@hvnand
|
Karanlığın hüküm sürdüğü bu diyarda bir kurtuluş yoluydu Talya. Uyanış, müjde ve koruyucu olan Talya. İyi mi yoksa kötü mü olduğuna asla karar verilemeyen o. Kurtuluş denildiği an akla gelen şeylerden değildi Talya, o kurtuluş demekti ve en önemlisi umuttu. Kötülüğün esiri olmuş bu dünyada, bir kurtuluş yolu olarak görülen Talya, bir kahraman misali faaliyet gösteriyordu. Zamana meydan okuyordu... "Bir örgüt kuralım ama içinde hiç kötülük olmasın, geleceğimiz olsun diyorum. Bu yolda var mısın?" Bilmiyordu, gelecekte böylesine aktaracağını, bilmiyordu yoksa asla adım atmazdı. Her şey en başından mutlak gücün karanlığından çıkışına.. Kaç yaşında olduğu fark edilmezdi, rahmine isteği dışında bir hayat bahşedilmişti. Çok küçüktü, hatırladı şeyler bununla sınırlı değildi elbette biliyordu hayatının ondan nasıl acımasızca alındığını, biliyordu intikam için neler yapacağını. Yalnız başınaydı, kimi kimsesi yoktu, ki bu onun elini kolunu bağlıyordu. Bulması gerekiyordu bir hâl, ne yapacak ne edecekti kim bilir. Dört yılın ardında takvim ne çabuk geçmişti... Elinden tutuğu kıza baktı, bu onun umudu olacaktı, elinden tutmuş olduğu kız çocuğu barış ve merhameti hatırlatacaktı ona. Adını bu yüzden Talya koymuştu, inanıyordu. "Sen benim sevdiğim kadın." Dedi yorgun ses, bir zamanlar sevdiği kadına neler olmuştu, duyduğunda kendinden nefret etmişti onu koruyamadığı için. Ona hissettiği şey saf sevgiden ibaretti. Bir zamanlar ondan çocuk sahibi olmak istiyordu, ona zarar vermekten ölesiye korkuyordu ancak şimdi karşısında bulunan kadının onun yokluğunda nasıl acılar çektiğini düşünmek dahi istemiyordu. Gözleri sevdiği kadının ellini tutmuş olduğu masum kız çocuğuna kaydı, Talya annesine benziyordu; ürkek ve korkak. Gözlerinin ardındaki acımasız kadını görebiliyordu ancak. "Ona kendi kızım gibi bakacağıma yemin ederim Zeynep, seni koruyamadım ama onun kılına zarar gelirse dünyayı yakarım bilmiş ol!" Genç kadın gülümsedi ve konuşmaya başladı "Bir örgüt kuralım ama içinde hiç kötülük olmasın, geleceğimiz olsun diyorum. Bu yolda var mısın?" Genç adam duyduklarına şaşırmadan edemedi, ama onu tekrar kaybetmek istemiyordu, ona bir daha zarar gelmesinide istemiyordu, başına neler geleceğini bilmeden kabul etti. "Öl de öleyim, öldür de öldüreyim, bu artık bizim davamız Zeynebim. Senin için her şeyi yaparım." Kadın ona duyulan saf sevgiden değil, sadece adamın gücünden yararlanmak istiyordu... & "Ardil, uyan hadi." Çok uzaklardan duyduğum sesler bilincimin yerine gelmesine yardım etmiyordu. "Sanırım uyanmayacak, verdiğimiz ağrı kesiciler çok ağırdı bırakalım uyusun." "O iyi olacak değil mi?" Ayak sesleri vardı, konuşma ve fısıltılar ama her ne yaparsam yapayım gözlerimi açmaya çalıştıkça başarısız oluyordum. Yorgun ve bitkindim, en son hatırladığım şeyler pek iç açıcı değildi, bunları düşünmemeye çalıştıkça zihnim kontrolü eline alarak bana rahat vermiyordu. İnsan düşünerek de yoruluyormuş onu anlamış oldum. Hiçbir şey yapmayarak karanlığa geri döndüm. "Ah!" Çektiğim acıların haddi hesabı yoktu, acı inlemelerim arasında gözlerim sonunda ışığa kavuşmuştu. "Ardil, buradayım merak etme." "Toprak, nerdeyiz biz neler oldu." Gözlerimi Topraktan ayırarak bulunduğum odaya baktım. Krem tonlarının ağırlıkta olduğu odada, üstünde olduğum yatak onun yanında duran bir sandalye ve bir dolaptan başka bir şey yoktu. Odanın sağında banyo olduğunu düşündüğüm bir yer vardı tabi bir de. "Ömer in evinde, güvendeyiz." Yatağın yanında duran sandalyeden kalkıp üzerime doğru eğildi, ateşimi ölçer misali elini