Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm | Vazgeçtim...

@kalanlarinardindan

"Ve gerektiğinde vazgeçmekte sevdaya dahil."

(Alıntıdır)

Bölüm Şarkısı: Sezen Aksu | Vazgeçtim

 

Yaklaşık on dakikadır oturduğumuz kafenin içerisinde gözlerimi gezdirdim. Mekanın kalabalık olması az da olsa rahatlamama sebep oluyordu. Bunun nedeni Levent'ten korkmam değildi kesinlikle. Her ne kadar kabul etmek istemesem de, hâlâ içimde bir yerlerde kendini ona ait hisseden bir parçam vardı. Ve bu şekilde, yabancı bir erkekle konuşmak hislerime ihanet ediyormuşum hissi uyandırıyordu.

Düşünceme burukça gülümsedim. İçten içe bu histen nefret ettim.

Levent arada sırada kahvesinden yudumlar alıp, gergince bana bakıyordu.

Buraya gelerek onu umutlandırmaktan çok korkmuştum. O çok iyiydi ve ben bir enkazdan ibarettim. İçimde başkasına verebileceğim zerre kadar duygu kalmamıştı. Hepsi tek bir adamın uğrunda heba olmuşlardı.

"Açık konuşacağım Âhenk." Sesi gerginliğini gizleyemese bile söyleyeceklerinin önemli olduğunu vurguluyordu.

Kendini kötü hissetmemesi adına onu dinlediğimi belirtmek için başımı onaylarcasına salladım.

Gözlerini birkaç saniyeliğine benden kaçırdı. Cesaretini toplamaya çalışıyor gibiydi. Mavi gözlerini tekrar benimkilerine diktiğinde nihayet konuşmaya başlamıştı.

"Bunu söylemek için eğilip bükülmem çok anlamsız bence." Dudaklarını diliyle ıslatıp devam etti söyleceklerine. "Hislerimin basit bir hoşlantıdan ibaret olmadığını ikimizde iyi biliyoruz."

Sandalyemde geriye yaslanıp sıkıntılı bir nefes verdim. İstemsizce yaptığım bu hareketle gözlerinden hızla bir ifade geçti. Onu durup dururken üzdüğümü farkedince içimden kendime büyük bir hakaret ettim.

"Hislerini basite almıyorum Levent. Hatta sana ve duygularına saygı duyuyorum." Konuşurken mümkün olduğunca nazik olmaya ve kalbini kırmamaya çalışıyordum. "Bana karşı tek bir rahatsız edici hareketin bile olmadı. Ama..."

"Ama senin kalbin başka bir adama atıyor."

Söyledikleri karşısında ne diyeceğimi bilemedim. Sessizliğim, yüzünde buruk bir gülümseme oluşturdu.

Üzülmemesi için yanıldığını söyleyebilirdim fakat belki bu şekilde beni sevmekten vazgeçerdi. Kendine başka bir yol çizmeye çalışırdı.

Sen geçebilmiş miydin?

İçimde ki sesin haklılığı belimi büküyordu. 'Vazgeçeceğim' demekle geçilmiyordu işte.

Levent'in sevgisine karşılık veremiyordum, en azından kalbini en az hasarla kırmalıydım. Evet, bir insanın sevgisine karşılık vermeyerek onu istemeden de olsa kırıyordunuz.

"Anladım," dedi sesinde ki gizleyemediği hüzünle. Boğazını temizledi.

"Levent, sen çok iyi bir insansın. Seni üzmek, isteyeceğim son şey bile olamaz. Ama sana umut vermek istemiyorum." Başımı sağ omzuma doğru yatırdım. "Beni anlıyorsun, değil mi?"

Dudaklarında ki kırık gülümseme hâlâ yerli yerinde duruyordu. Başını olumlu yönde salladı.

Masanın üzerinde duran soğumuş kahvemdem küçük bir yudum aldım. Daha fazla oturmak istemiyordum ama ne söyleyipte kalkmalıydım, hiçbir fikrim yoktu.

Aniden çalan telefonumla neredeyse sevinçten gülecektim. Levent'in dikkatli bakışları altında çantamdan telefonumu çıkardım.

Ekranda gördüğüm isimle kaşlarım havalandı.

"Affedersin, buna bakmalıyım."

"Sıkıntı yok, keyfine bak."

Israrla gelen çağrıyı yanıtlayıp telefonu kulağıma götürdüm.

"Hah! Sonunda be Şeker Kız!"

"Onur?"

