@i_am_sunrise
|
Keyifli okumalar:)
Sabah saatlerini geride bırakarak olay yerinde geçirdiğimiz 4 saatin ardından emniyete geri dönmüştük. Cesedi otopsi için adli tıpa göndererek gözümüzden kaçan bir şey olmamasını istemiştik. Raporlar hemen çıkmayacağı için biz de oturup araştırma yapmaya başlamıştık. Elvin ve Tufan kırılmış telefonla, Ayas ve Çağın komiser diğer eşyalarla ilgileniyordu. Ben ve İsel de cesedin aklımızda kalan kısımlarını normal görüntüsüne çevirmek için robot resim çiziyorduk. Daha doğrusu İsel çiziyor ben de arada müdahale ederek minik yardımlarda bulunuyordum. Pek faydalı olduğumu söyleyemezdim fakat İsel mütevazı bir şekilde söylediklerimi yerine getiriyordu. “Bir şey daha sorabilir miyim?” diyerek milyonuncu kez dikkatini dağıtarak bana dönmesini sağladım. Neyse ki sabırlı bir kızdı da ağzımın ortasına yapıştırmıyordu. “Sor” dedi sadece. “Çok soru sorarak rahatsız etmiyorum değil mi seni?” “Bu soruyu 5 kez sorduğuna ve 5’inde de hayır dediğime göre diğer sorunu sorabilirsin.” Diyince hemen aklımdaki soruyu yönelttim. “Robot resim genelde suçlular için çizilmiyor mu biz niye ölen adamı çiziyoruz?” dediğim gibi yüzümü buruşturdum. Gerçekten gereksiz sorular soruyordum. İsel bakışlarını benden çekerek robot resme devam etmeye koyuldu. “Kurbanın kimliğine, sonrasında ailesine, daha sonrasında da bir fotoğrafına ulaşmamız ne kadar sürer bilemiyoruz. Bir tanıdığına ulaşmak ya da kamera kayıtlarına bakmak için gerekli olabilir.” Diyerek sorumu yanıtladı ve kalemi masaya bırakarak Çağın komisere seslendi. “Çağın komiserim robot resmi bitirdik biz isterseniz bir bakın” diyince ona kısa bir süre baktım. Ben yerine biz demişti, üstelik ben pek bir şey yapmamışken. Tam bir şey söyleyecekken Çağın komiser yanımıza geldi ve kağıdı eline aldı. “Ellerinize sağlık, iyi iş çıkarmışsınız” diyerek bakınca teşekkür ettik. “İsel bu resmi çoğaltıp diğer ekiplere ilet, kulübe yakınlarında bulunan kameralar incelensin ve görgü tanığı olup olmadığına bakılsın.” diyince İsel yanımızdan ayrıldı. Ardından bana dönerek “Sen de benimle geliyorsun.” dedi. Hemen ayağa kalktım ve peşinden gitmeye başladım. “Nereye gidiyoruz?” dedim odadan çıkıp kapıyı kapatırken. “Sorgu odasına” “İhbar eden kişiyi mi sorgulayacağız?” diyince kafasını salladı. Yan yana yürüyorduk. Ama kafamı benden uzun olduğu için biraz kaldırmak zorunda kalıyordum. Boyu tahmini olarak 1.85-1.90 arasıydı. Dün fazla inceleme imkanım olmamıştı ama kumral ve ela gözlü olduğu doğruydu. İyi bir fiziği vardı ve inceleyince fark etmiştim ki oldukça yakışıklıydı. Kafasını bana çevirince önüme döndüm. “Araban tamire verildi ama en az 1 haftadan önce alamazsın gibi duruyor.” diyince acıyla ona baktım. Ev ve emniyet yürüme mesafesinde değildi. Sabah ev arkadaşım bırakmıştı ama hep bırakmasını isteyemezdim hem iş çıkış saatlerimiz uyuşmuyordu. Çağın komiserin “Kabul edersen telafi maksadıyla bir süre şoförlüğünü üstlenebilirim.” sözüyle yüzümdeki acılı ifade yerini şaşkınlığa bıraktı. “Yok, kabul edemem. Zahmet vermek istemiyorum.” “Zahmet vermezsin, araban benim yüzümden bu halde zaten. En azından çıkış vakitleri bırakabilirim.” Tam yine itiraz edecektim ki sorgu odası olduğunu düşündüğüm yere gelince durduk. Kumral bir kadın bizi görünce yanımıza ilerledi