret ederdi bizimki.” Gözlerimi onlara değdi, onlara verdiğim listeye göre her şeyi yerleştiriyorlardı. Taner ciddiydi, en ufak bir yanlış olmaması için uğraşıyordu. Bu durumu istemsizce beni gülümsetti. Taner’in bakışları bana değdiğinde bakışlarındaki şaşkınlığı yakaladım akabinde yüzündeki gülümsemeyi sildim, günlerdir birbirimizle doğru düzgün konuşmuyorduk bile. İkimizde bir boşluğun içinde sonsuzlukla kalmıştık ne o ne de ben bir şey yapmaya cesaret edebiliyorduk. Çünkü iki öfkeli göz aynı yerde olmazdı. “Ay Hazal! Saat kaç olmuş. Kalk hadi seni hazırlamamız lazım hemen.” Selin, elimdeki kahveyi aceleyle alıp yere bıraktı ve beni çekiştirerek hazırlanmamız için olan odaya götürdü. Dün gece beraber seçtiğimiz, şampanya rengindeki elbiseyi elime tutuşturup poşetlerden kendi için de siyah bir elbise çıkarttı. O kadar aceleciydi ki elbiseyi giyerken elim ayağıma dolanmıştı resmen. Elbiseyi giydikten hemen sonra makyajımı kendi elleriyle yaptı ve beni geniş aynanın önüne iteledi. “Ay çok güzel oldun Hazoş.” Arkamda gülümseyerek aynadaki yansımama bakan kadına gülümsedim ben de onun gibi aynada gördüğüm görüntüden mutluydum. Elbisenin boyu bileklerimin biraz üstünde bitiyordu, derin bir yırtmacı olan elbise üstüme tam oturmuştu. İnce askıları ve hafif göğüs dekoltesi vardı. Makyajımı yaparken de elbisem gibi şampanya renginde bir göz makyajı yapmıştı Selin bana, dudaklarımdaysa nude tonlarında bir gloss sürmüştü, saçlarımı ise kalın dalgalarla açık bırakmıştık. “Ben de beğendim.” Arkama, bana gülümseyerek bakan kadına döndüm. Siyah, dizlerinin üstünde biten salaş bir elbise giymişti. Elbisenin göğüs dekoltesi benimkine benzese de sırtında da derin dekolte vardı. “Heyecanlı mısın?” “Senin kadar değil, güzelim.” “Hadi be oradan.” Selin suratını asmış bana bakarken dudaklarımı sertçe yanağına bastırdım gülerek. “Kızlar hadi! Ağaç oldum yemin ederim.” Yakup’un sesini duyduğumuz da ikimiz de kapalı kapıya döndük. “Geliyoruz.” Selin’le birlikte odadan çıktığımızda Yakup takım elbisesini giymiş bir şekilde karşımızda bekliyordu. Bizi gördüğü an genişçe gülümsedi. “Vay, hanımlar bu ne güzellik.” Yakup Selin’i belinden tutup kendine çekerken benim gözlerim Taner’i arıyordu. “Sigara içmeye gitti.” Dedi Yakup. “Hı?” “Taner diyorum, sigara içmeye çıktı. Gelir birazdan.” Yakup bana imalı bir gülüşle bakıyordu. “Valla şu babanın yanında çalışma meselesi dışında ben çok sevdim bu adamı, hele Burak itinden sonra aşırı sevdim.” “Burak’la kıyaslayıp durmayın şu adamı.” Arkadaşlarımı es geçerek salona ilerledim, her şey birkaç saatte bitmişti. Tablolar asılmış, misafirler için birkaç yüksek masa ve yiyecekler hazırlanmış, tabloların fotoğraflarının sergileneceği projeksiyon kurulmuştu. Etrafımdakilere bakarken göğsüm egoyla kabardı, kendim gibi hissettiğim tek şeydi bu tablolar. Onları yaparken ellerime ve bedenime sürülen bütün boyalar, zihnimin kuytu köşelerinden kaçıp tuvale sıçrayan her