Telaffuz ettiğim isimle birlikte Levent gözlerini üzerimden çekip pencereden dışarıya bakmaya başladı.

"Beş dakikaya oradayım. O yanında ki lavuğu postalayıp hemen çık o kafeden."

Peş peşe sıraladığı kelimelerle kaşlarım önce hayretle havaya kalkmış, daha sonra sinirle çatılmıştı.

Tam ters ters konuşacakken karşımda oturan adamın varlığı buna engel oldu.

Boğazımı seslice temizleyip sert çıkmasına mani olamadığım bir sesle konuştum. "Emri vakilerden nefret ettiğimi biliyorsun, değil mi?"

"Peki Şeker Kız, beş dakika sonra görüşürüz," derken sesi umursamazdı.

"Dur bir dakika," deyip oturduğum yerden kalktım. Levent'in bakışları bana dönse de ona bakmadan masadan epeyce uzak bir yere doğru adımladım.

"Şimdi bana adam akıllı anlat. Sen benim nerede olduğumu nereden biliyorsun," diye dişlerimin arasından tısladım.

Karşı taraftan gelen küfür ve korna sesinden yolda olduğunu anladım.

"Bunun bir önemi yok Şeker Kız. Şimdi seni oradan alıyorum ve birlikte konağa gidiyoruz."

Alayla güldüm. "Peki bundan benim neden haberim yok."

"İşte şimdi haberin oldu."

"Onur!"

"Âhenk! Sonra kardeşim, sonra..."

Saçlarımın arasından parmaklarımı yolarcasına geçirdim.

"Bana bunun hesabını vereceksin." Duraksadım. "Vereceksiniz."

Söylediğimle birlikte karşı tarafta oluşan sessizlik gerilen sinirlerimi iyice berbat etmişti.

Bana bu şekilde hükmetmesinden nefret ediyordum. Üstelik buna hakkı bile yoktu.

Telefonu öfkeyle kapatıp az önce oturduğum masaya doğru adımladım. Levent'in gözlerine sinir ve mahcuplukla bakmıştım. Mantomu ve çantamı alırken konuştum. "Özür dilerim. Benim gitmem gerekiyor." Aslında istemeseydim, Onur beni hiçbir şekilde götüremezdi, ama burada oturmaktan ciddi anlamda rahatsızlık duyuyordum. Bu da benim için bir nevi kaçış bileti olmuştu. Tabii bu yine de beni öfkelendirdiği gerçeğini değiştirmiyordu.

"Sorun yok. Sonra görüşürüz."

Böyle bir şeyin olmayacağını bildiği halde umutla kurmuştu cümleyi. Cevap olarak sadece zoraki bir tebessüm ve bir baş selamı verdim.

Kafenin çıkışına doğru yönelirken üzerime mantomu geçirdim. Dışarısı yağmurluydu.

Bundan rahatsız değildim ama bünyemde ki geçen geceden kalma kırıklık hâlâ yerli yerindeydi. Bilhassa şu aralar hemen hastalanmaya meyilli olan vücudum için en iyisi ıslanmamamdı.

Otomatik kapı açılır açılmaz yüzüme vuran soğuk havayla birlikte yağmur kokusunu soludum.

Bir koku, nasıl olurdu da hem yaşamı hemde ölümü anlatırdı?

Beni düşüncelerimden çekip koparan önümde duran siyah spor arabaydı. Yolcu tarafında ki filmli cam indiğinde, Onur'un yüzünü gördüm. Bana bakabilmek için eğilmişti.

"Arabaya binmek için ne bekliyorsun?"

Hareketlerimi ağırdan alıp usulca yolcu koltuğuna yerleştim. Eğer o hâlâ tanıdığım Onur'sa, bu hareketime gıcık olduğuna emindim. Gözümün ucuyla onu kontrol ettiğimde çatık kaşlarla bir şeyler homurdandığı duydum.

Kollarımı göğsümün altında birleştirip akıp giden yolu gözlerimle takip etmeye başladım.

"Ne işin vardı senin o kılkuyrukla?"

Şaşkınca ona baktım. Yandan düz bir bakış atıp çatık kaşlarıyla tekrar önüne döndü.

"O ne be!"

"Kılkuyruk, kılkuyruk."

Yüzümü buruşturdum. "Orasını anladım. Ne demek olduğunu sordum."

Bezmiş bir nefes verdi. "Şeker Kız, çok sevdiğim bir laf vardır," dedi düz bir tonda. Tekrar bir yan bakış atıp devam etti. "Çok cahilsin. Keşke ölsen."

