Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm | Can Kırıkları

@kalanlarinardindan

"Bir can boğuluyor evimde sanki, üzerime geliyor yıkılmış tavan.

Yağmura benzetiyor beni gören, gökyüzü siyah ve bozulmuş havam.

Giden ardına bakmaz oldu, katranı ciğerine topluyor kalan.

Her güzel şeyi yarım bıraktı, bir cümle içine doluşmuş yalan..."

Taladro (Leyla'ya veda)

 

Bölüm Şarkısı: Manuş Baba | Aşkın Kederi

 

Bir kadın vardı, gördüm. Kalbi camdandı. Birgün öyle şiddetli bir darbe aldı ki, o kalbin binbir parçaya ayrılması karşısında hiçbir şey yapamadı. Ona sadece kan ağlayan içinin keskin acısını çekmek kaldı.

Bazı anlar geliyordu, dayanamayıp o cam parçalarını kusuyordu avucuna. Can çekişen gözleriyle avucunda ki kanlı camlara bakıyordu. Nitekim, kalbi olmadan yaşayamazdı, bundan dolayı tereddütsüz bir şekilde avuçlarını dahi kanatan parçaları tekrar yutuyordu.

Kesikler atılıyordu boğazına. Üstelik sadece boğazına atılmıyordu bu kesikler: ruhu kanıyordu. Ölüm ve yaşam arasında ki o sınırda sıkışmış, can çekişiyordu.

Bütün bunları yaşarken tek değildi o kadın. O yerde kıvranırken karşısında dimdik duran zehir yeşili harelerin sahibi vardı. Boş, duygusuz gözlerle o kadının işkencesini izliyordu.

Acı çekiyordum. Ölmek istiyor, ölemiyordum. Daha kötüsü, yaşayamıyordum da. Öylesi bir çaresizlikti ki bu, bileklerimde ki zincirlerden kurtulmaya çalıştıkça tenim yarılıyor, her defasında tekrar ve tekrar tenimin yarılmasına aldırmadan kurtulma çabalarımı sürdürüyordum.

"Ben nasıl farkedemedim?"

Boş gözlerle camdan dışarıyı seyrediyordum. Gülsima'nın ağlamaktan boğuklaşan sesini duyduğumda yavaşça ona doğru çevirdim başımı. Kısa kollu tişörtümün sergilediği bileklerime bakıyordu.

Hastane odasında beni bulduğu andan itibaren sadece ağlamıştı. Görmemesi gerekeni görmüştü. Şimdiye kadar herkesten sakındığım bileklerimde ki izleri görmüştü. Buraya, kendi evime nasıl gelmiştik bilmiyordum. Gözümün önünde sadece kırık cam parçalarını tek çaresi buymuş gibi yutan kadındaydı. O kadın bendim.

Sağ bileğimde hissettiğim sıcak elle irkildim. Gülsima ürkekçe bana bakıyordu. Ne tepki vermesi gerektiğini bilmediğini görüyordum. Kendini suçluyordu büyük ihtimalle. Bu büyük bir saçmalıktan ibaretti. Babasının yasını tutarken, en ihtiyacı olduğu anlarda abisi yanında yokken beni düşünemezdi.

Yutkunup gözlerimi tekrardan pencereye çevirdim. Onu kırmamaya çalışarak bileğimi ondan yavaşça kurtardım. Parmaklarının kesik izinin üzerinde durması beni rahatsız etmişti.

"Toparlan Gülsima. Birazdan annem gelir," dedim tok bir sesle. Çenemle yüzünü işaret ederek devam ettim. "Seni böyle görürse şüphelenir."

Dediğime hak vermiş olacaktı ki hızlıca yanaklarında ki yaşları sildi.

Birkaç dakika süren sessizliğin katili o söz döküldü dudaklarından.

"Neden," diye sordu cılız bir sesle.

Neden?

Güldüm alayla. Bu soruyu bende bir çok kez sormuştum kendime. Hatta sadece kendime değil, asıl sormak istediğim kişiye de sormuştum. Ama bu basit sorunun yanıtsızlığı büyük bir yük bindirmişti sırtıma. Belim bükülüyordu bu ağırlığın altında.

Cevapsızlığım karşısında pes etmedi Gülsima. "Ne zaman?" diye sordu bu sefer daha yüksek bir sesle.

Yutkunup ona diktim grilerimi. Kuruyan dudaklarımı dilimle nemlendirdim.

"Kendimde değildim," diye başladım tarazlı bir sesle. Boğazımı temizleyip devam ettim. "Geçen sene oldu. Kafamı dinlemek için uzaklaştığımda."

Gülsima korku dolu gözlerle beni izliyordu. "Nasıl," dedi titreyen sesiyle. "Nasıl kurtuldun? Kimse bilmiyor ki nereye gittiğini."