bir çizgi bazı zamanlar nefret ve öfke dışında da bir şeyler hissedebileceğimi hatırlatıyordu bana. Onları çizen eller nefretindi, ama onlara bakan gözler dokuz yaşında bir kız çocuğuydu. Tek bir tablo hariç… Duvara yaslanmış, yüksekte herhangi bir yer edinememiş küçük tabloya baktım. Bir kadının göğsünü parçalayarak yükselen siyah bir yılan… Bu tablo göğsümün altındaki yılana aitti, onu çizen ellerde bakan gözlerde yine oydu. Hayatımın içinde yükselen her nefes gibi bu nefesinde sahibi o yılandı. O yılan benim her şeyimdi ama en büyük düşmanım da oydu çoğu zaman. Taner gibiydi göğsümün altındaki yılan, bana hissettirdikleri iyi mi kötü mü çözemiyordum. “Güzel tablo.” Sesi hemen arkamda yankılandı, ona dönmedim. “Yakup’la baktık ama onu nereye asmamız gerektiğini bulamadık.” “Asılmayacak zaten, bu tablo bu gece sergilenmeyecek diğerlerinin arasına karışmış olmalı.” “Neden, beğenmedin mi?” Gözlerini tablodan çevirip bana diktiğini hissedebiliyordum, gözlerinin bana döndüğü her anı hissedebiliyordum. Omuz silktim yavaşça. “Küçük bir tablo zaten, canım sıkıldığında yapmıştım.” Tabloyu elime alıp kaldırdım, gözlerimi yılanın gözlerinden ayırmakta zorlanıyordum. Elimdeki tabloyla birlikte Taner’e döndüm. “Bunu arka tarafa bırakır mısın? Atölyeye geri dönecek.” Bakışları bir süre yüzümde dolaştı, herhangi bir ip aradı orda düğümünü çözebileceği ama buna izin vermedim. Taner başını sallayarak tabloyu elinden alıp uzaklaştığında derin bir nefes aldım. O tabloda benden çok fazla şey vardı, bunu kimse fark etmeyecekti ya da sorgulamayacaktı biliyordum ama kimsenin o tabloyu tanımasını istemiyordum. Karanlığıma gömecektim onu kendimle birlikte, sonsuzluğun çarkında yok olmaya mahkûm edecektim. “Beyza bu gömlek sıkıyor be kızım! Şunun iki yakasını açayım.” “Saçmalama Soykan, bara değil sergiye geldik.” Tanıdık seslerin salonda yankılanmasıyla kapıya döndüm. Beyza elinde büyük bir demet çiçek tutuyordu, hemen yanında da etrafı inceleyen Soykan’la Kenan vardı. Onları görünce içimdeki gülümsemeyi tutamadım, yeni tanıdığım bu insanlara karşı dudaklarım yalanı çizmedi. “Hoş geldiniz.” Beyza’nın bana doğru uzattığı çiçeği elinden alıp ona sarıldım. “Hoş bulduk, haber vermeden geldik ama.” Dedi Beyza bedenlerimiz ayrıldığında. Kenan Beyza’yı belinden tutup kendine doğru çekerken bana ufak bir baş selamı verdi. “Saçmalama, çok sevindim geldiğinize.” “Ne yapıyorsunuz lan siz burada?” Taner bizden birkaç adım uzaktan bize seslendiğinde hepimiz ona döndük. Giderken ellerinde olan tablo şimdi yoktu. O, arkadaşlarıyla selamlaşırken Selin ve Yakup’un da geldiğini görebiliyordum. “Aslında yardıma da gelecektik plan oydu da tabi Beyza Hanım’ın hazırlanması biraz uzun sürdü.” Dedi Kenan sevgilisine yandan bir bakış atarak, Soykan da başını sallayarak onayladı onu. “Biraz mı? Lan ben doğumumu bu kadar beklemedim.” Beyza dirseğiyle ikisinin de karın boşluğuna vurduğunda ikili yüzlerini buruşturarak susmuşlar