ve Çağın komisere selam verdi ardından bana dönünce kim olduğumu sorgular gibi baktı. Elimi uzatarak kendimi tanıttım. “Cinayet Büro komiser yardımcısı Ayzen Safir Akdoğa” Kadın duyduklarından biraz rahatsız olmuş gibi görünüyordu ama belli etmemeye çalışarak elimi sıktı ve kendini tanıttı. “Asayiş Şube komiseri Sanem Altan. Memnun oldum.” Ardından tekrar Çağın komisere döndü. “Şüpheli içeri alındı. İstersen sorguyu birlikte yapalım” deyince Çağın komiser hiç beklemeden cevap verdi. “Gerek yok, Ayzen ve Ayas’la birlikte yapacağız.” Sanem denen kadın samimiyetsiz bir şekilde gülümsedi. “Peki, o halde ben işlerimin başına dönüyorum.” Diyerek yanımızdan ayrıldı. Arkasından uzun uzun bakınca Çağın komiser açıklama gereği duydu. “Uzun zamandır Cinayet Büro’ya gelmek istiyordu. Onun başvurusu onaylanmayıp seninki onaylanınca bozulmuş olmalı.” Bu sözleri duyunca ister istemez üzülmüştüm. Kadın komiserdi ve yıllarını bu işe vermişti ama yeni mezun olan biri çıkıp hayaline el koymuştu resmen. “Fazla kafaya takma. İs ve Elvin’le de arası iyi değil zaten.” Diyerek üzülmeme engel olmaya çalıştı ama aklıma bir şey takıldı. “Yakın mısınız Sanem komiserle?” diye sorunca içten içe kendime küfrettim. Beni ne ilgilendirirdi ikisinin yakın olup olmaması. “Cinayet Büro’da çalışmadan önce Asayiş’teydim. Aynı ekipte olunca haliyle aramız iyiydi.” şeklinde bir cevap verdi. Koridorun başına takıldı bakışları, Ayas komisere yani. “Ayas da geldiğine göre başka sorun yoksa sorguya geçelim mi?” Kafa sallamakla yetindim. İçeri girince Ayas komiser şüphelinin olduğu kısma doğru ilerledi. Biz de camın arkasından izlemek için diğer kısma yöneldik. İhbar eden kişiye baktım. 30’lu yaşlarında esmer bir adamdı. Gözleri ürkekçe yanına gelen Ayas komiserde oyalanıyordu. “Orhan Çelik, sabah saatlerinde işe gittiğiniz esnada yanan bir kulübe gördüğünüzü ve ihbar ettiğinizi onaylıyor musunuz?” diyerek konuşmaya başladı Ayas komiser. “Evet, ama ben niye sorgulanıyorum. Cinayeti benim mi işlediğimi düşünüyorsunuz. Eğer öyleyse niye kendi kendimi ihbar edeyim.” “Çoğu suçlu kendini böyle savunmaya çalışır. Adam ya düpedüz aptal ya da aptalı oynamaya çalışan bir aptal.” diye mırıldandı Çağın komiser bana doğru. “Suçlunun o olduğunu mu düşünüyorsunuz?” “Hayır” demekle yetindi. Ardından cama dönerek izlemeye koyuldu. Ayas komiser konuşmaya devam etti. “ Sadece kamera karşısında bildikledirinizi toparlamaya çalışıyoruz. Söyleyecekleriniz birer delil niteliğinde olacağı için dürüst bir şekilde sorularımı yanıtlayın. İşe gittiğiniz esnada bir tuhaflık fark ettiniz mi?” “Sadece yaklaşık yarım kilometre ileriden dumanların yükseldiğini fark etmiştim. Bir de yakınlarda art arda giden iki araba gördüm.“ “Bunu tuhaf mı buldunuz?” “Evet normalde o saatlerde orada fazla araba göremezken birbirini takip ediyormuş gibi giden iki araba gördüm. Dikkatimi çeken şey özellikle ikisinin de son model olmasıydı. Öyle arabalara sahip olan bir kişilerin neden tekinsiz bir yere gidebileceğini düşündüm.” “Arabaları tarif eder misiniz? Ayrıca sürücüyü görebildiniz mi?” “İkisi de siyah Mercedes’ti. Özellikle arabanın içine bakmadım ama siyah film var gibiydi. Plakaya da dikkat etmedim.” Çağın komiser bir kağıda adamın dedikleri arasında önemli olanları not etti. Ardından