Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm | Gülüşümün Katili

@kalanlarinardindan

"O benim gülüşlerimi çalmıyordu, o benim gülüşlerimi öldürüyordu.

Bu en büyük zulüm değil miydi?"

 

Bölüm Şarkısı: Bırak Beni Böyle | Karsu

 

"Onun için üzülüyor musun?"

Sıkıntıyla ofladım. Eve girer girmez Onur'u yakalayıp hesap sorma niyetindeydim ama işler düşündüğüm gibi gitmemişti. Bir şekilde sorularımdan kaçmıştı. Bu beni her ne kadar öfkelendirmiş olsa da, eninde sonunda bana herşeyi anlatacağını biliyordum.

Gülsima ile onun odasında konuşuyorduk. Camdan dışarıyı izlerken sorusunu yanıtladım.

"Üzülüyorum." Sessizce beni dinlemeye devam etti. Bağladığım kollarımı çözüp onun yanına oturdum. Her hareketimi ilgiyle takip ediyordu hareleri. "Üzülüyorum ama bu böyle olmak zorunda. Ona ümit verirsem yıkılır. Ona sadece iyi bir arkadaş gözüyle bakabilirim." Başımı eğip kucağımda birleştirdiğim ellerime baktım. "Ötesi olamaz," diye fısıldadım.

Gülsima sessizliğini korumayı sürdürdü. Haklı olduğumun o da farkındaydı. Dakikalardır süregelen sessizliği bozan taraf o oldu. Boğazını seslice temizleyip eliyle boynunu ovaladı. Bir şey söylemek istiyordu ama tedirgin gibiydi.

Kısık gözlerle ona bakarak sabırla diyeceklerini bekledim. Nihayet konuşmaya karar vermiş olacaktı ki, bana dönüp ellerimi tuttu.

"Canım arkadaşım, üzülmeni istemediğimi en iyi sen biliyorsun," dedi. Ona buruk bir gülümseme gönderdim. Öyleydi. O beni öz kardeşi yerine koymuştu. Üzülmeme tahammül edemiyordu. Öyle ki, kendi öz abisine yabancılaştırmıştı kendini. Tek sebebin ben olmadığımı düşünsem de, irdelememeyi tercih etmiştim.

"Kafan karışıyor mu? Yani, şey..." Onun gözlerini kaçırıp söylemeye çalıştıklarını anlamıştım. O sanıyordu ki, abisiyle ilgili herhangi bir şey söylediği zaman bana yaramı hatırlatacak. Bilmediği şuydu ki, yaramı unutmuş olmam için acımaması gerekiyordu. Fakat yaramın beni acıdan kıvrandırmadığı tek bir an bile yoktu. Sadece artık daha güçlüydüm.

Yine de bunlardan Gülsima'ya bahsetmedim.

"O hiçbir şey yapmıyor," dedim kararlı bir sesle. Grilerimi az önce önünde durduğum pencereye çevirdim. Cama çarpıp intihar eden damlaları izlerken sessizce mırıldandım. "Gittiğinde anlamıştım onun sevgisizliğini. Şimdi de gelişiyle değişen bir şey yok. Gidişi sevgisizceydi..." Yutkundum. "Geldi, ama gözleri de sevgisiz," diye fısıldadım.

Öyleydi. Kafamı karıştırmıyordu. Sadece varlığıyla zaten ölmüş olan ruhuma daha da eziyet veriyordu.

Bugün olanlarda bir şeyler vardı. Başka bir meseleydi belki, ama yinede kafa karışıklığına sebep olacak şeylerdi. Öğrenecektim.

Gül'ün daha çok üzüldüğünü hissettiğimde ifademe yapıştırdığım sahte bir neşeyle ona döndüm. "Hem, burası onun evi. Onun buraya bir gün tekrar geleceği olağandı. Ama benim hâlâ burada olmam garip." Sesimde ki acının çığlıklarını ustaca gizlediğimi düşünüyordum. Gülsima anlardı, her şeye rağmen.

"Hem artık sen de iyisin. Bana ihtiyacın kalmadı."

Gözleri korkuyla doldu. "Burası senin de evin. Biz seninle büyümedik mi? Kardeş değil miyiz?"

"Öyleyiz elbet. Ama biliyorsun..." Ellerimi aniden bırakınca onu kırdığımı düşündüm. Akabinde boynuma sarılan kollarla birkaç saniye dumura uğradım. Şaşkınlığımı üzerimden atar atmaz bende kollarımı zayıf bedenine doladım.

"Âhenk?" Ses tonu korkan küçük bir çocuk gibi çıkmıştı. Yüzümde ki küçük tebessümle onu dinlediğime dair bir şeyler mırıldandım.

Kısa bir sessizlikten sonra, sordu:

"Sen gidecek misin?"