bense onlara bakarak kıkırdamıştım. Selin ve Yakup da yanımıza geldiklerinde kısa bir tanışma faslı olmuştu ve yine tahmin etmeyeceğim şekilde Taner’in arkadaşlarıyla iyi anlaşmışlardı. “Hazal.” Kenan elindeki USB belleği bana verdiğinde içinde ne olduğunu bilmenin verdiği heyecanla yutkundum. Sergi başlamadan birkaç saat önce Taner’e planladığım şeyi anlatmıştım ve Kenan’ın parmaklının arasında tuttuğu küçük USB belleği benim planımın başrolüydü. Selin ve Yakup’un gözleri Kenan’ın uzattığı belleğe takılmış içlerinde sakladıklarını bildiğim merakla bakıyorlardı. Belleği elime aldığımda ona gülümsedim ve belleği Taner’e uzattım. Bakışları bakışlarıma değdi, kıvırcık saçlarının altındaki kısık gözlerini yavaşça kırpıp yanımızdan ayrıl. “O ne?” Beyza, Kenan ve Soykan’ın yanımızdan ayrılmasıyla birlikte Selin içinde tuttuğu merakı çok geçmeden saldı. Ona bakıp içinde hinlik barındıran bir gülümseme sundum. “Sürpriz.” Dedim omuz silkerek ama bu arkadaşımın gözlerinde yer alan merakın yerini korkuya bırakmasına sebep olmuştu. İçindeki endişenin bir nebze de olsa sönmesi için elimi koluna sarıp yavaşça sıktım. “Kötü bir şey yok, her şey yolunda. İnsanlar gelmeye başladı.” Bakışlarım önce kapıdan içeriye giren kişilere akabinde birkaç saniyeliğine bilgisayarın başındaki Taner’e değdi. Ona baktığım sanki bir resim gibi önüne serilmişçesine başını kaldırdı. Yüzüm ifadesizdi, hâlâ daha ona karşı nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Hayatımı aklımı kullanarak geçirmiştim lakin şimdi zihnimin içinde sürekli dönen öfkenin sürekli ateşlediği b ir çift göz vardı ve ben bedenimi zihnimin etkisinden kurtarmakta zorlanıyorken dumura uğramıştım. Taner bana hafif bir baş selamı verdiğinde onu karşılıksız bırakarak gelen konukları karşıladım. Gelen her yeni insana dudaklarıma ince bir şekilde çizdiğim bir gülümsemeyle bakıyordum ama sahteliği hiçbirinin göz perdesinin ardına inmiyordu. Aylardır planladığım sergi için gelen kimse ben de herhangi bir heyecan uyandırmıyordu çünkü beklediklerim onlar değildi, göğsümün altındaki yılanın zehirli dilinin fısıldadığı isim onlar değildi. “Sevgilim.” Bana doğru geniş bir gülümsemeyle gelen adama baktım, yılan çatallı dilini dışarı çıkartıp tısladı, beklediği isim oydu. Beklediğim öfke oydu. “Çok güzel görünüyorsun.” Burak kolunu belime sarıp yanağıma dudağını yasladığında yüzümü buruşturmamak için kendimle savaştım. Değil dudaklarının bana temas etmesi sesi bile nefretimi körüklüyor, midemi kasıyordu. “Teşekkür ederim.” Dedim kendimi olabilecek en hızlı şekilde onun kolundan kurtarırken. Burak’ın gözleri elime değdiğinde biçimli kaşları çatıldı. “Yüzüğün nerde?” Tırnağımı yüzğün boş bıraktığı parmağıma batırdım. Onu bir hafta önce çıkartmıştım. O yüzüğün parmağımda durduğu her an bedenim çürüyor, göğsümün altı bir ateşin koruyla yanıyordu. Burak’ın bir hafta öncesi çıktığı iş seyahati işimi daha da kolaylaştırmış yüzükle durmak zorunda