Damarlarımdan zaten çekilmemiş olan öfke bu söylediğiyle daha da kabardı. Sinirle yumruk yaptığım elimi omzuna geçirdim.

Ağır bir küfür savurup, kaybettiği direksiyon hâkimiyetini tekrar ele almaya çalıştı.

"Kızım az kalsın kaza yapıyorduk! Sonra aynı haltsınız deyince suçlu ben oluyorum anasını satayım!"

Gözlerim seğirmeye başlayınca bir kez daha vuracaktım. Ama bana öyle bir bakış attı ki, değil buna yeltenmek, bu fikri derhal aklımdan çıkardım.

Boğazımı temizledim. "Konumuza dönelim," dedim düz bir sesle.

Başını, ciddi bir ifadeye bürünüp, onaylarcasına salladı.

Kaşlarım kalktı. "Evet, seni dinliyorum."

Omuzlarını dikleştirip, direksiyonu tutan parmaklarını sıklaştırdı.

"Kışı Akdeniz dolaylarında, Afrika'da ve Asya'nın güneyinde geçiren, kuzey yarımkürenin bazı yerlerinde yaşayan, uzun ve sivri kuyruklu..." Ben ona şaşkınca bakarken o birden susup kaşlarını çattı. "Neydi lan bu?"

Ne anlatıyordu Onur? Şaşkınlıktan herhangi bir tepki veremiyordum.

Birden yüzünde aydınlanma ifadesi belirdi.

"Ördekgillerden."

"Onur," diye fısıldadım bariz şaşkınlık kokan bir sesle.

"Hı."

"Sen ne anlatıyorsun?"

"Kılkuyruk."

"Ne?"

"Ne olduğunu sormuştun, ben de sana açıklamasını yaptım," derken pişkince sırıtıyordu. "Sırf bana bunu soracağını bildiğim için internetten ezberledim."

Şaşkınlığımın yerini tekrardan öfke alırken dişlerimi birbirine geçirdim.

"Ama ben bu anlamı için o herife 'Kılkuyruk' demedim. Diğer anlamı 'kılıksız' demek." Durup düşünür gibi dudaklarını büzdü. "Tam da onu anlatıyor."

"Onur."

Sesimde ki tehditkar tınıyı yakalayan Onur'un sırıtışı yavaşça dağılırken sertçe yutkundu.

"He bacım?"

"Bütün sinirimi ve hıncımı senden almamı istemiyorsan buraya neden geldiğini anlat."

Yüz ifadesi ciddileşirken gözlerini bir kaç saniye yoldan ayırıp yüzüme çevirdi.

"Seni almak için."

Verdiği açık uçlu cevabı şimdilik gözardı edip sırada ki soruyu sordum.

"Yerimi nereden buldun..." Duraksamadan sonra cümlemi tamamladım. "... buldunuz?"

Ne söyleyeceğini bilemiyor gibiydi ve gözlerini katiyen bana değdirmiyordu. Aklıma iki ihtimal geliyordu ve her ikiside birbirinden beterdi. Dahası, ne için buna yeltendiklerini bilmiyordum.

Eflâh Asilsoy... Senin amacın ne be adam. Neden rahat bırakmıyorsun beni?

Onur'un hâlâ tek bir kelime etmemesiyle ondan bir cevap beklemekten vazgeçmiştim. Aslında, içimde saçma sapan bir umudun yeşermemesi içindi bu vazgeçişim.

Kırgın bir nefes verip önüme döndüm.

Önce cama vuran damlaları seyrettim bir müddet. Onlar inatla cama damlarken, arabanın otomatik sileceği onları yok ediyordu.

Bir kaç dakika sonra Onur'un tek eliyle telefonundan bir şeyler yaptığını gördüm. Gözleri bir yolda, bir elinde ki telefondaydı.

"Bırak elindekini. Düzgün sür şu arabayı," diye homurdandım çatık kaşlarımla.

Beni hiç tınlamamıştı. Elindekiyle işini bitirince derin soluk verdi.

Az ileride ki sapak aklıma gelince hemen atıldım. "Sakın diğer yola sapma. Ben evime gideceğim!"

Hiçbir şey söylemeden sürmeye devam ettiğinde sinyal verdi. Ben ağzımı açamadan çoktan yol ayrımına girmiştik.

Başımı hiddetle ona çevirdim. "Ne yapıyorsun sen? Hemen geri dön!"

"Buradan geri dönüş yok Şeker Kız. Uzun zaman burada olmayan benim, kuralları unutan sensin." Başını iki yana sallayıp göz kırptı. "Ne iş?"