Bedenlerimiz ayrılırken düşünceyle dudaklarımı büzdüm. "Bilmiyorum ki. Gerçi teyzem bu saatten sonra bır-"

"Âhenk, öyle değil..."

Bana korkuyla bakan gözleriyle anladım ne söylemek istediğini. Bana beklentiyle bakıyordu. Vereceğim cevaptan korkuyor gibiydi.

Ona hiçbir şey söylemedim. Çünkü ona kuracağım her cümle yalan olurdu.

Bir belirsizliğe yuvarlanıyordum. Birkaç gündür kafamda cirit atan düşüncelere yenilmek üzereydim, ve o bunu farketmişti.

Kendim için belkide en iyisi bu olacaktı.

Evet, kafam karışmıyordu. Ama ona bu kadar yakın olup, seneler ve anılar birer hiçmiş gibi yabancı olmak, bana çok ağır geliyordu. Ve ben bu yükü taşıyamamaktan öyle çok korkuyordum ki... Bir kere düşmüştüm o hataya ve bedelini sevdiklerimi yokluğumla korkutarak ödemiştim. Hâlâ da ödemeye devam ediyordum.

Sıkıntıyla nefes verirken tıklanan kapıyla irkildim.

"Gelebilirsin!" Gülsima'nın komutuyla kapı usulca aralandı. Gülen yüzüyle bize bakan Zübeyde teyzeydi gelen.

"Sofraya bekliyorlar sizi güzel kızlarım," dedi sıcacık bir gülümsemeyle. Onu onayladığımız da kapıyı kapatıp gitmişti.

"Ben az önce anlayacağımı anladım." Gül, bir elini omzuma koymuş anlayışla bana bakıyordu. Derin bir nefes alıp konuşmaya devam etti. "Ve biliyorsun, ne karar verirsen ver ben hep yanında olacağım. Eğer gitmenin senin için daha iyi olacağını düşünüyorsan, sana destek olurum."

Gözlerimin mutluluktan dolduğunu hissettim. O iyi ki benim kardeşimdi. Bunun için Yaradana ne kadar şükretsem, azdı.

Başını sağ omzuna yatırıp haylazca gülümsedi. "Aslında bencillik yapıp seni yanımdan ayırmak istemiyorum. Sen şimdi gideceğin yerde kendine yeni kankalar edinirsin."

Onu taklit edip ben de başımı eğdim. Gözlerimi kısıp onun gibi konuştum. "Biliyorsun, değişikliklere açık bir insanım sonuçta..."

Sahte bir kızgınlıkla omuza vurmasıyla kendimi tutamamış kahkaha atmaya başlamıştım. "Kızım, ne vuruyorsun? Omuzumu çürüttün resmen!"

"Oh oldu sana. Demeseydin sen de öyle şeyler," diye tatlı tatlı homurdandı.

Kahkaham dursa da, hâlâ muzipçe gülmeye devam ediyordum. "Sen zaten lisedeyken de böyleydin. Beni başka birisiyle sohbet ederken gördüğünde günümü bana zehir ederdin."

Gülsima gülerek söylediklerim karşısında dudaklarını düşünür gibi büzdü. "Evet, oluyordu öyle şeyler," diye mırıldandı. "Ama ne yapsaydım? Kankamı paylaşamazdım hiçkimseyle," diye kendini savunmaya geçti çatık kaşlarla.

İkimizde muhabbetimizin gittiği yönün saçmalığıyla yüzümüzü buruşturduk. Kısa bir sohbetin ardından kendimi bir nebzede olsun daha iyi hissettiğimi farketmiştim. Buna rağmen, içimde bir yerlerde ağırlığı altında ezildiğim bir his vardı, ismini koyamadığım. Belkide, birkaç dakika sonra karşılaşacağım kişi yüzündendi bu hallerim.

***

Yine mümkün olduğunca ona en uzak olan sandalyeye oturmuştum. Aklımda hâlâ bugün aramızda geçen konuşma varken, üstümde ki gerginliği atamıyordum. Üstelik sofrada ki tuhaf sessizlik de bana hiç yardımcı olmuyordu doğrusu.

"Âhenk, kaç gündür görüşmemiştik. Nasılsın güzelim?" Ortamda ki sessizliği bıçak gibi bölen teyzem olmuştu. Onun bariz bir şekilde halimizden memnun olmadığı aşikardı. Onun da kırgınlıkları, kızgınlıkları vardı. Fakat o bir anneydi. Her ne kadar biyolojik olmasa da, ailenin birliği ile yükümlüydü. O basit bir 'dadı' olmamıştı çocuklarına hiçbir zaman. En yakın arkadaşının emanetlerine sahip çıkmaya adamıştı ömrünü. Seher Asilsoy'un ruhu rahattı, emindim.