alnıma koydu. "Ateşinde yok, çok zorladığın için dikişlerin zarar görmüş sadece. Pansumanın yapıldı şimdi daha iyisin." Gözlerine baktım. "Nasıl olduğumu değil neler olduğunu sordum." Kalktığı sandalyeye geri oturdu ve konuşmaya başladı. "Sen asla kendini önemsemezsin ki zaten, neden anlatıyorsam." Elleri ile yüzünü ovaladıktan sonra tekrar bana yöneldi "Hastanede son anda seni bulmamızla birlikte senin için en güvenli yere geldik. Bizden önce başkaları seni alıp götürecekti şaka gibi." Sitem ediyordu, bana en güvenli gördüğü yer burasıydı, onun evi değildi. Ömerin eviydi. "Hastanedekiler kimin adamıydı, Akrepten mi? Yoksa," devamını getirememiştim eğer örgütün adamları ise bundan sonra her şey farklı olacaktı. Toprağın, gökyüzü rengi gözlerine baktım. "Bi öğrensem oruspu çocukları kimin adamı." "Savcım, ne bu sinir sanki değer verdiğiniz birine bir şey olmuş gibi." Alaya alarak söylediğim şey gökyüzü rengi gözlerinin bir bıçak gibi gözlerime saplanmasına sebep oldu. Oldukça yüksek bir tonda konuşmaya başladı, biliyordum konuştukça sözlerinin üzerimde bırakacağı etkiyi, enkazı, harabeyi. "Gerçekten ne yaptığını bilmeyen bir çocuktan farksızsın! Uğruna hayatını mahvetmiş olduğun dava eninde sonunda senin sonun olacak. Madem yaptığın işte duygulara yer yok, o hâlde aklını başına devşir. Sürekli bir yerlerden çıkıp hayatıma dahil olma." Derin bir nefes aldı, konuştukça ikimizde boğuluyorduk ama biliyordum içindeki zehri atması gerekiyordu bu sebepten ötürü sustum. Acımasız olduğunu düşündüğüm sözlerine devam etti. "Bu davaya seni getiren kişi bendim, ama buna bile sen vesile oldun! Bulaştığın kişiler, örgüt, tarikat anasının nikahı yeter artık! Kendine gel ve," ses tonunu düşürerek devam etti. "Bu davanın sonunu getirip benden uzak dur." Bu sözler onu terk ettiğim zaman ona kurduğum sözlerdi. Ona doğru tutmuş olduğum silahın namlusu bu sefer bana dönüktü. "Saçma sapan şeylerden ziyade artık davan ile ilgilen Mavi, başarısız olursan seni kurtarmaya benim bile gücüm yetmez." Beni odada yalnız başıma bırakmadan önceki son sözleri bunlar olmuştu, kalbimi paramparça eden sözleri. Biliyordu, biliyordum bu işin sonunu getiremezsem başıma neler geleceğini. Gözyaşlarım önceden çizilmiş bir yolu takip edercesine yanaklarımdan kayıp düştü. Tırnaklarım avuç içlerime yaptığım iskenceden ötürü kana bulanmış, aldığım soluklar yetersiz gelmeye başlamıştı bile... Odanın kapısı tekrar büyük bir gürültü ile açıldı "Piçin oğlu her gidişinde arkasında bilerek mi böyle bir enkaz bırakıyor?" Gelen kişi Ömer'di. Hızlıca akan gözyaşlarımı ellerimle sildim, o sırada Ömer yanıma gelmişti bile. "İlişkiniz beni çok fazla yordu, sen dünyanın öteki ucuna o diğer ucuna gitse ancak salarsınız kendinizi." Akan burnumu yukarı çekip ona baktım. "Nikah şahidiniz olacağım demiştin, nazar ettin bizi oğlum. O günden beri iki yakamız bir araya gelmedi." Gür bir kahkaha attı, moralimi düzeltmek için gelmişti, çünkü biliyordu omuzlarımda bulunan yükü. "Moralimi düzeltmek için buraya geldiğinin farkındayım ama biraz daha ağlayacağım." Dedim, derin bir nefes vererek bana yöneldi. "Bak Ardil sen her daim benim kardeşim oldun ama bilmeni isterim ki Toprak iyiliğin için o şekil konuştu. Tabi biraz daha nazik olabilirdi." Ensesini kaşıyarak devam etti. "Farkında, eğer başarısız olursan başına ne geleceğinin farkında." Peki ben neler olacağının farkında mıyım? "Şimdi eski hâline, sağlığına dön ve iyiliğin için mücadele et." & Vurulduktan sonra, daha doğrusu aklım başıma gelinceye dek geçen sürede birçok şey fark etmiştim, ama