Gülsima'nın yardımıyla yaptığım banyodan dolayı hâlâ nemli olan saçlarıma parmaklarımı daldırdım. "Daha fazla bu konu hakkında konuşmak istemiyorum, Gül."

Gönülsüzce başını olumlu yönde salladı.

Birden kollarını boynuma dolamasıyla şaşırmıştım. Havada asılı kalan ellerimi birkaç saniye sonra onun sırtına yerleştirdim.

Birkaç dakikanın ardından dişlerinin arasından tısladığı o şeyi duydum.

"Onu affetmeyeceğim. Onu asla affetmeyeceğim. Hakkı yoktu. Bunları sana, bana yaşatmaya hakkı yoktu."

***

"Kızım, senin yok mu yavuklun?" Babaannemin aniden sorduğu soruyla Gülsima'nın içtiği su boğazına durmuştu. Onun bu haline alttan alttan gülsem de, babaanneme uyarır şekilde baktım. Tabii o bunu pek takmamış bir şekilde hâlâ bir yanıt bekliyordu Gülsima'dan.

"Anne, izin ver de kız rahat rahat yesin yemeğini," diye uyarıda bulundu babam.

"Ne dedim sanki yavrum ben?"

"Şey, önemli değil. Yani sorun değil, rahatsız olmadım." Arkadaşımın utançtan renkten renge girmesine rağmen babaannemin kendisini kötü hissetmemesi için çırpınışlarını gülerek izliyordum.

Fakat hâlâ ısrarla bir cevap bekleyen Neslihan Sultan, gerçekten Gülsima'yı zorluyordu.

"Hayatımda biri yok, Neslihan nine," diye mırıldandı utançtan içine kaçmış bir sesle. Bu haline dayanamayıp sesli gülünce kötü bakışlarının adresi olmuştum. Elimle hayali bir fermuar çektim.

"Hem olsa bile Gülsima kızım bizle tanıştıracağı zamanı kendi bilir," diyerek araya giren anneme minnetle baktı.

Eğlenceli geçen yemek faslı bittiğinde babam benimle özel konuşmak istediğini söyleyip çalışma odasına çağırdı. Ne söyleyeceğini az çok tahmin edebiliyordum ve bu nedensizce kötü hissetmemi sağlıyordu.

Nihayet babamla karşı karşıya oturduğumuzda bana yorgun gözleriyle baktı. Dudaklarında buruk bir gülümsemeyle bir müddet gergince yerinde oturan beni seyretti. Daha sonra boğazını temizledi.

"Âhenk'im, kızım, olanları duydum," diye başladı konuşmasına. "O... geri dönmüş," derken tereddütle bana bakıyordu. Tepkilerimi ölçtüğünün farkındaydım.

Gerginlikten tırnaklarımı avuç içlerime batırdığımı yalnızca babam ellerimi tutarken farketmiştim. Benimkilerin kopyası olan gözlerini kıstı.

"Sana ondan uzak olmanı, veya oraya bir daha gitmemen gerektiğini söylemeyeceğim. Bu senin bileceğin iş." Böyle demesini beklemediğim için saniyelik şaşırsam da bu tavrı gayet normaldi. Şimdiye dek babam hiçbir konu hakkında beni yönlendirmemişti. Bütün seçimleri bana bırakmıştı. Bir baba olarak elbette ki uyarıları olmuştu, fakat kendine has kişiliği bunun bir çeşit yönlendirmeye gitmesini önlemişti.

Onu başımı sallayarak onaylarım.

Bir eli elimden ayrılıp yanağımı bulurken ağladığımı yeni kavramıştım. Bu kadar mı geçmiştim kendimden?

"Güzel kızım. Sadece tek bir konu hakkında senden bir şey istiyorum. Kendine nasıl olursa olsun, zarar verme," derken sesinden akan şefkat ve sevginin içinde boğulmuştum. Titreyen dudaklarıma dişlerimi geçirip ağlamamı zaptetmeye çalışıyordum.

Babam beni güven ve huzur kokan kollarıyla sardığında bir kaç dakika boyunca ben küçük bir kız olmuştum. Çirkin dünyanın bütün kötülüklerinden bihaber, kırlarda koşturan o kız çocuğu olmuştum. Tek derdi düştüğünde kanayan dizi olan bir çocuk.

"Teşekkür ederim babam," diye mırıldandım gizleyemediğim bir minnetle. Babam, Allah'a en büyük şükür sebebimdi.

Benden yavaşça ayrıldı. Alnıma bir buse kondurup usulca ayaklandı. "Bugün epeyce yoruldum. İstirahat edeyim biraz," dedi. Gerçekten yorgun olduğu gözaltılarından aşikardı. Başımı olumlu yönde salladım.

