@iremlgm
|
Bazen hayat beklenmedik kapıları yüzünüze kapatır. O kadar çok önemseriz ki o kapıların ardında kalanları, arkamızdaki açık kapıların içerisinde olan cenneti gözlerimiz görmez. Bir kapı kapanıp bin kapı açılsa bile insana kapalı kapı tatlı gelir. Merak öldürür insanı, Ölmek ise yaşamak demektir belki de. Çoğu ölü yaşar, çoğu yaşayan ise ölür. Ölenler yaşamak isteyenlerdir yaşayanlar ise ölmek isteyenler. Herkesin kıyameti farklıdır. Kimimiz için bir kâğıt yığınıdır kitaplar kimimiz için Dünya’dan soyutlanmaya yarayan bir araç. Dünya hepimizin masasına sevmediğimiz yemekleri koyar. Tepkimizi ölçmek, bu yemeklere itiraz edip etmeyeceğimizi öğrenmek ister. Bunun sonucunda ise sevdiğiniz yemekler vardır bu ise güya bir ödül niteliğindedir. Bazen sevdiğimiz yemeklere ulaşmak için sevmediklerimize katlanmak hatta onları yemekten zevk alıyor gibi davranmamız gerekir. Acılarımız belki hâlâ kanayıp duran yaralarımızdan zevk almamız, artık bizim için bir anlam ifade etmediğini benimsememiz gerekir. Bu hikâyenin bir kahramanı vardı. Bu hikâyenin kahramanı bendim. Benim acılarım benim yaralarım ile doluydu bu sayfalar. Akmayı bırakmış sadece nefret ve kin ile dolmuş gözyaşlarım vardı ukde kalan. Akmış kanlar, parçalanmış bedenler hatta yarım kalmış öyküler vardı bu kitabın satırlarında. Alev’in alev almış kalbi yanmış bir kül dağına dönmüş, birden kayıplara karışmıştı. Geride kalan tek şey bu sayfalardaki noktalarda, virgüllerde hatta ve hatta soru işaretlerinde saklıydı. Yanan alev ile çıkan ve ortama sıçrayan kıvılcımlar insanların karanlığa bürünmüş zihniyetine minikte olsa bir ışık tutmuştu. Titreyen sesler lâl olmuş, mezarlar âdeta bir ev haline bürünmüştü. Kimsenin kimse için kılını kıpırdatmadığı bu âlemde kaç çocuk ölmüş kaç çocuk öldürülmüştü. Canice katledilen hayvanların, yüzüne kezzap atılmasına rağmen suçlu bulanan kadınların ve nefes aldığı için öldürülen çocukların olduğu bu dünyada kelimeler kifayetsiz insanlar kıyafetsiz kalmayı normal bulmuştu. Ölüm ikinci hayat diye değerlendirilirdi lakin birinci hayat bu kadar acımasızken ikinci hayat diye görülen cennete gidilmesi sizce de adaletsiz olmaz mıydı? Gözbebeklerim büyürken derin bir nefes aldım. Loş ışık gözlerimin ağrımasına neden olurken yanan mum dalgalanıyor, aldığım her nefes beni daha fazla ağırlaştırıyordu. Bu saçma ve sebepsiz Dünya’da yaşamak bir ölüm kalım savaşından farksızdı. Sessiz ortam titrek nefesim ile biraz olsun bozulduğunda minik bir tebessüm ele geçirdi dudaklarımı. Şiir yazmak gibi bir hobim vardı çocukluktan. Kendimi tehlike içerisinde hissettiğim an sessiz bir alan bulup otururdum. Derin bir nefes alarak birkaç kelime karalardım kâğıda. Sol gözümden düşen bir yaş ile sendeledim. Önümdeki kâğıdı ıslatan damlaya dakikalarca baktım. Çalan telefonum ile irkildiğimde ekranda gözlerimi gezdirdim. Demir Bey arıyordu bu kendime özel tuttuğum bir doktordu. Her zaman kalabalık yerlerden uzak durur, İşlerimi halledebilecek birilerini tutardım. Normalde bu saatte aramalarını yanıtlamazdım çünkü bu saatte aramasının genel nedeni ruhsal sağlığımın yerinde olup olmadığını kontrol etmek olurdu. Lakin şu anda ona bağlı olup ölüm kalım savaşı veren bir kız vardı. “Buyurun Demir Bey, umarım güzel haberler ile karşılarsınız beni” buruk bir tebessüm ettiğini, verdiği nefesten anlamak çokta zor olmamalıydı. “Kız gözlerini açtı ama sanki lâl gibi verdiğim hiçbir soruyu anlamıyor boş bir ifade ile yüzümü süzüyor” Derin bir nefes vererek cevapladım “Ben geliyorum siz onu zorlamayın.” Üstümü düzelttim ve siyah postallarımı giyerek gerekli olan eşyaları aldıktan sonra binadan ayrıldım. Aşağıda bekleyen aracımı açarak içine yerleştiğimde gitmem gereken yerin zaten sadece bir sokak arkada olduğunu anımsayarak gülümsedim. Beş dakika dahi geçmeden kapısının önünde durarak hafif bir tını ile kapıyı tıkladım. Kapıyı açan adamın yorgun suratı olayları gayet net bir şekilde ortaya seriyordu. İçeri girerek kızın olduğu odaya ilerledim. Kapıyı hafif aralayarak içerideki kıza baktım ve girmek için izin istedim. Gerçekten konuşmuyor beden dilini ve mimiklerini