@hvnand
|
-Cinayet Gecesi, LUNAPARK Nefes almak zaman geçtikçe çok daha zor bir hâl alıyordu. Kimselerin duymadığı belki de duymak istemediği çığlıklar, sonsuzluğa doğru kayıplara karışıyordu... O gece on dört çocuk, zincirlerle göklere asıldı. On dört hayat mahvoldu, Birbirlerine sığınmış, aciz ve korkak on dört çocuk, gözyaşları içerisinde boğuldu. "Şu zincirleri görüyor musunuz? Onlar sizleri bu iğrenç hayattan alacak, ancak canınız son bir kez yanacak çocuklar." On dört aciz bedenin çırpınışları, kayıtsız kalıyordu. "Ama çocuklar, ağlamayın söz veriyorum sizlere, bu son olacak. Bir daha canlarınız yanmayacak." Evet, bir daha canlarınız yanmayacaktı. Bu son olacaktı... Gerçekliği kaybetmiş ruhlar hakikatin ne olduğunu asla bilemeyecekti. & Aklında, bilinçsizce dolaşan tilkilerin neler yapabileceğini biliyordum. Derya misali gözlerini üzerime dikerek, ne diyeceğimi merak ediyordu. Peki ne diyecektim? Zihnim harabeye dönmüşçesine yıkımın eşiğindeydi oysa ki, dilim lâl kesilmişti. Yalanlarım artık tükenmek istiyordu. Sana karşı dürüst olmak istiyorum Toprak ama omzumda olan yükleri tahmin bile edemezdin. Belki de bile bile beni yalnız bırakmıştın zamanında. Sadece bunun, kumardan farksız bir düzmece olduğunu bilmeni istiyorum gelecekte. Kum saatinden akan zaman gibi geçmek bilmiyordu sessizliğimiz. Kalbin dört odacığını nefret ile doldurmuş, zincirlerle göklere asmıştı. Onu ilk gördüğümde tanımadığım gibi, karanlığa mahkum edilen bir zırhı yok etmiş ve insan bedeninin neler yapabileceğini göstermişti. Kurak bir kalbe sahip olduğu kadar, dinmeyen yağmur misali gözyaşları içerisinde yaşanmışlıklar onu boynu bükük bir çocuktan farksız kılıyordu. Kimsesiz olan o çocuklar gibi. Asılmış ve katledilmiş o çocuklar gibi. Hayatta kalmayı becerebilmiş biri gibi... "Sen ne dediğinin farkında mısın?" Aramızdaki sessizliği bozan kişi davetsiz misafir olan Ömer olmuştu, farkında olmadan bile beni kurtarmıştı. İç sesim kurtulduğumuzu sanarken ben çoktan boynumdaki urganı kabullenmiştim. "Bu saçmalık." Dedi büyük bir öfkeyle Ömer, ancak Toprağın mavileri benden kopmamakta ısrarcıydı. "Bu senin meselen değil Ömer asla da olmadı, bizi yalnız bırak." Öfkesi sesine yansımıştı, madem en başından beri her şeyi biliyordun şimdi neden böyle oyun oynuyorsun sevgilim? Zihnimin derinliklerinde ya gerçekten bilmiyorsa diye fısıldayan sesleri duymamazlıktan geldim. Olaya el atmam gerektiğini düşünerek konuşmaya başladım "Toprak, tamam sakin ol konuşalım gerçekten en başından." Planı devreye sokmam gerekiyordu, bu kıyametti. "Ona hiçbir şey açıklamak zorunda değilsin Ardil, sorguya devam edelim." Toprağın gözleri sonunda benden ayrılıp Ömer e yöneldi, "bana bak Kayalı defol git buradan yoksa sonrasında olacaklardan ben sorumlu değilim." Ömer in bakışları beni buldu, başımı sallayarak ona bizi yalnız bırak mesajını verdim, onayımı aldıktan sonra nefretle Toprağa son kez bakıp bizi yalnız bıraktı. "Şimdi konuşabiliriz Araz Toprak Aladağ." "Seni dinliyorum Mavi Ardil Alçin." "Öncesinde buradan gidelim, söz veriyorum, Mavi sözü en azından buna izin ver." Sabır dilercesine bana bakıp yürümeye başladı, ona mühürlü gibi sesimi çıkarmadan takip etmeye başladım. Çok geçmeden, sahile varmıştık. Hava oldukça soğuktu ve ben soğuğa asla gelemezdim, titremeye şimdiden başlamıştım bile. Ama bunu ona söyleyemezdim, sahile kadar yüzüme dahi bakmadan gelmişti bende hiçbir şey söylemeden onun komutlarına uymuştum. Ellerimi birbirlerine