Nefesimi seslice verip pencereye doğru çevirdim yorgun gözlerimi. Parlak yıldızların süslediği gökyüzüne baktım bir süre.

"Âhenk?"

Gülsima'nın kısık sesiyle irkildim. Kapı aralığından kafasını uzatmış dikkatlice bana bakıyordu.

"Herkes yattı. Bende odama geçeceğim. Sen yatmıyor musun?" Karanlığın el verdiği kadarıyla yüzümü süzüyordu.

"Bende yatarım birazdan," diye mırıldandım.

"Tamam." Derin bir nefes aldı. "Uzun zamandır burada ki odamda uyumamıştım. Bu bana iyi gelecektir."

Gülsima'dan hemen sonra bende kendi odama yöneldim. Evde ki karanlık bana huzur veriyordu.

Üstüme uzun kollu siyah bir tişört, altıma da siyah ipli gri bir eşofman altı giymiştim.

Aynamın karşısına geçtiğimde gördüğüm surete uzun zamandır alışık olduğumu farketmiştim. Gözümden düşen, düşmeden önce ışıklarımı söndürmüştü sanki.

Aksime daha fazla tahammül edemeyip hızlıca düz saçlarıma tarak sürdüm.

Kendimi yatağıma bıraktığımda sol yanıma batan acı bana uykumu haram ediyordu. Tavana bakmaktan sıkılıp sağ tarafıma döndüm. Ay bütün ihtişamlığıyla zifiriyi aydınlatıyordu.

Düşüncelerimi bölen telefon sesiydi. Yine o yabancı numaraydı. Kaşlarım çatılırken dirseklerimin üzerinden doğruldum ve sesten dolayı kimsenin uyanmasını istemediğim için çağrıya yanıt verdim. Ya da sadece cevap vermek istediğimdendi, bilmiyordum.

Yine hiçbir ses gelmiyordu karşı taraftan. Ama bu sefer bende konuşmamıştım. Başımı tekrar yastığıma koyup asil ayı izlemeye devam ettim. Telefon hâlâ kulağımda duruyordu.

Duyduğum nefes sesiyle gözlerimden şakağıma doğru bir damla gözyaşı aktı. Aklıma düşenin kalbime bulaşmaması için çok çabalamıştım ama işe yaramıyordu. Karşıdakinin nefes seslerini dinledim uzunca. Ne o bir şey diyordu, ne de ben. Sadece onun ve benim soluklarımız vardı.

Olduğunu düşündüğüm - ya da umduğum- kişi miydi bilmiyordum.

Aramızda ki sükuta ihanet etmeyip sustum.

Elinde ki kalemi bıkkınlıkla test kitaplarının üstüne bırakıp ofladı.

"Sıkıldım artık ya," diye hayıflandı. Çözdüğü kaçıncı testi bilmiyordu ama şimdiden pestili çıkmıştı. Lise bitiyordu. Sınavlarına çok az kalmıştı ve o aralıksız çalışıyordu.

Saate baktığında bırakmak için henüz erken olduğunu farketti. Teyzesinin çalıştığı konaktaydı birkaç gündür. Gülsima'nın ısrarları üzerine burada sınavlara hazırlanmayı kabul etmişti. Hem, sevdiğini daha sık görebiliyordu bu sayede ve bu onun için yeterli bir sebepti.

Düşüncelerinin kaydığı yönü farkedince hemen toparlandı. O farkında olmadan yüzünde bir sırıtma peyda olmuştu. Onu düşünmek bile yüzünde güller açması için yeterliydi. Aşkı ona çok ağır geliyordu. Öyle ki bazen içine sığmayıp, onu öldüreceğini bile düşünüyordu. Bu düşüncesine kendi kendine gülüp kaldığı yerden devam etmek için kalemi tekrar eline aldı.

"Oligosakkaritlerle ilgili yargılardan hangileri doğrudur?"

Çatık kaşlarla soruya baktı bir süre. Bir, iki ve üç yargılarını inceleyip düşünmeye başladı. Fakat o kadar sıkılmıştı ki bu durumdan, okuduğunu bile anlamaz hale gelmişti.

"Ne bileyim lan ben bunların hangileri doğru? Müneccim boku mu yedim ben?" Sinirle homurdana homurdana doğru olduğunu umut ettiği şıkları işaretledi.

Kafasının üzerinde hissettiği baskıyla bir an irkilse de, etrafını saran kokuyla rahatlamıştı.

"Benim küçüğümün ağzı bozulmuş sanki biraz," diye mırıldandı adam boğuk sesle. Çenesini kızın kafasına sürtüp derin nefesler alıyordu.

