"Böylesine severken..." Güçlükle nefes aldım. "Nasıl sileceğim seni içimden?"
Yumruk yaptığım ellerimi hırsla göğsüne indirdim. Ona doğru sendelerken artık hiçbir şeye gücümün yetmediğini anlamıştım. Bedenimi bile artık zor taşıyordum, onun yere göğe sığmayan aşkını nasıl taşıyacaktım ki zaten?
Ellerini belimin iki yanında hissettim. Düşmeyeyim diyeydi bu. Acıyla gülümsedim. Beni yıkan o değil miydi? Şimdi tutsa ne fark ederdi?
Gözlerine baktım. "Sensizliği öğrettin..." Titreyen alt dudağıma dişlerimi geçirdim. "Ama seni nasıl ruhumdan söküp atacağımı öğretmedin ki," dedim isyanın umutsuzluğunun rengine bulanmış sesimle.
« Yazık sevgime diyor birisi
Güzel gözlü bir çocuğun bile
O kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
Sevgim acıyor...
Gemiler gene gelip gidiyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar... »
Turgut Uyar
"Ağabey!"
Sesimde ki yakarışı duymuş muydu? Ona olan muhtaçlığımı görmüyor muydu?
Ona yalvaran sesimi duyduğunu kasılan sırtından anlamıştım. Siyah gömleğinin ikinci bir deri gibi sardığı gövdesinde ki kaslar gerilmişti.
Bir umut besledim dudağımın kenarında. O umut salisesinde filiz verdi. Ama ağabeyimin sekteye uğramayan adımları onu benden uzaklaştırdıklarında, zalim bir canavar hayata tutunmak için fazlaca mücadele eden filizi kökünden söktü. Benden o kadar uzağa fırlatmıştı ki, artık ona ulaşmam imkansızdı.
Ben onu çok seviyordum, o da beni sevsin istiyordum sadece. Çünkü ağabeylerin kanatlarının altı, küçük kızları bütün kötülüklerden muhafaza eden o mağaraydı.
Hıçkırıklarım çaresizliğimin resmiydi. Onun kopyası olan siyah gözlerimden sicimle inen gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim.
"Ağabey," diye hıçkırdım.
"Ağabey ben seni çok seviyorum!"
"N`olur bana sırtını dönme!"