Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm | Kanda Umut Arayışı

@kalanlarinardindan

Dudaklarımda gördüğün son gülümseme, ruhuma verdiğin intihar süsüydü.

 

Bölüm Şarkısı: Hayat Kırıklığı | Taladro

" 'Sen' kanıyor yer etmiş acılarımdan..."

Taladro

 

"İyi misin sen?"

Solumdan gelen sesle irkildim. Onur, çatık kaşlarla bana saniyelik bir bakış attı. Gözümü tekrardan yola çevirip sakince omuz silktim. "İyi," diye mırıldandım umursamaz bir tonda.

Gündüzün aksine, yağmur yağmıyordu. Buna rağmen yollarda yağmurun bıraktığı ıslaklığın koyuluğu mevcuttu.

"Bu işte bir terslik var," diyen Onur'a düz bir bakış attım. Gözlerini yoldan birkaç saniyeliğine ayırıp bana baktı. "Ne?" diye sordu kaşlarını kaldırıp. "Haksız mıyım?"

Ona hâlâ aynı şekilde baktığımı farkedince hafiften gerildiğini anladım.

"Şeker Kız, şöyle bakmaz mısın lütfen lan?"

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. O da dediği şeyin saçmalığıyla anında yüzünü buruşturmuştu. İç çekip tekrardan önüme döndüm. Her durumda beni gülümsetebilen en nadir insanlardan biriydi, Onur.

"Senin şu an, affedersin ama, ağzıma bir takım işlemler yapman gerekmiyor muydu lan?"

Bu sefer seslice güldüm. Gözlerini birden büyütüp bana baktı. Sertçe yutkunup korkuyla homurdandı. "Valla çok korkuyorum şu an..."

Başımı iki yana salladım. "Neden ağzına bir takım işlemler yapmam gerekiyormuş ki," derken başımı omzuma doğru eğmiştim. "Yoksa arkamdan bir takım işler mi yaptın, Onurcuğum?"

Evet, öğlen olan olayın üstüne gitmeme kararı almıştım. Onur'u beni alması için kimin gönderdiğini anlamıştım fakat yine de sorgulamamayı seçmiştim. Öğreneceklerimin hoşuma gitmemesinden ziyade, bende bırakabileceği yıkıcı etkileri düşündüm. Ve ben, en ufak bir rüzgara karşı dirençli durabileceğimi düşünmüyordum.

Hoş, zaten enkaza dönüşen bir ruh, daha ne kadar bitebilirdi ki?

Onur dediğime yalnızca gülmüştü. Bu durum beni şaşırtsa da, durgunlaşan halinden anlamıştım neden sorgulamadığımı düşündüğünü.

Nihayet tanıdık sokağa girmiştik. Arabayı kapının önünde durdurmuştu. Kemerimi çözüp yorgun bir gülümsemeyle Onur'a baktım. Aynı ifadeyle bana bakıyordu. "Buraya kadar yordum seni, teşekkür ederim."

Elini saçlarıma atıp karıştırdığında ikimizde kıkırdadık. "Lafı olmaz, Şeker Kız." Ardından kaşlarıyla evi işaret etti. "Haydi bakalım, doğru eve gidip uyuyorsun." Sesinde ki abi otoritesine tebessüm ettim. O, benim olmayan abimdi.

"Âhenk!" Tam çıkacakken ismimle seslenmesiyle şaşkınlıkla Onur'a döndüm. Ona sorgularcasına baktım. Az önceki keyif yüzünden silinmiş, tedirgin ve sıkkın bir ifadeyle bana bakıyordu. Ayrıca bana ismimle hitap etmesi, içime korku tohumlarını serpiştirmişti.

Sıkıntıyla nefes verdi. "Tuhaf bir şey olursa, hemen beni ara," derken sesi gergindi ve eliyle ensesini kaşıyordu.

Kaşlarım şaşkınlıkla alnıma yükseldi. "Tuhaf şeylerden kastın?"

Kuşkularımda yanılmamıştım, bir şeyler dönüyordu fakat ne olduğu hakkında en ufak bir fikir sahibi değildim. Nasıl davranmam gerektiği konusunda ciddi bir kararsızlık yaşıyordum. Neler oluyordu?

"Yani, herhangi bir şeyden rahatsız olursan beni ara." Ona kaşlarımı çatarak baktım. Tedirginliğimi farkettiğinde her şeyin yolunda olduğunu göstermek için gülümsedi. Ağzımdan derin bir nefes alıp tekrar dışarı verdim.

Sorgulamadım daha fazla. En azından, şimdilik.