sürterek ısıtmaya çalıştığım esnada yol boyunca ilk kez yüzü bana döndü. Elinde tutuğu şeyi bana uzatarak konuşmaya başladı. "Al şu anahtarı, arabaya bin hemen geliyorum." Arabasını sahil yoluna park ettiği için mi beni bu kadar yürütmüştü? Başımla onaylayarak park halinde duran arabaya yöneldim. Kilidi açıp sağ ön koltuğa oturdum. Çok geçmeden elinde tutuğu bardakla arabaya doğru geldiğini gördüm. Zihnim beni çokta eski olmayacak zamanlara götürmüştü; "Burada en sevdiğim şey kesinlikle salep, çok güzel ya hayatım boyunca içebilirim Toprak." "Bu destansı bilgiyi bana bahşettiğin için teşekkürler komiser.” Düşüncelerimi bölen şey arabaya binmiş olan Araz Toprak Aladağ olmuştu. Pet bardakta bulunan sıcak salep i bana uzatarak "Al, yol boyunca zangır zangır titredin, ısınırsın." Kalbim söylediği şeyden sonra çok hızlı atmaya başlamıştı, gülümsememe engel olamamıştım. Sesizce fısıldayarak "teşekkür ederim, unuttuğunu düşünmüştüm." Arabayı çalıştıracağı sırada "Senin hakkında ki hiçbir şeyi unutmam Ardil." Bende Toprak bende. "Tamam şimdi konuşmaya başlasan iyi edersin." Yol boyunca düşündüğüm şey buydu. Başlayalım bakalım. "En başından anlatmama izin ver." Devam et derecesine bana baktı. Boğazımı temizleyerek konuşmaya başladım. "Bundan tam olarak 2 yıl önce. Henüz yeni ayrılmıştık ve ben darmadağın haldeydim. Mesleğime bile ara vermiştim, her şey çok zor geliyordu yaşamak bile." Nefes alma ihtiyacı hissetim. "Benimde senden farksız olduğum söylenilmezdi." Kelimeleri kalbime bir ok gibi batıyordu. Devam etmem gerekiyordu, farkındaydım ama- "Seni bekliyorum Ardil." "Gizli bir görev için bir teklif geldi, herkesten saklanan bir görev. Neden bana teklif edildi neden? Diye çok düşündüm ancak çabam boşunaydı seçilmiştim artık." Kaşları havalandı, şaşırmıştı belki de bu da onun oyunlarından biriydi. "Daha açık ol." Dedi, "bir cinayet soruşturmasıydı bu, benimde içinde bulunduğum bir cinayet soruşturması." "Anlamıyorum Ardil, gerçekten anlamıyorum." "Kartlarımı açık oynuyorum Toprak, en başından anlatmaya çalışacağım." Vücudumun titremesine engel olamıyordum. Bana almış olduğu salepten bir yudum alıp devam ettim. "Burçigin bana 'Toprak artık yaşadığımdan emin.' Demişti haklıymış. Sen en başından her şeyi biliyordun." Dedim kısık bir sesle, beni arabaya önden yollaması, sözde centilmence davranması hepsi roldü. "Yaşadığını kendi ağzınla söyledin Ardil, beni suçlayamazsın." Hâla beni kandıracağını sanıyordu, "Bana tuzak kurdun." Dedim sert sesimle, önden beni arabaya göndermenden anlamam gerekiyordu. Çünkü arka koltukta duran dosyaları inceleyeceğimi biliyordun." Yüzünü bana çevirdi ve devam etti. "Bu sefer kanan kişi sen oldun, komiser." Yazık çok yazık , bitirici vuruşu yapmak için dudaklarımı araladım. "Hırsından körleşmişsin Toprak ve inan bana asıl kanan kişinin kendin olduğunu göremeyecek kadar." Neler olduğunu anlamıyordu, benim asla bu tuzağa düşmeyeceğimi en çok kendisinin bilmesi gerekiyordu oysaki. Hızlıca arabadan inip kapıyı çokta nazik olmayacak şekilde kapattım. Arkamda bir enkaz bıraktığımı bile bile yürümeye devam ettim. "ARDİL!" duyduğum bağırış sesiyle arkama döndüm, her şey çok hızlı ilerlemişti canım çok yanmıştı ve ben vurulmuştum. Hani bu kadar acıtmayacaktı? Kızının üstüne çok geliyorlar anne, sen burada olsan tutar mıydın ellerimden. Düştüğüm vakit, kaldırır mıydın? Yoksa sende babam gibi, nefes alan bedenimin üzerine toprak mı atardın? Üzgünüm anne, senin kızın artık dik