Âhenk, saçlarının arasında dağılan sıcak nefesle mayışmıştı çoktan. Sevgilisini görmek için başını geriye doğru yasladı. Bu hareketiyle adam çenesini kızın kafasından ayırsa da ondan uzaklaşmadı.

"Sınavlar için kendime çalışma programı hazırlamıştım," derken dudaklarını büzdü. "Güya akşam yemeğine kadar çalışacaktım."

Eflâh kızın şakağına bir öpücük kondurup ondan uzaklaştı. Elini kıza doğru uzattı. Âhenk ele bakıp sorgulamadan tuttu. Yerinden kalkıp genç adamı takip etti. Oturmaktan belinin ağrıdığının bu sayede farkına varmıştı.

Eflâh kızın elini bırakıp yanına vardıkları yatağa uzandı. Biraz yana kayıp kızı da yamacına çağırdı.

Âhenk'in canına minnetti. O kadar yorulmasının ardından bu onun için ancak bir ödül olabilirdi.

Adam boynunda hissettiği nefeslerle huzurla gözlerini yumdu. Sevdiğini belinden tutup daha da ona sokulmasını sağladı.

"Bunu seviyorum," dedi boğuk sesiyle.

Âhenk gülümseyerek cevap verdi. "Neyi?"

Eflâh bir elini kızın saçlarına atıp okşamaya başladı.

"Nefeslerini duymayı, onları şah damarımın üzerinde hissetmeyi seviyorum." Kızın saçında ki elini yanağına indirip baş parmağıyla okşamaya başladı. "Senin yaşadığını, bana ait olduğunu kanıtlıyor sanki."

Hafızamın tozlu raflarından ayrılıp zihnime üşüşen anıyla gözlerimi yumdum. Hâlâ duyuyordum nefesini.

Her sözü yalandan mı ibaretti?

O, yalan mıydı?

Biz, yalan mıydık?

Daha fazla üstüme gelen duvarlara tahammül edemeyip kendimi sokağa atmıştım. Havanın ayazına aldırmadan, üstüme hiçbir şey almadan çıkmıştım evden. Üşümek bana en iyi gelen şeylerden biriydi.

Bu süreç boyunca hâlâ telefonun diğer tarafında ki solukları dinliyordum.

Adımlarım beni sokak lambalarının aydınlattığı, hâlâ tek tük insanların olduğu caddeye getirmişti. Denizi karşıma alarak bir banka oturdum.

Dakikalar dakikaları devirmişti. Gözlerim dalgınca denizi seyrediyordu.

Ve bir şarkı çalmaya başlamıştı. Bir kaç metre ötede, kayalıkların üstünde bir adam elinde ki gitarla şarkı söylüyordu.

"Sakladım gözlerimi

O gece ben senden

Veda ederken.

Anladım ki dönüş yok

Uzaklaşıp giderken.

Kurtar Allah'ım beni

Bu aşkın kederinden!"

Şarkının başlamasıyla kulağımı dolduran nefes sesi sekteye uğramıştı. Ya da bu benim yalnızca hayal ürünümden ibaretti.

"Gözlerimde yaşlarla

Dolaştım sokaklarda,

Yalnız başıma.

Geriye ne kaldı ki,

Şimdi eski günlerden.

Kurtar Allah'ım beni

Bu aşkın kederinden!"

Başımı çevirip sahil yoluna baktım. Eskiden onunla el ele gezdiğim yolları şimdi tek başıma, kalbimde ona dair kırgınlıklarımla ağlayarak geziyordum.

Aslında bu gece bir ilkti, ben her zaman anılardan kaçmayı kendimce onun her şeyini unutmak için bir yöntem edinmiştim.

Kulaklarımın aşinası olduğu şarkının son sözlerini adamla aynı anda fısıldadım.

"Kurtar Allah'ım beni bu aşkın kederinden."

Kendi sesimle kendime gelmiştim. Kaşlarımı çattım. Ne yapıyordum böyle?

Onda zerre duygu uyandırmadığım bir adam için kendimi ne hallere sokuyordum!

Titreyen elimi kulağımdan uzaklaştırıp çağrıyı sonlandırdım. Sanki transtan çıkmışım gibi etrafıma çatık kaşlarla bakındım. Üşüdüğümü o an farkına varmıştım. Bu saçma halimden kurtulmam gerekiyordu bir an önce.

Hızla oturduğum yerden kalkıp evin yolunu tuttum. Gece yarısını geçmişti ve benim evde olmadığımı anlarlarsa çok endişelenirlerdi. Her ne kadar taksiye binmek istesemde üstüme hiçbir şey almadan evden çıktığım için bu fikirden hemen vazgeçmiştim.

Bu hallerimden kurtulmalıydım. Bu hastalıklı kadın ben olamazdım. Olmamalıydım.

 

 

Loading...
0%