kulağındaki kulaklıkla Ayas’a seslendi. “Robot resmi göster.” Ayas komiser kulaklıktan söylenenleri harfiyen yerine getirdi. İsel’in çizmiş olduğu resmi yanındaki dosyadan çıkararak karşısındaki Orhan Bey’in önüne bıraktı. “Bu şahsa benzer birini gördünüz mü?” “Hayır. Hiç görmedim.” Çağın komiser tekrardan Ayas komisere seslendi. “Tamamdır, sorgu bitti. Adamı şimdilik serbest bırakıyoruz.” Ayas komiser kafasıyla onaylayıp odadan çıktı ve yanımıza geldi. “Adamın katil olma ihtimali düşük. Bir şeyler biliyor gibi de durmuyor. Buradan bize iş çıkmaz.” “Katılıyorum.” diyerek onu onayladım. “O halde telefondan ve robot resimden bir şey çıkmasını bekleyeceğiz. Hadi gelin.” dedi Çağın komiser. Hep birlikte çıktık ve ekiple çalıştığımız odaya geri döndük. Elvin ve Tufan hâlâ telefonu kontrol ediyordu. Oturduğumuz an İsel içeri girdi. “Robot resmi diğer ekiplere ilettim. Sabıka kaybı olan bir adamla benzerlik bulunduğu söylendi. Vücut özellikleri de uyuşuyor. İsmi-“ “Cafer Aktuğ mu?” diye soru sorarak araya girdi Tufan. İsel kafasını evet anlamında sallayınca Tufan konuşmaya devam etti. “ Telefon ve hat Cafer Aktuğ’a ait. Son aranan kişilere bakıyorum şimdi.” Tüm ekip ona doğru yaklaştık. İki dakika sonra bilgisayardan yaptığı işlemlerle arama kaydını açtı. Bugün: Mıstık (5 cevapsız arama)(12.59) Hayatım (8 cevapsız arama)(12.23) 053* *** ** **(05:39) Alparslan Kandemir (05:28) Karıcığım (05:14)
Dün: Mıstık (23.17) Akın Kandemir (20:52) Özel numara(2 cevapsız arama)(17:49)
“Cafer Aktuğ, Alparslan Kandemir’in yakın koruması olarak çalışıyormuş edindiğim bilgilere göre.” dedi Elvin bir yandan kendi bilgisayarıyla Cafer denen adamı araştırırken. “Sabah Kandemir malikanesine işe giderken katil tarafından kaçırılmış olabilir.” “Eğer öyleyse onu son gören kişi eşidir. Sorguya ilk olarak ondan başlayacağız sonra da Kandemir malikanesine gideceğiz. Ayrıca numaraları da bir araştıralım” diyen Çağın kendi bilgisayarına doğru ilerledi. “Sadece yarım saat içinde Cafer Aktuğ ile alakalı önemli bir bilgi bularak gelin.” diyerek bize baktı. “Hepiniz.” Sandalyelere oturarak işlerimize koyulduk. Ne yapacağımı bilmiyordum yardım istemeye de gururum el vermiyordu. Yanımda oturan Çağın komiserim göz ucuyla bana baktığını fark ettim. Ona döndüğümde konuşmaya başladı. “Bugünlük seni muaf tutuyorum. İlk gün için yeterince iyi iş çıkardın zaten.” “Gerek yok” diye sessizce mırıldandım. “Halledebileceğimi düşünüyorum.” “Peki, öyleyse yardıma ihtiyacın varsa ben buradayım.” Tebessüm ettim. “Teşekkür ederim, eğer bir sorun çıkarsa söylerim.” diyerek işime döndüm. Yapabileceğim en mantıklı şey adresini araştırmak ve civardaki mobeselere bakmak olurdu. Ev adresini bulduğumda kulübeye olan uzaklığını karşılaştırdım. Arabayla yaklaşık yarım saatlik bir mesafedeydi. Kandemir malikanesine de baktığımda 45 dakika kadarlık bir mesafe vardı. Yani kaçırılmışsa evinin yakınlarında kaçırılmıştır düşüncesiyle önce evinin çevresindeki mobeselere bakacaktım. Adamın üzerine kayıtlı bir arabası var mı diye kontrol ettim, olduğunu görünce de plakasını bir kağıda not ettim. İhbar eden adamın tarif ettiği araba çıkar diye düşünmüştüm ama değildi. Kandemir malikanesine giderken geçebileceği tüm caddeleri izleyerek arabayı gördüğüm cadde isimlerini kağıda