duramıyor. Aniden aklıma gelenlerle yerle bütünleşmem bir olmuştu, sağ gözümden akan bir damla yaş umudumu yitirmeme sebep olmuştu. "Ardil! Ardil kendine gel kapatma gözlerini." Hızlıca yanıma gelerek beni kucağına çekmişti. "T-toprak, c-canim yanıyor." "Ardil" ismim dudaklarından yasaklanan bir melodi gibi çıkıyordu, oysa ki. Durmaksızın zikreden kalbim, onun yanında durma noktasına gelirdi geçmiş vakitte. Şimdi ise bir yabancıdan farksızdı, Araz Toprak Yıldırım başka hiçbir şey söylemeden ayaklandı ve beni orada kaderime mahkum bıraktı. "G-gitme." Sesim çıkmıyordu ama o beni bırakıyordu. "Gitmem gerek." Ve işte karanlık. & 10 Ocak, 2023 "Uyanıyor." Bedenimi esiri hâline getirmiş ağrılar, gün geçtikçe dayanılmaz bir hâl alıyordu. Dudaklarımı zoraki bir şekilde oynatarak, "Su..." Sesim olduğundan kısık çıkmıştı, hadi ama ölmek üzeresin. "Kendini nasıl hissediyorsun Ardil?" "Bok gibi mi demeliyim?" Söyledin bile, "Ağrıların zaman geçtikçe artacak maalesef. Kurşun çıkardık sonuçta, herkes öleceğini düşünüyordu oysa ki..." Beyaz önlükleri, canımı sıkıyordu. "Hadi ama doktor, sence benim canımı almak bu kadar kolay mı?" Kolaydı. Elinde tutuğu dosyaya bir şeyler yazarak, odağını bana döndürdü. "Görüşmeyeli neler yaptın bakalım, nelere şahit oldun. Bu sefer neler gördün bakalım. Gerçi artık televizyondan her şeyi görüyoruz." "Cinayet, kan ve duygular... Bu sefer çok kötüydü..." Derin nefes alarak, anlatmaya devam ettim. Yanında olduğum zamanlarda bir baba nidasıyla beni sorardı, neler yaptığımı. "Yılın son gecesi, bir katliam oldu, duymuşsundur. Çok şey gördüm, çok şeye şahit oldum ama bu kan dondurucu... On dört çocuk bedeni asılmıştı zincirler ile." Uzattığı su şişesini kana kana içtim. "Başka?" Beklenti dolu gözler ile bana bakıyordu, istediği şeyleri benden alamayacaktı. "Bu kadar, başka bir şey yoktu ayrıca oldukça kötü hissediyorum. İzninizle dinlenmek isterim." Başını onaylanan bir şekilde sallarken, odadan çıkması uzun sürmemişti. Ben her daim boşluktaydım, her daim kimsesiz olandım. Bir zamanlar değildim. Odanın kapısı tekrar açılmıştı anlaşılan beni yalnız bırakmayacaklardı. Kapı eşiğinde gördüğüm kişiyle bakışlarım donuklaştı. Can acısına alışmıştım belki. Veyahut alıştığımı sanmıştım, gözlerimden firar eden yaşlar şakaklarımdan usulca kaymıştı. Hava kararmaya başlamıştı, kaldığım hastane odası bir kez daha yalnızlığımı gözler önüne seriyordu. Ama o buradaydı. Düşüncelerle boğuşmaktan yorulmuştum artık... "Yalnız kalmak istiyorum, lütfen." Dedim yorgun bir şekilde. "Bana olan nefretin ve kinini anlamıyorum." "Size olan nefretim ve kinim dile getirilmeyecek kadar ağır basıyor." Doğrular yakar, insanı. "Neden? Hâla şu geçmiş meseleler mi? Geçmişi geçmişte bırakacak kadar aklı başında olduğunu düşünüyordum. Çok yazık, tekrar ve tekrar yanılttın beni." Yüzsüzdü. "Sen beni yüreğimde kurşun yarası ile bıraktığında, bende aynen senin için bunları düşünmüştüm. Şimdi karşıma geçip konuşamazsın." Geçmişin yıpranmış görüntüleri, birer film şeridi gibi geçiyordu gözlerimin önünden. Kıpırdanmaya başladım ama katlanılması zor acılar çekiyordum. Toprak misali gözlerimi tavana doğru uzattım, geçmişte onun olanlara, şimdi nefretten öte baktıklarına. "Sen sadece kendi çıkarlarını düşünen bencilin tekisin." Öfke, nefret bedenim kontrolümden çıkmış gibi delicesine titriyordu. "Çok merak ediyorum, seni arkamda bırakıp gittiğim vakit ne hissettin?" Acımasız ol, "Bunu, seni kurşun yarası ile ortada bıraktığım