Kahretsin ki haklıydı. Ama beni duyduğu halde sapmıştı. Onu boğma isteğimi dizginleyip ters ters baktım.

"Hem kaç gündür gelmiyorsunuz." Boğazını temizledi. "Yani gelmiyorsun," diye bocaladı.

Devirdiği çamı yok saydım. Onu daha fazla zor duruma sokmak istemiyordum. Rengi kırmızıya çalmaya başlamıştı. Onun Gülsima'ya olan hislerinin her daim farkındaydım. Ama anlamadığım bir şekilde onunla arasına hep bir mesafe koyuyordu. Onur'u kaç defa Gülsima'yı izlerken görmüştüm, hatırlamıyordum.

"Mecburen eve gitmek zorundayım. Gül hâlâ bizim evde." Başımı yana eğip dudaklarımı büzdüm. "En son babaannem dizilerde ki erkeklerden birini ona koca olarak alıyordu."

Sakin çehresi birden gerildi. "Köşke senden önce gitti. Süheyla teyze çağırdı onu."

"Bana neden haber vermedi?" diye sordum şaşkınlıkla.

"Telefonlarınıza baksaydınız görürdünüz Âhenk hanım."

Dudağımı suçlulukla ısırdım. O sadece bana kızdığı zamanlar ismimle seslenirdi. Az önce Gül'le ilgili söylediğim şeye epeyce öfkelenmişe benziyordu.

***

Kısa bir yolculuğun sonunda nihayet köşkün kapısına gelmiştik. Korumalar kenara çekilip bize yol verdiklerinde, sayılarının her zamankinden fazla olduğu gözümden kaçmamıştı. İçime bir kere şüphe tohumu düşmüştü ve bu, o tohuma su vermekten başka bir şey yapmıyordu.

Onur'a sorarcasına baktığımda umursamazca yanağımdan makas aldı.

Arabayı aelediğinde hızla indim. Yağmur dinmişti ama geride harikulade kokusunu bırakmıştı. Gözlerim benden izinsiz kapandı. Onur'un homurdana homurdana benden uzaklaştığını duydum. Muhtemelen içeri geçecekti.

Bense dakikalarca o şekilde derin nefesler alarak dikildim. O hastane gününden sonra onunla karşılaşmak istemiyordum. Hoş, ben onunla bundan sonra hiçbir zaman karşılaşmak istemiyordum. Bir şekilde ölümüme sebep oluyordu çünkü. Her defasında bundan daha fazlası olamaz derken, yine öldürüyor beni. O, benim kalbimde ki yabancıydı. Vazgeçtiğimdi.

"Âhenk kızım?" Birbirine kenetlenmiş kirpiklerimi aralayıp, yanımda bana endişeli gözlerle bakan Seyit amcaya çevirdim bakışlarımı.

"İyi misin sen kızım?"

Tebessüm edip elimi dirseğine götürdüm. "İyiyim amcacığım. Neden sordun ki?"

"Ne bileyim yavrum. Burada durmuşsun. Üşümüyor musun sen?"

Bakışlarımı evin olduğu yere çevirince zehir yeşili harelerle karşılaştım. İflah olmaz gözlerim bütün yüzünde gezindi usulca. Sert çehresinde, çatık kaşlarında, kısık gözlerinde, düz çizgi halinde ki dudaklarında...

Kalbime öyle bir sancı girmişti ki, sağ elimi hemen sol yanıma bastırdım.

Ölümü vadeden gözleri benimkilerden usulca kayıp elimde durdu.

"Kızım?"

Seyit amcamın sesiyle irkilsemde belli etmeden ona döndüm.

"Efendim amca?" Çatık kaşlarla yüzümü inceledi. Bir şey diyecek gibi olsa da bundan vazgeçmişti. "Hadi içeri geç. Dışarısı soğuk."

Onu başımla onayladım. Eve doğru adımlamaya başladığımda Seyit amcanın ne kadar haklı olduğuna kanaat getirdim. Hava gerçekten de soğuktu. Sonbahar masum ayazını geride bırakmış, çetin kışa yol veriyor gibiydi.

Bedenim onun olduğu yere yaklaştıkça kalbimde ki sancı artıyordu sanki. Bir de adını çoktandır koyduğum, bambaşka bir sızı vardı. Tarifini yapamıyordum. Onun bakışları benim üzerimdeyken üstüme çöken hüzün daha da ağırlaşıyordu.