yazdım. Tahmin ettiğim gibi yolu yarılamadan ortadan kaybolmuştu. Önceki kaydı geri sararak tekrar izledim, kameraya en uzak olduğu yerde bir ara sokağa doğru girdiğini gördüm. Ama işe gitmek için caddeden devam etmesi gerekiyordu. Tekrar başa sararak izledim, 4 . izleyişimde arkadaki siyah Mercedes’i fark ettim. O andaki saati incelediğimde 5’i 40 geçtiğini gördüm. Hatta 39 geçtiğini... “Buldum.” diye bağırdım. Aniden tüm gözler bana döndü. Sesimi alçaltarak tekrarladım. “İşe yarar bir bilgi buldum. Bakmak ister misiniz?” Merakla yanıma yaklaştılar ve bir bilgisayara bir bana baktılar. Bağırmamdan dolayı dünyayı kurtaracak bilgiye ulaştığımı düşünmüş olabilirlerdi. Ciddi bir şekilde konuşmaya başladım. “Evinin yakınlarında kaçırıldığını düşündüğüm için civardaki mobeseleri inceledim. İlk başta sıkıntısız bir şekilde iş yerine ilerliyor gibi görünüyor ama aniden kameraya en uzak noktada bir ara sokağa sapıyor. Arkasında ihbar edenin tarif ettiği siyah bir Mercedes var. İki araç aynı anda sokağa giriş yapıyor ve saat o sırada 5’i 39 geçiyor yani arama listesindeki kayıtlı olmayan numaranın aradığı zamanı.” Kısa bir sessizlik oldu, onlara döndüğümde şaşkınlıkla bana baktıklarını gördüm. Normal bir bulguydu ama benim bulmamı beklemiyorlardı. Sessizliği bozan Ayas komiser oldu. “Numara Murat Yaşaroğlu denen bir adama ait. Şu an kullanılmıyor. Büyük ihtimalle hattı ve telefonu işi bittikten sonra parçalamış.” “Elimizde başka ne var?” diye soru sordu Çağın komiser. “Cafer Aktuğ 2 yıl önce yaralama suçundan 7 ay boyunca hapis yatmış. Yaraladığı kişiyle arasında bitmemiş bir husumet olabilir.” dedi İsel. Elvin ekledi. “Özel numarayla arayan kişi Murat Yaşaroğlu denen adammış. Anlaşılan Cafer Aktuğ özel numaralara yanıt vermeyince numaradan aramak zorunda kalmış.“ Çağın komiser dikkatle dinledi ve yorum yaptı. “Katilin maşası olduğu kesin ama kendi kimliğini açığa çıkarması insanı şüphelendiriyor. Büyük ihtimalle katil suçu başkasının üstüne atmaya çalışacak.” Ayas komiser “Murat Yaşaroğlu’nu bulmak için başka ekip görevlendirelim. Biz de karısını ve Kandemir malikanesindeki kişileri sorgulayalım.” diyince ayaklandık ve odadan çıktık. “Ha bir de Ayzen” diyerek seslenince Ayas komisere döndüm. Diğerleri önümüzde yürüyordu. “Pişman edersin dedim de bu kadar hızlı davranacağını tahmin etmemiştim.” İmalı bir şekilde sırıttım. “Pişmansınız yani söyledikleriniz için.” “Hayır, henüz değil. Daha kırk fırın ekmek yemen gerekiyor bunun için.” Sırıtışım samimi bir gülümsemeye dönüştü. “Bu sözlerinizi bir gün size hatırlatacağım komiserim.” “O zamana kadar emekli olmazsam iyidir.” Aracın yanına ulaşınca hepimiz bindik ve sabahki yerlerimize oturduk. Elvin’in “Önce eşinin yanına mı gidiyoruz? Yoksa Kandemirlere mi?” sorusuna Çağın komiser yanıt verdi. “Eşinin telefonundan konumunun Kandemir malikanesinde olduğunu öğrendik.” Kocasından haber alamayınca soluğu orada almıştı muhtemelen. “ Kandemir malikanesine gidiyoruz yani.” Yirmi dakikalık bir yolculuğun ardından araçtan indiğimizde bizi son derece lüks bir malikane karşıladı. Demir kapının önüne geldiğimizde Ayas komiser öne doğru çıkarak polis kimliğini göstererek bir şeyler söyledi. Korumalar kapıyı açınca bahçeye giriş yaptık. Bahçe çok büyüktü; bir kısma meyve