an öğrenmiş olman gerekiyordu." "Gitmen gerektiğini söylemiştin, ancak benim gitmem için bir nedenim yoktu. Aramızdaki farkta tam olarak bu Toprak." Canım yanıyordu, canı yanıyordu ancak bu burada bitmeyecekti. Bir gün farklı bir beden ile canını yakacağım ve İnan bana, kendi gözyaşların ile boğulmanı dileyeceğim... & Sahi kimdim ben? Herkesin kurtarıcısı olan o gizli kahraman mı? Yoksa, kendi hâlinde olan, ülkesine hizmet eden cinayet şube komiseri Mavi Ardil Alçin'mi? Ben sadece onun, GÖKYÜZÜ. O ise benim, HER BİR ŞEYİM. Yüreğime armağan ettiği, dört vurgun sayesinde kimsesiz bıraktığı GÖKYÜZÜ... Gözyaşlarımı tutamıyorum, ben artık çok yoruldum anne... & Seviyeli tartışmamızdan sonra onun varlığını reddederek uyumaya çalışmıştım. Asıl hikayemiz şimdi başlıyordu. Gözlerimi açtığım zaman karşımda onu görmeyi beklemiyordum gitmiş olduğunu düşünmüştüm. Elinde tutuğu telefonumu bana uzatarak; "Daha iyi görünüyorsun, kız kardeşin uzun süredir sana ulaşamıyor." Dedi kısık sesle, "Görevde olduğunu söylüyoruz, ancak bir yerden sonra bıkmış gibi. Umarım bir kaç kelime edebilirsin." "Merak etmeyin, savcım." Telefonumu alarak hemen minik serçemi aradım, hâlâ orada durmuş beni izliyordu, git dersem ayıp eder miydim acaba? Şu durumda ona laf yetiştirmek zor olurdu. Tam ne diyeceğimi düşünürken telefondan gelen ses pür dikkat kesilmeme neden olmuştu. "Abla..." Minik serçem, Sahra... "Sahra, nasılsın?" Yaralı olduğumu bilmiyordu, tıpkı aldığım diğer yaraları ondan sakladığım gibi bunu da öğrenmesini istemiyordum. "Ben çok iyiyim, peki ya sen? Ne bitmez görevmiş bu arkadaş. Ne güzel okulum başlamadan, seninle harika bir tatil yapacaktık. Olsun yeterki sen iyi ol, ben bu duruma alıştım artık." Yüzümde, yorgun bir gülümseme oluşurken konuşmaya çalıştım. "Az kaldı, hem sayılı gün çabuk geçermiş... Gelince gideriz tabi, nereye istersen. Unuttun galiba? Bu sene önünde kocaman bir sınav var." Canım çok ama çok acıyordu. "Artık kabuslarıma bile giriyor, ne unutması. Sesin yorgun gibi, hasta değilsin değil mi?" Hayır ablacım sadece, küçük bir saldırıya uğramış, yüreğime bir kurşun alarak çıkmıştım... Ama asıl vurgunu o bana yapmıştı. "İyiyim, iyiyim sadece yorgunum. Şimdi kapatmam gerekiyor, ama seni mutlaka tekrardan arayacağım." "Seni çok çok çok seviyorum, kendine iyi bak..." "Sende benim minik serçem." Telefon araması son buldu, acaba ablasının nasıl biri olduğunu öğrendiği zaman ondan nefret eder miydi? "Hâlâ burada dikilip, beni incelediğine göre yaptığın şeyi beğenmiş gibisin." Doğrulmaya çalıştım, canım yanıyordu ancak ona yaptığı bu şaheseri göstermek istiyordum. Gösterip canını yakmak. En çokta benim canım acıyordu oysaki. Dudağımdan acı dolu bir inilti çıktığında bana doğru bir hamle yaptı, onu elimle durdurup hastane kıyafetini yukarı doğru çektim bana yaptığı şeyi göstermek için bana veba gördüğü şeyi göstermek için. Soğuk terler döküyordum ancak, onun da canını yakmak istiyordum. "Keşke, bantları ve sargı bezlerini çıkarabilsem. Böyle idare edeceğiz artık." Gözlerime baktı, konuşamadı belki ama hissettirdi. Acısını... "Savcım konuşun lütfen, gözlerinizi kaçırmayın. Yoksa iğrendiniz mi? Keşke tam alnımın ortasına hedef almış olsalardı, tek seferde kurtulurdum. Bu kadar acı biraz zorladı beni doğrusu." "Gitmem gerekiyordu," gitmen gerekmiyordu...
&
hi sevgili okurum. Bugün günlerden M&M bakalimmm neler olacak, ki bölümler ilerledikçe kurgu daha iyi oturacak❤️ sorular: hividen öpücüklerleeeee🍀✨
|
0% |