"İyiyim teyzeciğim. Gül uzun zamandır bizde kalmamıştı. Farklılık oldu bize de," derken karşımda oturan arkadaşıma göz kırptım.

Genelde teyzemin hepimize yönelik sorduğu sorulara kısaca cevap vermekle geçmişti akşam yemeği faslı. Nihayet herkes doyduğunda çatal bıçak sesleri de kesilmişti. Fakat kimse yerinden kalkmak için bir hamlede bulunmamıştı.

Birkaç dakika süren sessizliğin ardından teyzem tekrardan bana yönelik konuştu. "Güzelim, bu gece burada mı kalıyorsun?"

Tam olarak Gül'ün yanında ki sandalyede, çaprazımda oturuyordu gözlerine hayaller inşa ettiğim adam. Öyle güçtü ki onun yoğun bakışlarının altında ezilmemek, can vermemek.

Yüzüme zoraki bir şekilde bir tebessüm oturtturdum. "Hayır, teyze. Eve dönsem iyi olur. Annemi biliyorsun."

"Doğru söylüyorsun. Bana da kızgın ablam. Haklı kadın, ne zamandır yanına uğramıyorum. Yarın onun gönlünü alırım ben."

Onu başımla onaylayıp yanımda oturan Onur'a doğru döndüm.

"Onurcuğum," derken yüzümde tehlikeli bir gülüş peyda oldu. Benden kaçamayacağını biliyordu. "Beni evime sen bırakırsın artık," derken sertçe yutkunduğunu gördüm. İki kaşımı kaldırdım. "Sonuçta epey geç oldu, bu saatte tek başıma gitmesem iyi olur, senin için de sakıncası yoksa tabii."

Onur bana korkuyla bakmaya başlamıştı. Bu köşeye sıkışmış hali beni keyiflendiriyordu. Eflâh'ın olduğu yöne doğru saniyelik bir bakış atıp tekrar tedirgince bana baktı. Kabul etmek zorunda olduğunu biliyordu. Ona benden kaçmak ne demekmiş gösterecektim.

Tedirgince bir nefes verip yavaşça ayaklandı. "Hadi bakalım Şeker Kız, gidelim öyleyse." Ona her ne kadar benden gizledikleri yüzünden kızgın olsam da, bu tatlı haline dayanamadım. Yerimden kalktım ve saçlarının arasına parmaklarımı daldırıp karıştırdım. Eskiden, bu hareketime sanki sinir oluyormuş gibi davranırdı her defasında. Ama bunun hoşuna gittiğini bilirdim hep. İkimizde aramızda ki gerginliği unutup gülüşmeye başlamıştık.

Fakat aniden duyduğumuz sert gürültüyle irkilip karşıma baktım.

Gürültülü bir şekilde sandalyesinden kalkmış, doğrudan gözlerime bakıyordu yeşilleri. İfadesizdi yine. Ve yine yüzümde ki gülüşün katili olmuştu.

Ne yazık... ben ona hiçbir kötü sıfatı konduramazken o, en zalimce olanı yapıyordu. O benim gülüşlerimi çalmıyordu, o benim gülüşlerimi öldürüyordu.

Bu en büyük zulüm değil miydi?

Bakışlarım ondan kopup masaya düştü. Zaten o da masadan uzaklaşmaya başlamıştı, geride kalbimi kanatan hatıraları önüme sürdükten sonra.

Kolumdan tutmuş, sürüklüyordu beni. Yine neye kızmıştı acaba beyimiz? Ne güzel içeride sohbet ediyorduk.

"Eflâh, artık dur." Beni duymazdan geliyordu. Çekiştirdiği koluma indirdim bakışlarımı. Sıkı tutuyordu ama canımı yakmamak için üstün bir çaba sarfettiğini şişen damarlarından anlamıştım.

"Ya kime diyorum ben?" Üst kata çıkan merdivenlere ulaştığımızda adımları hiç sekteye uğramadan tırmanmaya başlamıştı. Ona yetişmeye çalışırken neredeyse düşecektim. Neyse ki son anda kontrolümü sağlayabilmiştim. Eflâh o kadar öfkeliydi ki bunu bile farketmişti.

Merdivenleri bitirip karanlık koridora ulaştığımızda sensörlerin yanmaması dikkatimi çekmişti ama buna daha fazla takılmadan tekrardan söylenmeye başladım. "Ya Eflâh, duymuyor musun beni? Nereye gidiyoruz böyle? Bıraksana kol-"

Karanlık koridorda aniden sırtımın duvara yapışmasıyla nefesim sekteye uğradı. Refleksle sıkıca yumduğum gözlerimi korka korka araladım. Karanlığa rağmen görebiliyordum her zerresine aşık olduğum yüzünü.

Öfkeli solukları yüzümü yakıyordu. Her verdiği nefeste kirpiğime takılan saç teli hareket ediyordu.