ağaçları, başka bir kısma çiçekler ekilmişti, en az 15 kişinin sığacağı çardak çiçeklerin az ilerisine konumlandırılmıştı. Zannımca arka bahçesi de en az bu kadar büyüktü. Bahçe kapısından evin kapısına ulaşmak biraz zaman almıştı. Hiç vakit kaybetmeden zile bastık. Kapıyı hizmetçi bir kadın açmıştı. Çağın komiser Ayas komiserle birlikte polis kimliğini gösterdi ve söze girdi. “İyi günler, ev sahipleri ve Sezin Aktuğ evdeler mi?” Kadın biraz gerilmişti. Yüksek ihtimalle Cafer Aktuğ için geldiğimizi anlamıştı. “İyi günler Sezin Aktuğ evde. Ev sahibi olarak da sadece Eslem Hanım burada. İsterseniz onu çağırayım” Çağın komiser kafasını sallayınca kadın yanımızdan ayrılarak ev sahibini çağırmaya gitti. “Eslem Hanım kim?” diye sordum. Cevabı Tufan verdi. “Alparslan ve Efsun Kandemir’in kızı. Birkaç kere sosyal medyada denk gelmiştim. Şımarık birine benziyor.“ Aynı saniyelerde kapıdan karamel rengi saçlı, 20’li yaşlarında güzel bir kız çıktı. Üstündeki şık bluz, kumaş pantolonu, topuklu ayakkabıları ve takılarıyla bahsi geçen Eslem Kandemir’in bu kız olduğunu anladık. Nazik bir şekilde “Merhabalar, ailem şu anda burada değil de yapabileceğim bir şey varsa ben yardımcı olayım.” dedi. Tufan bir adım öne çıktı. “Ayaküstü konuşulacak bir konu değil, müsaadeniz olursa içeri girelim. Ayrıca ailenizi eve çağırırsanız iyi olur.” Eslem kapının önünden çekildi ve elini buyrun anlamında uzattı. “Babam ve abim işe gitmişlerdi, çağırırım birazdan gelirler fakat annem dün şehir dışına çıktı.” Bir anlığına duraksadı. “ Cafer abi için geldiğinizi düşünmüştüm ama farklı bir sorun mu var?” “Hayır, Cafer Aktuğ için buradayız.” “Peki o nerede? Karakola mı götürdünüz? Suç falan mı işledi?” Tufan bir süre sessiz kalınca İsel el attı. “İçeride konuşmak daha mantıklı.” diyerek eve girdi. Hiç beklemeden biz de girdik. Muhtemelen Cafer’in sabıkalı olduğunu bildiği için Eslem’in aklına ilk gelen şey suç işlemesi olmuştu. Eslem telefon görüşmesi yapmak için başka bir köşeye gittiğinde hizmetçi kadın bize eşlik ederek salona götürdü. Salona girdiğimizde bizi beklenmedik bir manzara karşıladı. Sezin Aktuğ olduğunu düşündüğüm 30 yaşlarındaki kadın koltukların birinde oturmuş elindeki telefona bakarak haber bekliyor gibiydi. Üzerindeki sabahlık, dağılmış siyah saçları ve şişmiş göz altı torbaları ne kadar endişelendiğini gözler önüne seriyordu. Ancak şaşırtıcı olan bu değildi. Yanında 5 yaşlarında bir erkek çocuğu oturuyordu ve karnında da belirgin bir şişlik vardı. En az 7 aylık hamileydi. Çocuklar yetim, kadın dul kalmıştı. Bir aile bir gecede işte böyle dağılmıştı. Eslem Kandemir telefon görüşmesini bitirmiş olacak ki yanımıza geldi. “Babamları çağırdım, 15 dakikaya burada olurlar. Onlar gelene kadar oturun isterseniz.” Sezin Aktuğ’un gözleri bize döndü. Ardından endişeli gözlerle Eslem Kandemir’e baktı. Eslem Kandemir de onu rahatlatmak için yanına oturup elini tuttu ve bir şeyler söyledi. Bu sırada biz de oturmuştuk. Üçlü koltuğun bir köşesinde ben bir köşesinde Elvin vardı. Ortada ise Tufan oturuyordu. Elvin kısık bir sesle Tufan’a soru sordu. “Hani kız şımarıktı. “Ne bileyim öyle gelmişti başta.” Konuya ben de dahil oldum. “Çalışanının karısını teselli ediyor resmen. Bu kıza nasıl şımarık dersin?” Çaprazımda oturan İsel ayağıyla