Hedefim, onun yanından öylece geçip gitmekti. Ama umduğum gibi olmadı. Hep ummadıklarımın baş karakteriydi Eflâh. Gitmişti, ummamıştım. Gelmişti, ummamıştım. Bir yabancıya bakıyor gibiydi, bomboştu hareleri, ne acı ki bunu da ummamıştım.

Tıpkı, zemheri kıştan daha fazla ayazda bırakan sesi gibi.

"Sana gitmeyeceksin dediğim halde gittin." Adımlarım sekteye uğrarken bakışlarımı omzumun üzerinden ona yönlendirdim. O da aynı şekilde usulca bana doğru döndü ve günler sonra ilk defa bu kadar yakından sundu bana zehirlerini.

"Bende sana sen kimsin demiştim." Cevabımı vermekte gecikmemiştim. Kendi yansımasını gözlerimde gördüğüne inanıyordum. Onun kadar boş bakıyordum çünkü.

Ele bakar gibi.

Tamam, 'gibisi' fazlaydı.

Çenesi kasılırken durmadım, devam ettim konuşmaya. "Sen benim nazarımda bir hiçten ibaretsin. İstediğim kişiyle, istediğim şekilde buluşurum." Gözlerimi kısıp çatık kaşlarına baktım. "Bu seni hiç alakadar etmez," diye fısıldadım.

An be an yüzüne yayılan öfkeyi izledim. Her sinirlendiğinde kabaran boynunda ki damara kaydı gözlerim. Onunla ilgili her şeyi hâlâ hatırlıyor olmam kendime olan öfkemi katlıyordu.

Ansızın dirseğimden tutulup çekilmemle neye uğradığımı şaşırdım. Dudaklarımın arasından bir şaşkınlık nidası firar ederken kocaman açtığım gözlerimi dehşetle onun bir nefes mesafesinde olan yüzüne çevirdim.

Hırslı solukları yüzümü yakıyordu. Kalp ritmim artarken göğsüm hızla inip kalkıyordu.

Kendime gelmeye çalışıp, kıskaç gibi dirseğimi parmaklarının arasından kurtarmaya çalıştım. Nafile bir çabaydı.

"Bırak kolumu," diye tısladım dişlerimin arasından.

"Bir daha sözümden çıkmayacaksın. Bu asi tavırlarını terkedeceksin," diye aynı şekilde karşılık verdi.

Sözleri birer ok olup beynime saplanmıştı. Histerik bir şekilde gülüp ellerimle onu göğsünden ittim. Bu hareketimle dirseğimi bıraksa da geri çekilmedi.

"Sen ne diyorsun ya?" Alev alev yanan gözlerim yeşillerinin arasında mekik dokuyordu.

"Ne asiliğinden bahsediyorsun?"

Titreyen parmaklarımı saçlarımın arasından yolarcasına geçirdim.

"Sana benim için hiçbir şeysin diyorum! Bu yaptığım asilik değil! Seni umursamadan hayatıma devam ediyorum!" Boğazımı yırtarcasına bağırıyordum. Artık ondan vazgeçtiğimi görmesini, bilmesini istiyordum. Ondan öyle çok vazgeçmiştim ki, canının benim kadar yanıp yanmaması bile umrumda değildi artık.

Dudakları hafif bir kıvrım kazandı. Asla bir tebessüm değildi bu. Dudağının kenarında sanki zehir taşıyordu.

Boynumda hissettiğim soğuk parmaklarla irkildim. Gözlerim irice açılırken hâlâ gözlerinin içine bakıyordum.

Kazağımın içinden çıkardığı zincirle boğazımda biriken dikenleri yuttum kendime acımadan.

Hoş, o daha güzel acımıyordu bana.

Zaten acımasındı.

"Bana ait bir parçayı boynunda taşırken bile senin için hiçbir şey olduğumu söylüyorsun."

Bir ses nasıl kalp kırardı?

"Emin ol, sadece boynumda taşımıyorum," diye fısıldadım gözümden bir damla yaş intihar ederken. Sağ elimi kalbimin üzerine bastırdım.

Elime birkaç saniye bakıp, tekrar yüzüme çevirdi harelerini.

"Bu sadece benim sevdam. Seni ilgilendirmez."

O hiçbir şey söylemezken grilerimi ondan kaçırıp yanaklarımda ki ıslaklığı sildim hızlıca. Halkayı tekrar kazağımın yakasından içeri soktum.

Ona son kez baktım.

"Ben senden geçtim ya, sen ona bak."

Loading...
0%