***

Saat gecenin yarısıydı. Ülkenin uykuya daldığı şu saatlerde, o bir türlü yitirdiği uykuyu bulamıyordu. 'Belki uyumama yardımcı olur' diye düşünüp kulaklıktan şarkı dinlemişti, fakat yine de bir faydası olmamıştı. Sıkıntıyla oflayıp yattığı yerden doğruldu genç kadın.

Çıplak ayaklarını sıcak fayansa koyup ayaklandı. Usul adımlarla odasından ayrıldı. Koridora adım atar atmaz sensörler devreye girmişti. Aniden yanan ışık kadının gözlerini almıştı.

Paytak adımları onu alt katta ki ay ışığının aydınlattığı mutfağın önüne kadar getirmişti. İçeri doğru bir adım atmıştı ki, gördüğü bedenle küçük çaplı bir korku yaşadı. O ne yapıyordu bu saatte burada?

Mutfak masasının sandalyesinde, sırtı genç kadına dönük bir şekilde oturuyordu, beden. Her ne kadar gerisin geri gitmeyi düşünse de, sırf o burada diye bunu yapmayı kendine yediremedi. Çünkü artık o, genç kadın için ölmüştü. Öyle değil miydi?

Tezgaha doğru adımlayıp yavaş hareketlerle dolaptan bir bardak çıkardı. Sırtını delik deşik eden bakışları hissediyordu. Suyunu hiç acelesi yokmuşçasına, yavaş yavaş içmeye başladı.

O, hayatından gittikten sonra başına gelenleri düşündü. Yaşadıklarını düşündü. Yıkılışlarını, yok oluşlarını, ama her şeye rağmen ayakta durmak zorunda oluşlarını düşündü.

En çokta kardeşi bildiği en yakın arkadaşını düşündü.

O, onun acısını kendininkinden önde tutup, her düştüğünde ayağı kalkaması için dayanak olmuştu. Sakinleşmek için yediği her iğnede o vardı yanında. Ağladığı zamanlarda yanaklarını silen o efsunlu eldi, Gülsima için.

Nasıl olmuştu da kardeşim dediği can dostunun kendi canına kasdettiğini görmemişti? Bu kadar mı kör olmuştu gözleri?

Üstelik, ondan sakladıkları belini büküyordu. Sadece bir kısmına vakıf olduğu o büyük sır gün geçtikçe ruhunu çürütüyordu.

Biliyordu, anlatsa can çekişecekti Âhenk. Onu bir yükün daha altında bırakamazdı. Bu kadarı hem ona, hemde Gülsima için fazla olurdu.

Sıkıca kavradığı bardağı düşüncelerinin verdiği sinirle sertçe tezgaha bıraktı.

"Neden geldin?"

Sesinde ki soğukluk ona öyle yabancıydı ki... Hele ki, bir zamanlar canından çok sevdiği abisine karşı.

Bir zamanlar...

"Yetmedi mi ona çektirdiklerin? Neden geri geldin? Ne istiyorsun daha?"

Eflâh'tan hâlâ bir ses çıkmıyordu. Öfkeden gözleri yaşaran Gülsima hışımla arkasına döndü. Adam sandalyeye yayılmış, boş bakışlarla kız kardeşine bakıyordu.

"Ona zarar verdiğini görmüyor musun? Ne istiyorsun bizden?" Sesi sertti belki ama, içinde kırgınlıkları da vardı. Onun canını yakmayacağını bile bile kırıldığını hissettirmek istedi.

Genç kadın gözünden süzülen damlaya aldırmadan sağ elini sertçe masaya vurdu. Zayıf bedenini masaya doğru eğerken, diğer uçta ki adamın yeşil gözlerinden ayırmıyordu gözlerini.

"Ellerinde ki kanın kokusuyla, ne hakla gelirsin buraya," diye tısladı dişlerinin arasından.

Hiçbir yanıt alamıyordu. Hoş, yanıt bulmak gibi bir niyeti de yoktu esasen. O, cevap aramayı bırakalı çok olmuştu.

"Âhenk'i bir kez daha mahvetmene izin vermeyeceğim, Eflâh Asilsoy." Masaya bastırdığı elini kendine çekip usulca doğruldu. O esnada bir gözyaşı daha çoktan terketmişti mabedini.

"Kirlettiğin ellerinin ona zarar vermemesi için elimden geleni yapacağım."

Ona hâlâ boş bakan gözlerde biraz daha oyalanıp mutfağın kapısına doğru adımladı.

Çıkmadan önce son sözlerini fısıldamıştı.

"Âhenk bir kez daha umudunu bileklerinden akan kanda aramayacak."

 

Loading...
0%