kullanmaya çalışıyordu. Teninin rengi bembeyaz olmuş, Gözlerinin feri gitmişti. Yanındaki sandalyeye oturarak yorgun yüzünü inceledim. Kan kaybı onun gibi narin bir vücut için fazla ağır bir sorundu. Elimden geldiğince güvenilir bir tebessümü yüzüme yerleştirerek saçlarına dokundum. Ürkek bir ceylan gibi gözlerini açıp bedenini geri çektiğinde elimi ipeksi saçlarından çektim. “Merhaba, olduğun durumu garipsediğinin hatta şu anda kendini güvende hissetmediğinin farkındayım ama sana zarar vermeyeceğim üzerine yemin edebilirim. Tek amacım seni kurtarmak.” Narin ellerinin yorganın altından çıkardığında yavaşça doğruldu. Eliyle kâğıt kalem işareti yaptığında hızlı adımlarla ofis odasına girdim kaptığım ilk defter ve kalemi alarak kıza getirdim. Deftere bir şeyler karalayıp sayfayı bana döndürdü “İsmin ne ?” gözlerim sayfada bir süre takılı kaldığında karşımdaki ürkek yüze geri döndüm. “Nefha, ismim Nefha garip ama doğru senin ?” Dudağının kenarı hafif kıvrıldığında titreyen ellerinin azda olsa düzeldiğini görmek içime su serpti. “Güzelmiş, Alev ben.” Kalemini dokundurduğu her yerde bir çiçek açıyor muazzam kokusu etrafa yayılıyordu sanki. Tekrar bir şeyler karalamaya başladı. “Neredeyiz biz ?” buruk bir tebessüm yüzümü ele geçirdiğinde yüzümü yere çevirdim. “İngiltere” Korkup ürkmesini kaçmaya çalışmasını hatta polisi aramak istemesini bekliyordum ama aksine üstünde koskocaman bir yük kalkmış gibi derin bir nefes aldı gözlerini kapatıp kasılmış bedenini rahatlattı. Bu kıza neler yaşatılmıştı bilmiyordum. Tek bildiğim şey karşımdaki kızın yirmili yaşlarda olmuş olmasına rağmen kendini ellili yaşlarda hissettiğiydi. Elimi omzuna koyduğumda tek amacım onu rahatlatmaktı ama kasılan bedenini geriye atarak elimin düşmesine sebep oldu. Minik tebessüm ederek ellerimi havaya kaldırdım. “Anlaşıldı kaptan, temas yok.” Mahcupluk dolu gözlerini kaçırsa da gülüşünü zar zor tutuyordu. Kanayan yaraları vardı içinde bir yerde gözlerinden belliydi. Fakat belli ki o yaraları bulmak çok zamanımı alacak hatta uykularımı çalacaktı. “Buraya nasıl geldiğini biliyor musun Alev?” Gözlerini kapatarak aldığı nefesini geri verdi. Elini hafifçe kaldırarak durmamı belli etti. Acı çekiyordu ve bunun farkındaydım ama sormam gereken sorular bilmem gereken cevaplar vardı. Onu bu hale getirebilecek kadar kime ne yapmış olabilirdi bu masum kız. Sol gözünden çenesine doğru süzülen bir damla yaş ile ayağa kalktım. “Biraz dışarıyı izlemek ister misin Alev?” Başını olumlu anlamda sallayarak ayaklanmaya çalıştığında bunu başaramıyordu. Yardım etmek için elimi uzattığımda kasılan bedenini fark etmek zor değildi. Sandalyeyi koyarak buruk bir gülümseme yerleştirdim suratıma. “Bundan destek alman sanırım daha iyi olacak” kıkırdadım. Aynı yorgun gülüşü genişlediğinde sandalyeden yardım alarak cam kenarına ilerledi. Yükseklik bedenini alaşağı etmiş dengesine kaybetmesine neden olmuştu. Kollarımı beline sardığımda yay gibi gerilen bedenini iliklerime kadar hissediyordum. “farkındayım rahatsız oluyorsun ama seni korumalıyım lütfen sadece rahatla güvende olduğunu hissedersem seni bırakmam daha kolay olur.” Minik savunmasız bedenini kollarımın arasına bıraktı. Bu sağlam yıkılmaz bir bina gibi gözükmeye çalışan bedeninin içindeki kız çocuğunu görmek canımı çok yakıyordu. Bir maske takamayacak, silahını kuşanamayacak ve içindeki kızı saklayamayacak kadar güçsüzdü. Gözlerini yere değil gökyüzüne çevirdiğinde gökyüzündeki bulutları izledi. Camı açmak için bana dönerek yine konuşmadan izin istedi. O kadar ürkekti ki en ufak hareketim onu paramparça edecek gibiydi. Camı açtığında bedenine çarpan soğuk titremesine sebep oldu. Uzun temasımızın onu rahatsız edebileceğini düşünerek arkamızdaki sandalyeyi çektim. Oturmasını işaret ederek üstüne bir örtü örttüm. Mutfağa giderek bir kahve hazırladım. Odaya geri geldiğimde bütün masumluğu ile dışarıyı izleyen kıza kahveyi verdim “hiç olmazsa içini ısıtır” Dolu gözlerinin ardında sorguluyordu beni amacımı, ondan istediğimi, buraya nasıl geldiğini her şeyi bilmek istiyordu ama daha zaman vardı. Çok fazla zaman vardı.
|
0% |