kimsenin bilemediği şeyler vardı bunun en önemlisi de benim bir piyon olmadığımdı. Gerçek şu ki yüreğimde ki kurşunda, hastanede kaçırılma olayı da benim başımın altından çıkmıştı. Günahsız biri değildim, kukla olacak biri hiç hiç değildim. Asıl şimdi tanışalım, ben Mavi Ardil Alçin. Talya harekatı kurucularından Zeynep Er'in biricik kızı Talya. Piyon olarak çağırılan bu davada, piyonları yöneten kişi. "Beni vur dedim de böyle acımasız olunmaz ki." Kollarımı sıkıca ona dolayarak özlemimi gidermeye çalıştım. "Kızım böyle sıkmasana, rövanş mı alıyorsun anlamadım." Geri çekilerek konuşmaya başladım. "Çok özledim Burçi; seni, burayı, yuvamı." Sesimin özlem dolu çıkmasına engel olamamıştım. Talya benim doğuşum ve mezarım olan yerdi. Burçigin Alleda Demirhan, öz değildi belki ancak kardeşim, can dostumdu. Annem Zeynep, burayı kurmak için Deniz Demirhan ile iş birliği yapmıştı. Deniz Demirhan aynı zamanda Burçigin'in babası, biricik annemin bir zamanlar sevdiği adamdı. Talya dan çok geç haberim olmuştu, ancak varlığını hep bilirdim. Burçigin ise tam tersi, ne varlığından haberi vardı ne de asıl kimliğinden. Çok geç öğrenmişti, öğrenmesine sevdiği adam vesile olmuştu. Öldükten sonra Aleda çok dağılmıştı, adeta intikam duygusuyla harlanan biri hâline gelmişti. Bazen düşünüyorum da evet Toprak ile aramızda onlarca mesafe var, bana bir daha eskisi gibi bakmayacak ama onu sonsuza dek görememek, varlığını yitirmek çok acı verici olmalıydı. "Hadi, hemen bitir şu toplantıyı da gitmem gereken bir yer var." Her zamana gittiği yere, kalbini gömdüğü yere gidecekti. Sevdiği adamın mezarına. "Bugün sizleri neden burada topladığımı merak ediyor olabilirsin. Hemen merakınızı gidereyim." Ellimde tutmuş olduğum kağıdı toplantı salonuna karşı açtım, açıklamaya başladım. "Üstlerden gelen bir mektup; on dört çocuk cinayetini artık açığa çıkarmamız gerektiğini anlatan bir mektup." Dedim, salonda bulunan herkes pür dikkat beni dinliyordu. Yirmi sekiz kişinin olduğu bu salon, Talya'nın önemli isimlerini de içinde barındırıyordu. Arka taraflardan bir nida yükseldi, bu kişi oldukça tanınan bir milletvekilinin 'hiçbir işe yaramaz' dediği oğlu Enes'ten başkası değildi. Talya buydu işte; umuttu, gelecekti, güvendi ve en önemlisi koruyucuydu. Enes bilgisayar ve internet platformlarında, robot resim çizmekte uzman biriydi. "Nasıl yapacağız bunu, planın ne başkan?" dedi, hemen bir başkası da lafa girdi. "Bu plan her ne olursa olsun baya bi ses getirecek anlaşılan." Ve bir başkası, "seni dinliyoruz başkan, devam et lütfen." Tekrar salona yöneldim ve otoriter bir ses tonuyla anlatmaya başladım. "Bir basın açıklaması yapacağız, on dört çocuk cinayetinin aslında' ki zaten öyle Akrep in işi olduğunu resmi olarak açıklayacağız. Daha sonra bu cinayetin aslında daha önceden planlı olduğunu, neden gizlendiğini, neden herkese yalan söylendiğini, hepsini..." Toplantıyı çok uzatmadan, yapacağımız şeyi birer birer anlatmıştım. Asıl şimdi başlıyorduk, ben kimsenin hafife alması gereken biri değildim, bu böyle bilinecekti. "Burçigin!" Diye seslendim, arkasına dönerek koridorun ortasında bana doğru gelmeye başladı. "Biliyorum gitmen lazım ancak, sana bir şey sormam gerek." "Sor tabi Ardil." "Çınar ölmeden önce," nefes alma ihtiyacı hissettim. "yani sen onu sana yaptıkları için affettin mi?" dedim. "Öldüğü için affetmiştim." Dedi. Toprak'ın sonunda beni affedeceğini bilmem güzeldi. "Bak Ardil, onunla en çok neler yaşadığımızı en çok sen biliyordun. Bana söylediği yalanı duyunca yıkıldığıma bilhassa sen şahit oldun, ama onun için