kalmamıştım. “Bol geliyordu, düşmesin diye çıkarttım.” Sözlerim Burak’ın yüzündeki gerginliği yumuşatmış bana tekrar gülümseyerek bakmasına sebep olmuştu. Gülüşünün ardındaki yalanlar, zaten boş olduğu için kramplar giren midemi daha da sıktı. Yakınımda süzülen nefesi boynuma sarılan bir urgan gibi beni sararken gözlerimi onun dışında her yere değdirdim. Burak bana bir şeyler anlatmaya başlamıştı ben de sadece duyduğum ama dinlemeyi reddettiğim için birbirine girmiş cümlelerine birkaç baş sallayışı ve yalanın göğsünden kopmuş birkaç gülümsemeyle karşılık vermiştim. Sergi devam ederken, insanlarla konuşuyor, tablolar için söyledikleri güzel sözleri dinleyip onlara gülümsüyordum ama zihnimde dönüp duran tek şey Kenan’ın bana verdiği flash bellek vardı. Kısa bir süre daha diye fısıldadım göğsümün altındaki yılana kısa bir süre daha ve sonra intikamın tatlı lekesi sürülecekti ellerime. “Yaptığın her şeyi çok beğendim Hazalcım, başarılı olduğunu duymuştum ama bu kadarını beklemiyordum.” Yaşı geçkin olmasına rağmen oldukça bakımlı olan kadının yeşilimsi gözlerinde gerçek bir beğeninin sızıntsı akıyordu. Ona karşı da gece boyunca herkese yaptığım gibi geniş bir gülümsemeyle bakıp teşekkürlerimi sundum. “Kişi için özel tablolar da yapar mısın?” “Bilmem hiç düşünmedim.” “Eğer benim için böyle bir şey yaparsan beni çok mutlu edersin, yeni bir eve taşınıyoruz senin tablolarının da birkaçını bulundurmak istiyorum.” Kadın konuşmaya devam ederken benim bakışlarım çoktan ondan çalınmış az ileride birkaç genç zengin kadınların arasında duran Taner’e takılmıştı. Kadınların hepsi heyecanla ona bir şeyler anlatırken birkaç kısa cümleyle karşılık verdiğini görebiliyordum. Göğsümün altındaki yılan hareketlenirken kaşlarım çatılmıştı ama bunu hemen düzelterek karşımdaki kadına döndüm. “Tekrar teşekkür ederim Ayşe Hanım, teklifinizi de düşüneceğim.” Kadın gözlerini kırparak beni onayladığında hızla ondan uzaklaşarak kahve mezarlarının kancasını gözlerime bağlayan adama doğru ilerlemeye başladım. Taner’in gözleri ona doğru yaklaşan bana değdiğinde yüzünde hin bir gülümseme yer edinmiş, az önceki ketum tavrı yüzünden sıyrılmış ve daha rahat bir duruşa geçmişti. Eli siyah bol pantolonun ceplerine girmiş, omuzları dikleşmişti. Yanlarına vardığımda artık Taner’le birlikte diğer kadınlarında bakışları bana çevrilmişti lakin Taner’in aksine onların bakışlarından rahatsızlıkları belli oluyordu. Gözlerimi birkaç saniyeliğine onlara değdirip tekrar yüzündeki gülümsemesi solmayan adama döndüm. “Gel.” Dedim sadece ve arkamdan geleceğinin farkındalığıyla ilerlemeye başladım. İnsanlardan biraz daha uzak ve boş olan bir köşeye geçtiğimde Taner saniyeler içerisinde karşımdaydı, yüzündeki gülümseme silinmemişti. “Ne yapıyorsun sen?” dedim içimde köklerine ulaşamadığım öfkeyle birlikte. “Ne yapmışım ben?” “Sen benim çalışanım olarak buradasın, oyun veya değil. İnsanlarla flörtleş diye gelmedin buraya. Bu sergi