beni dürttü ve uyarı dolu gözlerle üçümüze baktı. Üçümüz de susunca geri önüne döndü. İki dakika sonra oturduğum yerden ayaklandım ve Eslem Kandemir’e dönüp lavaboya gitmem gerektiğini söyledim. Hizmetçisini çağırır sanmıştım ama benimle birlikte o da ayağa kalktı ve birlikte koridorda ilerledik. “İsminiz neydi?” “Ayzen.” “Memnun oldum, sen diye hitap etmemde sakınca var mı?” “Elbette istediğiniz gibi seslenebilirsiniz.” “O halde sen de bana aynı şekilde hitap et Ayzen.” diyip gülümsedi. Lavaboya gelmiş olacağız ki durdu ve bana baktı. “Babamları tekrardan arayacağım. Sen de kafana göre takıl, sonra birlikte geçeriz salona.” Tebessüm ettim ve lavaboya girdim. İşimi bitirdikten sonra elimi yıkarken aynadan kendime baktım. Siyah saçlarım biraz kabarmış, yeşil gözlerimi ortaya çıkarmak için sürdüğüm kahverengi göz kalemi akmıştı. Giydiğim bluz biraz kırışmıştı. Elimle saçlarımı tarayarak kabarıklığını indirdim ve akan makyajımı biraz suyla silmeye çalıştım. Kırışık bluzum için yapabileceğim hiçbir şey olmadığına kanaat getirince lavabodan çıktım. Biraz ileride telefonla konuşmasını sonlandıran Eslem’in yanına gittim. Gergin görünüyordu ama ben gelince tebessümünün arkasına saklandı. Herkes gibi o da burada ne işimiz olduğunu sorguluyordu. “Sezin ablanın yanında sorma fırsatım olmadı. Bütün aileyi çağıracak kadar ne yapmış olabilir Cafer abi.” “Neden Cafer Aktuğ’un bir şey yaptığını düşünüyorsun?” “Ben değil Sezin abla böyle düşünüyor.” dedi ve bir an meraklı yüz ifadesi dehşete dönüştü. “Cafer abi için geldiğinizi söyledikten sonra onun bir şey yapmadığını ima ediyorsun. Yoksa Cafer abiye mi bir şey yaptılar.” Sessiz kaldım. Bunu benim söylemem doğru olmazdı. Sessiz kaldığımı görünce gözleri doldu. “Ne oldu? Nerede? Hastaneye mi kaldırdınız?” “Eslem istersen aşağıya inelim. Orada konuşuruz.” “Sezin abla çok evhamlı. Üstelik hamile haliyle çok panik yapar. Hastaneye götürelim. İyi olduğunu görünce sakinleşir belki.” Söyleyemedim. Cafer Aktuğ’un hastanede değil Adli Tıp Merkezi‘nde olduğunu, cinayete kurban gittiğini , yanarak can verdiğini... Bu sabah gördüğüm hiçbir şeyi söyleyemedim. Sadece sessiz kaldım. Konuşmaya devam edecekti ki kapı zili çaldı. Alparslan ve Akın Kandemir eve gelmişti muhtemelen. Eslem son bir kez bana baktı ve sonra salona doğru ilerledi. Salona giriş yaptıktan yarım dakika sonra Alparslan ve Akın Kandemir ve birkaç koruma içeri sorgulayan gözlerle girdiler. Hepsinin de bakışları bizim ekipte, Cafer’in ailesinde ve Eslem’de oyalandı. Eşinin patronlarının da geldiğini gören Sezin Hanım daha fazla dayanamayıp konuşmaya daha doğrusu bağırmaya başladı. “Allah rızası için biri bana kocamın nerede olduğunu söylesin. Saatlerdir buradayım, herkes oyalıyor, bir şey yok diyor.” Parmağıyla bizi işaret etti. “ Bu insanlar niye konuşmak için sizin gelmenizi bekliyor?” Eslem bir hizmetçiye Sezin Hanım’ın oğlunu gösterince hizmetçi hemen onu odadan çıkardı. Çocuk hizmetçiyi tanımadığı için annesinin adını haykırarak ağlamaya başladı. O ana kadar dik duran Sezin Hanım’ın omuzları oğlunun bir ağlamasıyla çöktü ve gözlerinden birer yaş süzüldü. “Karakola mı götürdünüz Cafer’imi? Ondan mı saatlerdir açmıyor telefonu?” Ağlamaya başladı. “ Bakın eminim yanlış anlaşılma var ortada. Kocam bana yemin