yaşayacak kadar çok sevdim onu. Onu affetmeme fırsat bile olmadan, neyse işte." Yaşadığı şeyler ağırdı, mesleğini, kimliğini, hayatını kaybetmişti. "Umarım acın hafifler, kelimelerinin kifayetsiz kaldığı bir durum." "Neyse ne, aklından geçenleri tahmin etmesi zor değil. Sırf seni affedecek diye, canına kıyman bir bok değiştirmeyecek." Kara gözleri ile son kez gözlerime bakıp arkasını dönerek çekip gitti. Ellerimi kısa saçlarıma geçirerek gözlerimi yumdum. Yardım et Allahım. "Senaryo okey, sıra oyunculukta. Eh karşılarında Hollywood yıldızlarına taş çıkaracak kabiliyette biri var, o da okey." Dedi Enes, gözlükleri arasında bana bakarak 'oldukça motive eden' sözlerine devam etti. "Kız Ardil, şaka maka ama elimde çekirdekle seni izleyeceğim he." "Artık sus Enes, basın karşısına ne zaman çıkacağız onu söyle." "Bir saate her şey hazır olur, sende biraz toparlansan çok güzel olacak. Sanki sen Toprağı değil, o seni terketmiş gibi." Masanın üzerinde bulunan su şişesini kafasına fırlattım. "Acıdı ama." Dedi "acısın, beter olsun." diye yanıt verdim. Basın açıklamasına 30 dakika kala Bir isyan başlamasına sadece otuz dakika kalmıştı, tuvalet kabininde elimdeki telefonu bir o yana bir bu yana sallıyordum. Çok fazla şeyle mücadele ediyordum ve artık sanırım bunu kaldıramayacaktım. Ellerimle giymiş olduğum boğazlı kazağı çekerek nefes almaya çalıştım, sonuç hüsrandı. Bu bir başkaldırı olacaktı. O sırada tuvalete girenlerle dikkatim oraya yöneldi. "Böyle önemli bir açıklamaya çok az bir zaman kalmış olmasına rağmen nerede bu kadın? Anca aşk acısı çekerek ne kadar basit biri olduğunu göstersin." Ah çok güzel böyle saçma dedikodulara denk gelmek canımı önceden olsa çok sıkardı, şimdi umrumda bile değildi. Bir başka kadın cevap verdi. "Burçigin neredeyse buranın sahibi, onun kadar ön planda değil ama." Tuvaletin kapısı sert bir şekilde açıldı, hâlâ hareketsiz bir şekilde olacakları bekliyordum. "Madem dedikodu yapacaksınız, kısık sesle yapın ki tüm bina sesinizden çalkalanmasın. Şimdi çıkabilirsiniz. Birdahaki ne o dilinizi koparırım ama!" Gelen kişi Burçigindi. Şimdi mezarlıkta olması gerekmiyor muydu? ayak sesleri, dedikodu tayfasının gittiğini gösteriyordu. Bu da demek oluyor ki, burada bizden başka kimse yoktu. "Çocukluk travmalarını atlattığını sanıyordum, yanılmışım." Dedi, hemen yan kabine girdi. Çocukken anlaşma yöntemimiz buydu aslında. "Sen beni hep bulursun, neden mezarlıkta değilsin şu an?" Mezarlığa gideceğini söylemişti, son konuşmamızda. "Ee böyle önemli bir olayda, burada olmayacağımda nereyde olacağım. Yine kendimle çeliştim ama Çınar hep olduğu yerde. Belki bana ihtiyacın vardır dedim." Ve sigarasını yakarak devam etti. "Yarım saatten az kaldı, çık ve yapman gerekeni yap." "Söndür şunu." Dedim öksürüklerimin arasında, sigara dumanı beni boğuyordu. "Toprak senin için sigarayı bırakmıştı, değil mi?" Öyleydi. Daha sonra tekrar başlamıştı. "Bugün önüne gelende Topraktan bahsediyor canım." Olduğum kabinden çıkmıştım. Ellerimi yıkamak için sabunladım, o sırada kabindeki kalbi kırık kadın da dışarı çıktı. Sigarasını fayansa bastırıp söndürdü, benim gibi ellerini yıkamak için lavaboya yöneldi. Aynadaki yansımamıza baktım, çok zıttık. Benim aksime uzun saçları, beyaz teni ve kara gözleri vardı. Kulağımı az buçuk geçen saçlarım, toprak rengi gözlerim, esmere yakın tenim... "Hadi artık, canlı yayına geçme vakti." &
selamlarrrrrr gergin bölüm atmak istesem de uygulamaya girmekte zorluk yaşıyorum. Şimdi de goggle aracılı ile girdim. neyse bakalım fikirleri alalım= love love love
|
0% |