benim için önemli, gittiğin rastgele bir bar değil.” “Buna sinirlendin yani, sergide olmamıza.” Kollarımı birbirine bağlayıp duruşumu dikleştirdim. “Aynen öyle, benim çalışanım olarak buradaysan ona göre davran.” “Daha iyi bir yalancı olduğunu sanıyordum baş belası.” “İnan veya inanma umurumda değil, hareketlerine dikkat et yeter.” İçimdeki yılan bunun bir yalan olduğunu hiddetle fısıldadı ama duymazdan geldim. Taner de göğsümün altındaki yılan gibi yalan olduğunu bağıran bakışlarıyla bana doğru bir adım attı. Zaten aramızdaki az olan mesafe daha da azalmış, Taner’in gözlerine bakmak için başımı daha da yukarı kaldırmama sebep olmuştu. “Güzelim sen hep böyle kaçacak mısınız?” Dudaklarım yavaşça kıvrılırken, içimdeki fırtınayla birlikte tırnaklarımı kollarıma geçirdim. Bizi içine çektiği dengesizliğin dalgasının altında bedenimi savuran suyla sürükleniyordum. Buna ne dur diyebiliyordum ne de kendimi yüzerek kurtarabiliyor. Aynı dalganın içinde boğuluyorduk, bunu durdurabilir ama durmuyor gibiydi ya da o da gözlerindeki mezarlığa bırakmıştı aklını. “Kaçan sen olmayasın.” Arkamı ona dönerek ilerlemeye başladığımda adımları adımlarımın üstüne düştü. “Aldık başımıza bi kere belayı, bırakıp gider miyim hiç?” “Diyo’sun?” “E tabii, alışkanlık yapıyorsunuz hanımefendi, sizinle kavga etmezsem günüm güzel geçmiyor.” Köklerini bulamadığım öfke yavaşça toprağın altına çekilirken gülümseme engel olamamıştım. “Dengesizsin, biliyorsun değil mi?” “E biraz.” İkimiz tekrar kalabalığın arasına girdiğimizde tanıdık bir çift göz kıskançlık ve öfkeyle bize bakıyordu. Burak, çatılı kaşlarıyla bize doğru gelmeye başladığında arkamdaki bedenin gerginliği bir rüzgâr gibi enseme esmiş, tam tersini yapmak isterken adımlarımı ondan uzaklaştırmak üzere hızlandırmıştım. Burak’ın öfkeli bakışlarının hedefi ben değil ardımda bıraktığım Taner’di. İçimdeki yılan nefretle tısladığında dudaklarımda zehirli bir gülümseme çizildi ve ellerimi sevgilimin göğsüne yerleştirerek ona yaklaştım “Sevgilim.” “Bu Yavuz denen herifle ne işin vardı senin.” Gözleri Taner’den çekilmiş, göğsüne dayanmış ellerim onu biraz yumuşatmıştı ama kıskançlığı hâlâ gözlerinin ardında bir fırtına gibi kendini gösteriyordu. “İş işte, sen onu boş ver. Sana birazdan bi’ sürprizim var, çok seveceksin.” Gözleri heyecanla ışıldadı ve dudaklarında pürüzsüz bir gülümseme yer edindi. Nefret içimde bir dağın yamacından çığ olup dökülürken göğsüm şevkle kabardı, nefret ruhumun dudaklarının arasından dökülen nefesti ve benim o nefesi beslememin zamanı gelmişti. İnsan kalabalığına karşı kısa bir süre göz gezdirdim, insanların kendi arlarındaki konuşmaları birbirine kenetlenip geniş salonda bir uğultu oluşturuyordu. Burak’ın yanından ayrılıp tabloların fotoğraflarının gösterildiği beyaz perdeye doğru ilerlemeye başladığımda sırtıma dikilmiş bakışların kancasını etimde hissediyordum. Kalabalığa doğru döndüğümde aynı gözler bu sefer gözlerime sapladı