etmişti. Bir daha başkasına zarar vermeyecekti.” Akın Kandemir sıkılmış bir ifadeyle söylenmeye başladı. “Ne yani korumanın teki karakola düştü diye mi bu polisler evimizi basıp bizi ayağına çağırdı?” Eslem ona öfkeli bir bakış attı. “Polisler evimize geldiğine göre ortada ciddi bir mevzunun olduğunu anlamayacak kadar aptalsın. Ayrıca korumanın teki dediğin adam 10 yıldır bizimle çalışıyor, bize değil de nereye gelseydi polisler? Alparslan Kandemir gür bir sesle araya girerek ikisini de azarladı. “İkiniz de susun. Eslem, abinle öyle konuşma. Akın sen de korumanın teki diye Cafer’i küçümseme. O adam kaç kez benim hayatımı kurtardı senin haberin var mı?” Ardından bize döndü. “Bu tatsız karşılama için çok özür dilerim. İsterseniz sizi çalışma odamda ağırlayayım.” Ayas komiser hayır anlamında salladı. “Teşekkür ederiz ama şimdilik gerek yok. Burada da konuşabiliriz.” Kafasını Çağın komisere çevirdi ve onun konuşmasını bekledi. Vefat haberini Çağın komiser verecekti. Çağın komiser boğazını temizledi ve konuya girdi. “Sabah saatlerinde bir kulübenin yandığına ve içinde de bir ceset bulunduğuna dair ihbar aldık. Gidip olay yerini ve cesedi incelemeye başladık. Adamın yüzü tanınmaz haldeydi. Elimizde sadece 1.80 boylarında mavi gözlü kalıplı bir adam olduğu bilgisi vardı.” Salondaki herkes o cesedin kim olduğunu anlamıştı. Akın ve Alparslan Bey şoka uğramış bir haldeydi. Korumaların ve Eslem’in gözleri dolmuştu. Kimse bir şey söyleyemiyordu. Ortamda tek ses Sezin Hanım’dan çıkıyordu. “Hayır, susun. Hayır... Hayır, neden öldürsünler Cafer’i? Kim neden öldürsün? Niye yaksınlar benim kocamı.” diye haykırarak ağlamaya başladı. Yutkunamadım. Boğazım yanıyordu. Ağlamak üzereydim ama ağlayamıyordum. Zor olan öldüren kişiyi bulmak değildi. Zor olan öldürülen kişinin evine gitmek, sıcak bir yuvanın ne hale geldiğini izlemek, aydınlık hayatların nasıl karardığına şahit olmaktı. Ölüm haberi geldiğinde beş dakikalığına gördükleri o uğursuz suretlerdik biz, bir ömür boyu unutamayacakları. Çağın komiser konuşmasına devam etti. “Olay yerinde bulduğumuz telefon Cafer Aktuğ’a ait. Çizilen robot resim de onunla uyuşuyor. Son bir kez teşhis etmek isterseniz yarın bizimle birlikte Adli Tıp Merkezi‘e uğrayabilirsiniz. Başınız sağ olsun.” Kadın ayağa kalkamaya çalıştı fakat başaramayınca yere düştü. Tekrar kalkma zahmetine girmeden olduğu yerde öyle bir çığlık attı ki salonda bulunan herkes ürperdi. Titreyen elleriyle saçlarını kavrayıp çekiyor delirmiş gibi art arda kafasına darbeler indiriyordu. Ağladığını fark ettiğim Eslem Sezin Hanım’ın yanına diz çöküp ellerini tutmaya çalışınca kadın onu iterek yere düşürdü. Elvin müdahale edeceği esnada korumalardan birisi Sezin Hanım’a doğru ilerledi ve diz çöktü. “Sezin.” diye fısıldadı adam titrek bir sesle. Sezin Hanım tam o anda kafasına vurmayı kesti ve adama baktı. “ Mustafa” dedi ağlayarak. “Duydun mu? Öldürmüşler Cafer’i.” Ağlaması şiddetlendi “ Kim öldürmüş. Kim kıymış benim canıma.” Tekrar ellerini kafasına doğru kaldırınca adam erken davranarak elini tuttu ve yerden kaldırdı. “Sezin yapma böyle, karnında da bir can var. Onu düşün.” Sezin Hanım oturtulduğu koltuktan hızlıca kalkıp Mustafa’nın üstüne doğru yürüdü. O sırada Eslem de bir hizmetçi çağırıp sakinleştirici istedi. Evin