Çatık kaşlarıyla alnında oluşan çizgilere kaydı gözlerim. Sertçe yutkundum. Her şeyiyle çok güzeldi o. En çokta her şeye rağmen bana aşkla bakan yeşil gözleri.

Avuç içlerimi yaslı oluğum duvara dayadım. Ona kirpiklerimin altından azar işitmeyi bekleyen suçlu bir çocuk gibi bakıyordum. O ise, uzun boyu yüzünden eğilmiş, bir kaç santim uzaklıkta olan yüzüyle bana sinirle bakıyordu.

Hafif sağ tarafa doğru meylettiğimde, anında yapmak istediğim şeyi farketmişti. Her iki kolunu omuzlarımın üzerinden duvara yaslayıp, beni kapanına kıstırdı.

Bıkkınlıkla oflayıp konuştum. "Yine ne yaptım acaba da çekiştirdin beni buraya?"

Başını bana saatler gibi gelen bir yavaşlıkla sol kulağıma doğru eğdi. Burnunun saçlarımın arasından derince soluduğunu hissettiğimde gözlerim istemsizce kapanmıştı. Az da olsa sakinleştiğini farkettim.

"Sen ne yaptığını gayet iyi biliyorsun bence, Gökyüzüm."

Hâlâ sinirli çıkan sesiyle sertçe yutkundum. Sıcak dudaklarının baskısını boynumda hissedince bütün vücudum anında kasıldı. Dengem öyle bir şaşmıştı ki, kalbimin yanaklarımda atma ihtimalini düşünmeye başlamıştım.

Sahi, biz neden böyle yakındık ya?

"Şey..." diye kekelediğimde kendime küfür etmek istemiştim. Bu halimle eğlendiğini keyifli sesinden anladım. "Ney?"

Toparlan Âhenk! Toparlan!

"Biz Onur'la sadece şakalaşıyorduk. Hem biliyorsun, o benim için bir ağabey gibi." Hızlı hızlı sıraladığım kelimelerle boynuma vuran nefesleri benden uzaklaştı. Kapalı olan gözlerimi araladığımda hâlâ yerli yerinde duran bir öfkeyle bana baktığını gördüm. Duvara dayalı olan kollarını usulca indirip benden bir adım uzaklaştı. Bunları yaparken benden gözlerini bir an bile ayırmamıştı.

Aslında bu halleri fazlasıyla hoşuma gidiyordu. Beni en saçma şeyden bile kıskanması beni öyle çok heyecanlandırıyordu ki... Onur'dan, en yakın dostundan bile beni çocukça kıskanması hoşuma gitmiyor değildi.

Hâlâ düz düz bana bakıyordu. Sanki az önce aramızda olmayan mesafeden şikayetçi olan ben değilmişim gibi hızla ona atılıp, kollarımı boynuna doladım. Çenemi göğsünün tam ortasına yerleştirip, ona kirpiklerimin altından masumca baktım. Kollarını hâlâ belime dolamamıştı. Başını eğmeden, sadece gözlerini indirmiş yüzümü süzüyordu.

Ensesinde birleştirdiğim parmaklarımla saçlarıyla oynarken dudak büzüp konuşmaya başladım. "Ama sence de biraz fazla kıskanç değil misin, sevgilim?" Kullandığım kelimeyle bakışlarının anlamı değişmeye başlamıştı. Kalbinin atışlarını duyuyordum. Benimkilere denkti. Direncinin yavaş yavaş kırıldığının farkındaydım. Biraz daha ileri gitmekten zarar gelmezdi, değil mi?

"Ayrıca bir daha böyle bir şey olmayacak diye söz falan da veremem. Sonuçt-"

Daha ben cümlemi bitiremeden kollarını belime sarıp beni hızla kendine çekti. Ağzımdan ufak bir şaşkınlık nidası kaçmıştı.

"Haklısın, söz vermene gerek yok," dedi tıslarcasına. "Çünkü zaten böyle bir şey olmayacak, sevgilim." Dudaklarımda biçimlenen gülüşle son söylediği kelimenin sevincini yaşıyordum. Boynuna doladığım kollarımı biraz daha sıkılaştırıp parmak uçlarımda yükseldim. Sakallı çenesine bastırmıştım dudaklarımı.

Ben bu adamı seviyordum. Sonsuza kadar sevmeye devam edecektim.

Ve o zamanlar bilmiyordum; bu sevgi benim lanetimmiş. Bununla yaşamaya mahkummuşum.

Onun adımlarının sesi çoktan uzaklaşmıştı benden ama ben hâlâ onun bıraktığı izlerle yaşıyordum, gurursuzca.

Bir kez daha nefret ettim kendimden.

Sebebi farklı değildi diğerlerinden, yine onun yüzündendi.

 

Loading...
0%