kancalarında. Dudaklarında olduğumuz durumun bilincinde oluşuyla yükselen bir gülümseme vardı. Birkaç metre uzağımdaki gözlerin bataklığına öylesine batmıştım ki bana çevrilen meraklı gözleri fark etmem zaman aldığında hızla gözlerimi kırpıştırdım. “Öncelikle hepiniz hoş geldiniz. Bu benim ilk sergim ve sizlerin de tahmin edeceği üzere benim için çok önemli ve özel bir an. Tablolarıma verdiğiniz ilgi için de ayrıca teşekkür ederim. Şimdi, sizlerle benim için en özel olan tablolar hakkında konuşmak istiyorum.” Bilgisayarın başındaki görevliye dönüp hafifçe başımı salladığımda ona öncesinde söylendiği gibi bilgisayardaki dosyayı açtı ve eş zamanlı bir şekilde bilgisayarda açılan görüntülen geniş beyaz perdeye yansıdı. İnsanların şaşkın ve ayıplayan bakışlarıyla birlikte bakışlarımı Burak’a çevirerek gülümsedim. Öfkeliydi ve şaşkındı. Bu durum göğsümü kabarttı. Nefretim yavaşça süzülürken omzumun üstünden yansıtılan görüntülere baktım; Burak’ın bana evlenme teklifi ettiği gün izlediğim videoydu bu, Burak’ın beni sekreteriyle aldattı video. “A-a.” Sahteliğin silik kumaşını yüzüme seren bir şaşkınlıkla tekrar kalabalığa döndüm. Bilgisayarın başındaki görevli görüntüleri kapatmaya çalışırken Kenan engel olmuş onu bilgisayarın başından uzaklaştırmıştı. “Aslında yaptığım tabloları görmeniz gerekiyordu ama talihsizlik işte sevgili nişanlımın beni sekreteriyle, ofisinde aldattığı görüntülerle karşılaştık. Tüh.” İnsanların Burak’a karşı küçümseyici bakışları bütün salonda uğuldarken bir çift gururlu kahve gözler benim üstümdeydi. Taner yaşananlardan en az benim kadar belki de benden çok daha fazla keyif alıyordu, sanki bu intikamın kılıcı beni bileklerimde değil onun bileklerinde kana bulanmıştı. Burak ise öfkeliydi, gözlerinde bir utanç aradım ya da pişmanlık ama o sadece korku ve öfkenin karasıyla çılgına dönmüş gibi etrafında kendi aralarında fısıldayarak konuşana insanlarda dönüp tekrar bana dönüyordu. Yılan tısladı, beslediğim korku onun sivri dişlerinden damlayan zehrin özüydü. Dudaklarıma sürünen kıvrım benim değil, yılanındı zira bedenimdeki en uç noktaya kadar uzun zamandır o yılan kontrol ediyordu, ben ruhunun kırık parçalarını toplamaya çalışırken bedenim sinsi bir yılanın gözlerinde bir kuklaydı. Elimdeki kadehten bir yudum alıp onu hafa kaldırdım ve dudaklarımdaki kıvrımı bozmadan başımı salladım. “Hepinize bu güzel gecede bana eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim.” İnsanlar şaşkınlık nidaları eşliğinde dışarı çıkmaya başladı, Burak hariç. O öylece boşluğun içinde dikilmiş delicesine etrafına bakıyordu. Acınasıydı, bu bana her şeyden çok zevk verdi. 🌼
Bölüm sonuuu wattydeki bütün bölümleri tek seferde attım buraya bundan sonra gelecek bölümler iki haftada bir ya da haftada bir şeklinde ayarlamaya çalışacağım e tabii kitabın okunup okunmamasına da bağlı bu süre
bölüm sonu yorumları 👉
6. Sergi
Bölüm Şarkısı | Sufle, Can Ozan - Hiç Kimsenin Günahı Yok |
0% |