kamera kayıtlarına bakmamız gerekiyordu ama önce ortamın sakinleşmesi lazımdı. Ekip bu tarz olaylara alışkın olmalılar ki hiçbir tepki vermeden izliyordu ama üzgün oldukları anlaşılabiliyordu. Sezin Hanım, Mustafa’yı es geçerek sehpaya ilerledi ve Kandemir ailesine ait fotoğrafın olduğu çerçeveyi yere fırlattı. Kırılan camlardan birini eline aldı. Delirmiş gibiydi. Eslem ve korumalar öne doğru atılınca Sezin Hanım elindeki cama aldırmadan Eslem’i bir daha itti. Zavallı kız yerdeki camların üzerine düşecekken Tufan son anda onu belinden yakaladı. Camın Eslem’in kolunu kesmiş olduğunu fark ettim. Akan birkaç damla kan yerdeki aile fotoğrafının üstüne damladı. 4 kişilik aile fotoğrafında Alparslan, Akın ve Eslem Kandemir’in yüzü kırmızıya boyandı. Eslem doğrulmadan önce düşen son damla Alparslan Kandemir’in eşi Efsun Kandemir’in göğsüne isabet etti. Bakışlarımı fotoğraftan çekip yaşanan arbedeye diktim. Ekip de yaşanan kaosa dahil olmuş Sezin Hanım’ı sakinleştirmeye çalışıyordu fakat Sezin Hanım sakinleşecek gibi değildi. Sağlıklı düşünmediği belli olan kadın camı bileğine yaslamıştı. Çaresiz gözlerle bize baktı. “Ben onsuz yaşayamam, anlıyor musunuz? O yoksa ben niye varım?” Yaklaşmaya çalışan Alparslan Kandemir kadının onu fark edip bileğini biraz kesmeye başlamasıyla uzaklaştı. “Kendini düşünmüyorsan dışarıdaki çocuğu düşün. Onu da düşünmüyorsan karnındakini düşün Sezin. Böyle yaparak kendinle birlikte 2 cana daha zarar verirsin.” Ayas komiser arkadan yaklaşıp kollarını kavrayınca Akın Kandemir elindeki camı zar zor almayı başardı. Dışarıdan çocuğunun ağlama sesi duyuluyordu içeride ise kadının feryatları . Bu kargaşanın ortasında zil çalınca korumalardan biri kapıya yöneldi. Birkaç saniye sonra elinde bir poşetle geri salona geldi. “Tatlı siparişini teslim ettiler.” diyince evdeki herkes birbirine baktı. “Kim sipariş etti” diye sordu Eslem. Kimseden ses çıkmayınca korumaya yönelecekti ki Çağın komiser onu durdurdu. “Şüpheli bir şey olabilir. Bizim bakmamız daha doğru.” Cebinden çıkardığı eldivenleri takarak korumanın elindeki poşedi aldı. İçindeki kutuyu çıkartıp açınca şekerpare sipariş edilmiş olduğunu gördük. Herkesin kaşları çatılmış ne olduğuna anlam vermeye çalışıyordu. Bir şekerparenin altında hediye pakedi olduğunu fark eden Çağın hediye pakedini de açtı. Sadece katlanmış bir kağıt vardı. Sezin Hanım’dan hizmetçilere, korumalardan Kandemirlere kadar herkes soluğunu tutmuş kağıtta ne yazdığını duymayı bekliyordu. Çağın komiser sessiz bir şekilde okuyup kaşlarını çatarak elindeki kağıdı Tufan’a sesli bir şekilde okuması için uzattı. Tufan da hızlı bir şekilde göz geçirip kaşlarını çattı ve ardından sesli okumaya başladı. Kanlı Ay gösterisine hoş geldiniz. Cafer Aktuğ’a olanları öğrenmiş olmalısınız. Başınız sağ olsun. Ölmeden önce son isteğini sorduğumda bana karısının şekerpare aşerdiğini söylemişti. Maalesef almak ona nasip olmadı. Bu sebeple ben almak istedim. Merak etmeyin içinde zehir yok, ayrıca Cafer’in cüzdanından çıkan parayla aldım. Gönül rahatlığıyla yiyebilirsiniz. En kısa sürede kendimi tekrardan hatırlatacağıma dair söz veriyorum. Afiyet olsun. Peccatum
Selamlar Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Yorumlarınızı bekliyorum. Gelecek bölümde görüşmek üzere
|
0% |